Hükümetin IMF anlaşmasına ‘yeşil ışık’ yakması ve faizlerin yüzde 8’in altına inmesiyle İMKB son 21 ayın zirvesine çıktı. Yurtdışı piyasalar da ‘yukarı’ hareketi destek verdi. İMKB dün 50 bin puanı gördükten sonra bir miktar geriledi. Peki İMKB’nin 50 bin puanı geçmesi için ne olmalı?IMF ile yapılacak 45 milyar dolarlık yeni anlaşma beklentisi piyasaları uçurdu. Abdurrahman Yıldırım, bu haberin 6. kez “alındığını” hesaplamış. Bu arada anlaşma yapacağımız (!) IMF, artık eski IMF olmayacak. Dün sona eren İstanbul toplantılarında; IMF Başkanı Strauss-Kahn; “İstanbul kararları” olarak anılacağını söylediği temel değişiklik konusunda genel kurulu bilgilendirdi.1- IMF’nin üstlendiği görev yeniden tanımlanıyor. Dünyanın her köşesine hızla ulaşabilen sermaye hareketlerinin olduğu bir dönemde finans sektörü ve makroekonomik politikalarını içine alan yeni bir görev tanımı yapılacak.2- Esnek Kredi İmkânı (Flexible Credit Line): IMF’nin son başvurulacak kaynak (lender of last resort) olması amacıyla esnek kredi imkanının geliştirilecek. 3- İzleme görevi: Finansal İstikrar Kurulu tarafından oluşturulacak risk ölçümleme ve takip sistemleriyle çok yönlü denetim fonksiyonu ile finansal darboğazlar ve “bulaşma” olasılıkları erken teşhis edilmeye çalışılacak. 4- Kota paylaşımı ve oy haklarında gelişmekte olan ülkeler lehine iyileştirmeler yapılacak. Bir anlamda IMF’nin 186 üyesi ile birlikte geçen yılın sonlarında önerdiğim “Finansal Birleşmiş Milletlere” doğru gidiliyor. Mesele yaptırım gücünün ne olacağı. Bu nokta dün sona eren toplantıların bana göre en “zayıf” noktasıydı. Neden mi?Strauss-Kahn’dan sonra beş ülkenin “guvernörlerini” dinledim genel kurulda. Bu beş ülkenin söylemlerinde ortak üç nokta vardı:1- Esnek Kredi İmkânı genişletilsen (gerçek anlamda esnetilsin!) 2- Kotalar artırılsın,3- Gelişmiş ülkelerin oy hakları arttırılsın!Bu beş ülke kimdi derseniz: Türkiye, Çin, Hindistan, Fransa ve ABD.Özellikle Çin, Türkiye ve Hindistan bir yana ama Fransa ve ABD... Hepsi yukarıdakilerin yapılması gerektiğini söylüyorlar. Bunların yapılmasına kim karar verecek? Tabii ki onlar! Onlar yapmayacak da kim yapacak bu işleri? Birbirinden farklı bu beş ülkenin aynı şeyleri söylüyor olması size de garip gelmedi mi? Halen daha; 1- Gelişmiş ülkelerde bankacılık alanında gerçek anlamda güven sağlanamamışken,2- İşsizliğe çare olmaya yönelik adım atılmıyorken,3- ABD’de ev fiyatları halen daha düşerken (hem negatif servet etkisi hem de artmaya devam eden batık ev kredileri) ve halen deflasyon tehlikesi sürerken,4- Reel sektöre yönelik henüz hiçbir “açılım yapılmamışken” icraate geçecek olanlar (!) “henüz” daha konuşma aşamasındalar.IMF/DB tarafında tüm bunlar olurken İMKB, yeni anlaşma “umuduyla” 50.000 seviyesini gördü. Ardından bir kâr realizasyonu geldi. Peki bu seviye aşılabilir mi?Her ne kadar 46.500 sonrasındaki çıkışın ne kadar “makul” olduğunu sorgulayan birisi olarak; 50 bin seviyesinin aşılmasının; 49.500 teknik seviyesinin üzerinde bir kapanış sayesinde mümkün olacağını düşünüyorum. Neden derseniz, IMF anlaşması “yerel” bir gelişme ve bu yerel faktör zaten İMKB’nin diğer birçok piyasanın “fevkinde” performans göstermesini sağladı. Anlaşma sonrasında mutlaka bir kâr realizasyonu gelecek, yeniden diğer piyasalardaki hareketleri izlenmeye başlayacaktır. ABD piyasalarındaki yükseliş patinaj yapmaya başladı. S&P’de 1.060 seviyesi kritik. Yukarı geçilir mi? İşsizlik başta olmak üzere ABD’den gelen temel veriler, güçlü bir sıçramanın zor olduğunu söylüyor. Yine de yılın son virajına girilmişken piyasalar düşüşe direnecektir. Bu çaba İMKB’nin 46.500-49.500 bandının korumasına yardımcı olacaktır. İsrail’den sonra Avustralya Merkez Bankası’nın da faizleri artırması bedava para döneminin gelecekte bir gün sona ereceğinin ilk uyarıları. Böylesi bir politika değişikliğine daha var rahatlığı, pozisyonların korunmasını sağlıyor. Bu nedenle herkesin kulağı kirişte olsa bile kimse trenden inmek istemiyor.İnşallah birisi (ABD’deki bilançolar ya da bir veri) yanlışlıkla çatapatı patlatmaz!
