Irak Devlet Başkanı Celal Talabani’nin iki yıldan beri 10. Cumhurbaşkanı Sezer’in vetosu nedeniyle gerçekleştiremediği Ankara ziyareti nihayet bugün Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün davetiyle gecikmeli olarak başlıyor.
Talabani’yi davet etmek Cumhurbaşkanı Gül’ün kafasında öteden beri vardı ancak Kuzey Irak’a yönelik sınır ötesi kara harekatı daveti öne çekti. Biraz da aceleye getirdi bu kritik ziyareti.
Aralarında Güvenlik, Enerji, Maliye, Sanayi ve Su bakanlarının da bulunduğu geniş bir heyetle gelecek bugün Talabani.
Ekonomi ticaret, enerji konuları ele alınacak ziyaret sırasında. Ancak hiç kuşku yok ki Ankara görüşmelerine damga vuracak olan iki temel konu var:
Genelkurmay ile muhalefet partileri CHP ve MHP arasındaki sınır ötesi operasyon tartışması önceki gece yayınlanan sert bildiri ile hiç kimsenin arzu etmeyeceği teamül dışı boyutlara taşındı.
CHP de MHP de Genelkurmay’a ve Genelkurmay Başkanı Orgeneral Büyükanıt’a “Siz niye alınganlık gösteriyorsunuz? Bizim sözlerimizin, tartışmamızın muhatabı hükümet” diyor. Ancak özellikle önceki gece yapılan Genelkurmay’ın yazılı açıklaması, gerek içeriği gerekse de üslup ve biçimi açısından alınganlığın da ötesinde bir tepkiyi, sinirliliği ortaya koyuyor.
Gerek Deniz Baykal gerekse de Devlet Bahçeli üstüne basa basa “Biz demokratik çerçevede bir siyasi tartışma yürütüyoruz. Bizim eleştiri ve değerlendirmelerimizin muhatabı hükümettir” diyorlar. Ama Genelkurmay üstüne alınıyor ve yanıt veriyor, hem de alışılmışın ötesinde bir setlikte.
Neden alınıyor Genelkurmay?
TSK dünyada bir ilki gerçekleştirdi. Çok sert kış koşullarında, derinliği yer yer bir-bir buçuk metreyi bulan karda ve tipi altında sınır ötesinde kapsamlı bir kara harekatı yapıldı.
Gayri nizami harp usullerini kullanan terör örgütü en önemli kampında kuşatıldı ve 300’e yakın terörist etkisiz hale getirildi. Kamp tesisleri tümüyle imha edildi. Ne yazık ki 24 de şehit verildi bu operasyonda. Ki aslında bu tür gayri nizami harp usulleri ile eylem yapan terör gruplarına karşı dünyada genel kabul gören oran 1’e 17 düzenli ordunun aleyhinde. TSK’nın operasyonunda ise tam tersi oldu. Terör örgütüne çok ağır darbe vuruldu.
Bunun dünyada örneği yok. Hiçbir ordu bu tür iklim ve arazi koşullarında benzer operasyon yapmadı. Biraz benzeyen tek örnek, Sovyetler Birliği döneminde 1980’lerin başında Kızıl Ordu’nun Afganistan macerası. Onun da sonucu askeri ve siyasi açıdan tam bir fiyasko.
TSK’nın son operasyonu ise tam anlamıyla parlak bir başarı örneği. Fakat ne yazık ki son günlerde Türkiye’de esen hava, yürütülen anlamsız tartışma ortamı bu başarıyı gölgeliyor.
Sınır ötesi operasyonla ilgili hükümet tezkeresi Meclis’e geldiğinde DTP dışındaki bütün partilerin milletvekillerinin desteğiyle kabul edilmişti.
Beklenen de oydu zaten. Hayati önemdeki ulusal meseleler gündeme geldiğinde siyasal çekişmeler, gerilim konuları ne kadar önemli olursa olsun geri plana itilmiş, en azından görüntüde birlik mesajı verilebilmişti.
Bugüne kadar hep böyle oldu. 1974’teki Kıbrıs Barış Harekatı’nda böyle oldu. Bölücü terörün yükseldiği dönemlerde sınırötesi operasyonlarda da böyle oldu, Bütün siyasi partiler, toplumun hemen hemen bütün katmanları birlik görüntüsü sergileyebildi.
Şu anda da Türkiye yine tarihinin en kritik sınır ötesi askeri operasyonlarından birini yürütüyor. Bugüne kadar 30 şehit verildi. Mehmetçik ağır kar- kış koşullarında bölücü teröristlerle çarpışıyor. Hemen her gün cami avlularından şehit cenazeleri kaldırılıyor.
CHP, türbanla ilgili anayasa değişikliğinin iptali için beklenen başvurusunu dün Anayasa Mahkemesi’ne yaptı. Böylelikle günlerdir toplumda sert tartışmalara neden olan, üniversiteleri, kurumları bölen toplumsal gerilimi ve siyasi tansiyonu yükselten türban konusu da siyaset alanından yargı alanına geçti.
