ABD piyasaları yönsüz kaldığında kime inanacağını şaşırıyor. Adeta başıboş bırakılmış kız misali; ya davulcuya ya zurnacıya... Bu hafta ABD’de bilançolar açıklanacak. Pazartesi günü, henüz daha bilançolar açıklanmadan önce bile bunların hareketi başladı.Bilanço beklentilerinin yanı sıra, Pazartesi günü özellikle bir rapor piyasalarda ciddi hareketlenmelere yol açtı. ABD’de başlayan krizi ve özellikle Citibank’ın bu krizden büyük yara alacağını öngören, ardından da bu yılın başında kendi danışmanlık şirketini kuran, Roubini ile birlikte ABD’nin krizi en iyi tahmin eden kişisi olarak anılan analist Meredith Whitney’in kriz boyunca ilk kez bir banka hissesine “al” vermesi haftanın ilk gününde piyasalardaki olumsuz havayı bir anda tersine çevirdi. En kötümserin bile “al”a döndüğünü gören piyasalar da bu fırsatı hiç kaçırmadılar. Bu arada Geithner’ın da “finansal fırtınada durulma işaretleri var”, “ABD ve dünyanın önümüzdeki birkaç çeyrekte büyümesi için şans var”, “dünya krizden farklı şekilde çıkacak” gibi umut verici yorumları piyasalarda; kısa süreli de olsa; yükselişi tetiklemiş durumda. Bu arada kimse Geithner’ın “yeni teşvikler için karar yakında verilecek” demesine kafayı takmamış durumda. “Madem herşey yolunda, o zaman neden yeni teşviklere ihtiyaç var?” sorusunu kimse sormuyor.Dün Goldman Sachs’ın 2. çeyrek kârı 3.44 milyar dolar olarak açıklandı. En büyük rakiplerinin piyasadan silindiği ya da zayıfladığı bir ortamda “müthiş” kâr etmişler. Hatta piyasaları ateşleyen Whitney’in 2.2 milyar dolarlık tahminin bile neredeyse yarısından fazla bir kâr... Dostlar başına... Whitney, bu hafta içinde bilanço açıklayacak Bank of America Corp’un da Amerikan bankaları arasındaki en “ucuz” banka hissesi olduğunu söylemesi de özellikle banka hisselerine ilgiyi arttırmış durumda.Ancak bu ilgi çok da uzun sürmedi, süremedi... Kâr realizasyonları hemen geldi. Bazıları Goldman’ın kârı; Goldman Sachs’ın hissedarlarına ve de rekor bonuslar alan çalışanlarına dedi... Bazıları enflasyondan endişe etti... Bazıları da ‘Eh beklenti de gerçekleşti, bundan sonra piyasaları ne yükseltecek’ diyerek, kârlarını realize edince, dün ABD piyasaları çok fazla kopup gidemedi. Hal böyle olunca IMKB de benzer bir seyir izlemek zorunda kaldı.Dow Jones endeksi için kapanış bazında 8,410’un üzerine geçilmesi önemli. Kararlı bir şekilde bu seviyenin üzerine çıkıl(a)maz ise, yeniden 8,075 seviyesine kadar geri gelinecek ve bu sefer altına bile inilecek görünüyor. Böyle bir durumda İMKB’nin hareketi bu kez biraz daha sert olabilecek.Hazine yine itfasından fazla borçlandı!Hazine son iki günde yapmış olduğu 6 aylık referans, 11 Mayıs 2011 vadeli iskontolu yeni gösterge kağıdı ve enflasyona endeksli 21 Mayıs 2014 vadeli ihraç etmiş olduğu kıymetler ile toplam 8,011 milyon TL borçlanma gerçekleştirdi. Hazine’nin son aylarda “geleneksel” hale gelmiş olan itfasından fazla borçlanma alışkanlığı bu ihalede de sürdü. Bugün gerçekleşecek olan itfa tutarı 7,506 milyon TL. Bozulan bütçe dengesi, verilen teşvikler ve de azalan vergi gelirleri nedeniyle artan borçlanma ihtiyacı, dış piyasalardan borçlanmanın zor olması nedeniyle; iç piyasaya dönmüş durumda. Bu artış “şimdilik” kaydıyla faizlere baskı oluşturmuyor. Bunun da en büyük sebebi aslında Merkez Bankası’nın önceden verdiği “gerekirse! fazileri indirmeye devam edeceğim tüyosu”. Faiz indirimleri her ne kadar bono fazilarinde aynı oranda düşüşe yol açmıyor olsa da, artan borçlanma nedeniyle oluşabilecek baskıyı ortadan kaldırarak faizlerin yükselmesini engelliyor!
