Seçim ittifakları başka bahara...

13 Şubat 2007

Gün geçtikçe biraz daha netleşiyor ki cumhurbaşkanlığı seçimi artık adeta AKP’nin kendi meselesi haline gelmiş durumda. Muhalefetin hedefi artık seçim. Meclis içindeki muhalefet de Meclis dışındaki partiler de cumhurbaşkanlığı seçiminde AKP, daha doğrusu Başbakan Tayyip Erdoğan ne derse onun olacağını görüyorlar.Cılız da olsa bazı uzlaşma çağrıları yapılıyor ama bunun olmayacağı çok belli. Uzlaşma AKP’nin içinde aranacak, AKP’de olacak.O nedenle de muhalefet artık seçim hedefine kilitlenmiş durumda. CHP seçimlerde izlenecek stratejiyi belirliyor. Klasik devletçi sol söylemden çıkıp, daha liberal bir çizgide eğitim, sağlık, sosyal güvenlik, makroekonomik çerçeve ve yeni sanayileşme stratejisine ilişkin program çalışmaları yapıyor CHP.Bu arada tabii ki “solda birlik, seçim işbirliği ve ittifak” tartışmaları da yapılıyor ama görünen o ki, CHP bu tartışmalara, bu yöndeki önerilere kapalı. Baykal diyor ki: “Güçlü olanın çatısı altında çalışalım, güçleri orada birleştirelim. Seçim yaklaştığında solda hangi partinin önde gittiği anlaşılır. Ben söz veriyorum gücümü önde giden partiye destek için harcayacağım. Partimin de oraya yönelmesi için elimden geleni yapacağım.” Önde giden ve gideceği anlaşılan partinin hangisi olduğu belli aslında. Baykal da CHP dışındaki diğer sol parti ve oluşumların barajı geçme ihtimali dahi bulunmadığını gördüğü için bunu söylüyor. “Siz önde olsaydınız, ben CHP’yi bırakır size desteklerdim, CHP’li seçmenin de önde olan partiye oy vermesini sağlardım. Şimdi siz de aynısını yapın. Bırakın partilerinizi, CHP’de kenetlenin...” demeye getiriyor. Tabii ki önümüzdeki birkaç ay neyi gösterecek, bunu şimdiden kestirmek güç. Ancak bugünkü ortamda diğer sol partilerin yönetim kadrolarının bu çağrıya olumlu yanıt vermeleri zayıf ihtimal. Ama seçmen tabanında farklı gelişmeler olabilir...Özetle solda partilerarası ittifak, işbirliği ihtimali zayıf. Yelpazenin sağında da çok güçlü bir işbirliği ihtimali gözükmüyor. BBP, GP ve SP gibi küçük partiler arasındaki arayışlar bir yana, en azından DYP’nin bu tür çağrılara kulağı kapalı. Mehmet Ağar da Deniz Baykal’dan farklı düşünmüyor.Dün CNN Türk’teki “Parametre” programında konuğumuz olan Ağar, bu konuda tepede yapılacak çatı birleşmelerinin hiçbir işe yaramayacağını söyledi. Ağar’a göre de merkez sağdaki dağınıklığı tepede DYP - ANAP birleşmesi veya seçim işbirliği değil, tabanda seçmen giderecek. O da baraj endişesi taşımıyor. Barajı rahat aşacağını, DYP’nin geçen seçimlerde kaybettiği kırsal kesim oylarını bu sefer büyük ölçüde yeniden bünyesinde toplayacağını, hatta büyük şehirlerde de ciddi oy patlaması gerçekleştirebileceğini umuyor. İttifak söylentilerini, ittifak arayışlarını AKP’ye “yenilemeyecek bir güç” imajı verdiği için doğru bulmadığını, oysa DYP’nin tek başına da AKP’yi devirebileceğini iddia ediyor. AKP’de ise seçime dönük olarak hiçbir endişe yok. Tek başına iktidarı garanti görüyor AKP kurmayları. Geçen dönem içinde bir miktar iktidar aşınması olsa da cumhurbaşkanlığı seçiminin de verdiği rüzgarla bu aşınmanın telafi edilebileceğini öngörüyor AKP’liler....

Devamını Oku

Tartışmanın gerisinde hangi fotoğraf var?

