Türkiye, ‘Tayyip Cumhuriyeti’ne dönüyor Hitler de böyle gelmişti...

25 Şubat 2007

CHP Genel Başkanı Deniz Baykal, Türkiye’nin içinde bulunduğu olumsuz koşullar ve gelecekle ilgili kritik bazı riskler karşısında medya ve iş dünyasının üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmediğini düşünüyor. Türkiye’nin bugünkü durumunu, Almanya’da Hitler’in iktidara geliş sürecine benzeten Baykal, “Ülke artık ’Tayyip Cumhuriyeti’ne dönüyor ve bütün Türkiye seyrediyor. Ben bunu hazmedemiyorum” diyor. CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile dün uzun bir telefon sohbeti yaptık. Baykal’ın söylediklerinden çıkan bugünkü Türkiye fotoğrafı hiç de iç açıcı değil. Türkiye’nin bugünkü durumu, cumhurbaşkanlığı ve seçim sürecine ilişkin tespitleri, medya ve iş dünyasına ilişkin eleştirileri özetle şöyle Baykal’ın:“Türkiye’de bugün artık birçok insan kendisini yabancı hissetme durumunda kalıyor. Türkiye’nin hukukunu, anayasasını, demokrasisini içine sindirmiş insanlar giderek kendilerini aciz, dışlanmış, hakları elinden alınmış, baskıya maruz kalmış hissediyorlar. Tayyip Erdoğan, ne hukuk ne demokrasi ne bir şey hiç aldırmadan medya gruplarını kuşatıyor. Televizyonların üzerine gidiyor. Böyle bir şey olur mu? Demokrasi hangi noktaya geldi bunca yıl sonra? Bu kadar eleştiriyi hak eden, bu kadar yanlışlıklar içinde olan bir Maliye Bakanı’nı eleştirmek mümkün değil. Başbakan’ı eleştirmek mümkün değil. Hiçbir medya doğrudan bir şey söyleyemez, Başbakan’ı kızdıramaz. Danışmanı orada kartal gibi medyanın tepesinde ve arkasında her şey, her türlü devlet gücü... Öyle bir şey olur mu? Medyayı korkutup pıstırmış, iş dünyasını pıstırmış. Odalar Birliği Başkanı söyledi işte; ‘Şikayet edemeyiz, şikayet ettiğimizde getir defterleri diyorlar’ dedi. Böyle bir tablo. Adam, (Erdoğan) herkese akıl fikir veriyor. ‘Sen böyle yazamazsın, sen öyle konuşamazsın’ diyor. Ülke artık ‘Tayyip Cumhuriyeti’ne dönüyor ve Bütün Türkiye bunu seyrediyor.” HİTLER ALMANYA’SI BENZETMESİ * Herkes, Tayyip Erdoğan Cumhurbaşkanı seçilecek. Parlamentoda yeterli çoğunluğu var buna karşı yapılacak bir şey yok diye düşünüyor?Bu doğal karşılanıyor. Bunun ne demek olduğunu ben bir yıldır anlatıyorum. ‘Ne yapalım. Ben mi yapacağım’a geldi herkes. Ama dikkat edin, tarihte buna benzer süreçler hep yaşandı. Almanya’da da yaşandı. Hitler’in gelişi de böyle bir süreçti. Bunun (Erdoğan) kafasında bir çoğulcu demokratik anlayış, başkasına saygı gösterme, herkesin hukukunu temel almak gibi bir anlayış yok. Dizi veriyor köşeye alıp, gücü yettiği zaman, hallettiği zaman bitirecek. “Demokrasi benim için araçtır” diyor. Bunu ilan etmiş bir insan. Fırsat bulursa tarihi, cumhuriyeti, anayasayı, hukuku talan edecek. Bunu da koca Türkiye seyrediyor. Ben de bunu hazmedemiyorum. * Ne yapılabilir?Rica ederim yani... Şu anda hiç kuşku duymuyorum biraz cesaret olabilse yapılabilecek çok şey var ama herkes korkuyor. O korkuyu yenebilseler, iki ayda her şey tersine döner. Bu yapay bir korkudan kaynaklanıyor. En azından medya bir araya gelse, “bu gidiş iyi gidiş değil, bizim buna izin vermememiz gerek” dese bitti. İş dünyası bunu ciddiyetle kararlaştırsa bitti.* Sizce neden bunu yapmıyor medya ve iş dünyası? İş dünyasının da medyanın da gözünü korkuttular da ondan. Bunlar bireysel korkular. Ama topluca herkes bir risk alsa olur bunlar. Olay zaten budur. Hitler gelirken de ne yapacaktı büyük sanayiciler Almanya’da? Ne yapacaktı diğer siyasi partiler, diğer kurumlar? Şimdi düşünün bakalım. Onun gibi bu da... Risk alacaksınız. Buraya kadar getirdiniz, şımarttınız, desteklediniz. Şimdi gene aynı şekilde. Böyle şey olur mu? “Cumhurbaşkanı olamazsın” diyemiyor iş dünyası da medya da. Adamın bu kadar açığı var. Cumhurbaşkanı neden olamayacağı konusunda ben 22 madde söyledim. Birisi baksa bir 30 madde de o ekler. Yani böyle bir tabloda herkes pıstı, olsun bitsin, en fazla söyleyebildikleri “uzlaşma ile olsa iyi olur.” Türkiye tekrar tutsak oldu. * Medyayı da sorumlu tutuyorsunuz...Evet tutuyorum. Çünkü Türkiye’de medyanın belirleyici bir ağırlığı var. Erdoğan şu sırada o nedenle medyanın üzerine yürüdü, pıstırdı. Millet de sesini çıkartamıyor. Mesele cumhurbaşkanlığı ile bitmiyor. Bu bir süreç. Arkadan çok daha önemli bir genel seçim olacak. Ama genel seçime giderken de hiç farklı bir şey olacağını zannetmiyorum. Cumhurbaşkanlığı seçiminden sonra da asıl parlamento yine onun kontrolünde olursa, yetkiler onunla kullanılırsa Allah muhafaza. Şimdi beğenmediğiniz Ahmet Necdet Sezer orada görev yapıyor. O sayede frenliyor bunları. Şimdi bir Tayyip cumhurbaşkanı, ikinci Tayyip de başbakan olursa, kim kimi durduracak, ne olacak? Birlikte her düşündüklerini uygulasalar ve buna itiraz edemeyen teslim olmuş zavallı iş merkezleri, medya merkezleri, sivil toplum kuruluşları...Bu durum ülkeyi krize sürükler. Şimdi sen cumhuriyetin kendisini savunma mekanizmalarını, demokrasiyi, tartışma, muhalafet hakkını, özgürlüğünü, eleştiri hakkını kullanamazsan, sen pısarsan o pısarsa ne olacak o zaman? Çok ileri bir olay. Bu korku ve umutsuzluk olayıdır. Türkiye bu noktaya düşürülmemelidir. Özetle Baykal, iş dünyasına, sivil toplum örgütlerine ve medyaya, “Erdoğan’ı durdurun çağrısı” yapıyor. Ama bu çağrıya olumlu yanıt alabilmesi en azından “şimdilik” pek de olası gözükmüyor.

