Çarşamba sabah erken kalkıp bilgisayar başına gittim. Yatmadan Amerikan borsalarında yüzde 5 kayıp olduğunu öğrenmiştim. Tokyo’yu merak ediyordum. Yüzde 9.4’lük düşüşü görünce şaşırdığımı itiraf etmeliyim. Bekleneceği gibi Çarşamba günü panik Avrupa’ya sıçradı. Buna karşılık Amerikan, İngiliz ve AB merkez bankaları faizlerde .5 puan indirime gittiklerini müşterek bir açıklama ile duyurdular. Diğerleri onları izledi.Dün piyasalar daha sakin bir gün geçirdi. Bu aşamada, giderek derinleşen mali krizi yaratan reel dengesizliklerin küresel düzeyde oluştuğunu hatırlamak gerekiyor. Yoksa düzeltme sürecinin neden bu kadar sancılı geçtiği kavranamaz. 2006 Haziran’ında (iki yıl üç ay önce) bu sütunda yayınlanan “Küresel Uyum Sorunları” (25/6/2006) başlıklı yazımdan uzun bir alıntı aşağıda yer alıyor. O gün biraz soyut kalmış olabilir. Bugün resmin tümünün daha iyi görülmesini kolaylaştıracağını sanıyorum: Dünyayı değiştiren üç olayUzun dönemli perspektiften bakınca son onyılda dünya ekonomisinde ciddi uyum sorunlarının biriktiğini görüyoruz. Geri planda geçen yüzyılın son çeyreğinde gerçekleşen olaylar yatıyor. Bunlara küreselleşmenin yeni aşaması diyebiliriz. Avrupa ve Japonya demokratik rejim ve piyasa ekonomisi içinde ABD’ye muadil gelir düzeyine ve kurumsal yapılara ulaştı. Aralarında korumacılığı asgariye indirdiler. Sovyetler Birliği dağıldı. Soğuk savaş bitti. Demokrasi-piyasa ikilisine en ciddi tehdit gibi duran komünizm tarih sahnesinden çekildi. Bir kalemde dünya piyasa sistemi genişledi. Dünya nüfusun neredeyse yarısını oluşturan iki ülke, Çin ve Hindistan, devasa bir atılımla küresel ekonomiye katıldılar. Biri sanayide, diğeri teknoloji-yoğun hizmet sektörlerinde gelişmiş ülkelere kafa tutmaya başladılar.Reform yok, para verelimGelişmişlik düzeyi ne olursa olsun, tüm dünya ekonomileri bu tarihi dönüşümden etkilendi. Ancak, yeni koşullara uyum kendiliğinden gelmez. Toplum eski alışkanlıklarında direnir. Gene öyle oldu.Avrupa ve Japonya yeni koşulların zorladığı yapısal reformları gerçekleştiremedi. Dünya ekonomisine gelişmişlik düzeylerinin gerektirdiği katkıyı yapamadı. ABD ise tehlikeli bir oyuna girişti.20’nci yüzyılın sonundan itibaren ABD-Avrupa-Japonya ekseninde para musluklarının açılması bu çervede ele alınmalıdır. Yapısal sorunları gizleme, çözümü erteleme çabasıdır. Ciddi hastalığa kozmetik tedavidir.Dünya ekonomisi yeni ve zor bir döneme girmiştir. Yapısal sorunların nasıl çözüleceğini bilmiyoruz. Ama bol likitide arkasında gizlenemeyececeği kesindir.
