Önce Greenspan vardı. Maestro; 2000 yılı başlarında durgunluk sinyalleri vermeye başlayan ABD ekonomisini; 11 Eylül’ün de yardımıyla; faizleri yüzde 1’e indirerek adeta ipten almıştı. Aslında 2000 yılında yaşanması gereken temel bir düzeltme, verilen ucuz likidite ile 2008 yılına kadar ertelendi. Ertelenen sorun o denli büyüktü ki geçtiğimiz yıl, kriz patladığında bundan etkilenmeyen hemen hemen yok gibiydi. Krizin “tedavisi” için yine devlet/kamu devreye girerek, finans sisteminin “okumuş ama şımarık” çocuklarının zararlarını devraldı. Hiçbir köklü iyileştirme yapılmadan yeni bir balon şişirilmeye; daha doğrusu eski balondaki yamalar iğreti de olsa kapatılarak; eski balon yeniden şişirilmeye karar verildi. Yeni balonun “pilotluğunu” da Fed’in yeni başkanı Bernanke üstlendi. ABD eski Hazine Bakanı Paulson (Goldman Sachs’ın değerli katkılarını da unutmamak gerek) ve onun halefi Geithner ile yaptığı işbirliğiyle ABD’nin büyük bankalarını, uçurumun kenarından döndürmeyi (şimdilik) başardılar. Birçok program devreye sokuldu, yetmediği yerde, Geithner ya da Bernanke’nin “sözel müdahaleleri” devreye girdi. Bu tarz müdahalelerden bir yenisine, geçtiğimiz Cuma günü yine şahit olduk.Yeni pilot: Ben BernankeABD’de ikinci el konut satışları, beklentilerden az da olsa iyi gelmişti (5 milyonluk beklenti-gerçekleşme 5.24 milyonluk satış). Bu veriden çok piyasaları heyecanlandıran; Bernanke’nin, Fed’in yıllık toplantısı için hazırladığı konuşma metninde (Bernanke’de konuşmalarını önceden açıklama alışkanlığı oluşmaya başladı) en kötünün geride kaldığını söylemesi oldu. Her ne kadar iyileşmenin ilk aşamada göreli olarak yavaş olacağını, halen daha zorlu tehditlerin olduğunu söylemesi bile, büyüme eğilimine geçme yönündeki beklentinin oldukça kuvvetli olduğunu belirtmesi kadar etkili olmadı. Söyledikler tam da piyasaların “duymak” istediğiydi. Yine “iyi haberler satın alındı”. Her zamanki gibi, piyasalar yükselirken kötü haberlerin, düşerken de iyi haberlerin “fiyatlanmaması” gibi. Tüm dünyada işsizlik yüksek, tüketim ve güven endeksleri yeniden geriliyor. Olsun, “yeni pilot” Bernanke, işsizliğin de kademeli olarak ineceğini söylemedi mi? Eh, hazır “pilot” enflasyondan da fazla endişe etmiyor, faiz artışlarına da ileride bir zaman bakarız diyor... O zaman yola devam!Bu hafta ABD’de dayanıklı mal siparişleri ve daha da önemlisi Salı günü tüketici güven endeksi açıklanacak. Beklentiler 47.5 çıkması yönünde ki halen daha kritik seviye olan 50’ye ulaşılamayacağı yönünde. Bu haftaki veriler önemli! Bu hafta içinde ABD’de açıklanacak veriler endekslerin yönü konusunda geçtiğimiz haftalara oranla daha etkili olacak. Hele ki beklentilerden daha iyi gelecek olanlar. Zira Cuma günkü kapanışlardan sonra ABD borsalarının daha da yukarı gitme “istekleri” var. Olumlu veriler geldiği takdirde; Cuma günü 9.505 ile bu yılın en yükseğinde kapanan Dow Jones’ta 9.580-9.650 bandı; ha keza S&P 500’de de 1.048-1.055 bandı yeni hedef gibi...ABD çıkarken biz durumuyuz?Hiç sanmam! Her ne kadar ABD borsalarından; hatta gelişmekte olan ülke borsaların önde gelenlerinden biri olan; Çin’den bile daha iyi performans gösteren İMKB bu hafta 50.000 sınırını zorlayacak görünüyor. Geride sayısız boşluk (gap) bırakarak, bu kadar kısa bir zamanda bu kadar yükselen İMKB’nin bu performansı devam edecek gibi görünüyor. Teknik olarak 48.200 ve ardından da 49.650 seviyelerine kadar bir yükseliş yüksek olasılık. Hazır o seviyelere kadar gelinmişken de Ocak ortalarından kalan 50.192-49.778 arasındaki boşluğu kapatacak bir yükseliş mümkün bu hafta. Sonrasında hem İMKB’de, hem de ABD borsalarında dramatik düşüşler olması pahasına bu hafta bu yükselişleri göreceğiz!Bu hafta özellikle VOB’da hareketlilik artacaktır! Ağustos kontratının son haftasına giriliyor. Her ne kadar son işlem günü önümüzdeki hafta Pazartesi olsa da yakın vadedeki 101.750 kontratlık açık pozisyon ya kapatılacak, ya da uzatılacak. Büyük kısmının uzatılacak görünüyor ki, bu da Ağustos kontratlarının yanı sıra Ekim kontratlarındaki işlem hacminin aynı oranda artması söz konusu. İki kontrat arasında bu haftaya kadar fazla bir fark yokken, bu hafta zaman zaman iki kontrat arasındaki farkın açıldığını göreceğiz.
