Bu yıl Nobel İktisat Ödülü’nü alan Princeton Üniversitesi öğretim üyesi Paul Krugman aynı zamanda New York Times gazetesinde köşe yazarı. Blog yazıları şu günlerde çok ilgi çekiyor: (http://krugman.blogs.nytimes.com).Salı günü iddialı bir başlık atmıştı: “Tüm Döviz Krizlerinin Anası”. Ne dediği anlaşılıyor ama bizim “babaerkil” kültürümüz dile de yansır. Bence “ağababa” daha iyi bir tercüme olurdu. Neyse, yazı medyada çok yankı buldu.Krugman’ı 2003’te Eczacıbaşı Menkul Değerler A.Ş. İstanbul’da ağırlamıştı. Hem ABD hem de dünya ekonomisi hakkındaki beklentilerinin karamsarlığı izleyenleri şaşırtmıştı. Söylediklerini 26 Ekim-4 Kasım 2003 arasında (beş yazı) özetlemiştim.Olaylar Krugman’ın dediği yönde gelişti. Mali krizin bu kadar gecikeceğini biliyor muydu? Böylesine yaygın ve derin olacağını öngördü mü? Sanmıyorum. Ama sonuç değişmiyor. Haklı çıktığı çok açıktır.Mali krizin boyutuBu arada benim de bir şanssızlığım oldu. Cuma günü Şanlıurfa’da yaptığım konuşmada “2008 gelmiş geçmiş bütün mali krizlerin ağababasıdır” dedim. Ne var ki, söz uçucudur ben yazıya dökmekte sallanınca patenti Krugman’a kaptırdım.Lafın buraya geleceği bir süredir belli olmuştu. 1929’da patlak veren mali krize ve ardından gelen “Büyük Buhran”a referanslar hızla artmaya başlamıştı. Ateş olmayan yerden duman çıkmaz derler.İki dönemi karşılaştıralım. 1929’da piyasa ekonomisi dünyanın sanayileşmiş iki bölgesi (K. Amerika ve B. Avrupa) ile sınırlı idi. Geri kalan tarım ekonomilerinde mali kesim yok denecek kadar azdı. Dolayısı ile mali kriz sadece gelişmiş dünyayı vurdu.Son elli yılda bu manzara kökten değişti. Tüm dünyada hızlı sanayileşme Sovyetler Birliği’nin dağılması ve Çin-Hindistan ikilisinin piyasa sistemine katılmaları ile noktalandı. Böylece mali krizin tüm küresel ekonomiye bulaşmasının nesnel koşulları hazırlandı.İstediğiniz kriteri seçebilirsiniz: Mali kayıplar, volatilite, vs. 2008’in 1929’dan daha derin, daha maliyetli, daha yaygın, daha sert vs. Velhasıl daha büyük bir mali kriz olduğunu göreceksiniz. Benim bu konuda hiçbir tereddüdüm kalmadı.“Büyük Buhran 2” mi?Bir sonraki soru hayati önem kazanıyor. Küresel mali krizi 1929’dan bile büyükse, devamı da 1930’lar kadar kötü mü geçecek? Daha açık ifade edelim. 2010’lu yıllarda dünya ekonomisini uzun ve derin bir depresyon mu bekliyor?Krugman dahil, meslektaşların ezici çoğunluğu “Büyük Buhran” benzeri ağır bir bunalımın engellenebileceği görüşündedir. Krizin başlamasından bu yana hükümetlerin devreye soktuğu aktif ve kararlı müdahaleler bu görüşü güçlendiriyor.Geri planda 1929 ve sonrasında yapılan iktisat politikası hatalarından alınan dersler vardır. Mali krizler, mali piyasaların doğasında yer alır. Mali krizleri bunalıma dönüştüren ise özellikle para ve maliye politikalarının krizle mücadelede yetersiz kalmalarıdır.Son olarak, Krugman’ın bugünün kitabını on yıl önce yazdığını hatırlatalım: 1999’da “Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü” yayınlandı. (Türkçesi: Literatür Y. İstanbul 2001)