Cuma gecesi Kongre beklenen kurtarma paketini kabul etti. Amerikan vergi mükellefinin cebinden 850 milyar dolar çıkacak ve bu para ile piyasaların çökmesi engellenecekti. Ama evdeki hesap çarşıya pek uymuşa benzemiyor. Bugün Asya ve Avrupa’da borsalar tekrar çöktü. Yazıya başlarken New York borsasını kontrol ettim. Kötü bir gün geçireceğine kesin gözle bakılıyordu. Nitekim sert düşüşle Dow Jones endeksi çok uzun süredir ilk kez 10.000’in altını gördü. Bu dalga Türkiye’yi de fena vurdu. Bir günde dolar 1.37 YTL’ye, euro 1.86 YTL’ye tırmandı. Sepet bazında günlük değer kaybı yüzde 4.0 ediyor. IMKB-100 endeksi ise yüzde 8 düşerek 32.000’in altına indi.Ekonomi böylesi garip bir alemdir. Niyetlerle sonuçları çakıştırmak bazen çok zor olur. Mali piyasaları kurtarmak için dünyanın parasını harcamayı kabul edersiniz. Sonuç hiç de öngördüğünüz gibi çıkmaz. Şaşkınlıkla izlersiniz...“Avrupa blues” “Blues” sözcüğünün kökeninde Amerikan zencilerinin hüzün ve efkar dolu şarkıları yatıyor. Anadolu’nun uzun havalarına (bozlak) benzetilebilir. Zamanla keder, bunalım ve mutsuzluk hallerini ifade etmeye başladı. Geçen hafta mali krizin Avrupa’yı da kasıp kavuracağı iyice ortaya çıktı. Avrupa’da yatırım bankacılığı geleneği zayıftır. O nedenle sorunlar mevduat bankalarında ve uzmanlaşmış ipotek kredisi kurumlarında yoğunlaştı. “Perşembe’nin gelişi Çarşamba’dan belli olur” derler. Wall Street’in ürettiği karmaşık mali ürünlerin vaadettiği yüksek getiriye tamah edip bunları bilançolarına koyan Avrupa bankalarının eninde sonunda ciddi sorunlarla karşı karşıya kalacakları biliniyordu. Bir likidite sıkışıklığından mevduatın önemli avantajları vardır. Para piyasasına kıyasla çok daha istikrarlı bir fon kaynağıdır. Vadesi daha uzundur. Vatandaşın tepkisi daha yavaştır. Dolayısı ile banka yönetimine sorunlarla başetmek için zaman kazandırır.Madalyonun öbür yüzünde yarattığı siyasi duyarlılık yer alır. Vatandaş aynı zamanda seçmendir. Hükümetler mevduat sahibinin çıkarlarını korumaya büyük özen gösterir. Sorun belirince hızla banka devletleştirilir. Ya da mevduat sigortası kapsamı genişletilir. Sıra reel ekonomideArtık sıra reel ekonomidedir. ABD için iç piyasayı canlı tutan ucuz ve bol kredi dönemi bitmiştir. İç taleple birlikte üretim de düşmeye başlayacaktır. Tatsız bir “kısır döngü” kaçınılmaz durmaktadır. Ekonominin paket maket dinleyeceğini beklemek saflıktır.AB’nin durumu daha parlak değildir. İç talep zaten yapısal nedenlerle sorunludur. Bankaların sıkıntısı iç talebi ve oradan üretimi vuracaktır. Üstelik küresel konjonktür bu kez iç talep yetersizliğini ihracatla aşmaya da izin vermemektedir. Başta Çin, düzeltme sürecinin geri kalan dünyayı nasıl etkileyeceğini bir başka yazıda ele alacağım.
Olağanüstü heyecanlı bir hafta geçirdik. Türkiye’de mali piyasaların bayram sayesinde tatilde olması şanstı. Olup bitenlere doğrudan muhatap olmadık. Ama rüzgarından mutlaka etkileneceğiz. Bernanke-Paulson ikilisi tarafından hazırlanan ve savunulan kurtarma planının Kongre’den geçme ihtimalini bir hafta önce yayınlanan Ekodiyalog programında tartıştık. Özetle, seçime bir ay kala Kongre üyelerinin mali kesime kaynak aktarmaya kolay yanaşmayacaklarını söyledim. Vatandaşın mali kesimi kurtarmaya yönelik çabaları desteklemediği kamuoyu araştırmalarında net şekilde görülüyordu. İktisatçıların benim de katıldığım kurtarma karşıtı görüşlerini ise Pazar günü yayınladığım mektup anlatıyordu. Başkan Bush’un desteklediği plan Pazartesi günü Temsilciler Meclisi’nde reddedildi. Mali piyasalar