Merkez Bankası (MB), Salı günü politika faizlerini 50 baz puan daha indirdi. Borç alma faizleri 7.75’e inerken, geçen yıldan bu yana süren indirimlerin toplamı 900 baz puana (yüzde 9’a) ulaşmış oldu. İndirim sonrasında yapılan açıklama bir önceki açıklama ile oldukça benzer. Belki de tek fark, MB’nin yurtiçi talep ile ilgili olarak daha olumsuz bir söylem içinde olması. Bundan da faizlerin önümüzdeki dönemde inmeye devam edeceği anlaşılıyor. Anlamadığım iki nokta var:Birincisi, MB bu söylemini aylardır sürdürüyor. Peki neden faizleri çok daha hızlı indirmiyor? Sanki MB; bu tercihiyle hem Hazine’ye hem de bankalara “yardımcı” oluyor. Madem faizler düşecek ve MB bu konuda “zımni” bir taahhüt veriyor, o zaman bankalar da Hazine bonolarına yüklenirler. Yavaş inen faiz ortamında yüksek faizli bonolardan “daha uzun süre, daha iyi para” kazanırlar. Bankalar iyi kazanırsa vatandaşa da daha kolay ve ucuz kredi verir diye düşünüyor herhalde MB. Ama rakamlar bugüne kadar bu varsayımın çok da çalışmadığını gösteriyor. Yılın ilk beş ayında KOBİ’lere açılan krediler 84.9 milyar TL’den 80.6 milyar TL’ye gerilerken, tüketici kredileri 78.3 milyardan 81.7 milyar TL’ye yükselmiş. Çok da dişe dokunur bir artış olmadığı gibi, toplamdaki değişim ihmal edilebilir boyutta. Ya da MB’nin attığı taşlar yeterince kurbağa ürkütmemiş durumda. Bankalar düşen faizlerden nemalanırken, faiz indirimlerinin vatandaşa pek bir faydası dokunamamış durumda. Eh, faizlerin düşeceği beklentisiyle oluşan yüksek talep de Hazine’nin artan borçlanma ihtiyacını; fazla gürültü patırtı koparmadan; rahatça karşılamasını sağladı. Bu da Hazine’nin kazanç hanesine yazıldı. Yine bu başlık altında, Hazine’nin yıl başına kadar 15.3 milyar TL’lik itfası var. Dört ay için oldukça düşük bir rakam. Hazır Hazine’nin bir derdi ve artık bankaların “kollanmasını” gerektirecek bir durum yokken MB’nin neden daha “radikal” faiz indirimlerine gitmediğini de anlamıyorum. Belki böyle yapılsa bankalar “mecburen” kredi açmaya yönelecekler.Anlamadığım ikinci asıl mesele ise; nominal faizlerin inmesinin “iyi” olarak algılanması. MB da dile getiriyor: Faizleri ekonomik durgunluk olduğu için indiriyor! Bu aslında ayanın beyanıdır. Bakmayın siz borsaya, belli ki ekonomide çarklar tam olarak dönmüyor. Merkez de bunun itirafı olarak, faizleri indiriyor. Evet, reel faizlerin in(diril)mesi son derece iyi bir şey. Dünyadaki “sıfır” faiz ortamı da bunun için oldukça elverişli bir ortam sunuyor. Ancak MB’nın tek taraflı ve “hormonlu” bu çabasının, hükümet tarafından da desteklenmesi gerek. Görünen o ki hükümet, şu andaki ortamın keyfini sürmekten öte pek fazla bir şey yapmıyor. Ne ortada orta/uzun vadeli program var, ne de son yaşanan rallinin tersine dönmesi durumunda yapılacaklarla ilgili bir ön çalışma.Diğer gelişmekte olan ülke merkez bankaları faiz indirimlerinde “durdular”. Avustralya MB faiz artışından söz ediyor. İçeride çarklar tam olarak dönmezken, ya dünyada bir faiz artış modası başlarsa?