Artık top yargının sahasında.
Anayasa Mahkemesi’nin toplumdaki gerilimi, üniversitelerdeki, YÖK’teki karmaşayı dikkate alarak karar sürecini uzatmayacağı tahmin ediliyor. Tıpkı geçen yıl Nisan ayındaki cumhurbaşkanlığı seçim sürecindeki 367 kararında olduğu gibi. O zaman da Anayasa Mahkemesi kesintisiz bir jet mesai uygulayarak kararını dört gün içinde vermişti. Şimdi de konunun kritik önemini dikkate alarak bir hafta on gün içinde bir karar vermesi bekleniyor.
Hukuki süreç nasıl işleyecek?
Siyasetin restleşerek çözmek için yola çıktığı türban meselesi giderek iyice içinden çıkılması zor bir noktaya doğru ilerliyor.
Siyasi tartışma ve gerilim ortamı, Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün anayasa değişikliğini on gün beklettikten sonra onaylamasından sonra geçen hafta sonunda Resmi Gazete’de yayımlatmasıyla yürürlüğe girmesiyle başka bir boyuta geçti.
CHP muhtemelen bugün iptal için Anayasa Mahkemesi’nin kapısını çalacak. Böylece artık siyasetin elindeki türbanın “çenealtı fiyongu”nun nasıl bağlanacağı veya çözüleceği en yüksek yargı organının vereceği karara kalıyor. Siyaset ve siyasetçiler Anayasa Mahkemesi’nin son sözü söylemesini bekliyor. Dolayısıyla siyasette türban gerilimi kısa bir mahkeme molası verecek.
Fakat olayın yüksek öğrenim kurumlarında yarattığı gerilim ve kaos ortamı ise giderek şiddetleniyor. YÖK Başkanı Yusuf Ziya Özcan ile rektörler arasındaki karşılıklı suçlama ve tehditlerin dozu gün geçtikçe artıyor.
İktidarın MHP’nin de katkıları ile uygulamaya çalıştığı çözüm stratejisi en azından şu an için türban meselesini tam anlamıyla kördüğüm haline getirmiş durumda.
Siyasette, devlet kurumları arasında ve toplumda haftalardır yaşanan gerilim bir yana, şimdi YÖK’te ve üniversitelerde de çatışma, karmaşa ve kaos ortamı yaşanıyor.
Dün itibariyle YÖK ikiye bölünüyor. Başkan Yusuf Ziya Özcan, bütün üniversitelere talimat gönderiyor, “Yasal düzenlemeye gerek yok. Türban bugün itibariyle anayasa gereği üniversitelerde serbesttir. Gereğini yapın” diyor. Ardından dün 9 üye Başkan’a karşı bildiri yayınlıyor. Onlar da “Bu emir kanunsuzdur. Anayasa Mahkemesi’nin yasak kararı devam ediyor. Buna uymamak suç işlemek manasına gelir” diyor. YÖK Başkanı, Anayasa Mahkemesi’nin 1989 tarihli kararının gerekçesini oluşturan ve bugün de çok tartışılan türban serbestisinin cumhuriyetin temel ilkelerine aykırı olduğu yönündeki görüşlere karşı dün ikinci bir açıklama daha yapıyor ve o da türbana izin vermeyen rektörlerin suç işlemiş olacağını ima ediyor. Deniyor ki dünkü ikinci YÖK açıklamasında; “Cumhuriyet’in ve dolayısıyla devletin Anayasa’da belirlenen nitelikleri, temel hak ve hürriyetlerin korunmasının ve geliştirilmesinin teminatı olup hiçbir biçimde kişi hak ve hürriyetlerinin sınırlandırılmasının gerekçesi olarak kullanılamazlar...”
Yani türbanı serbest bırakın diyor YÖK üniversite rektörlerine...
Milletvekili maaşları ile ilgili düzenlemeler her dönemde toplumun ilgisini fazlasıyla çekiyor. Vekil veya emekli vekil maaşlarının arttırılması her zaman büyük tepkilere neden oluyor.
Bunu milletvekilleri de Meclis Başkanları da öteden beri çok iyi biliyorlar. Hemen her maaş düzenlemesi sırasında bu konunun basında haber ve yorum konusu yapılmasına da o yüzden, “Meclis’in siyaset kurumunun itibarını zedeliyorsunuz” diye kızıp, tepki gösteriyorlar.
Evet bu konu gerçekten de milletvekillerinin, Meclis’in, siyasetin itibarını aşındırıyor. “Duble aylıklar, kıyak emeklilik” imkanları tepki çekiyor, itibar zedeliyor.
Şimdi yine buna benzer bir durum var Meclis’te. Yine bir “itibar” tartışması yaşanabilir önümüzdeki günlerde.