Cuma günü Giresun’a gittim. Garanti Bankası ve Dünya Gazetesi tarafından düzenlenen Anadolu Sohbetleri’ne katıldım. Toplantı Fiskobirlik sosyal tesislerinde yapıldı. Bekleneceği gibi salondaki herkesin şu yada bu şekilde fındıkla bir bağlantısı vardı.Sabah erken Trabzon Havaalanı’na indiğimizde TC ANA uçağının yanına park ettik. Rize gezisi için Başbakan’ı getirmiş. Uçağı ilk kez yakından gördüm. Doğrusu benim tahminimden daha büyükmüş.Trabzon, Doğu Karadeniz bölgesinin en hareketli kenti, bir anlamda bölgenin merkezidir. Ama havaalanı terminali ihtiyacın çok gerisinde kalmıştı. Yeni terminal inşaatı epeydir sürüyor. Bitince iyi olacağına eminim ama şu anda koşullar çok kötü.Tartışmalı Karadeniz kıyı yolu Trabzon-Giresun arasını bir buçuk saate indirdi. Her geçişte 1961 yılında Samsun-Trabzon arasında burunlu (ve kuyruklu) Ulusoy otobüsleri ile yaptığım yolculuğu hatırlıyorum. 12 saat sürmüştü.Fındık piyasasının sorunlarıFındığın kalbi Giresun’da atıyor diyebiliriz. Son yıllarda fındık ekimi batıya ve düz alanlara da yayıldı. Ama fındığın esas yeri Giresun ve Ordu’nun eğimli arazileri. Giresun fındığı ayrıca kalitesi tekmiş.Fındık piyasasının çok özel ve ilginç koşulları var. Türkiye dünya fındık üretim ve ihracatında uzak ara en büyük oyuncu. Son yıllarda payı bir miktar düşse bile hâlâ yüzde 60’lara yakın. Dolayısı ile piyasayı denetlemek gereğini duyuyor.Piyasanın yapısı bunu zorlaştırıyor. Birincisi fındığın alıcı sayısı kısıtlı. Çikolata sektörünün dev küresel şirketleri piyasayı kendi çıkarları yönünde etkileyebilecek güce sahip.Üretimi ise çok sayıda küçük işletme gerçekleştiriyor. Dağınık yapı verim artırıcı ölçek ekonomilerine izin vermiyor. Ayrıca üreticilerin bir bölümü için fındık tek gelir kaynağı. O açıdan olayın bir de sosyal adalet boyutu var.Bu koşullar piyasanın kendi haline bırakılmasını olanaksız kılıyor. Alıcı ve satıcıların pazarlık gücünü denkleştirecek, hasat dalgalanmalarına karşı koruyacak bir kurumsal düzenleme gerektiriyor. Söylemesi kolay ama yapması çok zor...Fiyat ve miktarBaşarının sırrı etkili bir kartel oluşturabilmekten geçiyor. Petrol ihracatçısı ülkelerin kurduğu OPEC en iyi bilinen örnektir. Gerisinde piyasa ekonomisinin en temel kurallarından biri yatıyor. Fiyat ve miktar aynı olayın iki farklı cephesidir.Daha açık söyleyelim. Fiyatı belirleyebilmek için mutlaka üretim miktarının denetlenmesi gerekir. Yoksa yürümez. Diyelim fiyatı yüksek tuttunuz ama üretimi kısıtlayamadınız. Kısa süre sonra büyük arz fazlaları fiyatın çökmesi ile sonuçlanır.Türkiye maalesef bu sorunu çözemiyor. Mevzuat fındık üretimini kısıtlıyor. Ama uygulanamıyor. Fındık dikilen alan ve üretimle birlikte sistemin ekonomik maliyeti hızla artıyor. Sürdürmek zorlaşıyor.Bu arada fiyatı cazip bulan başka ülkeler fındık üretimine giriyor. Özellikle Şili’nin büyük ve verimli çiftliklerde düşük maliyetli üretimle şarapta Fransa’ya yaptığını fındıkta Türkiye yapmasından korkuluyor. Yani bu hikâyenin sonu kötü bitecek gibi duruyor
