Yaşamak için bir yer hayal edin; işte İsveç’in başkenti Stockholm, bunların çoğuna sahip bir şehir. Tarihiyle, kültürüyle, sanatıyla, doğasıyla, mimarisiyle, bilimiyle, günlük yaşamıyla ve en önemlisi de insanıyla...Yaşamak için bir yer hayal edin; işte, bunların çoğuna sahip bir şehir Stockholm, tarihiyle, kültürüyle, sanatıyla, doğasıyla, mimarisiyle, bilimiyle, günlük yaşamıyla ve en önemlisi de insanıyla... Kimilerine göre kuzeyin Venedik’i, kimilerine göreyse İskandinavya’nın kültür başkenti Stockholm, görülmesi gereken, özel bir yer... Özellikle de mevsim baharsa...Öncesinde yapılacakların bir bir planlandığı seyahatler vardır, böylece bir şeyleri kaçırmışsınız hissine kapılmadan, küçük aksaklıklara rağmen zamanı en etkili şekilde kullandığınızdan emin olarak dönersiniz evinize. Peşin peşin söyleyeyim, Stockholm buna örnek verilebilecek bir seyahat değil. Her şeyden önce kentte yüze yakın müzenin bulunması bile Stockholm’den ayrılırken gözünüzün arkada kalmasında oldukça geçerli sebeplerden biri. Müze demişken de bir tür kent kart olan “The Stockholm Card” edinmenizi tavsiye ederim. Müzeleri ücretsiz gezmenin yanı sıra kart sayesinde toplu taşıma ve şehirdeki birtakım kültürel etkinliklerden hiçbir ücret ödemeden faydalanabilirsiniz.Nereden başlanır bir kenti tanımaya?Şüphesiz sokaklarından başlanır. Sizi ilk karşılayacak olan caddeleri, meydanları, parkları aslında tüm kentin bir özetidir, çünkü. Stockholm’e gelen her turistin ilk yaptığı gibi ben de öncelikle Gamla Stan’dan, yani eski kent merkezinden başladım İsveç’i adımlamaya.Gamla Stan, tarihi geçmişi yüzyıllarca öncesine dayanan, Stockholm’ün tam da ortasında yer alan bir güzel ada. Özellikle mimarî açıdan özenle korunmuş adanın dikkat çekici yapıları arasında Riddarhuset, Bonde Sarayı, Tessin Sarayı, Oxenstierna Sarayı, Stockholm Sarayı, Storkyrkan, Riddarholmen Church yer alıyor. Kaldı ki ada, öylesine küçük ki tüm bu yapılar, yürümekten fazlasıyla zevk alacağınız taş döşeli sokaklarda ilerlerken birden tüm görkemiyle karşınıza çıkıyor.Adanın tam ortasıda yer alan ve İsveç dilinde anlamı “büyük meydan” olan Stortorget, bu adın aksine oldukça küçük bir alana sahip. 17. yüzyılın başlarında, sonu oldukça kanlı biten bir kraliyet yemeğine de ev sahipliği yapan Stortorget, aynı zamanda şehrin en eski meydanı. Meydana sıralanmış rengarenk evler, şimdilerde bu kanlı hatıraları çoktan silmiş gibi görünüyor. Nobel Müzesi ise 2001 yılında meydandaki yerini almış. Burası aynı zamanda, meydana bakan kafelerde bir şeyler içip yorgunluğunuzu giderebileceğiniz keyifli bir mola yeri.Tarihî adayı, kuzeyinde bulunan üç farklı köprü kente bağlıyor. Adadan dönerken fotoğraf makinenizin hafıza kartının dolmamış ya da pillerinizin bitmemiş olmasını fazlasıyla isteyeceğiniz güzellikte manzaraya sahip bu üç köprüden, özellikle de gün batımında adayı izlemenizi tavsiye ederim.24 bin ada...- Baltık Denizi’nin batı kıyısında yer alan Stockholm, coğrafi unsurlardan kaynaklı girintili çıkıntılı bir sahil şeridine ve çok fazla adaya sahiptir.- Yaklaşık 24 bin ada ve adacıktan oluşan bu takımada, “Stokholm Takımadaları” olarak adlandırılır.- 60 kilometre boyunca uzanan bu adalar, İsveç’in en büyük takımadasıdır.- Hatta Baltık Denizi’ndekiler arasında Finlandiya’dan sonra en büyük takımada, Stokholm Takımadalarıdır.- Kuzeyde Arholma ile başlayıp güneyde Landsort’la son bulan bu adalar, her yıl yaklaşık 3 milimetre yükselmekte ve günümüzde de şekillenmeye devam etmekte.- Birçok sanatçıya ilham kaynağı olan takımada, ABBA grubunun da çoğu şarkısının sözlerinin yazıldığı, bestesinin yapıldığı bir yerdir.- Stockholm’de gerçekten sizi şaşırtacak, hayran bırakacak pek çok deneyim yaşayacaksınız. Ama gördüğünüz her şeyin, gittiğiniz her yerin içine fazlasıyla işlemiş, belki de tüm bu güzellikleri daha anlamlı kılan, bahsedilmesi gereken çok önemli bir unsur var: sosyal devlet anlayışı. Şehir, bireylerin ve toplumun refahı ön planda tutularak her detayın incelikle düşünüldüğü ve aynı incelikle sürdürülmesinin sağlandığı sarsılmaz temeller üzerine inşa edilmiş. Bu, insan odaklı politikaların doğal sonucu olarak da çevre ve şehircilik duyarlılığı çok yüksek bir toplum ortaya çıkarmış. Elbette bunda İsveç’in dünyadaki en iyi eğitime ve en ileri seviyedeki demokratik haklara sahip ülkelerden biri olmasının da payının büyük olduğunu düşünüyorum.Djurgarden AdasıBir zamanlar kraliyet av alanı olan, şimdilerde anakaraya bir köprüyle bağlanmış ve üzerinde tarihî binalar, anıtlar, müzeler, galeriler, eğlence parkı, açık hava müzesi ve küçük bir yerleşim alanı bulunan yeşillikler içinde bir ada. Adada dikkat çekici müzelerden biri olan Vasa Müzesinde, dünyada 17. yüzyıldan bu zamana sağlam kalmayı başarmış tek gemi olan ihtişamlı Vasa bulunmakta. Özellikle geminin süslemesinde kullanılan ve 700 parçadan oluşan ahşap heykeller görülmeye değer. Müzikle ilgileniyorsanız müzeye çok yakın bir mesafede bulunan ABBA grubunun müzesini de görmek isteyebilirsiniz.Gezmekle bitmez...Başta da belirttiğim gibi Stockholm, birkaç güne sığmayacak bir ütopik kent. Yine de görmeden dönmemeniz gereken birkaç yer tavsiyesi vereyim:İsveç’in ilk açık hava müzesi ve hayvanat bahçesi olan Skansen, bugüne kadar gördüğüm en iyi açık hava müzesi. Etnografik özellikleriyle kendinizi İsveç’in tarihi yaşam biçiminin içinde bulmakla kalmıyor geleneksel kıyafetleriyle bu hayatı detaylarıyla canlandıran insanlar sayesinde, tarihi iliklerinize kadar yaşıyorsunuz.Nordiska Müzesi, tam da açık hava müzesi Skansen’in tamamlayıcısı olarak ziyaret edilmesi gereken bir İsveç etnografya müzesi. Bir buçuk milyon tarihî objenin sergilendiği müzede, binanın kendisi bile sizi fazlasıyla etkileyecek detaylara sahip.Vasa Müzesi’nde gemi süslemesinde kullanılan ve 700 parçadan oluşan ahşap heykeller çok etkiyeyici...
