Hükümet bu yılın sonunda Avrupa Birliği'nden müzakere takvimi alabilmek için eksik kalan anayasal, yasal ve idari düzenlemeleri mayıs ayı sonuna kadar tamamlamaya çalışıyor.Bu kapsamda hazırlanan son anayasa paketi dün imzaya açıldı. 10 maddelik pakette özellikle adil yargılama, uluslararası sözleşmeler ve idam cezasının anayasadan tümüyle çıkarılması, ifade ve basın özgürlüğünün sınırlarının genişletilmesi, RTÜK ve YÖK'teki Genelkurmay kontenjanından üyeliklerin kaldırılması önem taşıyor.Bu son paketle artık anayasanın AB kriterlerine uyum sağlayacağı öngörülüyor.Hükümet değişiklikleri en kısa sürede tamamlamaya kararlı. Ancak referandumsuz anayasa değişikliği için sayısal sorun var. AKP'nin tek başına anayasa değiştirebilme sayısı yok. CHP'nin katkı ve desteğine ihtiyaç var.Acaba CHP bu desteği verecek mi?Hükümet ve AKP, milletvekili dokunulmazlıklarının sınırlandırılması önerisini kabul etmediği için CHP de anayasa uzlaşma komisyonuna üye vermiyor ve hükümet ile uzlaşmaya mesafeli duruyor. Ancak hazırlanan bu son anayasa paketi CHP'nin hangi gerekçe ile olursa olsun karşı çıkabileceği bir düzenleme değil. CHP'nin de yıllardan beri savunduğu sivilleşme ve demokratikleşmenin önemli köşe taşlarından birini oluşturuyor. O nedenle iktidar partisindeki beklenti CHP'nin anayasa paketine katkı yapacağı yönünde.Zaten CHP de anayasada yapılacak her değişikliğe "kesin hayır" deme kararlılığında değil. Bu son paketle ilgili CHP sözcülerinin ifadesi, "Eğer sadece AB'ye uyum ve demokratikleşme ile ilgili ise destek verebiliriz. Ama önce paketi görmemiz lazım" şeklinde.Yeni anayasa uyum paketi ve yasaların mayıs sonuna kadar çıkarılması planlanıyor fakat temmuz ayından itibaren yazımına başlanacak olan Türkiye ile ilgili İlerleme Raporu'nun olumlu çıkabilmesi için anayasa ve yasa değişiklikleri yalnızca ön koşul.Uygulama listesiDemokratikleşmenin uygulamaya, günlük hayata yansıması gerekiyor. Ne yazık ki uygulama konusunda hâlâ iki yıl önce gerçekleştirilmiş olan anayasa ve yasa değişikliklerinde bile sorun yaşıyor Türkiye. Hâlâ işkence ve kötü muamele örneklerinin önüne geçilebilmiş değil. Hâlâ anayasa değişikliği ve yasalarla gerçekleştirilen açılımların hayata geçirilebilmesi sorunlu.İşte bu sorunların aşılabilmesi için de AB Genel Sekreterliği, hükümete bir uygulama listesi verdi.Listenin özeti şöyle:* Gayrimüslimler için din adamı eğitimi olanağı sağlanması (Heybeliada Ruhban Okulu),* Gayrimüslim cemaat vakıflarının 1974'te Yargıtay kararı ile "ehliyetleri olmadığı" gerekçesiyle ellerinden alınan, 1936 yılından sonra edindikleri gayrimenkullerinin iadesi ve tanzimi ile ilgili olarak Vakıflar Genel Müdürlüğü'nün envanter hazırlaması,* Farklı dil ve lehçelerde yayın yapılması hakkındaki 25 Ocak 2004 tarihli RTÜK yönetmeliği çerçevesinde şu ana kadar izin başvurusu gelmedi. Yayınların en kısa sürede en azından TRT'de başlatılması,* İşkence suçundan aranan kamu görevlilerinin en kısa sürede yakalanıp yargılanmaları.* İnsan Hakları Vakfı aleyhine Vakıflar Genel Müdürlüğü'nce açılan hukuk davasının geri çekilmesi.Uygulama listesi bu şekilde uzayıp gidiyor. Ve bu liste de hükümetin öncelikli gündemi arasında.Kıbrıs sorununun çözümü veya en azından Türkiye'nin ve KKTC'nin çözüm için elinden geleni yapması, ardından siyasi kriterlere tam uyumu sağlayıp uygulamada mesafe alınmasıyla birlikte AB'den müzakere takvimi alınabilmesinin önünde engel kalmayacağına inanılıyor.