Mali piyasalar küresel konjonktüre fevkalade duyarlıdır. Dünya ekonomisinin yönü mali aktörlerin kararlarının birebir etkiler. Mevcut durum yada gelecekle ilgili veri ve beklentilerin değişmesi anında alınan pozisyonlara yansıtılır.ABD mali sistemini derinden yaralayan likitide krizinin birinci yıldönümünde, ilginç şekilde, böyle bir olay yaşandı. Küresel konjonktür üstüne nisbeten iyimser beklentiler birbiri ardına gelen tatsız haberler tarafından sarsıldı.Hatırlatalım. Öyle ya da böyle, küresel düzeltmenin düzgün ve yumuşak geçeği kanısı yaygındı. Daha açık söyleyelim. ABD, AB ve Japonya’da resesyon yaşanmayacağı varsayılıyordu. Dolayısı ile küresel büyümede sınırlı bir gerileme öngörülüyordu.Analizin gerisinde ABD’de büyümenin düşük de olsa sürmesi yatıyordu. Yılın ilk yarısında gelen veriler, başta AB ve Japonya, sanayileşmiş ülkelerde büyümenin devam edebileceğine işaret ediyordu. İkinci çeyrekte küçülmeJaponya’yı bir kenara bırakmak istiyorum. Onküsur yıldır yapısal sorunlarını bir türlü çözemedi. Bu dönemde dünya konjonktürüne hiç pozitif katkı yapmadı. Hele Türkiye açısından kelimenin tam anlamı ile ihmal edilebilir bir ülke durumunda.AB ekonomileri ise Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. İhracatımızın yarısını AB’ye yapıyoruz. Yılın ilk yarısında iç talepteki durgunluk kısmen AB’ye ihracat artışı ile telafi edildi. Ekonomik faaliyetlerin daha da yavaşlaması bu yoldan engellendi.AB ekonomilerinden gelen son veriler ise beklenenden çok daha kötü çıktı. En önemlisi, euro bölgesinde ikinci çeyrekte milli gelirin yüzde 0.2 küçüldüğü açıklandı. 1999 yılında euroya geçilmesinden bu yana ilk kez euro bölgesinde eksi büyüme yaşanıyor.İkinci çeyrekte euro bölgesinin en büyük ekonomisi Almanya’da büyüme daha da kötü, yüzde - 0.5 gerçekleşti. Fransa, İtalya ve İspanya’da farklı nedenlerle de olsa kötümserlik hızla yayılıyor. İngiliz ekonomisi zaten kendi derdine düşmüş durumda.AB resesyona girer mi? Son günlerde bu yönde görüş ifade eden iktisatçıların sayısında gözle görülür bir artış var. Avrupa’da büyümenin durmasının küresel resesyon ihtimalini güçlendirdiği özellikle vurgulanıyor. Kur ve büyümeGenel kabul gören bir diğer görüş, euronun dolar karşısında hızla değer kazanmasının euro bölgesinde yaşanan durgunluğun temel nedenlerinden biri olduğudur. Bu durum iktisat teorisi ile tutarlıdır.Dolar değer kaybettikçe, AB kökenli mallar ABD’de ve parası dolara karşı değer kazanmayan ülkelerde pahalılaşıyor. O ülkeler kökenli malların AB’deki fiyatları ise ucuzluyor. Böylece bir yandan dış talep ve dolayısı ile ihracat için üretim azalırken aynı anda ithalat yani iç talebin dış üretimle karşılanan bölümü artıyor. Velhasıl euronun değer kazanması toplam üretimi düşürme yönünde etki yapıyor. Velhasıl Bernanke’nin ABD’yi resesyondan kurtarmak için uyguladığı gevşek para politikası AB’yi resesyona götürüyor. İlginç, değil mi?