Milano, banyonun geleceğini tasarlayan VitrA’yı konuşuyor. VitrA’nın dünyaca ünlü tasarımcıların eserleri ile hazırladığı “Bath Time Good Time” sergisi yabancı otoritelerden tam not aldı.Eczacıbaşı Yapı Ürünleri Grubu markası VitrA, banyolar için tasarladığı gelecek senaryolarını, tasarımın başkenti Milano’da Bath Time Good Time adlı sergi ile Milano Tasarım Haftası’nda izleyiciyle buluştu. Milano sokakları dünyanın her yerinden gelen tasarımcıların heyecanlı koşuşturmalarına tanıklık etti. Vitra’nın Bath Time Good Time sergisi adeta müze gibi ziyaret ediliyor. “Bath Time Good Time” sergisiyle banyonun geleceğini tasarlayan VitrA, dünya markalarına ilham kaynağı oldu. Brera Tasarım Bölgesi’ndeki bir sanat galerisinde düzenlenen sergide, İstanbul’daki atölye çalışmalarından hareketle; ürün, alan, alışkanlık ve ritüellerin mercek altına alındığı araştırmalar temel alındı. VitrA’nın inovatif yaklaşımıyla uyumlu, minimal sergi alanı, kavramsal tasarımın araştırma sonuçları, mekânın odak noktası olarak sunuldu.“Bath Time Good Time” sergisinde sekiz farklı proje yer alıyorTasarımcı Sertan Özbudun, tasarladığı küvet ile banyoda sevdiklerimizle güzel vakit geçirilecek bir mekân yaratmış.Banyoda iyi zamanlar geçirinHızlı akan zamanda tek başımıza kaldığımız yegane yer banyolar. Bu fikirden yola çıkan VitrA’nın, farklı kültürlerden tasarımcıları bir araya getirerek uluslararası, çoğulcu ve ortak tasarım anlayışını ortaya çıkaran çalışmalarıyla oluşturduğu “Bath Time Good Time” sergisi, “zaman” kavramından hareketle; rahatlama, güzellik, meditasyon, denge, hareket, an, mahremiyet ve bakım konulu sekiz projeyi izleyicilerle buluştu. Türkiye’deki tasarım kültürünün öncülüğünü simgeleyen VitrA’nın Tasarım Direktörü Erdem Akan, serginin küratörlüğünü üstlendi. Serginin ortak değerleri, birikimleri, hayalleri ve tutkuları birleştiren tasarımcıları; Sezgin Aksu, Jozeph Forakis, Diego Grandi, Setsu & Shinobu Ito, Sertan Özbudun, Terri Pecora and Mario Trimarchi ve VitrA Tasarım Ekibi’nden oluşuyor.Güzellik, meditasyon ve tasarım bir arada...Eczacıbaşı Yapı Ürünleri Grubu Tasarım Direktörü Erdem Akan, sergiyi, 'zaman' kavramından hareketle mahremiyet, güzellik, rahatlama, meditasyon, bakım alanları ve ürünleri tasarlamayı ele aldığını söylüyor.Terri Pecora'nın Intimacy adlı eseri.Ezber bozan tasarımlarSetsu & Shinobu ItoZen felsefesi öne çıktıJapon tasarımcılar Setsu ve Shinobu Ito, tuvaletlerin neden hep demode desenli ve köşeye itilmiş küçük odalarda bulunduğunu sorguluyor. "Peki ya tuvalet mekânın merkezinde yer alırlarsa ne olur?" sanatcılar bunun cevabını şöyle veriyor, "180 derece dönebilen ekran sayesinde, “iyi zaman” mekânına, huzuru ve kendimizi bulacağımız yere seyahat edebiliyoruz. Tam ortaya yerleştirilmiş tuvaletin kapağında yer alan yastık ve yumuşak duvarlar, mekânın bizi kucaklamasına imkân tanıyor. “Zen” yüzey sükunet ve farkındalık yaratırken, “ağaç” doğada bulunma hissi oluşturuyor."Sezgin AksuZaman ve rahatlamaTürk tasarımcı Sezgin Aksu’nun Relax adlı eseri Milano’da ilgi gören çalışmalardan biri. Aksu, “Yatıp, sizi çevreleyen mekânı inceleyebileceğiniz minik tepecikler, yürürken ayağınızın altında hissedeceğiniz çakıltaşları ve gün içinde farklı ışık yansımalarını keşfedeceğiniz bir orman” diye anlatıyor.Eczacıbaşı Yapı Grubu Başkanı Atalay Gümrah, Milano Tasarım Haftası’nda yerli ve yabancı tasarımcılarla tek tek ilgilendi, dünya basınına geleceğin tasarımlarını anlattı.Jozeph ForakisModern zamanların Türk hamamıTasarımcı Jozeph Forakis'in Koza adlı projesi, özel mekânlarda kişisel kullanım için tasaranmış bir Türk Hamamı. Adeta bir meditasyon, kendine dönme, yeniden doğma alanı. Klasik hamamın yoğunluğu ve ışık süzülüşü, kalın katmanlı camın kullanımıyla şeffaf bir mekân haline dönüştürülmüş.Mario TrimarchiBeşiktaş Çarşısı’ndan etkilendi“Freehand” kuşağının temsilcisi mimar ve tasarımcı Mario Trimarchi, çizimin etrafımızı anlamamız için çok önemli olduğuna inanıyor. Proje, banyoda geçirdiğimiz zamana bakış açımızı değiştirmek amacıyla, mekânda yaptığımız işlemler üzerine bir araştırmayı içeriyor.
