Hükümetin hazırladığı kamu reformu, hafta başında açıklanan "Kamu Yönetimi Temel Kanunu"yla sınırlı kalmayacak. Yerinden yönetim modeline kademeli geçiş planı çerçevesinde sadece bazı kamu hizmetlerinin yerel yönetimlere devredilmesiyle yetinilmeyecek. Reformun can alıcı alt unsurlarını oluşturacak iki ayrı düzenleme daha hazırlanmış durumda. "Kamu Mali Yönetim ve Kontrol Yasası"yla devlet hesaplarının, bütçeyle harcamaların açıklık ve şeffaflığı, denetlenebilirliği sağlanacak. Ayrıca devlet personel rejiminde de köklü değişiklikler yapılacak.Yıllardan beri yakınma konusu olan, ancak geçmiş iktidarların köklü ve geniş çaplı değişiklikler yapmaya cesaret edemediği devlet memurlarıyla ilgili sistem şimdi baştan aşağı yenileniyor. Bu konudaki taslak çalışma son biçimini almış durumda.Taslakta öngörülen en önemli radikal değişikliklerin başında memur tanımının yeniden yapılması, kamuda norm kadroların belirlenmesi, atama ve özlük hakları ile ilgili unsurlar geliyor.Devlette halen 2 milyon 250 bin civarında olan memur sayısı, yeni yasal düzenlemelerin yürürlüğe girmesi ve norm kadroların kesinlik kazanmasıyla birlikte 700-800 bin civarına inecek. Daha da önemlisi, bugüne kadarki uygulamalarda olduğu gibi bundan böyle iktidar partilerinin yandaşlarına devlette iş bulabilmek amacıyla devlet kadrolarını keyfi biçimde şişirmeleri önlenecek. Bugün memurlar eliyle yürütülen işlerin büyük bölümü iş yasalarına tabi olarak istihdam edilecek olan sözleşmeli personel eliyle yürütülecek.Kademeli geçişPeki geri kalan 1 milyon 400 bin memurun işine son mu verilecek?"Hayır" diyor Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin; "Türkiye'nin şartları ortada. Bugün devlette memur fazlalığı olduğu biliniyor. Ama biz hiç kimseyi de sokağa koyamayız. Onun için emekli olanların yerine yenilerini almayarak, kurumlar arasında kaydırmalar yaparak ve emekliliği özendirici bazı formüllerle bu şişkinliği gidereceğiz..."Şu anda gündemde olan taslakta sadece merkezi yönetim kadrolarıyla güvenlik, istihbarat, vergi, denetim ve yargı hizmetlerindeki kadroların memur statüsünde tutulması öngörülürken, orta vadede eğitim ve sağlık personelinin dahi sözleşmeli statüye alınması öngörülüyor. Ancak Başbakan Yardımcısı Mehmet Ali Şahin'in de belirttiği gibi memur sayısının bugünden yarına 700 bine indirilmesi de kolay gözükmüyor. Hedefi bu olmasına yani, bugünkü kadroların sadece üçte birinin memur statüsünde korunması düşünülmesine karşın bunun hayata geçirilmesi zaman alacak. Kademeli bir geçiş süreci yaşanacak. İlk aşamada bugün yardımcı hizmetler sınıfında bulunan odacı, kapıcı, çaycı gibi 200 bin civarındaki memur süratle eritilecek. İş yasalarına göre sözleşmeli statüye geçişi özendirici bazı yeni düzenlemeler getirilecek.Yarı siyasi memurlarHükümetin kamu yönetimi reformu kapsamında getirmeyi planladığı bir önemli yenilik de "yarı siyasi memurlar." Bunlar hükümetlerle birlikte gelip, hükümetlerle birlikte görevden ayrılacaklar. Müsteşarlar ve kurum başkanlıkları bu statüde olacak. Zaten müsteşarlar aynı zamanda bakan yardımcılığı unvanı alacaklar.Buna yönelik en büyük eleştiri, uygulamanın bürokrasinin tarafsızlığını bozacağı, siyasalaştıracağı noktasından geliyor.Başbakan Yardımcısı Şahin, bu yöndeki eleştirileri yanıtlarken şimdiye kadarki uygulamalardan örnek veriyor ve bugün de müsteşar ile üst düzey kadroların zaten yarı siyasi konumda olduğunu ve her iktidar değişikliğinde bu kadroların da olağan biçimde değiştiğini söylüyor. Rakam da veriyor bu konuda Şahin:"Biz geçmiş dönemleri de inceledik. Hemen her iktidar değişikliğinde devlette üst düzey görevlerde bulunan ortalama 600 kadro iktidarla birlikte geliyor ve birlikte değişiyor. Bizim getirmeyi düşündüğümüz yeni düzenlemede bu sayı 200'le sınırlı kalacak..."Özeti şu ki, bugün de kamu görevlilerinin pek çoğu iktidar partilerinin adamı ancak görüntüleri "devletin memuru". Yeni düzenlemede ise en az 200 bürokratın siyasi memur oldukları açıkça gözükecek.