Perşembe günü Merkez Bankası Para Politikası Kurulu toplanacak ve faizleri indirecek. Piyasa beklentisi 25-50 baz puan arasında değişiyor. Gelişmiş ülke merkez bankaları faizlerde inebilecekleri en düşük yerlere ya geldiler (ABD), ya da en fazla fazla 100 baz puanlık yerleri kaldı (AB). Gelişmekte olan ülkelerin de büyük çoğunluğu faizlerde önemli indirimler yaptılar. Nominal olarak inebilecekleri, yerleri var gibi görünse de, enflasyona bakıldığında fazla da bir yerleri kalmamış gibi. Onlar için de sona yaklaşıldı.Vakit kaybedilmesin!Güney Afrika, Yeni Zelanda faiz indirimlerinin sonuna gelmişken; Güney Kore faiz artırımını bile konuşmaya başlamış durumda. Bizim Merkez Bankamız için de geçtiğimi ayki toplantıdaki indirimin son olacağı tahmin ediliyordu. Ancak PPK’nın Mayıs ayındaki; tahminlerin üzerinde gelen 50 baz puanlık indirimin yapıldığı toplantı sonrasında yapılan açıklamalar “indirim sezonunun” kapanmadığını ortaya koydu. Ard arda açıklanan tarihi düşük işsizlik, kapasite kullanımı, sanayi üretimi ve nihayetinde “küçülme” rakamları Merkez Bankası’nı ve PPK’yı ürkütmüş olsa gerek. Beklentilerin aksine indirime devam edeceklerini açıkladılar. Madem Merkez Bankası faizleri indirmeye devam edecek, 25-50 baz puanlarla hiç vakit kaybedilmesin. Doğrudan 100 baz puanlık bir indirim yapılsın! Merkez Bankası’nın faiz indirimlerinin ardındaki temel beklenti, bankaların düşen faiz ortamında daha fazla kredi vermeleri, üretime destek olmaları. Peki bugüne kadar yapılan indirimler yeni kredi açılması konusunda herhangi bir fayda sağlamış mı? Korkarım hayır! Yapılan indirimler, bankaların bono portföylerini daha ucuza fonlamalarından ve de Hazine’nin artan borçlanmasını daha ucuza yapmasını sağlamaktan öte bir işe yaramıyor. Bankalar bir yandan; Merkez Bankası’ndan “kaptıkları tüyo” ile Hazine’ye cari faizlerden borç veriyorlar, düşen (düşecek) “merkez fonlamasından” para kazanıyorlar. Diğer yandan Merkez Bankası faizleri düştükçe, mevduat faizlerini de düşürme şansını elde ediyorlar, fonlama maliyetleri aşağı iniyor. Merkez Bankası yaklaşık bir yıldır bankacılık sistemini fonluyor. Üstelik bunu da gecelik borç verme faizinden değil, haftalık repolarla yapıyor. Gecelik borç verme faizi yüzde 11.25 (yıllık bileşiği 11.91). Dün yapılan haftalık ihalede ortalama basit faiz 8.78, bileşik faiz ise 9.17 olarak gerçekleşmiş. Fonlama sadece 1 haftalıkGösterge tahvilin bileşik getirisi ise dün yüzde 11.63 (bileşik) olarak gerçekleşmiş. Bankaların fonlamalarını gecelik borçlanma faizinden değil de haftalık repolar aracılığıyla yaptığını düşünürsek, arada yüzde 2.46’lık bir farktan söz edebiliriz. Ancak bankalar veya elinde bono bulundurup, bunu Merkez Bankası’ndan haftalık repo ile fonlayan finans kuruluşları bu kadar para kazanıyor demek yanıltıcı olur. Zira gösterge bononun vadesine 569 (dün) gün varken, fonlama sadece 1 haftalık. Bu denli büyük bir vade uyumsuzluğu olan bir ortamda belki de bu riskin karşılığı olarak yüzde 2.46’lık fark az bile olabilir. Yine de MB’nın fonlama konusunda kolaylık sağlayacağını beyan etmiş olması, bu fonlamanın da en “ehven” koşullarda sağlanacak olması bankaların bu “vade uyumsuzluğu” riskini almalarını kolaylaştırıyor. Merkez Bankası sadece bankaların işini kolaylaştırmıyor, Hazine’nin işini de kolaylaştırıyor. Hazine; Merkez Bankası’nın ucuz fonlaması sayesinde; hükümetin mali disiplinsizliği sonucunda artan fonlama ihtiyacını bu sayede ucuza sağlayabiliyor. Bir anlamda Merkez Bankası; 2001 krizinden sonra çıkarılan yasanın etrafından dolaşarak; Hazine’yi fonluyor dersek hata olur mu? Buna aracılık eden bankacılık sektörüne de bir miktar “komisyon” ödeniyor diyebilir miyiz?Sağlam bankacılık sektörünün algılamasının ve de Türk borsasının diğer gelişmekte olan ülkelerden “ayrışmasının” sebeplerinden biri de bu olabilir mi?
