2008’de Türkiye ekonomisi

31 Aralık 2008

Yılın son yazılarında dünyanın ve Türkiye’nin makroekonomik açıdan genel bir değerlendirmesini yapardım. Küresel mali kriz bu akışı da etkiledi. Dünya analizi epey zamanımızı aldı. Türkiye yeni yıla kaldı.2008’de iç ve dış koşullarda belirsizliğin çok yüksek olduğunu yıl başında söylemiştik. Dolayısı ile aynı durumun geçerli olduğu 2007 için söylediklerimizi tekrarladık. “Büyüme yavaşlar, enflasyon geriler, dış açık küçülür, kur yükselir” dedik. Nokta tahmin vermekten kaçındık. Sadece büyüme ve enflasyon için sayı verdik. Büyüme için yüzde 4 bile iyimserdi. İki ay sonra yüzde 3’ün altına çektim. Yılın ikinci yarısındaki gelişmeler onu da iyimser sınıfına soktu. Enflasyonda talep baskısı olmayacağını vurguladım. Kötü arz şokları hariç enflasyonu yüzde 6 tahmin ettim. Kötü arz şoku durumunda bile 2007’nin altında kalır dedim. Yani petrol fiyatının yıl ortasında 150 dolara vuracağını öngörmedim. Düzeltmenin intizamı2006’nın ikinci yarısından itibaren Türkiye ekonomisinde ciddi bir düzeltme gündemin tepesine yerleşmişti. Ancak düzeltmenin alacağı biçimi ve başlayacağı tarihi tahmin etmek zordu. Hoş, işin püf noktası da onlardır.Vatandaşın esas ilgisini çeken ekonominin eskiden olduğu gibi bir krize girip girmeyeceği idi. O konuda net bir tavır aldım. Düzeltmenin nisbeten intizamlı olacağını, yani mali göstergelerde geçmişteki gibi büyük dalgalanmalar oluşmayacağını söyledim. 6 Ocak 2008 tarihli yazım şöyle bitiyordu:“Çok önemli bir hususu vurgulayalım. İntizamlı da olsa, her düzeltme acılıdır. Geçmiş hataların yarattığı dengesizliklerin bedelleri mutlaka ödenecektir. İşsizlikte artış, iflasların çoğalması, varlık fiyatlarında düşüşler çok sayıda insanı üzecektir... 2008 ekonomide sıkıntılı geçecektir. ” “Eski usul kriz olmaz” öngörüme çok tepki aldım. “2001 başında da böyle demiştin, demek ki 2008’de kriz garanti!” içeriğinde çok mesaj geldi. Ama ben haklı çıktım. Son altmış yılın en ağır küresel mali krizine rağmen 1994 ve 2001 benzeri çalkantılar yaşanmadı. İç ve dış etkenler2008’de konjonktür yıl içinde iki kez kırıldı. İlk çeyrekte ekonomi nisbeten canlı seyretti. İlk kırılma ilkbaharda oldu. İkinci ve üçüncü çeyreklerde ekonomi durakladı. Bunda dış koşulların etkisi sınırlıdır. Ekonominin iç dinamikleri belirleyicidir. Ekim’de dışarıda kopan mali fırtına son çeyrekte ikinci konjonktür kırılmasına yol açtı. Ekonomideki duraklama hızla küçülmeye dönüştü. Bu aşamada olumsuz dış koşulların etkisinin öne geçtiğini söyleyebiliriz. Dolayısı ile 2008’de yıllık sayıları anlamsızlaştı. Örneğin yıllık büyüme yüzde 2 çıksa ne yazar? Mühim olan ekonominin son çeyrekte ne kadar küçüldüğüdür. Aynı durum enflasyon, dış açık, kur, faiz, bütçe dengesi, vs. diğer göstegeler için de geçerlidir. Velhasıl kötü bir yılı geride bıraktık. Ancak kötü günlerin geride kaldığını maalesef söyleyemiyoruz. 2009 tahminlerimi önümüzdeki yazılarda vereceğim.