Yolsuzluk, usulsüzlük suçlamaları, yolsuzlukla mücadele ve milletvekili dokunulmazlıklarının sınırlandırılması tartışmaları, "yolsuzlukların üzerine kararlılıkla gideceğiz" söylemleri, Türk siyasetinin öteden beri en önemli gündem maddesini oluşturuyor. Ancak bugüne kadar hemen her dönemde ne kadar yolsuzlukla mücadele lafı edildiyse, o kadar çok yolsuzluk yapıldığı da bir gerçek olarak ortada duruyor. Türkiye'de ne yolsuzluklar konusunda ciddi bir hesap sorma mekanizması geliştirebiliyor, ne de yolsuzlukların önü alınabiliyor.Şimdi bugünkü iktidar partisi AKP ve muhalefetteki CHP'nin "Bu işi kesin olarak çözeceğiz" vaadi var. Ve geçen yasama döneminde oluşturulan Yolsuzlukları Araştırma Komisyonu'nun raporu dün Parlamento'nun bilgisine sunuldu. Raporda çok sayıda eski politikacı ve bürokrat hakkında ciddi yolsuzluk suçlamaları var.Bürokratlar için mekanizma, komisyon çalışmaları tamamlandığı günden itibaren işlemeye başladı. Savcılıklara yapılan suç duyuraları için işlemler yürüyor. Ancak asıl önemli olan siyasi sorumlular. Yolsuzluk iddialarının siyasi sorumluları nasıl belirlenecek?Kimlere açılacak?İşin en zor, en kritik aşaması bu. Hangi alanlarda yolsuzluk yapıldığı konusunda aşağı yukarı bir mutabakata varmış olan AKP ve CHP, siyasi sorumluluk noktasında birbirinden ayrılıyor. Araştırma Komisyonu'nun raporunda, son dönemde "dürüstlüğü" en önemli siyasal meziyeti haline gelmiş olan eski Başbakan Ecevit hakkında bile bazı iddialar var. Ama şimdi hem AKP hem de CHP basit bazı bürokratik işlemlerde yapılan usûl hataları yüzünden suçlanan eski bakanları ve başbakanları kapsam dışına çıkarıyor.AKP'nin eğilimi 6-7 ayrı konuda Soruşturma Komisyonu oluşturulması yönünde belirirken, CHP ise kapsamın daha da geniş tutulmasını, çok sayıda eski bakan için Yüce Divan yolunun açılmasını istiyor. Araştırma Komisyonu'nun çalışmaları sırasında en ağır suçlamalar, bugün aktif siyasetin dışında bulunan Mesut Yılmaz hakkında yapılıyordu. Bazı bankacılık yolsuzluklarından, kamu ihalelerindeki usulsüzlüklere, enerji ve doğalgaz yatırımlarına kadar Yılmaz hakkında çok sayıda iddia ortaya atılmıştı. Ancak şimdi AKP'de Yılmaz'ı soruşturma kapsamı dışında tutma yönünde bir eğilim seziliyor. Sızan bilgilere göre, elde Yılmaz'ı suçlayacak sağlam kanıt yok ve aklanma ihtimali var.Kapusuz: Ön yargılı değilizDün konuştuğumuz AKP Grup Başkanvekili Salih Kapusuz bu konuda, "Kesinlikle önyargılı değiliz. Belge ve bilgiler, hassas biçimde incelenecek ve ona göre bazı konularda araştırma, bazı konularda da soruşturma önergesi vereceğiz" diyor. Kapusuz, parti olarak bir çalışma grubu oluşturduklarını ve bu grubun komisyon raporu üzerindeki çalışmalarını tamamlamasından sonra hangi konular ve kimler hakkında Meclis Soruşturması isteyeceklerine karar vereceklerini belirtiyor ve diyor ki; "Bazı konularda eski bakan ve başbakanlar hakkında Soruşturma Komisyonu oluşturulması kararı çıksa bile, bu illa da Yüce Divan anlamına gelmez. Asıl o komisyonda detaylı inceleme ve soruşturma yapılacak ve hiç Yüce Divan'a gerek kalmadan aklanabilecektir ilgili şahsiyetler...""Devr-i sabık" yaratma iddiaları konusunda da Kapusuz şunları söylüyor: "Bizim illa da devr-i sabık yaratma gibi hedef ve niyetimiz kesinlikle yok. Ne polisiz ne yargıyız. Kamu vicdanının duylarlı olduğu konularda son derece duyarlı ve samimi bir çalışma yürütüyoruz. Yolsuzlukların, hortumcuların sonuna kadar üstüne gitmeye kararlıyız. Komisyonunun raporu enine boyuna inceleniyor, tartışılıyor. Geçmiş dönemde pek çok yolsuzluk ve usulsüzlük olduğu gerçek. Bunların hesabı sorulacak ama kimseyi de haksız yere suçlayıp rencide etmeyiz." AKP, en az 6 Soruşturma Komisyonu oluşturulması için hazırlık yapıyor ancak bir iki eski bakan ve Mesut Yılmaz hakkında önerge verilip verilmeyeceği henüz kesinlik kazanmış değil. AKP belki de Yılmaz'ı haksız yere suçlamaktan çok aklanmasına zemin hazırlamış olmaktan çekiniyor...
