Gösterge bono faizlerinde 6 Ekim tarihinde yüzde 7.59 bileşik seviyesi görülmesinden bu yana bir yükseliş yaşanıyor. Dün 8.80 bileşik seviyeleri görüldü, gün 8.71’den kapandı. Böylesi bir hareketin yaşanabileceğine 19 Ekim’deki “Bonolarda dip görüldü mü?” başlıklı yazıda değinmiştim. 12 Ekim haftasında bir yandan MB’nin faiz indirimi, diğer yandan da yabancıların stopaj muafiyetinin anayasaya aykırı olduğuna dair karar açıklanmıştı. Yazıda “Ancak, kulaklara kar suyu kaçtı. Bundan böyle her şey eskisi gibi olmayacak. Yıl sonu nedeniyle yerli bankalar da yabancılarla birlikte düşük faizleri” savunuyor “olsalar da yavaş yavaş bono faizlerinde dibe yaklaşılıyor. Hatta 7.59’da büyük ihtimalle görmüş bile olabiliriz” diye yazmıştım. Görünen o ki dip görülmüş. Peki bono faizleri neden artıyor? Muhtelif sebepler var: * Yabancıların stopaj tedirginliği ve bunun devamında kâr realizasyonu, * Önümüzdeki yıl Hazine’nin vadesi gelen borçlarından fazla borçlanmaya devam edecek olması (ki bu bir anlamda IMF anlaşmasının olmayacağı şekilde algılanıyor.)* Piyasa yapıcılık mekanizmasındaki sorunlar,* MB’nin fonlama vadesini 3 aydan 1 haftaya indirmesi,* MB’nın faiz indirimlerinin sonuna yaklaşması, bunun sonucu olarak da bankaların “net marjlarının” daralmış olması...Bu sebeplerin hemen hepsinin payı mutlaka vardır. Bence “kâr marjlarının”; yani aldıkları bonolarla, bu bonoların fonlama maliyetleri arasındaki farkın daralması son günlerdeki yükselişin temel sebebi. Mayıs 2008’den bu yana MB, piyasaları gerek IMKB repo piyasası, gerekse de Açık Piyasa İşlemleri (APİ) aracılığıyla; zaman zaman 20 milyar TL’ye kadar ulaşan miktarlarda; fonluyor. Mayıs 2008’den bu yana fonlama faizleri ile bono bileşikleri arasındaki ortalama fark; yani marj; yüzde 1.89 olarak gerçekleşmiş. Ekim 2008’de yüzde 5.80’e kadar çıkan, Ocak 2009’da eksi 0.87’ye kadar gerileyen bu marjın son aylardaki ortalaması yüzde 1.1 olarak gerçekleşmiş. Bu, faiz indirimlerinin devam edeceği, IMF anlaşmasının yapılacağı beklentisiyle halen daha “katlanılabilen” bir farktı. Ekim başındaki büyük itfa öncesi “6. kez satın alınan/aldırılan” IMF anlaşmasıyla bono bileşikleri o denli geriledi ki aradaki marj 6 Ekim’de “sıfırlandı”. Gösterge bono ihalesindeki ortalama bileşik yüzde 7.72’den gerçekleşirken, aynı gün yapılan haftalık repo ihalesinde (ki MB’nın gerçek borç verme faizi budur!) bileşik faiz 7.73 olarak gerçekleşti. Marj sıfırlanıp riskler de artınca, bankalar ve fon yöneticileri geç de olsa durum değerlendirmesi yaptılar. Önümüzdeki dönemdeki kâr potansiyelin alınacak riskleri haklı çıkarcak denli “doygun” olmadığına karar verdiler ve (son ihaleden zarar etmiş olsalar da) bir miktar “hafiflemeye” karar verdiler.Daha önceleri satışlar yerli bankalarca karşılanırdı. Ancak onlar da aynı “marj” endişesini taşıyorlardı. Onlar da almamayı tercih edince; geçmiş yıllara bakıldığında önemsenmeyecek, ancak gelinen seviyeler itibarıyla; ciddi sayılabilecek yükselişler yaşandı. Bundan sonraki ilk hedef yüzde 8.96 (hadi 9.00 diyelim) bileşik. Sonrası mı? O seviyeye gelindiğinde bakacağız artık...