En son Bank of America Merrill Lynch bir rapor yayınlamış. ‘IMF anlaşması olmasa da olur’ mealinde bir başlığı var. Bir önceki IMF anlaşması sona erdiğinden bu yana küresel krizde yeni bir anlaşma yapılmaz ise, Türkiye’nin işinin zor olacağını söyleyen birçok rapor yayınlandı. Bunların bir kısmı objektif yorumları içerirken, bir kısmı da yeni bir anlaşmayı adeta “zorlama” amacına hizmet ediyordu. Bunların bir kısmı, Türk piyasalarında ciddi pozisyonlar almış olduğu düşünülen kurumlardı. Yatırımlarına dair risklerin azalmasını ister gibiydiler. IMF anlaşmasının yapılma ihtimalinin düştüğünü gören bankalar, şimdi de anlaşmanın olmayacağına; olmazsa da hayatın devam edeceğine dair rapor üretmeye başladılar.Yatırım bankaları (gerçi artık bunlardan fazla kalmadı ya) ya da yatırımcılara aracılık hizmeti de veren ticari bankaların araştırma bölümleri dönem dönem yatırım tavsiyelerinde bulunurlar. Bu tavsiyeleri için de önümüzdeki döneme dair alternatif senaryolar hazırlar ve bazı varsayımlarda bulunurlar. Faiz oranı, kur, arz-talep dengesi gibi... Bu raporlarında al/sat/tut gibi tavsiyelerin yanı sıra hedef değerler de ortaya koyarlar. Geçmişte bono, döviz ya da hisse de önce pozisyon alıp sonrasında da alınan pozisyon doğrultusunda raporların yazıldığına çokca tanık olmuştuk. Şimdilerde araştırma bölümleriyle işlem yapan/pozisyon alan birimler arasına konulan “mesafe” biraz daha açıldığından, rapor/pozisyon ilişkisi azalmış (!) görünüyor.Ancak bu “rapor” işi bir türlü yerli yerine oturmadı! Küresel krizin tırmandığı sıralarda özellikle Amerika’da bankaların birbiri hakkında yayınladıkları raporlar havalarda uçuşuyordu. Piyasalarda ha battı ha batacak diye konuşulan bankalar, diğerlerinin hedef fiyatlarını düşürüyor, ardından ya kendisi dibe vuruyor ya da değerini düşürdüğü banka tarafından satın alınıyor ya da onunla birleşiyordu. Kriz bitmeye yüz tutarken, özellikle de Mart ayında hemen hiçbir banka “Hadi artık alım zamanı” diyemedi! Piyasalar iyiden iyiye toparladı ve hatta neredeyse V dönüşüne ikna oldu, ancak o zaman ‘kriz bitti(mi), alalım(mı)’ (halen daha da emin değillerdi ya neyse) raporları gelmeye başladı. Kriz sırasında her şey daha da kötü olacak deyip “sat” verenler, şimdi piyasalar neredeyse iki katına çıkmış, yeni zirveleri zorlarken şimdi “al” diyorlar.Yakın zamandan bir örnek: Uluslararası piyasalara yön verdiğine inanılan; dağıttığı bonkör ikramiyelerle ünlü kurumlardan biri daha önceki raporunda “3.7 liradan sat” verdiği hisse senedine, hissenin piyasa fiyatı 6.20’ye geldikten sonra bir yıllık “8.60 TL hedefiyle al” verebiliyor. Aynı hisse senedi rapordan iki gün sonra 5.85’e düşüyor. Bir başka Avrupa bankası Eylül ortasında açıkladığı bankacılık raporunda 2.81 TL hedef verdiği en büyük bankalarımızdan birinin hisse senedine; işlemler 5.60’dan geçerken 6.92 TL olarak yeni bir yıllık hedef fiyat veriyor. Hisse 5.35’lere geriliyor. Akıllar neredeydi? İş işten geçiyor, son verdikleri 1 yıllık hedef fiyatın neredeyse iki katına hatta daha da fazlasına şimdi al veriyorlar. Daha önceleri sat dedikleri hisseyi çok değil dört-beş ay sonra iki katına al diyorlar... Tutarsızlıkların bir sebebi de bu raporların çoğunlukla Londra’dan masa başında üretiliyor olması. Bir araştırmacı değişik sektörleri kapsadığı gibi değişik ülkeleri de aynı anda inceliyor. Yerel değişimleri zamanında yakalamakta geç kalabiliyor.Sonuçta inanılırlıkları azalıyor. Diğer yandan da insan sormadan edemiyor: O kadar iyi olsalardı batarlar mıydı?