Geçtiğimiz Cuma günü ABD’nin TMSF’si (FDIC) 5 bankanın daha battığını açıkladı. Böylelikle bu yıl içinde ABD’de iflas eden bankaların sayısı 77’ye ulaşmış oldu. Bu sayı 2008 yılındayken 26, 2003-2007 yılları arasındaysa sadece 10 imiş. Federal hükümetin bağımsız bir kuruluşu olan FDIC, 1 Ocak 2014’e kadar Amerika’da 250 bin dolara kadar olan mevduatları sigortalıyor. Bu tarihten sonra sigortalanan miktar 100 bin dolara inecek. FDIC, batan bankaları genellikle Cuma günleri açıklıyor. Geçen Cuma günü açıklanan iflasların içinde Alabama’daki Colonial Bank’ın iflası dikkat çekiyor. 25 milyar dolarlık aktif büyüklüğü ve 20 milyar dolarlık mevduata sahip bankanın FDIC’ye maliyeti 2.8 milyar dolar olacakmış. Mart sonu itibarıyla 13 milyar doların 10 milyara inmesi demek. Çok da sorun olmasa gerek zira 4.8 trilyon dolara yakın mevduatı sigortalamış durumdaki FDIC’e ABD Hazinesi’nden büyük ihtimalle yeni kaynak aktarılacaktır. Asıl şaşırtıcı olana işler tam da düzeldi derken, halen daha 25 milyar dolarlık aktif büyüklüğü olan bankaların batıyor olması. Zira piyasalara “pompalanan” iyimserlik havasının altı henüz daha tam olarak doldurulabilmiş değil. Nitekim, geçtiğimiz hafta ABD’de açıklanan perakende satışların ve tüketici güven endeksinin beklenenden fazla düşmesi, işsizlik başvurularının beklenenden fazla olması “toparlanmanın”, en azından piyasaların “fiyatladığı kadar sağlıklı” olmadığını düşündürüyor. Olumsuz verilerin etkisi ABD’den çok, bu ülkeye mal üreten Çin de hissediliyor. Çin borsasının geçtiğimiz haftaki performansı bu konuda çok şey söylüyor. 4 Ağustos’ta 3.478’i gören Şangay Bileşik Endeksi; Cuma günü 3.047 seviyesinden kapattı. Bakmayın siz yüzde 12.40’lık düşüş için, Çin Hükümeti’nin kredi genişlemesine karşı alacağı önlemlerin bahane olarak öne sürülmesine... Mutlaka düşüşte onların da payı vardır. Ancak temel ekonomik dengelerdeki bozulmanın yaratacağı kadar değil!Yükseliş konusunda yorulmaya başlayan hisse senetleri için, bu hafta Çin borsası öncü gösterge olacaktır. Haftanın ilk günlerinde; geçen hafta Çin’in hızlı düşüşlerinin kısa toparlamasını görsek bile, Şangay Bileşik Endeksi’nde 3.050’nin altında günlük kapanışlar görebiliriz. Bu durumda, piyasalardaki “düzeltme” hareketi hızlanacaktır. 3.050’nin altındaki hareket, bir sonraki aşamada Çin borsasını 2.790’a kadar götürebilir. Böylesi bir hareketin İMKB’ye de yansıması kaçınılmaz olacaktır. 5 Ağustos’tan bu yana 45,500’lerin üzerine gidemeyen İMKB için de “yükseliş yorgunluğundan” söz etmek mümkün. Genel anlamda bir düzeltme hareketi yaşanacak olur ise -ki artık zamanı ciddi olarak yakalıyor- bu hafta içinde 41.750’lerin test edilmesi büyük olasılık. Yok eğer İMKB “Ben yorulmadım, yoluma devam ediyorum” der ve son bir depar atacak olur ise 46.900’leri deneyebilir ki bence oldukça düşük bir olasılık bu. Çin’deki gelişmeler; 2007 sonundaki “ayrışma” senaryosundan sonra, sahneye konan “önce gelişmekte olan ülkeler toparlanacak” senaryosunun en ciddi testi olacak!