Türkiye'de son yıllarda en fazla eskitilen kavram "reform" sözcüğü oldu. Yerli yersiz hemen her yasal düzenlemenin önemini artırmak için başına bir "reform" sözcüğü eklendi. Çoğu kez de geçmiş dönemde yapılan hatalı uygulamaları düzeltmeye dönük yasalara reform yasası adı verildi. Dün açıklanan kamu yönetim reformu tasarısının tartışılacak, eksik ve sakıncalı bulunacak pek çok yönü çıkabilir. Ancak öngörülen düzenlemenin temel çıkış noktası gerçekten çok önemli bir reform niteliğinde. Tasarıyla Osmanlı'dan bu yana -zaman zaman günün ihtiyaçlarına göre yapılan ufak tefek düzenlemelerle- devam eden temel yönetim sisteminin köklü biçimde değiştirilmesi öngörülüyor. Bugün hemen herkesin yakınma konusu olan merkeziyetçi, hantal ve verimsiz bürokratik yapının değiştirilmesi, yerinden yönetim ilkesinin getirilmesi amaçlanıyor. Ankara'nın yetkileri önemli ölçüde tırpanlanıyor. Bürokrasideki ara kademeler kaldırılıyor. Özetle bu tasarı ile bugünkü hantal bürokratik yapının yerine, küçülen, görev ve yetkileri daraltılan bir merkezi idare ve bürokrasi, kamuda şeffaflık, temel fonksiyonları itibariyle etkinliği artırılan bir devlet yapılanması amaçlanıyor. Eğitim, sağlık gibi ana hizmet birimleri yerel idarelere, valilerin başkanlık ettikleri il özel idarelerine bırakılıyor. Bazı hizmet birimleri de belediyelere devrediliyor.HassasiyetlerBu noktada özellikle, il özel idarelerinin ve atanmış valilerin görev ve yetkilerinin artırılması başka bir tartışma konusu doğuruyor. Niye bu yetki seçilmişlere değil de atanmışlara veriliyor? Çünkü bu noktada Türkiye'nin hala aşılamamış bazı siyasal ve sosyal hassasiyetleri var. Ki, eğitim ve sağlık hizmetleri konusunda bu kaygı ve hassasiyetler tasarının bu biçiminde bile var. Özellikle de ilk ve ortaöğretimde bölücü ve irticai unsurlarla nasıl mücadele edileceği, bu unsurların bazı yörelerde etkinlik kazanmalarına nasıl engel olunabileceği kaygıları var. O nedenle de eğitim ve sağlık hizmetlerinde kadrolar 5 yıl süreyle merkezi idarenin yetkisine bırakılıyor.CHP'nin tavrıTürkiye'nin yönetim yapısında radikal değişikliklerin önünü açacak olan bu reform yasası AKP damgası mı taşıyacak, yoksa muhalefet partilerinin ve sivil toplum örgütlerinin görüş ve önerileri alınarak, Meclis'te CHP ile de mutabakata varılarak mı gerçekleştirilecek? CHP nasıl tavır alacak? Geleneksel merkeziyetçi devletçi anlayışı baskın gelecek ve topyekün karşı mı çıkacak bu tasarıya? Grup Başkan vekilleri Ali Topuz ve Kemal Anadol'un soruya verdikleri yanıtın özeti şu:Kaosa yol açılmamalıAli Topuz: Tasarıyı henüz incelemiş değiliz. Ancak felsefesinin çok da doğru olduğunu sanmıyorum. Yönetim reformu yapacağız diye Türkiye'nin kurulu düzenini baştan aşağı tarumar edecek bir düzenlemeye karşı çıkarız. Yerinden yönetim modeline gecelim derken kamu idaresinde kaosa yol açılmamalıdır...Tartışılması gerekirKemal Anadol: Mevcut kamu yönetim modelimiz dökülüyor, değişikliğe muhtaç. Fakat bunun yerine ne gelecek? Biz bu tasarıyı daha önce oluşturmuş olduğumuz komisyonda bütün boyutlarıyla ele alıp irdeleyeceğiz. Hemen tepki vermek istemiyorum. Konunun bütün toplumda tartışılması gerektiğini düşünüyorum. Türk idareciler Derneği'nin, TODAİE'nin, yerel yönetim derneklerinin, idare hukuku hocalarının görüş ve önerileri alınmalı ve genel bir uzlaşı ile yapılmalıdır bu düzenleme... Evet CHP henüz net bir görüş oluşturmuş değil. Kamu yönetiminde reform yapılmasını kategorik olarak reddetmiyor. Ancak hükümet tasarısının bu haline pek sıcak bakmıyor CHP.