Devamını Oku

Mali kriz ve dünya para sistemi

29 Aralık 2008

Tarihe geçeceği kesinleşen 2008 yılının sonuna geldik. Son dört yazıyı tüm krizlerin ağababasına ayırdık. Analizin belkemiğini küresel ekonomide biriken üretim-tüketim dengesizliği oluşturuyor. ABD ve Çin örneği üzerinden anlatıyoruz.Karşılıklı bağımlılıkta ABD mali kesimi kritik rol oynuyor. Çin tüketmeden üretince dış fazla veriyor. Biriken dolarları ABD devlet tahvillerine yatırıyor. ABD mali kuruluşları bunları özel kesim kredilerine dönüştürüyor.Hızlı kredi genişlemesi iç talepte ve varlık fiyatlarında balon yaratıyor. ABD özel kesim bilançoları bozuluyor. Aktifteki varlık değerleri şişiyor. Kısa vadeli borçlar artıyor. Borç/özkaynak oranı düşüyor. “Saadet zinciri” mali krizle noktalanıyor.Krizle birlikte mali piyasaların kurumsal ve yapısal zafiyetleri tartışmaya açılıyor. Bir: Yetersiz kamu denetimi bilançoların bozulmasına izin veriyor. İki: Para politikası kredi balonunu engellemiyor. İkincisi bizi dünya para sistemine götürüyor.Altın StandardıPiyasa mekanizması neden tercih edilir? Çünkü oluşan bir dengesizliği düzeltecek davranışlar sisteme içseldir. Bilenen örneği verelim. Bir malın talebinde artış o malın fiyatını yükseltir. Üretimi cazip olur. Arzı artar. Denge yeniden kurulur.Aynı mantıkla, dış açık ve dış fazla halinde paranın üç fiyatında (enflasyon, faiz ve kur) değişim gerekir. Dış açık varsa enflasyon düşer, faiz yükselir, para değer kaybeder. Bunlar dış açığı azaltır. Dış fazla veren ülkede tersi olur.Yakın geçmişe kadar bu mekanizma çalışıyordu: “Altın Standardı”. Her ülke parasını belirli bir altın miktarına bağlar. Dolayısı ile merkez bankası kasasındaki altın miktarı ile dolaşımdaki para arasında birebir ilişki kurulur.Dış açık veren ülkenin altın stoğu azalır. Para arzı daralır. Faizler yükselir. Nominal kur sabittir. Düzeltmeyi yüksek faiz ve deflasyon gerçekleştirir. Ekonomi küçülür. Fiyatlar düşer. Reel olarak ülke parası değer kaybeder. Böylece dış dengesizlik düzelir.Dış fazla veren ülkenin altın stoğu artar. Para arzı genişler. Faizler düşer. Nominal kur sabittir. Düzeltmeyi düşük faiz ve enflasyon gerçekleştirir. Ekonomi hızlı büyür. Fiyatlar yükselir. Reel olarak ülke parası değer kazanır. Böylece dış dengesizlik düzelir.Tutarsız para sistemiABD-Çin örneğine geri dönelim. Altın Standardında küresel para sistemi sıfır toplamlı oyundur. Çin’in altın stoğundaki artış kadar ABD’nin altın stoğu azalır. Piyasadaki reel dengesizliğin, fazla derinleşmeden düzeltmesini temin eden budur.Son otuz yılın dünya para sistemi farklı çalışır. ABD, para politikasını konjonktüre göre belirler. Tahditleri işsizlik ve enflasyondur. Düzeltmeyi kur hareketinin gerçekleştirmesi beklenir. Halbuki Çin döviz kurunu dolara sabitlemiştir.Tutarsızlığın iki aktörü ortaya çıktı. ABD: Çin’de hızlı rezerv artışına aldırmadan para politikasını gevşetiyor. Çin: Dış fazlasına rağmen döviz kurunu sabit tutuyor. Bu koşullarda reel dengesizliği ne düzeltecek? Cevabını 2008’de aldık: Tüm mali krizlerin ağababası...2008 krizi ile noktalanan reel dengesizliğin dünya para sistemindeki tutarsızlıklardan beslendiği çok açıktır. Daha vahimi, olan bitenlere rağmen tarafların bu yapıyı hâlâ sürdürmeye çalışmaları, reform arayışlarına direnmeleridir.2009’un okuyucularıma sağlık, refah ve huzur dolu günler getirmesini diliyorum.