Dünya borsaları haftanın ilk gününü kötü geçirdi. Tokyo yüzde 6, Hong Kong yüzde 12 değer kaybetti. Yazıya oturduğumda New York açılmamıştı. Ama Londra yüzde 2, Paris yüzde 4 aşağıda idi.Öte yandan doların euro ve diğer Avrupa paraları karşısında değerlenmesi sürüyordu. Euro paritesi 1.24’e inmişti. Bir hafta önce 1.35 olduğunu hatırlatalım. Geçen haftaya kadar 100’ün üstünde olan Japon yeni ise 95’in altına yerleşmişti.Daha ilginci, güne kayıpla başlayan İstanbul Borsası son baktığımda artıya geçmişti. Paralelinde, döviz kurunda da bir gevşeme gözleniyordu. Paritenin lehinde seyretmesine rağmen dolar 1.68’in altına inmişti.Döviz sepeti kurlarıSon iki haftadır Türkiye döviz piyasaları gergin günler geçiriyor. Kur hareketinin bekleniyor olması ya da Türkiye’nin kontrolü dışında küresel dinamiklerden kaynaklanması bu sonucu değiştirmiyor.Vatandaşın döviz kuruna duyarlılığını bildiğimiz için, son yazılarda bu konuyu işliyoruz. Neler oldu ve neler olabilir sorularını cevaplamaya çalışıyoruz. Bu bağlamda 2001 sonrasında kurun seyrini hatırlatmakta yarar gördük.Parite oynamalarının etkisini kısmen düzeltmek için “0.5 euro + 0.5 dolar” döviz sepetini kullanıyoruz. Bu yöntem artık yaygın kabul görüyor. Euro ve dolar kurlarının tam ortasında yer alması algılamayı kolaylaştırıyor.Merkez Bankası’nın açıkladığı günlük kurları izliyoruz. Seriyi sepetin 1 YTL’yi aştığı 1 Nisan 2001’den başlattım. Düne kadar geliyor. Yani yedi yıl yedi ayı kapsıyor. Sonuçlar grafikte yer alıyor. Bu dönemde kurda küçüklü büyüklü çok sayıda dalga yaşandığı net şekilde görülüyor.TL’nin dalgalarıSepet en yüksek değerine 1.94 ile Cuma günü (24 Ekim) ulaşıyor. Dün tekrar 1.90’ın altına gerilemişti. Bundan önce 1.90’ın üstüne çıktığı tek tarih yirmi sekiz ay öncedir. 27 Haziran 2006’da 1.91 olmuştu. Krizle başlayan ilk yukarı dalga Ekim’de kuru 1.63’e taşıyor. Sonra inişe geçiyor. Nisan 2002’de 1.21’e geriliyor. Seçimle birlikte ikinci dalga başlıyor. Irak Savaşı ile (Mart 2003) 1.80’e çıkıyor. Savaş sonrası tekrar düşüş eğilimi hâkim oluyor.Aralık 2003’te ve Mayıs 2004’te iki kez döviz piyasasında gerginlik kuru tırmandırıyor. Ama eğilim değişmiyor. Sepet 1.50 civarında dalgalanıyor. 2005’te ve 2006 başında Merkez Bankası’nın büyük döviz alımları yaptığını hatırlatalım.Mayıs 2006’daki küresel türbülans döviz piyasasını vuruyor. Sonrasında yavaş ve dalgalı bir düşüş var. Bu yılın ilkbaharında tekrar 1.70’i aşıp ardından 1.50’lere dönüyor. Böylece son yukarı dalgaya geliyoruz.Sepetin dönem ortalaması 1.53 çıkıyor. Uzun süre 1.50-1.70 aralığında dalgalanıyor. Böylece esas soruya geliyoruz. Küresel mali kriz ortalamada ve dalga sınırlarınde artışa yol açacak mı? Ben “evet” diyorum. Ayrıntılar bir başka yazıya kaldı.