Devamını Oku

DPT’ye göre elektrik ve doğalgaz fiyatlarına zam kaçınılmaz...

22 Şubat 2007

Son yıllarda gerçekleştirilen yapısal reform programları kamu maliyesini önemli ölçüde güçlendirdi. Ancak işler merkezi yönetim bütçesi bakımından iyi ve sağlıklı gelişirken, kamu sektörünün diğer alanlarında aynı mali başarının bulunduğunu söyleyebilmek güç. Örneğin KİT sistemi. Tüpraş ve Telekom gibi karlı KİT’lerin özelleştirilerek sistem dışına çıkmış olmasının da etkisiyle elde kalan KİT sisteminin mali hesaplarındaki bozukluk tüm açıklığı ile ortaya çıkmış durumda.Bu konuda Başbakanlık DPT(Devlet Planlama Teşkilatı) KİT sisteminin finansman yapısının giderek bozulmakta olduğu uyarısını yapıyor:“2005 yılında gayri safi yurtiçi hasılanın yüzde 0,24’ü oranında gerçekleşen KİT sisteminin finansman fazlası, 2006 yılında ise yüzde 0,55 oranında açığa dönüşmüştür. Bu durum, KİT sisteminin giderek artan oranda Bütçe ve Özelleştirme Fonundan yapılan transferlere bağımlı hale geldiğini göstermektedir.” DPT’nin hazırladığı 2007 yılı kalkınma programında örnek olarak gösterilen sorunlu KİT’lerle ilgili değerlendirmeler yapılırken, BOTAŞ’ın doğalgaz fiyatlarını, TEDAŞ’ın da elektrik fiyatlarını önemli ölçüde arttırmasının kaçınılmaz olduğu vurgulanıyor. Şöyle deniyor 2007 programının ilgili bölümünde:“Ham petrol fiyatlarının yüksek seyrinin BOTAŞ fiyatlarına yeterince yansıtılmaması ve bazı KİT ve belediyelerden olan alacaklarının tahsilatında yaşadığı problemler kuruluşun finansal yapısını olumsuz etkilemektedir. Kuruluşun finansal dengesini program öngörüleri çerçevesinde düzeltmek amacıyla önemli oranda fiyat artışı yapması gerekmektedir. TEDAŞ’ın tahsilat sorununun devam etmesi diğer enerji KİT’lerinin 2006 yılında da nakit açısından sıkıntı yaşamasına sebep olmuştur. Söz konusu tahsilat oranında bir iyileşme olmaması, kuruluşların yaşayacakları finansal sıkıntıyı derinleştirmenin yanı sıra serbestleştirme ve özelleştirme çalışmalarını da olumsuz yönde etkileyebilecektir. 2006 yılı içerisinde Özelleştirme Fonundan TEDAŞ’a, enerji KİT’lerinin içinde bulunduğu nakit sıkıntısını hafifletmek amacıyla, 600 milyon YTL, yatırım ihtiyacını karşılamak amacıyla 314 milyon YTL transfer yapılmıştır. Ayrıca, TEDAŞ’ın tarifelerinin girdi maliyetlerindeki artışa bağlı olarak değiştirilememesi de, özelleştirme öncesinde, kuruluşun finansal yapısını bozmuştur. Bu sıkıntıların 2007 yılında devam etmemesi ve TEDAŞ’ın yatırımlarını kendi kaynaklarıyla finanse edebilecek bir kar düzeyine ulaşabilmesi için satış tarifelerinin artırılması programlanmıştır.” DPT zam kaçınılmaz diyor ama hükümetin seçim öncesinde elektrik ve doğalgaz fiyatlarına zam yapılmasına onay vermesi pek olası gözükmüyor. Bu durumda KİT’lerin mali yapılarındaki bozulma daha da derinleşecek.Bir başka çarpıcı saptama da Devlet Demiryolları ile ilgili. Bir süre önce Bakanlar Kurulu Kararı eki olarak Resmi Gazete’de yayınlanan programa göre, Devlet Demiryolları’nın toplam mal ve hizmet satış hasılatı personel giderlerini karşılamaya yetmiyor. Çünkü sadece personel giderleri kurumun satış hasılatından yüz 20 oranında daha yüksek.İşte yapısal reform programının en kritik bölümleri bu alanlarda ortaya çıkıyor. KİT reformu sadece özelleştirme ile bitmiyor. Elde kalan KİT’lerin mali yapılarının güçlendirilmesi, yapısal sorunlarının giderilmesi gerekiyor. Bu da yüksek oranlı fiyat zamları ve personel fazlalığının eritilmesi ile mümkün. Bunlar tabii ki seçime giden hükümetin yapabileceği işler değil...

