AB’de domino etkisi bekleniyor

1 Şubat 2015

Yunanistan’da sandıktan aşırı solcu Syriza Partisi’nin çıkması, Avrupa Birliği’nde domino etkisi yaratacak yaprak dökümünün ilk halkası. Çünkü birçok Avrupa ülkesi, Brüksel ve Frankfurt’un siyasi/ekonomik reçetelerinden bunalmış halde. AB’nin bütünlüğüne olan desteğin yedi yılda yüzde 51’lerden yüzde 23’e gerilediği Yunanistan komada. En büyük korku ise Yunan bankacılık sisteminin çökmesi...Avrupa şu an tam da sisteme baş kaldıran partilerin iktidara gelme öncesini yaşıyor. 2007 yılında yapılan anketlerde “AB’nin geleceğine güven” kıta genelinde yüzde 52 iken, şu anda yüzde 30’a düşmüş durumda. Fransa, İtalya ve İspanya’da seçmen, Brüksel’in peşine takılıp kendi insanını unutan ana akım partilere oy vermekten kaçıyor. İngiltere, Hollanda, İsveç ve Danimarka’da, göçmenlik konuları üzerinden AB politikaları sert dille eleştiriliyor. Birliğin dinamosu Almanya’da bile insanlar, birliği sorguluyor. İtalya’da ise erken seçim yolda...İspanya: AB’ye güven %31’e indi, 2007’de ise güven %64’tüİspanya bir dönem Avrupa Birliği ve euro projesinin başarıyla uygulandığı laboratuvar ülkeydi. Şu an ülkede işsizlik oranı yüzde 24. Genç işsizlerde bu oran yüzde 54. Her yıl 250 bin İspanyol ülkeyi terkedip, başka ülkerde gelecek arıyor. Kırsal alanlar neredeyse terkedilmiş halde. 2014’te kurulan aşrı solcu Podemos Partisi’ne olan halk desteği bir yıl gibi kısa sürede iktidardaki Popular Parti’ninkini yakaladı. Katalonya da bağımsızlık için olağanca gücüyle bastırıyor. Kritik seçimler Eylül’de.Fransa: AB’ye güven %41’e indi 2007’de %50’ydiAB’ye nefret hızla büyüyor. Zaten 2005’te Fransızlar’ın yüzde 54’ü AB Anayasası’na ‘Hayır’ demişti. Fransızlar, sağ ve soldaki ana akım partileri, Berlin güdümlü politika izlemekle suçluyor. Fransa’nın kamu harcamalarını kısan, ülkenin sosyal yapısını bozan politikalardan bıkmış haldeler. AB serbest dolaşımına şiddetle karşı çıkan, euro bölgesinin kendilerine fakirlik getirdiğini savunan aşırı sağcı milliyetçi Marine Le Pen, bugün Cumhurbaşkanlığı seçimi yapılsa yüzde 31 oyla yarışı ilk sırada tamamlayacak. Şu anki Cumhurbaşkanı Sosyalist lider Hollande ise ancak yüzde 21 alabiliyor. Mart’taki yerel seçimler Fransa’nın birlik içindeki yönünü tayin edecek.İrlanda: AB’ye güven %53’e indi 2007’de bu rakam %68’diİrlanda yakaladığı büyük ekonomik büyüme ile Celtik Kaplanı olarak anılıyordu. Krize girdi. 2010’da AB-IMF mali yapılandırma programına boyun eğmek zorunda kaldı. Acı reçete ve parasal bağımlılık ülkenin kurucu babası ve en önemli istikrar unsuru olan merkez soldaki Fianna Fail Partisi’nin sonunu getirdi. 2013’te İngilizler’in desteğiyle, AB-IMF boyunduruğundan kurtuldu. Ama halk, sürekli kemer sıkma isteyen AB’den nefret eder hale geldi. Aşırı milliyetçi solcu Sinn Fein Partisi’nin oyu 6.5’ken geçen yılki seçimlerde yüzde 19.5’e kadar çıktı. Nisan ayındaki seçimlerde Sinn Fein’in sandıktan ikinci çıkması bekleniyor. Şu an iktidardaki merkez sağ partinin oyu ise yüzde 24.İtalya: AB’ye güven %34’e indi 2007’de ise bu oran %58’diAB’nin kurucusu babası İtalya neredeyse en çok AB karşıtının olduğu ülke. Şu an halkın yüzde 70’i AB’ye güvenmiyor. Belusconi’nin iktidardan gönderilmesinin ardından, teknokratlar hükümeti devraldı ancak Frankfurt’un “tüm euro bölgesine tek tip mali politika” mantığı İtalyanlara uymadı. Sahneye ünlü bir komedyen çıktı. Marjinal Beppe Grillo’nun başlattığı çevreci, doğrudan demokrasiyi savunan Beş Yıldızlı Hareket son parlamento seçimlerinde yüzde 25.5 oy alarak ülkenin en büyük partisi konumuna yükseldi. Ama hükümeti o değil parlamentodaki çoğunluk bloğu kurdu. Şu anki Başbakan Matteo Renzi, iktidarda kalmak için tamamen Brüksel karşıtı politikalar izliyor.İsveç’te destek %40’a Danimarka’da 39’a indiSon AB parlamento seçimlerinde sağcı Danimarka Halk Partisi, %27 oy alarak birinci çıktı. Ülkede genel seçimler Eylül’de. Muhtemeldir ki, parlamentoda “devrim” olacak, sağcılar yönetime geçecek. İsveç’te ise seçimlerde aşırı sağcı parti yüzde 13 oy alarak, 49 sandalye kaptı.Hollanda: AB’ye destek %37’ye indi, 2007’de %46 idiHollandalılar her zaman AB politikalarının yanında yer aldı. Ancak son yıllarda ciddi bir İslam karşıtlığı ülkede egemen. Sağcı Özgürlükçü Parti’nin oyu %31’e çıkarken, euro Liberal Parti’nin oyu yüzde 17’ye ulaştı. Milliyetçi Sosyalist Parti’nin oy arınını da yüzde 18’lere taşıdı. Ülke siyaseti, geleceği belirsiz bir dönemden geçiyor.Almanya: AB’ye güven %38’e indi 2007’de ise oran %52 idiAB’ye güven yedi yılda 14 puan düştü. Euro karşıtı muhafazakar sağcı Almanya İçin Alternatif Hareketi federal seçimlerde yüzde 7 alarak parlamentoya girdi. Partinin Doğu Almanya’daki oyu yüzde 12. Müslüman ve göçmen karşıtı Pegida Hareketi, kimse ciddiye almazken, protestolarıyla ülke geneline yayıldı. Her 8 Alman’dan 1’i protestoları haklı buluyor. Almanlar’ın %34’ü toplumun İslamileştiğini düşünüyor.

Devamını Oku

Charlie kimin işine yaradı?

