Bir pazar sabahı evde annemle baş başa, kahvaltıdayız. Radyoda Bulutsuz Özlemi’nin şarkısı kulağıma çalınıyor;
Sözlerimi geri alamam
Yazdığımı yeniden yazamam
Çaldığımı baştan çalamam
Bir daha geri dönemem
-Bak, diyor annem sakince, çayından bir yudum alarak, “Sana bir şey anlatacağım inanamayacaksın! Beş ay önce teyzenle hafta sonu Yunanistan’a Dedeağaç’a geçmiştik ya, yiyip içip eğlenmiştik. Yunan lokantalarından birinde para üzeri olarak 5 euro getirmişler. Ben de bakmadan cebe atmışım. Türkiye’ye dönünce bir de ne göreyim paranın kenarı yırtık. Ne döviz büfeleri, ne bankalar nereye götürürsem götüreyim bir türlü tek köşesi kopmuş banknotu almayı kabul etti. Parayı rulo yapıp evde büfenin üzerindeki kasenin içine bırakmıştım. Belki günlerce, yattığım yerden kafamı meşgul etti o yırtık euro. Ara ara gözüme çarptıkça hayıflandım, canımı sıktı. Sonra geçenlerde evi temizlerken dikkatimi çekti. Aldım kaseden atmak için. Bir de ne göreyim! Banknotun hiç bir köşesi yırtık değil. Gözlerime inanamadım, dikkatlice bir daha baktım yok, yırtık artık gitmiş. Şimdi ben bunamadığıma göre, bu para nasıl düzeldi, anlatır mısın?
Tek kaşımı kaldırıp anneme tebessümle “Yırtık tamamlanamayacağına göre belki de sen bunuyorsundur” dedim ve kahkahayı patlattık. Ama her ikimiz de annemin akıl çarklarının zehir gibi işlediğini gayet iyi biliyorduk.
Annemin bu metafiziksel deneyimi, bana kuantumun en gizemli deneylerinden birini hatırlattı. Nedir bu? 1900’lerin başında Einstein, Bohr, Planc, Bohm gibi fizikçileri hayrete düşüren ışık deneyini... Şöyle ki; ışığı oluşturan atomlar, ki biz bunlara foton diyoruz, normalde dalgalar halinde yayılıyor. Deniz dalgası, radyo dalgası, ses dalgası gibi havada daireler çizerek ilerliyor. Ancak biz bu dalgaları ne zaman gözlemlemeye, ölçmeye kalkışsak, ışık bir anda dalga halinden, parçacık haline (mermi gibi tane tane) dönüşüveriyor. Sanki ışık gözlenip gözlemlenmediğini biliyor. Sadece ışık değil evrendeki tüm elektronlar, atomlar, moleküller de aynı şekilde davranıyor.
Galakside binlerce yıl uzaklıktan çıka gelen ışınlar o kadar yıl dalga halinde yol alırken, tam bize ulaşmak üzereyken gözlemlediğimizde, ışık dalgaları bir anda parçacık şekline dönüşüyor. Üstelik sıkı durun; binlerce yıl gerideki kaynağından da düzeltme yaparak. Yani biz gözlemeye başlayınca kaynağından çıkış biçimleri şıp diye dalgadan parçacığa değişiveriyor. Özetle geçmişi değiştirebiliyorlar.
Lafı şuraya getirmek istiyorum. Vücudumuz da, beynimiz de titreşen atom ve moleküllerden oluşuyor. Evrenin bir parçasıyız. Kuantum deneyleri bize, şu an yaptıklarımızın sadece geleceği değil geçmişi de değiştirdiğini; geçmiş değişince geleceğimizin de otomatik olarak değişebildiğini gösteriyor. Çok ilginç ama, aynı maddeyi oluşturan iki atomu (ikiz atom) , birbirinden yüz binlerce kilometre ayrık olacak şekilde konumlandırsanız bile, birinde meydana gelen değişiklik anında diğerinde de beliriyor. Uzay ve zamanın henüz anlayamadığımız gizemli bir haberleşme ağı (network) var.
Hani şu kimi zaman dalga geçtiğimiz “Evrene mesaj yolluyorum” geyiği var ya! O hiç de yanlış değil. Belki de geçmişte yaşadığımız kötü hadiseleri, yaptığımız tercihleri, hataları düşünüp, kimi geceler yastığa başımızı koyarken “Onları öyle yapmasaydım da böyle yapsaydım, şimdi şöyle bir hayatım olurdu” diye kurgulasak, belki de geleceğimiz değişecek, kim bilir? Her zaman kötümser olursak, geleceğimizi de karartıveriyoruz.
Evirip çevirip elimdeki 5 euro’ya dikkatle bakıyorum. Köşeleri gayet yerinde. Üzerini klasik döneme ait kemerli Roma kapıları, köprüleri süslüyor. Gözüm geometrik şekillere dalıp gidiyor. Bir an kapılar kıpırdar gibi oluyor, çizgiler dalgalanıyor, ürperiyorum. Kemerli kapılarda sanki bir boyut açılıyor, gizli bir güç arkamdan iteliyor. Alice’in Harikalar Diyarı’na düşüşü gibi, hayattan birkaç saniyeliğine kopuyorum, kulağımda aynı nakarat;
Akıyorsa göz yaşım kurumasın
Coşup seven gönlümse durmasın
Dost bildik anılarım çağırmasın
Bir daha geri dönemem