Devamını Oku

Eylül’de seçim planı yattı...

21 Şubat 2007

AKP’nin milletvekili genel seçimlerini öne alma, cumhurbaşkanlığı seçiminin hemen ardından o rüzgarı arkasına alarak seçime gitme planları tutmadı. Seçim normal zamanında, yani 4 Kasım günü yapılacak. AKP ve Başbakan Erdoğan, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin mayıs ayı başında gerçekleştirilecek olan cumhurbaşkanlığı seçiminin tamamlanmasından sonra fiilen tatile gireceğini, dönemini tamamlayacağını öngörerek, fazla vakit kaybetmemek için milletvekili genel seçimlerini öne almayı planlıyordu.AKP’nin seçimi öne alma gerekçeleri şu şekilde özetleniyordu:* Birincisi ve en önemlisi, Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesi halinde o rüzgarın etkisi kaybolmadan milletvekili seçimine gidip, partinin oylarını arttırmak.* GP, SP, BBP gibi küçük sağ partiler arasındaki ittifak arayışları ile ANAP ve DYP’yi birleştirme formülleri üzerine anlaşma sağlanamadan, yüzde 10 barajını geçme ihtimali olan yeni bir oluşumlara, rakiplere fırsat vermeden baskın seçim.* Türkiye’nin zaman kaybetmesinin önüne geçmek. * Ekonomi bakımından daha da önemlisi 2008 yılı bütçesi yapılamayacak. Zorunlu olarak üç veya dört aylık geçici bütçe yapılacak ve asıl bütçenin Meclis’ten çıkarılması şubat- mart aylarını bulacak.İşte iktidar partisi, bir yandan rakiplerini zor durumda bırakmak, yeni bir beş yıllık dönem için tek başına iktidarı garanti altına alabilmek, diğer yandan da ülkenin zaman kaybetmesini önlemek için seçimleri birkaç ay öne almayı planlıyordu.25 YAŞ ENGELİAKP, milletvekili genel seçimini mümkün olursa temmuz ayı sonuna doğru, yetişmez ise de en geç 9 Eylül’de yapmayı öngörüyordu. Ancak bu noktada çok önemli bir engel çıktı. Milletvekili seçilme yaşının 25’e indirilmesine ilişkin yasal düzenleme seçimin öne alınması halinde uygulanabilecek miydi? Çünkü Anayasa gereği, Seçim Yasası’ndaki değişikliklerin uygulanabilmesi için bu düzenlemenin seçimden en az bir yıl önce yapılması gerekiyor. 25 yaşla ilgili düzenleme ise ancak kasım ayında bir yılını dolduruyor.Başta Anayasa Profesörü Burhan Kuzu olmak üzere bazı AKP’li hukukçular, seçilme yaşı ile ilgili bu düzenlemenin Anayasa’nın öngördüğü Seçim Yasası değişikliği kısıtına girmeyeceğini, dolayısıyla seçim ne zaman yapılırsa yapılsın bu hükmün uygulanabileceğini savunuyor. Bazı hukukçular ise aksi görüşte. İşi şansa bırakmak isteyen Başbakan Erdoğan, daha kesin hukuki gerekçeler istedi.Ve konu Yüksek Seçim Kurulu’na intikal ettirildi. YSK’dan yapılan resmi açıklamada, bu konuyla ilgili olarak Kurul’un önceden görüş açıklamasının doğru olmayacağı, bunun “ihsas-ı rey” anlamına geleceği vurgulanarak, iktidar partisinin bu talebi reddedildi.AKP’nin etkili yöneticilerinden birinden aldığımız bilgiye göre, YSK, sözlü olarak ve “gayrı resmi” biçimde AKP’ye şu yanıtı verdi:“Seçimi öne alırsanız, yasanın üzerinden bir yıl geçmeyeceği için seçilme yaşının 25’e indirilmesi yönündeki hüküm bu seçimde uygulanamaz...” Böylelikle seçim tarihi olarak 4 Kasım 2007 kesinleşmiş oldu.