AKP hükümetlerinin başbakanları ve hükümet sözcüleri ilk günden itibaren en çok şu ifadeleri tekrarlıyorlar: "Bizim her türlü hazırlığımız var, ne yaptığımızı biliyoruz...". Ancak zaman içinde öyle işler yaptılar ki, "ne hazırlıkları varmış, ne de ne yaptıklarını biliyorlar" imajı yaygınlaşmaya başladı. Tayyip Erdoğan'ın başbakanlık koltuğuna oturmasıyla durumu toparlayabileceği, daha koordineli, daha ne yaptığını bilen bir görüntü çizebileceği umuluyordu. Ancak en azından geçen sürede o da olmadı. Hükümet özellikle ekonomi alanında piyasaların güvenini yeniden kazanmaya çalışırken çelişkili açıklamalar, çelişkili uygulamalarla bunu daha da zorlaştırmış durumda. Hükümetin söylem ve eylemi arasındaki çelişkinin son örneği önceki gün yapılan kamu bankalarının genel kurullarında yaşandı. Kemal Derviş döneminde gerçekleştirilen en önemli reformlardan biri olan kamu bankalarının partizanlıktan arındırılması, profesyonel yöneticiler eliyle özerk yönetilmesi uygulamasının sona erebileceğinin işaretini verdi hükümet önceki gün. Atananların çoğu, "islami Bankacılık" olarak adlandırılan özel finans kurumlarından ve biri kurucu olmak üzere AKP'ye yakın isimlerden seçilmişti... Hükümet, "Biz bu bankaları popülist politikalarımıza alet etmeyeceğiz, buralara partizanlığı sokmayacağız" dese de atanan isimlerin geçmişteki konumları, bankacılık deneyimleri ve siyasi bağlantıları, ekonomi bürokrasisinin de piyasaların aksi yöndeki kuşkularını arttırıyor. Hazine'ye ibra şokuHükümet güven sorununu sadece piyasalarla yaşamıyor; bugün ekonomi bürokrasisi ile hükümet arasında da çok ciddi bir güven sorunu var. Hükümet mevcut üst kademe bürokrasiye güvenmiyor, bürokrasi de hükümete... Bunun en çarpıcı örneği bütçe ve kesin hesap yasalarının Meclis görüşmeleri sırasında yaşanıyor. Tarihinde ilk defa Meclis, devlet hazinesini ibra etmiyor. Hem de iktidar partisinin ve bakanlarının oylarıyla... 2001 yılına ilişkin kesin hesap kanunun Hazine iç ve dış borçlanmalarına ilişkin maddesi Sayıştay'ın uygunluk belgesine rağmen TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda iktidar partisi milletvekillerinin verdikleri önerge ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan'ın da kabulüyle tasarıdan çıkarılıyor ve bu konuda Sayıştay'ın ayrıntılı denetim yapması kararlaştırılıyor. Durumun hem piyasalar ve bankalarda yaratabileceği olumsuz tepkiler hem de bürokraside doğurabileceği sıkıntılar Devlet Bakanı Ali Babacan'a aktarılıyor. Babacan, "Haklısınız. Bir önerge ile durumu düzeltiriz" diyor. Ancak önceki gün Genel Kurul'da yapılan görüşmelerde de herhangi bir değişiklik yapılmıyor ve Hazine'nin iç ve dış borçlanma operasyonları konusunda geniş kapsamlı bir soruşturmanın yolu açılıyor. İncelemeyi önce Sayıştay yapacak ve konu ardından Meclis'e gelecek. Hazine'nin 2000 ve 2001 yıllarında yaptığı iç ve dış borçlanmalar didik didik edilecek. Bankaların Hazine işlemlerinde bugüne kadar ticari sır sayılan hesapları ortaya dökülecek. Örneğin hangi ihalede hangi bankalar hangi faiz oranlarıyla tahvil aldılar? Hazine'nin o tarihte bu yüksek faizlerden borçlanması gerekli miydi? Kimlere ne faizler ödendi..? Bazı cinfikir AKP'liler böylelikle belki de Hazine'yi kimlerin ne kadar hortumladığını (!) ortaya çıkaracaklarını umuyor olabilirler. Hatta bu şeffaflıkla piyasaların güvenini pekiştireceklerini de düşünüyor olmaları ihtimali de var tabii ki... Neyi hesapladıklarını, neyi planladıklarını kestirebilmek güç. Ama ortada olan bir şey var ki bu zihniyetle Türkiye'nin işi çok zor...