CHP'de 28 Mart seçim sonuçlarının yarattığı hayal kırıklığı üzerine başlayan çalkantı her gün yeni bir gelişme ile devam ediyor. Bir yandan parti içi ve parti dışındaki Deniz Baykal karşıtlarının olağanüstü kurultay girişimleri devam ederken, diğer yandan da parti yönetiminde ve parti grubunda çatlak sesler yükselmeye başlıyor.Şu anda Genel Başkan Deniz Baykal partide duruma hakim gözüküyor. Olağanüstü kurultay çağrılarının önünü kesmiş gibi. Ancak bu şekilde muhalefeti etkisizleştirmek, CHP'nin temel sıkıntısını ortadan kaldırmıyor, partiyi büyütmeye, tıkanıklığı aşmaya yetmiyor.O nedenle de CHP'deki çalkantı ve yeni arayışların önü kolay kolay kesilmeyecek gibi. Kemal Derviş'in Genel Başkan Yardımcılığı ve MYK üyeliğinden istifası bu açıdan önemli bir gelişme.İstifadan sonra yaptığı açıklamalara bakılırsa bir yandan Deniz Baykal'la ipleri koparmamaya özen gösteren Derviş, diğer yandan da yeni tip, farklı tarz ve karakterde bir muhalefet hareketi başlatacağının işaretini veriyor.■ CHP'deki diğer muhalif gruplar da örgütsel ve ideolojik yapılanmadan bolca söz ediyorlar. Ancak onların öncelikli hedefi bir an önce olağanüstü kurultaya gidebilmek ve Deniz Baykal'ı derhal çekilmeye zorlamak. Muhalif grup önderlerinin kafasındaki asıl hedef genel başkan olmak.Kemal Derviş ise ısrarla, üstüne basa basa "lider, genel başkan olmak istemiyorum" diyor.Bundan sonra ne yapacağını da dün NTV'de şu sözlerle açıklıyor Derviş:"Bugünkü yönetimle çalışmakta güçlük çekiyoruz. Partiye sahip çıkmak istiyoruz. Çağdaş sosyal demokrasi konularına daha çok önem vereceğiz. Çalışmalarımızı bu yönde sürdüreceğiz. Ve bunu CHP'lilerle birlikte yapacağız. Partide bir gençleşme olmalı, yeni neslin partiyi devralması gelecek için yararlı. Bu partinin sahipleri 40-45 yaşında insanlar olmalı..."Kemalizmle yeni sentezDerviş'in yakın çevresinde halen aktif siyasette olanlar kadar şimdilik aktif siyasetin dışında olmakla birlikte takıma katılmaya gönüllü çok sayıda isim var. Bu grupla birlikte Derviş önümüzdeki günlerde yeni bir kampanya başlatacak. Partinin il ve ilçe örgütleriyle bağ kurmaya çalışacak. Kafasındaki, gönlündeki sosyal demokrat parti ve yönetim modelini hayata geçirebilmek için sadece CHP ve CHP tabanıyla sınırlamayacak hedef kitlesini.Parti dışı sosyal demokrat unsurları harekete katmaya gayret edecek. Bazı eski bürokratlar, öğretim üyeleri, sivil toplum örgütleri ile birlikte bir şeyler yapabilmek Derviş ve ekibinin öncelikli hedefleri arasında.Derviş ekibi, bir yandan sosyal demokrat tabanı harekete geçirmeyi planlarken diğer yandan da Türkiye'nin temel sorunlan ile ilgili raporlar ve çözüm önerileri hazırlayacak. Örneğin Kürt sorunu, ekonomi, işsizlik ve gelir dağılımı gibi, eğitim, üniversiteler ve türban, Kıbrıs sorunu, Türk-Yunan ilişkileri, Irak gibi...Özellikle de üstüne basa basa dile getirdiği Kemalizm ile sosyal demokrasinin yeni bir sentezini yaparak, CHP'yi statükocu ve devletçi bir parti kimliğinden kurtaracak yeni bir model geliştirecek.CHP içinde batılı, çağdaş bir sosyal demokrat hareket yaratmayı planlıyorlar.Öncelikli hedef, Genel Başkanı devirmek değil. Ancak gelişmeler hızlandığında, bu hareket eğer toplum ve parti genelinde kabul görmeye başlarsa o zaman Deniz Baykal'ın da yönetimde kan değişiminin yolunu kendi iradesiyle açabileceği umuluyor. Bu yol açıldığında da Derviş genel başkanlığa aday olmayacak. Ama kendisine yakın, toplumun ve parti kamuoyunun da ısınıp kabullenebileceği genç bir isme destek verecek.