Bugünlerde Türk sermaye piyasalarına şu veya bu şekilde kenarından köşesinden bulaşmış on kişiye sorsanız, dokuzu (ben de dahil bu arada) piyasalarda bir “düzeltme/düşüş” beklediğini söyleyecektir. Herkesin “ezberi” bunu söylüyor: İMKB neredeyse soluksuz çıkmış, düzeltme ihtimali yüksek. Gelişmiş ülkelerde “yaratılan” ’dipten döndük’ havası verilerle desteklen(e)meyince son rallinin bir düzeltmesi başladı. Gelişmekte olan ülkeler de onları takip ediyor, biz de onları izlemeliyiz. Yılların “ezberi” böyle. Peki hayat böyle mi gelişti özellikle son üç haftada? Tabii ki hayır! Değil diğer gelişmekte olanları izlemek, değil onlar düşerken yatay bir seyir izlemek; tam tersine İMKB yükseldi bile...Bonolardaki durum da çok farklı değil. Bir yanda IMF anlaşmasında belirsizlik, diğer yandan bozulan kamu mali disiplini sebebiyle artan iç borçlanma. Bir yandan dış borçlanma zorlukları, diğer yandan yılbaşında itfasından az borçlanacağını açıklayan ancak son zamanlarda itfalarının da üstünde borçlanmaya başlayan T.C. Hazinesi... Buradaki “ezber” ne diyor: Tüm bu olumsuzlukların neticesinde, Hazine borçlanmada zorlanır ve faizler yükselir. Öyle mi oluyor? Kısa süreli bir istisna hariç, hiç de öyle olmuyor. Tam tersine faizler düşüyor. Haa bunda T.C. Merkez Bankası’nın “Faizleri daha da indireceğim” mesajının payı yok değil. Ancak piyasa her zaman MB’nin söylediklerine tam olarak inandı mı ki? Neyse bu ayrı bir tartışma...Piyasadaki “ezber sorunu” nedeniyle özellikle yerli yatırımcıların (geçen hafta Londra’daki toplantıdaki bazı yabancılar da) son gelişmeleri anlamakta zorlanıyorlar. Nasıl oluyor da Türkiye diğer piyasalardan “pozitif olarak ayrışıyor”? Onda dokuzun dışında kalan ve “ezber” dışında hareket edenlerin; yani “onda birin” -ki bunların önemli çoğunluğu yabancı olsa gerek- bunda önemli bir katkısı var. Zira herkesin beklediği olmuyor. Nasıl olsun? Herkes pozisyonları bu yönde almışsa; ve piyasalar bunu hazmetmişse; aynı yöne yeni pozisyonu kim alacak ki piyasalar beklentiler yönünde hareket etsin? Bu hep zor olmuştur. Ne zaman ki herkes aynı yönde bir beklenti içinde, bu beklenti genellikle gerçekleşmez. Daha doğrusu gerçekleşse bile, “beklendiği zamanda” gerçekleşmez. Wall Street kritik yerdeBenzer bir durum ABD piyasaları için de geçerli. Geçtiğimiz hafta ABD endekslerinde teknik anlamda kritik seviyelere gelindi. Dow Jones’ta hem 50 hem de 200 günlük hareketli ortalamaların (HO) altına inilirken; S&P 500’de 50 günlük HO’nın altına geçilirken, haftanın son üç gününde 200 günlük HO önemli bir destek görevi gördü.Teknik seviyelerin altına inilmesi, özellikle Dow Jones Endeksi’nin daha da aşağı gideceği yorumlarını da beraberinde getiriyor. Evet bence de aşağı gidecek. Önce 7.950 ardından da 7.660 test edilecek görünüyor. Ancak hemen değil! Yani yine herkesin beklediği zamanda olmayacak bu! Bu hafta için Dow Jones’ta 8.075 seviyesi; hem günlük, hem de haftalık kapanış bazında önemli. Altına inilmeyebilir, en azından haftanın ilk günlerinde. Zira herkesin beklediği düşüşün tersine; 1995 yılından bu yana gelen, trend bu hafta “destek” olabilir. Düşüşü sınırlayıp, erteleyebilir. Bunun gerçekleşmesi durumunda kısa vadeli bir toparlanma ile 8.260-8.350 bandı bile test edilebilir. S&P 500 için yükselişte 895-910 bandı önemli. Düşüşte ise 878 seviyesi kritik. Dow Jones’ta 8.075, S&P 500’de de 870’in altına inilmesi, çok daha önemli düşüşlerin önünü açacaktır! *** İMKB’de 36.250’ye kadar sorun yokGelelim “ayrışan” İMKB’ye...Geçtiğimiz Cuma günkü 36.780’deki kapanış; son ralli boyunca oluşan trendin altında bir kapanış anlamına geliyor. 