İzmir’de faaliyetlerini sürdüren ve 5. yılını kutlayan Vadeli İşlem ve Opsiyon Borsası-VOB; logosunu da yenilemiş. Sadece artan işlem hacmiyle değil, aylardır tartışılan hisse bazındaki vadeli kontratların; İMKB’de mi yoksa, VOB’da mı işlem göreceği tartışmasının alevlenmesi de dikkatleri VOB’a çevirmişti. Alamet-i Farika tarafından hazırlanmış yeni bir reklâm kampanyasının ve VOB’un yeni logosunun tanıtıldığı toplantıya ilgi bu nedenlerle oldukça fazlaydı.VOB yönetimi de ilginin fazla olacağını düşünerek, İzmir erkânının en önde gelen isimlerini İstanbul’a getirmiş. 5 yılda işlem hacmini 100’e katlayan VOB’un artan önemini farkeden İzmir adeta tüm gücüyle oradaydı. İzmir valisi, belediye başkanı ve emniyet müdürünün yanı sıra, yakın zamanda İstanbul’a atanmış olan eski İzmir emniyet müdürü de “İzmir’i desteklemek adına” toplantıda hazır bulundular. VOB Başkanı Işın Kestelli ve Genel Müdürü Çetin Ali Dönmez’in konuşmalarından anlaşılan, İzmir VOB’un kendilerine sağladığı gücü bırakmak istemiyor. Her ikisi de SPK’yı ve İMKB’yi fazla kızdırmadan, hisse bazındaki vadeli kontratlarla ilgili işlemlerin VOB’da başlaması için kamuoyu oluşturmaya çalışıyor. Aslında tartışma garip bir zeminde sürüyor. Neden derseniz? VOB’un işlem hacminin yüzde 90’ınından fazlası İMKB 30 kontratında gerçekleşiyor. Hatta daha fazlası var! Endeks 30 kontratında ileriye yönelik 2’şer ay arayla 3 ayrı kontrat olmasına rağmen; işlem hacminin yüzde 95’inden fazlası (kontratın vadesinin bitmesine 3-5 gün kalana kadar) en yakın vadeli kontratta oluyor.VOB aslında tam bir “aksak Timur”. Tek bir kontrata dayalı bir borsa. Şu veya bu sebeple İMKB, kendi hazırladığı ve VOB’un kullanmasına izin verdiği İMKB 30 endeksine dair izni geri çekebilir. Ya da yine bu köşede önerdiğim İMKB 10 endeksi yaratılır ve endekse dayalı kontratlar da İMKB’de işlem görecek olursa; VOB inanılmaz kısa bir zamanda ufalıp küçülebilir. VOB’un asıl yapması gereken, hem bu “tek kontratlı borsa” olma durumundan kurtulmak hem de “lisanslı depoculuğu”; yeni logo tasarlamaktan öne alarak; asli kuruluş amacına yönelik gelişimini tamamlamak olsa gerek. Aslında VOB ile İMKB arasındaki tartışma bugünlerde ortaya çıksa da kökeni eskiye dayanıyor. Eski SPK yönetimleri türev piyasalarındaki gelişimi ve bu ürünlere dair ihtiyaçları iyi analiz edemedi. VOB’daki olası bu gelişimi görememiş olması bugün tartıştığımız sorunları yarattı. Umarım SPK Başkanı’nın yapıcı ve işi “oldurmaya” yönelik samimi tutumu bu “sorunun” çözümü konusunda yardımcı olacaktır. Aksi takdirde SPK Başkanı Vedat Akgiray’ın sözünü ettiği “piyasaları büyütmek” yerine, yine kısır çekişmelerle zaman ve emek kaybedeceğiz. Belirtmeden geçemeyeceğim; VOB’un yeni logosu eskisini aratacak görünüyor...