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün basın toplantısındaki üslup ve açıklamaları, demokratik cumhuriyette Türk Silahlı Kuvvetleri'nin (TSK) yeri ve konumunu net biçimde tarif ediyor.Yıllardan beri Türk demokrasisinin eksiklerini, zaafiyetlerini en çarpıcı biçimde vurgulamak için bazı iç ve dış çevrelerin dile getirdikleri temel eleştiri, "Siyasetin askeri vesayet altında" olduğu iddiasıydı.Gerçi geçmiş yıllarda özellikle de 28 Şubat süreci içerisinde bu iddiayı haklı çıkaracak bazı uygulamalar yaşanmadı değil. O dönemde toplumda ciddi bir kamplaşma başlamış, laiklik karşıtı bir başkaldırı riski önemli ölçüde artmış ve iktidardaki koalisyon irticai akımlan cesaretlendirici bir tutum içine girmişti. Sonuçta Ordu o günlerin moda deyimiyle "kışlanın kapısından dönmüştü." Bu olağanüstü bir süreçti, yaşandı geçti...Bugün artık "adı açıklanmayan bir üst düzey komutanın" veya doğrudan komuta kademesinin siyasetçilere, siyasi iktidarlara yönelik azarlama tonunda demeç ve açıklamaları yok. TSK kendisini ilgilendiren konularla ilgili görüşlerinin kamuoyu ile paylaşılabilecek bölümlerini aylık brifinglerde açıklıyor.Orgeneral Hilmi Özkök'ün Genelkurmay Başkanlığı makamına gelmesinden sonra TSK'daki üslup ve uygulama farkı çok açık biçimde görülüyor. Bugünkü üslup, demokratik cumhuriyete yakışan üslup."Aklın önderliğine itaat"Orgeneral Özkök, dünkü basın toplantısında, ülke gündemini ilgilendiren konular ve hükümetle ilişkilerde sergilediği bu demokrat üsluba yönelik olarak bazı çevrelerden gelen eleştirileri şu sözlerle yanıtladı:"Benim ulusuma ve devletime zarar vermemek için sorumlu, ılımlı, yapıcı, birleştirici ve dikkatli yaklaşımım, maalesef belirli kişiler ve çevrelerce bilerek ya da bilmeyerek yanlış yorumlanmakta, üstelik bu kişiler bu yaklaşımımdan mutsuzluk da duymaktadırlar. Ben sesin gürlüğüne değil, aklın önderliğine itaat etmek isteyen askeri bir nesle komuta ediyorum. Üzülerek ifade ediyorum ki bu kişilerden bazıları benim bu yaklaşım biçimimi güya bana vaat edilmiş bir ikbalden kaynaklandığını ileri sürerek bir dedikoduyu kulaktan kulağa yaymaktadırlar. Tarafıma hiç kimse böyle bir vaat veya teklif getirmemiştir. Böyle bir vaat veya teklif getirmeye cüret edecek birilerinin olduğunu da sanmıyorum..."Özkök'ün bu sözleri, yorumlarında zaman zaman kendisini eleştiren, kendisinin de yazılarına ve kişiliklerine değer verdiği Emin Çölaşan gibi yazarlara yönelik sitem olarak yorumlandı. Özellikle Emin Çölaşan, bir süredir Özkök'ün tutumunu oldukça sert sayılabilecek bir üslupla eleştiriyordu."Üst makam (Cumhurbaşkanlığı) teklifi aldı onun için hükümete yumuşak" dedikodusunu fısıltı gazetesi aracılığıyla yayanları da muhtemelen tespit etmiş durumda Genelkurmay Başkanı, ama isim açıklamıyor..."Yön verme" kaygısı yokOrgeneral Özkök, basın toplantısında, bazı çevrelerdeki beklentilerin aksine ne siyasete yön vermeye çalıştı ne de Kıbrıs konusunda hükümeti eleştiren, süreci olumlu ya da olumsuz etkileyebilecek bir ima veya görüş ifade etti. Özenle kaçındı bundan. Yani Denktaş'ın ve Türkiye'deki bazı siyasilerin yürütmeye çalıştıklan "hayır" kampanyasına destek olabilecek bir ifade beyanında bulunmadı.Referandumda evet denmesinin mi Türkiye ve Kıbrıs Türkleri'nin yararına olacağı, hayır denmesinin mi daha iyi olacağı yönündeki ısrarlı sorular karşısında bile Orgeneral Özkök, planın olumlu ve olumsuz bazı yönleri olduğunu belirttikten sonra "Bizim evet veya hayır dememiz uygun olmaz. Kıbrıs Türk halkının ve TBMM'nin en doğru kararı vereceğine olan inancımız tamdır" demekle yetindi.Referandum konusunda "Bizim 'evet' veya 'hayır' dememiz doğru olmaz" diyor Özkök. Ancak konuşmasının bütünü ve sorulara verdiği yanıtların satır aralarına bakılırsa sanki evet eğilimi ağır basıyor...