için yeni bir kabus haftası başladı. Neyse, Senato devreye girerek plana popüler tedbirler ekledi. Temsilciler Meclisi Cuma gecesi onaylayınca plan geçti. Hakkaniyet duygusuKurtarma planının mantığı neydi? Vatandaşın parası ile mali kesim oyuncuları kurtarılacaktı. Aksi halde vatandaşın gelecekte ödeyeceği fatura da büyüyecekti. Dolayısı ile vatandaşın parasının şimdi kullanılması onun da çıkarlarını gözetiyordu.Bir an için bu analizin doğru olduğunu kabul edelim. Planın vatandaşın maddi çıkarları ile örtüşmesi ille onun kabul edilmesi anlamına gelir mi? İnsan davranışlarında maddi çıkarlar böylesine önemli midir?Hikayeyi bilirsiniz. Köylünün biri her gece “Allahım, bana bir eşek yolla!” duası edermiş. Bir sabah kapısının önünde eşek bulmuş. Sevinçle komşusuna koşmuş ama onun kapısında beş eşek var. Meğer komşu aynı duayı beş eşek için yaparmış. Köylü hemen duaya başlamış: “Allahım, ben eşeğimden vazgeçtim, yeter ki komşunun eşeklerini de geri al!” İnsanlar sadece çıkar güdüsü ile davranan yaratıklar değildir. Aynı derecede güçlü bir hakkaniyet duygusuna sahiptirler. Hakkaniyet duygusunu zedeleyen durumlarda kendi çıkarlarına karşı karar alabildiklerini saptayan önemli bir deney vardır. İki öğrenci çağrılıyor. Birine 100 YTL veriliyor. Diğeri ile istediği gibi paylaşması isteniyor. Parayı alanın teklifini diğeri kabul ederse para ikisi arasında o teklife göre paylaşılıyor. Diğeri kendisine teklif edilen tutarı reddederse ikisi de para alamıyor. Normal olarak diğerinin 10 YTL bile olsa kabul etmesini beklersiniz. Yanılırsınız. 35-40 YTL’nin altında teklifleri karşı taraf reddediyor. Yani hakkaniyet duygusu zedelenince insanlar karşılıksız parayı bile geri çevirebiliyor. İyimserliğe kapılmayınBöyle bakınca Amerikan seçmeninin tavrı şaşırtıcı değildir. Mali kesim yatırımcıları ve çalışanları “saadet zincirinden” yıllarca büyük paralar kazanmıştı. Zincir kopup balon patlayınca zararları vatandaşa ödetmeye kalktılar. Hakkaniyet duygusu zedelenen vatandaş bunu sevmedi. Ama siyasi kadrolar üzerlerindeki yoğun baskıya dayanamadı. Seçim öncesinde mali kesimin çökmesi riskini alamadılar. Kurtarma paketi ite kaka Kongre’den geçti. Plan mali kesimin sorunlarını hafifletir mi? Reel ekonomide resesyonu engelleyebilir mi? Hemen iyimserliğe kapılmamakta yarar var. Bu düzeltmenin çok acılı ve sancılı olacağını uzun süredir söylüyoruz.
ABD mali kesimini kurtarma çabaları iyice karıştı. Konu hızla siyasileşti. Derhal iktidarla muhalefet arasında suçlamalara dönüştü. Üstelik Başkan Cumhuriyetçi, Kongre’de ise demokratlar hakim. Yani kim iktidar kim muhalefet belli değil.Bu arada çok ilgimi çeken bir mektup yayınlandı. 150 civarında akademik iktisatçı mektubun altına imzasını atmış. Aralarında üç Nobel ödüllü var: Robert Lucas, James Heckman ve Smith Vernon. Daha da ilginci, mektubu imzalayanlar arasında üç Türk iktisatçının yer alması: Daron Acemoğlu (MIT), Hülya Eraslan (Jonhn Hopkins) ve Ayşe İmrahoroğlu (Southern California). Mektup, Temsilciler Meclisi’nin ve Senato’nun başkanlarına hitaben yazılmış. Mektuptaki analize katıldığımı belirtmek istiyorum. Tercüme ederek yayınlamaya karar verdim. *** “İktisatçılar olarak, Hazine Bakanı Paulson tarafından mali krize çözüm olarak sunulan plandan çok rahatsız olduğumuzu ifade etmek istiyoruz. Halihazır mali durumun zorluklarının farkındayız ve mali sistemin işleyişini sürdürübilmesi için cesur bir eyleme ihtiyaç duyulduğunu kabul ediyoruz. Şu anda önerilen planda üç vahim eksiklik görüyoruz:1) Hakkaniyet sorunu: Plan yatırımcıların vergi mükellefleri tarafından sübvansiyone edilmesidir. Kâr elde etmek için risk alan yatırımcıların zararları da yüklenmesi gerekir. Her firmanın iflası sistemi tehlikeye sokmaz. Hükümet, bazı yatırımcıları ve tercihleri akılsızca çıkan kurumları kurtarmadan, sağlam müşterilere yeni krediler verecek iyi çalışan bir mali kesimin varlığını temin edebilir. 