TÜİK tarafından yayınlanan Haziran sayıları ile ilk yarı için dış ticaret verileri tamamlandı. Bundan sonra gelecek revizyonlar bu resmi değiştirmez. Dolayısı ile bir genel değerlendirme yapabiliriz.Cari işlemler açığı ile ilgili tereddüt ve rahatsızlıkların giderek arttığını izliyoruz. Kısa süre içinde Merkez Bankası ilk yarı için ödemeler dengesi sonuçlarını da açıklayacak. Ancak cari dengeyi büyük ölçüde dış ticaret dengesi belirliyor.Dış ticarette karşılaştırma yaparken çok dikkatli olmayı gerektiren bir dizi önemli ölçme sorunu olduğunu vurgulamak istiyorum. Doların diğer paralar karşısında değer kaybı ve artan enerji fiyatları analizi zorlaştırıyor.VerilerHaziran’da ihracat bir önceki yılın aynı ayına kıyasla yüzde 31 artarak 11.8 milyar dolara ulaştı. Buna karşılık ithalat yüzde 36 yükseldi ve 19.5 milyar dolar oldu. Dolayısı ile dış ticaret açığı da yüzde 46 artarak 7.7 milyar dolara yükseldi.İlk yarı verileri ile devam edelim. İhracat yüzde 39 artışla 69 milyar dolara, ithalat yüzde 37 artışla 106 milyar dolara, dış ticaret açığı yüzde 36 artışla 37 milyar dolara ulaştı.Yıllık verilere gelelim. İhracat yüzde 33 artışla 126 milyar dolara, ithalat yüzde 32 artışla 199 milyar dolara, dış ticaret açığı yüzde 30 artışla 72 milyar dolara tırmandı.Mevcut eğilimlerin devam etmesi halinde dış ticaret açığının yıl sonuna doğru 80 milyar doları görmesi ihtimali yüksek duruyor. 2007 sonunda 63 milyar dolar olduğunu hatırlatalım.Doğal olarak, dış ticaret verilerinin yüksek artış oranları dolardaki değer kaybını da yansıtıyor. “0.5 dolar+0.5 euro” döviz sepetini kullanarak bu etkiyi kısmen telafi edebiliyoruz. Yıllık ihracat artışı yüzde 23.8’e ithalat artışı ise yüzde 22.9’a geriliyor.EğilimlerUzun dönemli eğilimleri döviz sepetini ve HP filtresini kullanarak hesaplıyoruz. 2006 ortasından itibaren ihracat artışı ithalat artışının üzerine çıkmıştı. Bunu geleceğe yönelik olumlu bir gösterge olarak yorumlamıştık.2008’in ilk yarısında da bu eğilim gevşeyerek de olsa devam etti. Ancak, aradaki farkın giderek azalmaya başladığını izliyoruz. Böyle giderse yakın gelecekte eğilimin tersine dönebileceğini düşünüyoruz.Bir: Enerji ve hammadde fiyatlarındaki artış ithalatı olumsuz etkiliyor. İki: TL’nin değer kazanması ihracat aleyhine ithalat lehine fiyat makası yaratıyor. Üç: İç talepte bu iki olumsuz etkiyi telafi edecek bir duraklama görülmüyor.Sonuç: Dış ticaretten gelen sinyalleri genelde olumsuz olarak değerlendiriyoruz.