12 Şubat 2007

Cumhurbaşkanlığı tartışmalarının gerisinde ne yatıyor? Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı olmasına niye itiraz ediliyor?CHP niye karşı? Gerçekten, sadece Erdoğan’ın İstanbul Belediye Başkanlığı döneminde ortaya atılan bazı iddialar konusunda yargı önüne çıkıp aklanmamış olmasına mı itiraz ediyor CHP?Ya da iş dünyasının önde gelen isimleri, TÜSİAD, “Erdoğan çok iyi başbakanlık yapıyor, yaşı da genç. Onun için beş yıl daha başbakanlık görevini sürdürsün” diye düşündüğü için mi “aday olma” önerisi getiriyor.Aslında gerçek neden bu değil. Ama gerçek nedeni kimse açık açık dillendirmiyor. CHP siyasi kaygılarla dillendirmiyor, iş dünyası ve diğer sivil toplum kuruluşları başka gerekçelerle.Nedir asıl gerekçe?Birkaç gün önce sohbet ettiğimiz bir politikacı şöyle bir Türkiye resmi çizdi: “Üniversitelerde okuyan kız çocuklarının türban takması yasak. Hem de bu konuda Anayasa Mahkemesi kararı var...Ama şimdi bir an için Mayıs sonrasını, 11. Cumhurbaşkanı seçildikten sonrasını düşünün;Cumhurbaşkanı’nın eşi türbanlı,Meclis Başkanı’nın eşi türbanlı,Başbakan’ın eşi türbanlı,Bakanların eşleri türbanlı,Üst kademe sivil bürokrasinin eşleri türbanlı...” Aslında bugün de Türkiye resmi çok farklı değil. Tek fark, ki o da çok önemli; Cumhurbaşkanlığı makamı. Eğer Mayıs’ta seçilecek olan 11. Cumhurbaşkanı’nın eşi de türbanlı olursa Türkiye’nin bütün first leydileri türbanlı olacak.Konuştuğumuz AKP’li politikacıya göre sorun bu tablodan, ortaya çıkacak bu görüntüden kaynaklanıyor. Bu nedenle Erdoğan’ın adaylığına itiraz ediliyor. Bu nedenle ülkede gerilim çıkabilir kaygısı yaşanıyor.Laiklik ve çağdaşlaşma konusunda duyarlı odakların temel kaygılarının ve itirazlarının gerisinde bu görüntünün yattığı açıkça dillendirilmiyor ama siyaset kulislerinde bazı AKP’liler tarafından bile konuşuluyor.O nedenle de Tayyip Erdoğan’ın aday olmaması durumunda, Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı olacağına ihtimal verilmiyor. Konuştuğumuz AKP’li politikacının bu konuda dediği özetle şu: “Eğer Sayın Başbakan sonuna kadar kararlılıkla gitmez, şu veya bu gerekçe ile gidemez; gerilim çıkar kaygısı ile aday olmaktan vazgeçerse AKP’nin işi o zaman çok daha zor. Çünkü eşi türbansız, düşük profilli bir aday aranacak. Ona da Bülent Arınç başta olmak üzere parti içinden büyük itiraz gelecek. Dışardan aday gösterilmeye kalkıldığında da bugüne kadar bütün söylenenler havada kalır...” Cumhurbaşkanlığı seçiminde elbette çok sayıda denklem var. Ama, herkes telaffuz etmekten özenle kaçınsa da ana denklemin temelinde türban sorunu var, yeni Türkiye fotoğrafı var...

Devamını Oku

Erdoğan olmazsa Arınç aday...