Devamını Oku

Keynesyen politika ve küreselleşme

27 Aralık 2008

2008’in son yazılarını tüm krizlerin ağababasına ayırdık. Önce küresel ekonomide biriken büyük reel dengesizliğe teşhis koyduk. ABD-Çin örneğini kullanarak ürettiğinden fazla tüketen ülkelerle tükettiğinden fazla üreten ülkelerin karşılıklı bağımlılığını saptadık. Sonra reel dengesizliğin nasıl düzeleceğini tanımladık. Tüketim-üretim oranının dış açık veren ülkelerde (ABD) düşmesi, dış fazla veren ülkelerde (Çin) artması gerekiyor. Fiili süreci uygulanacak iktisat politikaları kümesi belirliyor. Böylece çok kritik bir soruya geliyoruz. Küresel düzeltme zorunlu mudur? Yani ABD ve Çin’in üretim-tüketim dengesizliğini bundan sonra da sürdürmelerini sağlayacak iktisat politikası kümesi olamaz mı? Varsa başarı şansı nedir?Keynes’in intikamıDüne kadar reel dengesizliğin üretiminde başrolü ABD mali kesimi üstlenmişti. Çin ABD devlet tahvilleri biriktiyor, ABD mali kuruluşları ise Çin’den gelen dolarlarla özel kesime kredi veriyordu. “Saadet zincirini” bu mekanizma çalıştırıyordu. 2008 krizi ABD mali kesimine ölümcül bir darbe vurdu. Mekanizma tersine dönünce mali kuruluşların özkaynakları eridi. Özel kesim bilançoları hızla küçüldü. Zararları yüklenen Merkez Bankası ve Hazine’nin bilançoları aynı hızla genişledi. Dolayısı ile özel kesimin mevcut dengesizliği sürdürecek gücü kalmadı. Ne olacak? Sanırım tahmin ettiniz. Devlet tüketim ve yatırım harcamalarını artırır. Özel kesimin bıraktığı talep boşluğunu bütçe açıkları doldurur. Yeni mekanizmada Çin’le ilişki de sadeleşiyor. ABD bütçe açığı veriyor; çıkardığı tahvilleri Çin biriktiriyor. Mali kesim devreden çıkıyor. Neticede ABD ürettiğinden fazla tüketmeye, Çin tükettiğinden fazla üretmeye devam ediyor. Küresel büyüme sürüyor. Ne oluyor? ABD talep yetersizliğini gevşek maliye ve para politikaları ile aşıyor. Şu anda resesyonla mücadele gündemini oluşturan tüm politikaların kökleri bu anlayışta yatıyor. “Keynes’in intikamı” diyebiliriz. Küreselleşmenin intikamıABD’nin tek taraflı uygulayabileceği bu politika başarılı olabilir mi? Cevabı büyüyen kamu açıklarına ve artan kamu borcuna biri iç diğeri dış iki oyuncu kümesinin tepkilerine bağlıdır. Kısaca görelim. İlki Amerikan tüketicileri ve firmalarıdır. Bugünün bütçe açıkları yarının artan vergileridir. Korkup özel harcamalarını büsbütün kısabilirler. Politika geri teper. İktisat teorisinde “Rikardo eşdeğerliliği” deniyor. 1990’larda Japonya bu olayı yaşadı. Diğeri dış fazla veren ülkelerdir (Çin). ABD Hazinesi’nin borcu makul düzeyde seyrederken ABD tahvillerini memnuniyetle aldılar. Borç hızla yükselince aynı iştah sürer mi? Tahvil satamayınca ABD ya politikadan vazgeçer ya da enflasyon tuzağına düşer. Açalım. ABD için 1929’da, Japonya için 1990’larda sorun harcama yetersizliği idi. Keynesyen reçete bu bağlamda gelişti. 2009 ABD’sinde sorun tasarruf yetersizliğidir. Kilidi açacak anahtar tasarruf fazlasını ABD’ye yatıran yabancıların elindedir. 2009’da Keynesyen politikaların kritik ve bağlayıcı tahditi budur. Çünkü son yirmi yılın hızlı küreselleşmesi iktisat politikası matrislerini değişmiştir. Yeni koşullar “ben merkezli” eski reçeteleri zorlamaktadır. “Küreselleşmenin intikamı” da diyebiliriz.

