“... Anayasanın uygulanmasını, Devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışmasını gözetir.”
Bu hüküm, Anayasa’nın cumhurbaşkanının görevlerini düzenleyen 104. maddesinin birinci fıkrasında yer alıyor.
Peki bugün devlet organları, anayasal kurumlar düzenli ve uyumlu mu çalışıyor?
Hayır. Aksine sürtüşmenin ötesinde tam bir çatışma durumu söz konusu.
Yargıtay Başkanlar Kurulu’nun dün yayınladığı bildiri doğrudan hükümeti ve AKP’yi hedef alıyor. Gerilim ve kavga ortamlarına özgü bir üslupla kaleme alınan bildiri hükümete yönelik olarak çok sert ifadeler, çok ağır suçlamalar içeriyor.
Bildiri hükümete ve AKP’ye tam anlamıyla sürpriz oldu.
Çünkü Başbakan Tayyip Erdoğan ve AKP başlangıçta sergiledikleri sertlik yanlısı gerilim politikasını bir süreden beri terketmişti. Son dönemde gerilim ortamını yumuşatmak, devlet kurumları ile gerilen ilişkileri normal rayına sokmak için çaba gösteriyordu hükümet. Bu çerçevede Erdoğan başta olmak üzere hükümet üyeleri ve AKP kurmayları üsluplarını yumuşatmışlar, her fırsatta “adalete ve yargıya güven” temasını işleme eğilimine girmişlerdi. Böylelikle hem kurumlarda hem de genel kamuoyunda olumlu bir rüzgar estirmeyi hedefliyorlardı.
Anayasa Mahkemesi gündemindeki kapatma davasından ancak yumuşama ortamının hakim olması, kamuoyu desteğinin yükselmesi ve sağlam, güçlü bir hukuki savunma ile olumlu bir sonuç alınabileceğinin farkında AKP kurmayları.
AKP ile ilgili kapatma davası en iyi ihtimalle Temmuz ayı sonlarına doğru sonuçlanacak. Bu süre içerisinde AKP kapatılacak mı kapatılmayacak mı diye fal açma, yakın gelecekte siyasetin nasıl şekillenebileceği konusunda senaryo ve formül üretme faaliyetleri de yoğun biçimde devam edecek.
Zaten şu ana kadar da fazlasıyla formül ve senaryo dolaşıma sunulmuş durumda. Son günlerin en ilgi çekici, en çarpıcı formülünü Meclis Başkanı Köksal Toptan tartışma gündemine sürdü.
“Herkese oh dedirtecek bir yol bulunmalı” diyor Köksal Toptan. Yani, Anayasa Mahkemesi kapatma davası sonunda öyle bir karar versin ki AKP ve AKP’nin kapatılmasını istemeyen çevreler derin bir “oh” desin. Aynı zamanda AKP’yi laik cumhuriyet için tehdit gördükleri için bir an önce kapatılmasını arzu edenler veya tarafsız kalıp iki kesim için de “ne halleri varsa görsünler” yaklaşımda olanlar da bu karardan mutlu olsun ve derin bir nefes alsın.
Peki bu nasıl olacak? Anayasa mı değiştirilecek? O konuda net bir şey söylemiyor Meclis Başkanı. Söylediklerinin özeti şu:
İngiliz haber ajansı Reuters’a konuşan “isimsiz bakan”ın söylediklerinin aksine AKP’de ki genel hava, özellikle son günlerde giderek iyimserleşiyor. “Galiba kapatmayacaklar, kapatamayacaklar” söylemi parti üst kademelerinde ve Meclis grubunda ağırlık kazanıyor.
“AKP kapatılacak, Başbakan Erdoğan’a siyasi yasak getirilecek” diyen “isimsiz bakan”a büyük tepki var. Bu açıklamaların Başbakan Erdoğan’ı da çok kızdırdığını tahmin etmek zor değil. Şimdi hem parti yönetimi hem de Erdoğan’ın yakın kurmayları bu bakanın kim olduğunu tespit etmeye çalışıyor.
