Muhalefet partileri için kritik seçim...

26 Mart 2004

Futbolda bile en güçlü takımla en zayıf takım arasındaki maçın sonucunu oynanmadan önce yüzde yüz kimse bilemez. Ama yarınki seçimlerin sonucu biliniyor ve kimse de sürpriz beklemiyor. Merak edilen sadece skor, yani oy oranları.Bütün anketler iktidar partisi AKP'nin açık ara önde olduğunu gösteriyor. Anketlerdeki farklılık AKP ve CHP'nin oy oranlarında. AKP, yüzde 40'lı rakamlarda mı kalacak, yoksa yüzde 50'yi geçip yüzde 60'lar düzeyinde bir oyla rekor mu kıracak? CHP, 2002 seçimlerindeki oyunu koruyabilecek mi, yoksa parti içindeki ve dışındaki sosyal demokrat muhaliflerin umutla bekledikleri gibi yüzde 15-17'ler düzeyine mi inecek?Yarınki seçimin en heyecanlı yönü bu. Bir de sembolik ağırlığı olan, seçim çevrelerinde belediye başkanlıklarını kimin kazanacağı. Örneğin CHP'nin son kaleleri diye adlandırılan İzmir Büyükşehir, Ankara-Çankaya ve İstanbul'da da Şişli ve Kadıköy sonuçları...3 Kasım 2002'de seçmen önemli bir ilki gerçekleştirdi. Merkez sağdaki iki partinin ANAP ve DYP'nin genel başkanları Mesut Yılmaz ile Tansu Çiller'i tasfiye etti.Yarınki seçim sonuçlan da muhtemelen köklü bir tasfiye ile sonuçlanacak. Bu kez genel başkanlar değil bazı partiler siyasi hayata veda edecek.Kimler veda edecek?* ANAP, 3 Kasım seçimlerinden sonra iki genel başkan değiştirdi şimdi üçüncüsüyle seçime gidiyor ama umutsuz. Geçen seçimde yüzde 5'e düşen oy oranının bu kez yüzde 1-2, belki de bindeli rakamlara ineceği tahmin ediliyor. Bu durumda yaşayabilmesi çok zor. Muhtemelen 21. yılında siyasi yaşama veda edecek Turgut Özal'ın partisi.* Geçen dönemin iktidar partisi DSP'nin durumu da parlak gözükmüyor. Bu partinin de bindeli veya geçen seçimlerdeki gibi yüzde 2'ler civarında bir oy oranında kalması halinde işi çok zor. Seçimlerden sonra genel başkanlıktan ve aktif siyasetten çekileceğini açıklamış olan Bülent Ecevit için hüzünlü bir veda olacak gibi gözüküyor.* İsmail Cem'in YTP'sini bekleyen son da parlak gözükmüyor.Cem Uzan'ın Genç Partisi'nin de geçen seçimlerde yüzde 7,4 oy almış olmasına karşın bu kez yolun sonuna geleceği tahmin ediliyor. Anketlere göre belki yüzde 2-3'lük bir oy oranına ulaşacak GP, ama yaşama şansı yok gibi...* 3 Kasım'da yüzde 10 barajını aşamayan MHP ve DYP'yi de zor günler bekliyor. MHP oyunu arttıramaz, anketlerdeki gibi yüzde 6-7 düzeyinde kalırsa parti olarak hayatiyetini sürdürebilir ama Genel Başkan Bahçeli'nin işi bir hayli zora girecek.* DYP yüzde 10'lar düzeyinde bir oy oranını tutturabilirse fazla sorun yaşamaz. Ama eğer çok düşük bir oy oranında kalırsa o zaman işi zor...CHP'de hesaplaşma hazırlıklarıCHP'de savaş baltaları zaten hiç toprağa gömülmüyor. Her önemli siyasi dalgalanma veya seçimin ardından kongre mücadelesine hazır sosyal demokratlar.Şimdi yarın gece ortaya çıkacak seçim sonuçlan bekleniyor.Parti içindeki ve dışındaki Deniz Baykal muhaliflerinin beklediği gibi yüzde 15-17'ler düzeyinde bir oy oranında kalırsa CHP'de rotanın olağanüstü kongreye çevrilmesi kaçınılmaz olacak. Ama ya yüzde 25'ler gibi bir rakama ulaşırsa CHP? O zaman sular durulur, iç muhalefetin sesi kesilir ve belki de CHP, kendini sorgulamaya, milletvekili genel seçimlerinde nasıl iktidar olabileceğinin, kaybettiği sosyolojik tabanını yeniden nasıl kazanabileceğinin arayışına girebilir. Pek güçlü değil ama böyle bir ihtimal de var.Özetle, yarınki seçimler muhalefetteki siyasi partilerde yıkıcı deprem etkisine yol açacak gibi gözüküyor.