Devamını Oku

Kuşbakışı küresel düzeltme

24 Aralık 2008

Yılın son yazılarında tüm krizlerin ağababasına bakıyoruz. Mali krizin gerisinde son yirmi yılda küresel reel ekonomide biriken büyük dengesizliklerin yattığını vurguladık. Mali kesimin rolünü ABD-Çin örneği üstünden açıkladık.Bir yanda tükettiğinden fazla üretmek isteyen Çin, öte yanda ürettiğinden fazla tüketmeye çalışan ABD var. Aynı denklemin içindeler. ABD mali sistemi onları birbirine bağlayan mekanizmayı sağlıyor.İşte, mali kriz bu bağı kopartıyor. ABD’de sürdürülemez kredi genişlemesi krizle birlikte kredi daralmasına dönüşüyor. Denklem çalışıyor. ABD tüketim ve yatırım harcamalarını kıstıkça Çin’de üretim aynı hızla geriliyor.Küresel ekonominin önündeki temel sorun denklemin bundan sonraki seyridir. Daha açık soralım. Ürettiğinden fazla harcayan ekonomilerle (ABD) ürettiğinden az harcayan ekonomiler (Çin) arasında üretim-harcama dengesi nasıl yeniden tesis edilecek?Düzeltme biçimleriBir gerçeği hatırlatalım. Ekonomilerde kayıp ve kazançlar birbirini götürmez. Teknik tabirle, yaşamda sıfır toplamlı oyunlar istisnadır. Herkesin kazanacağı ya da herkesin kaybedeceği durumlar ise kuraldır.Reel dengesizliğin düzelmesi nasıl olacak? Tüketimin üretime oranı ABD’de düşecek, Çin’de ise yükselecek. Dört bilinmeyenimiz var: ABD ve Çin’de tüketim ve üretim miktarları. Mantıki alternatiflere bakalım.Bir uç halden yola çıkalım. Her iki ülkede hem üretim hem tüketim azalır. Ama ABD’de tüketim üretimden daha hızlı, Çin’de ise daha yavaş azalır. Reel dengesizlik küresel küçülme ile düzelmiştir. İki taraf da kaybetmiştir. Buna “Büyük Buhran” diyebiliriz.Diğer uç hale geçelim. Her iki ülkede hem üretim hem tüketim artar. Ama ABD’de üretim tüketimden daha hızlı, Çin’de ise daha yavaş artar. Reel dengesizlik küresel büyüme ile düzelmiştir. İki taraf da kazançlıdır. Buna “yumuşak iniş” diyebiliriz.İki uç hal arasında çok sayıda alternatif olabilir. Biri ilginç: ABD’de tüketim azalır üretim artar, Çin’de üretim azalır tüketim artar. Reel dengesizlik küresel durgunlukla düzelmiştir. İki tarafın da kaybı ve kazancı vardır. Buna “sert iniş” diyebiliriz.Anahtar iktisat politikalarıdırFiilen küresel düzeltmenin alacağı şekli iki tarafın uygulayacağı iktisat politikaları belirler. Dikkatinizi çekerim. Denklemin bir tarafı tek başına kaderini kontrol edemez. Kendisinin ne yaptığı kadar ötekinin ne yaptığı önemlidir.Örnek olarak “yumuşak iniş” sağlayabilecek politika kümesine bakalım. Çin: Gevşek para ve maliye politikası ve Yuan’ın değer kazanması. ABD: Sıkı para ve maliye politikası ve doların değer kaybı. Ne anlama geliyor? Çin ihracatla büyümekten, ABD iç taleple büyümekten vazgeçiyor. Hem kendileri hem küresel ekonomi kazanıyor.Bu noktada çok haklı bir soru gündeme geliyor. Mali krize rağmen denklemi eski haline geri döndürmek mümkün müdür? Daha açık soralım: Küresel üretim-tüketim dengesizliğini düzeltecek yerde sürdürmeyi amaçlayan bir politika kümesi olabilir mi?Yerim bitti. Pazar günü devam edeceğim.