11 Şubat 2007

Meclis Başkanı Bülent Arınç, bugüne kadar net bir biçimde “evet, aday olacağım” veya “olmayacağım” demiş değil. Ama bir süredir örtülü bir kampanya yürütüyor, en azından en güçlü aday adayı olduğunu ima ediyor.Arınç’ın son dönemdeki konuşmalarının satır aralarına bakıldığında, Cumhurbaşkanı olmayı çok istediği belli. Bu da son derece doğal. Kim istemez ki? Her siyasetçinin gelebileceği en yüksek nokta Cumhurbaşkanlığı. Mustafa Kemal Atatürk’ün makamı...Tayyip Erdoğan kendisine yol verdiğinde, seçilebileceğinden de hiç kuşkusu yok. Sorun, Erdoğan’ın yol verip vermeyeceğinde... Dün Kanal 7 televizyonununda Mehmet Acet’in sunduğu Başkent Kulisi’ne konuk olan Arınç, Erdoğan’a şu mesajı gönderiyor:“Cumhurbaşkanı’nın yetkileri çok fazla. Bu yetkilerin bir kısmının parlamentoya, bir kısmının da Başbakan’a devredilmesi lazım... Bunun anlamı şu; Ben cumhurbaşkanı olursam, cumhurbaşkanlığı makamını sembolik hale getirebilirsiniz, başbakan olarak sizin yetkileriniz artar. Bu da sizin için daha iyi bir pozisyon...Erdoğan, Arınç’a Çankaya yolunu açar mı?Kestirmeden söyleyelim: Açmaz...İki nedenle açmaz. Birincisi, kendisi cumhurbaşkanı olmak istiyor, ikincisi de Arınç’ın adaylığının çok büyük gerilimlere, sıkıntılara yol açabileceğini iyi biliyor. Kulislere yansıyan havaya göre Erdoğan kendisi aday olacak ve seçilecek de... Gerçi son günlerde, Ankara kulislerinde şu tür bazı değerlendirmeler de yapılıyor:“Ülkede gerilim olmaması, istikrarın bozulmaması uğruna fedakarlık yapabilir. Zaten başta TÜSİAD olmak üzere iş dünyası da, parti tabanının önemli bir bölümü de beş yıl daha icranın başında kalmasını, başbakan olarak görev yapmasını istiyor. O yüzden Erdoğan aday olmayacak...” Bu da bir ihtimal. Ama çok zayıf bir ihtimal.Dün, Erdoğan’ın aday olup olmayacağını, olmaz ise Arınç’a yol verip vermeyeceğini, parti içindeki dengeleri çok iyi bilen, en önemlisi de Erdoğan’ı iyi tanıyan AKP’li önemli bir isimle konuştum. Onun da Erdoğan’ın aday olup seçileceğinden kuşkusu yok.Şunu sordum:“Peki zayıf bir ihtimal olsa da Erdoğan, (Madem ki benim üzerimde çok spekülasyon yapılıyor, gerilim olur deniyor o zaman Abdullah Gül aday olsun) der mi?Yanıtı şu oldu:“Çok zor. İnsan psikolojisi açısından çok zor. Bir kere (kendisinin bir zaafı eksikliği var ki Abdullah Bey’i aday yapıyor) deneceğini düşünür. İkincisi, Abdullah Bey’in kendisinin üstünde bir makama gelmiş olmasının vereceği psikolojik sıkıntılar olur. Bence zayıf bir ihtimal. Eğer kendisi aday olmaz ise o zaman parti içinden düşük profilli bir isim gündeme gelebilir. Vecdi Gönül veya Mehmet Aydın gibi... Düşük profilli aday... İşte AKP’nin içini asıl karıştıracak olan formül bu. Erdoğan aday olmaz, Gül aday olursa AKP grubunda herhangi bir sorun yaşanmaz. Fakat iş düşük profilli üçüncü isme kaydığında, bugün gönlünde aslan yatan çok sayıda Cumhurbaşkanı adayı ortaya çıkar. Örneğin Nevzat Yalçıntaş, Burhan Kuzu... Hatta Abdüllatif Şener... İşte o zaman Bülent Arınç’ın yolu sonuna kadar açılır. Arınç, Erdoğan veya Gül’ün aday olmaması durumunda kesinlikle aday olur ve önceki gün söylediği gibi “keşkeğin kendisine verdiği güçle” seçilir.Seçilmesine seçilir ama Erdoğan işin oraya varmasına izin vermez. Zaten konuştuğumuz AKP’li politikacı da, “Bülent Bey’in bu çıkışları aslında Erdoğan işini kolaylaştırıyor” diyor.Yani bir anlamda Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığına itiraz eden çevreler için, “ölümü gösterip sıtmaya razı etme” formülü gibi...

Devamını Oku

Erdoğan’ın övündüğü rakamlar...

