Bu hafta, geçen haftanın tersine özellikle ABD’den Ekim ayına dair birçok veri açıklanacak. Perakende satışları: (Beklenti:+ % 0.8)Üretici (Beklenti: + % 0.4) ve Tüketici fiyat endeksleri (Beklenti: +% 0.2) Sanayi üretimi (Beklenti: +% 0.4) ve kapasite kullanım oranları (Beklenti: % 70.8)Yeni ev başlangıçları (Beklenti: + 600 bin)Tüm bu verilere bakıldığında piyasanın bu hafta dalgalı seyretmesini beklemek hatalı olmaz. Hem veri öncesinde hem de sonrasında tüm piyasalar inişli çıkışlı olacaktır.Genel resme baktığımızdaysa, özellikle ABD’deki piyasa katılımcılarının, piyasanın yükselişi yönünde hareket ettikleri gözleniyor. Kasım ayı, özellikle hedge fon yöneticilerinin performans değerlendirmeleri açısından önemli. Yönettikleri portföylerinin başarılarına göre prim alan fon yöneticilerinin kâr/zarar hesapları, daha çok piyasa fiyatına göre hesaplanıyor. Tüm pozisyonların piyasaya satılıp, kârın nakde döndürülmesi, likidite kısıtlarından dolayı söz konusu değil. Bu nedenle portföyler piyasa fiyatına göre (Mark-to-market) değerlendiriliyor, ikramiyeler de buna göre hesaplanıyor. Eski yıllarda Aralık ayı esastı. Ancak son yıllarda artan sayıda fon ve yöneticisi Kasım ayı sonunu esas almayı tercih ediyorlar. Bu nedenle de bu ayın kapanış değerleri önemli. Amerika’dakiler için ay sonuna şurada kaldı hepi topu 10 iş günü. Malum 26 Kasım Şükran Günü. 27 Kasım Cuma’yı da uzun haftasonu için birleştirilerse sayı 9’a iniyor ki, Kurban Bayramı nedeniyle ay sonunda 2 iş günü tatil olan bizim piyasalarımızla eşitleniyor. Yüzüp, yüzüp kuyruğuna gelmiş olan piyasa katılımcıları bundan sonra bir “yol kazası” yaşamak istemiyorlar. Onların hesaplarını; bu ralliyi kaçırmış ya da son vagonlara binmiş ve hatta henüz daha binememiş olanların her düşüşü “alım fırsatı” olarak görmesi de (6.500 Dow’da akılları neredeydi?) kolaylaştırıyor. Son vagona binenlerin alımları piyasalarda ciddi geri çekilmeleri engelliyor, kâr realizasyonlarının olumsuz etkilerini sınırlıyor. Hatta onlarda bir son dakika golü ile az da olsa kendilerine bir bonus yaratma çabasındalar. Onların çabalarıyla son bir kaç haftada ABD borsalarında yeni yüksek seviyelere bile gelindi.Kasım ayının ilk haftasındaki beklentilerimden farklı olarak bu hafta içinde, özellikle Dow Jones Endeksi’nde yeni zirveler görebiliriz. Bu hafta içinde 10.375 ile 10.505 arasında yeni zirve görülmesi mümkün. Diyelim ki bu hafta datalar böylesi bir yükselişe izin vermedi. Önümüzdeki hafta “Şükran Günü” arifesinde, bu seviyelerden birinin görülmesi ve hatta ayın da böyle kapanması hem “trenin makinistlerinin” hem de “son vagondakilerin” arzusu olacak, bu uğurda ciddi çaba harcayacaklardır.Benzer bir durum altın için de geçerli. 1.130-1.160 dolar seviyesi için ciddi çabalar görebiliriz. Tüm bu çabalar yılı iyi kapatabilmek için. Kârını cebine koymak isteyenler mutlaka çıkacaktır. Ancak bunların fiyatlar üzerindeki etkileri, yukarıda sözünü ettiğim “son vagoncular” yüzünden şimdilik hissedilmiyor. Yeni yılla girilmesi ve beraberinde bu çabaların sona ermesiyle, piyasalarda bugünkü seviyeleri arar olacağız! Bu varsayımı destekleyen en önemli veri, borsaların Mart ayından bu yana yükselmesine belki de en fazla destek veren “tüketici beklentilerinin” yükselmesiydi. Beklentiler artık yükselmiyor, tam tersine gerilemeye başladı. Nitekim ABD’de geçen hafta açıklanan Michigan Üniversitesi Güven Endeksi 71 beklenirken 66 açıklandı ki bir önceki ay 70.6 idi. Henüz son iki ayda olumsuz gelen bu verilerin piyasaya etkileri büyük ihtimalle yeni yılda görülecektir. *****İMKB’de yükseliş yaşanır mı?ABD piyasalarında yeni yüksekler görülmesi demek değildir ki İMKB’de de birebir yansıma bulacak. Mutlaka pozitif yansımaları olacaktır ancak yeni bir