Devamını Oku

Deniz Baykal 301 değişikliğine niye karşı?

20 Şubat 2007

Hükümet Türk Ceza Yasası’nın en çok konuşulan maddesi olan 301’i değiştirmek, hem içerde hem uluslararası düzeyde devam eden bu tartışmayı bitirmeyi istiyor.İstiyor ama öte yandan bunu tek başına yapmak, sorumluluğu tek başına üstlenmek istemiyor. Topu önce sivil toplum örgütlerine atıyor hükümet ve “siz uzlaşın, bir öneri getirin, biz Meclis’te o doğrultuda bir düzenleme yapalım” diyor. Sanki 301 çıkarılırken sivil toplum örgütlerine sorulmuştu...Bununla da yetinmiyor hükümet, anamuhalefet partisi CHP’yi de yeni düzenlemeye ortak etmek istiyor. Ancak CHP’yi ikna edebilmek pek olası değil...Sivil toplum örgütlerinden gelen bir öneri var. 301. madde sorununa ne kadar çare olur bilinmez ama eski 159. maddeye benzer bir düzenleme ile çıkış yolu öneriyor hükümete ve parlamentoya, bazı sivil toplum kuruluşları.Tabii ki bu konuda nihai kararı hükümet verecek. Dün yapılan Bakanlar Kurulu’nun ardından konu iktidar partisi AKP’nin Merkez Yürütme Kurulu’nda da görüşüldü. Muhtemelen bu hafta sonu ve önümüzdeki hafta konu yeniden Meclis gündemine taşınacak.Düzenleme Meclis’e geldiğinde CHP destek olursa AKP gönül rahatlığı ile bu düzenlemeyi gerçekleştirecek.Fakat acaba AKP’nin çok ihtiyaç duyduğu bu siyasi desteği CHP verecek mi?Dün CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile konuştuk. “Niye destek vereyim kardeşim?” diyor ve soruya şu soruları sıralayarak karşılık veriyor Baykal:“Nereden kaynaklanıyor bu değişiklik ihtiyacı? Demokrasi, insan hakları falan gibi bir sorundan mı? Öyleyse KanalTürk televizyonuna yapılanlar ne? Medyaya yapılanlar ne? Bu demokrasi sorunu değil mi ? Şimdi biz bunları bırakacağız bir kenara, görmeyeceğiz, 301’le uğraşacağız. Olur mu öyle şey?” 301. madde tartışmalarının Türkiye’nin gerçek bir sorunundan kaynaklanmadığı iddiasını sürdüren Baykal, bu konunun bir demokrasi, düşünce ve ifade özgürlüğü sorunu olmadığını söylüyor. “Düşünce açıkladı diye kimi mahkum etti 301. madde? Bu yüzden hapishaneler doldu da onun için mi bu sorunu konuşuyoruz?” diye soruyor ve yanıt veriyor:“Hayır gerçekte böyle bir ihtiyaç yok. Bu tamamen sipariş üzerine yapılan bir iş. Gerçek toplum ihtiyaçlarından kaynaklanan bir olay değil. Ve bu da insanı tedirgin ediyor doğrusu. Yani kullanıldığını hissediyor insan, baskı altına alınmak istendiğini görüyor. Bizim eksiğimiz noksanımız olur, konuşuruz bakarız bunlara ve düzeltmeye gidermeye çalışırız onu. Ama şimdi nedir bu 301 fırtınası, bu kıyamet?” Zülfü Livaneli’nin önerisini anımsatıyorum Baykal’a ve soruyorum:“Hükümet 301. maddedeki ‘Türklük’ ibaresini, ‘Türk Ulusu’ diye değiştiren bir değişiklik önerisi getirse itiraz eder misiniz?” Yanıtı ve son sözü şu oluyor Baykal’ın bu konuda:“Hükümet yapmak istiyorsa getirsin düzenlemesini görelim. Bizim bu konudaki tavrımız açık. Biz böyle bir arayış içinde değiliz. Bunlarla da hiç kimseyi tatmin etmeleri mümkün değil. Buraya girdin mi sen artık baskıya açığım mesajını vermiş olursun; (Bugün bunu yaparım, yarın başka bir şey isterseniz onu yaparım) demektir bu. Ayıptır. Koca Türkiye Büyük Millet Meclisi ile kimsenin oynamaya hakkı yok...” Baykal’ın tutumu böyle. 301 değişikliğinin ülkenin gerçek bir ihtiyacı olmadığını, dış baskılar sonucu gündeme geldiğini düşünüyor ve Türkiye’nin buna boyun eğmemesi gerektiği görüşünde.Bakalım hükümet ne yapacak?

Devamını Oku

‘Merkez’ de birleşme için DP formülü...