Her şey olup bittikten sonra söylemek kolay diyebilirsiniz. Dün borsalar ciddi değer kayıplarıyla günü kapattılar. Dün günlerden neydi? 2 Ekim Cuma. Yani 30 Eylül’den iki gün sonra. 30 Eylül neden önemliydi? Finansal kurumlar ve yatırım fonlarıyla hedge fonlar için bilanço raporlama tarihiydi. Herkes performansını yüksek göstermek için son üç-dört günde elinden geleni ardına koymadı. Talihsizlik oydu ki, fon yöneticilerinin bazıları (başka bir deyişle kapanış mafyası!) Çarşamba günü açıklanan Chicago Satın Alma Yöneticileri Endeksi (PMI) verilerinin bu denli kötü gelmesini beklemiyorlardı. Veriler, tam da ABD’deki işlemler henüz başlamamışken geldi. PMI Endeksi 52 beklenirken 46 geldi. Değil beklentilerin, bir önce 50 olarak açıklanan ve pozitife dönüldüğü beklentisinin başladığı seviyenin bile altına inilmiş oldu. PMI, kötü işsizlik verileri için de öncü bir haberdi. Nitekim dün ABD’de açıklanan Eylül ayı tarımdışı işsizlik verileri bu varsayımı yanlış çıkarmadı. 180 bin yeni işsizlik başvurusu beklenirken, 263 bin yeni işsiz olduğu açıklandı. ABD’deki işsizlik oranı 1983’ten bu yana en yüksek seviyesi olan yüzde 9.8’e yükselmiş durumda.Alınan onca önlem, Wall Street’e akıtılan onca para ne yazık ki işsizliği azaltmaya yetmiyor. Korkarım yetmeyecek de. Zira Wall Street (bankacılar ve borsacıları) için iyi olan “Main Street” (yani sokaktaki adam) için de iyidir mantığı çalışmıyor! Fed’in ve diğer merkez bankalarının verdikleri likidite bankalarda kalıyor, hisse ve emtia piyasalarındaki spekülasyonlarda kullanılıyor, şişman bonuslar dağıtılıyor ama sokaktaki adama bunun bir yansıması olmuyor. Perşembe günü New York’a geldim. Sokaktaki hava dokuz ay öncesine göre daha iyi ama henüz daha ciddi bir hareketlenmeyi görmek hayli zor. Dönüşte izlenimlerime daha fazla değineceğim. Şimdilik piyasalarda bundan sonra ne olabilir diye kısaca bir göz attığımızda, temel verilerin desteklemediği son yükselişin artık yerini ciddi bir düzeltmeye bırakmasının zamanı gelmiş görünüyor. Önceki gün ABD 10 yıllık tahvil getirilerinin yüzde 3.25’teki önemli destek seviyesini aşağı kırması ve 3.11’lere inmesi yani bonolara talebin artmaya başlaması önemli bir düzeltmenin ipuçlarından birini veriyor.Dow Jones Endeksi bazında baktığımızda, ilk kritik seviye 9.450 olarak karşımıza çıkıyor. Bu seviye önümüzdeki günlerde aşağıya sert bir şekilde geçilecek olur ise bir sonraki teknik destek 9.175 seviyesinde. İlk aşamada bu seviye tutacaktır. Ancak böylesi bir düşüşlerin olması, kendi başına yol almaya çalışan ve ABD piyasalarında “ayrışmaya çalışan” (başarması hayli zor!) İMKB’yi de mutlaka olumsuz etkiliyor. Hafta başında; bu hafta boyunca yükselen trend doğrultusunda İMKB 100 Endeksi’nde 44.900-45.600 bandının destek olacağını yazmıştım. Bu seviye şimdilik korunmuş durumda. Ancak devam eden aynı trend için önümüzdeki haftaki teknik seviyeler 