2) Muğlaklık sorunu: Önerilen kurumun hem misyonu hem de denetlenmesi belirsizdir. Eğer vergi mükellefleri sorunlu satıcılardan likit olmayan ve opak varlıklar satın alacaksa, bunların vadesi, içerdikleri fırsatlar, ve bu satın almanın yöntemleri önceden çok net olmalı ve sonradan denetlenebilmelidir.3) Uzun dönemli etkiler sorunu: Bu plan kabul edilirse, etkileri bir nesil boyunca sürecektir. Son dönemdeki bütün sorunlarına rağmen, Amerika’nın dinamik ve yenilikçi sermaye piyasaları ülkeye daha önce görülmemiş refah ve zenginlik getirmişlerdir. Bu piyasalarda kısa dönemli bozuklukları sakinleştirmek için temellerini zayıflatmak umutsuz derecede miyop bir davranıştır.Bu nedenlerle Kongre’den acele etmemesini, komisyonlarda gereken zamanın harcanmasını, doğru hareket biçiminin özenle saptanmasını, ve mali kesimin ve ABD ekonomisinin geleceğini özen ve bilgelikle belirlemesini talep ediyoruz.”
Dört gündür küresel piyasalar papatya falı açıyor: Kurtaracak, kurtarmayacak, kurtaracak... Zaman da iyice daraldı. Cuma akşamı Kongre seçim tatiline giriyor. Türkiye saati ile bu gece yarısına kadar bu iş öyle ya da böyle bitecek gibi duruyor.Böyle durumlarda hocalık içgüdülerim öne çıkar. Birkaç gündür bu karmaşık olayı iktisatçı olmayanların da anlayacağı şekilde basitleştirmenin yollarını arıyorum. Sonunda denemeye karar verdim.Başlangıç noktası, ABD’de vatandaşın olağan geliri ile satın alabileceğinden daha fazla konut inşa edilmesidir. Mali sistem devreye giriyor. Konutlar satılıyor. Ama parasını satın alanlar yerine bankalar ödüyor. Hoş bir “saadet zinciri” bu şekilde kuruluyor.Derken bir gün konutları satın alanların küçümsenmeyecek bölümünün bankaya borçlarını ödeme gücüne sahip olmadıkları anlaşılıyor. Hikâyenin özü budur. Ayrıntılarda kaybolmamak gerekiyor.Zararın bölüşümüBu konutlar fizik olarak var. İktisat dili ile, kullanım değeri yaratılmış. Üretiminde kaynak kullanılmış ve bedeli ödenmiş. Ama konutları satın alan yok. Mübadele değeri oluşmuyor. Kimse oturmuyor. Bu ise kaynakların boşa gittiği anlamına geliyor.Ekonominin bütünü açısından bakalım. Konutların üretiminde kullanılan kaynaklar kayıptır. Daha açık söyleyelim. Kullanılmayan konuta harcanan kaynak geri gelemez. Ülke servetinin o bölümü yok olmuştur. Ortada reel bir kayıp vardır.Şimdi yeni bir soru ile karşılaşıyoruz. Ülkenin servet kaybı ABD vatandaşları arasında nasıl bölüşülecek? Piyasa ekonomisinde kural, zararın riski alan üstünde kalmasıdır. Bu bağlamda zararı mali sistemin yüklenmesi gerekiyor.İşte bu noktada işler feci halde karışıyor. Çünkü mali sistemin çok ilginç bir iç mantığı var. Kendi kaynağı azaldıkça ekonomiye kullandırdığı kaynakları kısmak zorunda kalıyor. Böylece eski “saadet zinciri” yeni bir “felaket döngüsüne” dönüşüyor.Kredi hacminde daralma talebi ve üretimi vuruyor. Bir yanda konut talebi düşüyor. Öte yanda diğer sektörlerde iflaslar ve batık krediler yaygınlaşıyor. Bu ise mali kesimin zararını tekrar yükseltiyor. Böyle sürüyor.Politika açmazıPolitika açmazı çok açıktır. Kaybolmuş serveti mali kesim öderse ülke daha çok servet ve gelir kaybedecek. Ödememesi ise kamu ahlakı ve piyasa ilkeleri ile