20 Şubat 2007

Seçimlerin erkene alınma tartışmaları merkezde ve merkez sağda birleşme çabalarını da yeniden canlandırıyor.Bundan 6-7 ay önce eski ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz’ın başlattığı fakat sonuç alamadığı sosyal demokrat katkılı merkez birliği çalışmaları geçtiğimiz günlerde yeniden siyaset kulislerinin gündemine oturdu.Şu anda Ankara’da ANAP ile DYP’yi tek çatı altında buluşturabilmek için sessiz ve derinden bir çaba yürütülüyor. 2006 yılı yaz aylarında Yılmaz birleşme konusunda ANAP ve DYP genel başkanlarını birleşme konusunda ikna edememişti. O günkü ortamda her iki genel başkan da kendi partisinin barajı aşabileceği inancındaydı. “Ben zayıf bir ihtimal olarak görüyorum ama barajı aşabilseniz de iktidar şansınız hiç yok. Benim önerdiğim merkezde geniş bir birliktelikle iktidar şansıdır” demesine rağmen bu girişimler sonuç vermedi.Bu girişimlerini 9. Cumhurbaşkanı Demirel ile de dirsek teması içinde sürdüren Yılmaz, son çare olarak Demirel’e şu öneriyi yaptı:“Siz de devreye girin Hikmet Çetin’i ikna edelim. Demokrat Parti’nin başına geçsin. Sizin desteğiniz olursa merkez sağın önemli isimleri bu partide buluşabilir. Ayrıca merkez soldan da Hikmet Çetin’in yanı sıra Onur Kumbaracıbaşı, Seyfi Oktay gibi isimlere bu yapılanma içinde aktif rol aldırabilirsek önemli bir çekim merkezi haline gelir DP. O zaman DYP ve ANAP ister istemez bu oluşumun içinde yer almak durumunda kalabilir.” Bu formül de tutmadı. En başta da Hikmet Çetin bunu kabul etmedi. Ve geçen yıl yaz aylarında başlatılan bu girişimler böylece sonuçsuz kaldı. Ancak son günlerde Türkiye’nin yavaş yavaş seçim atmosferine girmesi, erken seçim tartışmalarının yapılmaya başlamasıyla birlikte, Ankara’da birleşme, tek çatı altında seçime girme çabaları özellikle küçük sağ partilerin bir numaralı gündemi haline geldi.Cem Uzan’ın GP’si, Erbakan’ın SP’si ve Muhsin Yazıcıoğlu’nun BBP’si arasında bir “İslamcı-Milliyetçi Cephe” formülü geliştirilmeye, böylelikle yüzde 10 barajı aşılmaya çalışılırken, merkezde daha güçlü bir yapılanma için de arayışlar yeniden hız kazandı.Merkezde iktidar alternatifi olabilecek daha güçlü yapılanma için akla gelen iki parti kuşkusuz ANAP ve DYP. Bunlara Yaşar Okuyan’ın Hürparti’si ve şu veya bu nedenle CHP’den küsüp ayrılan veya ayrılmak zorunda kalan sosyal demokrat isimler de ekleniyor. Formül ise yine DP’ye bir şekilde yeniden hayatiyet kazandırma ve DP çatısı altında buluşma...Bu formül için ANAP ve Erkan Mumcu’nun ikna edilebileceği konuşuluyor. Zor olan ise “baraj sorunu yaşamadığı” iddiasındaki DYP ve Mehmet Ağar’ın nasıl ikna edileceği... “DP’de buluşma” projesinin mimarlarının Ağar’ın ikna edilmesi konusundaki umutları Süleyman Demirel ve Mesut Yılmaz’da.Kulislere yansıyan bilgilere göre, önümüzdeki günlerde Mesut Yılmaz yeniden devreye girmeye hazırlanıyormuş. Yılmaz muhtemelen Demirel ile bir kez daha görüşecek ve onayını, desteğini alabilirse Mehmet Ağar’la buluşacak. Ağar’a götürülmesi planlanan öneri şu: “ANAP da DYP de seçime girmesin. Bu iki parti DP’de bir araya gelsin. Kamuoyunun tanıdığı bazı sosyal demokrat isimler de bu partiye katılsınlar, listelerin ilk sıralarında aday olsunlar. Ağar DP’nin genel başkanı olsun ve seçime tek parti halinde girilsin...” Üzerinde çalışılan formülün ana hatları özetle böyle. Ağar’ın bu formüle aklı yatar mı, formül tutar mı? Bu gün için zor görünüyor ama yarın neler olur onu da şimdiden kestirmek güç. Bu noktada Yılmaz’ın Demirel’le ve Ağar ile yapacağı görüşmeler çok önemli. Daha da önemlisi Demirel’in açık bir tavır alıp almayacağı...

Devamını Oku

Sorun Barzani ile değil Talabani ile görüşüp görüşmemekte...