17 Ocak 2015

GÜNEY ÖZTÜRK / gozturk@gazetevatan.comHrant Dink” suikastinin basit bir meczubun işi olmadığı; eylemin ardında o kişiyi nasıl teşvik edip gözeten bir devlet yapısı bulunduğu başından beri nasıl tartışılıyorsa, Paris’teki Charlie Hebdo katliamı da benzer bir tartışmayı beraberinde getirdi. Kompo teorilerine pek itibar etmem, hayatın akışına ters bulurum. Ancak saldırıyla ilgili çıkan soru işaretlerini de yazmakta sakınca görmüyorum. Şöyle özetlersek;- Charlie Hebdo dergisine baskın yapan eğitimli profesyonel özel timci katillerle; ardından bir matbaada sıkıştırılarak kolayca öldürülen Kouachi kardeşler; farklı farklı kişiler izlenimi veriyor.- Aşırı dinci teröristler genellikle bir saldırıda bombayla intihar etmek ya da ölmek üzere eğitilirler. Ancak dergi baskınında tam tersi, olay yerinden kurtularak yakayı sıyırmayı hedefliyor ve başarıyorlar.-Teröristler kimleri öldüreceklerini gayet iyi biliyor. Ellerinde bir hedef listesi var. O gün yazıişlerinde günün tam da o saatinde, hedefteki kişilerin toplanacağını haber almışlar.- Karikatürleri nedeniyle yıllardır hem Katoliklerin, hem Yahudilerin, hem aşırı milliyetçilerin hem de Müslümanların tepkisini çeken, tehdit edilen bir dergiyi koruyan doğru düzgün bir güvenlik birimi yok. Kapıdan kolayca içeri alınıyorlar.- Teröristler hiç aceleci değil. Ellerinde AK-47’ler ve RPG (roketatar) var. Saldırı sonrası çevrede naralar atıp, sakince boşalan şarjörleri değiştirip, güvenlik görevlilerini vurup, tek Allah’ın kulu yetişemeden aheste aheste uzaklaşıyor.- Kar maskeli militanların her ikisi de videolardan anlaşıldığı kadarıyla uzun boylu. Ancak daha sonra matbaada kıstırılarak öldürülen Kouachi kardeşlerden biri 1.69 m. boyunda, yani kısa. Üstelik, videoya göre kar maskeli teröristlerin teni açık beyaz renk. Matbaada sıkıştırılıp öldürülen Kouachi kardeşler ise K. Afrika kökenli, yani esmer.- Yine videolar izlendiğinde, kar maskeli teröristlerin, o daracık sokaktan polisin yol vermesi sayesinde kaçabildikleri açıkça görülüyor. Polis ekibi otosu, neden hiç gereği yokken teröristlerin aracıyla karşılaşınca geri vitese takıp sokağı terk ediyor anlam veremiyorum.-Teröristlerin kimlikleri ise kaçtıkları araçta unuttukları nüfus cüzdanı ile açığa çıkıyor. Kimlik kartını olay yerinde bırakan “profesyonel katiller” bana inandırıcı gelmiyor.- Kouachi kardeşlerle kader birliği yapan diğer saldırgan, koşer market baskının da ölü ele geçirilen terörist Coulibaly’nin kimliği ise, bir gün önce kalaşnikofla katlettiği Fransız kadın polisinin olay mahallinde tespit ediliyor. Fransız polisi, Coulibaly’nin DNA’sını eylem yerinde bıraktığı bir elbise parçasında buluveriyor. Ve kimliğini iki saatte tespit ederek “şak” diye basına ilan ediyor. Genetik işinden az çok anlarım. Ve iki saat içerisinde birinin DNA’sından kimliğinin tespit edilebildiği bir teknoloji henüz yok. Kaldı ki, burada da militan Coulibaly her ne hikmetse olay yerinde kimliğini tespit etmeleri için polise “kart” bırakmış.- Ve bu garip olaylar zincirindeki başka bir soru işareti de belki de medyanın hemen üzerinde hiç durmadığı değişik bir intihar vakası. Charlie Hedbo baskınını araştıran Fransız polis teşkilatının üst düzey komiseri Helric Fredou, 7-8 Ocak gecesi katliamla ilgili raporunu hazırlarken, ofisinde ölü bulunuyor. Neden öldüğü bilinmiyor. Resmi açıklama, Fredou’nun depresyondan intihar ettiği yönünde. Tabii hazırladığı orjinial raporun akibeti üzerinde şüpheler hasıl olmuş durumda. Ve hepimiz gizemli ölümler için “depresyondaydı” gerekçesinin sıkça kullanıldığını çok iyi biliyoruz.SALDIRI GELİRKEN DEVLET NASIL UYUMUŞ?Komplo teorileri ne kadar gerçek, bilmiyorum. Bence öldürülen teröristler eylemi gerçekleştirenlerle aynı. Ama sonuçta yakalanamadılar, polis tarafından ölü ele geçirildiler. Ve ölüler konuşamaz, değil mi? Her neyse, benim aklımın almadığı şeylerse daha farklı...- Kouachi kardeşler, Coulibaly ve onun şu an her yerde aranan sevgilisi Hayat Boumedienne Fransız polisinin yıllardır takibinde. İdeolojileri, ne yaptıkları, nereye gittikleri belli. Paris’i kana ve dehşete boğan saldırılarından önce, bu ekip arasında 500’ün üzerinde telefon konuşması yapılmış. Hepsini istihbarat dinlemiş. Fransızlar açıkladı. Ayrıca Hayat denilen kadın, Charlie Hebdo baskınından beş gün önce Türkiye’ye gelmiş Kadiköy’de kalmış, buradan Suriye’ye geçmiş ve geri dönmüş. Türk istihbaratı da izlemiş, dinlemiş. Sonuçta kimse bu işe uyanamamış ya da göz yummuş, bilemiyoruz.- Kouachi kardeşler, baskından önce bir Fransız kanalına Yemen’deki El Kaide’ye bağlı olduklarını açıklamış. Coulibaly ise ölümünden sonra yayınlanan videosunda Suriye’deki IŞİD tarafından eğitim gördüğünü anlatıyor. Bu iki örgüt ideolojik olarak birbirlerinin rakibi. Hatta Suriye’de zaman zaman çatışıyorlar. Yani şimdi birbirinin düşmanı iki cihadçı örgüt bu operasyon için el birliği mi yaptı? El Kaide neden saldırıyı üstlenmek için tam bir hafta bekledi?- Son olaraksa, sormamız gereken klasik soru “Bu katliamın kimin işine yaradığı?..” IŞİD ve El Kaide’ye yaramadığı kesin. Bu iki örgüt yine Batı’nın topyekün hedef tahtısına oturdu. Suriye’den IŞİD’i temizlemek için isteksiz hareket eden her ülke, şimdi koşarak elini taşın altına koyacak. Avrupa’da yaşayan Müslümanlar içinse kabus dönemi başlıyor. Toplumsal dışlanma, baskı ve nefret söylemleri zirve yapacak.- Ya Fransa’nın durumu? Şu ana kadar Filistin’de güvercin politikası güden, Avrupa’yı da ikna ederek Amerika-İsrail koalisyonuna karşı tavır alan Fransa, BM Güvenlik Konseyi’ndeki son oylamada veto kararıyla Filistin’le ortak hareket etmiş, Washington’u kızdırmıştı. Fransa Cumhurbaşkanı, Rusya’ya karşı girişilen ekonomik ambargonun artık sona erdirilmesi için çağrılar yapıyordu. - Fransızların Suriye’de rehin alınan Fransızların bırakılması için teröristlere her defasında fidye ödemeyi kabul etmesi bile Obama’yı, iç politikada sıkıştıran bir unsurdu. Washington yönetimi bu tür pazarlıkları külliyen reddettiği için, ABD vatandaşlarının birer ikişer kafası kesiliyordu. Şimdi durum değişti. Fransa, ister istemez, “şahin güvenlik politikalarına” teslim olacak. En büyük bedeli ise maalesef Müslümanlar ödeyecek.