Hepiniz fark etmişsinizdir. Son yıllarda toplumda müthiş bir ego patlaması yaşanıyor. Gerek iş hayatımızda gerekse sosyal yaşantımızda artık insanları idare etmekte zorlanır hale geldik. Kendi yaşadıklarımdan örnek vereyim.Daha dün piyasaya çıkmış genç bir oyuncudan röportaj istiyorsunuz. Aldığımız cevap “Manşet olması kaydıyla veririz” oluyor. İnanamıyorum, adam daha oyuncu bile değil, oyuncu adayı... Ve biz yakışıklıdır, genç kızlar da bakar diye yer veriyoruz ve böyle bir tavırla karşılaşıyoruz. İnsan kendini bu kadar mı bilmez?Ya da herhangi bir ünlüyle güle oynaya bir fotoğraf çekimi yapıyorsunuz. Her şey ortada cereyan ediyor, çekimi yapıyor, fotoğrafları görüyor, beğeniyor, istemediklerini söylüyor. Alan memnun veren memnun durumu. Ya sonra?Birkaç gün sonra, tam sayfası yapılmış, baskıya girecek, menajeri ‘çat’ arıyor. Üstten, soğuk, buyurgan bir tavırla “Falanca Hanım’ın röportajını ve fotoğraf karelerini görmek istiyoruz” diyor. Belli ki arıza çıkaracak. “Hadi” diyorsunuz, “Yollayalım, büyüklük bizde kalsın. Nasılsa kaliteli iş oldu, iyi de yer verdik” görür beğenir. Bir dönüş yapıyorlar size ki “Aman Allah’ım...” Sanki basılırsa dünya başlarına yıkılacak. Sanki Türkiye bu röportajı bekliyor. Sanırsın ki, herkes onu merak ediyor, onu konuşuyor. N’olmuş efendim? İşte “Hanımefendi sayfadaki bir kareyi beğenmemiş...” Ya güzel kardeşim, poz verirken iyiydik, orada gördün beğendin, onayladın kareleri... Hatta daha cüretkar pozlar için fotoğrafçıyı kendin teşvik ettin.Menajerleri deseniz onlar da başka bir ego manyak! Hollywood yıldızlarının sözcüleri zannediyorlar kendilerini. Efendim “Planlar yapılmışmış, sadece şu şu şu gastelere(!) röportaj verilecekmiş. Yani biz çok şanslıymışız:) Ama bizim, diğer gasteler (!) yayınladıktan sonra röportajı vermemiz lazımmış, öyle bir medya planlaması yapılmış, yoksa röportajı veremezlermiş!” Niye ki? Biz sizin basın sözcünüz müyüz? Ortak mı çalışıyoruz? Biz gazeteciyiz, haberciyiz. Haber geldiği gibi basarız. Vermeyin o zaman! Örnekleri çoğaltabiliriz.Herkes kendini top model sanıyorPeki niye böyle oldu? Neden toplumsal bir ego patlaması sorunu ortaya çıktı?Bunun en önemli kaynağı bana göre sosyal medya. Twitter, Instagram, Facebook’u kapsayan sosyal medya... Öyle ki, bugünlerde sokaktaki herkes bir yıldız, ünlü ya da şöhret... Daha yeni tanıştığınız birinin size “Aaa beni nasıl tanımazsın, takipçi sayım 5 bin” demesi çok sık karşılaşılan bir diyalog.. Ortalık, gittiği her yerin, girdiği her sokağın, yediği her yemeğin, her köşe başının, her anının selfie’sini çekenlerle kaynıyor.Üstelik apps’ler sayesinde o kareler renklendiriliyor, inceltiliyor, güzelleştiriliyor, gençleştiriliyor, hatta makyajlı hale bile getiriliyor. “Yalan dünya”da her şey güzel, her şey ideal, her şey mükemmel.Bir süre sonra kişi, sanal dünyada yarattığı mükemmel imajına, ya da oynadığı karaktere o kadar kaptırıyor ki; kendisini gerçek dünya da öyle sanıyor. Egolarımız da işte tam bu noktada başlıyor.Toplumumuzdaki ego patlamasının bana göre bir ikinci nedeni daha var. O da siyasetin dili. Bu dil bu kavgacı, kutuplaştırıcı üslup, kamudan başlayıp, toplumun bünyesine nüfuz ediyor. Bunun Türkçe ifadesi kibir... Siyasiler kibirli üslup kullandıkça, onları kutsayan, kutuplara ayrılmış kitleler de benzer davranış modelini benimsiyor. Egolar çarpışıyor.Sokaktaki adama bir şey söylemeye gelmiyor. Eleştiri kabul görmüyor. Herkes anında cevap yapıştırmayı, karşısındakinin sözünü kesmeyi, ağzının payını vermeyi, ulu orta görüş belirtmeyi; varoluş amacı gibi görüyor. Egosunu tatmin ediyor.Mütevazı, alçakgönüllü, tevazu sahibi insanlar prim yapmazken; egosu yüksek kişiler baştacı yapılıyor. Senin önünde pozisyon alıyorlar, rol çalıyorlar. TV ekranları sabahtan akşama bu tür insanlarla dolu. Toplumumuz ise; bunu, tabii, olağan, mazur görülmesi gereken bir şeymiş gibi kabulleniyor.İşte bu yüzden bu hafta toplumuzdaki ego patlamasını uzmanlara sorduk. İnsanların şişik egolarıyla baş etmek durumunda kalan meslek sahipleriyle konuştuk ve bir haber hazırladık. İlginizi çekeceğini düşünüyoruz.