8 Şubat 2007

Bugüne kadar alışılagelen durum bütçe ile ilgili gelişmelerin maliye bakanları tarafından açıklanmasıydı. Meclis’e sunulan bütçe tasarıları, aylık ve yıllık bütçe uygulama sonuçları bugüne kadar hep maliye bakanlarınca açıklandı.İlk kez bu yıl 2006 merkezi yönetim bütçesi uygulama sonuçlarını Başbakan Tayyip Erdoğan kamuoyuna açıkladı. Çünkü bu yıl gerçekten bütçe uygulamasında önemli bir başarı vardı. 30 yılı aşkın süredir Türkiye bütçesi ilk defa çok küçük bir açıkla kapandı. Türkiye denk bütçeye çok yaklaştı. Başbakan haklı olarak hükümetinin bu başarısı ile övünüyor ve açıklamayı da bir yanına Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’ı, diğer yanına da Maliye Bakanı Kemal Unakıtan’ı alarak kendisi yapıyor.Türkiye’nin temel ekonomik göstergelerine bakıldığında Erdoğan hükümeti döneminde gerçekleştirilen başarılı performans tabii ki alkışa değer. İzlenen kamu maliyesi politikası ve mali disiplin, gerçekleştirilen yapısal reformlar, enflasyonla mücadele ve aynı zamanda da yüksek oranlı büyüme süreci Erdoğan’ın övünmesini haklı kılıyor.Kuşkusuz şu tür itirazlar gelebilir: “Bu başarı Ecevit koalisyonu döneminde uygulamaya konulan ekonomik programın bir sonucu. Bu hükümet Kemal Derviş programını aynen uyguladı, bir de küresel ekonomik konjonktürdeki olumlu gelişmelerin önemli katkısı oldu...” Ancak bu tür itirazlar ekonomide son dört yılda ortaya çıkan rakamsal başarının değerini küçültmez. Evet program Ecevit hükümeti döneminde uygulamaya konulmuştu ama daha ilk yılında bile o günkü hükümet programın ana çerçevesine sadık kalamamıştı. Mali disipline sadık kalınamamıştı. Erdoğan hükümeti ise programa büyük ölçüde sadık kaldı. Yüzde 6.5’luk faiz dışı fazla hedefinden taviz vermedi.Sonuçta da 2002 yılında 181 milyar dolar olan Türkiye ekonomisinin büyüklüğü 2006 yılında 400 milyar dolara ulaştı. Kişi başına gelir bu hükümet döneminde 2.100 dolardan 5.315 dolara çıktı. Bu küçümsenecek bir başarı mı?Kronikleşen yüksek enflasyonun beli bu dönemde kırıldı. Erdoğan yüzde 29,8’le devraldığı yıllık enflasyon oranını yüzde 10’un altına çekmeyi başardı.Yüzde 50’lerin üzerinde olan iç borçlanma faiz oranları bugün yüzde 20’ler düzeyinde. Kuşkusuz hala reel faizler çok yüksek. Ama alınan mesafe önemli.Makroekonomik rakamlarda tek sıkıntılı nokta cari işlemler hesabı. 2002 yılında gayri safi milli hasılanın binde biri kadar bir açık veren cari işlemler hesabı 2006’da milli gelirin yüzde 9’una yaklaşmış durumda ki oldukça yüksek ve riskli bir oran.Bütçe rakamları iyi, makroekonomik göstergeler başarılı bir performans sergiliyor. Peki vatandaşın durumu nasıl? Başbakan’a göre çok iyi. Orta direk yeniden güçleniyor.Her ne kadar işçi, çiftçi, köylü, memur kesimleri şikayet etse de Erdoğan buna inanmıyor. Muhtemelen ortalama gelir 2 bin dolardan 5 bin doların üzerine çıktıysa toplumun genelinin refah düzeyi önemli ölçüde artmıştır diye düşünüyor Erdoğan ve o nedenle de meydan okuyor: “Benim dönemimde geçim düzeyi artmayan varsa bana oy vermesin...” Önemli bir iddia. Sonucu en geç 4 Kasım’da hep birlikte göreceğiz...