Küresel mali piyasalar bir türlü toparlanamıyor. Geçen hafta doların euro karşısında değer kazanması ve petrol fiyatlarının gerilemesi moralleri düzeltir gibi oldu. Ama iyimser hava fazla sürmedi.Önce IMF eski Başekonomisti Kenneth Rogoff konuştu. Kredi krizinde daha dip noktaya gelinmediğini söyledi. Çok uzak olmayan bir gelecekte ABD’de bir büyük bankanın batmasını beklediği ifade etti.Ardından Temmuz ayı ABD üretici fiyat artışı açıklandı. Piyasa beklentilerinin çok üstünde, yüzde 1.2 çıktı. Yıllık enflasyon yüzde 9.8’le son 27 yılın en yüksek düzeyine tırmandı. Ağustos’ta bu eğilim değişebilir mi? Doların euro karşında değer kazanması ve petrol fiyatındaki düşüş enflasyonu aşağı çeker mi? Şüphesiz bu gelişmelerin enflasyon üstünde olumlu etkisi olacaktır. Ancak devrede başka mekanizmalar da vardır.Para politikası ve kur rejimiGeçen yazımda anlattım. ABD Merkez Bankası (FED) mali çalkantı ve resesyon ihtimaline sert tepki verdi. Para politikasını hızla gevşetti. Bu politikasının diğer ülkelere etkileri ise kur rejimine göre değişti.Dalgalanmaya bırakılmış paralar karşısında dolar aynı hızla değer kaybetti. Başı euro çekiyor. Dolayısı ile ABD’nin bu ülkelerden ithal ettiği malların dolar cinsinden fiyatları arttı. İyi bilinen bir sonuç: Devalüasyon içeride enflasyonu yükseltiyor.Ancak, başta Çin ve cari işlemler fazlası veren petrol ihracatçıları, parasının değerini dolara karşı sabitleyen ülkelerde bu mekanizma çalışamıyor. Ne olacak? Bu ülkelerde fiilen para politikası gevşedi. Halbuki bunlarda resesyon riski olmadığı gibi tersine yüksek büyüme ve enflasyonist baskılar vardı. Yani normal olarak onların enflasyonla mücadele için para politikasını sıkmaları gerekiyordu. Sabit kur rejimi bunu yapmalarını engelledi.Neticede bu ülkelerde enflasyon iki haneli düzeylere tırmandı ya da yaklaştı. Başta Çin, bu ülkelerin ABD’ye yaptıkları ihracatın dolar cinsinden fiyatları içerideki enflasyona paralel olarak yükselmeye başladı. Gevşek para enflasyon getirirİlginç bir durumla karşı karşıya olduğumuz çok açıktır. FED’in gevşek para politikası, diğer ülkelerin kur rejimi ne olursa olsun, neticede dışarıdan gelen enflasyonist baskıları artırıcı etki yapıyor.Dalgalı kur rejiminde enflasyonist etki doğrudan kur hareketi ile çalışıyor. Sabit kur rejiminde ise ihracatçı ülkede enflasyonun yükselmesi yolu ile yukarıda özetlenen dolayı mekanizma işliyor. Ama sonuç değişmiyor. ABD’de ithal malların fiyatları yükseliyor.Kur rejiminin başka etkileri de var. Doların değer kaybı ihracatı artırarak yılın ilk yarısında ABD ekonomisinin resesyona girmesini engelledi. Ama bu kez resesyon ihtimali euro bölgesine taşındı. Bu önemli konuyu bir başka yazıda ele almak istiyorum.