36.250’ye kadar önemli bir sorun olmayacaktır. Hatta haftanın ilk günlerinde, G-8 toplantıları sırasında başbakanın, IMF Başkanı ile; 15 dakikalığına bile olsa; görüşmüş olması piyasalara moral verecektir. Nasılsa, IMF anlaşması olacak diye... Bence de olacak olmasına da boşu boşuna ayak direniyor, vakit kaybediliyor. IMF anlaşması umudu piyasaları ayakta tutuyor. Tutuyor tutmasına da (bu da aslında malûm bir “ezber” durumu) anlaşmanın resmiyet kazanması (imzalanması gerekmiyor); korkarım piyasalarda beklenen kâr realizasyonunu başlatacaktır. Zira haftalardır piyasada bu “iyi habere” yatırım yapanlar, sizce daha ne kadar beklerler? Dolar kurları için küçük bir not: Dolar/TL’de 1.5650’nin üzerine geçilmediği sürece 1.5350-1.5550 bandı korunacak gibi görünüyor.Altın için de küçük bir not: 920 doların altına inen ons fiyatı, 905.10’a kadar geriledi. 900 dolar oldukça kritik bir seviye. Hem teknik, hem de psikolojik olarak. Bu seviyenin kırılması 878 doların görülebileceği anlamına gelecektir. Yukarıda ise 928 dolar aşılmayacak gibi...
Son zamanlarda piyasa katılımcıları; Türk borsasının diğer borsalardan neden “ayrıştığını” anlamaya çabalıyorlar. Diğer borsalar düşerken, İMKB değil düşmek, tam tersine yükseliyor. Kısa vadeli veriler ve temel faktörlerle açıklaması zor olan bu ayrışmayı ayakta kalan fonların risk iştahının artmasıyla açıklamak mümkün olmasa da... Salı günü Londra’da İş Yatırım’ın liderliğinde, Yunanistan’dan Piraeus Securities ile İsrail’den Excellence Nessuah Investment House’un ortaklaşa düzenledikleri “Doğu Akdeniz’in Gizli Zenginlikleri” başlıklı toplantıya gösterilen ilgi en azından ipuçları veriyor. Bu toplantıda Türkiye, İsrail, Yunanistan ve Romanya’dan seçilmiş 50 kadar şirket, 100’den fazla yatırım fonunun yöneticileriyle buluştu. İlki; İş Yatırım tarafında 2007 yılında “Türkiye’nin Gizli Zenginlikleri” başlığıyla İstanbul’da yapılmış olan toplantı, 2009’da üç ülkenin aracı kurumlarının ortak çabasıyla daha geniş bir coğrafyayı kapsar hale getirilmiş. Hazırlıkları oldukça zahmetli olan ancak son derece başarılı geçen organizasyona fon yöneticileri beklenenden fazla ilgi göstermişler. Hazırlıklara başlandığında 50 kadar fon yöneticisinin katılacağını bekleniyormuş. Ancak piyasaların rahatlaması, risk iştahının artmasıyla; katılan fonlar beklenenin iki katından fazla olmuş. Bir gün içinde karmaşık bir matriks gibi hazırlanan toplantıların sayısı 400’e yaklaşmış. Bunların yarıdan fazlası da Türk şirketleriyle olmuş.Yoğun ilgi gösterilen toplantı sırasında ve sonrasında konuştuğum fon yöneticileri Türkiye’nin diğerlerine oranla daha fazla dikkat çektiğini ve “üzerine daha rahat hikaye yazılabildiğini” söylediler. Türkiye’nin ayrışmasında bu ilginin payı ne kadar önümüzdeki günlerde daha net göreceğiz. 