Euro/dolar paritesi 1.50’nin üzerine çıktı ve doların euro karşısındaki 33 haftadaki değer kaybı yüzde 21’e ulaştı. Dolardaki değer kaybı emtiaların da değerini artırıyor. Dolardaki hızlı değer kaybının yavaş yavaş sonuna mı geldik, yoksa yeniden 1.60’lara mı gidilecek?Doların değer kaybı son günlerde herkesin dikkatini çekiyor. Özellikle paritenin psikolojik olarak dikkat çeken 1.50 seviyesinin üzerine çıkması bu ilgiyi daha da artırıyor. Dolar, euro karşısında 33 haftalık bir süre içinde yüzde 21 “devalüe” olmuş. Tabii ki bu zaafiyet emtialar ve de diğer para birimlerinin fiyatlarını/değerlerini “dolar cinsinden” artırıyor! Dolardaki hızlı değer kaybının yavaş yavaş sonuna mı geldik yoksa yeniden 1.60’lara mı gidilecek?Grafiklere baktığımda ben 1.50’li seviyelerin yakın vadenin zirvesi olduğu alternatife oyumu kullanıyorum. Zira haftalık grafikte de yer aldığı üzere Kasım ’05-Temmuz ’07 ve Kasım ’08 pivot noktalarını esas alan Fibonacci düzeltmesi geçtiğimiz hafta 1.5047 seviyesinden geçiyordu. 1.5061 görüldü ancak haftalık kapanış 1.5005 oldu. (Sadece psikolojik baskılarla 1.50’nin üzerinde bir kapanış olduğunu düşünüyorum.)Dip arayışındaki dolar endeksi de yukarıdaki beklentiyi destekler nitelikte. Düzeltmenin başlaması durumunda ilk hedef 1.4830-45 bandı olacaktır. Ardından grafikteki yükseliş trendi boyunca hafta başında 1.4705 ile başlayan ve her gün 15 pips’lik bir yükseliş kaydeden seviyeler kritik olacaktır. Trendin en azından test edilmesini sağlayabilecek; ABD 3. çeyrek GSYH, ABD Eylül ayı dayanıklı mal siparişleri ve yeni konut satışları gibi önemli veriler de söz konusu bu hafta içinde. Dikkatli olunması gereken bir haftaya giriyoruz.Paritedeki bu hareketin hayata geçmesi durumunda “doların zaafiyeti” sebebiyle değer kazanmış birçok emtia ve para biriminde de ters yönde düzeltme hareketleri görebiliriz. Bunlara bizim de dahil olduğumuz gelişmekte olan ülke para birimlerini de dahil etmek gerekir.
Nihayet euro/dolar paritesinde 1.50 psikolojik seviyesi son iki günde geçildi. Bir önceki kritik seviye 1.4925-1.4965 bandıydı. Artık kimse nedenini niçini tartışmıyor bile. Sıfır faiz politikası ve “parasal kolaylık” politikaları doları bu hale getirdi. Mart başında 1.25 seviyelerindeydi parite. Eski tabiriyle bakıldığında dolar, 6 ay gibi bir süre içinde euro karşısında “yüzde 20 devalüe oldu”. Hafta başında paritenin 1.50’nin üzerine geçmemesi için adeta özel bir çaba gösterildi. Belli ki önemli opsiyonlar vardı bu seviyede. 1.50 ve 1.5050 seviyelerinde büyük miktarda opsiyonların olduğu konuşuluyordu. Kritik seviye geçilince hem opsiyonlar hayata geçti, hem de stop loss (zarar durdurma) emirleri çalışmaya başlanınca 1.5047’ye kadar çıkıldı. Volatilite bir anda arttı. 1.50’nin üzerinde kısa bir süre kalınması şimdilik “boğa tuzağı” (yükseliş meraklılarını heyacanlandırıp, yeni pozisyon alınması ya da var olan pozisyonlardaki kâr realizasyonlarından vaz geçmelerinin sağlanması) izlenimini veriyor. Sırf opsiyonları ve stop loss’ları çalıştırmak için geçilmişcesine bir hareket gibi duruyor. 