yüksek seviyenin görülmesi hayli zor.Bu arada İMKB’nin ABD piyasalarından çok önce ve çok daha fazla çıktığını unutmamak gerek. Her iki piyasa arasındaki performans farkının bir kısmının kapanmasını beklemek hata olmaz. Nitekim son bir kaç haftada ABD piyasalarının İMKB’ye oranla daha iyi performans göstermesinin ardında da bu yatıyor. İMKB için önemli bir not daha: 15 Ekim’deki zirveden bu yana ilk 15 aracı kurum bazında piyasanın 7.8 milyon TL’lik net satıcı olduğunu, çıkışın lokomotifi olan banka hissesinde ise 56.8 milyonluk net satıcı olunmasını da göz ardı etmemek gerek. Durum 23 Ekim zirvesinden bu yana da çok farklı değil. Tek başına bu veriler borsa performansları arasındaki farkın kapanacağının kanıtı olmasa da dikkatle izlenmesi gereken bir veri olduğunu da akıldan çıkarmamak gerekir.
Küresel krizin sona erdiği, dönüşün V şeklinde olduğuna dair inanç gittikçe artıyor. Alfabe çorbasına dönen dönüş hareketinin şekli konusunda her kafadan bir ses çıktı.Ben halen daha V dönüşe inanmayan, “ikinci ayağı kısa W” dönüşüne oyunu kullanan biriyim. Bu beklentimin ardında bir çok sebep var. İlk aklıma gelenler; likidite yüzünden çıkan bir krizin çözümü yine likidite vermek olamaz! Daha akılcı ve de akıllı çözümleri olmalı. Sistemik olarak bir şeyler değişmeli ki, benzer bir kriz yeniden yaşanmasın. Bir diğeri ise krize neden olanların halen daha iş başında olmaları. Kimse işini kaybetmeyecek mi? Bu denli ağır bir krize sebep olanlar hiç mi bunun bedelini ödemeyecekler? Radikal adımlar atılmadan bu krizin “kökten” çözülemeyeceğine; başta Fed olmak üzere gelişmiş ülke merkez bankalarının “bedava paraları” ile coşan piyasaların, bu kaynaklar çekilince W’nin ikinci ayağı için harekete geçeceğini düşünüyorum. “Bedava paranın” ne zaman çekileceği netlik kazanmış değil. Başta ABD’deki yatırım bankaları olmak üzere; uluslararası bankacılık sektörü, bu sürecin mümkün olduğu kadar geç başlamasını istiyor. Hatta bunun için G-20 liderler/maliye bakanları ve IMF/DB toplantıları olmak üzere hemen her zeminde, “Teşvikleri bir anda çekerseniz piyasalar yeniden çöker, bunca çaba boşa gider” diyerek adeta “şantaj” yapıyorlar. Şimdilik başarılı da oluyorlar!Diğer yandan bu krizi zamanında görmüş, buna uygun önlemler almış olanlar da var. Bu konuda HSBC diğerlerinden önemli ölçüde ayrı(şı)lıyor. Zira 2006 yılı sonunda Amerika’daki ev kredileri (mortgage) piyasalarında 10 milyar dolar zararı yazıp ilk çıkan onlar oldu. Geçtiğimiz hafta bu bankanın Avrupa kurumsal kredilerden sorumlu Grup Genel Müdürü Alan M.Keir ile sohbet etme imkanı buldum. Nasıl böyle bir karar verebildiklerini, nasıl önceden gördüklerini merak etmiştim. Avrupa’daki ve özellikle İngiltere’deki tecrübelerinden yola çıkarak ABD’deki ev kredilerinin geri ödenme performansını yakın izlemeye almışlar. Ödenme güçlükleri artmaya başlayınca stratejiyi gözden geçirmişler. Sorunun büyüdüğünü görünce de radikal bir karar alarak, mortgage piyasasıyla ilgili zararı sineye çekip K.Amerika’da bu işlerle uğraşan bölümü kapatmışlar. Eşikaltı (subprime) kredilerden kaynaklanan bu belayı başlarına açan tüm yöneticileri de işten atmışlar. Bence yerinde bir karar! Merrill Lynch, Citigroup, Bank of America, UBS, ING, AIG, Bear Stearns gibi “birkaç” banka ve General Motors gibi otomotivci, az sayıda CEO hariç üst yöneticilerin neredeyse tamamı işlerini korudular. Krize yol açanlar, aynı zamanda krizi yönetiyorlar !(?)Çin başta olmak üzere uzak doğunun “yeni çağda” daha önemli olacağını düşünerek genel merkezini Hong Kong’a taşıyacak olan HSBC’nin gösterdiği cesareti, ABD ve Batı dünyası gösterebilmiş değil! Kimse bana “Yöneticiler krizde tecrübe kazandı, bir daha yapmazlar” demesin. Sırf bu sebepten bile krizin çözümü zaman alacak.