45.700 - 46.200 seviyelerinden geçiyor. Yükseliş potansiyelinin azaldığı bir ortamda bu seviyelerin korunması hayli zor olacak. Eğer ki önümüzdeki hafta içinde kapanış bazında bu trend sert bir şekilde aşağı kırılacak olur ise; ilk aşamada 42.750 seviyelerini konuşuyor olabiliriz.ABD borsalardaki bu düşüş; yeni “carry trade” parası olan dolar ile açılmış olan kaldıraçlı pozisyonların kademeli olarak kapatılmasına, bunun da doların artan talebiyle birlikte değer kazanmasını beraberinde getirmesi beklenmelidir. Bu durumun devamında paritenin de 1.4410-1.4325 bandına kadar; dolar lehine yükselmesi söz konusu olacaktır.
Piyasalardaki hareketlilik bugünlerde üçüncü çeyreğin sonuna gelinmiş olması itibarıyla artmış durumda. Bizim dışımızdaki piyasalardaki hareketlilik daha da fazla. Haftaya İstanbul’da yapılacak IMF ve Dünya Bankası toplantılarından geleceğe yönelik iyimser ipuçları bekleyenlerin sayısı hiç de az değil. Buna bir de olası bir IMF programını eklemiş olanlar, hem bonoları alıyorlar, hem de İMKB’de satıcı olmayarak fiyatların cari seviyelerini korumasına katkıda bulunuyorlar. Bu da piyasalardaki düşüşleri sınırlıyor.ABD’den önceki gün Xerox ve Abbott’un yeni satın almalara yöneleceği haberleri ABD hisse senedi piyasalarının geçen haftaki düşüşlerini tersine çevirmeyi başardı. Ancak harekette bir gariplik de yok değildi. Emtialarda, bonolarda yaşanan düşüşlere ve geri çekilmelere rağmen ABD hisse senedi piyaslarının tek başına ayrışması bir aslında “garip” bir durum yaratmadı değil. Son birkaç haftadaki bazı parite ve ürünleri daha yakından izlediğimizde durum daha bir öne çıkıyor. Çin Borsası, Baltic Dry endeksi, altın, euro, bakır, petrol, sterlin gibi değişik pariteler gördükleri zirvelerden çok daha aşağılara inerken, özellikle ABD borsalarının tek başına ayrışması çok da uzun ömürlü olmayabileceğini düşündürüyor. Satın alma haberleriyle “zıplayan” ABD piyasalarına, vadeli kontratların bile “yetişememesi” bu fikri güçlendiriyor. ABD borsaları gibi pozitif havasını koruyan borsalardan birisi de İMKB. 26 Ağustos’taki 48.334 ile görülen en yüksek seviye dün 48.420 ile geçildi. Kapanış bazında da 48.364 ile yeni bir “yıl içi rekor” kırıldı. (Yüzde 8.71 bileşik faiz ile dün; hem yıl içi, hem de tarihi bir rekor da bono bileşiklerinde kırıldı.) Halen daha “umutla beklenen” IMF anlaşması yapılacak beklentisi, piyasaları düşüşten korurken, yükselişi sağlayan asıl faktör Türkiye’nin notunun artacağı beklentisi oldu.Başbakanın; derecelendirme kuruluşlarının Türkiye’nin notunu haksız yere düşük tuttuğunu uluslararası toplantılarda dile getirmesi, Moody’s ve S&P’nin Türkiye’nin “görünümünü” yükseltmeleri, genel olarak not artışı beklentilerini artırdı. Dikkat etmekte fayda var: Görünüm değişti, henüz daha not değil. Kaldı ki not artsa bile yatırım yapılabilir seviyeye gelene kadar daha iki not artışı (arada da en azında 3-4 görünüm iyileştirilmesi) gerekecek. Her ne kadar bunlar uzun zaman alacak olsa da piyasalar IMF programına şimdi de bir not artışını “iliştirerek” yükseliyor. Bugün üçüncü çeyrek sonu. Bankalar ve fon yöneticileri bugünkü kapanışlara önem vereceklerdir. Malûm ardından da bonus mevsimi geliyor...