Devamını Oku

Artık her şey seçim için

7 Şubat 2007

Hrant Dink suikasti ve ardından Emniyet örgütünde ortaya çıkan skandallar dizisi üç haftadan beri Türkiye’nin en önemli gündemi. Bu durumdan siyaseten elbette hükümet, Başbakan Erdoğan da şu ya da bu ölçüde zarar görüyor. Ancak bir başka noktada gündemin değişmiş olması Erdoğan’ın işine de gelmiyor değil. Çünkü bu tatsız gelişmeler yaşanmamış olsaydı siyasetin tartışacağı tek konu, tek gündem maddesi vardı: Cumhurbaşkanlığı seçimi, Erdoğan’ın adaylığı...Erdoğan, adaylık başvurularının başlayacağı 16 Nisan gününe kadar bu tartışmanın yapılmasını istemiyordu. Şimdi gündem kendiliğinden değişmiş oldu. İktidar ve muhalefet devlet içindeki çeteleri tartışıyor. Erdoğan “derin devlet” çetelerinden, anamuhalefet ise bu hükümetin atama ve kadrolaşmalarıyla oluşturulan tarikatçı çeteleşmeden...Tartışma devam ediyor, bir süre daha da devam edecek muhtemelen. Bu arada iktidar partisi AKP’nin ve hükümetin de artık tek önceliği, tek hedefi olduğu anlaşılıyor. Milletvekili genel seçimleri...Tabii ki önce cumhurbaşkanlığı seçimi var. Ancak o seçim artık çantada keklik görülüyor. Her şey Tayyip Erdoğan’ın son anda açıklayacağı tavra bağlı. Büyük olasılıkla aday olacak ve seçilecek. Belki biraz gürültü çıkacak tartışma çıkacak ama 354 milletvekili ile parlamento çoğunluğunu elinde bulunduran AKP için bu seçim kolay viraj. AKP için asıl zorlu viraj, milletvekili genel seçimleri. Özellikle de Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkması durumunda tek başına iktidar çoğunluğunu kaybetmek AKP açısından düşünülmesi bile korkutucu ağır sonuç.Öyle ya yeni dönemde iktidar çoğunluğunun bugünkü muhalefete geçmesi, olası bir CHP - MHP koalisyonu, AKP açısından ciddi bir Yüce Divan riski taşıyor. Tayyip Erdoğan’ın Çankaya Köşkü’nde rahat oturamaması, hatta indirilmesi tehlikesini de içinde barındırıyor. O yüzden de bu seçimi kader seçimi olarak görüyor AKP’liler. Öyle gördükleri için de üç ay önce seçimin kesinlikle ekonomiyi etkilemeyeceği, hükümetin ekonomik programının aynı kararlılıkla devam edeceği, popülizme sapılmayacağı teminatı veren Başbakan Erdoğan, bugün o teminatla tutarlı olmayan kararlara imza atmak durumunda kalıyor. Aralık ayında IMF’ye verilen niyet mektubundaki taahhütleri de yerine getiremiyor hükümet. Yapısal reform süreci kesilmiş durumda.Örneğin kritik özelleştirmelerin tümü seçim sonrasına bırakılıyor. Elektrik dağıtım özelleştirmesi, “özel sektör elektrik fiyatlarına zam yapar” kaygısıyla erteleniyor. Esnaf, sanatkar, küçük ve orta boy işletmelerin karşı olduğu Halk Bankası özelleştirmesi, geniş bir seçmen kitlesini temsil eden bu kesimleri hoş tutabilmek için kılık değiştiriyor. Bankanın yüzde 25’inin halka açılması kararına dönülüyor. TEKEL özelleştirmesi ileri bir tarihe bırakılıyor. Belli ki önümüzdeki günlerde seçim kaygısı ile ekonomik programdan başka sapmalar da olacak. Örneğin tarımsal ürünlerin taban fiyat belirlemelerinde, ücret artışlarında, hükümet, yüzde 4’lük enflasyon hedefi ile tutarlı bir gelirler politikasına sadık kalabilecek mi?Çok zor... Çünkü artık AKP’nin önceliği seçim. AB sürecine de ekonomik programın yapısal reform sürecinin devamına da seçim sonrasının işi gözüyle bakılıyor.

Devamını Oku

Herkesin hedef çetesi farklı...