Hem Türk hükümeti hem de KKTC hükümeti 24 Nisan'da yapılacak referandumda iki taraftan da evet çıkmasını samimi biçimde arzuluyor. Fakat gerek Yunanistan'daki hava gerekse de Kıbrıs Rum kesimindeki siyasi dengeler bugünkü durum itibariyle Rum tarafından ret çıkacağı kanaatini kuvvetlendiriyor.KKTC'de ise Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş her ne kadar "hayır" kampanyasına var gücüyle asılıyor olsa da yüzde 60'in üstünde bir çoğunlukla sandıktan evet çıkacağına kesin gözüyle bakılıyor.Sonuç bugünkü tahminler doğrultusunda çıkarsa, yani Türk kesimi evet, Rumlar hayır derse ne olacak?Tabii ki Rum kesimi somut olarak pek bir şey kaybetmeyecek. 1 Mayıs 2004'te tek başına AB'ye tam üye olarak katılacak. Türk tarafının bunda bir kazancı olmayacak. Türkiye'nin AB ile ilişkileri çok zor bir sürece girecek. O nedenle Başbakan Erdoğan ve hükümetin arzusu iki taraftan da evet çıkması yönünde. Çözüm planına çekimser kalan çevreler ve kurumlar Türk tarafının "evet" Rum tarafının "hayır" demesini Türkiye ve KKTC açısından "en hayırlı çözüm" olarak görüyor.Çünkü böyle bir durumda, uzlaşmaz tarafın Türkiye ve KKTC değil, Rumlar olduğu uluslararası platformda tescil edilmiş olacak. Mevcut durumun, bölünmüşlüğün ve kuzeyde ayrı devletin devamı haklılık kazanacak. KKTC belki yine bağımsız bir devlet olarak tanınmayacak ama ekonomik ambargolar büyük ölçüde kalkacak. KKTC'nin ekonomik gelişmesi hızlanacak, turizm canlanacak.Tabii bu arada çözümsüzlüğün sürmesi ve Rum kesiminin Kıbrıs Cumhuriyeti olarak AB'ye tam üyeliğinin, Türkiye -AB ilişkilerinde çok ciddi sorunlar doğuracağına da kuşku yok.Böyle bir durumda yıl sonunda Türkiye'nin tam üyelik müzakereleri için AB'den takvim alabilmesi iyice zora girecek. Çünkü, istediği çözüm formülünü kabul ettirebilmek için Rum kesimi ve Yunanistan Türkiye'nin AB üyeliğini koz olarak kullanacak.Denktaş devam edebilecek mi?Bugünkü tahmin ve beklentiler doğrultusunda eğer 11 gün sonra yapılacak olan referandumda Türk tarafından yüksek oranlı bir "evet" çıkarsa bunun da ciddi bazı siyasi sonuçları olacağına kuşku yok.Çünkü bugün Cumhurbaşkanı Denktaş ile Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın zaten limoni olan işkileri son günlerde iyice gerilmiş durumda. İki liderin hemen her gün karşılıklı olarak medya aracılığıyla sürdürdükleri polemik, 24 Nisan sonrası için ilişkilerde sancılı bir sürecin başlayacağının işareti sayılıyor.Özellikle de şu anda Denktaş'ın AKP'nin siyasi rakipleri ve MHP ile yakın işbirliği içinde hareket etmeye başlaması, MHP'nin Denktaş'ın yanında Ada'daki hayır kampanyasına katılacak olması AKP'deki Denktaş antipatisini artırıyor.AKP kurmayları, Denktaş için 24 Nisan sonrasının asıl zorluğunun Türk hükümeti ve AKP ile değil Kıbrıs toplumu ile ilişkileri bakımından yaşanacağını iddia ediyorlar.Çünkü referandum Denktaş'a rağmen yüksek oranlı bir "evet"le sonuçlanır ise o zaman Cumhurbaşkanlığı makamı tartışmalı hale gelecek. Denktaş bu sonucu nasıl kabullenecek, toplum liderliğini nasıl devam ettirebilecek? Hiçbir şey olmamış gibi devam mı edecek yoksa sonucu kendisine yönelik bir güvensizlik olarak algılayıp istifa mı edecek? Veya güven tazelemek için KKTC'de yeni bir seçimin, yeni bir iç siyasi hesaplaşmanın düğmesine mi basacak?Referandum sonuçları ile ilgili gerek Kıbrıs'ta gerekse Ankara'da pek çok spekülasyon yapılıyor, senaryo üretiliyor. Bütün bunlar tabii ki tahmin ve kurgulardan ibaret. Kesin olan bir şey var ki, sonuç ne çıkarsa çıksın Kıbrıs'ta hiçbir şey eskisi gibi olmayacak...