2007 yılındaki toplantıdan oldukça pozitif geri dönüşler alan İş Yatırım, bu toplantıya gösterilen ilgi sonrasında önümüzdeki dönemden de umutlu.Sesleri fazla yüksek çık(a)mayan bir kaç fon yöneticisi ise özellikle Ağustos ayındaki Hazine itfaları sırasında ve sonrasında; içerden ya da dışarıdan kaynaklanabilecek sorunların, bono faizlerinde ve kurlarda “sıçramalara” yol açacağından(!) dem vurdular. Çoğunluk “pozitif ayrışımcılık” tarafında olduğundan, bu cılız sesleri fazla duyan olmadı.Türk şirketlerine olan ilgi, kriz sonrasında başlayacak(?) toparlanmada Türkiye’nin öncülerden biri olmaya aday olduğu şeklinde yorumlandı. Fon yöneticileriyle yüz yüze görüşen şirket yöneticileri ise, kendilerine yöneltilen sorulardan toplantılara katılan fon yöneticilerinin “temkinli iyimser” bir yaklaşım içinde olduklarını belirttiler.Fon yöneticilerinden IMF’ye pek fazla takılan yok, herkes olacakmış gibi davranıyor! Aksi herhangi bir şekilde konuşulmuyor. Hatta Türk katılımcılar haricinde telekonferans aracılığıyla konuşan Sayın Mehmet Şimşek’e IMF’yi soran bile olmadı. Mali displine geri dönüleceğini belirten ancak IMF anlaşması konusunda “herhangi bir şey” söylemeyen Mehmet Şimşek’in Ekim ayında Meclis’e sunulacak bütçe kanununda “mali kuralın” da yer alacağını söyledi. Nasıl bir kural getirileceğine değinmese de piyasa katılımcıları açısından belki de tek umut vaad eden açıklaması da bu oldu herhalde....Londra’nın feri kaçmış!En son altı-yedi ay kadar önce gitmiştim Londra’ya. Krizin etkileri henüz daha sokağı vurmamıştı. Evet Londra yine kalabalık, yağmura rağmen yine hareketliydi. Ama boş dükkanlara, erken başlayan indirim mevsiminin yeni indirimlerle sürüyor olmasına, sokaktaki insanların ürkekliğine bakınca aklıma bizim 2001’deki günlerimiz geldi... Sanki Londra’nın ışıkları daha bir loş olmuş, feri kaçmış gibiydi...
Doların rezerv para olma özelliği son aylarda daha sık tartışılır oldu. Zayıflayan, bir türlü “güçlü rezerv para” imajına geri dönemeyen doların tahtına yeni varisler aranıyor. BRIC ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) kendi aralarında geçen ay yaptıkları toplantı öncesinde; bir taraftan Çin diğer taraftan Rusya; doların yerine bir para biriminin rezerv olup olamayacağını sorgulamaya başlamışlardı.BRIC aslında bu konuda karar merci olabilecek denli büyük rezerv tutan ülkelerden oluşuyor. Milyar dolar1. Çin Halk Cumhuriyeti 1,9532. (Japonya 1,019)3. Rusya 404Hindistan 262Brezilya 206Peki, BRIC ülkelerinin önerisi doğrultusunda IMF’in değişik para birimlerinden oluşturduğu sepet olan SDR’ın (Special Drawing Right - Özel çekme hattı) rezerv para olabilir miydi? Ya da tahtı sallanan doların yerini euro alabilir miydi? Ya da altın standardına geri mi dönülmeliydi? Önümüzdeki hafta yapılacak G-8 Toplantıları’ndan önce, hafta sonu Çin Dışişleri Bakanı’ndan önemli bir açıklama geldi: Çin; ülkelerüstü bir rezerv para birimi yaratmak yerine; doların rezerv para birimi olarak kalmaya devam etmesi gerektiğini açıklamış. Hatta doların değerini koruma adına çaba sarfeden ABD Hükümeti’ni, bu çabalarından dolayı “takdir” etmiş.Herhalde Çin’in elindeki 2 trilyon dolarlık rezervi aklına geldi. Bir yılda yüzde 32 artan rezervlerin önemli kısmı dolarda tutuluyor. Diğer yandan neredeyse tüm uluslararası ticarete konu olan emtialar, dolar bazında fiyatlanıyor. Hal böyle olunca da, herhangi bir emtiayı almak için dolar ödemeniz, bunun için de dolar talep etmeniz gerekiyor. Henüz daha bu döngü kırılabilmiş değil. Ne zaman ki; en azından bölgesel olarak; temel emtiaların fiyatları dolar dışında başka para birimleriyle “kote edilir”, ancak o zaman yeni rezerv para(lar) tartışılabilir. Bu da ancak reel ekonomide ve de iş yapma biçimlerinde yaşanacak