Geçtiğimiz haftanın küresel gündeminin başında Birleşmiş Milletler (BM) ve ardından da Pittsburgh’daki G-20 toplantıları yer alıyordu. Libya lideri Kaddafi, BM toplantılarında herkesten rol çaldı. Ama asıl genel kurulunda konuşma yaptığı örgütü terörist olmakla suçlayarak hatırlanacak gibi.Finansal piyasaları ve iş dünyasını asıl ilgilendiren G-20 toplantılarından gelecek haberlerdeydi. Artık G-8’in yerini alacağı söylenen bu grup Kasım 2008 Washington, Nisan 2009 Londra’dan sonra üçüncü toplantısını ifa etti. Her ne kadar Kanada ve İtalya G-20’deki ağırlıklarının G-8’deki kadar olmayacağı düşüncesiyle yeni oluşuma “taş koymaya” çalışsalar da, küresel ekonominin yüzde 85’i, dünya ticaretinin yüzde 80’i ve dünya nüfusunun yüzde 66’sını temsil eden G-20’nin küresel politikalar konusunda daha aktif olmasına karar verildi.Sonuç bildirgesinde;* Banka sermayelerinin güçlendirilmesi, finans kesiminin aşırı risk almasının kontrol altına alınması,* Korumacılığa karşı savaşılması* Fosil yakıtlara olan bağımlılığın azaltılması ve enerji güvenliği,* Kamu talebinin kademeli olarak azaltılarak, özel talebin öne çıkarılması, * Vergi cennetlerine karşı önlemler,* 4 milyar yeterli eğitimi alamayan dünya nüfusu için Dünya Bankası’nın yeni bir fon kurarak çalışmaları başlatması,* Dış ticaret açığı veren ülkeler ile fazla veren ülkeler arasındaki dengelerin kurulabilmesi için IMF’nin çabalarının öne çıkarılması ve IMF’nin yeni rolünün güçlendirilmesi gibi konularda mutabakata varılmış durumda.Belki tek somut karar, krizin bitmediği ve teşvik paketlerine devam edilmesi oldu. 10 ay gibi kısa bir geçmişi olan G-20’nin bunun dışında net bir karar ortaya koymamış olması, henüz daha kendine olan güveninin oluşmadığını gösteriyor. Yine sorunlar komisyonlara “havale” edildi! Şimdi gözler, önümüzdeki hafta IMF’nin ve Dünya Bankası’nın İstanbul’da yapılacak olan yıllık toplantılarında. Buradan bankacılığın düzenlenmesi ve denetlenmesi adına neler yapılacağı, bankaların alacakları risklerin denetlenmesi ve özellikle de sermaye yeterlilikleriyle ilgili konulardaki kararlar (eğer somut bir karar alınacaksa tabii ki) dikkatle izlenecek. *****Ayı piyasası rallisinin sonuna yaklaşılıyor!ArtIk yükselmekte zorlanmaya başlayan borsalar için G-20’lerin teşvik paketlerinden geri dönülmeyeceği, ikramiyelere sınır getirilmeyeceği haberleri aslında iyi haberler. Ancak bunlara rağmen özellikle ABD piyasalarında yükselişlerin sonuna gelinmiş gibi. Belki daha fazla bonus, belki sadece “tarihe not düşmek adına” Dow Jones’ta 10.000 (arızi olarak da 10.350) seviyesi zorlanabilir. Ancak görünen o ki ayı piyasası rallisinin sonuna yaklaşılıyor!Yılın son (bonus) çeyreğine girilmiş olması, önümüzdeki hafta yapılacak IMF toplantıları bundan sonraki iki haftalık süreçte düşüşleri sınırlayacak yönde olacaktır. G-20 sorun çıkarmadı. Ama piyasalara yeni alım dalgası daha getirecek kadar iyi bir haber de çıkmadı. Gelen haberler, sadece satıcı olmayı düşünenlerin bu kararlarını biraz ertelemelerini sağlayabilir. O kadar...Onlar da IMF toplantılarından sonra kararlarını netleştireceklerdir.