1.50’nin kararlı bir şekilde geçildiği ancak bugünkü kapanışın da 1.50’nin üzerinde olmasıyla kesinlik kazanacak. Bu nedenle bugünkü kapanış önemli. Bugünkü 1.4925’in altındaki bir kapanış ise “boğa tuzağı” fikrini güçlendirecek.Türk piyasalarını asıl ilgilendiren konu TL’nin bu hareketlere karşı olan “reaksiyonu”. Dolar, euro karşısında değer kaybettiğinde, diğer gelişmekte olan ülke para birimleri gibi TL de “sükunetini” korudu. TL, dolar karşısında 1.4450-1.4650 bandının dışına çıkmamaya özen gösterdi. Dolar karşısında yatay seyir aslında tahterevallinin dengesini bozuyor. Zira dolar/TL sabit kalırken yükselen euro/TL kurları sepet bazında TL’nin değer kaybetmesi anlamına geliyor. Bu durum “1 dolar+1 euro”dan oluşan sepette daha net görülebiliyor. Uzun vadeli ve temel bir dönüşümden çok, önümüzdeki birkaç ay için ipuçları veren bir durum bu. MB’nin faiz indirimlerinde düşüşün sonuna yaklaşıyor olması, artan borçlanma ihtiyacı ve en nihayetinde yine bir başka bahara ertelenen IMF anlaşması TL’nin daha fazla değer kazanmasının önündeki engeller. Diğer yandan Brezilya’nın faizleri sabit tutması ve sıcak paranın sermaye kazançlarına yüzde 2 vergi getiriyor olması real üzerinde bir baskı oluşturuyor. Gelişmekte olan ülkelerdeki “bileşik kaplar” bizi de etkiliyor. Oradaki bir tedirginlik bizi de etkiliyor.Son olarak da borsalarda “beklenen” kâr realizasyonun yaşanması durumunda kapanacak pozisyonlar “carry trade - ucuz fonlama” parası haline gelen dolara talep getirebilir. Bu düşünceler her ne kadar kurları arttırmıyor olsa da en azından düşüşleri sınırlamış durumda.Dolar/TL kurlarında şimdilik 1.4650 “ortalama” seviyesi korunuyor. Ancak bu seviye paritenin “sepet”teki karşılığı (pariteden dolayı) yükseliyor. 15 Ekim günü dolar/TL 1.4450 seviyesindeyken sepet 3.60 seviyelerindeydi. Dün dolar 1.4675’e yükselmesine karşın sepet 3.6760’a yükseldi. Dolar kurları yüzde 1.55 yükselmişken, sepet 2.11 yükselmiş.Eğer terazi doğru çalışıyor olsaydı, sepetteki artış da dolardakine benzer olacaktı. Ama olmadı. Bu da kurlardaki baharın; yıl sonuna yaklaştıkça; yavaş yavaş sona erdiğini söylüyor.
Geçtiğimiz hafta bonolar açısından bir büyük iki küçük ama üçü de önemli gelişme yaşandı.Küçük olanlardan başlarsak... Merkez Bankası (MB) politika faizlerini 50 baz puan indirdi. Beklenen bir karardı. Belki 25 baz puan olabilirdi, ama MB son dönemdeki 50 baz puanlık geleneğini bozmadı. Asıl önemlisi bundan sonraki indirimlerin yavaşlayabileceği mesajını verdi. Bundan sonra bir belki iki indirim olabilir, ancak bunlar 25 baz puanlık olacak gibi. İkincisi MB, bankaların TL mevduatları için tutmak zorunda oldukları karşılık oranlarını yüzde 6’dan 5’e indirdi. Bunun yaratacağı ek likidite MB’ye göre 3.3 milyar TL olacakmış. Zamanlaması konusunda kafa karıştıran bu karar, bankaların kullanacağı likiditenin artması, daha rahat kredi verebilmeleri adına iyi bir haber diye değerlendiriliyor(!)Asıl büyük gelişme, Anayasa Mahkemesi’nin Türk vatandaşları ile yabancılar arasındaki vergi eşitsizliğini yaratan “stopaj istisnasının” Anayasa’ya aykırı olduğuna karar vermesiydi. Yabancı yatırımcıları “ürküteceği” düşünülen bu karar sonrasında bonolara satış geldi. 