Ortadoğu'da lüks tüketime para harcayan genç Müslüman nüfusu çekebilmek için yıllardır çaba harcayan dünya moda devlerinden Dolce & Gabbana, son koleksiyonuyla çıtayı hayli yükseltti. Markanın bu özel koleksiyonu baştan aşağı dar kesim, işlemeli tesettürlü tasarımlardan oluşuyor ve Müslüman kadınlar hedefleniyor. Arap kadınının sokak kıyafeti olan Abaya'ya el atan İtalyan moda evi, içi ışıl ışıl elmaslarla süslü limon formlu mücevherler, şık ince siyah danteller, büyük, taşlı gözlükler ve çantalarıyla moda dünyasında heyecan yarattı.Ortadoğu 484 milyar $'lık pazarMüslümanların 2013 yılında giyim ve ayakkabıya 266 milyar dolar harcadığı ve bu harcamanın 2019 yılında 484 milyar dolara ulaşacağı düşünülürse, Dolce & Gabbana’nın attığı adım hiç de mantıksız değil. İtalyan devi bu cesur kararıyla, rakiplerinin, Müslüman coğrafyasını sadece "Eşarp modasından ibaret" sanan miyopluğuna da keskin şekilde son verdi.Asya modasından Arap'a dönüş2008-2010'larda benzer bir trend Asya'da da patlak vermiş, moda dünyası, Çin ve Japon lüks tüketimine cevap vermek için tasarımlarını Asyalı tüketicinin alışkanlıklarına ve tarzına uygun olarak şekillendirmişti. Hatırlarsınız o yıllarda minyatür, minimalist el çantaları ya da şık tasarım harikası 'cep' kılıfları akımı vardı. Hatta sevgili karım bile, Clutch çantalara sadece cep telefonu sığmasından şikayetçiydi. İşte bunlar hep modada Asya etkisiydi.Ünlü moda evleri Ramazan koleksiyonları çıkarıyorŞimdi ise "Modada Arap Rüzgarı" esiyor. Son yıllarda Valentino, DKNY, Oscar de la Renta, Tommy Hilfiger, Mango ve Monique Lhuillier bir defalığa mahsus tam da Ramazan ayında koleksiyonlar piyasa sürüyor. Hepsi de Müslüman giyim tarzına uygun. Ancak veriler, Müslüman giyim pazarının, öyle yılda bir Ramazan'da çıkan koleksiyonlarla doymadığını, lüks tüketimin tüm yıl hız kesmeden sürdüğünü gösteriyor.YENİ TRENDSETTER: SEYHA MOZAHArap dünyasında Müslüman genç kızların giyim tarzını etkileyen en önemli trend-setter olarak karşımıza Katar Emiri'nin ikinci karısı Seyha Mozah çıkıyor. Amerikan siyaset, haber ve yaşam kültürü dergisi Vanity Fair, onu dünyanın en şık kadını seçti. Ekonomi dergisi Forbes ise onu dünyanın en güçlü 100 kadını listesine aldı. Katar'da kılık kıyafette "tabuları yıkan kadın" olarak tanınan, tabii ki eleştiri de alan Mozah, Batılı moda evlerinin Müslümanlara yönelik koleksiyonlarının da ilham perisi. Mozah'ın 33 yıllık eşi Katar Emiri'nin Londra'nın en ünlü alışveriş mağazası Harrods'ın sahibi olduğunu da hatırlatayım.BATI'DA VİTRİNLERE GİRDİ BİLE...Bugünlerde New York'tan, Paris'e, Londra'ya birçok ünlü başkentte lüks alışveriş caddelerindeki dükkanların vitrinlerinde tesettür giyim tarzının başı açık örneklerini bulmak mümkün. Pardösüler bileklerde, ceketler ve uzun elbiselerse ahenkle salınıyor. Online alışveriş sitelerinde de incecik ipek pantolonla aynı renkte olan saydam tünikler yok satıyor. Derin yırtmaçlar yerini dar uzun elbiselere bırakırken, çoğunlukla beyaz, deve tüyü, haki ve siyah gibi sade renkler öne çıkıyor. Tabii ki yüksek topuklu ayakkabılarla kombinleniyor. Markaların 2016 yılı Sonbahar kreasyonları için podyumlara biraz daha dikkatli bakın. Siz de giysilerde tesettür etkisini fark edeceksiniz.KATAR EMİRİ’NİN EŞİ İLHAM KAYNAĞIKatar Emiri'nin 33 yıllık karısı Seyha Mozah, kılık kıyafetiyle hem eleştiriliyor hem de övgü alıyor. Tarzıyla sadece Müslüman kadınlara değil, Batılı moda evlerine de ilham veriyor.KARDASHİAN'IN YENİ STİLİKim Kardashian'ı bileklerine kadar kapalı elbisesiyle görenler "Başında Hermes türbanı olsa tam tesettürlü olacak" yorumunu yapmışlardı. Kim ve eşi Kanye West, Paris Moda Haftası'nda Abaya tarzı kıyafetleriyle ilgi odağı olmuşlardı.