Son yazılarda Türkiye ekonomisinin açıklanan ilk yarı verilerine odaklandık. Araya yaz tatili de girdi. Neticede dünya ekonomisindeki gelişmeleri ihmal ettik. Üstelik bunlar excel programı kullanmayı da gerektirmiyor (!).Küresel mali piyasaları altüst eden likidite krizi tam bir yıl önce, Ağustos 2007’nin ikinci yarısında aniden patlamıştı. Zaman göz açıp kapayıncaya kadar geçip gidiyor. Yıldönümü gelmiş bile!Bir yıl önce para piyasalarında masum gibi duran bir likidite sıkıntısı ile başlayan süreç dalga dalga yayıldı. Özellikle ABD’de mali kesimi ve gayrimenkulü fena vurdu. Küresel mali piyasalarda volatiliteyi çok artırdı.Son bir yılın dünya ekonomisi açısından parlak geçmediğini söyleyebiliriz. Doğrudur, önceleri seslendirilen felaket senaryoları gerçekleşmedi. Ama yaşanan çalkantının mali piyasaların geçici bir sorunu olmadığı da artık iyice belirginlik kazandı.Durgunluk ve enflasyonSon bir yılın ayırdedici özelliklerinden biri, mali çalkantılara ve ABD ekonomisindeki yavaşlamaya rağmen küresel enflasyonda gözlenenen ciddi tırmanma oldu. Geri planda tarım ürünleri, hammaddeler ve özellikle petrol fiyatlarındaki büyük artışlar yatıyordu.Bir merkez bankasının kâbusu üç şeyin aynı anda olmasıdır: Likidite sorunları, iç talepte durgunluk ve yükselen enflasyon. İlk ikisi para politikasının gevşetilmesini, üçüncüsü ise sıkılmasını gerektirir. ABD’de Bernanke yönetiminin yükselen enflasyona rağmen faiz indirimini tercih etmesi bu bağlamda değerlendirilmelidir.Bu arada başta Çin ve petrol ihracatçıları, büyük cari işlemler fazlası veren ülkelerin paralarının dolar karşısında değerlenmesine izin vermeyi reddetmeleri ek açmazlar yarattı. Dalgalı kur rejimini seçen ekonomilerin taşımak zorunda kaldığı yük ağırlaştı.ABD’nin uyguladığı gevşek para politikası kısa ve uzun dönemde riskler taşıyordu. Örneğin bol ve ucuz para hammaddelerde ve petrolde spekülasyonu kolaylaştırdı. Kısa dönemde fiyatlarda tatsız bir kısır döngüyü mümkün kıldı.Sonuçları biliyorsunuz. Son bir yılda petrolün varili iki katı artışla tepe noktasında 150 dolardan alınıp satıldı. Geçen ağustos ayında 1.37 dolar olan euro bu yıl Temmuz ortalarında 1.60 doları gördü.Uzun ve sancılı düzeltmeSon haftalarda hammadde fiyatlarında ve döviz kurlarından eğilimin tersine döndüğünü izliyoruz. Petrolün varili 110 dolara kadar düştü. İki gün önce euro 1.46 dolara kadar yükseldi.Enerji ve hammadde fiyatlarının yol açtığı maliyet enflasyonu baskısının hafiflemesi, hatta ortadan kalkması dünya ekonomisi için iyi haberdir. Düzeltme sürecinin daha düzgün işlemesinin önünü açacaktır.Ancak küresel ekonomide son on beş yılda üretilen dengesizlikler hâlâ yerindedir. Bunların düzeltilmesinin uzun ve sancılı olacağını epeydir söylüyoruz. Düzeltme sürecinin bittiğini düşünmek yanlıştır. Dünya ekonomisinde sıkıntılı dönem devam edecektir. Ayrıntılar başka yazılara kaldı.
Bu yaz sıcaklar geç geldi ama pir geldi. Çocukluğumdan beri nemli Ağustos sıcağından yılarım. Galiba yaşlandıkça rutubete duyarlılığım da arttı. Romatizma falan, tahmin ediyorsunuz. Eylül-Haziran arası benim için çok yoğun geçer. Şikayet için söylemiyorum. Bir koltuğa çok karpuz sığdırma çabasının kaçınılmaz sonucu. Okulda dersler, televizyon programı, gazete ve dergi yazısı, konferanslar, yurtiçi ve yurtdışı seyahatler, velhasıl bir kargaşadır gider. Dolayısı ile yazlıkta pillerimi doldurduğum günler büyük önem taşır. Sükunet içinde birbirini tekrarlayan günler beni dinlendirir. Kışın alıp bir kenara koyduğum iktisat dışı kitapları okurum. Bilgisayarımı düzenlerim. iPod’umla meşgul olurum. Excel programı çöktüMaalesef bu yaz bunların hiçbirini doğru dürüst yapamadım. Kırk yıldır her yaz tatilini beraber geçirdiğim bir dostum sağlık sorunları yaşadı. Yazlık sitede birtakım tatsız olaylar gelişti. Sanki gizli bir el bütün rutinlerimi bozdu.Son darbeyi Bill Gates vurdu. Dünyanın en zengin adamı neden seninle uğraşsın diyeceksiniz. Beni tanıdığını ve bana özel bir kastı olduğunu sanmıyorum. Ama sonuç değişmiyor. Tüm bilgisayar