Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, Türkiye'de hâlâ siyasi tartışmalarda "darbe" sözcüğünün kullanılmasından "hicap duyduğunu", (utandığını) söylüyor. "Türk Silahlı Kuvvetleri Türk milletinin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ordusudur" diyor üstüne basa basa. Hem söylemle hem uygulamayla TSK'yı demokrasilerde olması gereken çizgiye çekiyor. Ama öte yandan TSK'nın demokratik rejim üzerindeki etkisinden yakınan bazı siyasiler hâlâ TSK'yı siyasi tartışmaların merkezine çekme gayreti içinde. Son örnek önceki gün TBMM çatısı altında düzenlenen "Milli Egemenlik Sempozyumu"nda yaşandı.
Demokratik sistemin ve parlamenter rejimin uğradığı kesintilerden yakınan bir iktidar milletvekili CHP Genel Başkanı Deniz Baykal'a gündemle ne alakası varsa, şu soruyu soruyor:
"Askeri ihtilallerin önüne geçmek için anayasa değişikliğine destek verir misiniz?"
Sanki anayasa değişikliği yapılmazsa askeri ihtilal olacak yada yapılırsa darbelerin önü alınabilecek. Garip bir mantığın, kafa karışıklığının ürünü bir soru.
Deniz Baykal, "Ne alâkası var?" diyeceği yerde soruya yanıt veriyor:
"Askeri ihtilaller hiçbir zaman anayasadan güç almadı. Anayasanın suçu yok..."
"Suçlu"yu da gösteriyor Baykal:
211 sayılı TSK İç Hizmet Yasası...
Gerçekten de gerek 12 Mart 1971 müdahalesini gerekse 12 Eylül 1980 darbesini yapan generaller bu yasanın 35. maddesini eylemlerine hukuki dayanak olarak göstermişlerdi.
İç Hizmet Yasası'nın 35. maddesi, "Türk yurdunu ve anayasa ile tayin edilmiş Türkiye Cumhuriyeti'ni koruma ve kollama" görevi veriyor TSK'ye. 85. madde de koruma işlevinin iç ve dış tehdide karşı lüzumunda silahla yerine getirileceğini hüküm altına alıyor. Yani TSK'nin görev tarifi yapılıyor.
Fakat yine de bu iki madde yoruma açık. Darbe sonrasında hukuki dayanak olarak kullanılabildiği gibi, normal yorumla TSK'nın ülkenin karşı karşıya kalabileceği iç ve dış tehditlere karşı TBMM'nin emrinde göreve çağırılmasının hukuki gerekçesi olarak da yorumlanabilir.
Bu işin bir yanı...
Diğer önemli yanı ise yasa ile darbe önlemek. Bugüne kadar yaşadığımız askeri darbe ve müdahalelerin hiçbiri İç Hizmet Yasası'ndan kaynaklanmadı. 27 Mayıs darbesi yapıldığında henüz bu yasa çıkmamıştı. 12 Eylül darbesini de yaratan bu yasa değil, Türkiye'nin içine düştüğü ekonomik, siyasi ve sosyal krizdi. Ülke o krizleri yaşamasaydı, sivil siyaset yönetme kabiliyetini kaybetmemiş olsaydı, ne darbe, ne de darbeciler hedeflerine
ulaşabilirdi. Yazık ki Türkiye'nin o günkü şartları farklıydı...
Hangi koşullarda olursa olsun, kuşkusuz, bu darbelerin, müdahalelerin haklılığı, meşruluğu savunulamaz. Ama mesele, darbe ortamının yaratılmaması. Zira darbeyi yapanlar zaten hukuki kılıfını da yaratıyor. Yaptıkları anayasa ve yasa düzenlemeleri ile darbeye yasal meşruiyet sağlayıp kendilerine dokunulmazlık zırhı bile getirebiliyorlar.
Özetle, AKP'li milletvekilinin Baykal'a sorduğu soru anlamsız. Yanıt tabii ki ilginç.
Deniz Baykal gibi deneyimli bir politikacının, siyaset bilimcinin yasa değişikliği ile darbe ve müdahalelerin önüne geçilebileceğini düşündüğünü söylemek mümkün değil. Baykal zaten, "yasa değişikliğini getirin destekleyelim" demiyor. "Getirin bakalım" diyor. Böyle bir girişimin AKP'yi ve hükümeti ne kadar güç durumda bırakacağını da elbette biliyor ve AKP'li milletvekilinin sorduğu bu anlamsız soruya o yanıtı veriyor. İktidan zor durumda bırakacak, hırpalayacak bir taktik...
Kanunla darbe önlenir mi?
Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, Türkiye'de hâlâ siyasi tartışmalarda "darbe" sözcüğünün kullanılmasından "hicap duyduğunu", (utandığını) söylüyor
Haberin Devamı