Bayram tatili dönüşü bizi hareketli günler bekliyor. Yarın saat 10.00’da TÜİK üçüncü çeyrek milli gelirini ve Ağustos-Ekim dönemi işsizlik ve istihdam verilerini açıklıyor. İkisinin de kötü geleceğini biliyoruz ama ayrıntılar çok önemli. Büyümenin eksi çıkmasını bekliyorum. Ne kadar eksi? Üçüncü çeyrek sanayi üretimi açıklandıktan sonra yüzde 1 öngörmüştüm. Gelen bilgiler doğrultusunda son çeyrek ve 2009 tahminlerimi gözden geçireceğim.Salı günü Başkan Yılmaz, “2009 Yılı Para ve Kur Politikasını” açıklıyor. Merkez Bankası’nın ayrıntılı konjonktür analizini ve politika yaklaşımını yansıtacaktır. Perşembe günü Para Politika Kurulu faizler için toplanıyor. Faiz inecek mi? Ne kadar? Cuma günü ise Kasım Tüketici Güven endeksi ve Ekim ödemeler dengesi sonuçları yayınlanıyor. Deflasyon kısır döngüsüBunlar bizi bir süre meşgul edecektir. Bir daha fırsat bulamayabilirim diyerek geçen yazıda başladığım “Büyük Buhran” sohbetini sürdürmeye karar verdim. Özellikle gençlerin 1929 Krizi ve sonrasını iyi kavramasını çok önemsiyorum.John Hopkins Üniversitesi Öğretim Üyesi Steve Hanke’den daha önce birkaç kez söz etmiştim. Para Kurulu’nu (yani sabit kur rejimini) savunur. Sağolsun yazılarını bana yolluyor. Aşağıdaki tabloyu GlobeAsia dergisinde çıkan (Aralık sayısı) yazısından aldım. Mali kriz son derece tehlikeli bir kısır döngüyü devreye sokar. Talepteki düşüş yatırımları azaltır. Bu tekrar talebi vurur. Fiyatlarda düşüş yani deflasyon başlar. Deflasyon ise reel faizi yükseltir. Yatırımlar tekrar kısılır. Talep, üretim ve fiyatlar tekrar düşer.Bu kısır döngünün en iyi örneği “Büyük Buhran” dönemidir. Verileri aşağıdaki tabloda izleyebilirsiniz. Faiz gelirlerinde artış1929’la 1933’ü karşılaştırıyoruz. Tablonun alt kısmında cari fiyatlarla milli gelir ve yatırım yer alıyor. 1929’dan 1933’e milli gelir yüzde 53 düşüyor. Bunun takriben yarısı üretimdeki azalmadan diğer yarısı deflasyondan kaynaklanıyor. Buna karşılık yatırımlardaki düşüş yüzde 90’a ulaşıyor. Yatırımların milli gelire oranı 1929’da yüzde 19.6’dan 1933’te yüzde 4.4’e geriliyor. Bu düzeyde yatırımların amortismanı karşılamadığı, yani fiilen sermaye stoğunun azaldığı hesaplanıyor.Tablonun üst yarısında milli gelirde ana gelir kategorilerinin payları gösteriliyor. En çok faiz gelirleri artıyor. 1929’da milli gelirin yüzde 5.6’sı iken 1933’te yüzde 10.4’e yükseliyor. Şirketler ise 1929’da milli gelirin yüzde 11.3’ü oranında kâr ederken 1933’te yüzde 3.8 oranında zarar ediyor.Manzara çok açıktır. Faiz gelirindeki artış şirketlere zarar yazdırıyor. Mali yapıları zayıflayan şirketler yatırımlarını durduruyor. Düşen talep deflasyonu hızlandırıyor. Kriz her geçen gün derinleşiyor. Bugüne bağlayalım. Aynı kısır döngünün tekrarlamasını engellemek için merkez bankaları büyük çaba gösteriyorlar. Piyasaları likiditeye boğuyorlar. Çünkü deflasyonun tetikleyeceği kısır döngüyü çok iyi biliyorlar. Bilmem anlatabiliyor muyum? ABD verileri 1929 1933 Değişim %Milli Gelirde Paylar (%) Ücret ve Maaş geliri 60.3 75.1 25 Tarım kesimi 7.2 5.4 -25 Esnaf ve serbest meslekler 9.8 7.8 -20 Rantlar 5.8 5.1 -12 Net Faiz geliri 5.6 10.4 86 Şirket Karları 11.3 -3.8 -134Cari Fiyatlar (milyar dolar) Milli Gelir 84.7 39.4 -53 Yatırımlar 16.6 1.7 -90