Devamını Oku

Fransa’da kutuplaşma ve kimlik krizi alarmı!

10 Ocak 2015

GÜNEY ÖZTÜRK / gozturk@gazetevatan.comRADİKAL dinci terörist saldırı ve ardından başlayan karşı saldırılar Fransa’nın yaşadığı kimlik bunalımı tartışmalarını da bir kez daha alevlendirdi. Tabii ki tartışmaların ortasında 6 milyonluk Müslüman göçmen toplumu yer alıyor.Kebap, Fransa'da kimlik krizine yol açıyor2009'da Fransa'nın İrlanda'yı Henry'nin golüyle yenerek G. Afrika'daki Dünya Kupası'na katılmaya hak kazandığı gece Şanzelize Bulvarı'nda sabaha kadar yaşanan çoşkulu kutlamalara katılanların Fransa'nın zaferiyle uzaktan yakından alakası yoktu. Caddeyi dolduran mahşeri kalabalığın tamamı; Cezayir'in, o gece Mısır'ı yenerek Dünya Kupası'na katılmasını kutlayan göçmen çocuklarıydı. O fotoğraf ertesi gün Fransız basınında çok konuşuldu, çok tartışıldı. Kutuplaşma kırmızı alarm veriyorVe bu hafta, Paris'te yaşanan 12 kişinin katliyle son bulan feci radikal dinci terörist saldırı ve ardından başlayan karşı saldırılar Fransa'nın yaşadığı kimlik bunalımı tartışmalarını da bir kez daha alevlendirdi. Tabii ki tartışmaların ortasında 6 milyonluk Müslüman göçmen toplumu yer alıyor. Fransa'da kimlik meselesi sadece Müslümanların topluma entegre olamamasını çoktan aşmış durumda. Gettolara hapsolmuş yaşayanlar sadece Müslümanlar değil ki. İşsiz Fransız gençlerinin özellikle yaz aylarında (Çünkü zengin kesim Ağustos'ta tatile çıkarken onlar parasızlıktan evlerine mahkumlar) bir kıvılcıma bakan sokak isyanları, yağma ve yakıp yıkmaları hala hafızalarda... Irkçı milliyetçi Ulusal Cephe Partisi'nin hızlı yükselişi, ilk kez parlamentoya girişi, üstelik bir sonraki Cumhurbaşkanlığı seçimlerini de kazanma ihtimalinin oluşu, hepsi de gerçek. “Kebapistan mı olacağız?”Gelelim kebap mevzuna.. Ulusal kimliğini, kendi mutfağıyla özleştiren Fransa'da, dönere ilginin artması şu an ülkede Fransız kültürünün İslamileşmesi olarak algılanıyor ve tepki alıyor. Fransa tarihinin merkezi ve mücevheri konumundaki Blois kentinde, geçtiğimiz aylarda dört yeni kebapçı dükkanının açılması, "Şehrimiz Doğulaşıyor, elden gidiyor" feryat figanlarıyla karşılanmış. Dönerde koparılan kızılca kıyamet bile, Fransa'da göçmenlik ve entegrasyon üzerinden yaşanan sorunların toplumda ne boyuta ulaştığının açık göstergesi.Almanların tam tersi bir bakışAlmanya'da döner, Türklerin topluma entegrasyonu, Türk mutfağıyla Almanların kucaklaşması olarak algılanırken hatta Şansölye Merkel bile döner keserken basına mutluluk pozları verirken; Fransa'da dönerin toplumu böldüğü, Fransız kültürünü Araplaştırdığı, Fransız gençlerini zehirlediği gibi bir algı var. Ve sırf bu yüzden birçok olay yaşanmış, kebapçılar kundaklanmış. Cumhuriyet niye tehlikede?Fransa'nın tarih boyunca süre gelen Katolik, Protestan, Yahudi (şu an 500 bin Yahudi var) dini toplum yapısı 1960'lardan sonra aldığı Avrupa dışı göçle hayli değişti. Bugün her dört Fransız'dan birinin dedesi ya da anneannesi göçmen. Örneğin, Türklerle yıldızı pek barışmayan eski Cumhurbaşkanı Sarkozy'nin de babası Macar, annesi Yunan Yahudisi. Afrikalı yoksul bir göçmen aileden gelerek siyasette zirveye tırmanan şu anki Fransız Adalet Bakanı Taubira, ülkesindeki duruma aylar önce bakın nasıl dikkati çekmiş: "Fransa'da şu an cereyan eden atmosferi sadece ekonomik durgunluğa, işsizliğe ya da ve yükselen hoşgörüsüzlük ortamına bağlayamayız. Bunun çok daha ötesinde bir kimlik bunalımı yaşıyoruz. Geleceğe güven kalmadı. Toplumda, elit insanları reddetme ve kamu kurumlarına iftira hakim. İngiliz kimliği monarşiye, Amerikan kimliği bireyselliğe dayanır. Fransa ise 200 yıldır kurumlarının gücüyle ayakta durur. Şimdi insanlar salt bu kurumları eleştirmekle kalmıyor, onların meşruluklarına saldırıyor, yüce, hukuki yapılarını yıkmaya çalışıyor. Herkesi Cumhuriyet'in ne anlama geldiğini bir kez daha hatırlamaya çağırıyorum." Bu sözler 15-24 yaş arası işsizliğin yüzde 23 olduğu ülkede sokakları yakıp yıkan gençler için birşey ifade ediyor mu, emin değilim. Ya da son seçimlerde yüzde 25 oy alan aşırı sağcı Ulusal Cephe partisini destekleyenler için... Ya da siyasette kendilerini temsil edecek tek bir Allah'ın kulunu bulamayan Müslümanlar için... Sanırım onlar da pek vatanlarında gibi hissetmiyor.2022'de Müslümanlar iktidardaFransa'da bu hafta bu iğrenç saldırı olmasa, ülkede konuşulan tek şey Michael Houellebecq'in yazdığı Teslimiyet romanı olacaktı. Kurgu romanda, Fransa'daki Müslümanlar'ın muhafazakar doğalarından ötürü sol bir partiye oy vermek yerine kendi partilerini kurarak 2022'de iktidara gelişlerinden bahsediliyor. Romana göre, Cumhurbaşkanı da Müslüman olunca, Fransa sosyal yaşamı tamamen değişecek. Kadınlar iş hayatından uzaklaştırılacak. Burka çarşaf giymek normal olacak. Çok eşlilik yasallaşacak. İşte geleneksel Fransız kültürü bu ihtimallerin korkusuyla yatıp kalkarken, İslam adına yapılan Paris katliamıyla, toplumdaki bu kutuplaşmanın çatışmaya dönüşmesi artık içten bile değil.