Yaz molası göz açıp kapayıncaya kadar geçiverdi. Yazılarıma iki hafta ara vermek için Ağustos ortasını tercih ederim. Bu yıl öne almak gerekti. Biraz klişe olacak ama “elimde olmayan nedenlerle” programı bozmak zorunda kaldım.İlginçtir, benim yazmadığım günler hareketli geçer. Şahsıma karşı bir komplodan şüphelensem yeridir. Bu yıl da aynı eğilimi gözlüyorum. Son iki haftada bir dizi fevkalade önemli gelişme yaşandı.Anayasa Mahkemesi’nin kararı ile başlamak gerekiyor. Tavrımı kayda geçirmek istiyorum. Siyasi partilerin kapatılmasına ilke olarak karşıyım. Bu açıdan altı yargıcın kapatma lehine oy kullanmasını yadırgıyorum.Ancak kararın benim için de olumlu bir sürpriz olduğunu kabul etmeliyim. Pek çok gözlemci gibi AKP’nin kapatılmasını bekliyordum. Yaratacağı kısa ve uzun dönemli siyasi istikrarsızlıktan çekiniyordum. Şu ya da bu şekilde bir orta yol bulunmasına sevindim.Bir gözümüz dünyadaDünya ekonomisinden tatsız haberler gelmeye devam ediyor. Önümüzdeki günlerde tekrar dünya ekonomisinin sorunlarına eğilmek gerekecek. Her zaman olduğu gibi, iktisatçıları şaşırtan çok ilginç gelişmeler oluyor.Amerikan bankacılık kesimindeki çalkantı bir türlü durulmuyor. Sorunlar bir yıl önce New York’un büyük yatırım bankalarında ortaya çıkmıştı. Bu yaz sıradan bankaları etkisine aldı. Daha iflas edecek çok banka olduğu söyleniyor.Buna karşılık ABD bir türlü resesyona girmeyerek ben dahil karamsarları mahçup etmeyi sürdürüyor. Gelen veriler ilk yarıda pozitif büyümeye işaret ediyor. Öyle ya da böyle ekonomi daha fazla üretim yapmayı beceriyor.Avrupa’da ise işler hiç iyi gitmiyor. ABD’de beklenip gelmeyen resesyon şimdi AB’yi vuracak diyenlerin sayısında ciddi bir artış gözleniyor. Beş büyüklerden dördü, Almanya, İspanya, İngiltere ve İtalya farklı nedenlerle de olsa sıkıntılı günler geçiriyor.Küresel ekonomide tek iyi haber petrol fiyatından geldi. Varili 150 dolar civarında bir süre oyalandıktan sonra gerilemeye başladı. Şimdi 125 dolar civarında geziyor. Bir düşüş trendinin başlangıcı mı? Yoksa bir sonraki yükseliş öncesinde dinleniyor mu? Bilmiyoruz.Diğer gözümüz içerideTürkiye hakikaten ilginç bir ülke. Atalarımız haklı olarrak “Herkes gider Mersin’e, biz gideriz tersine” demişler. Şu son gelişmelere bakın: Küresel sorunlar, büyüyen dış açık, yükselen enflasyon vs. bizim mali piyasalara vız geliyor. Adeta her şey güllük gülistanlık borsa yükseliyor ve döviz düşüyor. Yine bir özdeyişten yararlanıp sormadan edemiyorum: yoksa “binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete” mi? Tahmin edileceği gibi, böyle durumlarda iktisatçıya çok ekmek çıkar. Verileri pertavsız altına almak, varsayımları ve analizleri yeniden gözden geçirmek, tahminleri revize etmek gerekir. Heyecanlı günler bizi bekliyor.
Kuğu deyince aklınıza ne gelir? Kaz irisi, uzun boyunlu bembeyaz tüylü bir kuş. Baleye meraklıların gözünde Çaykovski’nin Kuğu Gölü Balesi’nde beyazlar içinde müthiş bir zerafetle dans eden balerinler canlanır. Siyah kuğuların varlığını ben 1960’lar ortasında, bir iktisatçıdan öğrendim. Joan Robinson’u yeni nesillerin pek tanıdığını sanmıyorum. Cambridge’e kabul edilen ilk kadınlardan biri idi. Keynes’le beraber çalışmıştı. Neoklasik iktisada karşı Piero Sraffa ve Nicholas Kaldor’la birlikte “Cambridge Okulu’nu” oluşturmuştu. 1962’de yazdığı “Economic Philosophy” (Penguen Books) beni çok etkilemişti. Kuğu konusu açılınca kütüphanemde buldum. 1966’da almışım. Altını çizerek okumuşum. Siyah kuğu örneğini bilimsel yöntemi tartışırken veriyor.