Bir bayramın daha sonuna geldik. Yarın resmi tatil ama özel kesimde faaliyet başlar. İş yerleri, dükkânlar vs. açılır. Normal iş günleri gibi olmasa da sabah ve akşam saatlerinde İstanbul trafiği sıkışır. Hüzünlü ve buruk salı yazımı dengelemek için bayramın son gününe daha hafif bir konu aradım. En azından karamsarlık yaymak istemedim. Hoş, adım bir kere iyimsere çıkmış ne yapsam boş, karamsarlar bana kızmaya devam edecek.Aklıma geldikçe potansiyel yazı konularını bir kenara not ederim. Listeye baktım. Çok konu birikmiş. Nedeni belli gündeme IMF’le anlaşma ve konjonktür politikaları hâkim oldu. Başka bir şey yazamadık.Son bir aydır listenin başında yer alan konuda karar kıldım. Şu sıralar 1930’larda yaşanan büyük ekonomik krizden çok söz ediliyor. İngilizcesi “Great Depression” Türkçe’ye “Büyük Buhran” şeklinde tercüme edilmişti.Yüzyılın felaketiBüyük Buhran 20’inci yüzyılın hiç tereddütsüz en büyük ekonomik felaketidir. 1929’da New York Borsası’nda yaşanan panik tarafından tetiklenmiştir. Dış ticaret kanalı ile hızla diğer sanayi ülkelerine sıçramıştır.Geçimlik üretimin hâkim olduğu ekonomilere etkisi sınırlı kalmıştır. Sadece ihracata yönelik tarım ve madencilik kesim ve bölgelerini vurmuştur. Türkiye de bu kategoride yer alıyordu.Artan işsizliğin sanayi ülkelerinde çok ciddi siyasi sonuçları olmuştur. Örneğin Almanya’da Hitler’in iktidara gelmesinin ve dolayısı ile İkinci Dünya Savaşı’nın temel nedeni kabul edilir.1929 mali krizi dört yıl içinde nasıl böylesine büyük bir ekonomik felakete dönüştü? İktisatçıların uzun süredir cevaplamaya çalıştıkları bir sorudur. Genel kanı, ABD yönetiminin yanlış para ve maliye politikaları uyguladığı şeklindedir.Temel göstergelerABD verileri aşağıdaki tabloda yer alıyor. 1929 öncesi durumu gösteriyor. 1933 ekonomik buhranın dip noktasıdır. 1938 ise barışın son yılıdır. Sayılar: Mankiw Macroeconomics (2002) ya da Makroiktisat (http://akat.bilgi.edu.tr/pdf/makro07-9.pdf).Bunalım üretimde büyük bir düşüşe yol açmıştır. Sabit fiyatlarla milli gelir 1929’dan 1933’e geçen dört yılda yüzde 30.5 azalmıştır. 1938’de hâlâ 1929’un yüzde 5.3 altındadır.Esas toplumsal bedel işsizlikte inanılmaz artıştır. 1929’da yüzde 3.2 olan işsizlik oranı 1933’te yüzde 25.2’ye tırmanmıştır. Bu sürede dört çalışandan biri işini kaybetmiştir. 1938’de işsizlik hale yüzde 19.1 düzeyindedir.Küçülme ve işsizlik fiyatların hızla gerilemesine neden olmuştur. 1929’dan 1933’e fiyat endeksi yüzde 22.3 düşmüştür. Tarım ürünleri ve hammadde fiyatlarında düşüş daha da yüksektir. 1938’de fiyat düzeyi hâlâ 1929’un yüzde 13.2 altındadır.Maalesef Merkez Bankası para arzının daralmasına izin vermiştir. Dolaşımdaki para 1929’dan 1933’e yüzde 25 azalmıştır. Daha sonra politika değiştiği için 1938’de para arzı 1929’un yüzde 14.7 üstüne çıkmıştır.Bu sayılar mali kriz ortamında maliye ve para politikalarını gevşetmekte gecikmenin ekonomik hasarını net şekilde gösteriyor. Bilmem anlatabiliyor muyum?