köklü değişikliklerden sonra mümkün olabilir. Düşünsenize doların yerine önerilen SDR bile dolar cinsinden “kote ediliyor”. “SDR/dolar paritesi” IMF tarafından günlük olarak, içindeki paraların ağırlıklarına göre hesaplanarak web sitesinde yayınlanıyor. Yüzde 40.8 dolar, yüzde 37.3 euro, yüzde 12.3 Japon yeni ve yüzde 9.6 sterlinden oluşan SDR’ın içindeki paraların dolar karşısındaki değerlerinden, yeniden SDR’ın dolar değeri hesaplanıyor. Bu kadar “bağımlı” bir hesaplama varken tek başına SDR’ın bir rezerv para olması özelliğinden söz etmek biraz zor. Hem Çin hem de Rusya, rezervlerini alıp-satarak yönetiyorlar. Yaptıkları açıklamalarla piyasalara yön verebiliyorlar. Bir anlamda “alım/satım - yani trade- için” ihtiyaç duydukları haberleri kendileri “oluşturabiliyorlar”. Sırf bu sebepten dolayı özellikle bu iki ülke bu konuda adım atmadıkları sürece doların rezerv para olma özelliğinde yakın vadede pek fazla birşey değişmeyecektir.
Geçtiğimiz hafta içinde 73.03 doları gören ABD ham petrol fiyatları haftanın son gününde 66.20’ye kadar geriledi. Haftanın ortasında ABD’de ham petrol stokları 2.1 milyon varil azalması beklenirken, 3.7 milyon varil azalmasına rağmen...4 Temmuz Bağımsızlık günü nedeniyle dün itibariyle ABD’de başlayan “tatil sezonuna” (Amerikalıların arabalarıyla tatile gittiği dönemlerden kalan adlandırmasıyla “Driving Season”) rağmen ...Böylesi bir düşüş yaşanıyor, ilginç bir gelişme!WTI (ABD ham petrolü) varil fiyatları, 2008 yılında tam da “tatil sezonu” öncesi 145.6 dolar ile zirvesini görmüştü. Tatil öncesi artan talebi de kullanan petrol spekülasyonu, ABD’yi derinden atkileyen kriz karşısında çözüldü ve bu yılın Ocak ayında 32.8 dolara kadar geriledi. Bu dip seviyesinden, geçtiğimiz haftaki zirveye kadar olan 5 aylık bir süre içinde yükseliş, yüzde 124’ü buldu. Bu denli hızlı çıkışın ardında insanlara umut aşılayan “yeşil filizler” senaryosu kadar, aşırı düşmüş fiyatlardaki makul seviyelere doğru düzeltmenin payı vardı. 32 dolarlar ihraççı ülkeler için kabul edilebilir, kâr edilebilir seviyeleri hayli zorluyordu. Yükselişin bir kısmı yine spekülatif idi. Zira fiziksel petrol fiyatları; tüm bu yükseliş boyunca “kağıt petrol fiyatlarının” (vadeli ham petrol kontartları) gerisinde kaldı. Ya da ’işler yoluna giriyor, dip görüldü, talep artacak’diye düşünlerin; vadeli kontratlardaki alımlarıyla fiyatlar yükseldi. Sanal petrol, fiziksel petrolü yükseltti de denebilir. Ancak hem açıklanan işsizlik verileri hem de resesyon endişelerinin getirdiği “depresyon” yükselişi haklı çıkaracak böylesi bir talep olmayacağını gösterdi ki petrol fiyatları tam da “tatil sezonunun” açılışında düştü.Nasıl düşmesin? Bloomberg’in haberine göre; bu seneki tatil sezonunda New York, Manhattan’da 92 dolara otel, 200 dolara hafta sonu için otel+uçak tatil paketleri bulunabiliyormuş. Belli ki eski yıllardaki talep yok, hem yer bulunabiliyor, hem de fiyatlar düşüyor.Ya ABD’li tüketiciler “yeşil filizleri görmemişler” ve korkuları devam ettiği için tüketmiyor; ya da artan işsizlik, rakamlara yansıdığından daha vahim... Böylesi bir dönemde petrol fiyatları geriliyorsa, daha da aşağı gidecek yolu var demektir. Altın hariç tüm emtialar arasında en fazla ve de en hızlı yükselen petrolün biraz soluklanması bizler için iyi haber. Teknik analiz olarak bakıldığında ilk hedef 63.60 ardında asıl hedef 58 dolar gibi görünüyor!