Ankara Gazi Orduevi dün akşam son yılların en ilginç, en kapsamlı basın kokteyline sahne oldu. İlk kez Türk basını patronunundan, genel yayın müdürüne, savunma muhabirine kadar tam kadro bir resepsiyonda buluştu. Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Aslan Güner'in kokteyl davetiyesine "Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök ve 2. Başkan Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın da katılacakları" notu düşülerek gazete ve TV'lerin patronları ile üst düzey yöneticileri, yazarları ve savunma muhabirleri davet edilmişti.Mesajı alan medya patronları dün akşam tam kadro Gazi Orduevi'ndeydi.VATAN Gazetesi'ni yayınlayan Bağımsız Gazeteciler AŞ Yönetim Kurulu Başkanı Zafer Mutlu, Doğan Medya Grubu'nun sahibi Aydın Doğan, Sabah Grubu'nun sahipleri Dinç Bilgin ve Turgay Ciner, NTV ve CNBC'nin sahibi Ferit Şahenk, Star Grubunun sahibi Hakan Uzan, Cine 5'in sahibi Erol Aksoy, TV 8'in sahibi Mehmet Nazif Günal, Nokta Dergisi'nin sahibi Masum Türker... Çukurova Medya Grubunun sahibi Mehmet Emin Karamehmet muhtemelen gazete ve televizyonlarının kağıt üstünde sahibi gözükmediği için davette yoktu.Dinci medya diye de adlandırılan Vakit, Yeni Asya, Yeni Şafak gibi gazetelerin sahip ve yöneticileri de çağırılmamıştı. Orgeneral Özkök konuşmasında bunun nedenini de anlattı. Basına karşı ayrım yapmadıklarını, basın özgürlüğünün sınırsız olması gerektiğini, ama bu sınırsız özgürlüğün de "sorumlulukla" kullanılması gerektiğine dikkat çeken Orgeneral Özkök, davet edilmeyen gazete ve televizyonlar konusunda şu değerlendirmeyi yaptı:"Biz ilişkide olduğumuz diğer bütün kişi, kurum ve kuruluşlarda olduğu gibi basını Cumhuriyetin, Atatürk ilke ve inkılaplarının vazgeçilmez temel prensipleri ve evrensel değerler açısından değerlendiriyoruz. Bu prensip ve değerleri yansıtmada isteksiz olanları ise kendi etkinliklerimize davet etmiyoruz... Eğer o medya kuruluşlarında, yazar ve yorumcularında olumlu yönde bir değişim görürsek bizim de listemizi gözden geçireceğimiz açıktır... "İşte bu değerlendirme çerçevesinde Yeni Şafak, Genelkurmay'in akreditasyon listesinde olmamasına, bu gazetenin yönetici ve yazarlarının cağırılmamasına karşın sadece yazar Cengiz Candar'ın kokteyle davetli olması "olumlu yönde değişim"e örnek diye yorumlandı.GÜLE SERT YANITGenelkurmay Başkanı kokteylin başlangıcında yaptığı konuşmasında TSK'nın basın ilişkileri konusundaki ilkelerini anlatırken, TSK'nın Avrupa Birliği'nden, Kıbns konusuna, Kuzey Irak'a ilişkin temel görüşlerini de özetledi.Özkök, daha sonra medya patronları ve gazetecilerle yapacağı sohbette sorulacağını tahmin ettiği kritik iki soruya da kimsenin sormasına fırsat bırakmadan çok açık ve net yanıt verdi. Sorulardan ilki "türban" tartışmasıyla ilgili olanıydı. Şunu söyledi Özkök bu konuda: "Herkesin dini inancını özel yaşamında ifade etme tarzına saygı duyarız. Ancak bunların özellikle türbanın, mevzuata, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay kararlarına aykırı olarak siyasi bir dayatma ve Cumhuriyet geleneklerini aşındırma sembol ve eylemi olarak kullanılmasını hoş görmemiz beklenmemelidir... "İkincisi son yapılan YAŞ toplantısında irtica nedeniyle Ordu'dan atılan subayların ihraç kararlarına Başbakan Abdullah Gül ve Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül'ün muhalefet şerhi koymalarını nasıl karşılıyor Genelkurmay?Orgeneral Özkök'ün yanıtı son derece sert ve suçlayıcıydı: "TSK uzun yıllardır irticai hareketin engeli olarak görülmüş ve hedef edinilmiştir. İrticai görüş yandaşlan TSK'ya sızmak için her hareket tarzına başvuragelmiştir. TSK da bu tehdide karşı savunma refleksleri ve yöntemleri geliştirmiştir. Yüksek Askeri Şura'da Anayasamızın 125. maddesi uyarınca yapılmak istenen uygulama bu refleks ve yöntemin gereğidir. 