“Bütün kuğular beyazdır... Daha doğrusu Avustralya keşfedilip siyah kuğuların varlığı ortaya çıkıncaya kadar görülen bütün kuğular beyazdı... İyi ki kuğulara ‘beyaz kuş’ adını takmamışız yoksa siyah kuğulara ‘beyaz kuş’ demek çok saçma olurdu.” (sf. 25-26)Mali piyasaların analizi“Siyah Kuğu: Olanaksız Görünen Etkisi” (çeviri N.Arıbaş, redaksiyon O. Deniztekin Varlık Yay. İst.) geçenlerde piyasaya çıktı. Yazarı Lübnan kökenli bir Amerikalı: Nassim Nicholas Taleb. Kısa süre önce kitabının tanıtımı için Türkiye’ye geldi. Kendisini dinleme fırsatını buldum. Taleb mali piyasa kökenli bir yazar. Ege Cansen’in okulu Wharton School of Business’da yüksek lisans, Paris Üniversitesi’nde (Dauphine) doktora yapmış. Sonra büyük yatırım bankalarında karmaşık türevlerin alım-satımında çalışmaya başlamış. Bir ara kendi fonunu kurmuş ve yönetmiş. Herhalde iyi para kazanmıştır ama ününü mali piyasalar üstüne yazdığı kitaplara borçlu. Çok satanlar listesine birden fazla kitap sokma becerisini göstermiş.2001’de çıkan “Rastlantı Aldatması: Şansın Hayatta ve Piyasalarda Gizli Rolü” (Random House, New York) Fortune dergisi tarafından tüm zamanların en akıllı kitapları arasına seçildi. Yayınlanmasından kısa süre sonra “yeni ekonomi balonu” patladı.“Siyah Kuğu” 2007 başında yayınlandı. Yaz aylarında ise bugün de etkisini sürdüren ve ne zaman biteceği bir türlü kestirilemeyen mali kriz ortaya çıktı. Taleb’in bir zamanlama ustası olduğunu sanırım korkmadan söyleyebiliriz. Olanaksız görünenin etkisiÖnemli buluşlar Kristof Kolomb’un altını kırıp yumurtayı dik oturtmasına benzer. Sorun ilk kez düşünebilmektedir. Çözüm basittir ama sonradan bilmek işimize yaramaz. Sorun: Olma ihtimali çok düşük ama gerçekleştiği takdirde maliyeti çok yüksek olaylar karşısında nasıl tavır almalıyız? Güncel yaşamdan örnek isteyenlere depremi hatırlatalım. Mali piyasaya uygulaması: Bu sorun istatistik ve matematik tekniklerle denetlenebilir mi? Taleb’in tezini kısaca özetleyelim. Cevap “Evet” ise bunu yapabilen çok kazançlı çıkacaktır. Yok, cevap “Hayır” ise bunu yaptığını iddia edenlere inananlara çok zarar edecektir. Bu tür konularla ilgilenenlerin kitabı keyifle okuyacaklarını tahmin ediyorum.
Dış açık ve finansmanı iki nedenle ilgimizi çekmeye devam ediyor. Petrol fiyatlarında artışın getirdiği ek maliyet yavaşlayan ekonomiye ve artan ihracata rağmen dış açığı büyütüyor. Aynı anda küresel finansman koşulları bozulmaya devam ediyor.Mayıs ödemeler dengesi Merkez Bankası tarafından yayınlandı. Haklı olarak kamuoyu dış hesapların hem ticaret (cari işlemler) hem de finansman (sermaye) tarafını yakından izliyor.Sonucu baştan söyleyelim. Geçen yıla kıyasla her iki hesapta da bir bozulma olduğu net şekilde görülüyor. Ayrıntılara bakınca, durumun sayıların gösterdiğinden daha kötü olduğu anlaşılıyor.Dış açık büyüyorYılın ilk beş ayında cari işlemler dengesi geçen yılın aynı dönemine kıyasla 5.5 milyar dolar artışla 21.5 milyar dolar açık verdi. Yıllık cari işlemler açığı ise 43.1 milyar dolara yükselerek rekor kırdı. Artık alıştık. Her ay rekor yenileniyor.Bir yıldır ihracat ithalattan daha hızlı artıyor. Ancak aradaki fark çok küçük. Dolayısı ile dış ticaret açığı büyümesini sürdürüyor. İlk beş ayda 6.8 milyar dolar artarak 29.3 milyar dolara ulaştı. Yani dış ticaret açığı tek başına cari işlemler açığındaki değişimi açıklıyor.Bir olumlu haber var. Turizm gelirleri uzun bir aradan sonra canlanma eğilimi gösteriyor. Geçen yıla kıyasla 1 milyar dolar (yüzde 22) artışla 5.3 milyar dolara yükseldi. Yılın geri kalanında süreceğini düşünüyorum.Diğer ilginç gelişme “altın ticaretinde” yaşanıyor. Daha önce duyurmuştuk. Yılın ilk aylarında geçmiş eğilimlerden bir kopuş oldu. Türkiye net