6 Ekim’de yüzde 7.59’a kadar gerileyen bono faizlerinde, Cuma gelen satış ile 8.61’e kadar yükseliş oldu. Ancak bonolardaki yükseliş saman alevi gibiydi. Kısa sürdü. Nedeni ise basitti. Yabancıların ya da yabancılar satacak diye satanların yapmış olduğu satışları yerli bankalar derhal karşıladılar. Neden derseniz, onların vergi konusunda ne yabancılar, ne de bireysel Türk yatırımcılar gibi bir problemleri yok. Zira Türk bankaları ödedikleri stopajı, kurumlar vergisinden mahsup edebildiklerinden dolayı onlar için ek bir vergi söz konusu olmadı. Stopaj sorununun çözümü “stopajsızlık” tarafında da, yabancılara da stopaj tarafında da olsa onlar için farkeden bir şey olmayacak. Bu nedenle yükseliş kısa sürdü.Ancak, kulaklara kar suyu kaçtı. Artık her şey eskisi gibi olmayacak. Yıl sonu nedeniyle yerli bankalar da yabancılarla birlikte düşük faizleri “savunuyor” olsalar da yavaş yavaş bono faizlerinde dibe yaklaşılıyor. Hatta yüzde 7.59’da büyük ihtimalle görmüş bile olabiliriz. *****Borsada yıl sonu hazırlığı başladı! Yıl sonuna kadar ikibuçuk ay var. Pratikte ise Kasım sonundan itibaren piyasalar tatil havasına giriyor. Nerdeyse son elli yılın en kötü günlerini geride bırakan (daha doğrusu bıraktığını düşünen) piyasalar bu süre zarfında kazanımlarını geri vermek istemeyeceklerdir. Zira kısır geçen 2008 yılından sonra, finans piyasası çalışanları için 2009 “verimli” bir yıl oldu. Kârlı pozisyonların hepsinin satılması zor. Satılmaya kalkarlarsa hem bu denli yüklü pozisyonları alacak (hele ki bu fiyatlardan) birilerini bulamayacaklar hem de bu pozisyonlar satılacak olursa fiyatlar sert bir şekilde düşecektir. Kimse bunu istemez. Satış yerine kapanış fiyatlarına göre değerleme esas alınacaktır. Bu sebeple satışlar sınırlı olacaktır. Yeter ki yıl sonuna kadar sert düşüşler olmasın, cari seviyeler cazip bonuslar için yeterli. Bu nedenle bile bundan sonraki yükselişler “zoraki ve sınırlı” olacak gibi görünüyor. Yıl sonuna kadar (Kasım ya da Aralık sonundaki birkaç günlüğüne bile olsa) Dow Jones’ta 10.450, S&P’de 1.120 (belki de 1.150) görülebilir. Daha yukarısı şimdilik zor görünüyor. Yatay bir seyir bile “bonusçular” için kabul edilebilir bir durum. Kaldı ki yükseliş trendi yıl sonuna kadar piyasaları “koruyor” olacak. Altına inilmediği sürece mesele yok. Temel ekonomik bir nedenle hızlı bir şekilde inilmemişse sorun yok. “Bonusçuların işbirlikçisi yıl sonu kapanış mafyası” allem edip, kallem edip tren(d)i düzeltecektir. Benzer bir durum İMKB için de geçerli. Bu hafta boyunca 47.650-48.200 seviyeleri boyunca “yükselen” trend korunacak gibi görünüyor. Her ne kadar tüm bu ana trendin omurgasını oluşturan Garanti Bankası hisse senedinde geçtiğimiz hafta boyunca önemli satışlar görülse de ana trend şimdilik korunacak diye düşünüyorum.İMKB’de yükseliş cephesinde halen daha 51.850 bir sonraki en önemli hedef olarak korunuyor. 10.400’lü Dow Jones seviyeleri görülecek olursa, İMKB’de de 52 binlere yaklaşılabilir. Her iki borsa da bu seviyeleri hakediyor mu? Hayli şüpheliyim. Bu ayrı bir tartışma konusu... (Amerika’da el konulan banka sayısı 99’a ulaşmış, TARP programındaki 33 banka faiz/temettü ödemelerini aksatmışken...)