Siyasi iktidarla Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) arasındaki ilişkiler son dönemde normal demokratik sistem içinde olması gerektiği çizgide yürüyor görüntüsü veriyor. Ancak görüntüye karşın geri planda bazı ciddi rahatsızlıklar oluştuğu, hassas bazı kırılma noktaları üzerindeki basıncın giderek arttığı anlaşılıyor.Öyle ki, hükümetin bazı uygulamalarına karşı duyulan rahatsızlık TSK içinde de farklı eğilimler varmış izlenimi doğmasına neden oluyor. İrtica tehlikesine karşı duyarlılık kuşkusuz TSK'nın bütününde var. Fakat komuta kademesinin bu hassasiyeti ifade ediş tarzı, geçmişe, özellikle de 28 Şubat ve devam eden sürece göre büyük farklılık gösteriyor. TSK'nın hükümet icraatları ve ülkede meydana gelen bazı olaylarla ilgili duyarlılıkları, ya Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında dile getiriliyor ya da Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök tarafından doğrudan Başbakan'a aktarılıyor. Yani medya aracılığıyla, kamuoyuna açık tepki vermiyor TSK.Ancak son dönemde TSK'nın bazı konularda hükümetin irticai faaliyetler konusunda yeterli hassasiyeti göstermediği, yeterince önleyici tedbir almadığı yönünde bir kanaat oluşmuş durumda.Cüppe ve kara çarşaf yazısıTSK'daki rahatsızlık ve hassasiyetler konusundaki en çarpıcı gelişme, Ege Ordu Komutanlığı'nın önceki gün ortaya çıkan yazısı oldu.Orgeneral Hürşit Tolon'un "sinsice gelişen irticai eylemlere karşı" gerekli önlemlerin alınmasını isteyen yazılı emri üzerine Denizli'deki 11. Tugay Komutanlığı, Valilik ve Cumhuriyet Başsavcılığı'na kara çarşaf, cüppe ve sank gibi çağdışı kıyafetle dolaşanlara karşı Devrim Yasaları'nın uygulanması talebini içeren bir yazı gönderdi.Şimdi soru şu: Orgeneral Tolon'un bu çıkışı kişisel mi kurumsal mı?Çok önemli bir kaynak soruyu şöyle yanıtlıyor:"Tolon Paşa, öteden beri var olan, son dönemde ise hızla yaygınlaşmaya başlayan kara çarşaf, sarık ve cüppeli görüntülerden son derece rahatsızlık duyuyor. Bir tek o değil bütün Silahlı Kuvvetler mensupları, çağdaş Türkiye ve cumhuriyet yanlısı hervatandaş bundan rahatsızlık duyuyor. Bu görüntülerin günden güne çoğalmasına rağmen adli makamların ve kolluk güçlerinin müsamahakâr tavırlarının devam etmesi üzerine uyarı görevini yapmıştır.Bu emri Garnizon Komutanı olarak İller İdaresi Yasası'nın verdiği yetkiyle valiliklere göndermiş ve ordu komutanı olarak İç Hizmet Yasası'nın cumhuriyeti koruma ve kollama görevinin bir gereği olarak yazmıştır.Kişisel bir eylem kesinlikle değildir. Kara Kuvvetleri Komutanlığı ve Genelkurmay'ın bilgisi dahilinde yapmıştır..."Bu yanıtın ardından TSK'da var olan diğer rahatsızlık konulan şöyle özetleniyor:* Kadrolaşma: Özellikle Başbakanlık Müsteşarı konusundaki olumsuz yargı değişmiş değil. Bakanlık ve Başbakanlığa bağlı kuruluşlara, Merkez Bankası'na, bağımsız kurullara ve diğer önemli birimlerde kilit görevlere yapılan atamalara kuşkuyla bakılıyor. Ve hükümetin atamalar konusunda partizanlığın ötesinde "Milli Görüş"e yakın isimleri kilit görevlere getirdiği saptaması yapılıyor.* Türban: Üniversiteler ve kamusal alanda türban yasağının delinmesi konusunda hükümetin cesaretlendirici yaklaşımını devam ettirmesi. Yerel seçimlerde iktidar partisinin belediye meclislerine bazı türbanlı hanımları aday göstermesi ve şimdi bu hanım üyelerin türbanla meclis toplantılarına katılmaları... Bazı camilerde ve cenaze namazlarında gerçekleştirilen türbanlı, sarıklı ve cüppeli gösterilere karşı hükümetin caydırıcı hiçbir önlem almaması. Türban, kara çarşaf, sarık ve cüppeli görüntülerin giderek yaygınlaşmaya başlaması. Devrim yasalarının yok sayılması...* YÖK ve imam hatip: Hükümet ve Milli Eğitim Bakanlığı'nın YÖK'ü etkisizleştirme girişimleri, imam hatip liselerine üniversiteye girişte konuları barajın kaldırılmaya çalışılması...* Kıbrıs: 24 Nisan'da referanduma sunulacak olan Kıbrıs'la ilgili çözüm planına karşı da TSK'nın ciddi bazı çekinceleri var. MGK toplantılarında bu çekinceler, planın sakıncalı yanları ayrıntılı biçimde dile getirildi.* Bedelli askerlik: Genelkurmay'ın aylar öncesinden olumsuz görüş bildirmesine karşın hükümetin ve iktidar partisinin bedelli askerlik konusunu sürekli sıcak tutması...Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün pazartesi günü yapacağı basın toplantısında Kıbrıs ve irticai faaliyetler başta olmak üzere bu konularda net mesajlar vermesi bekleniyor.