6 Şubat 2007

Türkiye Büyük Millet Meclisi çatısı altında dün hem Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hem de Anamuhalefet Partisi Genel Başkanı Deniz Baykal devlet içindeki çeteleşmeleri dile getirdiler.Tayyip Erdoğan Osmanlı’dan beri devam eden “derin devlet çeteleri” nden söz etti, Deniz Baykal da bu iktidar döneminde yapılan kadrolaşmalar sonucu Emniyet birimlerinde oluşan cemaatleşme ve çeteleşmeden...Aslında her iki liderin de söyledikleri son derece çarpıcı, ülke güvenliğini, demokrasiyi ilgilendiren vahim bir sorun. Siyasi polemik olarak söylenip ortada bırakılmaması, araştırılıp, soruşturulup, aydınlatılıp kökünün kazınması gereken bir sorun.Başbakan “biz gerekeni yapıyoruz” demeye getiriyor. Şu sözleri ilginç:“Derin devlet, kurumlar içerisinde kendi anlayışları veya kendi kutsalları adına yetkilerini aşarak, hukukun dışına çıkmak suretiyle oluşan çeteleşmelerdir... Biz şimdi çomağı soktuk, onun için bundan rahatsız olanların sesi yükselmeye başladı. Buna dikkat edin...” Evet, Başbakan ayrıntı vermiyor ama en azından bu derin devlet çetelerini yok etmek, devleti bu çetelerden temizlemek için bir operasyon başlatıldığı bilgisini “çomağı soktuk” sözleriyle veriyor. Bu önemli bir gelişme. Hiç kuşku yok ki normal olarak muhalefetin de hükümetin ve Başbakan’ın bu girişimine destek olması beklenir.Ancak, Erdoğan’ın hemen ardından CHP Genel Başkanı Deniz Baykal partisinin grup toplantısında kürsüye çıktı. O da benzer konuları dile getirdi ama Başbakan’la taban tabana zıt.Baykal, devlet kurumları içerisinde çeteleşmeye, derin devlet çeteleşmesine giden unsurlarla mücadele edilmesini istemiyor mu? Elbette o da devletin bu tür çeteleşmelerden arındırılmasını istiyor. Ancak Baykal, Başbakan’ın samimiyetine inanmıyor, söylediklerine güvenmiyor.Erdoğan’ın “derin devlet çeteleri” ile ilgili sözlerini de “aczine bahane bulmak” diye niteleyen Baykal, çok ağır bir suçlama getiriyor:“Derin devletin arkasına saklanarak kadrolaşmanın, kuşatmanın aczini, beceriksizliğini kimseye kabul ettiremezsin. Senin atadığın insanların himayesinde orada yeşertilmekte olan bir çete var. Bunun siyasi sorumlusu da sensin.” Özetle Erdoğan “derin devlet çeteleri” diyor, Baykal da “Emniyet’teki çete” den söz ediyor.Tabii ki olmayacak iş, tabii ki ikisi de buna yanaşmayacaktır ama keşke anlaşsalar ve devletteki bütün çeteleşmelere karşı ortak bir tavır içine girebilseler. Hükümet üzerine düşüne yapsa, Meclis’te bir komisyon oluşturulsa ve Başbakan’ın dile getirdiği “derin devlet çeteleri” de, Baykal’ın söylediği “Emniyet’te yeşertilen çeteler” de bir bir ortaya çıkarılsa ve gereken yapılsa; Türkiye tam anlamıyla bir aklanma sürecinden geçirilebilse...NOT:Emekli albay Aziz Ergen, Beyaz Enerji Operasyonu ile ilgili bir kitap yazmış. Kitapta 6 yıl önceki bir yemekten söz ediyor. Evet, doğru. Dönemin DGM Savcısı Talat Şalk ile birlikte Sabah Gazetesi’nin o dönemde Karum İş Merkezi’nde bulunan bürosuna yargı muhabirimizin davetlisi olarak yemeğe geldiler. Benim başka bir yemek randevum olmasına rağmen bu yemeğe katılmak zorunda kaldım. Daha sonra gittiğim diğer yemekte Yayın Grubu Başkanımız Zafer Mutlu ve grubun eski yöneticisi dönemin ANAP milletvekili Kenan Sönmez ve başkaları da vardı. Gecikme gerekçemin bu yemek olduğunu söyledim. Ertesi gün beni önce Mesut Yılmaz, daha sonra da Hüsamettin Özkan arayıp “Albay’la ve savcıyla yemek yemişsiniz” dediler, “doğrudur” dedim. Olay bundan ibarettir. Diğer iddialar tamamen spekülasyondur. Olayın bu şekilde gelişmesi beni 6 yıl önce de fazlasıyla üzmüştür, bugün de...

Devamını Oku

Ağar: Hükümet acemiler mangası..