Para Politikası Kurulu Perşembe günü yaptığı toplantıda; kullanmakta olduğu “tüm politika faizlerini” 50 baz puan indirdi. Para piyasası borçlanma faiz oranını yüzde 7.25’ten 6.75’e, borç verme oranı 9.25’e, geç likidite penceresinden borçlanma 2.75’e, borç verme 12.25’e ve son olarak da piyasa yapıcılarına sağlanan repo oranlarını da 8.25’e düşürüldü. Yapılan açıklamada; toparlanmanın yavaş ve kademeli olması 50 baz puanlık indirimin dayanağı olurken, küresel risk algılamasındaki gelişmelerden dolayı bundan sonraki indirimlerde bir yavaşlamanın olabileceği belirtilmiş. Açıklamadaki asıl önemli gelişme karşılık oranlarının indirilmesi kararıydı. “Ayrıca, piyasadaki likidite gelişmelerini göz önüne alan Kurul, Türk Lirası zorunlu karşılık oranlarındaki sınırlı bir indirimin, kredi koşullarındaki sıkılığı azaltacağı, böylelikle izlenmekte olan genişletici para politikasını destekleyeceği değerlendirmesinde bulunmustur.” denilerek krizin göbeğinde yapılmayan yapıldı. Türk Lirası mevduat için tutulması gereken karşılık oranı yüzde 6’dan 5’e indirildi. Böylelikle MB; bankacılık sistemindeki likiditeyi 3.3 milyar TL arttırmış oluyor. Kararın zamanlaması ilginçti. Neden çok daha önce yapılmadı da şimdi yapılıyor diye düşünürken sebep dün anlaşıldı. Dün; Anayasa Mahkemesi’nin, bono faizlerindeki stopajın yabancı yatırımcılar için “sıfır” olarak uygulanması kararını iptal ettiği açıklaması geldi. Piyasalar, aslında ilk aşamada kafalar tabii ki karıştı. Perşembe günü 7.98’den kapanan gösterge bono bileşik faizleri 8.61’e kadar yükseldi. Türk vatandaşları ve yerli bankalar tahvil/bono faiz getirilerinden yüzde 10 stopaj öderken, yabancı yatırımcılar için bu oran “sıfır” idi. Gerçi yerli bankalar ödedikleri stopajı kurumlar vergisinden mahsup edebildikleri için, onlar da bir anlamda muaf denebilir. Sadece sıradan Türk vatandaşını üzen bu haksız uygulamanın Anayasa Mahkemesi’nin “haklı” kararıyla düzeltilmesi için mahkeme, 9 aylık bir süre vermiş durumda. Hükümet bu süre zarfında eşitliği sağlayacak bir düzenlemeye gidecek; büyük olasılıkla Türk vatandaşları için de “sıfır” olarak uygulanması kararını alacaktır. Mahkeme’nin kararı büyük olasılıkla PPK toplantısı öncesi biliniyordu. MB’nin karşılık oranlarını indirmesinde de bunun önemli bir payı olduğunu düşünüyorum. Yoksa bayram değil, seyran değil neden piyasalara 3.3 milyar ek likidite verilsin ki? Tabii ki stopaj kararının piyasaları bozacağı, faizleri arttıracağını düşünüyorsanız, bunu dengelemek için böylesi bir önlem alabilirsiniz. Peki bu ek likidite gerçekten kredi genişlemesine katkı sağlar mı? Bir kısmıyla mutlaka, ancak tamamının piyasaya girmesi mümkün değil. Bir kısmı dün aniden yükselen bono faizlerini görünce bonoya yöneldi bile. Böylelikle faizler 8.20’nin altına geri döndü.MB’nin kısa vadeli düşünerek, böylesi bir karar alması; çok daha önceden yapılabilecek bir düzenleme için bu zamanı kollaması bundan sonrası için de bazı mesajlar içeriyor.Normal şartlarda MB’nin; faiz kararları olsun, likidite değişiklikleri olsun, piyasaları 6-9 ay sonrasını etkiliyor. MB bu vadeyi “şekillendirecek” adımlar atıyor diye düşünüyoruz. Ancak anlık olaylara politika değişiklikleriyle cevap vermek ne denli doğru olduğunu önümüzeki dönemde daha çok tartışacağız. Bir süreden beri 2010 yılında vadesi dolacak bono portföyünü desteklemek amacıyla piyasalardan bono alabileceğini dile getiren MB, bir başka “kriz” anında bunu da devreye alırsa artık çok da şaşırtıcı olmayacak. Yoksa Mehmet Tezkan’ın dünkü “erken değil, baskın seçim tezi” haklı mı çıkacak?