Son zamanlarda; uluslararası döviz, emtia ve vadeli finansal piyasalarda kaldıraçlı işlem yapılmasına imkân tanıyan elektronik platformların sayısı arttı. İnternet teknolojisinin gelişmesi ile birlikte; değişik kurumlar, iyi hazırlanmış programlarla uluslararası finansal piyasalarda aracılık hizmetleri sunuyorlar. Döviz işlemlerinde 1 birimlik teminata karşın 400 birimlik (400 katı kaldıraç) pozisyon alınmasına bile imkân tanınıyor. Henüz daha bu piyasa ile ilgili resmi düzenleme yapılmadığından, piyasada yer almak isteyen şirketler için piyasaya giriş konusunda ciddi bir sorun yok. Diğer yandan bu piyasalarda işlem yapma bilinci ve tecrübesine sahip yatırımcı sayısı oldukça az. Hal böyle olunca da rekabet gittikçe artıyor. Rekabette bir adım öne geçmeye çalışanlar; ya da bu piyasaya yeni girenler; reklamlara ağırlık veriyor. Bu reklamların da denetleyicisi olmadığından yine herkes “kafasına göre takılıyor”!Son günlerde uluslararası piyasalarda kaldıraçlı işlemler konusunda piyasaya yeni giren bir aracı kurumun reklâm spotu dikkatimi çekti. “Yurt içi borsalara sizi kesmiyorsa...” diye başlayan reklâm spotu “... ile borsada oyun büyüyor” diye bitiyor. Kafama takılan birkaç sorudan ilk aklıma gelen: Borsa bir oyun yeri mi? Ne tür bir oyun oynanıyor borsada? Monopol mü, vidolu tavla mı, misli bahis mi yoksa kumar mı? Aracı kurum bunlara mı aracılık ediyor? İngilizce “market players” deyimini “piyasa oyuncuları” olarak çevrilmesinden başlayan bir dizi “yanlış anlamanın” sonunda buraya geldik. İngilizce “play” fiili ‘oynamak’ olduğu kadar, ‘müzik enstrümanı çalmak’ anlamına da geliyor. “Player” da “oyuncu” olduğu kadar “çalgıcı” anlamına geliyor. (Neyse ki kimsenin aklına “market players” terimini “piyasa çalgıcıları” diye çevirmek gelmemiş) Gerçekte borsalar; ne bir oyun alanı, ne de orkestra havuzudur. Yıllardır “oyuncu” yerine “katılımcı” demeyi tercih ediyorum. Zira finansal piyasalar adına “oyun” konamayacak kadar ciddi yerlerdir. Piyasalarda işlem yapanların her biri piyasanın oluşmasına şu veya bu şekilde “katkıda” bulunuyorlar. Çok ama çok ciddi bir iş yapıyorlar. Onlar olmadan piyasaların, daha doğrusu “fiyatın” oluşması söz konusu değil. “Oluşan fiyata” göre emek, sermaye ve varlıklar el değiştiriyor. Yani adına oyun konamayacak kadar ciddi bir “iş”ten söz ediyoruz.Reklâm spotu adeta “kumara” davet eder nitelikte. Halbuki yapılan işlemler kumar nitelikli değil. Daha doğrusu olmamalı. Vadeli piyasalar olsun, kaldıraçlı işlemler olsun bunların hepsi “katılımcıların” finansal piyasalardaki risklerini azaltmak için kullanması gereken enstrümanlar. Kumar oynamak için değil!Reklâmlarda bile olsa “oyundan” söz edilmesi, finansal piyasaların ciddiyetiyle bağdaşmayacak bir şeydir. Böylesi bir yaklaşım; 2023 yılında İMKB’deki halka açık şirket sayısını 1.000’e çıkarma hedefiyle güçbirliği yapmış olan ve yeni yatırımcılara ulaşmayı amaçlayan SPK, İMKB, TOBB ve TSPAK’nın işini hiç de kolaylaştırmayacaktır.