Giriştiği büyük operasyonlarla dünyayı şaşırtmayı seven Çin’in akıllı telefon üreticisi TCL, gelişmekte olan piyasalardan pay almak için kolları sıvadı. Alcatel, Türkiye’de vites büyütüyor.Çin’in en büyük teknoloji firmalarından TCL, yurtdışında herkesi şaşırtan birleşme ve satın almalarıyla ünlü... Ürettiği klima, çamaşır makinesi, buzdolabı ve küçük ev aletleriyle pazarın liderlerinden olan TCL, ilk kez 2004’te, dünyanın ilk 500 firması arasındaki Fransız elektronik devi Thomson’u 230 milyon euro’ya satın almasıyla adından söz ettirmiş, bir anda manşetlere taşınmıştı. TCL için, “Piton yılanı, fili yuttu” yorumları yapılıyordu. Çünkü Thomson’ın televizyon üretimi o yıllarda TCL’nin çok çok üzerindeydi. Şu ansa TCL, televizyon üretiminde dünya 3’üncüsü.Efsane Alcatel’i Çinliler satın aldıAncak daha imzalar kurumadan, 6 ay sonra, aynı Çinliler, bu kez de Fransızlar’ın efsane telefon şirketi Alcatel’in mobil bölümü Onetouche’ı bünyesine katarak bir kez daha olay oldular. Sonrasında Alcatel’in Paris’teki tüm AR-GE Bölümü‘nü aynen muhafaza edip, Fransızlar’ın oluşturduğu yaratıcı beyin takımını olduğu gibi Şangay’a taşıyarak globalde zirveyi hedeflediklerini çok net belli ettiler. O yüzden, çeşitli ülkelere yayılmış 21 üretim tesisi ve 75 bin çalışanı bulanan TCL’nin, yılda 130 milyon telefon üretim kapasiteli Çin’deki fabrikasını ziyaret edeceğimi öğrendiğimde yeni sürprizlere kendimi hazırladım.TCL, satışlarının yüzde 86’sını Çin dışındaki ülkelere yapıyor.Türkiye artan genç nüfusuyla parlıyorSamsung, Apple, Huawei, ZTE gibi devlerin ardından akıllı cep telefonu satışlarında dünya 5’incisi olduklarını söyleyen Alain Lejeune, Çin pazarında TCL, Çin dışındaki pazarlarda ise Alcatel Onetouch markasıyla “çoklu kanal” stratejisi izlediklerini kaydediyor. Artık neredeyse doyma noktasına ulaşan Çin’den gözünü önce Rusya’ya; şimdi ise Hindistan, Brezilya gibi gelişmekte olan piyasalara çeviren TCL, satışların yüzde 86’sını Çin dışındaki ülkelere yapıyor. Türkiye ise artan genç nüfusuyla, onlar için mükemmel bir fırsat. Çünkü TCL-Alcatel telefonlarının yüzde 77’si zaten 35 yaş altındaki gençler tarafından kullanıyor.Lejeune çıtayı yükseğe koymaktan çekinmiyor ve “TCL-Alcatel olarak gelişmekte olan ülke pazarlarında birinciliği hedeflediğini” belirtiyor. Bu yıl özellikle Türkiye’de Alcatel Onetouch serisi ile vites büyüttüklerini ifade ederken “Rus pazarına girdik, kısa sürede 1 numara olduk. Neden Türkiye’de de olmayalım?” diyerek rakiplerine meydan okuyor.Şenzen (Shenzhen) kentindeki TCL merkez binasındayız. Karşımda Fransız bir CEO oturuyor. Alçak ses tonuyla, tane tane konuşuyor, samimi, bilgili, güven veren bir tarzı var. Kendisi yıllık 16 milyar doları aşan cirosuyla dünyanın 25’inci elektronik eşya üretici firması TCL’nin, Global Mobil Cihazlar Bölümü‘nün başı... TCL’nin Başkan Yardımcısı Alain Lejeune’den bahsediyorum.Operatörlerin önemli tedarikçisiVodafone, Orange, Telefonica, T-Mobile, AT&T gibi dünyanın önde gelen mobil operatörlerinin kendi markaları ile piyasaya sunduğu akıllı telefonlarda TCL imzasını görmek mümkün. Yaklaşık 150 ülkede TCL’in ürettiği akıllı telefonlar, farklı markalarca satışa sunuluyor. Örneğin TCL’in Vodafone için ürettiği cihazlar arasında ülkemizde Vodafone Smart serisi de yer alıyor. Akıllı telefonların global satışlarına bakıldığında TCL, Rusya’da pazar lideri, Güney Amerika’da ikinci, Avrupa’da ise dördündü sırada.Idol 3, şirketin prestij markasıAlcatel Onetouch Türkiye Ülke Müdürü Neşe Ünsal ise son 5 yıldır Türkiye pazarında faaliyet gösterdiklerini belirterek “Vodafone markasıyla birçok telefon ve tabletin üretimini gerçekleştirdiklerinin” altını çiziyor. Ünsal “Tabii bu üretimleri TCL markasıyla yaptığımız için Alcatel Onetouch ismi çok fazla duyulmadı. Tüm kanallarda satışa çıkan Idol 3 modelimiz bu yüzden çok önemli” diye de ekliyor. Gelir seviyesi artan orta sınıfı hedef kitle olarak belirleyen TCL-Alcatel, akıllı saatler ve tabletleri ile de oldukça iddialı.Huizhou kentinde yeni kurulan ve yıllık 130 milyon mobil cihaz üretme kapasitesine sahip 3 katlı TCL fabrikasında, 7 bin 500 kişi çalışıyor.
Haftasonu kalabalık, gürültü ve kaostan uzak ama eğlenceye de düşkün, yakın bir seyahat rotası arıyorsanız; Orta ve Güneydoğu Avrupa'nın en önemli turizm merkezi Belgrad tam size göre.Vize derdi yok, 1 saat 20 dakikalık uçuşSırbistan'ın başkenti Belgrad vizesiz seyahat etmek isteyen Türkler için Avrupa'nın en cazip destinasyonlarından. THY'nin her gün sabah-akşam Atatürk Havalimanı'ndan iki seferi var. Ayrıca Pegasus ve Air Serbia Havayolları da Sabiha Gökçen'den haftaiçi her gün seferler yapıyor. Biletler kişi başı gidiş-dönüş gün ve saatine göre 125-200 Euro arasında. Yolculuksa İstanbul-Bodrum seferinden farksız, 1 saat 20 dakika sürüyor. Nikola Tesla Havaalanı'na indiğinizde, şehir merkezine gitmeniz 15 dakika. Trafik yok; taksiye 20-25 euro ödüyorsunuz. İsteyenler A1 shuttle'a da binebilir, 2 euro'ya havaalanından ekspres otobüsle şehre gidiş 20 dakika.Ambar restoran, ünlülerin yanı