125. madde YAŞ kararlarını, diğer bazı kararlar gibi yargı denetimi dışına taşımıştır. Bir anayasa maddesinin uygulanma istemine muhalefet şerhi koymak, idarenin kanunların uygulanmasını sağlama sorumluluğu ile celişmektetir ve kanımca bu nedenle yasal dayanaktan yoksundur. Bu konudaki farklı düşüncenin ifade edileceği yer ve durum YAŞ olmamalıydı. Bu istisnai durum şüphesiz irticai faaliyetlere bulaşanlara cesaret vermiştir... "Evet, Gül'ün muhalefet şerhine ordunun tepkisi çok sert. Gül'ün bu girişimi irticayı cesaretlendirme girişimi olarak yorumlanıyor.Bakalım hükümetin Orgeneral Özkök'ün sözlerine tepkisi ne olacak? Kokteylden 2 saat sonra gazeteciler Başbakan Gül'e Orgeneral Özkök'ün sözleriyle ilgili yorumunu sordular. O sırada uçak kazasıyla ilgili açıklama yapan Başbakan Gül "Şimdi bunun sırası değil" cevabını vermekle yetindi.
Hükümetin özellikle ekonomi alanındaki çelişkili açıklamaları ve uygulamaları bir yandan piyasalar nezdindeki prestijini sarsarken diğer yandan da CHP'nin eline sert muhalefet için koz veriyor.Dün konuştuğumuz CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, hükümetle Çankaya arasında yaşanan anayasa paketi gerginliği konusunda taraf olmamaya özen gösteriyor. Paketin kapsamının değiştirilmesi gerektiğini söylüyor ama öte yandan da Tayyip Erdoğan'ın yolunu açacak olan bu düzenlemelere her halükârda destek vermeye devam edeceklerini taahhüt ediyor Baykal; "su koymak için bahane aramayız" diyor."Bahane aramıyoruz"AKP'nin dünkü komisyon görüşmeleri sırasında paketin virgülüne dahi dokunmadan tekrar Cumhurbaşkanı'na iade edilmesi yönündeki tavrını hatırlattığımızda şunları söylüyor Baykal: "Biz o konuda geniş kapsayıcı bir pakete dönüştürerek bu işi ele almanın daha doğru olacağını başından beri söylüyoruz, dengeli bir oluşum sağlayalım diyoruz. AKP'yi bu noktaya getirmeye çalışıyoruz. Gelmezlerse de bizim tavrımız açık ve net, tereddüdümüz yok. Biz iyi niyetle ortalığı toparlamaya çalışıyoruz, su koymak için bahane aramıyoruz; konuyu sürdürme, sonuçlandırma niyetindeyiz..."Hükümetin performansını nasıl değerlendirdiğini sorduğumuzda da Baykal, "Tam bir perişanlık, dökülüyorlar" diyor ve ekliyor:"Bunlar daha birinci ayında, çok erken dağılmaya başladılar. Hızlı bir güven kaybı içindeler ve ne yaptıklarını bildikleri konusunda haklı tereddütler yaygınlaşmaya başladı. Ekonomi politikası ve uygulamaları ile de ilgili diğer konularla da ilgili bir üslup oturtamadılar, doğru bir siyasi perspektif getiremediler. Özellikle ekonomide bu gidişle başları çok ağrıyacak. Ekonomi konusunda ne yaptığını bilen birisi yok içlerinde...""Aman gelmesinler!"Bu noktada Baykal'a "Sayın Derviş ile bir araya gelip görüş alışverişinde bulunsalar daha iyi olur diye düşünüyor musunuz?" diye sorduğumda da yanıtı şu oluyor:"Yok yok aman gelmesinler. Kendileri ne yapacaklarsa yapsınlar. Biz onlara yapacağımızı yaptık. Derviş, onlara çok güzel bir miras bıraktı. Şimdi o güzelim mirası perişan ediyorlar. Makro dengeler bozulmaya başlıyor, mali miladın kaldırılması ve benzen yönde aldıkları kararlar büyük sıkıntılar getirecek, vergi politikasında tutarsızlık ve çelişki içindeler. Popülist heveslerle ekonomik ihtiyaçları oturtamadılar. İşleri karıştırıyorlar..."Baykal'in bu sözleri CHP'nin sert muhalefete başlayacağının bir işareti olarak değerlendirilebilir mi?"Hayır" diyor Baykal: "Biz işlerin iyi yönde gitmesini istiyoruz. O yüzden de sıkıştırmıyoruz iktidarı. Topyekün savaş açma durumlarına girmiyoruz hükümete karşı, bunları doğru istikamette tutmak istiyoruz. İyi niyetli, anlayışlı tavrımızın altında bunlan doğru istikamette tutma çabası vardır. O olmazsa çok şey karışır."Sadece Baykal'da değil, hükümetin özellikle ekonomi alanında yalpalamakta olduğu kanısı iç ve dış mali piyasalarda da giderek yaygınlaşıyor.