5 Şubat 2007

Hrant Dink cinayeti ile birlikte Emniyet birimlerinde patlak veren skandallar dizisinin nasıl sonuçlanacağı henüz belli değil. Ancak bu işten ciddi bazı bürokratik sorumluluklar, görevi savsaklama ve ihmal iddiaları ile bazı kamu görevlilerinin cezalandırılacağı ihtimali yüksek gözüküyor.Trabzon ve Samsun’daki inceleme ve soruşturmalarını tamamlayan mülkiye müfettişleri şimdi İstanbul’da çalışıyor. Birkaç güne kadar bu çalışmaların da tamamlanacağı ve raporun İçişleri Bakanı’na sunulacağı belirtiliyor. Fakat bu soruşturma son olaylarla ilgili olarak madalyonun sadece bir yüzü; bürokratik sorumluluk. Eğer güvenlik bürokrasisinin bir kusuru varsa bu soruşturma sonucunda o ortaya çıkacak. Madalyonun diğer yüzü ise CHP’nin bu hafta Meclis gündemine getirmesi beklenen İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu ve Başbakan Recep Tayyip Erdoğan hakkında açılmasını istediği Meclis Soruşturması önergesi. Bu da işin siyasi sorumluluğu ile ilgili.Muhalefetin iddiası bu olayda iktidarın çok ciddi sorumluluğu olduğu yönünde.CHP’nin önergesini destekleyeceği anlaşılan DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar’a göre de üzerine gidilmesi gereken asıl sorumlu hükümet ve Başbakan.Dün konuştuğumuz Ağar, hükümetin olaylar karşısında tam bir acz içine düştüğünü savunuyor. Hükümeti “acemiler mangası”na benzeten Ağar, “Hani son günlerde moda bir slogan, pankart var ya bu hükümete yakışan slogan da öyle bir şey olmalı; (Hepimiz acemiyiz). Ellerine o pankartı alıp öyle dolaşsınlar” diyor.Dink cinayeti ve sonrasında ortaya çıkan gelişmeler konusunda hükümeti çok ağır bir dille eleştiriyor ve suçluyor Mehmet Ağar: “Hükümet, gelinen bu noktada bile hala sorumluluğun kendinde olduğunun farkında değil. İçine düştükleri durum tam bir perişanlık. Bir cinayet üzerinden siyasi kriz yaratıyorlar. Bu kadar beceriksizlik, sorumsuzluk olur.Sorumluluk polisin, memurların üstüne yıkılmaya çalışılıyor. Öyle şey olmaz. Sorumluluk varsa, ki var; bu önce siyasetindir, Başbakan’ındır, meseleyi doğru yönde yönetemeyen zaafiyet içinde olan siyasi otoritenindir. Demek ki bazı şeylere sayısal çoğunluk yetmiyor, siyasi, akıl devlet sorumluluğu yönetim anlayışı ve birikimi de gerekiyor.” ‘Ülkeyi kutuplaşmaya zıtlaşmaya götürüyorlar’Başbakan’ın verdiği bazı demeç ve açıklamalardaki söylemini de çok “yadırgatıcı ve tehlikeli” bulduğunu söylüyor Ağar ve ekliyor:“Bunlar bu işlerin altından kalkamadıkları gibi ülkeyi çok tehlikeli bir zıtlaşmaya, kutuplaşmaya götürüyorlar. Hükümetin bugün tek yaptığı şey, kuru gürültü, lafazanlıktan ibaret. Yapılan vahim hataları da memurların, polisin üstüne yıkıp işin içinden sıyrılmaya çalışıyorlar. Böyle şey olur mu? Siz ne iş yapıyorsunuz? Sizin acemiliklerinizin, sorumsuzluklarınızın faturasını niye memurlar ödesin, niye bu millet ödesin?” Başbakan ve İçişleri Bakanı hakkındaki Meclis Soruşturması önergesi konusunda da Ağar, “Bu siyasi sorumluluğun ortaya çıkması açısından, milletin olup biteni bütün açıklığı ile görebilmesi bakımından önemli. Ama ne yazık ki reddedilir. Çünkü, iktidarın parlamentodaki sayısal çoğunluğu ülkeyi iyi yönetmeye yetmiyor ama işte bu işlere yetiyor. O önergeyi reddederler” diyor.Ağar’ın da dediği gibi önerge reddedilse bile “siyasi sorumluluk” tartışması kolay kolay gündemden düşmeyecek gibi gözüküyor...

Devamını Oku

Baykal’dan Erdoğan’a ağır suçlama...