Devamını Oku

AB ile "derogasyon" krizi...

25 Mart 2004

Kıbrıs görüşmelerinden çözüm çıkacak mı çıkmayacak mı? Masayı önce kim terkedecek? Denktaş nasıl bir strateji izleyecek?Bu sorular yaklaşık iki aydan beri gündemin öncelikli maddeleri arasında yer alıyor. Çözüm olup olmayacağı konusunda her gün adeta papatya falı açılıyor.Şu anda müzakere sürecinin en kritik aşamasına gelinmiş durumda. Muhtemelen bugün akşam saatlerinde Türkiye ve Yunanistan dışişleri bakanlarının da katılımıyla dörtlü görüşmelere geçilecek. 29 Mart Pazartesi günü de başbakanlar Erdoğan ve Karamanlis'in katılımıyla Bürgenstock'ta nihai zirve gerçekleşecek.Peki iki taraf da mutlu sona ulaşabilecek mi? Nobel'e aday bir barış fotoğrafı çıkacak mı Bürgenstock'tan?* Zor görünüyor. Çünkü Ankara'da bir hafta öncesine kadar esen olumlu hava son günlerde yerini giderek karamsarlığa bırakmış durumda. Bunun nedeni de Türkiye ve KKTC'nin kırmızı çizgileri, vazgeçilmezleri değil. Şu anda öncelikli ve müzakere sürecini kilitlemeye aday sorun derogasyonlar, yani varılacak anlaşmanın Avrupa Birliği müktesebatı yönünden ayrıcalıklar ve istisnai hükümler içeren maddelerinin güvenceye bağlanması.AB'nin tutumu süreci zora soktuNew York görüşmeleri sırasında AB temsilcilerinin bu konuda verdikleri güvencelerin yerine getirilmesindeki isteksizlik KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş ı olduğu kadar Ankara'yı da kaygılandırıyor.Oysa New York'ta yol haritası çizilirken BM Genel Sekretei Kofi Annan, "AB'nin Kıbrıs'ta çözüme uyum teminatı verdiğini" açıklamış ve böylelikle derogasyonların AB'nin birincil hukuku kapsamına gireceği varsayılmıştı.Anlaşma ve eklerinin Rumlara karşı Kıbrıs Türklerini korumayı amaçlayan hükümleri, kuzeye geçecek Rumların sayısı, edinecekleri mal ve mülkler üzerine konulacak kısıtlar, iki kesimliliğin ve Kuzey'in egemenlik haklarının garanti altına alınmasının vazgeçilmez unsuru olarak değerlendiriliyordu. Ayrıca, Avrupa İnsan Haklan Mahkemesi'nde Loizidou davası benzeri Türkiye ve KKTC aleyhine binlerce yeni dava açılmasını önleyebilmek de ancak bu şekilde mümkündü.BM Genel Sekreteri Annan'ın AB yetkililerinden aldığı teminata dayanarak yaptığı açıklamayla bu sorunun çözüme kavuştuğu sanılıyordu. Ancak üç hafta önce Ankara'da yapılan AB Troyka toplantısında dile getirilen ifadelerde, ardından 15 Mart'ta AB hukukçuları ile Ankara'da yapılan görüşmelerde ortaya çıktı ki, derogasyonlan AB'nin birincil hukuku haline getirmek güç. Çünkü AB tarafı gönülsüz, Yunanistan buna razı olmuyor.Türkiye, sorunu çözmek için AB nezdinde girişimlerini sürdürüyor. Önceki gün Brüksel'e hareketinden önce Erdoğan, AB Komisyonu Başkanı Romano Prodi ile bir telefon görüşmesi yaparak sorunun aşılması için çaba gösterilmesini istiyor.Erdoğan'ın son hamlesiBaşbakan Erdoğan dün başlayan Brüksel zirvesi sırasında görüştüğü muhataplarına da bu konudaki hassasiyeti anlatıyor ve şu mesajı veriyor:"Derogasyonlar konusunda zirveden kuvvetli bir siyasi güvence çıkmazsa Kuzey Kıbrıs halkının referandumda anlaşmaya 'evet' demesini beklemeyin. Ayrıca hükümetimiz de 9 Nisan'a kadar bizden istenen taahhüdü veremeyeceği gibi bu anlaşma ne KKTC'den ne de Türkiye Parlamentosu'ndan geçmez..."Eğer bugün AB zirvesinden Tayyip Erdoğan'ın elini güçlendirecek tatmin edici bir güvence açıklaması çıkmaz ise İsviçre'deki görüşmelerden olumlu sonuç alınabilmesi de hayli zora girecek...

