Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın kapatma istemli iddianamesini Anayasa Mahkemesi’ne sunduğu günden beri AKP’nin ne yapıp ne yapamayacağı veya ne yapması gerektiği tartışılıyor.
AKP’liler, muhalif siyasetçiler, hukukçular, hukukçu olmayanlar, gazeteciler, sivil toplum örgütleri ve iş dünyası günlerdir tartışıyor. Dahası Atlantik ötesinden AB’ye kadar dış dünya da bu meseleyi konuşuyor. Hatta bu çerçevede Türk demokrasisinin ve yüksek yargısının kalitesi sorgulanıyor.
Pek çok AKP’linin de AKP’ye destek veren çevrelerin de ilk aklına gelen anayasanın parti kapatmalarıyla ilgili maddelerinin (68. ve 69. maddeler) değiştirilmesi olmuştu. Hem de her ne pahasına olursa olsun mantığı ile: Muhalefet uzlaşmaya yanaşmaz, anayasa değişikliğine destek vermezse bu değişikliği referandum yoluyla gerçekleştirmek.
Referandumu da “AKP kapatılsın mı kapatılmasın mı? Tayyip Erdoğan yasaklansın mı yasaklanmasın mı?” oylamasına dönüştürerek.
AKP’de kafalar henüz netleşmiş, izlenecek strateji berraklaşmış değil. Kimilerine göre uzlaşma ve gerilimi düşürme öncelik taşıyor, kimilerine göre ise gerilimse gerilim, teslim olmamak sonuna kadar mücadele etmek eğilimi ağır basıyor.
AKP’de milletvekilleri, partililer, hatta partinin üst kademe yöneticilerinin büyük bölümü de bu süreçte izlenecek stratejiyi bilmiyor. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın konuşmalarının tonuna, ifadelerinin keskinliğine bakarak sonuç çıkarmaya çalışıyor AKP’liler.
O nedenle de bazı milletvekilleri, bakanlar ve parti yetkilileri, “önceliğin ülkedeki gerilim ortamının yumuşatılmasına verilmesi gerektiğini” söylerken, bazıları da kendilerine karşı yapıldığını düşündükleri “komploya, yargı darbesine karşı sonuna kadar mücadele” fikrini savunuyor.
İkinci görüşte olanlara göre dün Anayasa Mahkemesi tarafından partiye resmen gönderilen iddianame için savunma hazırlamak dahi boşa çaba ve zaman kaybı. Çünkü bu görüşü taşıyanlar açılan kapatma davasını normal bir hukuki sonuç olarak görmüyorlar ve Başsavcı’nın iddianamesini “27 Nisan sürecinin (TSK’nın cumhurbaşkanlığı seçimi ile ilgili internet bildirisi) farklı bir uzantısı, son merhalesi” olarak niteliyorlar.
Gelişmeleri bu mantık çerçevesinde değerlendirdikleri için de gerilimi tırmandırmamak kaygısıyla hareketsiz kalmanın “giyotine kafa uzatmak”tan farksız olacağını düşünüyorlar.
Onlara göre AKP’nin çıkış için önünde tek yol var: Anayasa’nın parti kapatmalarıyla ilgili 68 ve 69. maddelerinin değiştirilmesi yoluyla davanın düşürülmesi. “Böylelikle Tayyip Erdoğan’a ve partiye karşı kurulan tuzak, yargı darbesi girişimi boşa çıkarılabilir. Aksi takdirde Anayasa Mahkemesi partiyi kapatacak” diyorlar.
Başbakan Erdoğan’ın yakın danışmanlarının da aralarında bulunduğu bir diğer grup ise, önceliğin gerilimin düşürülmesine vermek gerektiği görüşünde. Dün konuştuğumuz bir milletvekili, yapılması gereken ilk işi şöyle anlatıyor:
AKP cephesinden kamuoyuna yapılan açıklamalarda, yüksek sesli konuşma ve tartışmalarda söylenenler belli: “İddianame ve açılan davanın hukuki bir yönü yok. Bu, bize karşı kurulmuş bir darbe tezgahı. Partimizi kapatacaklar. Onun için biz de gerekirse referandumu da göze alarak anayasayı değiştirip tehlikeyi savuşturacağız.”
AKP’nin özellikle Meclis grubundan yansıtılan hava böyle. Ama bir de AKP kurmaylarının düşük tonda ve sadece kendi içlerinde tartıştıkları çıkış senaryoları var. Bu sakin ve daha rasyonel tonda yürütülen iç tartışmada da anayasa değişikliği bir seçenek olarak tutuluyor ama referandumsuz, muhalefetle özellikle de CHP ile mutabakata varılarak gerçekleştirilebilecek bir mini demokratikleşme paketi olarak.
Olur mu?
Olup olamayacağını şimdilik kimse kestiremiyor.
Bir umut, bir iyimser beklenti vardı Anayasa Mahkemesi’nin dün verdiği kararla ilgili olarak. Zayıf bir ihtimal de olsa Mahkeme’nin iddianameyi reddetmesinin AKP’yi rahatlatacağı, yaşanan yüksek gerilimin düşüş sürecine girebileceği umuluyordu.