Cuma günü Garanti Bankası Anadolu sohbetlerine katılmak için Şanlıurfa’ya gittim. Komşu ülkeler ve bölge ekonomisi üzerine bir konuşma planlamıştım. Evdeki hesap çarşıya uymadı. Küresel piyasalar yeniden çöktü. Mecburen krizi konuştuk. Gazetelerde “Kara Cuma” demişler. Hoş, kararmayan gün de pek kalmadı. Kriz takvime hiç aldırmadan tüm şiddeti ile sürüyor. Özellikle volatilitede inanılmaz artışlar yaşanıyor. Örneğin yen-dolar paritesinde günlük değişim bir ara yüzde 5’e çıktı. Mali krizi tetikleyen küresel dengesizliklerin düzelmesi sürecinin reel ekonomiye vereceği hasar giderek daha iyi anlaşılıyor. Her zaman olduğu gibi, Türkiye olayı daha çok kur hareketi üzerinden izliyor.Türkiye’nin döviz kuru ile gergin ilişkisi tepkilere de yansır. TL değer kazanır, şikayet ederiz. TL’nin değeri sabit kalır, ne oluyor diye sorarız. Ama TL değer kaybedince de panikleriz. Bir türlü ara yolu bulamıyoruz velhasıl... Gecikmiş bir hareketKüresel krizi yakından izleyenleri meşgul eden soruların başında, mali fırtınanın ne zaman ve ne şekilde Türkiye’nin döviz piyasalarına bulaşacağı geliyordu. Sanırım “bulaşmaz” diyen pek yoktu. Zamanı ve şiddeti hakkında görüş ayrılıkları mevcuttu.Ben de küresel mali krizin döviz kuru üzerinde baskı kurmasını kaçınılmaz görenler arasında yer alıyordum. Nitekim, son bir yıldır her fırsatta eski eğilimlerin kırıldığını, TL’nin mutlaka değer kaybedeceğini söyledim. Yıl sonu için doları 1.50 YTL tahmin ettim.Ama zamanlamayı bir türlü ayarlayamadım. Yaz başında beklediğim dalga gelmedi. Eylül’e geciktirdim ama yine olmadı. Pes etmedim, Ekim’e taşıdım. Neyse bu kez tutturduk. Malum, bozuk saat bile günde iki kez zamanı doğru gösterirmiş...Bu açıdan bakınca, son iki hafta içinde kurun yukarı gitmesinin gecikmiş bir hareket olduğu bile söylenebilir. Türkiye’nin krizin ilk kurbanları arasında yer almamasını nasıl açıklayabiliriz?Şanlıurfa’da durumu çok iyi özetleyen bir soru geldi. “ABD nezle olunca biz zatüreden yatağa düşerdik. Şimdi ABD yüksek ateşle yatakta, biz ise daha yeni hapşırmaya başladık. Bu işte bir yanlışlık olmasın sakın!” Üç temel nedenCevabımda Türkiye ekonomisini düne kıyasla daha az kırılgan yapan nedenlerden üçünü vurguladım. İlki ve en önemlisi 2000’den bu yana kararlı bir şekilde bütçe disiplininin tutturulmasıdır. Son beş yıldır reel kamu dengesi fazla vermektedir. O sayede kamu borcunun milli gelire oranı tehlikeli bölgenin altına inmiştir. İkincisi bankacılık kesiminin çok daha sağlıklı olmasıdır. 2001’deki acılı tedavinin olumlu sonucudur. Bütçe disiplinin katkısı vardır. 2001 ve öncesinde yaşananlardan sektörün önemli dersler çıkardığı da açıktır. Üçüncüsü enflasyonun tek haneye inmesidir. TL’ye nisbi güven getirmiştir. Yurtdışı kökenli kur hareketine yerlilerin katılmamasında çok önemli bir etkendir. Küresel krize yüksek enflasyonla yakalandığımızı bir an için düşünün...Bütün bunlara rağmen fazla iyimserliğe kapılmamak gerekiyor. Mali piyasalarda “vur deyince öldür” eğilimi yüksektir. İngilizce “overshooting” deniyor. Borsa, faiz ve kur kolayca ekonominin temellerinden her iki yönde kopabilir. Önümüzde tatsız sürprizleri olabilir.