Devamını Oku

TBMM Başkanı Arınç: Zirvede tam bir uyum var

24 Mart 2004

Kıbrıs müzakerelerinde sürecin en kritik aşamasına gelindiğinde KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, "Sonuç çıkmıyor. Ben bundan sonra görüşmelerde yokum" açıklamasını yapıyor.Oysa Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Abdullah Gül'ün planı Denktaş'ı sonuna kadar işin içinde tutmaktı. Bu gelişme üzerine hükümet, geçen hafta sonunda Ankara'da üst düzey bir "Devlet Zirvesi" düzenlenmesine karar veriyor.Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer'in başkanlığında yapılması planlanan bu toplantıda hükümet, İsviçre görüşmeleri öncesinde gelinen durumu gözden geçirip bu aşamada nasıl bir strateji izleneceğini konuşmak istiyordu. Muhtemelen, hangi konularda, neyin karşılığı ne gibi tavizler verilebileceğini devlet zirvesinde son kez gözden geçirmek, hem iç kamuoyuna hem de dış kamuoyuna karşı daha güçlü bir pozisyonda masaya oturmaktı hükümetin niyeti.Ancak Cumhurbaşkanı Sezer, "Şu aşamada buna gerek görmüyorum" yanıtı veriyor. Sezer, gelişmeleri tepeden izlemekle yetiniyor, ne kamuoyuna bir açıklama yapıyor ne de hükümete herhangi bir görüş veya telkin aktarıyor.Askerin yaklaşımıSezer'in hafta sonundaki bu değerlendirme toplantısından sonra da Gül'ü Köşk'e davet etmemesi ise yoruma açık. Dışişleri Bakanı Gül Meclis Başkanı Bülent Arınç ile görüşerek bilgi alışverişinde bulunurken Cumhurbaşkanı ile görüşmeden İsviçre'ye gitmesi de akla şu soruyu getiriyor?"Devletin zirvesinde görüş ayrılığı, uyumsuzluk, kopukluk mu var?"Çankaya sessizliğini koruyor...Aslında bu tür kritik ulusal konularda hep dikkatlerin çevrildiği Genelkurmay da son dönemde Kıbrıs konusu ile ilgili görüş ve değerlendirme açıklamaktan özenle kaçınıyor. Bu yöndeki sorulara özetle şu yanıt veriliyor:"Cumhurbaşkanı'nın başkanlığındaki zirvede ve MGK toplantılarında TSK'nun görüşü dile getirilmiştir. Son olarak da 15 Şubat 2004 tarihinde Başbakan'a yazılı görüş sunuldu..."Erdoğan'ın yakın kurmaylarının söyledikleri ise hükümetin yürüttüğü Kıbrıs politikasının devlet kurumları ile koordineli ve tam bir uyum içinde belirlenip uygulandığı yönünde. Askerle de Cumhurbaşkanı ile de en ufak bir sorun olmadığı söyleniyor.Arınç: Hükümet başarılıDün konuştuğumuz Meclis Başkanı Bülent Arınç, devletin zirvesindeki ilişki düzenini şu sözlerle ifade ediyor:"Gayet iyi gidiyor, tam bir uyum var zirvede. Biliyorsunuz bu Kıbrıs konusu MGK'da görüşüldü, zaman zaman zirve toplantıları yapılıyor. Kimse birbirinden habersiz veya birbirinden farklı şeyler konuşmuyor Kıbrıs konusunda. Bence iyi bir süreçteyiz. Kurumlar arası ilişkiler gayet güzel..."Arınç, Cumhurbaşkanı Sezer'in tutumunu konusunda ise yorum yapmamaya özen gösteriyor:"Bu konuya girmem. Benim kendisine vekalet ettiğim sayın Cumhurbaşkanı hakkında herhangi bir yorum yapmam yakışık almaz..."Hükümetin Kıbrıs'la ilgili müzakere sürecinde izlediği tutum ve AB'ye tam üyelik çalışmalarını ise takdir ettiğini belirten Arınç diyor ki;"Hükümetimiz bu süreci son derece başarılı götürdü. Doğrusu KKTC de başarılı götürüyor. Hem Sayın Denktaş hem de Talat son derece başarılı ve uyumlu götürdüler. Ters düşmek, birbirlerini itham etmek gibi korkulan hiçbir şey olmadı, son derece uyumlu götürüldü iş."Evet, şu an itibariyle zirvede "açığa vurulan" bir uyumsuzluk, görüş ayrılığı yok. Ancak, Kıbrıs'la ilgili dörtlü görüşmeler sonuçlanıp, BM Genel Sekreteri plana son şeklini verdikten sonra kim ne diyecek, asıl önemli olan o. Acaba o zaman zirveden tek ses çıkacak mı?