Ama olmadı. Anayasa Mahkemesi ,Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya’nın iddianamesini oybirliği ile kabul ederek AKP hakkındaki kapatma davasında süreci işletmeye başlattı.
Bu karar kimse için sürpriz olmadı. Sürpriz olan sonuç ise Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ile ilgili oylama.
İşte bu beklenmiyordu. Beklenen, Yüksek Mahkeme’nin hiç tartışmadan, oylamadan Cumhurbaşkanı Gül’ü kapsam dışına çıkarabileceği veya şu aşamada hiç tartışmadan hüküm sırasında Gül’ü dışarda tutabileceği idi.
Fakat öyle olmadı. İddianamenin kabulü konusunda ciddi bir tartışma yaşanmaz, oy birliği ile karar alınırken Gül’ün durumunun ciddi bir tartışmaya neden olduğu anlaşılıyor. Sonuçta da 7/4’lük bir oy çokluğu ile Cumhurbaşkanı Gül’ün adı dava dosyasında kaldı.
Bu son derece önemli bir durum. Bu konuda hiç oylama yapılmamış olsaydı belki dava sonucuna kadar fazla dikkat çekmeyecek, önemsenmeyecekti. Ama şimdi durum farklı.
Çünkü Türkiye’de iktidar veya iktidar ortağı bir parti hakkında ilk defa kapatma davası açılıyor değil. Daha önce de bir iktidar partisi hakkında laikliğe aykırı fiilleri nedeniyle dava açılmış ve bu parti (Erbakan’ın Refah Partisi) kapatılmıştı. Ancak hiçbir dönemde görevdeki cumhurbaşkanı ile ilgili bir iddia, suçlama yargıya taşınmamıştı.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dün CHP Genel Başkanı Deniz Baykal ile iki saate yakın mantı yiyip dış politika, Kuzey Irak konuştuktan sonra konuyu iç siyasi krize getirmemiş olması herkesi şaşırttı.
Oysa ülkedeki gerilim ve kutuplaşma eğilimleri, yaşanmakta olan siyasi kriz bütün toplum kesimlerini kaygılandırıyor. O nedenle de başta TÜSİAD ve Odalar Birliği olmak üzere sivil toplum örgütleri ayağa kalkıyor. Peş peşe sağduyu ve uzlaşma çağrıları yapılıyor. Yoğun bir görüşme trafiği yürütülüyor.
Tam bu ortamda Cumhurbaşkanı Gül, siyasi parti liderlerini sırayla Çankaya Köşkü’ne davet ediyor.
Cumhurbaşkanı’nın bu girişimi ilk duyulduğunda herkesin aklına gelen şu olmuştu:
Var olan gerilim veya siyasal krizin her bakımdan tehlikeli biçimde derinleşebileceğini, bugünden kestirilemeyecek vahim sonuçlar üretebileceğini aklı başında herkes görmeye başladı.
Onun için de iki gündür yoğun bir temas ve bildiri atağı yaşanıyor. Önceki gün TÜSİAD’ın sağduyu çağrısı geldi. Ardından dün, TOBB öncülüğündeki esnaf, çiftçi ve işçi örgütlerinin ortak açıklaması.
Bütün bu girişimlerin amacı, yaşanmakta olan gerilim ve siyasi krizin bir an önce çözümü. Bunun için “sağduyu ve uzlaşı” çağrıları yapılıyor.
Çağrının adresi, iktidarı ve muhalefetiyle siyaset ve hatta yargı.
Ankara’da toz duman tam anlamıyla birbirine karışmış durumda. İktidarla muhalefet arasındaki iplerin kopma noktasına vardığı bir ortamda gündeme gelen kapatma davası, gerilimi krize doğru sürükleme riskini de beraberinde getiriyor.
Bu durumdan kimse memnun gözükmüyor. Siyasal gerilimin tırmanmasını, toplumdaki kutuplaşma eğilimlerinin güç kazanmasını hiç kimse “aman ne iyi oluyor” diye karşılamıyor elbette.
Ülkede esen ters rüzgarlardan, siyasetteki gelişmelerden en fazla rahatsızlık duyan isimlerden biri de Meclis Başkanı Köksal Toptan. Toptan, “Yaşanan gerilimler kaygı verici. Bu havayı süratle yumuşatmamız lazım” diyor.
Aslında siyaset ve siyaset dışı tüm kesimler gerilimin düşürülmesini temenni ediyor.
‘Başbakan anayasaya sahip çıkan devlet kurumları ile kavga ediyor’
CHP Lideri Deniz Baykal ile Başbakan Tayyip Erdoğan arasında uzunca bir süredir ipler kopmuş vaziyette. Karşılıklı olarak ikisi de birbirine tepkili, birbirlerini çok ağır ifadelerle eleştiriyor, hatta suçluyorlar.
Bu malum...
Bunun ülkede bir süredir yaşanmakta olan ve son dönemde derinleşen gerilim ve kutuplaşmayı körüklediği de açık.