18 Şubat 2007

Başbakan Tayyip Erdoğan bir süre önce açıkladı ki, Türkiye’nin bugün önündeki en önemli dış politika meselesi Irak, daha doğrusu Kuzey Irak. Bu mesele, Avrupa Birliği’nin de Kıbrıs’ın da önüne geçmiş durumda.Ancak özellikle son günlerde kamuoyuna yansıyan bazı resmi açıklamalara bakıldığında, sanki bu konuda Türkiye’nin net bir devlet politikası yok gibi. Sanki hükümetle diğer devlet organları arasında ciddi görüş ve yaklaşım farklılıkları var. Hükümet kendine özgü bir yaklaşım tarzı içinde farklı şeyler söylüyor, Cumhurbaşkanı’nın tutumu çok farklı, Genelkurmay’ın söyledikleri bambaşka...En azından iç ve dış kamuoyuna yansıyan görüntü bu. Örneğin, Başbakan Erdoğan’ın ve Genelkurmay Başkanı’nın geçen haftanın son günlerinde kamuoyuna yansıyan görüşleri. Irak politikası konusunda Türk Silanlı Kuvvetleri ile hükümetin farklı görüş ve yaklaşımları olduğu sır değil. Ancak Başbakan Erdoğan’ın Kuzey Irak’la ilgili sözleri ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt’ın Washington’da dile getirdiği ifadeler, özünde çok derin bir çatlağın değil, siyasetçi ile asker arasındaki üslup farkının sonucu. Genelkurmay Başkanı, “Kürt liderlerle siyaseten kim görüşürse görüşsün. Ben PKK’ya destek verenle ne konuşacağım” diyor. Aslında Başbakan Erdoğan da, Türkmenistan’a giderken uçakta yaptığı açıklamasında, Kuzey Irak’taki otorite ile yani Mesut Barzani yönetimi ile “masaya oturalım resmi görüşmeler yapalım” demedi, böyle bir şeyi kastetmedi.Başbakan’ın, Kuzey Irak yönetemi ile ilişkilerin gelişitirilip geliştirilemeyeceğine ilişkin soruya verdiği yanıt şuydu:“Neden olmasın? Yeter ki biz bölgede huzuru sağlayalım. Eğer Kuzey Irak’ta atacağımız her adım ülkemize huzur getirecekse, onlar için aynı şekilde huzur getirecekse bu adımlara her zaman varız.” Başbakan’ın söylediklerinde ince bir ayrıntı var. “Eğer terörü biterecekse, huzura katkısı olacaksa adım atılır” demeye getiriyor. Genelkurmay Başkanı’nın dediği ise, “PKK orada onların himayesinde barınmaya devam ettiği sürece hiçbir adım atılmamalı.” Aslında hükümetle diğer devlet kurumları arasında asıl çatlak, Barzani ile görüşüp görüşmemekten çok, Irak’ın bugünkü resmi Cumhurbaşkanı Celal Talabani ile ilişki düzeyinde kendini gösteriyor.Hükümet, Talabani ile ilişkilerin sıcaklaştırılmasından yana. Talabani’nin Türkiye’ye davet edilmesini arzuluyor. Ancak buna Cumhurbaşkanı Sezer şiddetle karşı çıkıyor. Bu yüzden de Talabani 2 seneden beri Türkiye’den davet bekliyor.Sezer de tıpkı Genelkurmay Başkanı gibi, Kuzey Irak’ta PKK’ya verilen destek ve himaye kalkmadıkça, Kürt liderlerin mevki ve makamları ne olursa olsun muhatap kabul edilmemesi görüşünde. Oysa hükümet şu veya bu düzeyde ilişkilerin canlandırılmasının Türkiye’nin terör mücadelesine katkı yapabileceğini düşünüyor. Bir de açıkça ifade edilmese de, bu gibi kritik konularda askeri kesimin hükümetle çelişen görüşlerinin çok ön planda kamuoyuna yansıyor olması, haliyle hükümeti rahatsız ediyor.

Devamını Oku

AKP ve CHP Livaneli formülünde uzlaşır mı?