Devamını Oku

Kabine revizyonu

23 Mart 2004

En yakın siyasi rakibinin en az iki katı kadar oy alacağından emin biçimde pazar günü yapılacak yerel seçimlere hazırlanan iktidar partisi son derece rahat. O kadar ki Başbakan ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül'ün gündemlerinde seçimlerden çok devam etmekte olan Kıbrıs görüşmeleri ve seçim sonrasına dönük hedef ve politikalar ağırlıklı yer tutuyor.Dışişleri Bakanı ve Başbakan yardımcısı Gül dün İsviçre'ye gitti. Yarın da Başbakan Erdoğan seçim programına ara vererek AB zirvesi için Brüksel'e gidecek. Seçimlerin hemen ertesinde 29 Mart sabahı da Yunanistan Başbakanı Karamanlis ile birlikte Kıbrıs müzakerelerine katılmak üzere İsviçre'ye uçacak.Erdoğan ve kurmaylarında seçim kaygısı olmaması sayesinde, belki de çok partili döneme geçildiği günden beri iktidar partisi en rahat seçim kampanyasını yürütüyor.AKP kurmaylarının hesap ve tahminleri anket sonuçlarından daha "muhafazakâr"; "Öyle yüzde 60'lar falan olmaz, yüzde 40'lı rakamlar olur, belki 50'yi buluruz" diyorlar.En yakın rakipleri konumundaki ana muhalefet partisi CHP'nin yüzde 20'ye ulaşıp ulaşamayacağı dahi kuşkulu olduğu için AKP adeta rakipsiz konumda. İktidar gücünü ve seçmen desteğini iyice pekiştireceğinden hiçbir kuşku duymuyor.O nedenle de AKP'de şimdi bir yandan seçim çalışmaları devam ederken bir yandan da seçim sonrası program hazırlıkları yapılıyor. AB'ye uyum sürecinde gerçekleştirilmesi öngörülen anayasa değişiklik paketi, kamu yönetimi reformunun devamı niteliğindeki personel ve mahalli idareler reformları ve ekonomik konularla ilgili düzenlemeler nisan ayı gündeminin ilk maddeleri arasında sayılıyor.Bu arada bazı bakanlıkların bağlı ve ilgili kuruluşlarının değiştirilmesi konusunda da bir hazırlık yapılıyor. Bazı önemli kamu kuruluşlarının, ekonomi ile ilgili bazı birimlerin patronlarının değişmesi de yeni dönemin öncelikli gündem maddeleri arasında sayılıyor.Bakanlık heyecanıSeçim sonrası en kritik gündem konusu ise kabine revizyonu. Tayyip Erdoğan tüm beklentilerin aksine Başbakanlık koltuğunu devraldıktan sonra kabine revizyonuna gitmemişti. Aslında 58. hükümeti her ne kadar Başbakan sıfatıyla Abdullah Gül kurmuş olsa da Bakanlar Kurulu listesi o zaman parlamento dışında kalan Erdoğan'ın gizli damgasını taşıyordu. O yüzden de Erdoğan, siyasi yasağı kalkıp milletvekili seçildikten sonra Abdullah Gül'den devraldığı kabineyi değiştirmedi.Kongreden sonra da kabine değişikliğine gitmedi.Ancak şimdi, yerel seçimlerin ardından kabinede küçük çaplı bir revizyona kesin gözüyle bakılıyor.Ve AKP kulislerindeki en heyecanlı iki konudan biri, partinin seçimlerde oy oranını yüzde 50'nin üstüne çıkarıp çıkaramayacağı, ikincisi de hangi bakanların değişeceği.Başbakan Erdoğan'ın geçen hafta sonunda bir televizyon kanalında, "Yorulanlar var tabii... Seçim neticesini görelim, yorgunluk alameti olanlar varsa oturur konuşuruz, 'ben yoruldum' diyen olursa 'eyvallah' deriz..." demesi AKP milletvekillerinde kabine revizyonu beklentilerini yoğunlaştırmış durumda. Kulislerde hangi bakanların başarısız veya "yorulmuş" sayılacağı konusunda değişik tahminler yürütülüyor.AKP kurmayları en az dört bakanın değişeceğine kesin gözüyle bakıyorlar. İsim isim de sayılıyor gidici bakanlar. Fakat bu konuda Erdoğan'ın henüz parti içinden veya dışından kimseyle isim konuşmadığının da altı çiziliyor.Kulislerde "gidici" veya "bakan olacak" diye sayılan isimler şu anda AKP kurmaylarının tahmin ve akıl yürütmelerinden ibaret...

Devamını Oku

Muhalefeti zor günler bekliyor...