kullananların bildiği gibi, bu aletler en çok gerekli oldukları anda bozulmak gibi bir özellikleri vardır. Murphy kanunları arasında en üst sıraları bilgisayar sürprizleri alır. İlkbaharda on günlüğüne yurtdışına gittim. İnternetten ekonomik verileri izlemek ve gazete yazıları için her zaman olduğu gibi küçük bilgisayarımı yanıma aldım. Ne oldu? Seyahatin ikinci günü aniden ekranda yürüyen örümcek ağları oluştu. Öyle kaldım. Neyse ki bu kez makinada bir sorun yok, gayet iyi çalışıyor. Ama tüm verileri izlediğim ve hesaplarımı yaptığım, elim ayağım her şeyim Excel programı çalışmıyor. En az iki günüm internetten tamir paketleri yüklemekle geçti. Beyhude!Japon romanlarıHikayeyi bilirsiniz. Adam nalbura girmiş. Satıcıdan tuvalet kağıdı istemiş. Çocuk uyanık, müşteriyi eli boş dükkandan yollamaya gönlü razı olmamış. “Tuvalet kağıdı yok ama çok kaliteli zımpara kağıtlarımız var, buyrun bakın” demiş.Bugün bende de ekonomi yok. Yerine sıkıntılı yaz günlerime biraz renk katan iki Japon romancıyı okuyucularıma önermek istiyorum. Daha ünlü ve yaşlısı (1949 doğumlu) Murakami Haruki: “Zemberekkuşu’nun Güncesi” (çeviren Nihal Önol, Doğan Kitap, 2005). Japonya’da 1997’de yayınlanmış. Bir dostum önerdi. Son dönemde okuduğum en iyi romanlardan biri çıktı.Genci (1952 doğumlu) Ryu Murakami: “Emanet Dolabı Bebekleri” (Çeviren Can Erkin, Doğan Kitap, 2008). 1980’de, 28 yaşında iken yazmış. İnsanı derinden sarsan, çarpıcı bir Japonya anlatıyor
aİlk yarı sonuçlarını değerlendirmeye devam ediyoruz. Dış dengeden sonra sıra sanayi üretimine geldi. Haziran verileri cuma günü TÜİK taraından yayınlandı. Beklenenden daha kötü çıktı.Sanayi üretimini özellikle önemsiyor ve konjonktürün çok ötesinde bir anlam veriyoruz. Çünkü Türkiye gibi büyük nüfuslu ülkeler için ekonomik gelişme ve beraberinde gelen zenginleşme ancak ve ancak sanayileşme ile mümkündür.Bu nedenle sanayi üretimini destekleyen iktisat politikaları uygulayamamanın uzun dönemli maliyeti yüksektir. İç piyasaya yönelik hizmet ve gayrimenkul sektörleri üzerine inşa edilen büyüme arayışları eninde sonunda ciddi sorunlar yaratır.Bir süredir mevcut iktisat politikalarını tam da bu açıdan eleştiriyoruz. Ekonominin “sanayisiz, ihracatsız, istihdamsız ama enflasyonist büyüme” açmazına sıkıştırıldığını israrla savunuyoruz.Sanayi durduYaz başında durgunluğun sanayi üretimine yansıdığı tahmin ediliyordu. Ona rağmen haziran verileri şaşırttı. Sanayideki sorunların beklenenden çok daha ciddi ve derin olduğunu gösterdi.Toplam sanayi üretimi endeksi üç ana sektörü kapsıyor: İmalat sanayi, madencilik ve elektrik-gaz-su. Günlük dilde sanayi derken ilki kasdedilir. O nedenle imalat sanayi gelişmelerine özel önem aftedilir.Haziranda toplam sanayi üretimi bir önceki yılın aynı ayına kıyasla yüzde 0.8 arttı. İmalat sanayi üretimi ise yüzde 0.4 azaldı. İki istisna dışında, haziranda sanayinin son üç yılın en kötü ayını geçirdiği anlaşılıyor.İstisnaları açıklayalım. Ocak 2006’da soğuk hava koşullarının doğal gaz kısıntısına yol açması sanayiyi vurmuştu. Aralık 2007’de ise Kurban Bayramı nedeni ile çalışılan gün azalmıştı.İkinci çeyrek ve ilk yarı performansı da dolayısı ile çok parlak çıkmadı. Toplam sanayi ve imalat sanayi üretimi artış hızları, sırası ile, ilk çeyrekte yüzde 3.2 ve yüzde 2.6, ilk yarıda yüzde 4.9 ve yüzde 4.4 oldu.Eğilim aşağı yöndeYıllık bazda toplam sanayi ve imalat sanayi üretimlerinde artış, sırası ile, yüzde 4.8 ve yüzde 4.3 oldu. Ocak 2006’daki istisnai durum hariç, yıllık artış hızı da son üç yılın en düşük düzeyine geriledi.Uzun dönemli eğilimleri HP filtresi kullanarak hesaplıyoruz. Trend artış hızı da yıllardır sürekli geriliyor. Toplam sanayi ve imalat sanayi için sırası ile yüzde 4.7 ve yüzde 4.4’e indi. Örneğin geçen haziran ayında bu oranlar, aynı sıra ile, yüzde 5.1 ve yüzde 4.7 idi.Önümüzdeki günler imalat sanayi için sorunlu duruyor. İç piyasada canlanma ihtimali yoktur. Üstüne AB ekonomilerindeki yavaşlama başta otomotiv olmak üzere ihracatçı kesimler büsbütün sıkışacaktır.