Dünya para sistemi, Türkiye’de konjonktür politikası, IMF’le anlaşma derken son iki haftada yayınlanan makro göstergeleri ihmal ettik. Haberlerin iyi olmadığını medyadan izlediniz.Tüm veriler aynı yönü işaret ediyor. Ekonomik daralma (resesyon) Türkiye’ye geldi. Pazartesi yaz dönemi (üçüncü çeyrek) milli geliri açıklanacak. İyimserler bile sıfır civarında büyüme bekliyor. Ben küçük de olsa eksi sayı bekliyorum.İçinde bulunduğumuz son çeyrekte ise ekonomideki daralmanın hız kazandığı kesinleşti. Enflasyon, sanayi üretimi, kapasite kullanımı, dış ticaret, istihdam, güven endeksleri vs. hepsi ağır bir resesyonun izlerini taşıyor.Yurt dışından gelen haberler de kötü. ABD’de resesyonun bir yıl önce (Ocak 2008’de) başladığı açıklandı. Enerji ve emtia fiyatlarındaki çöküş sürüyor. Birbiri ardına açılan ekonomik canlandırma paketlerinin şimdilik işe yaramadığı görülüyor.Hüzünlü günlerVelhasıl bu yıl Kurban Bayramını buruk kutluyoruz. Dokuz günlük tatil uzak bir yerlere gitme fırsatını yaratmıştı. Üstelik 2009’da bayramlar hafta sonlarına geliyordu. Ona rağmen canım seyahat istemedi.İstanbul’da kaldım.Dini bayramlar duygusallığın yoğun olduğu günlerdir. Şimdi buna ihtiyarlığın getirdiği nostalji eklendi. İki ay sonra 66’yı bitiriyorum. Gençliğimde 70’ine merdiven dayamış insanları çok yaşlı görürdüm. Eminim şimdi de başkaları bana o gözle bakıyor.Dolayısı ile bu yıl bayram sanki biraz daha hüzünlü geçiyor. Gene ölmüşlerimin ruhuna kurban kestim. Yaşı benden büyük yakınların sayısının her yıl nasıl azaldığına hayıflandım. Gençlerin heyecanına katılmaya çaba gösterdim.Ama içimdeki burukluğun esas nedeni onlar değildi. Hayatları ekonomik krizden her geçen gün daha fazla etkilenen milyonlar bir türlü aklımdan çıkmadı. En çok kriz yüzünden işini kaybedenleri ve yakın gelecekte işsiz kalmaktan korkanları düşündüm. Benim için işsizlik çağdaş toplumun en büyük başarısızlığıdır. Bilimde, teknolojide, verimlilikte, insan haklarında, demokraside vs. atılan devasa adımlara rağmen hâlâ milyonlarca insanın işsizlik tehdidi ile yaşamasını bir türlü kabullenemiyorum.Kahrolası işsizlik...Bazen küçük bir olaydan çok etkileniriz. Halbuki benzer olaylar sürekli yaşanır ama çoğu dikkatimizi çekmez. O kez farklı olur. Benim bugünkü karamsarlığımın gerisinde öyle bir olay yatıyor.Mendil satan çocuk belediye zabıtasından kaçarken araç çarpıyor ve ölüyor. Bayramda kendisine yeni pantolon almak istiyormuş. Dün gazetelerde okumuş olmalısınız. İçimde bir şeylerin koptuğunu hissettim.2006 başında, kuş gribi salgınında Kars’ta hastalığa yakalanan hayvanları yiyen ailenin fakirliği ve çaresizliği karşısında aynı duyguya kapılmıştım. Kızgınlığımı Türkiye’yi işsizlik belasından bir türlü kurtaramayan yanlış iktisat politikalarından çıkarmıştım. Bugün de aynı havadayım.Neyse, daha fazla iç karatmadan Kurban Bayramınızı kutluyarak yazıyı bitireyim.