çelişiyor. Özdeyişteki gibi, “yukarı tükürsen bıyık, aşağı tükürsen sakal...” Bazı dersler çıkartabiliriz. Esas çözüm, en baştan “saadet zincirinin” oluşmasını engellemektir. Mali kesimin iyi denetlenmesi (regülasyon) gerekir. Ancak varlık balonlarına izin vermemek para politikasının da sorumluluğudur. Son bir gözlem yapalım. “Saadet zinciri” ABD’nin dev dış açığının da esas nedenidir. Bugün ise sorunu ağırlaştırmaktadır. Örneğin kaybolan servetin bir bölümü yabancıların üstünde kalabilirdi. Dış kaynak bağımlılığı buna izin vermiyor. Türkiye bunu iyi biliyor.
Mali sistemi kurtarmak için Bush yönetimi kesenin ağzını açağını açıklayınca mali piyasalar biraz sakinledi. Ancak şimdilik ortada genel laflar var. Öneri paketi daha Kongreye sunulmadı. Kongreden neyin nasıl çıkacağı ise hiç bilinmiyor.Velhasıl kurtarma operasyonunun alacağı somut biçim ve ayrıntılara sahip değiliz. “Şeytan ayrıntıda gizlidir” derler. Konut kredisine bulaşmış herkes kurtarılacak mı? Konut kredisine bulaşmadan sıkıntıya düşenler ne olacak? Bu işin Hazine’ye maliyeti nedir?Soruları uzatabiliriz. Bekleneceği gibi, kurtarma paketinin mali kesime ve reel ekonomiye yapabileceği olumlu etki bunlara verilen cevaplara bağlıdır. İlle “dağ fare doğuracak” demiyorum ama bu ihtimali de göz ardı etmemek gerekiyor.Piyasanın sınırlarıKapitalizmin anavatanında önce dev mali kuruluşların devletleştirilmesi ardından özel kesim zararlarının kamulaştırılması çok eski bir kaygıyı yeniden canlandırdı. Modern ekonominin etkin işleyişinde tek alternatif piyasa mekanizması mıdır? Kaygılar yerindedir. Piyasa ekonomisi özel mülkiyet üzerine inşa edilmiştir. Bu ise aldğı riskle gelen mükafat ve maliyete sahip olmasıdır. Kâr ve zarar aynı olayın iki yanıdır. “Mükafat bireye ama maliyet topluma” anlayışına özel mülkiyette yer yoktur.Ekonominin büyük bölümünü oluşturan olağan mal ve hizmetler için yukarıdaki ilkeyi yaşama geçirmek nispeten kolaydır. Domates, bakır, gömlek, otomobil, televizyon, ilaç, gazete vs. üreten çok sayıda firma kimsenin kılı kıpırdamadan sürekli batar.Buna karşılık iki alanda piyasa kuralları bükülür. Biri piyasanın büyük gelir ve servet eşitsizlikleri yaratmasından kaynaklanır. Emek piyasasına kamu müdahale eder. İşsizlik, emeklilik ve sağlık sigortaları bu müdahalenin sonuçlarıdır.Diğeri, para ile oynayan ve gelecekle ilgili vaatlerin işlem gördüğü mali piyasalardır. Bir: “Cinnet, panik ve çöküş” yani mali krizler yapılan işin özünde vardır. İki: Sahtekârlık ve dolandırıcılığa müsaittir. Üç İç sorunları tüm ekonomiyi hırpalar. Dolayısı ile mali kesim yoğun kamu müdahalesi altında çalışır.Ne ilk ne de sonTanım gereği teoriler soyut, ideolojiler saftır. Halbuki gerçek yaşamda pragmatizm hüküm sürer. Teori istediği kadar yanlış desin, ideologlar bağırarak itiraz etsin, örneğin işsizlik hızla artınca devlet aracılığı ile onlara iş yaratmanın, yardım etmenin yolları aranır ve bulunur. Aynı şekilde derinleşince mali kuruluşlar devletleştirilir. ABD’nin yakın tarihinde mali kesimi kurtarılmasına çok sayıda örnek mevcuttur. Bu kez sayılar daha büyük, o kadar. Yoksa ne “milattır”, ne de piyasa ekonomisinin sonudur. Siyasetçilerin sancılı bir düzeltmenin ağır maliyetlerini düşürme arayışlarıdır. O kadar.Churchill’in demokrasi için söylediklerini piyasa için tekrarlayabiliriz: “Ekonomik faaliyetlerin örgütleme biçimi olarak piyasa aslında kaynak israf eden, yavaş ve verimsiz çalışan, imtiyazlı kesimler yaratan, velhasıl fevkalade kötü bir yöntemdir. Ancak, maalesef daha iyisi daha bulunamamıştır.”