Dünya Altın Konseyi’ne (World Gold Council-WGC) göre yıllık altın üretimi, 2000’li yıllarda 2.500 tona yükselmiş durumda. Çin, geçen yıla kadar Güney Afrika’da olan en büyük üretici unvanını ele geçirmiş durumda. Bu ikiliyi ABD, Endonezya ve Peru takip ediyor.Altının çıkarma maliyeti doğal olarak derinliğe, cevher içindeki altın miktarına ve kullanılan tekniğe göre değişmekle birlikte yine WGC’ye göre 2006 ortalaması 371 dolarmış. Buna amortisman, fonlama faizleri gibi sair maliyetler de eklendiğinde rakam 401 dolara yükseliyor. Asıl ilginç olanı yeryüzündeki altın stoğu. Yine 2006 rakamlarına göre yeryüzündeki altın miktarı 158 bin ton civarındaymış. Bunun dağılımına gelince;Son üç yılda da 7.500 ton yeni altın çıkarıldığını varsayarsak dünyadaki toprak üzerindeki altın stoğu 165.500 tona ulaşıyor. Bu kadar gürültü koparılan altının parasal değerini hesaplamadan önce altın fiyatlarının son dönemdeki artış sebeplerine bir bakalım:* Sıfır faiz ile gevşek para politikasının yaratacağı enflasyona karşı en iyi korunma aracı olduğu düşüncesiyle artan talep. (Altın ve şeker hariç hiçbir emtia yeni zirve görmedi!)* “Kağıt” paralara olan güvenin kaybolması ile geleneksel “değer saklama” yöntemi olan altına geri dönüleceği düşüncesi.* Değeri yerle yeksan olmuş olan doların altın fiyatlarını “matematiksel olarak” yükseltmesi. (Diğer emtialar neden benzer bir “reaksiyon” göstermiyor?)* Trend oluşumlarını izleyen ve özel bilgisayar algoritmaları kullanan hedge fonların sayılarının artması, fütursuzca yapılan ve artık manipülasyon boyutuna geçen spekülasyon. (147 dolardaki petrole benzer bir durum.) Spekülasyonun “beslendiği” sebepleri şimdilik bir tarafa bırakıp, para birimlerine olan güven kaybı senaryosuna yakından bakıldığında ilginç bir durum ortaya çıkıyor: Paraların yerini yeniden altın alacak, Bretton Woods öncesine dönülecek deniyor. Peki bu mümkün mü?Basit bir hesap yapalım: 165.500 ton altın 5.321 milyon troy ons yapıyor. (1 ton= 32.151 troy ons) Ons fiyatını 1.100 dolar kabul ettiğimizde yeryüzündeki altının parasal değeri 5.8 trilyon dolara denk geliyor. Kriz sırasında 4 trilyon dolar harcama yapmayı göze alan, 14.4 trilyon dolarlık GSMH’ye sahip ABD’nin bile tek başına bu kadar “küçük” bir rakamın içine sığması mümkün değilken tüm dünya nasıl sığacak bu rakamın içine? “Altın standardına” geri dönüleceği varsayımında; merkez bankalarının para arzlarına bakmak gerekiyor. Tüm merkez bankaları yerine sadece dünya ekonomisinin yüzde 62’sine denk gelen ABD, AB ve Japonya MB’nın para tabanları dikkate alındığında Eylül 2009 sonu itibariyle 4.415 trilyon dolarlık bir toplama ulaşılıyor. Üç ülkenin merkez bankaları dünya resmi altın rezervlerinin yüzde 69’unu elinde bulunduruyor. Yeryüzündeki toplam altından ve yukarıdaki tablodaki dağılımdan yola çıkıldığında ellerinde olması gereken tutar 20.6 bin ton (165.5 bin tonun yüzde 18’inin yüzde 69’u) yapıyor. Bu durumda yaratılmış olan para tabanın, bu kadar altına karşılık gelebilmesi için; altının ons fiyatının bugün en azında 6.670 dolara çıkması gerekiyor.Altın fiyatlarında bugün itibariyle böylesi bir sıçrama olsa, sizce taş taş üstünde kalır mı? Bir not: 1980’deki altın fiyatı, enflasyonla bugüne “getirilerek” değişik fiyatlar hesaplanıyor. Nedense hiç kimse o günkü fiyatların Hunt biraderlerin gümüşteki şuursuz spekülasyonu nedeniyle o denli fahiş yükseldiğini hatırlamıyor! ***Ata’yı minnetle anıyorum.