Ünlü fıkradır. Adamın biri çıktığı ağacın tepesinde kalmış, bir türlü inemiyor. Herkes bağrışırken Temel hemen bir ip bulup yukarı atmış, beline bağla demiş. Çekince adam düşüp ölmüş. “Tüh, halbuki biz bir adamı böyle kuyudan sağlam çıkartmıştık!” demiş.Benzer içerikte başka fıkra ve özdeyişler de var. Öneğin elindeki tek alet çekiç olan kişi her şeyi çivi görürmüş. Güne en iyi uyanlardan biri de akrep-kurbağa hikayesindeki “can çıkar, huy çıkmaz!” olurdu. Bunlar nereden mi aklıma geldi? Dünkü gazetelerde IMF’nin anlaşma için hükümetten talepleri yer alıyordu. Okuyunca içimden sessiz bir kahkaha attım. “IMF lobisinin” iş alemi kanadını düşündüm. Fıkraları hatırladım. Baştan bir uyarı yapalım. Ortada resmi bir açıklama yok. Sızan haberler rivayet ya da yakıştırma olabilir. Hükümetle IMF arasında süren pazarlıkta geri çekilebilir. Ancak ne hükümet ne IMF tekzip etti. Ateş olmayan yerden duman çıkmazmış...Sorun talep yetersizliğidirBaşlıktan da anlaşılacağı gibi, son bir ay içinde IMF’le anlaşma hakkında dördüncü kez yazıyorum. Geri kalan yazılarım da dolaylı olarak, resesyon-karşıtı konjonktür politikaları üzerinden bu konuyu işledi.Baştan itibaren “IMF lobisini” ve hükümeti eleştiriyorum. IMF karşıtı olmadığımı ama bu konjonktürde IMF’le anlaşmanın yarardan çok zarar getireceğini söylüyorum. Anlaşmanın koşulları netleştikçe haklı çıkıyorum.IMF’nin uzmanlık alanı nedir? Kamu maliyesinde oluşan büyük dengesizliklerin tahvil ve döviz piyasalarında yarattığı baskıların asgari maliyetle düzeltilmesidir. O nedenle yazdığı reçete de bütçe ağırlıklıdır: Vergileri artır, kamu harcamalarını azalt, vs. Ancak 2008 yılında Türkiye ekonomisinin karşısındaki yapısal ve konjonktürel sorunların kökeninde bütçe açığı ya da kamu borcu yoktur. Tam tersine, ekonominin en güçlü yanı kamu maliyesidir.Sorunlar özel kesimdedir. Bazıları uzun dönemli yani yapısaldır. Özel kesimin tasarruf oranı düşmüş, aynı anda döviz kuru riski artmıştır. Asıl önemlisi kısa dönemli yani konjonktüreldir. İç ve dış talebin çökmesi ekonomiyi ağır bir resesyona götürmektedir.Yanlış tedaviHer fırsatta söylüyoruz. Ancak doğru teşhise dayanan bir tedavi başarılı olabilir. Teşhiste yapılan hatanın devamı ip söküğü gibi gelir. 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikaları buna çok iyi örnektir. Durumu özetleyelim. Teşhis: Türkiye ekonomisi özel kesimin harcamalarını kısması sonucu küçülmektedir. Normal tedavi: Vergi indirimi ile özel kesim talebini ve bütçe harcamaları ile kamu talebini artırarak resesyonu hafifletmek. Ya IMF usulu tedavi? Haberlerden tam tersini önerdiği anlaşılıyor. Vergi artışı ve harcama azalması ile hem özel kesim talebi hem toplam talep kısıtlanıyor. Sormadan edemiyorum. Bu durumda resesyon ağırlaşmaz mı? (Bakınız yukarıdaki fıkralar) Bu koşullar “IMF lobisi” içinde mutlaka bölünme yaratacaktır. “Öz-IMF’ci” kanadın bu minareye dikeceği kılıfı heyecanla bekliyorum.