Değişik kıyaslamalar yapılıyor... Değil 2001 krizi, 1945 savaş yılında dahi görülmeyen oranda küçüldük! İlk çeyrek verilerini açıklayan ülkeler arasında en fazla küçülen altıncı ülke olduk. Ya da gelişmekte olan ülkeler arasında en fazla küçülen üçüncü ülke olduk gibi...Önceki gün açıklanan yüzde 13.8’lik 2009 yılı birinci çeyrek küçülmesinden bahsediyorum. Veri açıklanmadan önce ekonomistler arasında yapılan araştırmaya göre beklenti yüzde 12 civarındaydı. Beklentilerin de ötesinde bir daralma. Hem iç talep hem de dış talep daralması bir araya gelince adeta boğulmuşuz. Ticaret ve inşaattaki daralmalar doğal olarak da yatırımların durması küçülmeyi hızlandırdı. Beklentilerde daha da fazla küçülen ekonomi, piyasalardaki herhangi bir dengeyi bozmadı. Hatta piyasaları “ırgalamadı” bile. Borsa yükselmeye, kur ve faiz düşmeye devam etti. Merkez Bankası başkanının “erken uyarısı” ile çift haneye çoktan kanıksamış olan piyasalar aynen yollarına devam ettiler. En kötüsü görüldü, daha kötüsü ol(a)maz herhalde diyerek kendi oyunlarına döndüler.Sadece piyasalar mı? Siyasiler, halk da kanıksamış. Siyasiler haftalardır belge-kağıt parçası tartışmasının ortasında “sıradan fanilerin sıradan sorunuyla” ilgilenmediler bile! Finansal piyaslardaki olumlu tabloya bakan Sayın Erdoğan’ın yine şaşırtıcı bir yorumla; “Dünyayı saran bu büyük krizin ülkemizi etkilemediğini asla söyleyemeyiz. Ancak dünya ülkeleriyle kıyaslandığında, Türkiye’nin bu zor dönemi en az hasarla atlatan ülkeler arasında olduğu da bir gerçektir.” demiş. Bir başbakan, bir politikacı olarak, olayın “pembe” tarafından bakma çabasını anlıyorum da... Sanayi üretimi, ihracat, işsizlikten sonra şimdi de dramatik bir küçülme... Daha kötü ne olsaydı Başbakan; olayın vehametini anlayıp; bizleri iyiden iyiye saf yerine koymazdı, merak ediyorum. Kurlara ve faizlere bakan ekonomi yönetimi ve başbakan, bir kriz görmüyor olabilir. İşsizlik maaşları ve tazminatlar bitip de iş aramaya sokağa çıkan ancak elleri boş dönenler için durum hiç de öyle değil. “Hanedeki kriz” önümüzdeki bir kaç ayda daha çok anlaşılacak. Gelin önce anlaşalım. Bu kriz bizi; krizin “membaı” ABD’den ve de Avrupa’dan bile daha fazla vurdu. Sayın başbakan ve de hükümet bunu kabul etsin. Zira İktidar kriz öncesindeki likidite bolluğunu kendi başarısı olduğunu ve bu bolluğun her daim devam edeceğini zannetti. Tam bir Ağustos böceği vakası... Durumun yarattığı rehavetle, bu ülkenin “üretim damarlarının kurumasına” göz yumdu. En fazla istihdamı yaratan tarım ve tekstil gibi istihdam yoğun sektörleri gözden çıkararak yapıldı bu...Bugün gelinen noktada ne üretim canlandırılabiliyor, ne de istihdamın kısa zamanda arttırılması söz konusu. Taşıma suyla yine gemiyi yüzdürmek; tıpkı ABD de Wall Street’in yaptığı gibi; “eski oyuna” dönmek için ciddi bir çaba var. Olan oldu, önümüze bakalım diyebilirsiniz. Nasılsa toparlanma olacak; hele ki son çeyrekte; “baz etkisi” nedeniyle şaşırtıcı pozitif rakamlar bile görülebilecek.Olabilir. Peki sürdürebilecek mi?Eğer iktidar; önce krizin varlığını kabul edip, kriz öncesi ve kriz sırasında yaptığı hataların bir değerlendirmesini yapmaz ise hayır! Bu değerlendirme samimiyetle yapılmadıkça, başımız belâdan kurtulamayacak.