altın ihracatçısına dönüştü. Altın ticareti geçen yıla kıyasla 2.1 milyar dolar olumlu katkı yaptı.Ne oluyor? Devam eder mi? Bilmiyoruz. Ama önümüzdeki aylarda dış açığın seyri için iyimser olamıyoruz.Döviz dengesinde sıkışmaGelelim finansman tarafına. Net hata noksan kalemi ile başlayalım. Geçen yıl 4.8 milyar dolar fazla vardı bu yıl .4 milyar dolar eksi geldi. Sadece bu kalemden döviz arzı 5.2 milyar dolar azaldı.Yabancı sermaye yatırımları 5.2 milyar dolar azalarak 4.4 milyar dolara, borsaya gelen hisse senedi yatırımı 1.1 milyar dolar azalarak .9 milyar dolara geriledi. Bunları net hata noksanla toplayınca döviz arzında 11.3 milyar dolar düşüş saptıyoruz. Buna dış açıktan gelen 5.5 milyar dolar ek döviz talebi eklenince, borçlanma ihtiyacının 16.9 milyar dolar arttığı anlaşılıyor.Neyse ki IMF imdada yetişiyor. Geçen yıl 2.1 milyar dolar net borç ödeyen Türkiye bu yıl 2.9 milyar dolar net borç alıyor. Yani IMF’in döviz dengesine 5 milyar dolar olumlu katkısı oluyor. IMF kredisine rağmen bu yıl kamu kesimi .3 milyar dolar net dış borç ödüyor. Özel kesim ise 20.5 milyar dolar net dış borç alıyor. Sadece banka-dışı sektörlerin aldığı borç 15.3 milyar dolara yükseliyor.Sonunda döviz rezervleri 3.6 milyar dolar artıyor. Bir: IMF kredisi hariç artış .7 milyar dolar. İki: Merkez Bankası rezervleri 1.1 milyar dolar azalıyor. Yani rezerv artışı aslında bankaların döviz likiditesine yönelmelerini yansıtıyor.
Geçen hafta net kamu borcu verileri üzerinden ilk çeyrekte kamu dengesini hesapladık. Fazla verdiğini gördük. Arada ilk yarı için kamu maliyesinin belkemiğini oluşturan merkezi yönetim bütçesi gerçekleşmesi yayınlandı. Bütçe disiplini ekonomik istikrar açısından hayatidir. Türkiye’nin son bir yılı bunu kanıtlıyor. İçeride ve dışarıda yakın dönemin en ciddi siyasi ve ekonomik sorunları yaşandı. Ama mali disiplin sayesinde bunlar bir krize yol açmadı. Daha önce de değindik. Geçmiş kötü deneyimlerin etkisi ile kamuoyu hükümetin bütçe hedeflerini tutturacağına inanmakta zorlanıyor. Nitekim bu yıl maliye politikasının gevşeyeceği beklentisi yılbaşından itibaren çok seslendirildi. Ama karamsar beklentiler bir kez daha gerçekleşmedi.Hazine nakit dengesiBütçe sonuçlarını iki ayrı kaynaktan izleyebiliyoruz. Biri Maliye Bakanlığı tarafından yayınlanan bütçe verileridir. Bütçe geliri ya da harcaması tahakkuk edince kaydedilir. İlle ödeme yapılması gerekmez.Diğeri Hazine’nin yayınladığı nakit dengesi verileridir. Bekleneceği gibi burada Hazine kasasına giren ve çıkan fiili ödeme esastır. Aynı anda finansmanın da nasıl sağlandığı gösterilir. Bir diğer avantajı bütçeden birkaç gün önce yayınlanmasıdır.Ekodiyalog ortağım Mahfi Eğilmez nakit dengesini öne çıkartır. Hazine eski Müsteşarı’ndan başka ne beklenir diyebilirsiniz. Ama haklı yanı var. Nakit hareketinin muhasebe oyunlarına izin vermediğini hatırlatır.Hazine hesabında özelleştirme gelirleri, TMSF’den aktarımlar ve borç geri dönüşleri bütçe dışında tutuluyor. İlk yarıda bütçe 2.9 milyar YTL nakit açığı vermiş. İlk yarı milli gelirini 465 milyar YTL öngörüyoruz. Yani ilk yarıda bütçe nakit açığının milli gelire oranı binde 6 gibi düşük bir sayı çıkıyor.Üstüne özelleştirme ve borç geri dönüşünden 2.3 milyar YTL nakit girişi var. Dolayısı ile onlar dahil bütçe nakit açığı 0.6 milyar YTL’ye geriliyor. Milli gelire oranı ise binde 1’e iniyor.Bütçe fazla verdiTahakkuk bazında bütçe ise ilk yarıda 1.9 milyar YTL fazla verdi. Geçen yılın aynı döneminde 5.9 milyar YTL açık vardı. Dolayısı ile geçen yıla kıyasla bütçe dengesinde 7.8 milyar YTL düzelme gerçekleşmiş. Bu yıl daha sıkı maliye politikası uygulandığı çok açıktır.