Ekonomik paket tartışmasını analitik bir zemine oturtmaya çalışıyoruz. Geçen yazıda genel çerçeveyi çizdik. Resesyonla mücadelede kullanılacak iktisat politikası bileşiminin tasarlanmasında dikkat edilecek temel unsurları irdeledik.Konjonktür politikaları iç içe tercihler içerir. Önce ekonomik hedeflerin ve sosyal-siyasi tahditlerin belirlenmesi gerekir. Bunlar siyasi kararlardır. Hedef ve tahditlerle tutarlı iktisat politikası araçlarının seçimi ondan sonra gelir. Teknik boyutu ağır basar.Tartışma süreci genellikle puslu bir ortamda yürütülür. Örneğin yukarıdaki sıra izlenmez. Tartışma politika araçlarında yoğunlaşır. Üstelik ortada ciddi çıkar çelişkileri vardır. Taraflar kendi çıkarlarını ekonomiye hedef olarak zorlamak için kavga verir.Dış kaynakla büyümeTürkiye’de nispeten uzun süredir iki farklı iktisat politikası yaklaşımı arasında bazen açık ama genelde örtük bir çekişme yaşanıyor. Biri 2001 krizi ile iktidara gelmiş yani fiilen uygulanmıştır. Diğeri ise dönem boyunca muhalefette kalmıştır. Ben yıllardır ikinci kanatta yer alıyorum. “Sanayisiz, ihracatsız, istihdamsız ama enflasyonist” büyüme modelini eleştiriyorum. Saadet zincirinin sorumlusu olarak 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarını gösteriyorum. O nedenle politika ayrıntılarına girmeye gerek duymuyorum. Sonucu hepimiz biliyoruz. Ekonomik büyümeyi iç tüketimdeki artış ve onu destekleyen yatırımlar sağlıyor. Hızla artan dış açık ise yüksek faizin çektiği dış kaynaklarla finanse ediliyor.Yüksek faiz politikasını tasarlayanların hedefi bu muydu? Olmayabilir ama sonuç budur. Büyüme için iç talebe ve dış kaynağa bağımlı bir ekonomidir. Hem uzun dönemde sürdürülmesi olanaksızdır. Hem istihdam yaratmakta yetersizdir. Bence “ekonomik paket” tartışmasında bir taraf hâlâ bu modelin sürdürülebileceği umudunu taşıyor. IMF’le anlaşmaya verdikleri önem bunu yansıtıyor. Saadet zincirinin koptuğunu, eski güzel günlere geri dönüşün olmayacağını kabullenmekte zorlanıyorlar.Dış taleple büyümeAmerika’yı yeniden keşfetmeye gerek yoktur. Türkiye ekonomisinin uzun dönemde yüksek büyüme hızları tutturabilmesinin yolu, ihracatı teşvik eden ve iç talebi bastıran iktisat politikalarından geçiyor.Bence işin özünde bu olay yatıyor. Resesyon karşıtı konjonktür politikaları ancak ve ancak aynı zamanda büyüme modelini de dönüştürdükleri takdirde başarılı olacaktır. Eskiye dönüş çabaları kısa dönemde bile geri tepecektir. Lafı uzatmaya gerek yok. Ekonomik hedefi sanayinin ve ihracatçının desteklenmesi olarak saptayınca politika aracı kendiliğinden ortaya çıkıyor: TL’de değer kaybının kolaylaştırılması. Çözümün gecelik faizde radikal indirimler gerektirdiği çok açıktır. Konu çok önemlidir, devam edeceğim.