15 Şubat 2007

Yeni Türk ceza Yasası’ndaki 301. madde aylardan beri tartışılıyor. Değişiklik gerekip gerekmediği, gerekiyorsa nasıl yapılması gerektiği konuşuluyor, sivil toplum kuruluşlarının uzlaşması bekleniyor. Aslında tartışmadan çok havanda su dövülüyor. Yoksa siyasi irade tam olduktan sonra yapılması gereken son derece basit. Ve bu basit çözümü de dün değil, Hrant Dink cinayetinden sonra alevlenen tartışmalar sırasında da değil, bundan tam 15 ay önce İstanbul Bağımsız Milletvekili Zülfü Livaneli gündeme getirmişti. 15 ay önce uyarmıştı Livaneli. Bu maddenin sıkıntı çıkaracağını, geç kalmadan bir çözüm bulunması gerektiğini belirterek çözümün ne olduğunu da 301. maddeye bir tek kelime ilavesi içeren yasa teklifi ile ortaya koymuştu. Anımsadığım kadarıyla bununla da yetinmemişti Livaneli. O günlerde Adalet Bakanı Cemil Çiçek’le iki defa buluşup, mevcut yasa maddesinin Türkiye’nin başına ne gibi sıkıntılar açabileceğini anlatmış, tek çözümün ” Türklük “ibaresi yerine” Türk Ulusu “ibaresi” getirmekten geçtiğini anlatmıştı. Hatta Adalet Bakanı da ikna olmuş, Yargıtay’dan görüş isteyip gereğini yapmaya çalışacağı konusunda söz vermişti Livaneli’ye.Fakat sonuçta değişen bir şey olmadı. Yazarlar, aydınlar hakkında arka arkaya yapılan suç duyuruları, açılan davalar önce iç kamuoyunda sorunun vehametini ortaya koydu. Ardından Avrupa Birliği ile ilişkilerde 301 pek çok sorunun yanında Türkiye’nin önüne bir demokrasi ayıbı olarak konulmaya başladı.Hükümet, AB’nin de bastırmasıyla maddede yeni bir düzenleme bir değişiklik yapılması eğilimindeydi. Fakat seçim ortamına girilmesi, seçim kaygılarının ağır basmaya başlaması hükümetin cesaretini kırdı. Bu arada bir yandan MHP’nin, diğer yandan CHP’nin bu düzenleme yapıldığında, hükümeti, AKP’yi, “Türklüğe hakareti serbest bıraktılar” suçlamayı planladıklarını çok iyi biliyordu. Bu da hükümetin elini kolunu bağlayan önemli bir faktör oldu.O nedenle, Başbakan Erdoğan topu sivil toplum örgütlerinin önüne attı. “Sivil toplum örgütleri anlaşıp bize öneri getirsin” dedi. Sonuçta sivil toplum örgütleri de anlaşamadı. Bazı kuruluşların üzerinde anlaştıkları, hükümete sundukları ve İKV Başkanı tarafından kamuoyuna açıklanan öneri de yaşanan sıkıntıyı ortadan kaldırabilecek gibi gözükmüyor.Oysa 2005 yılı Kasım ayından beri Meclis gündeminde bekleyen Livaneli’nin teklifi gündeme alınıp bunun üzerinden CHP ile bir uzlaşma aransa hiç kuşku yok ki daha sağlıklı bir çözüme ulaşılacak.Şimdi Erdoğan’ın kurmayları sivil toplum kuruluşlarının önerisinin yanısıra Livaneli formülünü de yeniden masaya yatırmış durumda.Konu Pazartesi günü yapılacak olan Bakanlar Kurulu’nda ve AKP Merkez Yürütme Kurulu’nda son kez değerlendirilecek. Livaneli’nin teklifi üzerinden CHP ile uzlaşma konusunda bir ışık alınabilirse hükümet muhtemelen bu teklifi Meclis’in onayına sunacak.CHP acaba eski milletvekilinin önerisine “evet” diyecek mi yoksa “Türklük” kavramında direnme kararlılığını sürdürecek mi?