Duyarlı bazı toplum kesimlerinde olduğu gibi başta Türk Silahlı Kuvvetleri olmak üzere devlet kurumlarında da 3 Kasım gecesinden itibaren duyulmaya başlanan bazı kaygı ve kuşkular hâlâ devam ediyor.AKP de iktidara geldiği günden itibaren bu kuşkulan giderme yönünde somut adımlar atamadığı gibi aksine Meclis Başkanı Bülent Arınç başta olmak üzere partinin önde gelen bazı isimlerinin davranış ve demeçleri kafalardaki "acaba" sorularını iyice keskinleştiriyor.Özellikle de Bülent Annç'ın tavrı; "Meclis Başkanlığı'na inadına aday oldum" demesi, seçildikten sonra da ilk icraat olarak türbanlı eşini en üst düzeyde devlet protokolüne sokması, Cumhurbaşkanı Sezer'i de Genelkurmay'ı da müthiş rahatsız ediyor. Cumhurbaşkanı, eşini bir daha getirmemesi konusunda Arınç'ı açıkça uyanrken, askerlerin tepkisi ise daha sert oluyor. Meclis Başkanı'nın tavırları, AKP iktidarına karşı askerde varolan şüpheleri iyice artırıyor.Gerek temel hak ve özgürlüklerin genişletilmesi ve Kopenhag kriterlerini yerine getirmek için hazırlanmakta olan paket, gerekse de YÖK ve Milli Eğitim'le ilgili hükümetin atmayı tasarladığı hemen her adım daha dikkatli takip edilmeye başlanıyor, hassasiyetler artıyor.Meclis'e saygı, Arınç'a tepkiTürban konusunu eşi üzerinden bir tür dayatma ve gösteriye dönüştürdüğü kanaati oluşan Meclis Başkanı Arınç'a karşı Genelkurmay'da çok sert tepkiler oluşuyor. Ve bu tepki en yumuşak, en frenlenmiş biçimiyle dünkü tebrik ziyaretlerinde kendini gösteriyor.Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök ve kuvvet komutanlarının dünkü tebrik ziyareti turu Başbakan Abdullah Gül'ün makamında normal biçimiyle 20 dakika sürerken, hemen ardından Meclis Başkanı Bülent Arınç'a yapılan ziyaret sadece 3 dakika ile sınırlı tutuluyor.Ve süre olarak tarihe geçiyor bu ziyaret. Bugüne kadar komutanların yaptığı hiçbir ziyaret 3 dakika ile sınırlı tutulmuş değil. Ziyaret sırasında basit kutlama sözleri dışında hiçbir ciddi konuşma olmuyor. Komutanlar Meclis Başkanı Arınç'in koltuklara oturuyorlar ve neredeyse oturur oturmaz da ayağa kalkıp odadan ayrılıyorlar.Bunun normal bir durum olmadığı, bir tepki ve kırgınlık içerdiği son derece açık. Siyasal İslam'ın en belirgin sembolü olarak kabul edilen türban konusunda Meclis Başkanı'nın inatlaşmasına karşı kamuoyu önünde açık bir protesto zeminine dönüştürüyor tebrik ziyaretini.Ki, kulislere sızan bilgilere göre, komutanlar ziyaret öncesinde karargâhta bu konuyu enine boyuna tartışıyorlar. Hatta Meclis Başkanı'nın protesto edilmesi, ziyaret edilmemesi, elinin sıkılmaması yönünde öneriler de gündeme geliyor. Ancak, Meclis'e olan saygı ağır basıyor. Sırf Yüce Meclis'e olan saygı nedeniyle Annç'ın ziyaret edilmesi ama bu ziyaretin "kerhen" yapıldığı mesajının da kamuoyuna verilmesi uygun görülüyor.Laiklik, türban ve AKP'lilerin toplu namaz gösterileri konusunda dünkü Milli Güvenlik Kurulu toplantısının dar kapsamlı bölümünde son derece nazik ve diplomatik bir üslupla Başbakan Abdullah Gül'e de bazı mesajlar veriliyor.Ancak, ülke bütünlüğünün korunmasında, cumhuriyetin temel ilkeleri ve laiklik karşıtı akımlarla mücadelede kararlılık konusundaki asıl bilgilendirme ve hassasiyetlerin iletilmesi 9 Aralık'ta Genelkurmay Karargâhı'nda verilecek brifinge bırakılıyor.