sıra, Sırp Kraliyet Ailesi’nin de tercih ettiği bir mekan.Yemekler hem leziz, hem hesaplıAlmanya'da gece 09.00 dedin mi, hayat biter. Belgrad'da ise 7/24 eğlence var. Tuna Nehri kıyısını birbirinden şık gece kulüpleri ve kafanalar (Sırp müziği çalan tavernalar) süslüyor. Baştan söyleyeyim; Sırbistan henüz GDO'lu ürünlerle tanışmadığından (daha doğrusu yasak olduğundan), domatesinden yumurtasına, etinden tavuğuna her şey çok lezzetli. Burada, sadece Sırp mutfağı değil, Türk, Macar, Avusturya mutfaklarının da en iyi örneklerini bulabilirsiniz. Sırbistan'ın para birimi Dinar'ı 100'e böldüğünüzde, aşağı yukarı euro'ya yakın bir rakama çevirebiliyorsunuz. Örneğin 3 bin Dinar'lık bir hesabın karşılığı 24 euro. Aylık ücretlerin ortalama 550 euro olduğu ülkede, İstanbul'daki kadar lüks bir restoranda yemek yiyip, yüzde 35-40 daha ucuzunu ödüyorsunuz diyebilirim. Eski liman bölgesi Betonhala’daki Ambar Restaurant'ta Balkan mutfağının en iyi yemeklerini bulabilirsiniz. Özellikle tavuklu yemekleri, sadece Türkiye’de değil, Avrupa’nın herhangi bir yerinde yiyemeyeceğiniz kadar lezzetli. Geleneksel yemeklerin modernize edilerek sunulduğu mekan, şarap mönüsü ile Fransa ve California ile rekabet edebilecek düzeyde... Ambar’ı diğer restoranlardan ayıran en önemli özelliği ise kaliteli servisi. Bu yönüyle de başta Tripadvisor olmak üzere sektörün birçok referans sitesinden tam not almış. Kumar cennetine Türkler akın ediyorVIP listesinde en az 125 Türk varBelgrad; son dört yıldır Kuzey Kıbrıs'a gidenler için ciddi bir alternatif oldu. Tuna'nın bir kolu olan Sava'nın kıyısına kurulu Grand Casino, ülkenin en iyi eğlence kompleksi. İçerisi Türk misafirlerle dolup taşıyor. Grand Casino'nun içindeki dört restoran da ayrı ayrı Belgrad'ın en gözde mekanlarından. Girişteki Chameleon restoran Fransız-İtalyan mutfağı. Carpaccio ve fırında sığır eti, fırında tavuğu denemelisiniz. Bir üst kattaki Carneval restoranı ise steak house türünde bir mekan. Tüm dünya etlerinin ızgara olarak hazırlanıp sunulduğu bir yer. Ayrıca Diva Bar, Las Vegas tarzında şovları ve canlı konserlerle de Belgrad gece hayatına farklı renkler katıyor. Konuştuğumuz Grand Casino'nun Pazarlama Müdürü Miloş Smic sıcak kanlı biri. "Türkler kompeksimize gelen yabancı müşterilerde ilk sırayı alıyor. İlerleyen aylarda burada Türk mutfağı konseptli bir Türk gecesi düzenlemek istiyoruz. Türkiye'den ünlü şef ve sanatçılarla temasa geçme arzusundayız" diyor. VIP müşteri listesini sorduğumuzda Miloş, "25'ten fazla tek seferde 25 bin euro'nun üzerinde oynayan Türk müşterimiz var. İsmi bizde saklı 100'ün üzerinde Türk de 8 bin-10 bin euro arasında oynuyor" diye konuşuyor. Miloş, gelen Türk müşterilere destek amacıyla Türkçe bilen personeli de mekanın bünyesine katmış.Grand Casino, yeme içmeden, oyun ve şovlarına kadar kapsamlı bir eğlence konsepti anlayışıyla misafirlere hizmet veriyor. Tarihi yerlere en yakın, şık rahat bir otel Hyatt RegencyGelelim konaklamaya... Kent merkezindeki yıkık dökük eski otellere astronomik ücretler vermek istemiyorsanız, fiyat kalite kıyaslaması açısından en iyi tercih 5 yıldızlı Hyatt Otel olacaktır. Hyatt Otel; Belgrad'ın en eski uluslararası otellerinden biri. Otelin odaları tamamen İtalyan mimarlarca yenilenmiş. Bina eskiden havayolu için ofis binası olarak tasarlandığından zaten son derece geniş ve ferah olan standart odaların dışında ayrıca "devasa" aile odaları, executive suitler, diplomat suitleri ile de insanı hayrete düşürüyor. Kongre, seminer ve iş toplantıları için gelen işadamları için burası en doğru adres. Sunduğu spa, gym, masaj, kapalı yüzme havuzu gibi imkanlar da son derece temiz, ucuz, kaliteli. Otel, şehrin gezilmesi gereken kültürel noktalarına, eğlence mekanlarına 10-15 dakikalık mesafede. Şehrin en büyük alışveriş merkezi Usce'nin yanıbaşında. Hyatt Otel, Belgrad'a gelen Türkler'in genelde ilk tercihi olduğundan yöneticileri de Türk misafirlere özel bir ilgi gösteriyor. Otel'in Genel Müdürü Jacques Moland, aynı zamanda İstanbul da dahil Balkanlar'dan sorumlu kişi. Eşi Türk, haftanın üç gününü İstanbul'da geçiriyor. Otelin Satış ve Pazarlama Müdür Vojka Gliseviç ise, son derece sevecen, güleryüzlü ve başarılı bir iş kadını. Misafirleriyle tek tek ilgilenip ihtiyaçlarına anında cevap veren kibar bir yönetici. Turistlerin ihtiyaçlarına göre çözüm üreten şirket kurmuşSeyahatimizi renklendiren, güleryüzünü hiç eksik etmeyen Monja Uzunoviç, Belgrade Concierge Service'in de sahibi. Gelen misafirlerin ihtiyaçlarına göre otel, apartman seçeneği ve ulaşım konusunda her bütçeye göre çözümler üretiyor. Kendisi Türkiye hayranı... İstanbul'u ve Türkler'in damak zevkini, yaşam tarzını çok iyi bildiği için, gelen her misafirin zevkine hitap edecek farklı programlar yapmayı da çok iyi başarıyor. Monja, çocuklu aileler için de, bakıcı, sanatsal etkinlikler, hayvanat bahçesi ziyaretleri gibi aktiviteler düzenleyip önerebiliyor.Hyatt Regency Otel, fiyat kalite kıyaslaması açısından şehirdeki en iyi seçeneklerden biri. Otel’in mutfağı da Türk damak tadına uygun.