Dün sabah VOB Genel Müdürü Çetin Ali Dönmez CNBC-e’de son günlerde VOB’daki işlemlerle ilgili tereddütlere açıklık getiriyordu. İşlem hacminin yüzde 90’ının yerli yatırımcılar tarafından yapıldığını ve ’normalin dışında’herhangi bir işlemin söz konusu olmadığından söz ediyordu. Olağandışı işlemlerin tespit edilebilmesi için İMKB ile VOB’un işbirliğini artırması gerektiğine değinen Dönmez; tek hisseye dayalı vadeli ya da opsiyon sözleşmelerinin önümüzdeki yılın ilk çeyreğinde işleme açılacağını da ekledi. Borsadaki işlemlerin aracı kurum bazında değil, hesap bazında takip edildiğini, herhangi bir “hesabın” da açık pozisyonların yüzde 10’undan daha fazlasına sahip olamayacağını açıkladı. Günün erken saatlerindeki bu söyleşiden saatler sonra; öğleden sonra 15:40 sıralarında VOB piyasası işleme kapandı. Saat 16:50’ye kadar aracı kurumlara herhangi bir resmi açıklama yapılmadı. İşlemlerin 17:05’te yeniden 30 dakikalık bir seans için yeniden başlayacağı açıklandı. Kesintiye sebep olarak da VOB ile Takasbank ile arasındaki iletişim hatlarındaki sorun gösterildi.Son günlerde; VOB Endeks 30 Haziran kontratlarında fiyatların yapay oluştuğu ile ilgili yorumların yapıldığı bir dönemde yaşanan bu kesinti; aracı kurumlara SPK’nın baskın yaptığı gibi; değişik söylentileri de beraberinde getirdi. Sadece kesinti değildi VOB açısından dünü ilginç kılan. Dün ilk seansın sonrlarına doğru vadesine hepi topu birbuçuk (!) gün kalan İMKB 30 Endeks Haziran kontratının; bir ara gerçek IMKB endeks 30’un 450-500 puan üzerinde işlem görmesi de ilginçti. Bu denli yüksek farkı iki günlük belirsizlik ya da iki günlük faiz farkı ile açıklama hayli zor. Önemli gelişmelerden bir diğeri de VOB’daki kesintinin yaşandığı sıralarda İMKB’ye gelen yüklü satışlardı. Kesintinin hemen ardından VOB’un internet sitesinden çok da tatmin edici olmayan bir açıklama yapılsa da VOB gibi bir “öncü göstergeyi” yitiren İMKB’de pozisyon alanlar, “ne olur ne olmaz” diye pozisyonlarını boşaltmayı tercih ettiler. Dün VOB’da yaşananlar bir kaç yeni soru işareti oluşturdu kafalarda. Aslolan İMKB mi yoksa onun “türevi” durumundaki VOB mu? Görünen o ki “boynuz kulağı geçmiş”... Türev aslını kontrol eder hale gelmiş. Bir başka soru işareti de VOB’da sorun yaşandığı sırada (ya da tersi durumda) İMKB’de de işlemler durdurulmalı mı? VOB’daki “kesinti” sırasında İMKB’de işlemlerin devam ediyor olması, İMKB yatırımcılarının bazılarının ciddi zarar etmelerine yol açtı. Tersi bir durum henüz olmadı, ama olmayacak demek değildir.SPK, İMKB ve VOB bu konuda acaba bir “olağanüstü hal” yönetmeliği oluşturamazlar mı? Tıpkı şirketlerdeki olağanüstüğ haberlerde olduğu gibi İMKB (ya da VOB) kısa süreli işleme kapatılamaz mı?Kimse de bu duruma “serbest piyasaya” ya da “piyasa likiditesine müdaledir” demesin. Piyasaları açık tutarak yanlış ya da yanıltıcı bilgi nedeniyle yatırımcıların daha fazla zarar görmesine neden olunmuyor mu?Dün yaşananlar; Sayın Dönmez’in dün sabah yaptığı aşırı iyimser ve biraz da piyasa gerçeklerinden uzak yorumlarından çok daha gerçekçi iyi bir “erken uyarı” gibiydi...