Devamını Oku

Kadın tenisçiler üstsüz mü çıkmaya başladı!

28 Haziran 2014

Dünyaca ünlü Wimbledon tenis turnuvasında bu yıl geleneksel değerlere katı bir dönüş var. Beyaz rengi şart koşan kılık kıyafet yönetmeliği nedeniyle özellikle kadın oyuncular ve sponsor firmalar zorluk çekiyor. Öyle ki, BBC'ye konuşan Wimbledon'ın efsane şampiyonu Avustralyalı Pat Cash (49), "Kurallar artık gülünç hale geldi. Kadın tenisçiler sütyensiz çıkmak zorunda bırakılıyor" diyerek duruma dikkat çekti. Bugün oynasa kendisiyle özdeşleşen siyah beyaz damalı bandanayı kurallar gereği taktırtmayacaklarını söyleyen Cash, "Zaten en son buradaki turnuvada ayakkabılarımı kural dışı buldukları için, değiştirmeye zorlamışlar, ben de bunu protesto için müsabakalardan çekilmiştim" diye konuştu.En çok 1 santim kuralıBeyaz dışında krem rengi de dahil her rengi yasaklayan Wimbledon kılık kıyafet yönetmeliğine göre oyuncular iç çamaşırı olarak yine beyaz giymek zorunda. Ayrıca görünen yerlerdeki renkli kumaş şeritlerin kalınlığının da 1 santimetreyi geçmemesi gerekiyor. Takılan şapka, banda, bileklik, çorapların da bembeyaz olması şartı var. Hatta bir erkek oyuncu, maç sırasında terleyip altındaki koyu renkli kilodu göründüğü için hakem tarafından saha kenarına çağrılıp, ikaz edidi ve iç çamaşırı zorla değiştirildi.Geçen yıl kortlarda taytlar renkliydiWimbledon yetkililerinin, geçen yılki turnuvada Serena Williams, Maria Sharapova gibi kadın sporcuların beyaz eteklerinin altına renkli taytlar gymeleri sonucu bu yıl kuralları katılaştırdıkları söyleniyor. Duruma birçok tenisçi itiraz ediyor. Öyle ki, Venus Williams (34), komple beyaz kuralını protesto etmek için eteğinin altına leopar desenli bir tayt giyeceğini açıkladı. Hatta pembe tayt ve portakal renkli bir sütyenle çekilmiş resmini Twitter'da paylaşıp, "Turnuva kurallarını zorlamak adına bunları da giyeceğim" diyerek önceden bir nevi, kurulun yüreğini ağzına getirdi.Ünlü tenisçi Cash'ın "Bazı kadın tenisçiler maç sırasında saha kenarına çağrılıp, zorla soyunma odalarına gönderiliyor ve iç çamaşırları değiştirtiliyor" sözlerinin ardından hafta içinde İngiliz tenisçi Naomi Broady'nin de maça sütyensiz çıkması, "Wimbledon kurallarına karşı kadınlar arasında gizli bir protesto mu var" söylentisini de kuvvetlendirdi. Ama yine de, "emir demiri kesti" ve şimdilik sporcu protestoları "huzursuzluk" seviyesinin üzerine çıkmadı.Son bir not: 6 Temmuz'da oynanacak erkekler final müsabakasının biletleri 29 bin dolardan (17 bin Sterlin) satılıyor. Bu normalin tam 117 katı.

Devamını Oku

Hollywood dizilere kaydı

14 Haziran 2014

İki ünlü aktör Woody Harrelson ve Matthew McConaughey’in , Gerçek Dedektif (True Detective - imdb notu: 9.4) adlı polisiye dizisinin sezon finalini seyrederken artık iyice emin oldum ki, Hollywood’un baba isimleri dizileri daha çok önemsiyor. Zaten imdb sıralamasına bakıldığında da, bu açık ve net. Hollywood’un gişe hasılatlı yapıtlarının “beğeni reytingleri” 7-8’ler civarında seyrederken, Game of Thrones, 24, House of Cards, Breaking Bad, Mad Men, Homeland, Broadwalk Empire, Downtown Abbey, gibi ünlü oyuncuların rol aldığı dizilerin beğenileri 9.5 ile açık ara önde gidiyor.Peki değişen ne? Şöyle ki; 50 yıl öncesinde sinemalar yetişkinlere, televizyonlar çocuklara hitap ederken; şimdi roller tamamen değişti. Artık sinemalar çocuklara-gençlere, televizyonlar yetişkinlere kaldı. Geçen Oscar törenlerinde bir yazarın film endüstrisini alaycı bir şekilde eleştiren makalesini hatırlar gibiyim: “Bu yıl da Akademi Ödülleri’nin büyük kısmı Amerikalı olmayan oyunculara gidecek, biz en iyisi bir de Amerikan Filmleri Kategorisi yaratalım...” Şaka bir yana 1960’ları 70’leri hatırlayanlar çok iyi bilirler ki, o yıllarda piyasaya bir yıl içinde çıkan gişe hasılatlı filmler arasında, kahramanlık destanlarından tutun da, kovboy filmlerine; korku ve komediden, müzikal ve dramalara, edebi kitap uyarlamalarına kadar geniş bir yelpazeye hitap eden yapıtlar olurdu. Şu an, yıl içinde gişe hasılatı yapan yapıtlarda ağırlık aksiyon; 3D formatı ve aynı kaslı aktör ve seksi aktrisler çevresinde dönüyor. Filmlerin çoğu Alacakaranlık (Twilight), Spiderman, Ironman gibi genç işi ya da üç boyutlu aksiyon ve bilim-kurgu türevleri.Gerçek film izleyicisi bu nedenle çoktandır sinemaya küskün. Birçok çalışan ebeveyn, çocukları yatırdıktan sonra, günün yorgunluğunu atmak için kaliteli yabancı dizileri tercih ediyor. Bu diziler genelde hem prime time’ın gürültü şamatasından uzak saatlerde yayınlanıyor, hem de insanı sıkmayacak derecede akıcı oluyor. (Süresi kısa ve reklam kuşağı nerdeyse yok.)Teknolojik imkanların artmasının (TV ekranlarının sinema ekranı gibi büyümesi, uydu alıcılar, paralı kanallar, kaydet-izle seçenekleri vs.), etkisi de bunda büyük... Hal böyle olunca, Hollywood’un dev aktörlerini dizilerde izler olduk. Kendi adıma ben bundan çok memnunum. Ayrıca yıl içinde piyasaya çıkan gişe filmlerinde ancak kıytırık yan rollerde o da güç bela yer bulan ya da unutulan birçok deneyimli oyuncu da dizi/sitcomlar sayesinde yeniden hayat buluyor. Bize de izlemesi düşüyor.