Daha önce de anayasa değişikliğine karşı çıkan bir isimsiz bakan demeci yaşamıştı AKP yönetimi. O bakanın kimliğini tespit etmekte fazla zorlanmamışlardı. Ancak o bakan Milliyet’e verdiği demeçte ifade ettiği görüşlerini daha önce Başbakan Erdoğan’la da paylaşmış olduğu ve Erdoğan da aynı çizgiye geldiği için sorun yaşanmamıştı.
Bu kez durum farklı. Ve eğer parti yönetimi isimsiz bakanın kimliğini deşifre edebilirse bundan sonraki siyasi hayatı zorlaşabilir. Şu anda konu üzerinde çalışan AKP’lilerin bazı tahminleri var ama emin olamıyorlar.
AKP her ne kadar “gündemimizde yok” dese de Ankara artık iktidarıyla muhalefetiyle seçime hazırlanıyor. Özellikle son haftalarda yapılan ekonomiyle ilgili açıklamalar, mali disiplinin gevşetileceği yolundaki sinyaller sonbaharda seçim beklentilerini arttırıyor.
Seçim beklentisi günden güne yükseliyor fakat yakın gelecekle ilgili belirsizlikler hala çok yoğun. Örneğin AKP kapatılacak mı, kapatılmayacak mı? Kapatılırsa siyaset zemininde nasıl bir deprem yaşanacak? Tayyip Erdoğan ve arkadaşları nasıl bir strateji izleyecek? Yola devam için derhal ara seçim kararı alınıp sonbaharda milletvekili ara seçimi ve mahalli idare seçimleri mi yapılacak? Yoksa baskın bir erken seçim mi diyecek Erdoğan?
Bilinmiyor. Ve siyaset dünyası günlerdir bu sorulara yanıt arıyor, olası bir seçimde izlenecek stratejiler tartışılıyor.
Bu arada bir grup eski politikacı belediye seçimleri konusunda bir güçbirliği projesi geliştiriyor. AKP’ye karşı, AKP’nin belediyelerdeki iktidarını yıkmak için mümkün olduğunca geniş bir muhalefet ittifakı...
Projenin mimarı 22 Temmuz seçimlerinde Genel Başkanı olduğu Hür Parti’yi kapatıp CHP’ye destek olacağını açıklayan, şu anda da HYP’nin Genel Başkan Yardımcısı olan eski bakan Yaşar Okuyan. Yaşar Okuyan irili ufaklı bütün muhalefet partilerinin kapısını çalıp, AKP’yi sandıkta yenmenin, belediyelerdeki iktidarına son vermenin formülünü anlatıyor.
Formülün özeti şu:
Güçbirliği projesine katılan partiler, il ve ilçe belediye başkanlıkları için ortak aday belirleyecekler. Büyükşehir belediyeleri ayrı, il belediyeleri ayrı ve 166 büyük ilçe için ayrı değerlendirme yapılacak. Örneğin herhangi bir il veya ilçede en güçlü parti kimse AKP’ye karşı o partinin adayı yarışacak, diğer partiler bu adaya destek olacak. Aday belirlemede partilerin 22 Temmuz 2007’deki ve Mart 2004’teki mahalli idare seçimlerinde aldıkları oylar dikkate alınacak. Ayrıca, üç ayrı araştırma şirketine her il ve ilçede anket yaptırılacak. Bu anketlerde hem parti hem de aday sorulacak. Çıkan sonuçlara göre de güçbirliği cephesinin adayı netleştirilecek.
Yargıtay Başsavcısı’nın hazırladığı iddianamenin açıklanmasının ardından AKP’de başgösteren çok sert tepkiler, “teslim olmayalım, giyotine kafa uzatmayalım, savaşalım” havası artık yerini daha sakin ve umutlu bir ruh haline bırakmış durumda.