Türkiye’de kriz denince akla döviz kurunda sert hareketler gelir. İlk 1999’da farkına varmıştım. Ekonomi yüzde 6 küçülmüş, enflasyon yükselmiş, kamu açığı tarihi rekorlar kırmıştı. Fakat döviz kurunda istikrar bozulmamıştı. Dolayısı ile 1999 kriz yılı sayılmadı.Ağustos 2007’den bu yana benzer bir olay yaşandı. Yakın tarihin en büyük mali fırtınası gelişmiş ülkeleri kasıp kavuruyordu. ABD’de, İngiltere’de, Almanya’da panik havası hakimdi. Ama Türkiye’ye bulaşmıyordu. Neden? Çünkü döviz kuru sakindi.Gözümüz aydın demek gerekir mi, bilmiyorum. Geçtiğimiz iki hafta içinde kriz nihayet Türkiye’ye geldi. Yani kurda yukarı hareket başladı. 25 Eylül’den düne TL dolar karşısında yüzde 45, euro karşısında yüzde 23 değer kaybetti. Döviz talebinde ani artış ve bunun kuru hızla yukarı taşıması şaşırtıcı değildir. Bekleniyordu. Türkiye’nin bu fırtınayı döviz piyasalarında çalkantı yaşanmadan atlatması ihtimali yoktu.Kurdaki tırmanma Türkiye’nin iç dinamiklerinden ya da özel sorunlarından kaynaklanan bir olay değildir. Küresel mali krizin bulaşmasıdır. Dolayısı ile ekonomik göstergeler ya da iktisat politikaları ile doğrudan ilişkili değildir.Böyle durumlarda “ne yapılmalı?” konusu haklı olarak gündeme gelir. Kamuoyu iktisat politikası tedbirlerini tartışmaya başlar. Merkez Bankası faizleri yükseltsin mi? Döviz satarak kura müdahale etsin mi? IMF ile yeni bir anlaşma zorunlu mudur?İktisat politikası alternatiflerinin yapıcı bir tartışma ortamında oluşturulması çok yararlıdır. Ancak şu an itibariyle bir tepki verilmesine gerek görmüyorum. Kararlı bir politika tepkisi için “kritik anın” beklenmesini öneriyorum.“Kritik an” nedir? Bence TL’deki tasarrufçunun paniğe kapılıp dövize geçmeye başlamasıdır. Yani TL’ye içeriden bir saldırı gelmesidir. Şimdilik yerli tasarrufçu sakin duruyor. Hatta, kur artışını geçmişte pahalı satın alınan dövizi satma fırsatı gibi görüyor. “Sütten ağzı yanan yoğurdu üfleyerek yer” misali, daha yükselir beklentisi ile dövizini satmasa bile yeni döviz almaya yanaşmıyor.Hava değişirse ne olur? Bugün yerim bitti, devam edeceğim...
Geçtiğimiz haftayı Amerika’da geçirdim. Kasımın ilk salı günü yapılacak başkanlık seçimi öncesinde Obama-McCain rekabeti iyice sertleşmiş. Adaylar televizyonda üçüncü ve son kez tartıştılar. Genel kanı Obama’nın daha iyi bir performans gösterdiği şeklinde idi.Bekleneceği gibi, ekonomik kriz seçimlere de damgasını vurmaya başlamış. Mali piyasalarda çalkantı bir türlü durulmuyor. Üstüne reel ekonomiden birbiri ardına kötü haberler geliyor. Vatandaşın moralinin bozuk olduğu derhal hissediliyor.Yurt dışında vakit buldukça dükkânları gezerim. Eskiden, Türkiye’de pek çok şeyin bulunmadığı dönemlerde alışveriş de yapardım. Şimdi ona gerek kalmadı. Mesleki merakımı tatmin için dolaşıyorum.Her şey Çin malıBu kez Boston’un alışveriş merkezlerinde biraz zaman geçirdim. Dükkânlarda satılan malların kalite ve fiyatlarına baktım. Kendime iş edindim. Her birinin nerede üretildiğini kontrol ettim.Çok ilginçtir, neye elimi atsam “Made in China” çıktı. Gömlek, ayakkabı, pantolon, ev tekstili, elektronik eşyalar, bilgisayar aksamı, mutfak aletleri, tabak-çanak vs. vs. listeyi istediğiniz gibi uzatabilirsiniz.Çin’in özellikle tüketim mallarında ABD pazarında payını hızla artırdığını açıklanan dış ticaret verilerinden biliyoruz. ABD’nin Çin’le dış ticaret açığı son yıllarda büyük artış gösterdi. Ağırlığı tüketim malları oluşturuyor.Yine de gözle görmek, elle dokunmak başka bir boyut getiriyor. Dükkân gezip malların hangi ülkede üretildiğine bakmanın bilimsel bir yöntem olmadığını biliyorum. Ama gördüklerimden etkilendiğimi söylemek zorundayım.Kriz Çin’e sıçrarAmerikan tüketicisi yıllardır gelirinin üzerinde yaşadı. Daha önce de yazdım. Çin üretti ama tüketmedi. ABD ise üretmeden tüketti. Al gülüm ver gülüm bu günlere gelindi. Ama her saadet zinciri gibi bu da bir gün koptu.“Borç yiyen kesesinden” denir. Bu koşullarda Amerika’da tüketim harcamalarında ciddi bir daralma kaçınılmazdır. Nitekim son gelen veriler perakende satışlarda düşüşün başladığını gösteriyor.Nasıl dağılacağını, yani tüketicinin hangi kalemlerde kısıntıya gideceğini tam bilmiyoruz. Ama, gördüklerimden bir şeyi kesinlikle söyleyebilirim: ABD’nin Çin’den ithalatı mutlaka gerileyecektir. Başka türlü olmasını düşünemiyorum.