*****İMKB’de kritik seviye 44.900-45.600 bandıİMKB ve dolayısıyla Türkiye için IMF toplantıları ayrı bir önem taşıyor. Ülkemizin tanıtımı dışında, muhtemel bir IMF programı konusunda “iyi” haberler duymaya çalışacak piyasalarımız. O zamana kadar da en azından grafikteki trend korunmaya çalışılacaktır. Yurtdışında sert hareketler yaşanmadığı takdirde bu çaba sonuç verecektir. Ancak yurtdışında trendin sonuna gelinmiş ise; ki bence öyle; İMKB de birkaç günlük direniş sonrasında ana hareketi mutlaka takip edecektir. Grafikte görünen trend bu hafta için 44.900-45.600 bandında yükseliyor. Bu seviye kırılmadığı sürece “umut” korunacaktır.
Temmuz 2008’de 146.8 dolara kadar çıkan ABD ham petrolünün (WTI) varil fiyatı Aralık 2008’de 32.8’e kadar geriledi. Malûm kriz döneminde herşeyin fiyatı düştüğü gibi petrol de bundan nasibini aldı.Ekonomiler ve piyasalar toparlandığı sırada petrol de Ağustos ayında 74.4 dolara kadar yükseldi. 75 dolar kritik seviyesi, hisse senetleri yukarı giderken ne gariptir ki aşılamadı. Halbuki 2007 yılındaki “Büyük emtia spekülasyonunun” başrolünde petrol vardı. Madem ekonomiler toparlıyordu o zaman petrol de artmalıydı, beklendiği kadar olmadı. Olamadı. Benzer bir hareket büyüme emtiası olma konusunda petrolün ’ekürisi’bakırda da bekleniyordu. O da ol(a)madı. Son günlerde büyüme emtialarındaki yükselişler sınırlı kalırken, kuru yük taşıma endeksi Baltic Dry da son yükselişinin neredeyse yüzde yüzde 50’sini geri verdi! Görünen o ki reel ekonomideki toparlanma henüz daha borsalardaki algılamaya yetişemiyor! Nitekim dün açıklanan ABD’deki ikinci el konut satış verilerinde beklentilerin altında kalması bu durumu destekliyor.Temel ekonomi konusunda petrole geri döndüğümüzde, fiyatların neden daha fazla art(a)madığının ipuçları en büyük petrol tüketicisi durumundaki ABD petrol stoklarındaki gelişmelerde bulunabiliyor. Çarşamba günü açıklanan haftalık petrol stok verileri talep durumunu gösteriyor: n Ham petrol stokları 2.8 milyon varil arttı (Beklenti - 1.5 mio)* Benzin stokları 2.8 milyon varil arttı (Bekl.+ 0.4 mio)* Distillate (dizel ve fuel oil grubu) 2.9 milyon varil arttı (Bekl.+ 1.6)* Rafineri kapasite kullanım oranı % 85.58 (Bekl. % 86.2) * Stratejik rezervlerin dışındaki toplam petrol stokları geçen yıla göre neredeyse yüzde 10 artarak 335.6 milyon varile yükselmiş durumda (kaynak: EIA) ve toplam stok seviyeleri son 5 yılın üst bandında seyrediyor.Kısaca, petrol talebi eski seviyelerine ulaşamıyor! Bu da yeni bir spekülasyona izin vermiyor. Son verilerin ardından dün itibariyle 66.3 dolara kadar yaşanan düşüş daha da devam edecek gibi. Eğer ki bugünkü kapanış 69.50 doların altında olur ise önce 64.80 ardından da 58.70 dolar seviyesinin görülme ihtimali artacaktır. Kış yaklaşırken doğal gaz fiyatlarının zar zor yukarı hareketlenmiş olması da talep/enflasyon cephesinde çok da önemli bir hareket olmadığını gösteriyor.Sadece “bedava para” ile bile toparlanamayan reel ekonomi Pittsburgh’da devam eden G-20’lerin asıl çözmesi gereken problem değil mi?