4 Şubat 2007

Hrant Dink cinayeti ve bunun ardından yaşanan skandallar dizisi Emniyet örgütünde pandoranın kapağını patlatmış durumda. Bir süreden beri üstü örtülü biçimde dile getirilen bazı iddialar, Emniyet’teki çeteleşme, cemaatleşme iddiaları artık daha yüksek sesle konuşulmaya, tartışılmaya başlıyor. Bu konuda İçişleri Bakanı Abdülkadir Aksu’nun talimatıyla başlatılan idari soruşturma devam ediyor. Fakat daha önemlisi şimdi CHP’nin bu hafta içinde gündeme getireceği Meclis Soruşturması önergesi. CHP Başbakan ve İçişleri Bakanı hakkında siyasi ve cezai sonuç doğuracak bir soruşturma istiyor.CHP’nin bu istemi hiç kuşku yok ki iktidar çoğunluğunun oyları ile reddedilecek. Bunu CHP de tahmin ediyor ama bu sorumluluğu kayda geçirmeye kararlı Deniz Baykal.Dün CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile konuştuk. Söyledikleri son derece çarpıcı. Yaşananlardan hükümeti, Başbakan Erdoğan’ı birinci derecede sorumlu tutuyor, Emniyet örgütünde bu gün yaşanan sıkıntının bu hükümet dönemindeki siyasi kadrolaşmanın bir sonucu olduğunu söylüyor.“Meclis her şeyi aydınlatabilir” diyor Baykal ve ekliyor:“Yaşanan bu son olaylar kesinlikle bir siyasi ve cezai sorumluluk gerektirmektedir. Ve bunun hesabını vermek durumundadırlar. Biz bu hafta Meclis Soruşturması önergemizi vereceğiz. Bundan tabii ki hemen sonuç almak mümkün olmayabilir. Çalışmalar seçimden sonra oluşacak yeni Meclis’e kalır...” * AKP çoğunluğu önergenizi reddederse?Reddetmemelerini ummak istiyorum. Ama reddederlerse de kurtulamazlar. O zaman seçimden sonra oluşacak yeni Meclis ilk işlerden biri olarak bu olayı ele alır ve soruşturur. Bu konuda çok vahim bir siyasi sorumluluk, cezai sorumluluk vardır. Bundan kurtulamazlar. Bunun hesabını er geç vermek durumdadırlar...Şimdi Başbakan’ın konuşmalarına, hükümetin tavrına bakıyorum hiçbir şey olmamış gibi bunu geçiştirme çabasındalar. Başbakan abuk sabuk laflarla olayın özünü savuşturmaya, kendi sorumluluğunu örtmeye çalışıyor. Ama bunca vahim gelişme hiçbir şey olmamış gibi geçiştirilebilir mi? Hayır...* Başbakan’ın, “olayların arkasında derin devlet çeteleri olduğu” değerlendirmesi konusunda ne düşünüyorsunuz?Başbakan, sürekli bir “derin devlet çetesi” diyor. Asker bağlantısı arıyor, onu ima ediyor topluma. En son gemi kaçırma olayında söyledikleri çok çarpıcıdır. O olayda ordudan atılmış bir eski asker, eski başçavuş var ya... Başbakan hiç ordudan atılmış olduğundan falan bahsetmiyor “Bir başçavuş” diyor. Bireysel bir hareketi askeri bir hareket diye takdim etmeye çalışıyor, “bağlantılarını araştırıyoruz” diyor...Yani bütün bunları askere yıkma, askeri şüphe altında bırakma gayretleri var...Evet devlet içinde özellikle de Emniyet’te bir çeteleşme olduğu artık çok açık. Ama Başbakan’ın iddia ettiği gibi bir çeteleşme değil bu. Güvenlik örgütü kendi içinde cemaatleşmiş, çeteleşmiş; iş kurumlararası çatışma noktasına gelmiş. Bu da bu hükümet döneminde yapılan atamaların, kadrolaşmanın bir sonucudur.Nerde açığa çıkıyor bu? İlk olarak Şemdinli iddianamesinde. O olayda bu cemaatleşmenin izini görüyorsunuz. Ardından, Atabeyler operasyonunda yaşananlar, ve son olarak da bu Samsun’daki fotoğraf skandalı ve bunun medyaya servis biçimi... Evet, CHP Genel Başkanı Baykal, Tayyip Erdoğan’ı çok ağır bir dille suçluyor. Bu hükümet döneminde yapılan atamalar ve kadrolaşma sonucu Emniyet örgütünde cemaat anlayışına dayalı bir çeteleşme oluştuğunu söylüyor. Başbakan’ın “derin devlet çeteleri” ile ilgili sözlerini de “askeri yıpratma gayreti” olarak görüyor Baykal.

Devamını Oku