Devamını Oku

Başbakan: 301 kalkmamalı ama değişiklik yapılabilir

14 Şubat 2007

Başbakan Recep Tayip Erdoğan, Devlet Başkanı Gurbanguli Berdimuhammedov’un yemin törenine katılmak üzere Türkmenistan’a giderken, uçakta gazetecilerin sorularını yanıtladı. Başbakan’a “Meclis Başkanı Bülent Arınç’ın cumhurbaşkanlığı konusundaki sözleri” hatırlatıldı. Ancak Başbakan, bu konuda Nisan’a kadar konuşmama kararlılığını sürdü ve “Nisan’dan önce konuşmayacağız. Benim düşüncem belli. Gündemde bu konu yok. Şubat’ı, Mart’ı bir bitirelim” demekle yetindi. Başbakan’ın diğer sorulara verdiği yanıtlar şöyle: 301 değişikliği ne olacak?Meslek örgütleri, barolar vs bir araya geldi. Barolar “Hükümet hazırlıklarını yapsın bize göndersin, değerlendirme yapalım” diyor. Böyle bir yaklaşım tarzı olmaz. TOBB, IKV gibi örgütler değişik bir çalışma yapıp, teklif sundular. 301 kesinlikle kalkmamalı. Değişik yapılabilir diye düşünüyorum. Bugün (önceki gün) MYK’da görüştük. Önümüzdeki hafta arkadaşlarımızla bir araya gelip, bu arada başka teklif gelir mi bilemiyorum, son çalışmaları değerlendirip, yapılacak olan değişikliği yapacağız. Aslında komisyonda olumlu bir yaklaşım vardı. Anayasa’nın 66’ncı maddesindeki vatandaşlık bağı ile bağlı olan Türktür “hükmüne CHP takıldı.” Bu Atatürk’ün talebi, bununla oynatmayız “ dedi. Burada Türk kelimesi kalsın ama, Türklük ifadesi için Anayasa’nın 66’ncı maddesine atıfta bulunulabilir. İyi niyet olmadıktan sonra, gerekçeye bunu koymak faydalı olmayabilir.‘BİR ZAT VAR...’Soruşturma izninin bakana bağlı olması için tekrar 159’a dönülebilir mi?Ben 159’dan hakim karşısına çıkmış bir insanım. Nuh Mete Yüksel iddianamesini hazırladı, talep idam. Ben ne yaptım? Kimi öldürdüm? Şok oldum. Böyle bir durumu yaşadım. İdamın kalkması ve müebbet olması, en azından bir mesafedir. Adalet Bakanı’nın iznine bağlı olması bir bakıma olumlu, bir bakıma olumsuzdur. Bu yargının siyasallaşmasına yol açmaz mı? Evet, o gün hangi iktidar varsa, istediğini gönderir. Burada adalet olur mu? Bırakalım yargı sürdürsün. Her müracaat edenin hakkında savcının dava açmasını ortadan kaldıracak bir çalışma yapıyoruz. Bir zat (Kerinçsiz’i kastediyor) var. Şöhret olmak için her şeyde dava açıyor. İsabetli yollardan biri değil. Bunu önlemek için ne yapılabilir, arkadaşlarla çalışıyoruz. Adı, imzası, adresi olmayan şikayetlerin kaale alınmaması gerekir. Dürüstse, samimiyse, adını da, adresini de koyar. Onu kaale alırım. Koskoca yargı neden bunları kaale alsın? Benimle ilgili bile çok sayıda şikayet vardı. Sonra da dosyalar birikiyor.Medya’dan çok şikayet ediyorsunuz?Ben bu konuda çok dertliyim. Ne onunla ne onsuz. Ben böyle 750 tesis demediğim halde, bir gazete, Sabah Gazetesi 750 yazarsa, nasıl üzülmeyeyim buna?(Kahramanmaraş’taki tesis açılışlarını kastediyor) Ben ülkenin başbakanıyım. Çatladıkapı Belediye Başkanı değil. Yarası olan gocunsun. Konya’da 111 tesis dedik, yalan dediler, eski tesis dediler. Eski tesis olmadığına dair şirket sahipleri dava açtılar. Oda başkanı rahatsızlığını ifade etti.Yakın medya grubu, kontrolünüzde medya grubu oluşturmadığınıza pişman mısınız?Ben belediye başkanlığımdan beri bunu yanlış bulduğumu ifade ettim. Bize sürekli olarak geliyorlar. Ben o tuzağa düşersem, yaptıklarımı yapamayacağımız inancındayım. Biz geldiğimizde bazı medya gruplarının bankalarla ilişkileri felaket durumdaydı, şimdi medya yerine oturuyor, kendi ayakları üzerinde. Tabii kamuoyu araştırmaları yapıyoruz medya ile ilgili de. Medyanın korkulduğu kadar tesiri yok. Halk sadece manşetleri, sürmanşetleri okuyor. Köşe yazıları okunmuyor...Niye kızıyorsunuz o zaman?Yapmadığımız şeyler, manşetlerden “yapıldı” diye yazılınca rahatsız oluyoruz. Çünkü ben gazete okurum. Arkadaşlarım özetleri getirir onları okurum.DIŞ POLİTİKAAvrupa’daki PKK operasyonları ve ABD’nin yaklaşımı...Olumlu gelişmeler var. Bundan sonra da olacak diye bakıyoruz.Kuzey Irak’la ilişkileri geliştirme yönünde adım atılabilir mi?Neden adım atılmasın? Yeter ki bir gelişme olsun. Eğer atacağımız adım, bizler ve onlar için sulh getirecekse neden adım atmayalım?Türkiye’nin Ege ve Akdeniz’de petrol araması Kıbrıs Rum yönetiminin girişimine karşı bir karar mı?Zaten vardı bu. Zaten farklı yerlerde petrol arıyoruz. Çok farklı teklifler geliyor. Sadece kendi sularımızda değil, TPAO’nun farklı sularda arama çalışmaları var.Gökçeada’nın batısındaki aramalar Yunanistan’la problem çıkarır mı?Çıkarmaz. Biz Yunanistan’a doğalgaz vereceğiz. Müşterek adımlar atıyoruz. Bakarsınız, bu adım da müşterek adıma dönüşür. Bizim sularımızdaki aramalar için söyleyecek lafları yok. Gökçeada ve Bozcaada ile ilgili bazı alt yapı çalışmalarımız var. Deniz ulaşımı ile ilgili çalışmalar yapıyoruz. Kıbrıs Rum tarafı Avrupa sürecindeki yerini daha da güçlendirmek ve dikkatleri üzerine çekmek için bu adımı atıyor.Lübnan’ın tutumu?Lübnan’la yapacağımız çok şey var. Devam ettirmesi doğru değil. Geri adım attılar zaten.*****SABAH ‘750’ DEMİŞTİSabah Gazetesi, Başbakan Erdoğan’ın önceki gün Kahramanmaraş’ta 750 tesis açtığını yazdı. Türkmenistan’a giden Erdoğan, uçakta gazetecilerin, “Medyadan neden bu kadar yakınıyorsunuz?” sorusuna şöyle yanıt verdi: “Ben bu konuda çok dertliyim. Ne onunla ne onsuz. Ben böyle 750 tesis demediğim halde, bir gazete, Sabah Gazetesi 750 yazarsa, nasıl üzülmeyeyim buna?”*****Doğalgazı çeşitlendirmek şartTürkmenistan doğalgazının Hazar geçişinin halledilmesi gerekiyor. O da ancak Azerbaycan ile Türkmenistan arasındaki krizin aşılması ile mümkün. Ama Türkmenistan’ın Azerbaycan ile arası iyi değil. Arasını buluruz diye düşünüyoruz. İlhan Bey’le(Aliyev) bu konuyu konuşuyoruz. Kardeşler arasını buluruz. Biz de kardeşiz. Ne kadar çeşitli kaynağımız olursa, o kadar güçlü oluruz. 43 ilde doğalgaz kullanıyoruz. Sanayi ve teknolojideki gelişmelere paralel olarak tüketimimiz de artıyor. Bağlantılar kurulduğunda ‘al ya da öde’ konumundaydık, rezerv aşamasına geldik. Tuz Gölü’nün altına rezerv için çalışmalar yapıyoruz. Mısır’dan doğalgaz gelecek. Şu anda Suriye’de.

Devamını Oku