İskoçya’da bir araya gelen “dünyanın yeni yönetim kurulu” G-20’nin maliye bakanlarının toplantısında ABD ile AB arasındaki anlaşmazlık bir kez daha ortaya çıkmış. İngiltere Başbakanı Gordon Brown’un finansal piyasalardaki işlemler üzerinden; Tobin Vergisi olarak anılan; vergi alınması önerisine Geithner “Böyle bir şeyi desteklemeye hazır olmadıkları” gerekçesiyle reddetmiş!Değil kabul etmek, orta yol için herhangi bir öneri yapsa şaşırtıcı olurdu. AB cephesinde daha önceki toplantılarda Fransa ve Almanya’nın dile getirdiği daha fazla düzenleme önerisi de ABD (ve de İngiltere!) tarafından destek bulmamıştı. Krizin çözümü konusunda Anglo Sakson dünyanın bu denli farklı bakış açılarına sahip olması aslında radikal çözümü geciktirici bir unsur. Kıta Avrupa’sı daha “fazla” kontrol derken, ABD ve ekürüleri (Kanada ve İngiltere) daha “az” kontrol diyorlar. Teşviklerin sürdürülmesi konusunda da anlaşmazlık var. IMF ile birlikte ABD, Japonya ve Almanya bütçe açıkları nedeniyle teşviklerin sona erdirilmesini savunurken, İngiltere ve Fransa ise teşviklerin işe yaradığından tam emin olduktan sonra sona erdirilmesinden yana. Teşvik paketleri için borçlanmış olan hükümetlerden İngiltere Tobin Vergisi ya da benzer uygulamalardan medet umarken, ABD toparlanan ekonomi sayesinde verdiği paraları geri almayı “umuyor”. G-20’nin “ağır topları” aralarında anlaşamazken nasıl olacak da “küre” konusunda mutabakata varılacak ve kriz çözülecek? Oldukça zor olacak! Sırf bu sebeple krizde ikinci dalga tartışılıyor, sırf bu sebeple işsizlikle ilgili bir türlü olumlu gelişmler olmuyor, olamıyor.İşsizlik rekorda ama bahane aynı!EKİM’DE 190 bin kişi daha işini kaybetmiş ABD’de... Beklenti 175 bin kişi ile sınırlı kalmasıydı, ol(a)mamış. İşsizlik oranı yüzde 9.9 beklenirken 10.2 gerçekleşmiş. Piyasaların tabii ki keyfi kaçtı. Ancak yaralarına tuz bastılar ve bu rakamı da olabildiğince iyiye yordular. “Alışılagelen mazeret” yine dillerdeydi: “En kötüyü görmüş olabiliriz”. Yorumu yapanlar da söylediklerine pek inanamıyorlar. En kötüsünü gördük! Bile diyemiyorlar. “Hormonlu büyümelerin” sürdürülebilir olması hayli zor. Ekonomideki kalıcı toparlanmanın izlerini ancak işsizlikteki iyileşmelerde görebileceğiz. Bu konuda henüz ne ABD’de ne de Türkiye’de olumlu gelişme yok. Ne zaman ki işsizlikte ciddi sayılabilecek gelişmeler görülecek ancak o zaman piyasalardaki toparlanmanın kalıcı olduğuna inanılacak.Altında yükseliş sürecek mi?GELELİM bu haftanın beklentilerine...Bu hafta daha “sakin” veriler var. 12 Kasım’da ABD’de işsizlik başvurularıyla (Beklenti: 510 bin kişi), AB Bölgesi Eylül ayı sanayi üretimi (Beklenti: % 0.4 artış) verileri var. Cuma günü de ABD’den Michigan Üniversitesi Tüketici Güven Endeksi (Beklenti: 71) açıklanacak. Bu verilere kadar haftanın ilk bir-iki gününde piyasalarda yukarı gitme isteği görebiliriz. Ancak bu çabaları destekleyecek veriler gelmediği takdirde (hatta gelse bile! ) piyasalarda yeniden düşüşler yaşanabilir.ABD’de Dow Jones Endeksi’ndeki kararsız seyir devam ediyor. S&P 500 Endeksi hisse senedi piyasaları açısından daha sağlıklı bilgiler veriyor. Bu hafta içinde 1.080 (+/- 5) seviyesinin kararlı bir şekilde üzerine geçilmediği takdirde, yeniden 1.000 seviyesine doğru bir geri çekilme yaşanacaktır.Altında geçtiğimiz hafta 1101.30 ile tarihi zirve görüldü. Bu hafta içinde 1.110 seviyesi test edilebilir. Ancak yorulma emareleri var. Zira her türlü piyasa hareketinden “bağımsız” hareket eden altının bir süre sonra diğerlerine katılması kaçınılmaz!İMKB 100’de de haftanın ilk günlerinde 48.400 (+/- 350) puan seviyeleri test edilse de bu seviyelerin korunması hayli zor olacaktır. Sonrasında son günlerdeki satış havasının devam etmesi ve İMKB 100’ün 45.000 seviyesini bu hafta ya da önümüzdeki hafta başında test etmesi söz konusu!