Gelen tüm veriler ekonomik faaliyetlerde ciddi bir yavaşlamayı işaret ediyor. 2008’in ikinci yarısında büyüme hızının eksiye döneceği kesinleşti. Daha çok küçülmenin boyutu ve süresi tartışılıyor.Böylece Türkiye ekonomisinin yakın geçmişindeki kesintisiz büyüme dönemlerinin en uzunu sona eriyor. Bu büyüme dalgası 6.5 yıl (otuz çeyrek) sürdü. Üstelik, yüzde 5,7 gibi yüksek bir ortalama büyüme hızı tutturuldu. Ayrıntılarına ay ortasında üçüncü çeyrek milli geliri açıklandıktan sonra bakacağız.Resesyonun piyasaları etkisi altına alması iktisat politikası tartışmalarını da dönüştürdü. Örneğin daha önce istikrar isteyen kesimler şimdi resesyon-karşıtı konjonktür politikaları talep ediyorlar. Bu bağlamda yer alan IMF anlaşmasını daha önce yazdım.Sonuçta ortaya bir “ekonomik paket” muhabbeti çıktı. İktisat politikası tartışmalarının doğasında zaten siyaset vardır. Karşılıklı eleştiriler havada uçuşmaya başladı. “Ambalajı” bile konuşuluyor.Resesyona karşı...Resesyon deyince iktisatçıların aklına talep yetersizliği gelir. Bir ihtimal şu ya da bu nedenle dış talebin düşmesidir. İhracat için yapılan üretimin gerilemesine yol açar. Küresel krizle birlikte bu zaten oluyor.Daha önemlisi iç talebin azalmasıdır. Gene şu ya da bu nedenle özel tüketim ve özel yatırım harcamaları düşer. İç piyasaya yönelen mal-hizmet üretiminin gerilemesine yol açar. Halen bu da fiilen oluyor.Resesyonla mücadele için talepteki düşüşü denetim altına alacak para ve maliye politikaları devreye sokulur. İlki Merkez Bankası’nın faizi indirmesidir. Gevşek para politikası özel kesimin kredili harcamalarını teşvik eder. Ancak yavaş çalışır. Bazen etkisi de kısıtlı olabilir.Daha hızlı çalışan ve etkili olma ihtimali daha yüksek olan maliye politikasıdır. Özel kesim talebindeki gerilemenin üretim üstündeki olumsuz etkisini telafi edecek şekilde bütçe disiplini bozulur. Vergiler iner ya da kamu harcamaları artar.İngilizce “stimulus” sözcüğü kullanılır. Dürtü, uyarıcı, tahrik edici, canlandırıcı anlamına geliyor. Devlet yarattığı ek taleple ekonomiyi dürtüklüyor ve küçülme kısır döngüsünü durdurmaya, ters yöne çevirmeye çalışıyor.Tercihler önemliResesyon-karşıtı konjonktür politikasının başarısında para ve maliye politikaları arasındaki eşgüdüm özellikle hayatidir. İkisinin de genişletici etki yapacak şekilde tasarlanmaları gerekir. Hangi sıra ile gevşetildikleri de sonucu çok etkiler.Diğer sorun kısa ve uzun vadeli hedeflerin çok açık şekilde saptanmasıdır. Özellikle bir tehlike öne çıkar. Resesyon-karşıtı politikanın varolan dengesizlikleri çözecek yerde sadece günü kurtarması mümkündür. Yarın sorunlar ağırlaşarak geri döner.Resesyondan zarar gören kesimlerden hangilerine öncelik tanınacağı bir başka zor tercihtir. Haklı olarak herkes kendi sorunlarını öne çıkartır. Siyasi iktidar hedef-araç bileşimini göz önünde tutarak bir sıralama yapar.Tercihleri özetleyelim. Politika bileşimine karar verilecek: Para mı, maliye mi, ikisi de mi, hangi sıra ile vs. Düzeltme hedefleri belirlenecek: Dış denge mi, dış finansman mı, iç talep mi, dış talep mi, enflasyon mu vs. Desteklenecek kesimler seçilecek: Sanayi mi, tarım mı, hizmetler mi, KOBİ’ler mi, çalışanlar mı vs.
