Türkiye’de bugüne kadar sadece 1950- 60 döneminde DP bu denli güçlü bir iktidar görünümündeydi. Sonraki dönemlerde yüzde 50’nin üzerinde oy alıp iktidara gelen Süleyman Demirel’in AP’sinin iktidarı bile sınırlıydı. Şu anda AKP bu şansı yakalamış durumda.
Cumhurbaşkanı AKP içinden seçildi. Doğal olarak Meclis Başkanı AKP’li . Meclis’te çok büyük bir çoğunluğa sahip AKP, bürokrasiye yüzde yüz hakim. Bağımsız, özerk veya yarı özerk tüm kurumlar AKP güdümünde. Anayasa Mahkemesi Başkanı, elbette siyaset dışı bir konumda ama felsefe olarak AKP’ye çok da uzak olduğu söylenemez.
Şimdi 8 Aralık’ta YÖK Başkanı Erdoğan Teziç’in görev süresi sona eriyor. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, YÖK’e yeni bir başkan atayacak. Kurul üyeleri arasından atayacak. Ancak, mevcut üyeler arasından atamak zorunda değil. Önce Teziç’ten boşalan üyelik için uygun gördüğü bir ismi Kurul üyesi atayıp ardından aynı gün Başkan tayin edebilir.
Ve 5 yıldan buyana YÖK’le bir türlü yıldızı barışmayan AKP hükümeti de bu kez artık uyum içinde çalışabileceği bir başkana kavuşacak. İktidarın gücü ve etkisi bundan böyle belirgin ölçüde YÖK’te de hissedilecek.
Evet, 8 Aralık’ta YÖK Başkanı değişecek, iktidar etkisi bir ölçüde bu kuruma da erişecek. Fakat Teziç’in gitmesiyle, YÖK’ün dayanağını yürürlükteki anayasa ve yasalardan alan uygulamaları değişmeyecek, değişemeyecek.
Örneğin Cumhurbaşkanı Gül’ün, Başbakan Erdoğan ve iktidar partisinin öteden beri en önemli yakınma konusu olan, şiddetle karşı oldukları üniversitelerdeki türban yasağı yürürlükten kalkmayacak.
Cumhurbaşkanı Gül’ün atayacağı yeni YÖK Başkanı ve Kurul’un tüm üyeleri isteseler de bu yasağı kaldıramayacaklar. Üniversitelerdeki türban yasağının kaldırılabilmesi için önce Anayasa Mahkemesi’nin ilgili 1989 tarihli kararının yürürlükten kalkması, yok hükmüne düşmesi gerekiyor. Bu da ancak anayasa değişikliği ile mümkün.
Meclis oturumları doğası gereği tartışmalı oluyor. Kural dışı olmasına karşın laf atmalar, sataşmalar geleneksel olarak en basit konular konuşulurken bile yaşanıyor.
Doğal olarak bütçe üzerindeki tartışmalar daha da hararetli geçiyor. Eğer bir de DTP’li herhangi bir milletvekili söz alıp kürsüye gelmişse işin rengi iyice değişiyor. İktidarıyla muhalefetiyle bütün milletvekilleri dikkat kesiliyor, ortam daha da geriliyor. Sataşmalar daha da sıklaşıyor.
Dün, Cumhurbaşkanlığı, TBMM, RTÜK, Anayasa Mahkemesi ve Sayıştay Başkanlığı bütçeleri görüşülürken DTP’li Sırrı Sakık konuşurken de benzer bir tablo yaşandı Meclis Genel Kurulu’nda.
Bir yandan AKP’liler “teröristlere seyircisiniz” diye ithamda bulunurken, diğer yandan da MHP’liler, “Burada ettiğiniz yemine sadık kalın” diye laf atıyor Sakık’a.
Sakık deneyimli bir siyasetçi. Gereken cevapları sakin bir üslupla veriyor laf atanlara. Ama Sakık’ın da partisinin de zorlandığı bir nokta var. Terör ve PKK konusunda açık tutum alamıyorlar. Avrupa Birliği’nden ABD’ye bütün dünyanın terörist örgüt kabul ettiği PKK’ya ne yazık ki DTP’lilerin “terör örgütü”, PKK’lılara da terörist demeye dilleri varmıyor. Nedense terörle aralarına mesafe koymayı bir türlü beceremiyor DTP’liler. O nedenle de artık AB platformlarında bile geçmişte gördükleri ilgili göremiyor DTP’liler. Avrupa’dan da aldıkları mesaj “PKK ile aranıza mesafe koyun, terörü lanetleyin” oluyor.