Kıbrıs'la ilgili çözüm planından artık dönüş yok. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın imzasıyla dün BM'ye gönderilen taahhüt mektubunun ardından artık 24 Nisan'daki referandum bekleniyor. Referandum sonuçlarını TBMM'nin onayına sunma taahhüdünü verdi Başbakan.Erdoğan hükümeti, Kıbrıs'ta çözüm konusunda başından itibaren kararlıydı. Hükümetin elinde hep iki senaryo vardı: Çözüm senaryosu ve çözümsüzlük alternatifi.Çözümsüzlük alternatifi Türkiye'nin ve KKTC'nin önüne son derece karanlık bir tablo koyuyor ve sürdürülebilirliği çok güç gözüküyordu. Şimdi verilen tavizler, çözümsüzlük alternatifinde kaybedileceklere bakılınca adeta kazanım gibi kalıyor.Onun için hükümet başından itibaren hep şu soruları sıraladı, hem kendi içinde hem de Annan planına yönelik itirazlara yanıt olarak:■ "1 Mayıs'tan sonra mevcut durumu sürdürebilir miyiz? Dünyada Türkiye'den başka hiçbir ülkenin tanımadığı KKTC varlığını ne kadar devam ettirebilir?■ Türkiye'ye ilhakın yaratabileceği sorunları göğüsleyebilir miyiz? Çözümsüzlük durumunda Türkiye AB'den tarih alabilir mi?"Sorular bu çerçevede uzayıp gidiyor...Onun için hükümet, muhalefetin ve KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'ın görüşlerinin aksine, varılan çözüm planının bugünkü koşullar altında Türkiye ve KKTC açısından elde edilebilecek en iyi sonuç olduğuna inanıyor.MGK'dan da "Takdir hükümetindir, dikkatli olun" mesajını aldıktan sonra Hükümet artık geriye dönüp bakmıyor. "Neler eksik kaldı? Derogasyonlar ilerde başımızı ağrıtır mı ağrıtmaz mı?" sorularını geride bırakmış durumda hükümet.Ve 24 Nisan'da yapılacak olan referandumun da KKTC tarafında yüksek oranlı bir "evet'le sonuçlanması arzu ediliyor. Aslında bundan fazla bir kuşkusu da yok hükümetin. Konuştuğumuz bakanlar, "Bu önemli değil, karizmatik lider Denktaş'a rağmen Kıbrıs Türkleri bu plana 'evet' diyecektir. Bundan şüphe duymuyoruz" diyorlar.Toplum bölünmesinKaygı duyulan konu ise referandum kampanyasının nasıl geçeceği...Kırıcı bir kampanyanın, Ada'daki Türk toplumunun keskin bir kamplaşma ve çatışma ortamına sürüklenmesinin önüne nasıl geçilebileceği üzerinde duruluyor artık.Referandum kampanyası sırasında "evet - hayır" cepheleşmesinin keskinleşmesi, Türk toplumunun ikiye bölünmesi ve karşılıklı ağır suçlamaların geleceğe dönük olarak onulmaz yaralar açması, Türk toplumunun birliğinin bozulmasının ilerde yaratabileceği sorunlar şu anda kafaları kurcalıyor.Bunun için de anahtar isim kuşkusuz Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş. Denktaş'ı ikna etmek için çaba harcanıyor ama ikna edilemeyeceği de biliniyor.Başbakan Erdoğan'ın önceki gün akşam Denktaş'la yaptığı görüşmede de bu konunun gündeme geldiği ifade ediliyor. Fakat, çözüm formülüne itirazlarını ve kırgınlığını gizlemeyen Denktaş'ın, referandumda "evet" yönünde bir eğilim göstermesi sözkonusu olmayacağı gibi, tarafsız kalması ihtimalinin de bulunmadığını biliyor Erdoğan. Zaten görüşmeden de somut bir sonuç çıkmıyor, nezaket görüşmesinin ötesine geçemiyor buluşma. Yine de toplumda iz bırakacak keskin cepheleşmeler oluşmamasına özen gösterilmesi gerektiği yönündeki temennilerini iletiyor Denktaş'a.Aslında Kıbrıs davasına hayatını adamış, deneyimli lider Denktaş'ın bütün bu sakıncaları Tayyip Erdoğan'dan da Abdullah Gül'den de çok daha iyi bildiğine hiç kuşku yok.Acaba nasıl bir strateji izleyecek Denktaş?