Küresel mali piyasalar müthiş bir hafta geçirdi. Tarihte benzerleri mutlaka vardır. Ama ben böylesini hatırlamıyorum. Hafta başında ve ortasında borsalar tarihi çöküşlerinden birini yaşadı. Haftanın son günü ise yükseliş rekorları kırdılar.Mali piyasaların beklentilere ne kadar bağımlı olduğunun bir örneğini daha gördük. Perşembe’den Cuma’ya ABD’de ne değişti? Mucize bir teknolojik icat mı yapıldı? Dev bir petrol hazinesi mi bulundu? Som altından bir yeraltı damarı mı keşfedildi?Hiçbiri olmadı. Sadece ve sadece mali kesimin hızla artan zararlarının bir bölümünü kamunun üstlenmesi ihtimali belirdi. Somut bir karar olmasa da, rivayeti bile mali piyasaları uçurmaya yetti. Yazıya “Mali Kesim 1 = Vergi Mükellefi 0” başlığını koymayı düşündüm. Golü ise vergi mükellefini temsil eden Bush yönetiminin kendi kalesine attığını söyleyebiliriz. Ancak, maçın daha bitmediğini de hatırlatmak gerekiyor.Likidite vermek yetmedi İktisatçıların ezici çoğunluğu krizin ilk günlerinden, hatta öncesinden, işlerin eninde sonunda bu noktaya geleceğini öngörmüştü. Görüş farklılıkları hükümetin tavrı konusunda yoğunlaşıyordu. Bir bölümü özel kesimin zararlarının kamulaştırılmasını destekliyor. Bir bölümü buna karşı çıkıyordu. ABD’nin karşısındaki reel sorun çok açıktı. Ekonomide görünür gelecekte satılması ihtimali olmayan büyük bir gayrimenkul stoğu birikti. Bunlar borçla inşa edilmişti. Dolayısı ile alacaklıların verdikleri kredileri geri alma ihtimali de yoktu. İlk perdede olay likitide sorunu olarak algılandı. Karmaşık mali enstrümanların yarattığı sisli ortamda batık kredilerin hangi kurumların üstünde kaldığı görülemiyordu. Mali kesim içindeki güven bunalımı likidite krizine dönüştü. Kamu hızlı tepki verdi. Merkez bankası piyasaları paraya boğarak hasarı sınırlamaya çalıştı. Bu yöntem vergi mükellefi için riskler yaratıyordu. Ancak esas itibariyle batık kredilerin faturası başta mali kurumlar, özel kesim tarafından üstleniliyordu. Son iki haftada manzara değişti. Likidite vermek mali kesimde reel ekonomiyi de vuracak çapta hasar oluşmasını engelleyemedi. Şaşırtıcı değildir: Ortada trilyon dolarlar mertebesinde buhar olmuş servet vardır. Bu faturayı birisi ödeyecektir. Nokta. Bilek güreşi Olayı mali kesim aktörleri ile vergi mükellefleri arasında bir bilek güreşi şekilde görebiliriz. Merkez Bankası ve Maliye Bakanlığı için bu çekişmede hem hakem hem oyuncu benzetmesini yapabiliriz. Mali kesimin gücü nereden geliyor? Özel zararların kamulaştırılmaması halinde reel kesimde kriz derinleşecektir. Bu doğrudur. Yani mali kesim “Beni kurtarmazsan sana daha pahalıya malolur” diyor. Son çalkantıları bu gözle okuyabilirsiniz. Vergi mükellefinin gücü ise aynı zamanda seçmen olmasında yatar. Nihai kararı verir. Örneğin hakkaniyet duygusu ile, kısa dönemde kendi çıkarına karşı olsa bile özel zararların kamulaştırılmasını reddedebilir. Yani mali kesimin blöfünü görebilir.Pekala, güreşi bitti, mali kesim kazandı mı? Hayır, sadece ilk perde kapandı, karşılaşma devam ediyor. Ama yerim bitti ben de bu ilginç konuya devam edeceğim.