22 Mart 2004

Merkezi iktidarı güçlü bir parlamento çoğunluğu ile elinde tutan AK Parti'nin pazar günü yapılacak yerel seçimlerde de ezici bir zafer kazanacağından hemen hiç kimsenin kuşkusu yok. Tartışılan, muhalefet partilerini neyin beklediği...Seçime beş gün kala esen ve estirilen rüzgâra, anketlere bakılacak olursa muhalefet partilerinin işi çok zor.2002 genel seçimlerinde çok ağır darbe yiyen muhalefet partilerinin bazıları genel başkanlarını değiştirerek yola devam etmek durumunda kalmışlardı. Pazar günkü seçimler ise bir iki parti için muhtemelen lider değişikliği şansı dahi bulamadan siyasi hayata veda etme sürecini başlatacak gibi gözüküyor.Ki, zaten şimdiden değişik arayışlar, 29 Mart sabahı için başarısızlık üzerine kurulu senaryolar tartışılmaya başlandı bile muhalefet kanadında.Geçmiş dönemde ANAP ve DYP'de siyaset yapan, bakan olmuş bazı etkili isimler şimdi merakla 29 Mart sabahını bekliyorlar. Her iki partinin de bu seçimde sıfırı tüketeceğini uman bu isimler bir süreden beri kapalı kapılar ardında, gizli toplantılarda bir araya geliyor, geleceğe dönük ince hesaplar yapıyorlar.Çoğu hâlâ ANAP ve DYP üyesi olan bu eski şöhretlerin geleceğe yönelik ince hesapları bu iki partinin de silinmesi üzerine kurulu. Eğer ANAP silinir, DYP yüzde 5-6'lar düzeyinde bir oy oranında kalırsa o zaman bu iki partinin de iflasını isteyip merkez sağda yeni bir parti oluşumu için kolları sıvayacaklar ve gelecek genel seçimlere hazırlık yapacaklar.CHP'deki hedef BaykalSosyal demokratların hesabı ise daha farklı. CHP'deki parti içi ve parti dışı sosyal demokrat muhalefetin ortak hedefi Deniz Baykal ve ekibi. CHP'nin seçimlerden başarısız bir sonuçla çıkması halinde "ideolojik, örgütsel ve yönetimsel yenileşme" için düğmeye basma hazırlığında muhalif sosyal demokratlar.Eski CHP'li Tarhan Erdem'in geçen hafta açıkladığı seçim anketinin sonuçları muhaliflerin umudunu artırıyor. Onlar, gelecekteki başarının 28 Mart'ta alınacak ağır bir seçim yenilgisine bağlı olacağını düşünüyorlar. Çünkü, CHP'deki Baykal iktidarını normal kongre süreçlerinde devirebilme umutlan yok. Bunun ancak Baykal ve ekibinin seçim başarısızlığının sorumluluğunu üstlenerek kendiliğinden çekilmesiyle mümkün olabileceğini düşünüyorlar.Deniz Baykal, "Hiçbir yere gitmem" dese de muhalifler Pazar günü 2002 seçimlerinde alınan yüzde 19,4'lük oy oranının altına inilmesi, AKP'nin ise yüzde 50'leri aşması halinde kalamayacağını öngörüyorlar.Deniz Baykal ve çevresinin de pazar günkü seçimlerde öyle parlak bir başarı beklediği yok. İzmir Büyükşehir, Ankara'da Çankaya, İstanbul'da Şişli ve Kadıköy ile Gaziantep ve Antalya belediyeleri gibi son kaleleri korumaya çalışıyor CHP yönetimi. İl genel meclisi seçimlerinde oy oranının 2002 seçimlerinin altına inmeyeceğini, aksine yüzde 23-25 gibi bir oy oranına ulaşabileceğini hesaplıyor.Parti yöneticileri, iktidar partisinin yüzde 50'nin üzerine çıktığı bir ortamda, yüzde 25 oy almayı büyük başarı olarak görüyor.Başarının ölçüsü gibi, hedefi de ortada: Bu sonuçla iktidar alternatifi olabilmek zor ama en azından parti içi iktidarı koruyabilmek mümkün...