Finansal piyaslarda yaşanan ralliye ara mı veriliyor, yoksa düzeltme hareketi başladı mı? Cevap henüz daha net değil. Şimdilik net olan belki de tek şey, dünkü Türk piyasaları; bugün (eğer öncesinde Bernanke önde gelen gazetelerin birine bir “mektup” yazmamışsa) açıklanacak Fed’in faiz kararı öncesi, risklerini azaltmayı tercih etmeleri. Aslında Fed’in faizleri değiştirmesi; ya da artırması; beklenmiyor. Asıl önemli olan parasal genişleme konusunda Fed’in bundan sonraki tutumunda bir değişiklik olup olmayacağı. Halihazırda bono alımlarını durdurulacağı açıklanmış durumda. Ancak Fed’in bilançosunu daraltacağına; yani piyasalara verdiği para miktarını azaltacağına; dair bir emare yok. Böylesi bir politika değişikliği olur mu endişesi taşıyan piyasalar; hazır bir düzeltme de beklenirken; taşıdıkları pozisyonları-özellikle de hisse senetlerini-satıp beklemeyi tercih ettiler. Düşüşün sebeplerinden bir diğeri de; finansal piyasalardaki gelişmelerin, aslında reel ekonomi tarafından tam olarak desteklenmediği düşüncesiydi. Her ne kadar bizde toplam sanayi üretimi beklentilerden daha az (yüzde 12.7’lik beklentiye karşın, yüzde 9.7 azalış) düşse de, geçtiğimiz Cuma günü ABD’de işsizlik beklentilerden daha az azalsa da; daralma sürüyor!Her ne kadar bazı veriler bir toparlanmayı işaret ediyor olsa da, “öncü gösterge” durumundaki Baltic Dry (Kuru Yük) Endeksi, bir süreden beri değil yukarı gitmek, tam tersine Haziran ayı başından bu yana yönünü aşağı çevirmiş durumda, düşüyor. Ha keza krizin dibini ararken yükselmeye başlayan “tüketici güven endeksleri” de Temmuz ayından bu yana yönünü aşağı çevirmiş durumda. Bu durumu teyit eden en somut veri dün beklentilerden kötü gelen ABD toptan eşya stoklarındaki yüzde 1.7’lik daralma. Geleceğe dair endişeleri olan üreticiler stoğa üretmek yerine, stoklarını eritmeyi tercih ediyorlar. Piyasalar bozulunca sadece hisse senetleri değil, gelişmekte olan ülke para birimleri de bozuldu. Güne 1.4810 seviyelerinden başlayan dolar kurları (paritede önemli bir değişiklik olmadan) 1.5080’e kadar yükseldi. Düzeltmenin süreceğini varsayarak bugün neler olabilir diye kısaca baktığımızda; İMKB’de sırasıyla; 43.425, 42.775 ve 42.150 seviyelerinden biri test edilebilir. Kur cephesinde ise paritede çok önemli bir değişiklik olmadığı takdirde 1.51 ve ardından 1.5240 seviyeleri test edilebilir. Ancak kurlarda bu seviyelerin “radikal” bir şekilde üzerine çıkılmasını beklemiyorum. Zira “kimse” kurlarda sert bir yükseliş istemiyor!