Dün başlayan Fed toplantısı bugün sona erecek, faiz kararı açıklanacak. Aslına bakarsanız faizlerde bir değişim beklenmiyor. Açıklamanın tonuna bakılacak. Parasal kolaylığın eskisi gibi devam edip etmeyeceği, edecekse de ne zamana kadar devam edebileceğine dair ipuçları aranacak. Fed’in ne bugün ne de önümüzdeki 3-4 ayda kolay kolay değil faiz arttırmak, faiz arttırımından dahi söz edebileceğiniz düşünmüyorum. Böyle bir durumda, tam da yıl sonuna (bonus mevsimine) yaklaşılmışken Fed piyasaları “ayağından vurmayacaktır”. Ancak Fed’in de faiz cephesinde yapabileceklerinin sonuna gelinmiş durumda. Bir taraftan Geithner TARP’ta kullanılmayan kısmın iptalinden söz ediyor, diğer yandan bunca likiditeye rağmen ABD ancak yüzde 3.5 büyüyor. Büyük ihtimalle son çeyrekte bu bile yaklanamayacak.Bunları gören piyasalarda “W” tartışması yeniden alevlendi, borsalara ciddi satışlar geldi. Satışlarla beraber pozisyonlar kapatıldı. Kapanan pozisyonlar; sıfır faiz politikasıyla birlikte “carry trade” parası durumuna gelen dolar ile fonlandığından; alınan borçların geri ödenmesi nedeniyle dolara talep yarattı. Bu da doların değerini yükseltti.Euro/dolarda kritik seviyeDolar dün 1.4625 ile euro karşısında son bir aydaki en yüksek değerine ulaştı. 1.4665’ten geçen 50 günlük hareketli ortalamanın altına inilmiş olması önemli. Kapanış bazında ise 1.4610’un altına inilmesi oldukça önemli bir hareket başlatacaktır. Fed’in bugün sessiz kalması, piyasalara net bir mesaj vermemesi de (ki büyük ihtimalle böyle olacaktır) paritedeki hareketi hızlandıracaktır. Tıpkı varlık piyasalarında olduğu gibi Mart ayı başından bu yana değer kaybeden dolar, önümüzdeki günlerde bir parça toparlayacaktır. Bugün 1.4610 seviyelerinden geçen yükseliş trendinin aşağı kırılması, önce 1.4445 ardından da 1.4070 seviyelerinin önünü açacaktır. Böylesi bir hareketin de bizim iç dinamiklerimizden ayrı olarak dolar/TL’yi etkilemesi kaçınılmazdır. Ancak Fed de doların bu denli hızlı değer kazanmasına yol açacak bir adım atmak istemeyecektir.İMKB toparlanacak mı?Pazartesi günü hariç 23 Ekim’den bu yana gerileyen İMKB 100 Endeksi büyük ihtimalle bugün Fed’i bekleyecektir. Karar her ne kadar kısa vadede Türk piyasalarını değiştirmeyecek olsa da piyasaların bir molaya ihtiyacı var ve Fed şimdilik kısa da olsa bu fırsatı verecektir. Hatta bu mola sırasında İMKB 100 sınırlı da olsa toparlanabilir, 47.250 seviyelerini test edebilir. Bu hava çok abartılırsa 48.125 bile test edilebilir ki o zaman da son bir kaç günkü düşüşler niye oldu soruları akla gelecektir. 47 binli seviyeler makul olabilir, ancak 48 binliler için aynı şeyi söylemek hayli zor olacak. Zira önümüz halen daha “yokuş aşağı”...