Türiye'nin en temel "ulusal dava"sı olan Kıbrıs sorununun çözümü konusunda sona yaklaşılırken Ankara'nın kapalı kapılarının ardında ve TBMM'de gerilim dozu yüksek görüşme ve tartışmalar yapılıyor.Hükümet önceki gün akşam saatlerine kadar bu ulusal dava, daha doğrusu kronik ulusal sorunun çözümünü genel bir devlet politikası haline getirebilme umudunu koruyordu. Ancak en azından ilk aşamada bu sağlanamadı.Önceki gün yaklaşık dört buçuk saat süren MGK toplantısının ardından yayınlanan bildiride, MGK'nın çözüm planına yüzde yüz destek vermediği ortaya çıktı. Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in de Kurul'un asker kanadının da anlaşmaya yönelik bazı çekinceleri olduğu ortaya çıktı. Buna karşın negatif bir yaklaşım da ortaya konulmadı MGK'da. Sadece "Takdir yetkisinin ve sorumluluğun hükümetin üzerinde olduğu" vurgulanarak anlaşma metnindeki bazı kritik noktalara özellikle de derogasyonlar konusuna dikkat çekildi.Hükümet, MGK bildirisinde daha güçlü bir destek mesajı yer almasını umuyordu. Fakat, çıkan metin yine de hayal kırıklığı yaratmış değil hükümet çevrelerinde."Bizim için bu da yeterlidir" diyor dün konuştuğumuz bir bakan:"Sorumluluk tabii ki hükümet olarak bizim üzerimizdedir. Hükümetimizin bu sorumluluğu üstlenmeye cesareti olmasaydı, görüşme masasına bile oturamazdık. Ama biz bu tarihi sorumluluğu üstümüze aldık. Ülkemizin, halkımızın ve Kıbrıslı soydaşlarımızın geleceği bakımından bunu üstlendik. Kötü mü yaptık? Hayır. Biz bu sorumluluğu üstlenmeseydik büyük vebal altında kalırdık. O zaman bize,'bu tarihi treni niye kaçırdınız?'diye hesap sorulurdu..."Özetle hükümet, Türkiye'nin uzun vadeli stratejik çıkarları bakımından en doğru adımı attığına, yapılabilecek en uygun anlaşmayı gerçekleştirdiğine inanıyor.Denktaş korkutuyorKıbrıs konusu dün TBMM'de önce AKP grup toplantısında, ardından da Meclis Genel Kurulu'nda tartışmaya açıldı.Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, hükümetin bu aşamada bulunabilecek en uygun çözümü kabul ettiğini belirterek milletvekillerinden tam destek istedi.Peki tam destek alabildi mi kendi grubundan? Grup toplantısından sonra konuştuğumuz AKP Grup Başkanvekilleri, "Grubumuzun hükümete güveni ve desteği tanıdır" diyor. Ancak şunu da hemen ekliyorlar: "Aykırı ses çıksa bile sayısı 10 - 15'i bulmaz. Irak krizinde olduğu gibi bir bölünme söz konusu değil..."AKP Grup Başkanvekili Salih Kapusuz, "Gönül isterdi ki bu milli davanın çözümünde muhalefetle de el ele olabilseydik. Hâlâ bunu bekliyoruz ama zor görünüyor. Muhalefet etmeye devam edecekler" diyor.Ancak asıl sorun CHP'nin muhalefetinde değil, ki bu muhalefeti çok fazla önemsediği de yok Başbakan Erdoğan ve partisinin. Asıl önemli olan KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'tan yükselen muhalefet.Hükümetin kaygısı şu: Denktaş'ın muhalefeti keskinleştirip, referandum sürecinde çok daha yıkıcı noktalara vardırması ve "hayır" kampanyasını yürütürken Türkiye'den alabileceği desteğin boyutu. Bu kampanyanın KKTC ile sınırlı kalmayıp Türkiye'yi ve Ankara'nın iktidar denklemindeki dengelerini de sarsabileceği ihtimali...