İkinci Dünya Savaşı’na kadar “üzerinde güneş batmayan ülke: İngiltere”nin para birimi sterlin ülkelerin rezerv parasıydı. Servetler sterline göre hesaplıyordu. İkinci Dünya Savaşı, ardından parasal genişleme konusunda sıkışan Amerika’nın Bretton Woods sonrasında altın standardını terk etmesi ve ABD Doları’nın yıldızı yükseltti. O dönemde vücut bulan IMF, Dünya Bankası ile Birleşmiş Milletler ve Dünya Ticaret Örgütü gibi organizasyonların da yardımıyla küresel ticaret ve finans sistemi dolar üzerinde inşa edilmeye başlandı. 21. yüzyılın başına kadar da bu durum başarıyla devam etti. Yüzyılın başındaki 11 Eylül saldırısı ile dolar ilk darbeyi aldı. Kimse ABD’nin kalbi sayılan New York’a böylesi bir darbe indirilebileceğini düşünmüyordu. ABD’nin güvenlik sistemi ilk kez sorgulanır olmuştu. 2005-2007 yılları arasında yaşanan “Büyük Emtia Spekülasyonu” sırasında başta İran ve Libya olmak üzere ülkeler mallarını dolardan farklı para birimleriyle satmaktan söz etmeye başladılar. Dolara olan güvenin kaybolması, başta euro olmak üzere dolar dışındaki diğer para birimlerinin; hatta ruble ve TL’nin de aralarında bulunduğu gelişmekte olan ülke para birimlerinin; değer kazanmasına sebep oldu. Doların (tıpkı 20. yüzyılın başında sterlinin olduğu gibi) “sarsılmaz diye düşünülen” hükümranlığından şüphe duyulmaya başlandı. Başta BRIC ülkeleri; Brezilya, Rusya, Hindistan ve özellikle de Çin olmak üzere ulusal rezervlerin çeşitlendirilmesinden söz edilir oldu. Çin son yapılan G-20 toplantısı öncesinde IMF’nin “Özel Çekme Hakkı-SDR” benzeri bir rezerv para birimi oluşturulması fikrini gündeme getirdi. ABD’nin üstün çabaları ve tam da o günlere denk gelen (?) Sincan Uygur Özerk bölgesindeki olayların da etkisiyle Çin bu önerisini şimdilik buzdolabına koymuş görünüyor.Çin şimdilik önerisini dondursa da doların kalesine yapılan saldırılara her gün bir yenisi ekleniyor. Son atak ABD’nin müzmin muhalifi İran’dan geldi. İran Cumhurbaşkanı, “Petrol İstikrar Fonu”ndaki değişik kaynaklara göre 50-80 milyar dolar olduğu söylenen ve İran’ın uluslararası rezervlerinin önemli bir kısmını oluşturan tutarın euroya geçirilmesi talimatını vermiş. (Belki de geçen hafta paritenin 1.4650’yi kırıp, 1.4764’e yükselmesinde bu kararın payı vardır.)Kritik soru; tüm bu “saldırılar” başarılı olur da dolar dünyanın rezerv parası olma vasfını kaybeder mi? Bu kriz sonrasında da 1944’teki gibi yeni bir dünya düzeni kurulacaksa cevap büyük olasılıkla evet. Ancak görünen o ki başta ABD ve AB olmak üzere gelişmiş ülkelerin hiç de böyle bir niyetleri yok. Bu nedenle de kısa vadede doların yerine başka bir rezerv para konulması kolay değil. Varolan üretim kapasitesi problemi ve dünya ekonomisinin büyüklüğü nedeniyle de altının bu görevi üstlenmesi de söz konusu değil. Benim tahminim; önümüzde 5-10 yıllık süreçte “saat aralıklarıyla uyumlu bölgesel/kıtasal para birimlerinin” doların rezerv para olma özelliğini paylaşmaları. Doların yanı sıra, bizim de bulunduğumuz zaman diliminde euro, doğuda da büyük olasılıkla yuan önde gelen para birimleri olacaktır. Ekonomik gücü arttıkça belki ruble, rupi ya da real gibi gibi lokal para birimleri de çoklu ülkeler tarafından muteber kabul edilebilecektir. O günlere daha var. Önümüzdeki günlerde krizin hafiflemesiyle Fed bilançosunu toparlamaya başlayacaktır. Bu da doların yavaş yavaş toparlanmasına, kaybetmiş olduğu mevzilerin bir kısmını geri kazanamasına yardımcı olacaktır. Dolar endeksi de bu konuda orta vadeli ipuçları vermeye başladı.