Yarın yapılacak Para Politikası Kurulu toplantısından yeni bir faiz indirimi gelecek. Merkez Bankası (MB) yılın ikinci çeyreğinde faiz indirimlerine ara verecek gibi olsa da IMF’nin ‘imkânı olan’ merkez bankalarının faiz indirimine devam etmeleri gerektiğini söylemesi MB’nin indirime devam etmesini kolaylaştırdı. Önce G-20, ardından da İstanbul’daki IMF/Dünya Bankası toplantılarından gelişmiş ülkelerde “sıfır faiz politikasının” yakın zamanda bitmeyeceği mesajları verildi. Tüm bunlar MB’nın elini faiz indirimi konusunda rahatlatıyor.Pazartesi günü açıklanan Eylül ayı kapasite kullanım oranı beklentilerin (yüzde 72.4) altında kalarak, yüzde 70.1 olarak açıklandı. Bu aynı zamanda geçen yılın aynı dönemine göre yüzde 9.7’lik bir kaybı da ifade ediyor ki, toparlanmanın tam olarak hissedilmiyor olması MB’nin indirimlerde daha bonkör davranabilmesine aslında imkan tanıyor.Teoride düşen faiz oranlarının, kredi olarak reel ekonomiye aktarılan kaynağın artmasına yardımcı olacağı düşünülüyor. Gerçekte pek de öyle olmuyor. Bankalar artan hazine borçlanmasını karşılamayı tercih ediyorlar. MB’nin azar azar yaptığı indirimler de aslında bu eğilimi kuvvetlendiriyor. Madem faizler ileride daha da düşecek, bonoları bugün alalım diyen bankalar bono faizlerinin hızla düşmesinin önünü açıyor. Bono faizlerindeki düşüş, kredi faizlerine henüz tam olarak yansımıyor olsa da hükümetin işini kolaylaştırıyor. Bütçe açığı artıyor, faiz düşüyor. Çok matıklı görünmüyor değil mi? Bu mekanizmanın çalışmasına yardımcı olan da aslında MB’nin 25-50 baz puanlık “tutumlu” indirimleri. Blok indirimler yapılırsa; kârlarını bir anda yazan bankaların, Hazine’ye borç vermeleri için bir neden kalmayacağı düşüncesi inidirimlerin tedrici olmasına neden oluyor. Her ne kadar Başbakan şikâyetçi olsa da MB aslında hükümetin elini rahatlatan bir politika izliyor. Benzer bir politika izlenirse PPK yarın da 25 baz puanlık bir indirimle yetinebilir. Her ne kadar ben, reel ekonomi için 75 baz puanlık radikal bir indirimin daha akılcı olacağını düşünsem de...*****Altın, altın oldu!Dün altının onusu 1.069 ile yeni bir rekor kırdı! Ne enflasyon ile ne de herhangi bir “korku” gibi temel verilerle açıklanması hayli zor bir hareket yaşanıyor altında. Yükselişi tek destekleyen belki de doların değer kaybediyor olması. Geriye bir tek “aşırı spekülasyon” kalıyor ki, geçtiğimiz yıl 147 dolara çıkan sonlu petrolde de benzer bir “duyguya” kapılmıştım.Geçelim...Ne olacak derseniz... 1.029’un yukarı hızlı geçilmiş olması önce 1.110 ve ardından da 1.160 dolar seviyesinin görülme ihtimalini arttırdı. Euro/dolar paritesinde dün 1.4876’ya kadar devam eden yükselişin bir sonraki durağı 1.4925. Bu seviyeye gelinmesi altında 1.100’lü seviyelerin önünü açabilir. Paritedeki bu hareket dışında, bugünlerde altının bu seviyelerde uzun süre kalmasını haklı çıkaracak temel veriyi mumla arıyorum. Bulunca sizlerle de paylaşacağım.