Cuma günü Nobel ödüllü ünlü Kanadalı iktisatçı Robert Mundell’i dinledik. Columbia Üniversitesi’nden iki başka iktisatçı ile birlikte Bahçeşehir Üniversitesi davet etmiş. Üniversite yönetimini kutluyorum.Mundell çok önemli bir iktisatçıdır. 1960’ların başında makroiktisat teorine dış dünyayı anlamlı şekilde katan ilk modelleri kurmuştu. İktisat politikası tartışmalarına yeni bir boyut getirdi. O çalışmaları ile Nobel kazandı. Açık ekonomi modelleri makroiktisat derslerinde en zor konuların başında gelir. Zor olduğu ölçüde önemlidir. Sermaye akımlarının devreye girmesi ile para ve maliye politikalarının etkilerinin kur rejimine göre nasıl farklılaştığı anlatılır. Bu Mundell’in yakın geçmişte Türkiye’ye ikinci gelişi. Mayıs 2006’da İş Yatırım davet etmişti. Yine çok önemli bir konuşma yapmıştı. İzlenimlerimi iki yazı ile okuyucularıma aktarmıştım (27 ve 30 Nisan 2006).Dünya para sistemiUsta tanımı her meslekte aynıdır. Ayrıntılar içinde kaybolmadan işin özüne inebilmek, esas nedenleri yakalayabilmek anlamına gelir. O açıdan Mundell’in konuşmasını merakla bekliyordum. Daha önce yazdıklarından neler diyebileceği hakkında bir fikrim vardı. Ama kendi ağzından dinlemek başka oluyor. Nitekim ufuk açıcı konuşması kafamda çok önemli bazı ilişkilerin netleşmesini sağladı. Mundell’in tezini şöyle özetleyebiliriz. Tek tek ülkeler için dalgalı kur rejimleri yararlı olabilir. Geri planda politika hatalarından ya da dış şoklardan kaynaklanan dengesizliklerin düzeltilmesinde döviz kurundan yararlanmayı mümkün kılması yatar. Ancak, olaya dünya para ve ödemeler sistemi açısından bakınca resim değişir. Kur hareketlerinin ekonomik temellerden kopması ihtimali yüksektir. Ayrıca küresel likidite artışı denetlenemez. Dolayısıyla dalgalı kurlar mali kesimde istikrarsızlık nedeni olur. Bu yargısını ampirik gözlemlerle destekledi. Dolar-euro paritesindeki büyük dalgalanmaların ekonomik temellerle açıklamanın imkansızlığını vurguladı. Bretton Woods (sabit kur) döneminin tersine, dalgalı kurla birlikte sürekli bir yerlerde bankacılık krizleri yaşandığını hatırlattı. 2000 sonrasında dünya döviz rezervlerinde patlamayı gösterdi.Kuzey Atlantik Para BirliğiDalgalı kurun dünya para sisteminde yarattığı zafiyetler nasıl çözülebilir? Son krizi gördükten sonra acaba altın standardına geri dönülmesini mi önerecek diye merak ediyordum. Onun yerine kendi içinde kuru sabitlemiş para birliği blokları önerdi.Dikkat edilirse, Mundell’in savunduğu görüşün tipik örneği eurodur. Avrupa Para Birliği onun savunduğu fikirlerin başarılı bir uygulamasıdır. Dolayısı ile Mundell benzer para birliklerinin oluşturulması gerektiğini söyledi.Çok sayıda potansiyel para birliği örneği verdi: ABD-Çin Pasifik bloku (Japonya, Çin, vs.) Geniş Avrupa (AB, Rusya, vs.) NATO ülkeleri vs. Türkiye’nin sonuncusunda kurucu üye olacağını da ekledi. Mundell haklıdır. Bugünkü hali ile dünya para ve ödemeler sisteminin yetersizliği son mali krizde iyice ortaya çıkmıştır. Kapsamlı bir reform kaçınılmaz ve acildir. Maalesef gelen işaretler umut verici değildir.