2001 krizi ile birlikte hayatımıza özerk kurumlar girdi. Merkez Bankası, BDDK, EPDK ve TAPDK özerk kurum örneklerinden bazıları. Bu kurumlar, koalisyon hükümetleri dönemindeki yönetim zaafiyetlerinin ya da tek parti dönemindeki keyfi uygulamalarının önüne geçebilmek adına oluşturuldular. 2001 öncesinde yönetişim konusunda yaşadığımız eksiklerin maliyeti çok fazla olmuştu. Bakıldığında gelişmiş ülkelerin merkez bankalarının tamamı, siyasi ortoriteden ayrı, bağımsız kurumlar. Tabii ki tüm bu merkez bankaları da temel politikalar konusunda kendi hükümetleriyle işbirliği ve karşılıklı iletişim içinde faaliyetlerini sürdürüyorlar. Ancak para politikaları konusunda kendi kararlarını kendileri veriyorlar. Faiz indirilecek mi, yoksa artırılacak mı? İndirilecekse ne kadar indirilecek, tüm bu kararlar siyasi otoriteden bağımsız olarak alınıyor. 2001’den sonra bizim Merkez Bankamız da kendi para polikası kararlarını kendisi veriyordu ve düne kadar da bu durum tartışılmıyordu. En azından aleni olarak! Başbakan yüksek sesle bu konuyu tartışılır hale getirdi. “Şahsi olarak özerk kurumların faydalı olduğu kanaatinde değilim” diyerek davul bizde tokmak onlarda diyerek MB’nin özerkliğini tartışmaya açmış durumda. Enflasyon hedefini ve temel politikaları kim belirliyor? Tabii ki hükümet. Merkez Bankası’na düşen hükümet tarafından belirlenmiş bu hedefi tutturabilmek için gerekli adımları atmak. Tutturamadığı takdirde de hükümete bunun nedenlerini anlatan “bir mektup” yazmak zorunda. Hatta enflasyon hedefi, hükümetin uygulamaları nedeniyle şaşsa bile yine de bu Merkez Bankası’nın sorumluluğunda.Başbakan’ın arzu ettiği, kısa vadeli çıkarlar uğruna para politikalarına istediği gibi yön vermek. Gerektiğinde Merkez Bankası’nın bilançosunu kullanarak Hazine’ye kaynak “yaratmak”. Bunun başımıza geçmişte açtığı işleri ne çabuk unuttuk. Bugünkü “sıfır faiz döneminde” ya da teşvik paketlerinin havada uçuştuğu bir ortamda bu arzu anlaşılabilir, ancak işler sarpa sardığında, bir kriz çıktığında işinin ehli olmayan politikacılar krizi nasıl yönetecekler? Yine iş dönüp dolaşıp Merkez Bankası’na düşecek.Bunun farkında olan Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Sayın Babacan derhal bir açıklama yaparak, özerkliğe vurgu yaptı ve bugün elde edilmiş başarıda Merkez Bankası’nın büyük payı olduğunu söyleyerek durumu toparlamaya çalıştı. Piyasaları artık tanıyan Sayın Babacan, piyasa katılımcılarının özerk olmayan bir Merkez Bankası’na yeterince güvenmeyeceklerini ve bunun da ileride çok ciddi maliyetlere sebep olabileceğinin farkında. Bu tartışmanın bedelini bugün değil ama ilerde mutlaka ödeyeceğiz.