İki gözlem yapmak istiyorum. İlkini daha önce de yazdım. Faiz dışı fazla hedefi yüksek enflasyon ortamının yarattığı muhasebe sorunlarına çözüm olarak öne çıkmıştı. Düşük enflasyonda bütçe dengesi tek başına yeterlidir. Yüksek enflasyona geri dönülmedikçe faiz-dışı fazlayı unutmakta yarar vardır.İkincisi, Mayıs brüt borç stoğu, Haziran enflasyonu, beklenen büyüme vs, diğer veriler ilk yarıda net kamu borcunu ve oradan reel kamu dengesini hesaplama olanağını veriyor. İlk yarı milli gelirinin yüzde 4’ü, hatta biraz üstünde reel kamu fazlası öngörüyorum.Özetlersek: İlk yarıda bütçe disiplinine tam not vermek gerekiyor. Hükümeti kutluyorum.
Perşembe günü ilk çeyrekte kamu borcuna baktık. Net kamu borcunda gerileme vardı. Kamu dengesinin fazla verdiği anlamına geldiğini saptadık. Kamunun net dış borcunun ise 7.5 milyar dolara (milli gelirin yüzde 1.1’i) indiğini gördük. Dış borç konusunda kafalar karışıktır. Sık sık elmalarla armutların toplandığına rastlarız. O nedenle veriler yayınlandıkça ayrıntılarına girmek ihtiyacını duyuyoruz. Birincisi, devletin iç-dış borcu ve ülkenin dış borcu farklı şeylerdir. Vatandaşı ilgilendiren ilkidir. Kamu borcu daima vergi mükellefinin yükümlülüğüdür. Bütçe, faiz ödemeleri, vergi yükü, vs. üzerinden maliye politikasını birebir etkiler.İkincisi, Türkiye’nin dış borcu kamu ve özel kesimin yabancılara döviz cinsinden yükümlülüklerini kapsar. Kur riskini yerliler taşır. Yabancıların yerli para ile alacakları dahil değildir. Örnek: ABD dolarla borçlandığı için dış borcu yoktur.Brüt ve net dış borç2008’in ilk çeyreğinde (Mart sonu) Türkiye’nin brüt dış borcu 263 milyar dolar olmuş. Bir yıl önce 215 milyar dolardı. Yani bir yılda brüt dış borç 48 milyar dolar (yüzde 22.5) artmış. Türkiye’nin net dış borcunu hesaplamak için Merkez Bankası dahil bankacılık sisteminin döviz rezervleri bulunuyor. Mart sonunda 118 milyar dolar döviz rezervi varmış. Düşünce net dış borç 145 milyar dolar çıkıyor. Bir yıl önce 114 milyar dolarmış. Yani net dış borç son yılda 30 milyar dolar artmış.Şimdi brüt dış borcun kamu ve özel kesim arasında dağılımına bakalım. 263 milyar dolar dış borcun 172 milyar doları (yüzde 65) özel kesimin, 91 milyar doları (yüzde 35) kamu kesiminin. Bankacılık dışı özel sektörün dış borcu ise 125 milyar dolar (yüzde 48) tutuyor. 145 milyar dolar net dış borcun 7.5 milyar dolarının (yüzde 5) kamuya ait olduğunu biliyoruz. Gerisi, 137.5 milyar dolar (yüzde 95) özel kesimin net dış borcu. Bunun 125 milyar dolarının (yüzde 86) bankacılık dışı özel kesime ait olduğunu hesaplıyorum.Özetleyelim. Kamunun ve bankaların net dış borcu düşüktür. Net dış borcun büyük bölümü özel reel kesimin üstündedir. Üstelik son bir yılda en hızlı artış bu kalemdedir: 39 milyar dolar (yüzde 45). Dış açık ve dış borçBir yılda net dış borçta görülen 30.3 milyar dolar artışı ödemeler dengesi ile kontrol edebiliriz. Mart 2008 sonunda yıllık cari işlemler açığı 40.5 milyar dolar oldu. Bunun 17.3 milyar doları yabancı sermaye ve borsaya gelen dövizle karşılandı. 23.3 milyar dolar dış borçlanma gereği oluştu. Aradaki 7 milyar doları küresel parite değişimi açıklıyor. Mart 2007’de euro 1.32 dolardı Mart 2008’de 1.55’e yükseldi. Net dış borcun üçte birinin euro cinsinden olması halinde parite etkisi 7 milyar dolar ediyor. Olay açıktır. Net dış borçtaki artış dış açığın borç dışı finansmanla karşılanmayan bölümüne eşittir. Dolayısı ile dış açık büyürken yabancı sermaye ve borsaya giriş azaldıkça net dış borçtaki artış hızlanacaktır. Dış finansman yükünün tümü ile reel özel kesime düşeceğine dikkatinizi çekerim.