Dünya mali piyasalarında olağanüstü gerginlik sürüyor. Geriye dönüp baktım. Şubat 1994’ten bu yana ekonomik yorumlar yazıyorum. İlk kez böylesine heyecanlı bir döneme şahit oluyorum. 2001 krizi bile bunun yanında hafif kalıyor.Geçen yazıda Lehman Biraderlerin batması ve Bank of America’nın Merrill Lynch’i satın almasından hareketle yatırım bankalarının mali sistem içindeki yerine baktık. Bugün analizi sigorta şirketlerine uzatmak istiyordum. Nedenini tahmin etmek zor değil. İki gün önce ABD dünyanın en büyük sigorta şirketi AIG’yi fiilen kamulaştırdı. İnternette dolaşan fotomontajı belki gördünüz. Manchester United’ın formasında AIG yerine FED yazacakmış...Üstelik piyasalar hiç durulmadı. Dün sabah beş büyük ülke merkez bankasının para piyasalarında dolar likiditesini 180 milyar dolar artırmak için işbirliğine gittiği açıklandı. Borsalardaki düşüşlere hiç girmiyorum.Mevduat bankalarıKüresel mali krizin bundan sonraki seyri mevduat bankalarındaki gelişmelere bağlıdır. Batık kredi, sermaye yetersizliği, zarar vs. oralardan da kötü haberler gelmesi halinde kriz yeni ve daha sıkıntılı bir aşamaya geçecektir.Hangi ölçüyü kullanırsak kullanalım, mali sistemin omurgasını halktan mevduat toplayan bankalar oluşturur. Vatandaş ya da iktisat terminolojisi ile hanehalkı, tasarruflarını bankalarda tutar. Tüketici ve firmalara kredilerin çoğunu onlar sağlar.Dolayısıyla, mali sistemde şu ana kadar olup bitenlerin mevduat bankalarında yol açtığı hasarın büyüklüğü krizin bundan sonrası için hayatidir. Olayın iki farklı cephesini vurgulamak gerekiyor.Birincisi, mevduat sahiplerinin davranışıdır. Vatandaş bankalara güvenini kaybeder mi? Mevduat çekilmesi en sağlam bankayı bile sıkıştırır. Hızla bir kısır döngüye dönüşür. En azından düne kadar böyle bir eğilim pek görülmüyordu.İkincisi, özkaynağı azalan banka bilançosunu yani kredi hacmini daraltmak zorundadır. Kredi akımının durması sağlam borçluların bile nakit akımını bozar. Yine bir kısır döngü devreye girer. Şu anda neler oluyor, bilmiyoruz.Cinnet, panik ve çöküşLikidite krizi patlamadan üç ay önce, 29/5/2007 tarihli yazımda okuyucularıma mali krizlerin tarihini anlatan çok önemli bir kitap önermiştim. Daha sonra da her fırsatta hatırlattım. Tarih boyunca mali piyasaların nasıl yapay balonlar şişirebildiğini, ama sonra bu balonların nasıl patladığını bilmek bundan sonra olabilecekleri anlamanızı kesinlikle kolaylaştıracaktır. Okumadıysanız mutlaka bir göz atın derim. Tam zamanıdır.C. Kindelberger: Cinnet, Panik ve Çöküş - Mali Krizler Tarihi (İstanbul Bilgi Üniversitesi yay. 2007).