Yıllardan beri özlenen güçlü tek parti iktidarının gerçekleşmesi ve 3 Kasım gecesinden itibaren AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve diğer parti önderlerinin açıklamalarının kamuoyunda yarattığı olumlu hava ne yazık ki geçen haftadan itibaren bozulmaya başladı.Önce Meclis Başkanı ve eşinin türban gösterisi, ardından bazı bakanların yer aldığı toplu namazlar, bakanlık mescitlerinde gösteriye dönüşen namaz görüntüleri Ankara'nın havasını birdenbire terse çevirdi. Bu gelişmeler, başından itibaren AKP'ye şüpheyle bakan bazı duyarlı çevreleri, toplumun laik kesimlerini ve daha da önemlisi bazı devlet kurumlarını, en başta da Cumhurbaşkanlığı nı ve Türk Silahlı Kuvvetleri ni ciddi biçimde rahatsız etmiş durumda.O nedenle şimdi artık AKP'lilerin, hükümetin ve hükümet üyelerinin adımları daha bir dikkatle izlenmeye başlıyor.AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Abdullah Gül'ün defalarca üstüne basa basa "başörtüsü öncelikli meselemiz değildir" demelerine karşın bugün bu konu, bazı AKP önderlerinin girişimleriyle öncelikli bir mesele haline getirilmiş durumda.Ve bunun da Erdoğan ve Gül'e rağmen olduğunu söyleyebilmek güç.Bu arada Cumhurbaşkanı Sezer'in kamusal alanda türban yasağını hatırlattığı gün, Abdullah Gül'ün daha önce partide görevli olan türbanlı danışmanının Başbakanlık Özel Kalemi Müdürlüğü'ne taşınması da ilginç bir tesadüf. Bu durum, hükümetin türban yasağını, kamuoyunu yavaş yavaş alıştırarak, bireysel özgürlükler kapsamında değerlendirerek şöyle ya da böyle delmeye yönelik kararlılığının göstergesi olarak algılanıyor.Hükümet bugün çok açık ve net ifadelerle dile getirmemiş olsa da YÖK ve yüksek öğrenim sisteminde köklü değişiklikler yapmaya kararlı gözüküyor. Üniversitelerde türbanı serbest bırakmaya, imam hatip liselerindeki sorunu da ya bu okulların üniversite sınavlarında genel liseler gibi değerlendirilmesinin önünü açarak ya da imam hatip liselerini genel lise kapsamına alıp bütün liselere din bilgisi, Kur'an ve Arapça derslerini seçmeli olarak yaygınlaştırarak çözmeyi hedefliyor AKP kurmaylan. Bu yönde AKP'nin militan tabanından gelen yoğun bir talep ve baskı var hükümet üzerinde.Hükümet ortamı germeden yumuşak bir geçiş arayışında. Ancak bütün bu konular mayınlı alanda. Bu alana her ne kadar dikkatli basılmaya çalışılsa da risk var...İlk MGK ve ilk uyarılarHükümetin öncelikli gündeminde olmasa bile kafasında olan bu kritik konular bakımından 29 Kasım'da yapılacak olan yeni dönemin ilk Milli Güvenlik Kurulu toplantısı kritik öneme sahip.Bu ilk MGK toplantısının resmi gündeminde türban veya irtica ile mücadele gibi konular yok. Ancak, sızan bazı bilgilere göre, MGK toplantısının normal gündemi tamamlandıktan, bürokratlar çıktıktan sonra yapılacak olan dar kapsamlı bölümünde Cumhurbaşkanı Sezer ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök'ün çok önemli birer konuşma yapacakları yönünde.Orgeneral Hilmi Özkök'ün özellikle Başbakan Gül'ü ve hükümeti rencide etmeksizin, devletin ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin irtica ve cumhuriyetin temel değerleri konusundaki hassasiyetlerini uygun bir üslûpla dile getireceği konuşuluyor kulislerde.4 Kasım günü CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'ın "mayınlı sahaya girmeyin" uyarısı başka bir üslupla devletin zirve toplantısında Başbakan Gül'e iletilecek.