Devamını Oku

Erdoğan uyardı Denktaş rest çekti

25 Şubat 2004

Kıbrıs görüşmeleri kritik bir aşamaya gelirken Ankara ile KKTC arasındaki gerilimin dozu da yükseliyor. Denktaş'ın özellikle dünkü açıklamalarında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın telkin ve önerilerine karşı örtülü bir meydan okuma havası seziliyor. Başbakan Erdoğan dün Devlet Konukevi'nde gazete ve televizyonların genel yayın müdürleri ve Ankara temsilcileri ile kahvaltılı bir sohbet toplantısı düzenledi.Kıbrıs konulu sohbette Erdoğan'ın medyadan "ricası" şuydu: "Müzakere sürecinin iyi, kötü yanları olacaktır. Bunlar yazıldığı zaman veya aşırı derecede tahrik edici şekilde konuşulduğu zaman kopmaya dışardan yardımcı olmuş oluruz. Ama biz bunun kopmasını istemiyoruz... Kuzey Kıbrıs'ta yapılan çeşitli açıklamaları bile bizim yazılı ve görsel medyamız kendi içinde sansür etmeli diye düşünüyorum. Bu benim sizlerden bir ricamdır. Bu süreç içinde her şeyi açıklamanın çok faydalı olduğu kanaatinde değilim. İşi bitirdikten sonra her şey çok açık, net ortaya çıkar, konuşulur. Müzakere sürecinde yazılması, konuşulması işi daha ortada koparabilir..."Denktaş meydan okuyorBaşbakan Erdoğan'ın medyadan daha fazla duyarlılık isteği kuşkusuz anlaşılabilir bir durum ve nedenlerini de kendisi uzun uzun anlatıyor; müzakere sürecinin olumsuz etkilenmemesi, karşı tarafın tahrik edilmemesi gibi... Ancak Başbakan'ın niyeti öyle olmasa bile söylediği "kendinizi sansür edin" sözü talihsiz bir ifade...Erdoğan, Türkiye'deki medya kuruluşlarının yanısıra satır arasında Kıbrıs'a, hem Türk tarafına hem de Rum tarafına mesaj yolluyor: "Görüşmelerden sonra ayrıntılı açıklamalar yapmayın, gerekirse kısa ortak açıklamalar yapılsın."Fakat Erdoğan Ankara'da bunları söylerken, bu uyarıları yaparken Lefkoşa'da görüşme masasından kalkan Denktaş gazetecilere ayrıntılı açıklamalar yapıyor. Bu arada bir gazetecinin Erdoğan'ın uyarı ve ricasını anımsatması üzeine çarpıcı bir yanıt veriyor, adeta meydan okuyor Denktaş: "Ben müzakereler başlarken halka, günü gününe her şeyi açıklayacağıma söz verdim. Ankara da bunu biliyor"Başbakan görüşmelerle ilgili detay açıklamalardan kaçınılmasını tavsiye ediyor, görüşme sürecinin de "Hep bana" anlayışıyla değil, "kazan, kazan" anlayışla yürütülmesini öneriyor. Ama Denktaş'ın bu tavsiyelere uymaya niyetli olmadığı ortada. Özellikle dünkü açıklamaları şimdiden referanduma dönük gibiydi Denktaş'ın.Önümüzdeki dönemde ilişkilerdeki gerginliğin kaçınılmaz olarak tırmanacağı anlaşılıyor. Erdoğan yine de iyimserliğini koruyor bu noktada, Denktaş'ın açıklamalarını iyi niyetle "müzakere tekniğinin mütemmim cüz'ü olabilir" diye yorumluyor.Çünkü Başbakan'a göre artık geri dönüş yok. 22 Mart'a kadar liderler anlaşmaya varamazlarsa Türkiye ve Yunanistan dahil olacak. Yine anlaşma olmazsa o zaman eksik kalan noktaları BM Genel Sekreteri dolduracak. Ardından da referandum.Başbakan'a göre anlaşma Türk tarafının lehine. Çünkü Rum tarafının kaybedeceği bir şey yok, ama Türkiye'nin ve Türk tarafının kaybedeceği çok şey var.1 Mayıs'tan önce bitsin"1 Mayıs'tan önce işin bitirilmesini istiyoruz. Burada KKTC ne elde edecektir? Türkiye'nin menfaatleri neyi gerektirir?" diye soruyor Başbakan ve şu yanıtı veriyor:"Her şeyden önce KKTC sadece Türkiye'nin tanıdığı bir devlet durumundadır. Ama Güney Kıbrıs'ın böyle bir sorunu yok. Biz istesek de istemesek de 1 Mayıs'ta AB'nin üyesi oluyor. 1 Mayıs'tan önce bir mutabakat sağlanırsa Kuzey Kıbrıs da Güney Kıbrıs'la bütünleşerek bir Birleşik Kıbrıs Cumhuriyeti olarak AB'ye girme şansını yakalayacak. Yani artık uluslararası camiada bir devlet olacak. Biraz daha ileri gidiyorum. Güney Kıbrıs şu anda uluslararası camiada bir devlet olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla Kuzey Kıbrıs da devlet olarak o devlet yapısını paylaşmış olacak. Veyahut da kaybedecek, yeni bir devlet ortaya çıkmış olacak. Böyle bir durum var. Her şeyden öte AB'de Türkçe resmi dil olarak kullanılır duruma gelecek." Özetle Başbakan Erdoğan, Annan Planı çerçevesinde yapılacak anlaşma çerçevesinde sağlanacak olumlu gelişmelere dikkat çekiyor. Denktaş ise olumsuzluklara, tehlikelere işaret ediyor. Denktaş'ın yaptığı müzakere taktiği, taleplerini kabul ettirmek için izlediği genel stratejinin bir ürünü mü yoksa halkı bilgilendirme adına şimdiden referandumda hayır çıkmasına dönük bir stratejinin sonucu mu? Bunu da bundan sonraki gelişmeler gösterecek....