ABD’de işini kaybedenlerin sayısı artmaya devam ediyor. Cuma günkü verilere göre; Temmuz’da 325 bin kişinin daha işini kaybetmesi beklenirken; 274 bin kişinin işini kaybetmesi piyasalar için “iyi” haber oldu. İşsizlik oranı da yüzde 9.6 beklenirken 9.4 çıkınca “yeşil filizlerin artık fidan olduğu” fikri güçlenmeye başladı.Bu hafta içinde de ABD’den Temmuz ayına dair önemli veriler gelecek: Çarşamba günü Fed’in faiz kararı (sıfır faiz politikası devam edecektir, ne zaman sona ereceği konusunda ipuçları aranacaktır), Perşembe günü perakende satışlar (yüzde 0.3 artış bekleniyor) ve Cuma günü de çekirdek TÜFE (yüzde 0.2 artış) rakamları bekleniyor.Gelecek verilerin piyasalardaki yükselişi, daha doğrusu filizlerin fidana dönüştüğü senaryosunu destekleyeceği bekleniyor. Zira hemen herkes, piyasalarda “dibin görüldüğüne ikna olmuş” durumda. Eh, yükselişler de bu denli hızlı ve kararlı olunca da dönüşün “V” olacağı kanısı da güçleniyor. Ralliyi kaçırdığını düşünenlerin de “oyuna dönmesi” çıkış hızını artıran önemli bir unsur oldu.Geçtiğimiz hafta başında S&P’de 1.015, Dow Jones’ta da 9.415 seviyelerinin “son bir atak olarak” görülebileceğine değinmiştim. Cuma itibarıyla sırasıyla 1.018 ve 9.437 ile bu seviyelerin üzerine çıkıldı, ancak altında kapanışlar oldu. Nasdaq’ın “olayı kenardan” izlemesi de önemli bir durum. Önümüzdeki hafta perakende satış verilerinin öncesi veya sonrasında Nasdaq da “oyuna girmezse” yükselişin devam etmesi zorlaşabilir.Aslına bakarsanız “kolay yükselişlerin sonuna yaklaşılmış” gibi görünüyor. Borsalar verilerdeki “iyileşmeleri” çok önceden satın almaya başlamıştı. Verilerdeki iyileşmelerle yukarıya gidilse bile, yükseliş oranları eskiye oranla çok daha sınırlı olacaktır. Daha fazla katılımcı ile “yeni kaynak” (ABD’de yeni paket isteyenler var...!) temin edilecek olur ve de bu haftaki veriler de havayı desteklerse geçtiğimiz haftaki kapanış seviyelerinin üzerine çıkılabilir. S&P 500’de 1.045-1.052; Dow Jones’ta da 9.575 (+/- 25 puan) seviyeleri görülebilir. Teknik olarak hisse senedi piyasalarının bir çoğu “aşırı alım” bölgesinde. ABD borsalarındaki olumlu beklenti içinde olanların oranlarının son zamanlarda artmış olması da aslında piyasaların yukarı gitmekte zorlanabileceğini gösteriyor. Neden derseniz, olumlu bekleyenler zaten pozisyon aldıklarından dolayı, bundan sonra kim alacak da piyasalar yükselecek? Gerçi Dow Jones bazında 9.000’den sonraki bölüm için ben bir süredir bunu tekrarlıyorum ve piyasalar yukarı gitmeye devam ediyor. Yalnız dikkat, yükseliş oranları gittikçe azalıyor!İMKB’de durum oldukça farklı. 44.300’ü görürüz derken 45.536’ya kadar çıktık. İtiraf etmem gerekir ki İMKB’nin nereye gideceğini tahmin etmek hayli güçleşti. Zira yükselişteki en ciddi kader ortağı Çin (Shangay Composite Endeksi) Borsası bile geçen hafta önemli bir düşüş yaşarken, İMKB yoluna devam etti. Çin Borsası’nın 3.500’leri aşamadığı ve 3.100’lerin altına kaydığı durumda (Cuma günkü kapanış 3.260) İMKB’nin performansı çok daha fazla dikkat çekecektir. Kurlarda hareketlilik!Geçen hafta euro/dolar pritesindeki kapanış aslında bizim piyasalarımız açısından önem taşıyor. 1.4540 ciavrına kadar yükselebileceğini beklediğim euro/dolar paritesi geçen hafta 1.4447’ye kadar yükseldi. ABD verileri sonrasında ise dolar 1.42’nin altına inerek 1.4154’e kadar değer kazandı. Kapanış itibarıyla dolar/TL kurlarına tam olarak yansımayan bu hareketin, haftanın ilk günlerinde devamı durumunda kurlarda 1.4870 ve ardından da 1.5030 seviyesi önem kazanacak. Paritede 1.4070 hele ki 1.4005’in altına inilmesi kurlardaki volatiliteyi artırabilir. Her ne kadar hareket bandı dar olsa da sakin geçmesi beklenen Ağustos ayında yeni “sıcak hava dalgası” gelebilir.Aslında kurları daha serin kanlı yorumlayabilmek için “1 dolar+1 euro” sepetine bakmakta fayda var. Geçtiğimiz hafta Ocak başından bu yana en düşük seviyesi olan 3.5320’ye kadar düşen bu sepet, Cuma gününü 3.6126’dan kapattı. Teknik olarak 3.6575 seviyelerinde önemli bir direnci var. Bu seviyeler geçilmediği sürece kurlardaki “göreceli sakin” durum devam edecektir.