Devamını Oku

2008 mali krizi

22 Aralık 2008

Yılın bitmesine gün sayıyoruz. Yaşanan küresel mali krizin 2008’i tarihe kötü bir yıl olarak geçireceği artık kesinleşti. “Tüm krizlerin ağababası” demiştik (30/10/08). Kalan dört yazının özetlemeye yeteceği şüphelidir. Ayrıca Türkiye’yi de değerlendireceğiz.Genel kabul gören bir gözlemle başlayalım. Dünya ekonomisi geçtiğimiz ekim ayında kelimenin tam anlamı ile bir mali felaketin sınırına geldi. Bir süre için gelişmiş ülkeler mali sistemlerinin tümü ile çökmesi riski ile karşı karşıya kaldılar.Başta ABD ve AB olmak üzere, tüm gelişmiş ülkelerde merkez bankaları ve hükümetler acil önlem aldı. Mali kesimdeki kanamanın durdurulması için çok büyük miktarlarda kamu kaynağı aktarıldı. Şirketler kurtarıldı. Faizler indirildi.Yapılanlar mali kesimde hasarın denetim altında tutulmasını şimdilik sağlamış duruyor. Ancak sorunların reel ekonomiye yansımasını engelleyemedikleri biliniyor. 2008’in ikinci yarısında küresel ekonominin resesyona girdiği konusunda tereddüt yok.Küresel “saadet zinciri” Bütün bunlar neden oldu? Krizin ilk işaretlerinin belirmesinden bir yıl önce, 2006 ortasından itibaren dünya ekonomisinde biriken ciddi reel dengesizliklere dikkat çekmeye başladım. İntizamlı ya da intizamsız, bir düzeltmenin kaçınılmaz olduğunu vurguladım. Düzeltme ancak dengesizlikleri doğru teşhisle anlaşılabilir. Kendimi tekrarlama pahasına analizin kısa bir özetini vermek istiyorum. Basitleştirmek için iki büyük küresel oyuncu, ABD ve Çin üzerinden anlatacağım. Dış açık veren ve dış fazla veren şeklinde genelleyebilirsiniz.Çin zengin ülkelerle arasındaki farkı çabuk kapatmak, yüksek verimli istihdam olanaklarını en kısa sürede yükseltmek istiyor. Çözümü ihracatla büyümede görüyor. Bu ise daha çok üretirken iç tüketimini artırmamak anlamına geliyor.Bir sorunu var. Hızla artan üretimine alıcı bulması gerekiyor. Artan üretimini kime satacak? Çin ancak bir başka ülkenin ürettiğinden fazla tüketmesi halinde ihracatla hızlı büyüyebilir. Yani Çin’in üretim fazlası kadar ABD’nin tüketim fazlası olmalı.Devreye ABD’nin giderek daha fazla risk alan mali sistemi ve onu destekleyen gevşek para politikaları giriyor. Bol likidite ve ucuz kredi, ABD’de başta konut tüm varlık fiyatlarını uçuruyor. Böylece eninde sonunda patlayacak bir “saadet zinciri” oluşuyor.Çin ihracat için üretiyor, dış fazla veriyor, dolarları ABD Hazine bonosuna yatırıyor. ABD mali sistemi bu dolarları özel kredilere dönüştürüyor, servetler ve harcamalar artıyor, dış açık büyüyor. Bu güzel rüya ilelebet sürecek gibi duruyor.Panik ve çöküşMekanizmanın mali bilançolara yansımasına bakalım. Çin Merkez Bankası’nda ABD Hazine bonoları birikiyor. Ya ABD mali kuruluşları? Onların bilançolarını başta konut, özel kesimin değeri şişmiş varlıkları dolduruyor.Gerçekle yüzleşme anı geldiğinde, şişen varlık değerleri inişe geçiyor. Mali kuruluşların yazdıkları zararlar özkaynaklarını eritiyor. Ekim ayında panik başlıyor. Gerisi biliniyor. Bilançolar küçülüyor, kredi hacmi daralıyor, talep ve üretim düşüyor vs. vs.Mali kriz aslında reel dengesizliği üreten sistemin çöküşüdür. Bir anlamda sistemin içinden yeşeren çözümdür. Şu ya da bu şekilde ABD ve Çin’in üretim-tüketim dengesini yeniden ve bu kez doğru kurmaya zorlanmasıdır.Reel dengesizlik nasıl düzelir? Çin daha az üretir ya da daha çok tüketir ABD daha az tüketir ya da daha çok üretir. Krizin bundan sonraki seyri yeni dengeye nasıl gidileceğine bağlıdır. Yerim bitti. Devam edeceğim.