Ama bunu yapmakta zorlanıyor DTP’liler. Dün Sırrı Sakık da en fazla şunu diyebildi Meclis kürsüsünde PKK konusunda:
“PKK bu ülkenin gerçeğidir; ‘hayır’mı diyelim? Onu silahsızlaştırmak, silahı susturmak bizim boynumuzun borcudur. Çatışmanın, kargaşanın olmadığı bir Türkiye istiyorum...”
Meclis Genel Kurulu’nda 2008 yılı bütçe görüşmelerinin ilk gününde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, ekonomik durumla ilgili görüşlerini açıklarken, ilginç bir saptamada bulunuyor, özetle şunu demeye getiriyor:
“AKP Hükümeti, bizim hükümet olduğumuz dönemde uygulamaya koyduğumuz ekonomik programı uyguladı. Dalgalı kur rejimine biz geçirdik ekonomiyi, örtük enflasyon hedeflemesi bizim dönemimizde başladı. Enflasyon yüzde 70’lerdeydi. Yüzde 30’un altına indirdik.
Enflasyonu indirirken ekonomide büyümeyi de sağladık...”
Bahçeli çok haklı.
Hükümet ve Merkez Bankası son iki yıldır enflasyonu yüzde 4’e indirmeyi hedefliyor. Kamu maliyesine ilişkin bütün hesaplar buna göre yapılıyor, kamu personelinin maaş ve ücret artışları bu hedef çerçevesinde düzenleniyor. Ama ne yazık ki bu iddialı hedef bir türlü tutturulamıyor.
Hedefin geçen yıl tutturulamamasına, yaz aylarında meydana gelen küresel dalgalanmanın etkisi ve petrol fiyatlarında tahminlerin üzerinde gerçekleşen artış bahane gösterilmişti. Hükümet ve Merkez Bankası hedef konusundaki kararlılığını koruyarak içinde bulunduğumuz 207 yılı için de aynı hedefi koydu. Ancak dün açıklanan Kasım ayı verileri gösterdi ki bu yıl da hedeften yüzde 100’ün üzerinde bir sapma var.
Öyle ki, 2007 yılının tamamı için tüketici fiyatlarında yüzde 4’lük artış öngörülmüş iken sadece son iki ayda, Ekim ve Kasım aylarındaki toplam fiyat artışı yüzde 3,8’e ulaştı. Yıl sonunda da rakamın yüzde 8,5 - 9’lar seviyesinde olacağı anlaşılıyor.
2006 yılında hedefin tutturulamamasında küresel dalgalanma etkili olmuştu.
Klasik sağ siyasetçilerin merkez sağı diriltme umutları zayıf da olsa devam ediyor. Bunun için bulunan son formül, Süleyman Demirel’in yasaklı yıllarında DYP’nin emanetçi genel başkanlığını yapan Hüsamettin Cindoruk’un DP’ye “ağabey genel başkan” seçilmesi.
Tansu Çiller’in genel başkanlığında girdiği 2002 seçimlerinde kıl payı bir farkla baraj altında kalan DYP, önce lider değişikliğine gitti. Bağımsız Milletvekili Mehmet Ağar Genel Başkan seçildi. Ancak geçen 22 Temmuz seçimleri yaklaşırken görüldü ki barajı geçme umudu yine zayıf. Bir başka umutsuz vaka da ANAP’la yaşandı. Birleşme kararı alındı. İki parti DP çatısı altında birleşeceklerdi. Ancak milletvekili listeleri hazırlanırken ANAP Genel Başkanı Erkan Mumcu ile Mehmet Ağar arasında çıkan anlaşmazlık birleşme formülünü dinamitledi ve sonuç yine hüsran oldu merkez sağ açısından.
Seçimde alınan başarısız sonuç üzerine Mehmet Ağar “genel başkanlığı bırakıyorum” demiş ama aylardan beri kurtarıcı lider adayını bulamamıştı bu parti. Son çare olarak olarak eskilerin, ağabey siyasetçilerin kapısı çalındı. Mehmet Ağar, Cindoruk’a olağan kongreye kadar partinin başına geçmesini, derleyip toparlamasını önerdi.