Son günlerde hemen herkes İMKB’nin “ayrışan performansından” söz ediyor. Değişik sebeplere dayandırılarak bunun sebebi açıklanmaya çalışılıyor. Gerçekten de farklı borsaların en azından son bir yıllık gelişmelerine bakıldığından IMKB’nin özellikle son iki-üç haftadaki “ayrışması” dikkat çekiyor. Bu ayrışma için kullanılacak argümanlar her ne olursa olsun hepsinin buluşacağı ortak nokta en nihayetinde merkez bankalarının sağladığı likidite, daha doğrusu verdikleri “bedava para” olacaktır. Bedava parayı bulanlar bunu nereye koyacaklarını bilemediler... Merkez bankalarının sağladıkları bu fonlara ulaşabilen yatırım bankaları ve ayakta kalabilen hedge fonlar; daha az para gerektiren ama daha çok getiri vaat eden, “ayrışma senaryosunun” kolaylıkla uygulanabileceği; tarafların daha kolay ikna olduğu gelişmekte olan ülke piyasalarınına ağırlık verdiler. Gelişmekte olan ülkeler, gelişmiş piyasalardan daha öne geçtiler. Son birkaç haftada bu piyasaların yıldızı olarak Türkiye rüzgarı esiyor adeta. İMKB hemen hemen tüm borsalardan apayrı bir performans izliyor. Grafikte Brezilya, Rusya, Dow Jones (ABD), Alman DAX ve IMKB 100 IMKB yer alıyor.Belli başlı bir çok borsa endeksini “sürklâse” etmiş durumda İMKB... Böylesi bir farkı; bırakın temel faktörlerle, teknik analiz ile de açıklamak hayli zor. Teknik analiz deyimi ile adeta “grafiklerin çizilmediği alana” geçilmiş durumda. Emtia fiyatları yükselirken, emtia ihracatçısı durumundaki G.Afrika, Rusya ve hatta Brezilya bile emtia ithalatçısı bizim gerimizde. Bu durumu açıklamak içi zorlayarak da olsa üç sebep söyleyebiliyorum:1- Dünyanın en likit piyasalarından biri sanılan vadeli petrol piyasalarının ne kadar “illikit=sığ” olduğuna şahit olmuştum. Her daim alıcı ve satıcının olduğu, krizin göbeğinde değil kapatmak; hatta böyle bir ihtimalin hiç bir zaman düşünülmediği IMKB’de derinlik kayboluyor mu? Çok likit görüntünün ardından sığlık mı var? Oldukça düşük bir ihtimal! Yine de denkleme VOB da eklediğinde, kafalar karışabiliyor...2- Biz sıradan yerlilerin farkına varmadığı temel denklemde bir değişim mi yaşanıyor? Ne olabilir bu değişim? Polis akademisindeki “Kürt Çalıştayı” bir şey söylüyor mu? Kuzey Irak’ta büyük bir değişime doğru gidiliyor ve bu değişim aslında Türkiye’nin çok lehine olacak. Sınırların içinde yaşayanlar “tamamen duygusal” sebeplerle bunu fiyatlayamıyor. Sınırların dışındakiler, olayın farkında ve çok daha “rahat” mı fiyatlıyorlar? Borsada liderliği elinde bulunduran “yabancılar” farklı bir şey mi biliyorlar? 3- IMF anlaşması imzalandı, ama sınırların içindekiler yine bundan haberdar değil. (Hani dedikoduyu, en son olayın taraflarının duyması gibi bir durumu mu acaba?) Başdöndürücü performansı açıklama konusunda (en basitinden yüzde 15’lerin üzerindeki işsizliğimizle) “eşsiz ekonomik performansımız” yeterli ol(a)mayınca, yaratıcı bazı sebepler bulmaya çalıştım. Bunlar benim bulduklarım. Belki sizler daha iyilerini de bulabilirsiniz...