Piyasalar “taşıma suyla” değirmenin daha ne kadar döndürülebileceğini sorgulamaya başladı! Harcanan onca para ile ancak yüzde 3.5’lik bir büyüme sağlayabilmiş durumda ABD. Büyümenin en önemli kalemi de sübvanse edilen alanlardan. Sübvansiyonların ortadan kalkması, sıfır faizle yaratılan “sanal kârların” sürdürülemeyecek olması, yıl sonuna yaklaşılan şu günlerde, borsalarda kâr realizasyonunu fikrini tetikledi. Sadece Dow Jones Endeksi’ne bakarak karar verenler bir süre daha bekleyebilirler. Ancak bu bekleyişin sonu korkarım hüsran olacak. Zira ABD piyasalarının “asıl endeksi” S&P 500’de; hem trend, hem de teknik analiz açısından önemli olan 50 günlük hareketli ortalama (MA) aşağı kırılmış durumda. Hem de Cuma değil, geçtiğimiz Çarşamba günü...28 Ekim’de 1.042’den gerçekleşen kapanış; hem 1.057’den geçen trend çizgisinin, hem de 1.050’den geçen 50 günlük MA’nın altındaydı. ABD büyüme datası ile yaşanan bir günlük bahar havası sonrasında Cuma günü 1.036 ile 50 günlük MA’nın altında bir kez daha kapanış oldu. Bu önemli sinyal yakın zamanda ABD piyasalarının kolay kolay iflâh olmayacağı bir düzeltme sürecine girildiğini söylüyor. S&P’de bundan sonraki ilk hedef 1.000 seviyesi. Ardından da 940 geliyor. Hafta ortasında düşüşler mola verecek! Piyasalardaki düşüş acele ve sert olmayacaktır. Herkes bir taraftan da yıl sonunu ’kerterizleyecektir’. Düşüşlerin yarası sık sık sarılmaya çalışılacaktır. Nitekim geçen hafta ortasından başlayan düşüş bugün değilse de yarın sakinleşebilir. Özellikle Çarşamba günkü Fed toplantısı öncesinde ya da hemen sonrasında bir “toparlanma” görebiliriz. Yeniden yükseliş trendine dönülmesi için ciddi çabalar göreceğiz.İMKB de düşüşlerden nasibini alacak! Tüm bu küresel düzeltmeden İMKB de payına düşeni alacaktır. Hatta bir çok gelişmekte olan ülkeden daha fazla olumsuz etkilenebilir. Neden derseniz? Ortalık güllük gülistanlık iken; ne IMF ile bir program yapıldı ne de OVP ile piyasalara ikna edici, güven verici bir program sunulabildi.Üstüne üstlük üç cephedeki açılımların yaratacağı sorunlar ve olası bir seçim senaryosu fiyatlanmaya başlarsa, bizim piyasalarımızın hali nice olur! Henüz daha bu denli kötümser olmayı gerektirecek noktada değiliz. Sadece Türk piyasalarının daha olumsuz bir seyir izlemesi olasılığını akılda bulundurmakta sakınca yok.İMKB için en kritik gelişme; hem TL, hem de Dolar bazında Mart ayından bu yana gelişen yükseliş trendinin ilk kez kırılmasıdır. Her iki bazdaki trendler; 4-5 noktadan geçen, “sağlam” trendler idi. Kırılmış olmaları önemli! İMKB 100, dolar bazında 15 Ekim’de 3.56 cent ile zirve yaptıktan sonra şimdi geri dönüş yaşıyor. Dolar bazındaki endeksin bundan sonraki hedefler olarak 3.02 ve ardından da 2.69 karşımıza çıkıyor. TL bazında baktığımızda ise; Çarşamba gününün tek seansında korunmasına rağmen Cuma günü trend baskıya dayanamadı. Sadece 48.664’den geçen trend mi, 48.024’ten geçen 50 günlük MA da aynı gün içinde aşağı yönlü kırıldı. Bundan sonrası fasılalarla da olsa yokuş aşağı. Volatilite endeksi VIX’in Cuma günkü yüzde 24’e yaklaşan yükselişi, gelişmekte olan ülke para birimlerinde yaşanan sert değer kayıpları önemli bir “dönüm noktasında” olduğumuzu teyit ediyor. Daha önceleri sıkça yaza geldiğim, “bonus mevsimi sebebiyle borsalar yıl sonuna kadar” dayanır tezi bile çalışmayacak görünüyor. İMKB 100’deki ana hedefler sırasıyla 44.970, 40.700 ve 37.260 olarak görünüyor. Bu seviyelere tabii ki hızla ve tek seferde inilmeyecek! Nitekim bu hafta Çarşamba günkü Fed toplantısı sırasında/sonrasında mutlaka son günlerdeki sert satışların cılız bir toparlamasını göreceğiz. Yine de bu hafta içindeki “arızi” yükselişlerde 50 binin geçilmesi hayli zor! Bu seviyelere yaklaşılması; önümüzdeki dönemde düşüş bekleyenler için, önemli bir satış ya da portföy boşaltma fırsatı yaratacaktır. Tarihe küçük bir not: Bir buçuk günlük tatili fırsat bilip yakın dostlarla gittiğim Antakya’da 8.5 yaşındaki Deren Mecitoğlu ile tanıştım. Hoşgörünün beşiklerinden biri olan Antakya’da Adam Smith’i dahi aratmayacak bir liberal, kavganın hakim olduğu ülkede hoşgörüyü sürdürecek bir fidan yetişiyor... Memleketinin havasından suyundan olsa gerek. Gelecek nesiller adına umut verdi.