Hafta başında gelişmiş ülkelerde hükümetler banka sistemindeki kilitlenmeyi açmak için kesenin ağzını açtılar. Trilyonlarca dolar tutarında paketler açıklandı. Ama olumlu etkisi çok kısa, aslında bir gün sürdü. Ardından yeni bir fırtına mali piyasaları vurdu.Son bir yılı hatırlamakta yarar var. Önce kolay atlatılacak likidite sıkıntısı dendi. FED para politikasını gevşetti. Ama çözüm olmadı. Sonra yatırım bankaları sorunlu dendi. Para ve maliye politikaları beraber gevşetildi. Yine işe yaramadı. Son olarak bankacılık kesimi kilitleniyor, ekonomi çöker denildi. Trilyon dolarlık eşgüdümlü kurtarma operasyonu devreye sokuldu. Etkisi bir günde geçti. Şimdi batan “hedge” fonlardan, gelen ağır resesyondan söz ediliyor. Bu hafta Türkiye’nin içinde olduğu yükselen ekonomilerle ilgili beklentilerde de bir bozulma gözleniyor. Aniden yapısal ve konjonktürel sorunları daha çok göze batmaya başladı. Belli ki mali fırtına bu taraflara yaklaşıyor. ABD’den haberler kötüSon gelen veriler Amerika’da tüketim harcamalarının yaz ortasında, yani son mali çalkantılardan önce azalmaya başladığını gösteriyor. Eylül kötü geçmişti. Ekim daha da kötü gidiyor. Nominal düşüş, enflasyonu ekleyince ciddi bir reel gerilemeye işaret ediyor.Tüketim harcamalarındaki daralmada kredi sistemindeki kilitlenmenin payı var. Dayanıklı tüketim, özellikle araç alımında, kredi çok önemli. Medyada sürekli insanların kredi bulamadıkları için otomobil alamadıkları anlatılıyor.Kredi daralması firmaların yatırım harcamalarını daha da fazla vuruyor. Haklı olarak işletmeler de nakte geçmek istiyorlar. En kolay yatırımlarını kısabiliyorlar. Zaten talep düşeceğine göre üretim artışı planları da yapılmıyor.İç talepteki daralmayı telafi edecek bir ihracat artışı olanağı da ufukta görülmüyor. AB zaten yılın ilk yarısında resesyon ortamına girmişti. Japonya büyümüyor. Hammadde ve petrol fiyatlarındaki düşüş yeni zenginleri de kısmen de olsa kemer sıkmaya itecek gibi duruyor.Talepte ve üretimde daralma işsizlik verilerine yansıyor. Resesyonun derinleşmesinde işsizlik anahtar rol oynar. İşsizlik işsiz kalma korkusunu artırır. İşini kaybetmeyen de harcamasını kısar. Böylece resesyon derinleşir ve işsizlik yükselir. “İntizamsız düzeltme” Küresel ekonomide biriken ciddi dengesizliklerin mutlaka bir düzeltme gerektirdiğini en azından son üç yıldır her fırsatta söylüyoruz. İlk günden beri okuyucularımızın dikkatini düzeltmenin alacağı biçime çekmeye çalışıyoruz.“İntizamlı - intizamsız” düzeltme kavramlarını bu bağlamda tanıttık. İlkine “yumuşak iniş” de deniyor. Özünde mali kriz yaşanmadan, dolayısı ile kısa ve derin olmayan bir resesyonla sorunların çözülmesi anlamına geliyor. “Sert iniş” nasıl olur diyenlere cevabımız çok kolaylaştı: Bugünkü gibi olur. Biriken dengesizliklerin büyüklüğü, alınan tüm tedbirlere rağmen mali krizin oluşmasını engelleyemedi. Dolayısı ile küresel ekonominin tümünü etkisi altına alan ağır ve derin bir resesyon kaçınılmaz hale geldi.