Devamını Oku

Sosyal medyaya karşı nasıl seçim kazanılır!

18 Ocak 2014

İstanbul’un orta yerinde, gazetedeyim. Yoldan geçen bir seçim otobüsünün gürültüsüyle irkiliyorum. Bir partinin bangır bangır seçim şarkısı kulağımı tırmalıyor. 30-40 yıl öncesine ait, ideolojik şarkılardan demode bir ezgi... Tam da o sırada ABD Başkanı Barack Obama’nın art arda iki seçim kazanmasını, sosyal medyayı kullanmasına borçlu olduğunu anlatan bir makale okuyorum. “Başkan Kennedy televizyonun gücünü anlayan ilk liderdi, Başkan Obama ise sosyal medyanın...” diyor makale. “Acaba” diyorum, siyaseti dizayn edenler gençleri ne zaman yakalayabilecek? Sosyal medyanın bu kadar yoğun olduğu Türkiye’de, neden bu mecraları aktif kullanmıyorlar? Ya da bu çağda yasakçı zihniyetin geri tepeceğini hiç mi hesap etmiyorlar?Sosyal medyadan seçimi kazandıİtalya’da geçen yılki genel seçimlerden çarpıcı bir örnek geliyor aklıma. Sandıktan yüzde 25 oyla çıkan, ama kampanyasına tek kuruş harcamayan (zaten yok ki) Cenovalı komedyen Beppe Grillo’nun başarısı... Ülkede yozlaşmış siyasete karşı tepki olarak ortaya çıkan Grillo, ulusal medyada asla yer bulamamış, tamamen sosyal medyada örgütlenebilmiş, kampanyasını ancak buradan yürütebilmişti. Sonuçta seçimde üçüncü parti olarak parlamentoya 110 milletvekili soktu.Türkiye; sosyal medya kullanımında Brezilya, Rusya, Endonezya, Hindistan ve İngiltere’nin önünde, Amerika’nın ardından ikinci sırada. Twitter’da dünya birincisiyiz. 75 milyonun en az 36 milyonu internet kullanıcısı. Her 10 Türk gencinden 9’u sosyal ağda... İnternetteki zamanımızın yüzde 69’unu sosyal medyada harcıyoruz. Facebook, Twitter, YouTube, Instagram popülerlikte tavan yapmış, akıllı cep telefonu satışları her yıl rekorlar kırıyor ve kalkıp internete sansür getirmeye çalışıyoruz.Mass media out, sosyal medya inTelevizyonlarda seçim kampanyası yapmak artık demode bir yaklaşım. Niye mi? Çünkü seçmen, “mass media” dediğimiz kitle iletişim cihazlarından propaganda dinlemeyi, izlemeyi, okumayı samimi ve güvenilir bulmuyor. “Taraflı” diyor.Sosyal medyayı ise diğerlerinin aksine özgün içerikli, hakiki, samimi görüyor. Üstelik kendi kontrolünde...Biraz daha açayım.Başkan Obama, 2008 kampanyasında TV’lere reklam vermek yerine YouTube’un avantajını kullandı. Çünkü internet kullanıcıları, sevdikleri bir televizyon şovunun orta yerinde kesilmesi yerine Obama’nın vaatlerini, bizzat download ederek ya da güvendikleri bir arkadaşının kendilerine video linkini atmasıyla izlediler.Sonuçta Obama’nın kampanya videoları internette 14.5 milyon saat izlendi. Obama bunun için tek kuruş harcamadı, halbuki TV’ye aynı süre reklam verse 47 milyon dolar verecekti. 2008’deki Obama’nın kampanyasını internetten izleyen kişi sayısı 6.7 milyondu, ki o zaman daha ne iPhone vardı ne de Twitter. 2012’deki ikinci kampanyasında ise Başkan’ın 1000 farklı videosu YouTube’a düştü, tüm dünya ile paylaşıldı. 50 milyon kez izlendi, 20 milyon saat bedava reklam yaptı.Yüzde 66’sı siyaseten aktif kullanıcılarDünyaca ünlü araştırma kurumu PEW’un anketlerine göre sosyal medya kullanıcılarının yüzde 66’sı online, politik olarak aktif. Ve yine araştırmalara göre sosyal medyada siyaseten aktif gençler internetle hiç alakası olmayan sade bir vatandaşa göre oyuna iki kat fazla sahip çıkıyor.“Sosyal medya seçim arenasına yeni ne getirdi” derseniz, şunu söyleyebilirim: Yepyeni bir siyasi diyalog getirdi. Siyasetin söylem gücünü, etkisini, mesajlarını televizyon gibi kitle iletişim araçlarının elinden alarak, halkın birbiriyle tartıştığı platforma çekti.İnsanın fikirleri ya da fikir değişiklikleri; radyo, televizyon, reklam panolarından yapılan direkt söylemlerden değil; düşünce önderleri (opinion leaders) dediğimiz kesimle arasındaki birebir iletişimden/etkileşimle oluşuyor.Eş, dost, ahbabın fikri hepsinden etkiliDiğer bir deyişle, anne, baba, arkadaş, meslektaş gibi “fikir önderleri” siyasi görüşümüzü şekillendiriyor, değiştiriyor. Çok da doğru... Her pazarlamacı bilir ki, tanıdığın güvendiğin bir insanın yüz yüze yapacağı reklam, en güçlü reklamdır.Sosyal medya da bu şekilde güven temelli ilişkiler inşa ediyor. Üstelik fikir inşası bu kadarla da kalmıyor, havuzun ortasına düşen taş misali, düşünceler ve bilgiler, dalga dalga sosyal ağ üzerinden başkalarına da ulaşıyor.Ve öyle oturduğu yerden pasif tüketim de yapmıyor kimse. Her aşamada gelen fikre yeni fikirler ekleniyor, tartışmalar çıkıyor, herkes bir düşünce önderi gibi yorumlar yapıyor ve arkadaşına pass ediyor. 2012’deki ABD başkanlık seçimlerinde, sosyal medya kullanıcılarının yüzde 30’u aile, arkadaş çevresinden etkilenerek oy kullandıklarını; yüzde 20’si başkalarını kendi görüşüyle etkilediğini, yüzde 22’si ise kime oy verdiğini sosyal platformda açıkladığını söylemiş.Çok tweet değil, retweet önemliBizde ise siyaset adamlarının olayı ne kadar kavradıklarından hala şüpheliyim. Sosyal medyada etkili olmayı propaganda yapmayı; taraftar grupları toplayıp, sayıca çoğunluk oluşturarak “hadi arkadaşlar nidasıyla” mesaj bombardımanı yapmak sanıyorlar.Oysa sosyal medyanın gücü mesajların, tweetlerin sayısından değil; ne kadarının “retweet” ya da “like” edilmesinden kaynaklanıyor.Sosyal medyanın ön ayak olduğu Wall Street işgali, Arap Baharı, Gezi olayları; insanların birey olarak gücünü görmesini, toplumda fark yaratabileceğini anlamasını ve kolektif ruhla siyaseti değiştirebildiklerini gösterdi. İnternet özgürlüklerin kısıtlanması, buradaki her yaş ve görüşten seçmen kitlesini karşıya almaktan başka bir işe yaramayacak.