Türkiye’de ruble kabulü için İTKİB’in çabalarıyla bu yıl başında ciddi adımlar atıldı. Merkez Bankası (MB) bankaların her türlü döviz üzerinden işlem yapabilmesinin önünü açarken, daha önceden hiç kur açıklamadığı para birimlerinde işleme konu olmayacak, gösterge niteliğinde de olsa kur açıklamaya başladı. Türkiye’nin komşularıyla olan ticareti açısından önemli bir ilk adımdı ruble. Başbakanın İran ziyaretinde de riyal ile ticaret gündeme geldi. Uluslararası ödemelerde ve ikili ticarette dolar ya da euro yerine TL ve riyal kullanımı konusunda mutabakata varılmış.Ancak riyaldeki durum, rubleye benzemiyor. Rublede devreye MB’nin girmesine gerek kalmaksızın, Türk bankaları gerek Moskova’daki şube/iştirakleri gerekse de Rus muhabirleri ile rubleyi kolaylıkla dolar ya da euroya değiştirebiliyorlar. İran bankacılık sistemi uluslararası finans sistemine dahil olmadığından ve halen daha tüm döviz işlemlerinin İran Merkez Bankası (İMB) üzerinden yürütüldüğü sisteme sahip olduğundan riyalin Türkiye’de kabul edilebilmesi oldukça güç.Bunun mümkün olabilmesi için Türkiye’deki bankaların riyali, İMB’ye verip euro alabilmeleri gerekir. (Dolar çok daha zor, zira İran’ın hiçbir bankası ABD’de hesap açamıyor!) Bir başka yol ise Türkiye’nin İran’dan yaptığı ithalatta (özellikle doğalgaz) riyal ile ödeme yapabilmesi. Ancak bu da hükümetlerarası mutabakata ve İran’ın bunu kabul etmesine bağlı. Bu durumda mecburen Hazine ve MB devreye girmek zorunda kalacak.İran, güçlü bir döviz ile tahsilat yaparken, riyalle tahsilatı ister mi? Zaman gösterecek. Öte yandan İran’ın TL kabul etmesi açısında hiçbir sorun yok. İran bankaları ellerindeki TL’yi bizim bankacılık sistemimiz aracılığıyla istedikleri an, istedikleri paraya çevirebilirler.Bakıldığında yerel paralarla ticaret yapabilmek oldukça romantik bir düşünce. Ancak bankacılık sistemlerinin “konuşamadığı” durumda bu hiç de kolay değil. Bu sorunlar zaman içinde çözülebilir. O zamana kadar dolar ilk öncelikli para birimi olacak. Ki bu da doların yakın zamanda iktidarını koruyacağını, rezerv para olma özelliğini kaybetmeyeceğini gösteriyor.Burada dikkat edilmesi gereken önemli bir nokta daha var! Türkiye’de komşu ülkelerin paralarının kabul edilmesi, bir anlamda o ülkelerin kendi para birimlerini “ihraç etmeleri” demektir. Tıpkı ABD’nin doları son 50 yılda ihraç ettiği gibi. Önceliğin bu paraları “ithal etmektense” TL’nin ihraç edilmesine verilmesi daha yerinde olacaktır.Böylelikle doların küresel ticaret parası olma özelliğinin zayıfladığı zaman bizim bölgemizde, belki de Ortadoğu’da doların yerini alacak para birimlerinin başında TL gelsin. Bunun için atılması gereken bir çok adım var ancak bugünden bunun için çalışmaya başlamak gerek. TL’nin bölgesinde itibarlı bir para birimi olması bugün 86’ncı yılını kutladığımız Cumhuriyetimizin 100’üncü yılı için hiç de fena bir hedef olmazdı. Ne dersiniz?Cumhuriyet bayramımız kutlu olsun!