BostonPazar yazısını “Çöküş başladı mı?” sorusu ile bitirdik. Bu haftanın çok kritik olduğunu ifade ettik. Nitekim özellikle Avrupa’da hükümetler hafta sonunda tam mesai yaptı. Pazar günü mali kesimdeki erimeye karşı getirdikleri tedbirleri açıkladılar.Mali piyasaların olumlu tepki vereceğinin işaretleri akşamdan gelmeye başlamıştı. Pazartesi sabahı Frankfurt’ta uyandığımda Asya’da borsaları yükselmişti. Avrupa da iyi açıldı. Uçağa binerken New York açılmamıştı. Boston’a indiğimde yüzde 10 yukarıda idi.Kendi kendime “Borsalar paranın kokusunu aldı” dedim. Dün trilyon dolarlar mertebesinde rakamlar telaffuz ediliyordu. Asya ve Avrupa gene yükseldi. Ben yazıya oturduğumda New York kapalıydı ama hava olumlu duruyordu.Bankacılığın açmazlarıKriz bize bankacılığın üstüne oturduğu hassas dengeleri daha iyi anlatma olanağını verdi. Makro derslerinde mutlaka kapsanır. Konjonktür dalgalarını büyüten iç dinamiği vurgulanır.Bankalar özünde gelirlerinin altında harcama yapanlarla gelirlerinin üstünde harcama yapanlar arasında aracılık yapan kurumlardır. İlkinden borç alırlar. İkincilere borç verirler. Arada komisyon elde ederler.Ancak işin özünde bir açmaz yatar. Borç veren parasını uzun süre bağlamak istemez. Buna karşılık borç alan uzun vade talep eder. İki tarafın anlaşabileceği vade ile çok az işlem yapılabilir. Dolayısı banka kısa vadeli kaynakla uzun vadeli kredi vererek vade riskini yüklenmek zorundadır. Bu noktada diğer açmaz devreye girer. Aracılık için aslında özkaynak gereksizdir. Ancak bankaların yaptığı sıradan aracılık faaliyetinden farklıdır. Vade riski ve geri ödememe (batık kredi) riski alınmaktadır. Ama karlılığı yabancı kaynak yükseltir.Normal koşullarda bankalar makul özkaynak ve batık kredi oranları ile makul vade riskleri taşırlar. Ama kriz halinde denklem üçünde de bozulur. Son haftalarda yakından izlediğimiz kısır döngü bankacılığı kilitler ve ekonomiyi çöküşe götürür.Paketin ruhuKurtarma paketini ilk İngiltere açıkladı. Diğer Avrupa ülkeleri aynı yöntemi kullandılar. Şimdi Amerika’nın da o yolu takip edeceği anlaşılıyor. Özelliği üç açmaza eşanlı çözümü vergi mükellefini koruyarak getirme çabasıdır. Devlet bankalara sermaye koyarak ortak oluyor. Özkaynak yükseldikçe batık kredilerin bankayı batırması riski azalıyor. Dolayısı ile mali kesim içinde fon hareketlerini engelleyen güvensizlik azalıyor.Aynı anda bankalara kısa vadeli fonlama yapılıyor. Böylece bankaların vade açmazlarına çözüm getiriliyor. Kısa vadeli fon piyasalarının tekrar kilitlenmesi ihtimaline karşı peşinen tedbir alınıyor.Paketin başarılı olması halinde bankalar kurtuluyor. Dolayısı ile devletin satın aldığı hisseler de değer kaybetmiyor. Yani paketin vergi mükellefine maliyeti düşük kalıyor. Böyle anlatılınca paket mükemmel duruyor. Ancak şeytanın ayrıntılarda gizli olduğunu unutmamak gerekiyor. Muhtemel sorunlara ileride değineceğim.