Devamını Oku

AKP'nin sıkıntılı tercihi...

10 Kasım 2003

Cumhurbaşkanı Sezer'in 29 Ekim resepsiyonu davetiyeleriyle alevlenen türban tartışması şimdilerde adliye koridorlarına taşınmış durumda. Türbanlı sanık ve tanıklar "kamusal alan" sayılan duruşma salonlarına girebilecek mi, giremeyecek mi? Adalet Bakanı "Girerler. Aksi halde bu insan hakları ihlali olur" diyor. Yargıtay Başkanı ise "giremezler" görüşünde. Geçen hafta sonunda yapılan bu sert tartışmaların ardından dünkü ilk mesai gününde Ankara adliyesine çok sayıda başörtülü sanık ve tanık girerek hakim karşısında ifade verdi. Şimdi bu duruma göz yuman hakimler suç mu işlediler? "Hayır" diyor kamusal alanda türban yasağını savunanlar:"Geleneksel başörtüsü ile bugün laiklik karşıtı kesimlerin sembol olarak kullandıkları türbanı ayırmak gerekir. Başörtüsü ayrı, başörtüsüyle gelenler tabii ki girebilir. Ancak türban farklı bir unsur. Türbanla duruşma salonuna girilemez. Hakimlerin uygulaması da bu yönde olacaktır..."Şimdi hangi örtünme biçiminin geleneksel başörtüsü, hangisinin de siyasal simge olarak kullanılan türban olduğunun ayrımının yapılması gibi zor bir görev bekliyor kamu otoritesini. Bu arada tartışmanın boyut kazanması AKP'yi de sıkıntılı bir tercih noktasına doğru zorluyor. Parti tabanında ve bazı milletvekillerinde oluşan görüş, hükümetin bu sorunu bir an önce çözmesi gerektiği yönünde. "Meclis'te anayasayı bile tek başına değiştirebilecek bir çoğunluğumuz var. Bu sorunu hâlâ niye çözemiyoruz?" yönünde yakınmalar geliyor milletvekilleri ve parti örgütlerinden. Ama hem Başbakan Erdoğan hem de parti üst yönetimi temkinli. Yasa ve anayasa değişiklikleriyle kamusal alan tanımını daraltma veya bazı alanlarda türban serbestisi getirme yönünde başlatılacak girişimlerin gerginliği daha da tırmandıracağını, toplumda ve devlet kurumlarındaki hassasiyetleri körükleyebileceğini hesaplıyor AKP kurmayları. O nedenle de "geri adım" görüntüsü vermeden bu tartışmanın soğutulması eğilimi ağır basıyor.Konsensus şartDün konuştuğumuz AKP Genel Başkan Yardımcısı Murat Mercan, "Benim eşim de türbanlı, o da bazı sıkıntılar yaşıyor. Ancak ben bugün için Türkiye'nin birinci önceliğinin türban olduğunu düşünmüyorum" diyor. Türkiye'nin ekonomik, sosyal ve siyasi sorunlarının çözüldüğü süreçte zaman içinde türban sorununun da çözüleceğini düşünüyor Mercan. Fakat, bugünkü tartışmalardan hareketle "kamusal alan" tanımını netleştirmek veya türbana serbesti tanınması yönünde yasal düzenleme yapılmasına taraftar olmadığını söylüyor. Mercan'ın söylediklerinin özeti şu: "Bu sorun inatlaşarak, yasa değişikliği ile çözülemez. Önce toplumun bunu sağlıklı biçimde tartışması, anlayış birliğine varması lazım. Bunun için de iyi niyet olmalı. Bugün türban konusunu germeye çalışan bir kesim var. Kanun değişikliği, yaratılmak istenen bu gerilimi daha da yükseltebilir. Onun için benim kanaatim önce bir toplumsal konsensus oluşmalı. En azından "sadece kamu çalışanları türban takamaz' denilebilir." Mercan, "anlayış birliği" oluşmalı diyor, ancak bu konuda AKP'nin devletle ve toplumla bir anlayış birliğine varabilmesi en azından bugünkü koşullarda pek olası gözükmüyor. Tam aksine devlet kurumlarının hassasiyeti giderek artıyor. Bunun karşısında da türban serbestisi isteyen kesimin AKP üzerindeki baskısı yoğunlaşıyor.

Devamını Oku

AKP'nin türbanla imtihanı...

