İstanbul’un orta yerinde, gazetedeyim. Yoldan geçen bir seçim otobüsünün gürültüsüyle irkiliyorum. Bir partinin bangır bangır seçim şarkısı kulağımı tırmalıyor. 30-40 yıl öncesine ait, ideolojik şarkılardan demode bir ezgi...
Tam da o sırada ABD Başkanı Barack Obama’nın art arda iki seçim kazanmasını, sosyal medyayı kullanmasına borçlu olduğunu anlatan bir makale okuyorum. “Başkan Kennedy televizyonun gücünü anlayan ilk liderdi, Başkan Obama ise sosyal medyanın...” diyor makale. “Acaba” diyorum, siyaseti dizayn edenler gençleri ne zaman yakalayabilecek? Sosyal medyanın bu kadar yoğun olduğu Türkiye’de, neden bu mecraları aktif kullanmıyorlar? Ya da bu çağda yasakçı zihniyetin geri tepeceğini hiç mi hesap etmiyorlar?
Sosyal medyadan seçimi kazandı
İtalya’da geçen yılki genel seçimlerden çarpıcı bir örnek geliyor aklıma. Sandıktan yüzde 25 oyla çıkan, ama kampanyasına tek kuruş harcamayan (zaten yok ki) Cenovalı komedyen Beppe Grillo’nun başarısı... Ülkede yozlaşmış siyasete karşı tepki olarak ortaya çıkan Grillo, ulusal medyada asla yer bulamamış, tamamen sosyal medyada örgütlenebilmiş, kampanyasını ancak buradan yürütebilmişti. Sonuçta seçimde üçüncü parti olarak parlamentoya 110 milletvekili soktu.
Türkiye; sosyal medya kullanımında Brezilya, Rusya, Endonezya, Hindistan ve İngiltere’nin önünde, Amerika’nın ardından ikinci sırada. Twitter’da dünya birincisiyiz. 75 milyonun en az 36 milyonu internet kullanıcısı. Her 10 Türk gencinden 9’u sosyal ağda... İnternetteki zamanımızın yüzde 69’unu sosyal medyada harcıyoruz. Facebook, Twitter, YouTube, Instagram popülerlikte tavan yapmış, akıllı cep telefonu satışları her yıl rekorlar kırıyor ve kalkıp internete sansür getirmeye çalışıyoruz.
Mass media out, sosyal medya in
Televizyonlarda seçim kampanyası yapmak artık demode bir yaklaşım. Niye mi? Çünkü seçmen, “mass media” dediğimiz kitle iletişim cihazlarından propaganda dinlemeyi, izlemeyi, okumayı samimi ve güvenilir bulmuyor. “Taraflı” diyor.
Sosyal medyayı ise diğerlerinin aksine özgün içerikli, hakiki, samimi görüyor. Üstelik kendi kontrolünde...
Biraz daha açayım.
Başkan Obama, 2008 kampanyasında TV’lere reklam vermek yerine YouTube’un avantajını kullandı. Çünkü internet kullanıcıları, sevdikleri bir televizyon şovunun orta yerinde kesilmesi yerine Obama’nın vaatlerini, bizzat download ederek ya da güvendikleri bir arkadaşının kendilerine video linkini atmasıyla izlediler.
Sonuçta Obama’nın kampanya videoları internette 14.5 milyon saat izlendi. Obama bunun için tek kuruş harcamadı, halbuki TV’ye aynı süre reklam verse 47 milyon dolar verecekti. 2008’deki Obama’nın kampanyasını internetten izleyen kişi sayısı 6.7 milyondu, ki o zaman daha ne iPhone vardı ne de Twitter. 2012’deki ikinci kampanyasında ise Başkan’ın 1000 farklı videosu YouTube’a düştü, tüm dünya ile paylaşıldı. 50 milyon kez izlendi, 20 milyon saat bedava reklam yaptı.
Yüzde 66’sı siyaseten aktif kullanıcılar
Dünyaca ünlü araştırma kurumu PEW’un anketlerine göre sosyal medya kullanıcılarının yüzde 66’sı online, politik olarak aktif. Ve yine araştırmalara göre sosyal medyada siyaseten aktif gençler internetle hiç alakası olmayan sade bir vatandaşa göre oyuna iki kat fazla sahip çıkıyor.
“Sosyal medya seçim arenasına yeni ne getirdi” derseniz, şunu söyleyebilirim: Yepyeni bir siyasi diyalog getirdi. Siyasetin söylem gücünü, etkisini, mesajlarını televizyon gibi kitle iletişim araçlarının elinden alarak, halkın birbiriyle tartıştığı platforma çekti.
İnsanın fikirleri ya da fikir değişiklikleri; radyo, televizyon, reklam panolarından yapılan direkt söylemlerden değil; düşünce önderleri (opinion leaders) dediğimiz kesimle arasındaki birebir iletişimden/etkileşimle oluşuyor.
Eş, dost, ahbabın fikri hepsinden etkili
Diğer bir deyişle, anne, baba, arkadaş, meslektaş gibi “fikir önderleri” siyasi görüşümüzü şekillendiriyor, değiştiriyor. Çok da doğru... Her pazarlamacı bilir ki, tanıdığın güvendiğin bir insanın yüz yüze yapacağı reklam, en güçlü reklamdır.
Sosyal medya da bu şekilde güven temelli ilişkiler inşa ediyor. Üstelik fikir inşası bu kadarla da kalmıyor, havuzun ortasına düşen taş misali, düşünceler ve bilgiler, dalga dalga sosyal ağ üzerinden başkalarına da ulaşıyor.
Ve öyle oturduğu yerden pasif tüketim de yapmıyor kimse. Her aşamada gelen fikre yeni fikirler ekleniyor, tartışmalar çıkıyor, herkes bir düşünce önderi gibi yorumlar yapıyor ve arkadaşına pass ediyor.
2012’deki ABD başkanlık seçimlerinde, sosyal medya kullanıcılarının yüzde 30’u aile, arkadaş çevresinden etkilenerek oy kullandıklarını; yüzde 20’si başkalarını kendi görüşüyle etkilediğini, yüzde 22’si ise kime oy verdiğini sosyal platformda açıkladığını söylemiş.
Çok tweet değil, retweet önemli
Bizde ise siyaset adamlarının olayı ne kadar kavradıklarından hala şüpheliyim. Sosyal medyada etkili olmayı propaganda yapmayı; taraftar grupları toplayıp, sayıca çoğunluk oluşturarak “hadi arkadaşlar nidasıyla” mesaj bombardımanı yapmak sanıyorlar.
Oysa sosyal medyanın gücü mesajların, tweetlerin sayısından değil; ne kadarının “retweet” ya da “like” edilmesinden kaynaklanıyor.
Sosyal medyanın ön ayak olduğu Wall Street işgali, Arap Baharı, Gezi olayları; insanların birey olarak gücünü görmesini, toplumda fark yaratabileceğini anlamasını ve kolektif ruhla siyaseti değiştirebildiklerini gösterdi. İnternet özgürlüklerin kısıtlanması, buradaki her yaş ve görüşten seçmen kitlesini karşıya almaktan başka bir işe yaramayacak.
Sosyal medyaya karşı nasıl seçim kazanılır!
Haberin Devamı