Atasözü “sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer” diyor. Geçmişteki kötü deneyimler hafızalarda derin izler bırakıyor. Koşullar değişse bile kimse inanmıyor. Türkiye’de bunun en tipik örneklerinden biri bütçe açığı ve kamu borcu konusundaki korkulardır.20’inci yüzyılın son otuz yılına popülist maliye politikaları damgasını vurdu. Dönem boyunca enflasyon, kur, faiz ve kamu borcu sürekli yükseldi. TL dandikleştikçe vatandaş dövize döndü. Giderek ağırlaşan krizler yaşandı. Bunlar toplumda büyük kamu açığı ve yüksek kamu borcu inancının yer etmesine yol açtı. Bütçe açığı ile kamu borcu arasındaki bire bir ilişkiyi tekrar hatırlatalım. Tanım gereği, nominal kamu borcundaki değişim nominal kamu dengesine eşittir. Yani borç artmışsa kamu dengesinde açık, borç azalmışsa fazla vardır. Dolayısı ile kamu borcu üzerinden kamu dengesini izleyebiliriz.Net kamu borcuKamu borcu verilerini Hazine yayınlıyor. Birden fazla veri var. Merkezi yönetim brüt borç stoku her ay açıklanıyor. Üç ayda bir buna diğer kamu kurum ve kuruluşları da eklenerek toplam kamu borcu hesaplanıyor. Kamu dengesini kamu net borç stoku yansıtır. Hem mutlak değeri hem de milli gelire oranı önemlidir. Birinci çeyrek (mart sonu) için veriler Hazine tarafından yayınlandı.Net kamu borcu 2004 sonunda 274 milyar YTL ile zirve noktasına çıktı. O tarihten bu yana, yavaş da olsa geriliyor. 2007 sonunda 248 milyar YTL’ye inmişti. İlk çeyrekte 247 milyar YTL olmuş. Fark (1.5 milyar YTL) ilk çeyrekte kamu dengesindeki nominal fazladır. İlk çeyrekte tüketici enflasyonu yüzde 3.1 oldu. Enflasyon düzeltmesini yapınca reel olarak net kamu borcunun üç ayda yüzde 3.6 gerilediğini hesaplıyoruz. Mart sonu fiyatları ile 9 milyar YTL’ye tekabül ediyor. Bu da ilk çeyrekte kamunun reel fazlasıdır. Cari fiyatlarla yıllık milli gelire oranı yüzde 1 ediyor.Net kamu borcunun milli gelire oranı yukarıdaki hesabı doğruluyor. Oran 2004’te yüzde 49’dan 2007’de yüzde 29’a inmişti. İlk çeyrekte 1.2 puan daha azalarak yüzde 27.8’e düştüğünü görüyoruz.Özet: 2008’in ilk çeyreğinde sıkı maliye politikası sürmüştür, nokta.Kamunun dış borcuKamuoyunun algılamakta zorlandığı bir başka konuya ışık tutalım. Hazine’nin dış borcunun çok yüksek olduğu kanısı çok toplumda yaygındır. Sayılar farklı bir hikâye anlatıyor.Mart sonunda kamunun net dış borcu sadece 9.6 milyar YTL ya da 7.5 milyar dolardır. Dış borcun milli gelire oranı yüzde 1.1 ediyor. Bunun çok düşük bir dış borç oranı olduğunu kabul etmek zorundayız.Yanılgı brüt borç verilerinin yüksekliğinden kaynaklanıyor. Mart sonunda merkezi yönetimin brüt dış borcu 67.8 milyar dolar. Bundan 60.3 milyar dolar tutan döviz varlıklarını düşünce 7.5 milyar dolar net dış borç stokuna ulaşıyoruz.