Geçtiğimiz hafta Dow Jones, S&P 500 ile birlikte İMKB kriz sonrasının en yüksek “kapanışlarını” yaptılar. Hem günlük, hem de haftalık bazda!Gerek Pittsburg’daki G-20 toplantılarında, gerekse de İstanbul’daki IMF/Dünya Bankası toplantılarında piyasaları “gerecek”, sıkıntıya sokacak herhangi bir karar alınmadı. Politika yapıcıları ve merkez bankaları vermiş oldukları likiditeyi yakın zamanda geri çekmeyeceklerdi. Hatta likidite enflasyon yaratana kadar da pek harekete geçeceklermiş gibi görünmüyor. Halen daha deflasyonla mücadele sürerken ve ufukta enflasyon görünmezken piyasalara verilen likiditenin piyasada kalacağını “anlayan” uluslararası piyasa katılımcıları piyasaları daha da yukarı götürebileceklerini anladılar. Daha doğrusu önlerinde “resmi bir engel” kalmadı. Hazır yılın son çeyreğine; yani “bonus mevsimine” girilmişken kimse bu zorlu yıldaki kazanımlarından fedakârlık yapmak istemeyecektir. Hazır tüm “küresel” toplantılarda sıkça dile getirilen ‘bonuslara sınırlama’ bir başka bahara kalmışken, herkes bu yılki “başarılarının” keyfini sürmek isteyecektir. 26 Kasım’daki Şükran Günü ile başlayan “tatil mevsimine” kadar süreceğini varsayabileceğimiz “bonus mevsiminde” varlık piyasalarında özellikle hisse senetlerinde yeni zirveler göreceğiz. Her ne kadar temel ekonomi tarafındaki işsizlik gibi sorunlar devam ediyor olsa da krize yol açan sebeplerin hemen hiç biri ortadan kalkmamış olsa da kimse şimdilik bunlara bakmayacaktır. Alcoa ile geçtiğimiz hafta başlayan ABD’deki bilanço açıklamaları bu hafta özellikle IBM, Intel ve krizi en iyi şekilde fırsata çeviren “dahilerin bankası” Goldman Sachs’ın bilançosu açıklanacakmış. Geçtiğimiz hafta Alcoa beklenenden iyi rakamlar açıkladığı için rahatlayan piyasaların yükselişi bu hafta da sürebilir. Alcoa’nın kârlılığında, artan personel verimliliğinin (eşittir işten atılanlardan sonra bir kişinin iki kişilik iş yapması) önemli bir payı var. Geçen yılın aynı çeyreğine göre daha az fiziksel satış yapmasına rağmen kimse işin derinliğine inmediğinden tek başına kâr rakamı olumlu algılandı. Benzer “seçici algılama” bu hafta açıklanacak verilerde de yaşanabilir. ABD piyasalarının en azından “gölge etmiyor” olması, geçen hafta 6. kez “alınan” IMF haberiyle bu yıl içinde yeni zirve yapan İMKB’nin de önünü açıyor. Herkes tartışıyor. Roubini “W” olacak diyor. Nafile... Haftalık bazda bakıldığında İMKB çoktan kararını vermiş. Dönüş “V” olacak diye... Baksanıza grafiğe. Dalgalı ve fasılalı bir düşüş yaşamış olsak da çıkış tek bir “bütün” hareket şeklinde V’nin sağ ayağını oluşturuyor. Geçtiğimiz hafta 49.500’ün geçilmesiyle önce 50 bin aşıldı, 50.421’e kadar yükselen İMKB, Cuma gününü (yani haftayı) 50.217 ile kapattı. 58.864’teki zirveye şurda ne kaldı ki? Hepi topu yüzde 17.2’lik bir artış ve “V” tamamlanacak!Teknik olarak şimdi sırada 51.850 var. Bu seviye dolar bazındaki bir sonraki 3.56 cent hedefiyle uyumlu. Kurların 1.4560’a kadar gerilemesi, İMKB 100’ün ise yukarıdaki hedefe yükselmesiyle bu hedef ulaşılır hale geliyor.Her ne kadar Sayın Babacan ve Sayın Başbakan farklı tonlar kullanıyor olsalar da; IMF konusunda olumsuz bir haber (daha doğrusu herhangi bir haber) gelmez ve ABD borsaları da bilançolarla yükselirse İMKB’de neden yukarıdaki hedeflere ulaşmasın? Bütçe açığının artıyor olması, OVP’nin işsizliğe çözüm getirmiyor olması, İMKB Mart dibinden bu yana yüzde 174 yükselmiş olması, İMKB’nin yüzde 70’inin yabancılarda olması bu hedeflere ulaşmakta herhangi bir engel teşkil etmeyecektir. Hatta tam tersine yabancı çoğunluğu, hedefe ulaşmayı destekler nitelikte bir olgu.Ola ki işler sarpa sardı, ilk aşamada 47.968 ile 48.430 arasındaki boşluğu kapatacak bir hareket görebiliriz. Hatta “V”nin sağ ayağını oluşturan ve Cuma gününe kadar 47.200’e yükselen trend kırılmadıkça herhangi ciddi bir düşüş görmeyeceğiz.Bunu Fed, G-20 ve IMF/DB bozamadıysa, bilançolar bozabilir mi? Sanmam. “Bonusçular” buna izin vermemek için ellerinden geleni yapacaklardır.