Devamını Oku

Büyüme ve dış açık

20 Aralık 2008

Perşembe günü Para Politika Kurulu toplanırken ben faiz ve enflasyon hesapları ile boğuşuyordum. Gündemde en az bir puan indirim olduğu açıktı. “Keşke şunu iki puan yapıp ekonomiye yılsonu hediyesi verseler” dedim. 1.25 puan çıktı. Ayrıntılara yeni yılda gireceğim.Cuma günü Ekim ayı ödemeler dengesi yayınlandı. İki noktaya dikkat çekelim. Bir: resmi hizmetler kaleminde yöntem değişikliği var. Revizyon 2007’yi de kapsıyor. İki: Ekim’de net hata noksan kaleminde 7.4 milyar dolar fazla çıkmış. Merkez Bankası “revizyon yapılacaktır” diye uyarıyor. Bugün üçüncü çeyrek milli gelir verilerini değerlendirmeye devam ediyorum. İlk iki yazıda yüzde 0.5’e gerileyen büyüme hızına üretici sektörler ve talep-harcamalar gözü ile baktık. Sıra büyüme ile dış denge arasındaki ilişkiye geldi.Dış kaynakla büyümeEkonomi kent efsanelerine çok müsaittir. Bunların bir bölümü gerçeklikten kopuk, uçuk komplo teorileridir. Ama bir bölümü toplumun geçmiş deneyimlerinden süzülmüştür. İktisatçılar bile fazla sorgulamadan tekrarlamaya başlarlar.Büyüme-dış kaynak ilişkisi bunlardan biridir. Genel kanıyı kısaca özetleyelim. Türkiye’nin iç tasarrufları yetersizdir. Hızlı büyümesi ancak dış kaynakla mümkündür. Dış kaynak bulununca büyüme hızlanır. Dış kaynak azalınca büyüme durur. Savaş sonrası dönemde bu yargıyı doğrulayan çok örnek vardır. 1950-2000 arasında çok kere Türkiye aynı konjonktürü yaşamıştır. Hızlı büyüme dış açık yaratmış, finansman sorunu çıkınca ekonomi küçülmek zorunda kalmıştır. Hepsinde müşterek unsur, büyümeyi iç talep artışlarının çekmesi ve döviz krizi ile bitmesidir. Hemen akla 1958, 1979, 1994 ve 2001 gelir. Hepsinde nedensellik dış kaynak yetersizliğinden düşük ve eksi büyümeye doğrudur. 2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarının benzer bir konjonktürü tetiklediği açıktır. 2004-2006 arasında iç talep ve dış açık beraberce patladı. Önce ekonomi hızlı büyüdü. 2007’den itibaren yavaşlamaya başladı. Ama o arada dış açık küçülmedi!Dış kaynakla büyümemeAşağıdaki grafikte 2003-2008 arasında üçüncü çeyrek için büyüme hızı ve dış açığın milli gelire oranı karşılaştırılıyor. Artı çubuklar GSYH büyüme hızını, 2004 sonrasındaki eksi çubuklar ise dış açığı gösteriyor. 2004’den bu yana her yıl büyüme hızı geriliyor. Bu yıl yüzde 0.5’e iniyor. Dış açığın milli gelire oranı ise ilk üç yıl artıyor. Sonra yüzde 3.5 civarında sabitleniyor. Örneğin 2006’da yüzde 6.3 büyüme ile dış açık yüzde 3.4 iken bu yıl yüzde 0.5 büyüme gene yüzde 3.5 dış açık yaratıyor. Devam edelim. 2008’de Türkiye’nin hiç dış kaynak sıkıntısı olmamıştır. Kanıtı “0.5 dolar + 0.5 euro” döviz sepeti ortalama kurunun bir yıl öncesine kıyasla sabit kalmasıdır (1.52 YTL). Durgunluğu dış kaynak yetersizliği yada kurla açıklama olanağı yoktur. Manzara açıktır. Üçüncü çeyrekte bol dış kaynağa rağmen büyüme durmuştur. Daha açık söyleyelim. Geçmiş yanlışların kötü mirası Türkiye ekonomisini dış kaynakla bile büyüyemez hale getirmiştir. Son umutlarını IMF’den gelecek paralara bağlamış kesimlere duyurulur.