İlk çeyrekte hızlı büyümeyi irdelemeye devam ediyoruz. Milli gelir muhasebesine göre reel büyüme için cari fiyatlarla milli gelir sabit fiyatlara dönüştürülüyor. Bu hesap sırasında nispi fiyatlar değişiklikleri de hesap dışına atılıyor. Dolayısı ile üretim artışının refah etkisi tam kapsanmıyor. Örneğin iki maldan eşit miktarda üreten basit bir ekonomi düşünelim. Nispi fiyatı gerileyen malın üretimi artarken nispi fiyatı yükselen malın üretimi aynı oranda düşsün. Sabit fiyatlarla milli gelir sabittir. Buna karşılık o üretimin tekabül ettiği refah düzeyi azalmıştır.Ölçme hatalarının belirginleşmesinde iki husus öne çıkar. Sert nispi fiyat hareketleri sorunu ağırlaştırır. Baz yılının eskimesi ölçme hatalarını biriktirir. Baz yılının sık sık değiştirilmesi bu açıdan önemlidir.Sanayinin payıİlk çeyrekte sabit fiyatlarla milli gelirin yüzde 6.6 büyümesini sağlayan gelişmelerden biri imalat sanayiinde yaratılan katma değerin yüzde 7 artması idi. Büyümenin yüzde 28’i (1.8 puan) imalat sanayiinden kaynaklanıyordu. Anlamını açalım:İmalat sanayii ürünlerinin nispi fiyatları 1998 düzeyinde sabit kalmış olsa, 2007’nin ilk çeyreğinden 2008’in ilk çeyreğine imalat sanayiinde gerçekleşen üretim artışı bize yukarıdaki sayıları verecektir.Halbuki imalat sanayii ürünlerinin nispi fiyatları on yıl boyunca sabit kalmadı. Çünkü imalat sanayii küresel rekabetin en yoğun olduğu sektördür. Çin’in uyanışı, Gümrük Birliği vs. bir dizi yapısal etken imalat sanayiinde nispi fiyatların düşmesine yol açtı.Nispi fiyat değişimlerini nasıl görebiliriz? Kolay bir yöntem var. Cari fiyatlarla imalat sanayii üretiminin milli gelire oranını sabit fiyatlarla hesaplanan oranla karşılaştırıyoruz. İki oranın birbirinden sapması nispi fiyat hareketini yansıtıyor.1998’den 2008’e ilk çeyreklerde imalat sanayiinin cari ve sabit fiyatlarla milli gelire oranını aşağıdaki grafik özetliyor. Düz çizgi sabit fiyatla, çubuklar ise cari fiyatla imalat sanayinin milli gelire oranını gösteriyor.Sanayisiz büyüme1998’de (baz yılı) imalat sanayiinin milli gelire oranı her iki ölçüde aynı: Yüzde 25’in üstünde. Sabit fiyatlarla imalat sanayii bu düzeyini on yıl boyunca koruyor. Ama cari fiyatlarla sürekli geriliyor. 2008’de yüzde 16.6’ya iniyor. Yani dönem boyunca imalat sanayii ürünlerinin nispi fiyatı takriben üçte bir oranında düşüyor.Uzun süredir “sanayisiz büyüme” modelini eleştiriyorum. Baş sorumlunun 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikaları olduğunu söylüyorum. Cari fiyatlarla imalat sanayii üretiminin milli gelirdeki payının hızla gerilemesi bu görüşü doğrulamaktadır.Böyle durumlarda rahmetli babam “Her gördüğün sakallıyı deden zannetme” demeyi severdi. Sanırım bugüne “her gördüğün büyümeyi sanayileşme zannetme” şeklinde uyarlayabiliriz.