IMF’le anlaşma üstüne bu üçüncü yazım. İlk iki yazıda anlaşmaya karşı çıkmamın temel gerekçelerini anlattım. Zaten sonucu etkileyeceğimi sanmıyordum. Daha çok tavrımı kayda geçirmeyi amaçlıyordum.Nitekim “IMF lobisinin” saha presi sonuç verdi. Hükümet IMF ile bir anlaşmayı yakın gelecekte imzalayacağını açıkladı. Nasıl bir anlaşma? Ne kadar mali kaynak var? Koşulları neler? Ayrıntılar bilinmiyor.Dün sabah NTV-radyoda Taner Berksoy’un Servet Yıldırım’la sohbetini dinledim. IMF konuşulurken benim de adım geçti. Anlaşmanın koşullarına göre alınacak tavrın değişebileceğini vurguladı. İnce bir analiz yaptı. Ege Cansen dün Hürriyet’te son yazımda ona attığım topa girmiş. “Ekonomide birinci öncelik IMF’le anlaşmak değildir... Birinci öncelik ülke ekonomisini IMF’ye muhtaç olmayacak hale getirmeyi stratejik hedef yapmaktır” diyor.Bana da, bana da...Ufukta IMF’le anlaşma görününce ortalığı müthiş bir heyecan sardı. Her sektör, her kesim, neredeyse tek tek tüm iş adamları gelecek paradan pay istemeye başladı. “Ona değil bize verin” aşaması daha başlamadı ama eli kulağındadır. Halinden şikâyet etmek, ağlaşmak, devletten bir şeyler koparmaya çalışmak milli kimliğimizin belirgin bir özelliğidir. Mantık şöyle çalışır: “Madem ortada bir para var, birileri onu yiyecektir neden biz yemeyelim?” Hiç şaşırmıyorum. Bence suçlu “IMF lobisidir.” Anlaşma için tam saha pres yaparken toplumda gerçekten çok kopuk beklentiler yaratıldı. Paralar gelecek, her şey çözülecek, herkes desteklenecek balonu şişirildi.Anlaşmanın koşulları açıklanınca kazın ayağının hiç de öyle olmadığı ortaya çıkacaktır. Boş hayaller yıkılacaktır. Bugünkü coşku kaybolacak, yerini tam tersine tepki ve kızgınlık alacaktır.Ham hayallerEge Cansen’in yukarıdaki cümlesinin devam şöyledir: “Kısaca cari açığı küçültüp, dış borca bağımlılığa son vermek şarttır. IMF ile anlaşma yapılırsa bu hedefe mi yürünecek yoksa ”cari açık-dış borç-IMF kapısına düşme” döngüsüne geri mi dönülecektir?” Ben bir adım daha atayım. IMF dış açığın büyütülmesi için para vermez. Dış açık sorununun çözülmesi sürecinde oluşacak maliyetin zaman yayılması için para verir. Koşullarının özü budur. Aksi takdirde zaten verdiği parayı yarın geri alamaz. Gerçekçi olalım. 2003 sonrasında IMF denetiminde uygulanan yanlış para politikalarının Türkiye’yi sıkıştırdığı “sanayisiz, ihracatsız, istihdamsız ama enflasyonist büyüme” modeli iflas etmiştir. Bir daha eski güzel günlere dönüş yoktur. Nokta.Olayın özü budur. Gerisi ham hayallerdir.