Devamını Oku

İnsanlar oyunu neye göre veriyor?

4 Ocak 2014

ABD’li psikolog Abraham Maslow’un 1943 yılında ortaya attığı ve beş basamaktan oluşan İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi günümüzde de geçerliğini koruyor. Yani sıradan vatandaş önyargılarıyla, yerleşik alışkanlıklarıyla oyunu kullanıyor. Daha da önemlisi, oyunun rengini en çok kendi kişisel ihtiyaçları belirliyor.Demokrasinin idealist savunucuları, olan bitenin tüm çıplaklığıyla halka anlatıldığında, sandıkta gerektiği şekilde oy kullanacaklarına inanır. Halbuki demokrasinin yüzlerce yıllık tarihi bunun hiç de böyle olmadığını gösteriyor.Gündelik hayatında politikaya hiç ilgi duymayan, sadece sandıktan sandığa siyasete merak saran ortalama bir kişi, “kime oy veriyor” diye merak ediyorsanız söyleyeyim:En iyi hatibe oy veriyor. Yani kararlarını adayın bizzat kendisi; en iyi konuşanı, en iyi giyineni belirliyor. Sıradan vatandaş önyargılarıyla, yerleşik alışkanlıklarıyla oyunu kullanıyor. Daha da önemlisi, oyunun rengini en çok kendi kişisel ihtiyaçları belirliyor.Davranışı anlatan beş basamaklı piramitBugün Türkiye’de iktidar partisini sarsan yolsuzluk iddialarını, AK Parti’ye oy verenlerin nezdinde şöyle bir dile getirdiğinizde alacağınız cevapları duyar gibiyim: “Önceki iktidarlar da yolsuzluk yapıyordu, hepsi yapıyor, n’olmuş?”, “Bu iktidar döneminde araba satın aldık, ev aldık”, “İşler iyi-kötü gidiyordu, şimdi istikrar bozulursa, euro/dolar alıp başını giderse, ne olacak halimiz...”Tüm bu cevaplar, üniversitenin ilk yıllarında okuduğum ABD’li psikolog Abraham Maslow’un ta 1943 yılında ortaya attığı ünlü teorisini aklıma getirdi. Bilinen adıyla İhtiyaçlar Hiyerarşisi Teorisi’ni...Maslow’un İhtiyaçlar Piramidi beş basamaktan oluşuyor ve insan davranışlarını çok net açıklıyor. Bu piramide göre birey, bir kategorideki ihtiyaçları tam olarak gideremeden bir üst düzeydeki ihtiyaç kategorisine, dolayısıyla kişilik gelişme düzeyine geçemiyor. Yani her insan kendi ihtiyaçlarına ya da piramitte bulunduğu seviyeye göre oyunu kullanıyor.İlk iki basamak hayati ihtiyaçları kapsıyorPiramidin en altında temel ihtiyaçlar var: Nefes almak, yemek yemek, su içmek, uyumak, cinsellik gibi. Bunları edinemezsen zaten ölüyorsun. İkinci seviye ise, kişinin kendini güvende hissetme, istikrar arayışı olarak karşımıza çıkıyor. “Aman eşyam çalınmasın”, Başımı sokacak bir evim olsun”, “Düzenli bir işim, maaşım olsun”, “Sağlığım bozulmasın” gibi endişeler bu kategoride yer alıyor.Bir üstte, 3’üncü basamakta, Sevgi ve Ait Olma gereksinimi var. Aile, arkadaşlık, duygusal yakınlaşma/severek cinsel ilişki yaşamak gibi ihtiyaçlar.4’üncü aşama ise Saygınlık Beklentisi... Kendine saygı istemek, başkalarına saygı beklemek onların saygısını kazanmak, güven, başarı...Ve piramidin en tepesinde kişinin kendinin farkında olması, isteklerini hayata geçirmesi yatıyor. Erdemli ve yaratıcı olma, ön yargısız, ahlaki değerleri üstün, sorunları çözümleme, gerçeği görebilme ihtiyacı... Kamil insan olma arzusu.Vatandaşın oyunu kime vereceğini işte bu hiyerarşik ihtiyaçlar listesi belirliyor. Eğer senin mensubu olduğun kademedeki ihtiyaçların henüz karşılanmıyorsa, bir üst kategoridekilerle hiç mi hiç ilgilenmiyorsun.Ekonomi ve sağlık, en çok 2’dekileri ilgilendiriyorYemek ve su, temel ihtiyaçlar. Eğer bunlar evine giremiyorsa ve hükümet de bu konuda yardımcı olmuyorsa, seni başka hiçbir şey ilgilendirmiyor.Bu mutsuzluk sadece sandıkta değil, başka şekillerde de ortaya çıkıyor: Gösteriler, protestolar, iç savaşlar, devrimler gibi.Örnekleri çoğaltalım. Bir üst basamak, güvenlik gereksinimi. Eğer uyuşturucu çeteleri kapında cirit atıyorsa, “Terör örgütü acaba bugün nereye bomba koyacak” diye endişeleniyorsan, komşu ülkeyle savaşa ha girdik ha girecek vaziyetteysek, sandık başında bu konular senin için en en önemlisi oluyor.Maslow’a göre ilk iki hiyerarşi basamağındaki herhangi bir ihtiyacın karşılanamaması, vatandaşa direkt yaşamsal mutsuzluk olarak yansıyor ve sandıkta önemsediği tek şey oluyor. Ekonomik endişeler ise güvenlik ihtiyacının bir tık üzerinde yer alıyor. Seçmenin, kimsenin kendisini soymayacağından bombalamayacağından emin olduktan sonraki ilk endişesi ekonomi oluyor. “Ekonomi bozulunca işsiz kalır mıyım? Enfasyon artarsa, evi nasıl geçindiririm?” gibi sorular baş gösteriyor.Önem sırasına göre devam edersek, ekonominin hemen üzerinde sağlık geliyor. “Hastalanırsam, bir hastane köşesinde ölür müyüm”, “Bana bakan olur mu?”, “Faturayı ödeyemediğim için, kapıya koyarlar mı?” gibi endişeler, ekonomik olarak kendini güvence altına aldıktan sonra seçmenin ilgi alanına giriyor.5’inci basamaktakiler politikaya ilgi duymuyorGelelim piramidin en üst basamağına...Bu seviyedeki seçmen yüksek ahlaklı, etik değerlere sahip, yaratıcı, tevazu sahibi; özgürlüğüne düşkün oluyor ve demokrasi, yolsuzluk, çevre, eğitim, ileri ekonomi (büyüme, verimlilik, kişi başına düşen gelir vs.) gibi konularda endişeler/beklentiler taşıyor. Pek çoğu politikayı ahlakdışı buluyor. Bu yüzden bulaşmıyor, ilgisini çekmiyor. Çoğu kabul etmese de elitist bakış açısına sahip oluyor.Bu noktada bazılarımız, demokrasi ya da yolsuzluk gibi konuların seçmenin çoğunluğu için en öncelikli hususlar olması gerekirken, neden en önemsiz olduklarını anlamakta zorlanabilir hatta kızabilir. Ama gerçek bu.. Demokrasi piramidin en üstündekiler için bir ihtiyaç olarak belirirken, alt katmanlar için pek bir şey ifade etmiyor.Evet, daha yeşil bir çevre ya da hava kirliliği, seçmen kitlelerinin önemsediği konular olabilir, ama ekonomi o sıra iyi gidiyor ve sağlık sistemi çökme tehlikesi yaşamıyorsa... Benzin fiyatları artmaya başladığı andan itibaren, çoğunluğun “Gezi”deki ağaçları düşünecek lüksü kalmıyor!Peki politikacılar piramidin neresinde?Siyaset bilimciler, politikacılar için piramidin dördüncü seviyesini işaret ediyor. Yani saygınlık arayışını... Piramidi tasarlayan Maslow’a göre insanların iki tür saygınlık beklentisi var. Biri özgürlük, bağımsızlık, iman, başarı gibi yüksek onursal değerler taşıyan saygınlık. Diğeri ise daha alt düzeydeki bir saygınlık beklentisi. Statü, şan, şöhret, zafer, fark edilme, dikkat çekme, unvan sahibi olma, takdir edilme, itibar görme hatta üstünlük kurma ihtiyacı. Demokrasilerde hemen tüm politikacılarda gözlenense bu ihtiyaçların negatif halleri. Hızla statü, güç kazanma, tanınma, kabul görme isteği. Aslında kendi alt hiyerarşik seviyelerinden süratle yukarı çıkma kompleksi.Demokrasiler her kesime ve de seçilebilen herkese açık olduğundan -kişisel bağlantılar, şahsi servet, karakter nitelikleri yoluyla- liderlik mevkileri meşhur olmak isteyen, güç ve saygınlık arayanlarla doluyor. Ve özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin toplumları; seçilerek gelen yetersiz politikacıların yönetiminde, yolsuzluk, suç, yapısal işsizlik, refah bağımlılığı, ihmal, dikkatsizlik, kabalık, psikopati (empati ve vicdan eksikliği) ve hedonizmden kurtulmuyor.