Kendime makro iktisatçı diyebilirim. Uzun süredir makro göstergeleri yakından izliyorum. Konjonktüre kafa yoruyorum. Ekonominin gidişatı hakkında tahminler yapıyorum. Esas ilgi alanım doğallıkla Türkiye ama dünyayı da yakından izlemeye çalışıyorum. Doğrusu ya, geçen hafta beni de sarstı. Gece yarıları New York Borsası’nı kapattım. Sabahları erken kalkıp Asya borsalarını kontrol ettim. Okulda bir gözüm sürekli Avrupa’da oldu. Galiba ilk kez gelen bütün raporları okudum. Ne haftaydı! Borsalar zincirleme çöküşler yaşadı. Daha da önemlisi, gün içindeki hareketliliği ölçen volatilite endeksleri rekor düzeylere tırmandı. Para piyasalarında faizler başını alıp gitti. Kendi kendime sormadan edemiyorum. Bir hafta önce biri bana bunların olacağını söylese ciddiye alır mıydım? Evet demekte zorlanıyorum. Herhalde “Amma karamsar adam, felaket senaryoları yazıyor” diye düşünürdüm.Panik başladıMali piyasalarda psikolojik etkenlerin yeri çok farklıdır. Zaten bu piyasalar özünde beklenti alıp satarlar. Üstüne yapıları oyuncuların beraberce davranmalarına müsaittir. Kütle içgüdüsü denir. Mali piyasa dalgalanmalarını çok ani, sert ve derin kılan nedenlerin başında insan psikolojisine bu bağımlılık gelir. Mali piyasalarda çalışanlar bunun farkındadır. Örneğin yayınlanan bir verinin kendisini değil beklentilere etkisini tartmaya çalışırlar. Dolayısı ile mali piyasaların iç işleyişlerinden kaynaklanan ilginç bir çevriselliği vardır. İşler iyi giderken beklentiler de olumlu olur. Olumlu hava varlık talebine yansır. Varlık fiyatlarının yükselmesi beklentilerin gerçekleşmesi demektir. Başa dönülür.Ancak, aynı mekanizma tersine de çalışır. İşler kötü gitmeye başlayınca beklentiler bozulur. Varlık piyasalarında talep kaybolur. Varlık fiyatları düştükçe beklentiler daha da kötüleşir. Sonra bir gün aniden korkular paniğe dönüşür. Piyasalar erimeye başlar.Hangi gün? Maalesef onu öngörmek imkansız denecek kadar zordur. Paniğin ne zaman başlayacağını, hangi olay tarafından tetikleneceğini kestirmek olanaksızdır. Ama bu sonucu değiştirmez. Öngörememiş olsak bile paniği görünce hemen tanırız. Çöküşe geldik mi?2007 ilkbaharından bu yana Kindelberger’in “Cinnet, Panik ve Çöküş: Mali Krizlerin Tarihi” (Bilgi Üniversitesi Yay. İstanbul 2007) kitabına her fırsatta atıf yapıyoruz. Okunmasını hararetle öneriyoruz.ABD’de bir yıl önce kopan “büyük saadet zincirinin” gerçek bir cinnete tekabül ettiği şimdi biliniyor. O kredilerin, türev kağıtların, sigorta poliçelerinin, vs. alınıp satılabilmesini başka türlü açıklayamayız.Kamu otoriteleri bir yıldır ikinci aşamaya geçişi yani paniği engellemeye çalıştılar. Para bastılar, banka kurtardılar, bütçe açığı verdiler, mevduat garantisini artırdılar, vs. Güçlerinin yetmediği geçen hafta ortaya çıktı. Paniği sadece geciktirebilmişler. Hayati sorulara geldik. Üçüncü ve son aşamaya aşamaya geçtik mi? Çöküş süreci başladı mı? Dünya ekonomisinde yıllar sürecek derin bir bunalım artık kaçınılmaz mıdır? Bu açıdan çok kritik bir başka haftaya giriyoruz.