Mali piyasalar küresel konjonktüre fevkalade duyarlıdır. Dünya ekonomisinin yönü mali aktörlerin kararlarının birebir etkiler. Mevcut durum yada gelecekle ilgili veri ve beklentilerin değişmesi anında alınan pozisyonlara yansıtılır.
ABD mali sistemini derinden yaralayan likitide krizinin birinci yıldönümünde, ilginç şekilde, böyle bir olay yaşandı. Küresel konjonktür üstüne nisbeten iyimser beklentiler birbiri ardına gelen tatsız haberler tarafından sarsıldı.
Hatırlatalım. Öyle ya da böyle, küresel düzeltmenin düzgün ve yumuşak geçeği kanısı yaygındı. Daha açık söyleyelim. ABD, AB ve Japonya’da resesyon yaşanmayacağı varsayılıyordu. Dolayısı ile küresel büyümede sınırlı bir gerileme öngörülüyordu.
Analizin gerisinde ABD’de büyümenin düşük de olsa sürmesi yatıyordu. Yılın ilk yarısında gelen veriler, başta AB ve Japonya, sanayileşmiş ülkelerde büyümenin devam edebileceğine işaret ediyordu.
İkinci çeyrekte küçülme
Japonya’yı bir kenara bırakmak istiyorum. Onküsur yıldır yapısal sorunlarını bir türlü çözemedi. Bu dönemde dünya konjonktürüne hiç pozitif katkı yapmadı. Hele Türkiye açısından kelimenin tam anlamı ile ihmal edilebilir bir ülke durumunda.
AB ekonomileri ise Türkiye’yi yakından ilgilendiriyor. İhracatımızın yarısını AB’ye yapıyoruz. Yılın ilk yarısında iç talepteki durgunluk kısmen AB’ye ihracat artışı ile telafi edildi. Ekonomik faaliyetlerin daha da yavaşlaması bu yoldan engellendi.
AB ekonomilerinden gelen son veriler ise beklenenden çok daha kötü çıktı. En önemlisi, euro bölgesinde ikinci çeyrekte milli gelirin yüzde 0.2 küçüldüğü açıklandı. 1999 yılında euroya geçilmesinden bu yana ilk kez euro bölgesinde eksi büyüme yaşanıyor.
İkinci çeyrekte euro bölgesinin en büyük ekonomisi Almanya’da büyüme daha da kötü, yüzde - 0.5 gerçekleşti. Fransa, İtalya ve İspanya’da farklı nedenlerle de olsa kötümserlik hızla yayılıyor. İngiliz ekonomisi zaten kendi derdine düşmüş durumda.
AB resesyona girer mi? Son günlerde bu yönde görüş ifade eden iktisatçıların sayısında gözle görülür bir artış var. Avrupa’da büyümenin durmasının küresel resesyon ihtimalini güçlendirdiği özellikle vurgulanıyor.
Kur ve büyüme
Genel kabul gören bir diğer görüş, euronun dolar karşısında hızla değer kazanmasının euro bölgesinde yaşanan durgunluğun temel nedenlerinden biri olduğudur. Bu durum iktisat teorisi ile tutarlıdır.
Dolar değer kaybettikçe, AB kökenli mallar ABD’de ve parası dolara karşı değer kazanmayan ülkelerde pahalılaşıyor. O ülkeler kökenli malların AB’deki fiyatları ise ucuzluyor.
Böylece bir yandan dış talep ve dolayısı ile ihracat için üretim azalırken aynı anda ithalat yani iç talebin dış üretimle karşılanan bölümü artıyor. Velhasıl euronun değer kazanması toplam üretimi düşürme yönünde etki yapıyor.
Velhasıl Bernanke’nin ABD’yi resesyondan kurtarmak için uyguladığı gevşek para politikası AB’yi resesyona götürüyor. İlginç, değil mi?
Sorunlar Avrupa’ya kayıyor
Haberin Devamı