Devamını Oku

MERHABA * KONNICHIVA GODIVA

18 Ekim 2013

Merkezi New York’ta bulunan Godiva Yönetim Kurulu’nun beş yıl önceki toplantısında yabancı profesyonellerden oluşan yöneticiler “Çin pazarına girmeyelim, çok riskli” yönünde karar belirtmesine rağmen Yıldız Holding’in patronu Murat Ülker, “Bence girelim” diyerek tam tersi yönde cesur bir tavır koymuş. Hatta aynı toplantıda, “Sen tüccarsın” diye onu suçlayanlar bile olmuş. İşte yönetici ile girişimci arasındaki fark bu olsa gerek. Sonuçta bugün gelinen noktada Murat Ülker haklı çıkmış. Hem de ne haklı! Şimdi Godiva’nın bu başarısından feyz alan Yıldız Grubu, 1.3 milyar nüfuslu Çin pazarına Ülker ürünleriyle giriyor. Kararın arkasında yine Murat Ülker’in cesareti var. Konuşmamızda yöneticilerini kast ederek, “Bana gene ‘Aman yapmayalım etmeyelim’ diyorlar” diye gülümseyerek takılıyor. Sanırım, Murat Bey yine haklı çıkacak. Çünkü Godiva’nın Japonya-Çin pazarındaki başarı öyküsü, geleceğin de habercisi niteliğinde.İlk kez reklam yapıldı, tasarım paketler satışa çıktıGodiva, Japon pazarına aslında 40 yıl önce girdi. Japonlar’ın yüzde 90’ı markayı zaten biliyordu. Ancak bir sorun vardı. Japonlar, Godiva’yı “Güvenli Hediye” olarak görüyor kendilerine almıyor, sadece iş ya da ev ziyaretlerine giderken birbirlerine Godiva götürüyordu. Ülker Grubu, işi devralır almaz, Godiva’nın ikonik dore rengi (altın sarısı) kutusundan vazgeçmeden, ama görselliğe önem veren yeni kutu dizaynları geliştirdi. Hatta kutuların tasarımlarını ünlü İspanyol tasarımcı Jamie Hayon’a yaptırdı. İkinci olaraksa Godiva’nın tarihinde ilk kez televizyon reklamları hazırlandı. Bunların muhafazakar Godiva dünyasında ne kadar radikal değişimler olduğunu belirteyim. Ve ilk hedef Sevgiler Günü’ydü. Çünkü Japonya’da Sevgililer Günü’nde kadınlar erkeklere hediye alıyordu. Sonuçta daha yılın ilk özel gününde satışlar yüzde 20 arttı. Japonlar TV’de görüp dükkanlarda kuyruk oldu. Böylece Ülker’in Godiva’sı paketlemede, reklamda ve üründe inovasyon fikrini başka günlere de yayma kararı aldı.Üründe çeşitlemeye gidildi, Godiva her yere girdiİkinci fikir; “Sadece kendin için hediye, başkası için değil” idi. Bu strateji de uygulamaya konuldu. Ülke geneline açılan ve sayıları 254’ü bulan özgün mağaza konseptlerinde, ürün çeşitliliğine gidildi. Japonya’ya özel mevsimsel içecekler (Chocolixir), dondurmalı tart, soft dondurma, çikolatalı makaron, sable bisküvileri vs. gibi ürünlerle her yıl iş hacmi yüzde 13 büyüdü. Japon ekonomisinin son 5 yılda yüzde 0.27 büyüdüğünü de hatırlatalım. Dört yılda Japonya cirosu 150 milyon dolardan, 250 milyon dolara çıktı. Godiva’nın dünyaki yıllık cirosunun (765 milyon dolar), yüzde 30’u Japonya’dan gelmeye başladı. Bu bir mucizeydi. Ülker yönetimindeki Godiva’nın onlarca yıl süren Japonya’daki uykusundan uyanışının mucizesi.Küçük İmparatorlar Godiva’nın müşterisi 1979’da yürürlüğe giren tek çocuk yönetmeliği sonrası dünyaya gelen 80 milyon genç bugün 20’li 30’lu yaşlarda. Bu çocuklara “Küçük İmparator” deniliyor. Çünkü ailenin tek çocukları oldukları için, anne-babanın dışında anneanne ve dedeler vakitlerinin çoğunu bu çocukların eğitimine adıyorlar. Bu gençler Batılı, çok iyi eğitim gören, risk alan, para harcayan lüks tüketime meraklı bir kuşak. Çin’de anne-baba tek çocuksa, ya da çiftçiysen ve ilk evladın kız doğarsa 2’nci çocuğa izin veriliyor.El yapımı trüflerin yıldızı yükseliyorGerçek çikolata tutkunları için en dolgun hazzı şüphesiz Godiva’nın trüf çikolataları variyor. El yapımı trüfler, bir dönemin yıldızı olan pralin çikolatalarını tahtından indirecek gibi... Trüfe ilgi giderek artıyor. Godiva’nın Uzakdoğu pazarı için geliştirdiği soft dondurma, cookies, chocolixir, rengarenk macaron ve sableler o kadar sevildi ki, Japonya’da yaz dönemindeki (6 ay) Godiva satışlarının yüzde 61’i çikolata dışındaki yan ürünlerden geliyor.Burak ElmasTsunamiyi, radyasyonu