Bosch, Canon, Epson, Beko, Vestel, Siemens, Hitachi, Olympus, Panasonic, Philips, Samburg, Sony, Toshiba gibi dünya devlerinin yarıştığı IFA’ya Avrupa’nın bir numaralı beyaz eşya şirketi olan BSH’nin (Bosch Siemens Hausgerate) davetlisi olarak katıldım.Kuruluşundan bu yana ülkemize yaptığı 1 milyar euro’luk yatırımla Türkiye’nin yabancı yatırımlı en büyük beyaz eşya şirketi konumunda olan BSH Türkiye, Çerkezköy’deki tesislerinde 6 bin 500 çalışanı ve 250 Türk mühendisi tamamen Türk yapımı buzdolabı, fırın, çamaşır ve bulaşık makinaları üretiyor. Ve bunları yurtiçinde sayıları 3 bini aşan güçlü bayii kanalıyla dağıtıyor. BSH Türkiye’nin sorumluluğunda sadece burası değil, Ortadoğu, Orta Asya, Afrika, Beyaz Rusya, Rusya ve Ukrayna’yı da içine alan tam 87 ülke bulunuyor. Kısacası Çengelköy, yılda 4.6 milyon birimlik üretimiyle Bosch-Siemens Grubu’nun dünya çapındaki en büyük beyaz eşya üretim merkezi konumunda..Gelelim mutfak ev aletleri konusunda Bosch Grubu’nun hayatımıza neler katacağına... Söylediğim gibi IFA’da görücüye çıkan ürünlerin odak noktası hayatı eğlenceli hale getirmeleri, hobilere, life-style trendlere hitap ederek, friendly-user (kolay kullanım) olmaları. Bosch yeni ürünlerinde artık dönemde “akıllı mutfak” kavramını hayal olmaktan çıkarıyor ve geleceğin bu yönde şekillenmesi için uygulamada kararlı adımlar atıyor. BSH’nin Türkiye CEO’su Norbert Klein (kendisi bir Türk ile evli ve çok iyi Türkçe biliyor) gelecekte, tüm ev aletlerinin tam anlamıyla tek bir tuşla kontrol edilebilmesine olanak sağlayan Home Connect’i basın mensuplarına tanıttı. Sistem özetle akıllı telefon ya da tablet üzerinden ev aletlerinin kontrolüne olanak sağlıyor. Klein, bu yıl sonundan itibaren ilk “akıllı’’ çamaşır ve bulaşık makinelerinin piyasada olacağını hemen ardından kurutucu ve derin dondurucuların bu şekilde üretileceğini belirtti. Gelecek yılsa tam otomatik kahve makinesi portföye ilave edilecek. 2015 yılı sonuna kadar “akıllı sisteme” Almanya, Fransa, Avusturya, Hollanda, Çin mutfakları geçmiş olacak. BSH 30 ülkede tüketici bu yeni akıllı sistem ürünlerle buluşturmayı hedefliyor. Sistemin biz, tüketicilere getireceği yeniliklere ise gelin Klein’in kendi ağzından dinleyelim:BSH Ev aletleri İcra Kurulu Başkanı Norbert Klein, (solda) Müge Klein ile evli ve iki çocuk sahibi, Türkiye’de yaşıyor. BSH ev Aletleri Satış ve Pazarlamadan Sorumlu İcra Kurulu üyesi Ronald Grünberg ise, önce Robert Kolej, ardından Lozan Hukuk Fakültesi Mezunu. Babası Leon Grunberg’ten aldığı bayrağı yorulmadan taşıyor.Tek bir apps ile tüm elektronik eşyalar kontrol edilecekBeyaz eşya dijitalleşiyor. Dijitalleşmeden kaçmamız mümkün değil. Bu yılın konusu Home Connect. Bosch, rekabet ettiği diğer firmaların aksine “kapalı“ değil “açık” bir ağ sistemi geliştirdi. Cep’inize ya da tablet’inize bir apps (uygulama) yükleyip evdeki her şeye bağlanabiliyorsunuz. Bosch’un sistemi diğer firmalarınki gibi sadece kendi ürünlerine bağlanan bir yazılım değil, evdeki farklı markalı klima olsun, mutfak robotu olsun, her cihaza bağlanmayı mümkün kılan bir yazılım sistemi. Yeter ki diğer firmalar da cihazlarına bu apps üzerinden bağlanmaya izin versin. Böylece her marka için ayrı bir cihaz kullanmayı ortadan kaldırıyoruz. Ayrıca üretici, bu şekilde tüketicinin her aktivitisini, kişisel tüketim verilerini (tabii ki tüketiciden izin alınarak, izin verdiklerini) izleyip paylaşabiliyor. AB nezdinde bu “açık ağ“ aplikasyonunu yerleştirmek için bürokratik girişimlerimiz başladı.Yeni nesil dolaplar kameralarla donatıldıArtık markete girdiğinde “Dolapta süt var mıydı?” derdinden kurtulacaksın. Yeni nesil buzdolaplarına iki kamera yerleştirildi. Kameralar dolabın kapağı her açılıp kapandığında içerisinin fotoğrafını çekip, cep telefonuna yolluyor. Böylece dolapta ne var ne yok görebiliyorsun.Buzdolabından eksildikçe market görüp yollayacakSmart connect dönemi başladığında, satın aldığınız ürünleri yerleştirmeden barkodunu dolaba taratıyorsunuz (scan ediyorsunuz). Böylece buzdolabınız aldığınız gıdanın son kullanma tarihini size hatırlatıyor. Ayrıca dolabınızda ürünler tükendiğinde, bir alışveriş listesi oluşturabiliyor ya da sizin yerinize sanal marketten sipariş verebiliyor. Sürekli kullandığınız ürünler haftada bir evinize otomatik olarak gelebiliyor. Ayrıca tükettiğiniz her gıdanın kalorisini de yine akıllı buzdolabınızdan öğrenebiliyorsunuz.Çamaşır makinenizi internetten upgrade edinBosch çamaşır makinelerinde de bir devrime imza atıyor. Makinenizi sabah doldurup, işe gittikten sonra cep’ten yönetebileceksiniz. Yıkama sırasında bu apps yardımı ile makinenizin yıkama programını değiştirebilecek, renkli beyaz ayrımı yapabileceksiniz. Makineniz lekeleri inceleyerek en iyi yıkama programını sunacak. Bosch’un apps’i ile makinenizi de güncelleyeceksiniz. Örneğin makinenizin devrini 1000’den 1200 devire çıkarabileceksiniz. Bunun için Bosch’un mağazısından software satın alıp indirmeniz yeterli. Ya da kan lekesi temizleme programımı mı geldi. Yine online store’dan satın alıp güncelleyebileceksiniz.Tamir gereken parçayı cihaz servise bildirecekKlein: “Biz BSH olarak sistemin ve servisin iyi olmasını hedefliyoruz. Sistemden tüm farklı marka ev aletleri tek bir software (yazılım) üzerinden çalışabilmeli, ki biz bunun altyapısını hazırladık. İkincisi servis ağı. Cihazlar bozuldu mu, tüketiciye sorunu bildirmeli. Bizim cihazlarımız önce bu sorunu kendi gidermeye çalışıyor, sonra tüketiciyi bilgilendirerek, online olarak servisi arayıp rapor ediyor. Servis evinize geldiğinde direkt hangi parçayı yenileyeceğini biliyor. Rekabette fark yaratacaksak bunların üzerine gitmemiz gerekiyor.”Fırınlar ve ocaklar sizin tariflerinizi ezbere yapacakFırın ve ocaklarlarda da birçok yeniliğe imza atılıyor. Isıyı sabit tutan aparatlar, yemeklerin hangi sıcaklıkta iyi pişeceğini hesaplayarak o derecede sabitlenen ocaklar vs gibi. Ocaklar artık yemek tariflerini bilecek. Tabletinize yemek tarifleri gelecek, beğendiniz tarifin online alışverişini yapabilecek.