Öneriyi Cindoruk’un da benimsediği anlaşılıyor. Dün yaptığı açıklamada, “Benim bu siyasi misyona bir borcum var. Faydalı olacaksa görevden kaçmam” diyor.
Türk Ceza Yasası’nın 301. maddesi ile ilgili tartışma iki yıldan beri Türkiye’nin gündeminde. Sadece Türkiye’nin de değil, Avrupa Birliği’nin de. İktidarın söylemine bakılırsa maddenin şimdiye kadar çoktan değişmesi lazımdı. Ama değişmiyor, değiştirilemiyor.
İktidar partisi grubu maddenin değiştirilmesinden yana, hükümet de değişikliğe sıcak bakıyor. “En kısa zamanda değişecek” deniliyor ama hiçbir somut girişim yapılamıyor.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül bir ay önce Strasbourg’a Avrupa Konseyi Parlamenterler Assamblesi toplantısına katıldı. Avrupalı parlamenterlerin sorularını yanıtladı. Türk demokrasisinde eksiklik, eleştirilecek bir yan arayanlar, hemen TCK’nın 301. maddesini gündeme getirdiler. Bunun düşünce ve ifade özgürlüğünü nasıl engellediğini anlatıp sordular Cumhurbaşkanı Gül’e:
301. madde ne olacak?
“Seçimlerden sonra oluşan parlamento yeni çalışmaya başladı. Bu konu bildiğim kadarıyla hükümetin de gündeminde en kısa zamanrda 301. madde değiştirilecek” diye yanıtladı soruyu Gül.
Ama hükümetten hala bir adım, bir ses yok.
Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın, AB ile ilgili yaptığı hemen her görüşmesinde de karşısına 301. madde sorusu çıkıyor.
Sınır ötesi operasyon tartışmalarının yoğunluk kazandığı bir ortamda geçen hafta Dışişleri Bakanı Ali Babacan, terörle mücadele konusunda yapılan dış temaslar, alınan bazı devlet kararları ve önümüzdeki dönemde izlenmesi muhtemel strateji konusunda muhalefeti bilgilendirme turu yaptı.
Önce CHP Genel Başkanı Deniz Baykal’ı ziyaret etti. Ardından MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve DSP Genel Başkanı Zeki Sezer’i. Meclis’te partisini tek başına temsil eden BBP Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu’nu da ziyaret edecekti Babacan, ancak Yazıcıoğlu’nun o gün Ankara dışında programı olduğu için bu görüşme gerçekleşmedi.
Dışişleri Bakanı dikkat çekici bir program uygulamıştı. Meclis’te grubu bulunan üç muhalefet partisinden sadece ikisini bilgilendirirken DTP’yi es geçmişti. Neden, zaman darlığından mı?
Değil. Çünkü öyle olsaydı, grubu bulunmayan DSP sonraki bir tarihe ertelenir DTP’yi ziyaret edebilirdi.
Ama etmedi. Siyasi nezaket bakımından, protokol sıralaması bakımından pek alışık olunmayan, normalde tepki çekmesi gereken, yadırganacak bir durum.
Ama öyle de olmadı. Hiç yadırganmadığı gibi son derece de normal ve olağan karşılandı Dışişleri Bakanı’nın bu tutumu.
Normal karşılandı çünkü bu bu bilgilendirme ziyaretlerinin amacı, terörle mücadele ve sınır ötesi askeri harekat konularında gerçekleştirilen diplomatik temasların sonuçları ve önümüzdeki dönemde izlenecek strateji idi. Mücadele edilen terör belası da bölücü örgüt PKK terörü idi.
Türkiye, 20 yılı aşkın süredir devam eden bölücü terörle mücadelede son derece kritik bir sürece girdi. Belki de ilk defa bitirici sonuç alma noktasına çok yaklaşıldı.
ABD’nin Kuzey Irak’taki yerel Kürt idaresi üzerindeki baskısı sonuç vermeye başlamış durumda. Barzani ve ekibi bu sefer işin ciddiyetinin farkında.
Dışişleri Bakanı Ali Babacan’ın da ifade ettiği gibi “terör örgütünün yalıtılması, yalnızlaştırılması” konusunda önemli mesafe alındı. ABD’nin yanısıra Avrupa Birliği dahi Türkiye’nin Irak’ın kuzeyinde gerçekleştireceği, sınırlı ve sivillere zarar vermeyecek bir askeri harekata karşı çıkmıyor.
Bu önemli bir aşama.