dinlemedi yardıma koştuYıldız Holding Ortak Girişimler, Perakende ve Godiva Başkan Yardımcısı Burak Elmas; genç, dinamik, yaratıcı bir yönetici... Avusturya Lisesi’nde eğitim gören, ardından Amerika’da University of Denver’ı bitiren Elmas; Godiva’nın her operasyonunda cesur, yenilikçi fikirleriyle çevresine ilham veriyor. Elmas; Mart 2011’de Japonya’daki tsunami felaketi ve radyoaktif sızıntının hemen ardından soluğu bölgede almış. Louis Vuitton, Gucci, Prada gibi lüks markalar Japonya’daki dükkanlarını kapatırken, Godiva’nın bölgedeki 113 mağazasından 61’i hemen, 44’ü ise bir hafta sonra insanüstü bir çalışmayla kapılarını açarak, Japonlara moral aşılamaya devam etmiş. Radyoaktif sızıntıya aldırmadan, tüm mağazaları tek tek yerinde inceleyip, Japon personele cesaret ve destek aşılayan Burak Elmas’ın, Godiva Japonya ofisi çalışanlarının gönlünde ayrı bir yeri var. (Bu arada kendisinin koyu bir Galatasaraylı olduğunu da söyleyelim.)Mücevher gibi...Godiva mağazaları mücevherci algısı yaratacak şekilde dizayn edilmiş. Dore renkli ambalaj kutuları ve kurdeleler o kadar göz alıcı ki, insanı ilk görüşte çarpıyor. Çin’in Pazarlama ve Satış Direktörü Carmen Chiu, “altın sarısı” değil, “dore rengi” diye dikkatimizi çekiyor. “Parlak açık renkli altın sarısı Çinli tüketicide ‘değersiz’ imajı uyandırırken, dore rengi tamamen ‘kaliteli’ algısı yaratıyor.” Japonya ve Çin’deki Godiva mağazalarında mağaza satış temsilcisi, tezgahın arkasından çıkıp öne gelerek tek tek çikolataları tanıtıyor. Godiva’yı güzelce paketledikten sonra yine tezgahın önüne geçip, müşteriye sanki birer mücevhermiş gibi teslim ediyor.Sıfır cirodan 25 milyon dolarlık pazar yaratıldıÇin pazarına gelince... Godiva Uluslararası Başkanı Muhammed Elsarky, “Ülker satın alana kadar Çin pazarı Godiva’nın (markanın eski sahibi ABD’li Campell hazır çorba şirketiydi) radar alanında bile yoktu” diyor. Mısır asıllı Avustralyalı Elsarky, Çin pazarındaki başarılarını şöyle özetliyor: “Çin dünyada hiçbir ülkenin yapamadığı kadar büyüdü. Bu yüzden burdayız. Yıldız Holding yönetiminde, ülkedeki ilk iki Godiva mağazası açıldığında takvimler 2009 sonbaharını gösteriyordu. Marka öyle sevildi ki, 2010-12 arasında tam 28 mağaza açtık. Sadece bu yıl 11 mağaza açılışı gerçekleşti, 9 yeni mağaza ise yolda. 4’üncü yılın sonunda Çin’in 13 şehrinde 51 Godiva mağazası açılmış olacak. 2013 yılı cirosu ise 25 milyon dolar olarak hedefleniyor.”Çin ekonomisi son beş yılda her yıl ortalama yüzde 9’luk büyüme gerçekleştirirken, Godiva her yıl ortalama yüzde 134 büyüdü. 2016 yılı sonuna kadar ülke genelinde hedeflenen Godiva mağaza sayısı ise 100.Çin, dünya lüks pazarında 1 numara!Godiva’nın yıldızının Çin’de giderek parlayacağını görmek için uzman olmaya gerek yok. Rakamlar zaten söylüyor:GLOBAL LÜKSÜN YÜZDE 29’UÇin 2003 yılında dünya lüks pazarının yüzde 1’ini temsil ederken, 2015 yılında bu rakam yüzde 29’a çıkacak. Global ölçekte dünyanın 1 numarası olacak.VARLIKLI HANE 223 MİLYONÇin’de “varlıklı” diye tabir edilen 223 milyon hane var. Bu rakam; Amerika, Almanya, Japonya’daki varlıklı hane sayısı (üçünün) toplamından bile 1 milyon fazla. 2015’te Çin’deki varlıklı hane sayısı 275 milyona, 2020’de de 320 milyona çıkacak.ABD, ALMANYA VE JAPONYA’YI GEÇECEK223 milyon varlıklı hane sayısı, genel hane toplamının yüzde 4’ü. Amerika, Almanya, Japonya’da aynı oran yüzde 9. Yani Çin’de inanılmaz bir potansiyel mevcut.TÜRKİYE NÜFUSU KADAR ZENGİNÇin’deki A plus (çok zengin) nüfus Türkiye’nin nüfusu kadar, 70 milyon.ORTA GELİRLİLER ARTIYOR100 milyon kişi lüks tükecitisi, 250 milyon orta gelirli kişi var.300 MİLYON ÇİNLİ SEYAHAT EDİYORÇinliler seyahatte Japonları geçti. 300 milyon kişi bayramlarda seyahat ediyor. Orta sınıfın alım gücü arttı.400 MİLYON KİŞİ İNTERNETTEHer yıl 6 milyon kişi üniversiteden mezun oluyor. Günde 400 milyon kişi internete giriyor.

Devamını Oku