7 Kasım 2003

AKP iktidarı birinci yılını dolduruyor ancak parti sözcüleri her ne kadar "alışırlar, alışacaklar" dese de devletin bazı kurumları bu iktidarı hazmetmekte zorlanıyor. Toplumun bir kesiminde ve bazı devlet kurumlarında iktidardaki partinin varsayılan ideolojisine muhalefet, açıkça olmasa da sembolik davranış biçimleriyle sürekli canlı tutuluyor. AKP Genel Başkanı Erdoğan ve arkadaşları her ne kadar "Değiştik, sırtımızdaki Milli Görüş gömleğini çıkardık" dese de henüz devleti tam ikna edebilmiş değil. Hâlâ partinin görünen gündeminin dışında bir gizli gündemi olduğu, cumhuriyetin temel değerleri ve ilkeleriyle sorunu olduğu kanaati hakim.Her şey türban gölgesindeO nedenle de türban, bir numaralı gerilim noktası olarak bir yıldır gündemde. AKP adeta türbanla imtihan ediliyor. Hükümet hangi alana el atmaya kalksa karşısına türban sorunu çıkıyor. Hükümetin ve AKP'li Meclis Başkanı'nın bulunduğu her ortamda dikkatler türban konusuna çevriliyor. Ulusal bayram ve resepsiyonlar, bayram kutlamaları türban gölgesinde. Üniversite reformu ve YÖK tartışmaları amaç ve içeriğinden sıyrılıp türban konusuna indirgeniyor. AKP sözcüleri "Bizim öncelikli sorunumuz türban değil, öncelikle ülkenin ağır ekonomik sorunlarını çözmek ve AB'ye tam üyelik için gayret ediyoruz" diyor ama inandırıcı bulunmuyorlar: "Hayır, takıyye yapıyorlar. Nihai amaçları, cumhuriyetle hesaplaşmak" deniyor. Ve türban ekseninde yürütülen tartışma ve sıkıştırmalarla AKP'nin varsayılan gizli gündemini açığa çıkarma stratejisi izleniyor. Ancak bunun da zeminini yine AKP ve AKP'liler hazırlıyor. Gizli gündem izlenimini bazı davranış biçimleri ve girişimleriyle canlı tutuyorlar.Fitili Arınç ateşlediTürban tartışmalarının fitilini, türbanlı eşiyle birlikte Cumhurbaşkanını uğurlamaya ve karşılamaya giderek Meclis Başkanı Bülent Arınç ateşliyor. "Cumhurbaşkanının resmi olarak bulunduğu her alan kamusal alandır ve türbanlı girilemez" açıklaması ile noktalanan bu girişim Arınç'ın 23 Nisan resepsiyonu davetiyelerine "Bayan Arınç ve..." yani "eşimle birlikte" diye yazdırmasıyla resepsiyon krizine yol açıyor ve 29 Ekim resepsiyonunda tartışma doruğa ulaşıyor. AKP iktidarından önce Köşk'teki resepsiyonlara her zaman üç beş türbanlı hanım geliyor ve hiçbir sorun, hiçbir tartışma yaşanmıyordu. Ancak şimdi AKP'lilerin bu tür zeminlerde işi türban gösterisine dönüştürebileceği kanaati hakim. Ve bu kanıyı pekiştirici yönde girişim ve davranışlar da yine AKP'lilerden geliyor. Valiliklerin 29 Ekim resepsiyonlarına Köşk'ü protesto eden bazı AKP'liler Cumhurbaşkanı'na inat türbanlı eşleriyle katılıp resim veriyorlar. O nedenle bu kinci davranış biçimleri ve tartışmalar gündemden inmiyor. Üniversitelerde başlayan türban hassasiyeti şimdi hayatin her alanına yayılmış durumda. Son örnek, önceki gün Yargıtay'da yaşanıyor. Türbanlı bir sanık, "kamusal alanda türban yasağı" gerekçesiyle salondan çıkarılıyor. Yargıtay 4. Ceza Dairesi Başkanı Fadıl İnan'ın bu olayla ilgili açıklaması son derece çarpıcı: "CMUK'ta sanığın hakları yazılmıştır. Siyasal görüş amacını taşıyan türbanla duruşmaya girme hakkı yoktur. Duruşmadan çıkarttığımız hanım zaten avukat. Avukat olarak oraya o şekilde giremeyeceğini biliyor. Onun için sanık olarak bunu denedi..." Bu gerilim ve inatlaşma kolay kolay bitecek gibi gözükmüyor. Hükümet içtenlikle bu sorunu çözmek istiyorsa, önce gizli gündemi olmadığı konusunda kamuoyunu ve devleti ikna etmek durumunda. Bu da yetmiyor, kamusal alanın net ve açık biçimde tarifinin yapılması ve türbanın nerelerde yasak, nerelerde serbest olacağının açıklığa kavuşturulması ve buna da önce AKP tabanının özen göstermesi gerekiyor. Bugün için belki çok erken ama 2007 yılında cumhurbaşkanı seçilirse Tayyip Erdoğan'ın eşi başını mı açacak yoksa türban her alanda tümüyle serbest mi bırakılacak? Bugün bu konu hiç konuşulmuyor ama kafaları ciddi biçimde meşgul ediyor...

Devamını Oku