AKP’lilerin Başsavcı ve kapatma davasına esas iddianame ile ilgili görüşleri değişmiş değil. İddianameyi hala bir hukuk belgesi olarak görmüyorlar. Bunu, “hükümete ve AKP’ye karşı kurulan siyasi tuzağın aracı, girişilen yargı darbesinin ön hazırlığı” olarak değerlendiriyorlar. Fakat bu tuzağı ve komployu boşa çıkarmak için düşündükleri direniş yöntemden vazgeçiyorlar. Bugün artık anayasa değişikliği yaparak davayı yok hükmüne düşürme formülü gündemde değil. Çünkü bunun hukuka, anayasaya uygun düşüp düşmeyeceği bir yana, hiçbir muhalefet partisinin destek vermeyeceği anlaşılan böyle bir anayasa değişikliği girişiminin başarıya ulaşabilmesinin zorluklarını da gördü AKP. 338 milletvekili ile anayasa değişikliği yapabilmek teorik olarak mümkün. 330 oyla kabul edilen anayasa değişikliği referandumda halkın onayını alabilirse tamamlanabiliyor. AKP partiyi kurtaracak bu değişikliğin referandumda yüzde 50’nin üzerinde oy alacağından hiç kuşku duymuyor. Kuşku Meclis’ten, AKP grubunun bu değişiklik konusunda ne kadar sağlam durabileceği noktasından kaynaklanıyor. Özetle Meclis’te 330 oyun garantisi net değildi.
Özetle AKP şu anda ne getirip ne götüreceği net olmayan, belirsizliği, riskleri yüksek yollardan uzak duruyor. Aksine gerilim ortamını düşürmeye özen gösteriyor. Öte yandan da hukuki sürece önem veriyor. Güçlü bir hukuk savaşı ile Başsavcı’nın iddianamesini çürütmeye çalışıyor.
“Bu iddianame ile bizi kapatamazlar” görüşü iktidar partisi içinde giderek yaygınlaşıyor. Düne kadar, “İddianame de Anayasa Mahkemesi’ndeki dava süreci de göstermelik. Bizi kesin kapatırlar” diyen AKP’liler bugün “Hayır kapatamayacaklar. Normal hukuki süreç işlerse biz bu durumdan güçlenerek çıkarız” demeye başlıyorlar.
Türkiye, bölücü terörle mücadelenin askeri alanında son aylarda çok önemli mesafeler aldı. Özellikle ABD ile varılan mutabakatın ardından geçen yılın son aylarında başlatılan etkili sınır ötesi hava operasyonları ve kısa süreli kara harekatıyla terör örgütünün belinin kırıldığı anlaşılıyor.
Örgüte askeri açıdan çok ağır darbeler vuruldu. Sözde ana karargahları, kampları büyük ölçüde tahrip edildi. Çok sayıda terörist şu veya bu şekilde etkisizleştirildi.
Başbakan Tayyip Erdoğan, önceki gün terör örgütünün durumuyla ilgili şu tespiti yapıyor:
“Aldığımız siyasi, diplomatik, sosyokültürel ve ekonomik tedbirlerle de gerek içerde, gerekse dışarıda yalnızlaşan, lojistik ve finansal kaynakları kesilen terör örgütünün şaşkınlık ve panik içerisinde olduğunu görüyoruz...”
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın iddianamesi üzerine Anayasa Mahkemesi’nin AKP hakkında başlattığı kapatma davası siyasetin geleceği üzerinde doğal olarak bir belirsizlik gölgesi indirmiş durumda.
Siyasetteki bu belirsizliğin şimdi yavaş yavaş ekonomiyi de etkilemeye başladığı anlaşılıyor.
Türkiye ekonomisinin öteden beri en riskli sorunlarından biri olarak değerlendirilen cari işlemler açığı zaten makul sayılabilecek düzeylerin üzerinde seyrediyor. Hükümet 2008 yılı ekonomik programında açığın bu yıl 39,2 milyar dolar düzeyinde olacağını öngörmüştü. Ancak Dışişleri Bakanı Ali Babacan bir süre önce “Bu yıl cari işlemler açığı 45 milyar doları bulur” açıklamasını yaptı. Bu açıklamadan hemen birkaç gün sonra işin asıl sahibi Hazine’den sorumlu Devlet Bakanı Mehmet Şimşek aynı konuda başka bir açıklama yaptı: Cari açık bu yıl 50 milyar dolar olur...
Daha yılın ilk çeyrek verileri bile kesinleşmiş değil ama bakanlar yıl sonu cari açık rakamını adeta açık arttırmaya çıkarıyor.