Son iki yazıda ilk yarıdaki dış dengeye odaklandık. Büyüyen dış ticaret açığı ile başladık. Cari işlemler açığındaki tehlikeli gidişatı gördük. Dış açığın finansmanını ayrı bir yazı ile bugüne bıraktık.2008’in ilk altı ayı sonuçlarını bir önceki yılın aynı dönemi ile karşılaştırıyoruz. Dış finansman ihtiyacının ana kalemi cari işlemler açığıdır. Bu yıl 8.1 milyar dolar artışla 27.3 milyar dolara ulaştı.Diğeri net hata noksan kalemidir. Yabancıların TL tahvillerinden elde ettikleri faiz gelirinin cari işlemler hesabına katılmadığını daha önce belirtmiştik. Dolayısı ile bu kalemde yer alıyorlar. Bu yıl 7.7 milyar dolarlık bir bozulma ile -3.9 milyar dolar çıktı.İkisini toplayınca ilk yarıda toplam dış finansmanın 15.7 milyar dolar artışla 31.2 milyar dolara yükseldiğini buluyoruz. Yıllık bazda ise dış finansman ihtiyacı 52.3 milyar dolar oluyor.Dış borçlanma gereğiDoğrudan yabancı sermaye yatırımları en sağlıklı dış finansman yöntemi kabul edilir. Bu yıl, gayrimenkul yatırımları dahil 5.1 milyar dolar düşüşle net 5.9 milyar dolara geriliyor. Gayrimenkul yatırımları az çok sabit kalıyor.Hisse senedi yatırımları da nispeten sağlıklı finansman kaynaklarıdır. Bu yıl 200 milyon dolar artışla 2.8 milyar dolara yükseliyor. İkisini toplayınca borç dışı dış finansmanın 4.9 milyar dolar azalarak 8.6 milyar dolara indiğini hesaplıyoruz.31.2 milyar dolar dış finansman ihtiyacından bunu çıkartınca borçlanma gereğine ulaşıyoruz. Bu yıl 20.7 milyar dolar artışla 22.6 milyar dolara tırmanıyor. 2007’nin tümünde borçlanma gereğinin 11.3 milyar dolar olduğunu vurgulayalım. Bence finansman tablosundaki kritik gelişme dış açığın borçlanma ile karşılanan bölümündeki büyük artıştır. Bu yılın altı ayında geçen yılın tamamının iki katı borçlanma gereği oluşmuştur.Özel kesim borçlanıyorAlınan dış borçların ayrıntıları ile devam edelim. Bu yıl kamu kesiminin dış borçlanması, TL tahvilleri ve IMF kredisi dahil, 1 milyar dolar düşüşle 300 milyon dolara geriliyor. Yani kamunun ek dış borç almadığını söyleyebiliriz.Gerisini tahmin etmek çok zor değil. İlk yarıda özel kesimin net dış borçlanması 14.7 milyar dolar artışla 28.8 milyar dolara yükseliyor. Bunun 21.3 milyar dolarını banka-dışı kesim, 7.8 milyar dolarını bankalar alıyor.İlk yarı sonuçları bir süredir gözlenen ve kamuoyunda çok vurgulanan bir olguyu destekliyor. Dış borçlanmanın motoru artık banka-dışı özel kesimdir. Dolayısı ile dış finansmanın kur riski de onlar tarafından taşınmaktadır.Toplam borçlanma 29.1 milyar dolar, borçlanma gereği 22.6 milyar dolar olduğuna göre, döviz rezervleri 6.5 milyar dolar artıyor. Geçen yıl rezerv artışı 13.5 milyar dolar olmuştu. Son ilginç nokta: Merkez Bankası rezervleri sadece 400 milyon dolar, bankaların rezervleri ise 6.2 milyar dolar yükseliyor.