Tüm dünya; iklim değişikliğine yol açan sera gazı etkisini azaltmak için temiz enerji seçeneklerine yöneliyor. Nükleer santraller temiz bir enerji modeli ama güvenilirliği her zaman soru işaretleri taşıyor. Çünkü nükleer santralde çıkacak olası bir facia, insanlığın kuşaklar boyunca başa çıkmakta zorlanacağı sorunlarla yüzyüze bırakıyor.Felaket tellallığı yapmak değil bu!Çok uzağa Japonya'ya gitmeye gerek yok, gelin yakınımızdaki bir örneği ele alalım. Ukrayna'da 26 Nisan 1986 günü Çernobil nükleer santralinde yaşanan yangın, Avrupa ve Asya'yı da kapsayan 200 bin kilometre karelik alana ölümcül radyasyon bulutları yaydı. Buralardaki verimli araziler, toprak ve bitki örtüsü zehirlendi. Radyasyon Almanya'nın, İsveç'in içlerine kadar nüfuz etti, hayvanlara ve insanlara büyük zararlar verdi. O günleri yaşayanlar hatırlar, Türkiye'de de içtiğimiz çaylarda nasıl radyasyon çıktığını... Hatta 20 yıl sonra Karadeniz bölgesinde patlak veren gırtlak (tiroid) kanseri vakalarından ölümleri...Çernobil çevresindeki onlarca köy ve kasaba tamamen boşaltıldı. Bizzat bölgeyi ziyaret ettiğim için söylüyorum; 100 kilometre çaplı (İstanbul büyüklüğünde bir alandan bahsediyorum) dairesel bir alana o günden beri giriş çıkışlar hala yasak, bu bölgede insan yaşamıyor, hayalet kasabalarla dolu. 1997 yılında, faciadan 11 yıl sonra "Girilmez Bölgeye" girdiğimde, asfalttan çıkıp ayağınızı toprağa basmanıza, çiçek koklayıp toplamanıza bile müsaade edilmiyordu.Orman yangınları radyasyon saçıyorNiye mi anlatıyorum bunları? Çünkü üzerinden 29 yıl geçmesine rağmen, Çernobil hala büyük bir çevre felaketine yol açma riski taşıyor da ondan. Uluslararası bilim insanları ekibinin araştırmasına göre, özellikle Çernobil çevresindeki bu 100 km. çaplı yasak ormanlık alandaki toprağa sinen radyasyon bulutu, çıkan yangınlar nedeniyle yeniden atmosfere karışıyor. Bölgedeki sık ağaçlı bitki örtüsü, insan girmediğinden geçen onca yılda yüzde 50'lerden yüzde 70'lere çıktı ve 2002, 2008, 2010 yıllarında çıkan yangınlarda çok tehlikeli olan sezyum, strontiyum, plutonyum radyoaktif gazları yeniden havaya karıştı. ABD'li uzmanlar ufak çaplı yangınlarda bile topraktaki zehirli sezyum-137'nin yüzde 8'inin havaya karıştığını belirledi. İklim değişikliği nedeniyle son dönemde kuru ve sıcak yazlar geçiren Ukrayna'da çıkacak olası büyük bir orman yangının Avrupa'da yeni bir radyoaktif facia yaratmasından korkuluyor. Hele ki, Rusya tehdidi altında, bir iç savaşın yaşandığı, istikrarsız bir bölgeden bahsediyorsak.Yeni bir çelik kubbeyle kaplanıyorİkinci konu ise, Çernobil'de faciadan sonra üzeri kalın kurşunla mühürlenen santralin radyoaktif çekirdeğinin hala eriyip, yanıyor oluşu. Çatı, artık çökme tehlikesi yaşadığından şimdi uluslararası camia santralin üzerine paslanmaz çelikten bir kubbe inşa ediyor. 2017 yılında bitirilmesi planlanan kubbe 32 bin ton ağırlığında. İnşaatın 1.5 milyar dolarlık maliyetini ise başta ABD olmak üzere 30 ülke üstleniyor. Bu kubbe santralin üzerine geçirildikten sonra yanları da aynı şekilde çeliklerle mühürlenecek. Daha sonra on yıllarca sürecek olan radyoaktif çekirdeği temizleme işlemine geçilecek. Bu çelik konstrüksiyonun 100 yıl kadar dayanması bekleniyor.Bunları anlatmamın sebebi deniz kıyısı Akkuyu'ya yapılması düşünülen nükleer santralin, Allah korusun, olası bir kazada, sadece ekonomik yıkıma değil, gelecek nesillerimizi yok edecek bir faciaya da dönüşebilecek olması. Temiz ve ucuz enerjiyi kim istemez, nükleer karşıtı biri de değilim, ama riskleri de düşünüldüğünde, her anne baba ya da sade bir vatandaş gibi tüm seçeneklerin kamuoyu önünde iyice düşünülüp tartışıldığından emin olmak isterim.