Seçim sonuçlarını her parti, her siyasi ekip kendi penceresinden değerlendiriyor, herkes kendine uygun bir sonuç, bir mazeret üretiyor. Ancak hiç kuşku yok ki bu seçimlerin en fazla sıkıntı yarattığı parti CHPParti yönetimi her ne kadar aksini iddia ediyor olsa da CHP bu seçimden ağır yara alarak çıktı. Oy oranı beklentilerin altında kaldığı gibi, sembolik önemdeki kalelerini kaybetti CHP bu seçimlerde. Toplam sağ oyların 55 yıldan beri ilk kez yüzde 75-80'lere çıkmasının sorumluluğu da CHP yönetimine yüklenmiş durumda.Bugüne kadarki seçimlerde hep solun parçalı oluşundan, oyların bölünmüşlüğünden yakınılıyor, seçim hezimetlerine gerekçe üretilebiliyordu. Oysa merkez sol, DSP ve YTP'nin 2002 seçimlerinde iddiasını kaybetmiş olması nedeniyleilk kez bu seçimlere daha bir bütünlük halinde girmişti.Buna rağmen CHP ne belediye seçimlerinde ne de il genel meclisi seçimlerinde umulan başarıyı elde edebildi.Muhalefet harekete geçtiŞimdi, önceki gün akşam saatlerinden itibaren sosyal demokratlar ve CHP'liler seçim başansızlığının nedenlerini ve sorumlularını tartışıyor.Aslında bu tartışma, CHP içindeki ve dışındaki sosyal demokrat politikacılar arasında seçimlerden çok önce başlamıştı.CHP'nin bu yapısıyla, yürüttüğü bu politikalarla, bu yönetim kadrosu ve yönetim tarzıyla seçimden başarıyla çıkamayacağına kanaat getiren parti içi ve dışındaki muhalifler 29 Mart sabahı için hazırlık yapmaya başlamışlardı.Sonuç onlar için sürpriz olmadı. Onlar dünden itibaren Deniz Baykal'ı çekilmeye nasıl razı edebileceklerinin hesabını yapmaya başladılar.Şu anda yoğun bir trafik yaşanıyor muhalif kanatta. Bazıları genel başkana "çekil" mektubu yazmaya hazırlanıyor, bazıları ise açık bir deklarasyon yayınlama yolunu tercih ediyor. Bu arada da olağanüstü kongre girişiminin nasıl yürütüleceği tartışılıyor. Mevcut delege yapısıyla olağanüstü kongreyi toplamanın, direnmesi halinde Baykal'ı devirmenin zorluğunu görüyor muhalifler. Ve o nedenle de kamuoyu baskısıyla kendiliğinden çekilmeye zorlamayı hedefliyorlar.Baykal'a "çekil" ricasıMuhalifleri ve durumdan memnun olmayanlar muhtemelen şunu diyecekler Baykal'a:"Parti kan kaybediyor, tabanı sürekli eriyor. Bu gidişle yeniden baraj altına ineriz. Maalesef olmuyor. Son derece haksız da olsa kamuoyunda ve sosyal demokrat seçmen tabanında 'Baykal'a oy verilmez' yargısı ne yazık ki giderek yaygınlaşıyor. Yeni bir yönetim kadrosu yeni bir liderle CHP yeniden eski parlak günlerine döndürülebilir. Bunun için siz de katkı verin..."Bazı CHP'liler bunları kendi aralarında konuşuyorlar ama Baykal'a gidip de bunları söylemeye kim cesaret edebilecek?Ayrıca söyleseler bile Deniz Baykal başarısızlığı zaten kabul etmiyor. Dün yaptığı değerlendirmelerde neredeyse bu seçimin en başarılı partisi gösterdi CHP'yi. Baykal'ın hesabına göre CHP hem belediye başkanlığı seçiminde hem de il genel meclisi seçiminde oylarını tam 8'er puan artırmış."Sonuçları 2002 milletvekili seçim sonuçlarıyla değil, 1999 yerel seçim sonuçlarıyla kıyaslayın" diyor Baykal ve kendi hesabını da ona göre yapıyor.■ Parti başkanı Baykal, parti içinden gelecek tepkileri dikkate alarak bu zorlama hesap yöntemleriyle partisinin seçimden başarılı çıktığını söylemeye çalışıyor ama acaba iç dünyasında ne düşünüyor? Acaba bilim adamı, siyaset bilimi doçenti Deniz Baykal bu hesaplara ne diyor?Herhalde sınıfta çaktırırdı...