Merkez Bankası 2008’in ilk yarısı için ödemeler dengesi sonuçlarını yayınladı. Bugün döviz gelir ve giderlerini kapsayan cari işlemler hesabını ele alacağım. Dış finansmanın ayrıntılarına bir sonraki yazıda gireceğim. Normal olarak cari işlemler hesabı fazla ya da açık verebilir. Ama Türkiye için ufukta bir dış fazla ihtimali gözükmüyor. Dolayısı ile cari işlemler dengesi yerine dış açık ifadesini kullanabiliyoruz. Geçen yazıda ilk yarıda dış ticaret açığına baktık. Hem mutlak büyüklükler hem eğilimler itibarıyla olumsuz bir görüntü sergilediğini vurguladık. Bu durum birebir cari işlemler açığına yansıyor. Dış açık büyüyor2008’in ilk yarısında cari işlemler açığı geçen yılın aynı dönemine kıyasla 8.1 milyar dolar (yüzde 42) artışla 27.3 milyar dolara yükseldi. Yıllık cari işlemler açığı ise 45.8 milyar dolara ulaştı.Halbuki cari işlemler açığı 2006’da 31.9 milyar dolar, 2007’de 37.7 milyar dolar olmuştu. Demek ki yıllık dış açıkta son bir buçuk yılda 14 milyar dolar, son altı ayda 8 milyar dolar artış söz konusu. Dış dengedeki bu ciddi bozulmanın tümü ile dış ticaret açığındaki büyümeden, onun da esas itibarıyla ithalattaki hızlı artıştan kaynaklandığı derhal görülüyor. Yılın ilk yarısında altın hariç mal ticaretinde bozulma 10.3 milyar dolar tutuyor. Altın ticaretinde ise daha önceki yazılarımızda da dikkat çektiğimiz ve açıklamakta zorlandığımızı özellikle belirttiğimiz bir iyileşme yaşanmış. Geçen yıl 2 milyar dolar açık vardı. Bu yıl çok küçük bir fazla oluştu. Neticede mal dengesinde bozulma 8.4 milyar dolar ile dış açıktaki bozulmaya az çok eşit çıkıyor. Aradaki 300 milyon dolar fark, turizm, navlun, ulaştırma, işçi dövizleri, finansman, vs. görünmeyen kalemlerin dış dengedeki değişime toplam olumlu katkısını veriyor. 50 milyar dolara doğruAlt kalemlerde tek tük olumlu haberler bulabiliyoruz. Örneğin turist sayısında yaşanan hızlı artışa rağmen turizm gelirleri son yıllarda durağan seyretmişti. Bu yıl belirgin bir yükselme eğilimi gözüküyor. Parite değişiminin etkisi de olabilir. Ancak net yatırım giderlerindeki (faiz ve kâr transferleri) artış turizmden gelen ek dövizin yarısını götürüyor. Ekonominin girdiği kısır döngünün kaçınılmaz sonucudur. Yabancı sermaye girişi ve dış borçlanma bir süre sonra dışarıya temmettü ve faiz ödemelerini artıracaktır. Bundan sonra ne olur? Yıl sonunda cari işlemler açığı 50 milyar doları aşar mı? Cevap vermekte zorlanıyoruz. Sonuç enerji fiyatlarına, iç talebin gücüne ve döviz kurunun seyrine göre değişecektir. Ancak 2008’de dış açığın 50 milyar doları görmesi ihtimalinin yüksek durduğunu söylemeliyiz.