T.C. Merkez Bankası, 15 Ekim 2008’de sona erdirdiği döviz alım ihalelerine yeniden başlıyor. Dün bankadan yapılan açıklamada; “...son dönemde küresel ekonomiye ilişkin olumlu beklentilerin etkisiyle likidite ve risk iştahının tekrar güçlendiği, bu durumun diğer gelişmekte olan ülkelerle birlikte ülkemize yönelik sermaye akımlarını artırdığı... döviz alım ihalelerine 4 Ağustos 2009 tarihinden itibaren tekrar başlanılmasına karar verilmiştir. İhalelerde alımı yapılacak tutar günlük 30 milyon ABD doları ihale ve 30 milyon ABD doları opsiyon hakkı olmak üzere en fazla 60 milyon ABD doları olarak belirlenmiş olup, ihale ile ilgili diğer koşullarda değişiklik yapılmamıştır” deniliyor.Enflasyon görünüm raporunun açıklandığı toplantıda “düşük faiz politikası” uygulayacağını ve zımni olarak hükümet politikalarının “fonlanması” konusunda bir anlamda desteğini açıklayan Merkez Bankası, bu açıklamaya rağmen süren döviz girişleri ve düşen kurlar karşısında harekete geçmeye karar verdi.Normal şartlar altında, Merkez Bankası’nın faiz kararı sonrasında yeni girişlerin azalması, en azından döviz arzının yavaşlaması beklenmeliydi. Pek öyle olmadı. Bir yandan TL faizlerinin ineceği seviyenin bile halen daha “bedava paralardan” yani faizleri “sıfıra yakınsamış” olan paralardan daha yüksek. Diğer yandan gelişmekte olan ülkelere olan “talep” devam ediyor. Bu arada 1.4330’u kırıp, 1.44’lere ulaşan dolar/euro kurları da işin tuzu biberi oluyor.Rezervi artırma isteği Düşen kurlar; her ne kadar Merkez Bankası’nın enflasyonla mücadelesinde yardımcı olsa da, ihracatçı için hayat gittikçe zorlaşıyor. Bunu da dikkate alan Merkez Bankası, hem kurlardaki arz fazlasını emerek kurların daha kontrollü seyretmesini, hem de bu vesileyle rezervleri artırmayı tercih etmiş durumda.Peki bu alım ihaleleri bir işe yarayacak mı? Öncekiler yaradı mı ki de bunlar yarayacak. Aslında ne taraftan baktığınıza bağlı. Kurların düşüşünü durdurmak istiyorsanız, kısa vadede yarar gözükse de orta vadede işe yaramaz. Rezerv biriktirmek isterseniz evet, ama o rezerv ne işinize yarayacak? Haziran sonu itibariyle 69.3 milyar dolar olduğu açıklanan rezervler, kısa vadeli ihtiyaçlar için oldukça fazla; bir kriz durumunda, yabancıların yatırımlarını alıp gitmek istedikleri zaman talep edecekleri miktarlar için ise oldukça düşük bir rakam. Rezerv biriktirme, piyasalardaki arzı çekmenin sadece kibar bir yolu. Ancak yeterli değil. Asıl mesele daha önceleri bir çok kez dile getirdiğim gibi, TL’nin cazibesini azaltmaktan, yani faizini düşürmekten geçiyor. Son yapılan Para Politikası Kurulu (PPK) öncesinde “100 olsun düz olsun” başlıklı yazımda buna değinmiş ve faiz indirimlerinde daha radikal davranılmasının yerinde olacağına değinmiştim. Her ne kadar bu politika sadece Hazine’yi ucuza fonlamaktan başka bir işe yaramıyorsa da en azından kurlar üzerindeki “yan etkinin” en aza indirilebilmesi için yerinde bir hareket olacaktı.Merkez’den bono alın mesajıMerkez Bankası faizleri yavaş indirerek zaten son altı ayda hemen herkese; “faizler daha da çok inmeden gelin bono alın, hazır kurlarda yukarıdayken bunu yapın” mesajını vermişti. Bunu kısa zamanda anlayan yerli bankalar son bir yılda bono portföylerini yüzde 30 artırırken, krediler aynı dönemde sadece yüzde 2.5 artmış! İhracatçılar için küçük bir umut gibi görünen döviz alım ihaleleri, faizlerde bir sonraki PPK’da en az 125 baz puanlık bir indirim (nasılsa Merkez Bankası indireceğini söylemedi mi, bari bir an evvel indirsin) yapılmadığı takdirde pek bir işe yaramayacak. Bugüne kadar faiz indirimlerinde o kadar geç kalındı ki, bundan sonrakilerin işe yaramasını beklemek biraz hayalcilik olacak. Ama hiç yoktan iyi değil mi?