Bir hafta önce birkaç toplantı için New York’taydım. Bundan önceki ziyaretim yine bu yılın Ocak ayının ortalarındaydı. Doğal olarak hava soğuktu ama kriz ABD’nin kalbini nasıl etkilemişi merak ettiğimden yine sokaklardaydım. Moskova’nın soğuk havasına alışkın biri olarak NY’ta ayakta kalmak çok sorun değildi. Bu kez ise hava; Cumartesi günü yağan yağmur hariç çok güzeldi. Krizin dip gördüğü ve krizden çıkılıyor denildiği zamanlara denk gelmesinden dolayı hatırımda kalanları paylaşmak istedim.* Ocak ayına göre enkazın molozunu, taşı toprağını, tozunu kaldırmışlar. Temizlemişler. Ancak yerine ne yapacaklarını henüz bilmiyor gibiler.* NY’a ilk ziyaretim 1998 yılındaydı. Rusya ve Asya krizlerinden hemen sonraydı yanılmıyorsam. Sokakta yürürken Amerikalılar’ın ülkelerine güvendiklerini ve Amerikalı olmaktan gurur duyduklarını hissediyordunuz. (Ne de olsa kriz onların ülkesini vurmamıştı) Sanki son 2 ziyarette Amerikalılar adeta ülkelerine olan güvenlerini kaybetmiş gibiydiler. En azından yere o kadar da sert basmıyorlardı.* Gayrimenkul balonuyla yaratılmış ancak son yıl içinde negatife dönmüş olan “servet etkisini” nasıl yöneteceklerini bilemiyor gibiler...* İnsanlar yine de Ocak ayındaki kadar ürkek değiller. Daha çok korkunun yerini ne olduğunu anlamakta zorlandıkları bir bekleyiş almış. Borsalar yukarı gidiyor, onlar işlerini kaybediyor. Bu garip durumu anlamıyorlar. Bu da adeta yüzlerinden okunuyor.* 5. Cadde ile birlikte New York’un en lüks mağazalarının olduğu Madison Avenue’da halen daha boş dükkanlar var. Ocak ayı ortasına göre boş dükkanların sayılarında azalma var. Ancak Ocak ayında “yakında açılıyor” diye camında ilan olan bazı dükkanlarda tadilat devam ediyor(!) ve halen daha camlarındaki aynı “yakında açılıyor” yazıları duruyor. İşi ağırdan alıyorlar galiba, tıpkı büyük inşaatlarda olduğu gibi. Onlar da ağır aksak ilerliyor.* Yeni inşaat pek yok, beni bu kez asıl şaşırtan çok fazla sayıda alt yapı tamiratının ya da inşaatının olmasıydı. Galiba New York Belediye Başkanı Bloomberg, hem para harcıyor olma adına hem de birşeyler yapılıyor, hayat devam ediyor imajını güçlendirmek için yollara düşmüş gibi.* Times Square başta olmak üzere irili ufaklı meydanların hemen hepsine basit tasarlanmış metal portatif masa ve sandalyeler konmuş. Sigara yasağından sonra yine belediye tarafından konulduklarını söylediler. * Bu arada sigara yasağına uyma konusunda bir sorun kalmamış. 2 sene kadar önce sigarayı bırakmış birisi olarak bundan fazlasıyla memnun oldum. Büyük ihtimalle bu kışı biz de kavgasız gürültüsüz aşabilirsek, önümüzdeki sene daha rahat edeceğiz. * Yağmur dedim de... Yağmur şiddetini biraz arttırınca, nereden çıktığını anlamadığım, adeta pıtırak gibi onlarca seyyar şemsiye satıcısı (çoğunluğu zenci ve İspanyol kökenli) belirdi sokaklarda. Çoğu Uzakdoğu malı olduğu belli olan ve adeta kullan-at tarzı kalitesiz bu şemsiye satışı ayrı bir ritüel gibiydi. * Bir de havaalanında gördüğüm ve Sean Penn’in oynadığı World Food Program’ın bir reklamı vardı. Krize harcanan 700 milyar dolar, AB için harcanan 200 milyar dolar, Irak ve Afganistan savaşları için harcananlarla açlık için 30 milyon doları kıyaslaması çarpıcıydı.