Devamını Oku

Büyümenin kaynakları

17 Aralık 2008

Ekonomi gündemi yoğun. Salı sabahı Merkez Bankası 2009 yılı para programını açıkladı. Akşama FED’in para piyasası faizlerini sıfıra indirdiği haberi geldi. Yarın Ankara’da Para Politikası Kurulu toplanıyor. Konu sıkıntısı çektiğimizi söyleyemeyiz.Geçen yazıda Pazartesi yayınlanan üçüncü çeyrek milli gelir verilerini üretim açısından ele aldık. Üretimin hangi sektörlerde arttığını ve hangilerinde azaldığını saptadık. Konjonktür analizinin belkemiğini oluşturan talep ve harcama boyutunu bugüne bıraktık.Talep neden önemli? Çünkü büyüme hızının düşük çıkmasının nedeni üretim kapasitesinde yetersizlik değildir. Kapasite vardır ama üretilecek mal ve hizmetlere talep yoktur. O bakıma talep eğilimlerini saptamak bundan sonrası için büyük önem taşıyor.İç talepte daralmaÜretilen mal ve hizmetlere yönelik talep ikiye ayrılıyor: İç talep ve dış talep. İlkinden başlıyoruz. İç talep kendi içinde üç ana kategoriye bölünüyor: Özel tüketim, kamu tüketimi ve yatırımlar. Yeni milli gelir serisinde tüketim talebi yeniden tanımlandı. Önce yerleşiklerin ve yabancıların içerideki mal ve hizmetlere talebi hesaplanıyor. Sonra buna yerleşiklerin dışarıda tüketimleri eklenip yabancıların içeride tüketimleri düşülüyor. Böylece yerleşiklerin özel tüketim harcamaları elde ediliyor.Üçüncü çeyrekte yerleşik ve yabancıların içeride tüketimi yüzde 0.2 azalıyor. Öte yandan, yerleşiklerin yurtdışında tüketimi yüzde 26.3 ve yabancıların tüketimi yüzde 8.6 düşüyor. Bu ise yerleşiklerin özel tüketim harcamasını yüzde 0.3 artırıyor. Neticede özel tüketim büyümeye 0.2 puan pozitif katkı yapıyor.Buna karşılık kamu tüketimi yüzde 7.7 büyüyor. Kamu tüketimi tek başına büyümeye 0.7 puan katkı yapıyor. Özel tüketim artı kamu tüketiminin katkısı 0.9 puan oluyor.Yatırımlar ise yüzde 5.4 küçülüyor. Ayrıntıya inince kamu yatırımlarının yüzde 22 arttığını, özel kesim yatırımlarının ise yüzde 10 azaldığını görüyoruz. Neticede yatırımların büyümeye katkısı eksi 1.3 puan çıkıyor. Üçünün toplamı iç taleptir. İç talep yüzde 0.4 küçülüyor. Aynı şekilde iç talebin büyümeye katkısı da eksi 0.4 puan oluyor. Yani iç talep ekonomiyi küçültücü etki yapıyor.İthalatta düşüşMal ve hizmet ihracat ve ithalatı arasındaki fark, dış talebi oluşturuyor. İhracat yüzde 1.5 artıyor. Büyümeye katkısı 0.4 puan oluyor. İthalat ise yüzde 4.2 azalıyor. Büyümeye katkısı 1.2 puan ediyor. Dolayısı ile dış talebin büyümeye katkısı 1.5 puana ulaşıyor. Toplam nihai talebe bakalım. İç talep düşüşünün ve ihracat artışının büyümeye katkıları birbirini götürüyor. İthalat sabit kalsa büyüme hızı sıfır olacak. Neyse ki ithalat geriliyor. O sayede toplam nihai talebin büyümeye katkısı 1.2 puana yükseliyor.Bu noktada devreye stok değişimleri giriyor. Talep düşüşü ekonomide stokların azalmasına yol açıyor. Bu ise büyüme hızından 0.7 puan götürüyor. Böylece yüzde 0.5’lik büyüme hızına ulaşılıyor. Özetleyelim. Üçüncü çeyrekte iç talep küçülmüştür. İhracattaki artış iç talepteki küçülmeyi ancak telafi edebilmiştir. Dolayısı ile milli gelirde artı yüzde 0.5 büyümenin gerisinde ithalattaki düşüş yatmaktadır. İlginç bir durum olduğunu kabul edersiniz. Düşen ithalat azalan refahtır. Ama milli gelir muhasebesine göre büyümeye olumlu katkı yapıyor. Mevcut konjonktürde bu özelliğin iyi kavranması gerekiyor.

Devamını Oku

Üçüncü çeyrekte milli gelir

15 Aralık 2008

Üçüncü çeyrek milli gelir verileri dün sabah TÜİK tarafından yayınlandı. Diğer göstergeler ne geleceğinin işaretini vermişti. Yine de resmin bütününü kavramak için milli geliri heyecanla bekliyorduk.Büyümede piyasa tahminleri yüzde 1 civarında seyrediyordu. Ben eksi bekliyordum. Pazar günü eksi yüzde 1 demiştim. Piyasa iyimser, ben karamsar kaldım. Sonucun piyasa tahminine daha yakın çıktığını eklemeliyim.Gayrisafi yurtiçi hasılanın - GSYH - üçüncü çeyrek, yılın ilk dokuz ayı ve son bir yıl için büyüme hızları, sırası ile yüzde 0.5, yüzde 3.0 ve yüzde 3.1 oldu. Tahmin edileceği gibi, bunlar 2001 krizinden bu yana en düşük sayılardır.Sektörlerin katkılarıKonjonktür analizinde ilke olarak ağırlık talep ve harcama tarafına verilir. Ancak içinde bulunduğumuz ortamda büyümenin üretim boyutu da önem kazandı. İlk iki çeyreği değerlendirken de üretime bakmıştık.Üçüncü çeyrekte üretimin arttığı sektörlerden başlayalım. Tarım (yüzde 2.2), balıkçılık (yüzde 6.9), madencilik (yüzde 3.9), elektrik, gaz (yüzde 4.1), mali aracı kuruluşlar (yüzde 7.2), gayrimenkul kiralama (yüzde 7.3) ve ev içi personel (yüzde 5.4) öne çıkıyor.İki kesimde üretim artışının milli gelirin büyümesine katkısı yüzde 1’e ulaşıyor: Tarım (yüzde 0.3) ve mali aracı kurumlar (yüzde 0.7). Üretimi artan diğer kesimlerin katkısı ancak tarım kadar tutuyor.Üçüncü çeyrekte üretilen katma değerin azaldığı kesimlere gelelim: İmalat sanayii (yüzde 1.1), inşaat (yüzde 4.3), ticaret (yüzde 1.8), otel-lokanta (yüzde 2.7), eğitim (yüzde 1.2) ve sağlık (yüzde 3.2).Üç kesimde üretim düşüşünün büyümeye eksi katkısı yüzde 0.7’ye ulaşıyor: İmalat sanayii (yüzde 0.2), inşaat (yüzde 0.3) ve ticaret (yüzde 0.2). Diğerlerinin etkisi çok düşük kalıyor. Özetle, büyümeyi sanayi, inşaat ve ticaret aşağı, tarım ve mali hizmetler yukarı çekiyor.Türkiye resesyona girdiKüresel krizle birlikte resesyon sözcüğünün kullanımında patlama yaşanıyor. Bu arada formel tanımı da ün kazandı: Üretimin iki çeyrek üst üste düşmesi. Şimdi bazıları “Oh, üçüncü çeyreği resesyonsuz atlattık!” diye sevinecektir. Ama kazın ayağı öyle değil.Yukarıdaki ölçüler milli geliri bir yıl önce aynı dönemle karşılaştırıyordu. Halbuki resesyon tanımında üretimin bir önceki çeyreğe kıyasla nasıl değiştiğine bakılıyor. Bu amaçla mevsimlik etkilerden arındırılmış milli gelir verileri kullanılıyor.Ne buluyoruz? Mevsimlik etkiden arındırılmış GSYH 2008’in ilk çeyreğinde zirveye çıkıyor. İkinci çeyrekte ilk çeyreğe kıyasla yüzde 1,7, üçüncü çeyrekte de ikinci çeyreğe kıyasla yüzde 0.9 geriliyor. İlk çeyrekten üçüncüye birikimli düşüş yüzde 2.6 ediyor.Dolayısı ile artık kesin konuşabiliriz. Türkiye ekonomisi 2008 ilkbaharı itibarıyla resmen resesyona girmiştir. Resesyonun talep ve harcama boyutunu gelecek yazımda ele alacağım.

Devamını Oku