Tarih üzerinden hesaplaşma

25 Kasım 2011

Yıllarca konuşamamış olmanın, geç öğrenmenin sıkıntıları yüzünden bugün her şeyi birden konuşmaya çalışıyoruz.Bu konuşma çabası iyi de, tartışmaya katılanların birçoğunun bilgiden hayli yoksun oluşu ciddi bir sorun. Lise tarih kitabından ya da bir tek kaynaktan öğrendiklerini yeterli zannedenler de bağırarak konuşunca ortaya “kakofoni” hali çıkıyor.***Tarihçiler, tarihin her köşesini, her dönemini araştırmak için vardır. Tarihçiler Dersim’i de araştıracaktır, İstiklâl Mahkemelerini de inceleyecektir. Ama şu andaki durumumuz, tarih üzerinden hesaplaşma girişimleri dolayısıyla öğrenmek yerine eski mevzilerde tutunmaya çalışmak, tartışmak yerine her farklı fikrin ardında hesap aramaktır.***Dersim olayını öğrenmek, Kürt meselesinin ve Alevi meselesinin nasıl bu hale geldiğini kavrayabilmek için şarttır.Kürt meselesi bugün hâlâ bu boyutta yaşanıyorsa, temelindeki en büyük olaylardan biri Dersim operasyonudur.Kürt meselesini anlayabilmek için Dersim’i doğru bilmek gerektiği gibi, Türkiye’deki iç savaş ve darbe ortamı yaratma faaliyetlerini anlayabilmek için 1980 öncesindeki Maraş, Malatya olaylarını, 1 Mayıs’ı, daha sonraki Sivas katliamını da öğrenmek ve bunların tezgâhçılarını sanık sandalyesine oturtmak şarttır.***Tarih üzerinden hesaplaşma, bu ülkede bir daha kıyımlar olmaması, darbelerin yolunu açmak için iç savaş ortamları yaratılmaması; ülkeyi kaosa düşürmek amacıyla laik aydın cinayetleri tezgâhlanmaması için yapılmak zorundadır.Tarih üzerinden hesaplaşma farklı siyasi görüşlerin mücadele aracı olarak kullanılırsa, toplumun düşünce ve vicdan dünyasında temizlenmeyi sağlamak zorlaşır. Bunun sonucu da herkesin kendi konumu üzerinden savaşa devam etmesi ve savaşırken bilgi kirliliği yaratmasıdır.***Türk toplumu Dersim’i yeni öğrenmeye başladı. Daha 6-7 Eylül’ü öğrenecek. Maraş’ta kıyım tezgâhlarının nasıl kurulduğunu öğrenecek. Dersim’de öksüz ve yetim kalan Kürt çocukların akıbetlerini de öğrenecek, 1915’in öksüz ve yetim Ermeni çocuklarının dramlarını da öğrenecek.Öğrenecek çok şey var. Yeter ki bu öğrenme süreci küçük hesaplarla kirletilmesin.

Devamını Oku

CHP sağa yerleşiyor

24 Kasım 2011

Geçen hafta dört önemli konu tartışıldı ve CHP bunların her birinde aldığı tavırlarla sol siyasetle ilişkisini biraz daha kopardığını gösterdi.Dersim gibi bir olay, ister kendi ülkesinde olsun ister dünyanın herhangi bir yerinde, sol siyasetin alabileceği bir tek tavır vardır, mağdurların yanında olmak, “devleti kurtarmak” adına işlenen suçların hesabını sormak.CHP’nin tepesi Dersim konusunda bir tavır almadan Başbakan ile içeriği boş polemiklere girişirken partinin içindeki devletçi-muhafazakâr kanat kimliğine uygun olarak Dersim operasyonunu savundu.***Bedelli askerlik meselesinde de CHP’nin tavrı belli olmazken, parti adına yapılan bazı çıkışlar yine ağır “militarist-devletçi” kokular saçtı.Hükümetin içinden gelen “vicdani ret” konusunda CHP’nin hiç sesi çıkmadı. Vicdani ret, yani inançları dolayısıyla askerlik yapmama hakkı sol partilerin ağırlığı olan bütün ülkelerde bu partilerin üzerinde durdukları ve geçekleşmesini sağladıkları bir haktır. CHP’de egemen devletçi-muhafazakâr ruh böyle bir hakkın varlığını kabul edemiyor.***Kürt siyasetinin geriletilmesi. PKK-KCK etkinliğinin kırılması amacıyla yürütülen KCK operasyonlarının ulaştığı boyut da CHP’yi rahatsız etmiyor. Darbeye hazırlık faaliyeti sanıklarının avukatı olma görevini ısrarla sürdüren CHP’nin ilgi alanı içinde KCK operasyonlarıyla getirilen fiili siyaset yasakları yer almıyor.Bütün önemli sorunlarda tutarlı bir politikası bulunmayan, kimliğini yöneticilerinin bile tanımlayamadığı ve tek siyasi duruşu “AKP karşıtlığı” olan bir siyasi partinin değil iktidar adayı olması, ciddiye alınabilir bir muhalefet partisi olması bile mümkün değildir. CHP’ye oy verenlerin önemli bir bölümünün de ülkenin oy verdikleri parti tarafından yönetilebileceğine inanmadığı kamuoyu araştırmalarında ortaya çıkıyor.***Sonuçta CHP kimlik yokluğuyla, “ulusalcı-devletçi” ruhu solculuk zanneden kasaba politikalarıyla ciddi bir erime süreci içine girmiştir. Bu erimenin ucunda gerçek bir sol parti ışığı ortaya çıkmazsa da Türkiye fiili bir “tek parti” yönetimine mahkûm kalır.

Devamını Oku

Büyük eşik aşıldı

23 Kasım 2011

Türk toplumu, hayatının büyük bölümünü “kapalı” geçirdiği için tarihindeki birçok olayı, resmi tarihin ezberlettiği kadarıyla biliyordu. Artık öyle değil. Türk toplumu da açık düzene geçmenin faydalarını görüyor.Tarihinin, resmi tarihte anlatılan, ezberletilen kadar olmadığını öğreniyor.Kolay bir geçiş değildir bu. Ülkenin doğusunda başka dil konuşan insanların varlığından bile habersiz, öyle olduğunu ancak askerlikte görüp de öğrenmiş, daha ötesi hakkında hiçbir bilgi sahibi olmadan yaşamını tamamlamış olanların sayısı çok fazlaydı.Padişahların tümünün adil, akıllı, sadece din adına savaşan insanlar olduğunu sananların sayısı da çok fazlaydı...H H HBir toplumun ne kadar az bilirse o kadar kolay yönetileceği fikriyle hareket edenlerin çağı çoktan kapandı. Tarihini doğru bilmenin iyi bir gelecek için şart olduğunu artık insanlar öğrendi, bu noktadan geriye dönüş olması da mümkün değildir.Üstelik tahrif edilmiş birkaç bilgi kırıntısıyla yaşamış onca kuşağın ardından gerçeklerle yüzleşmek kuşkusuz kolay değil. Bunları kabul edebilmek, bir tür travmadan geçmeden olmuyor.Başbakan Erdoğan dün, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olarak bu travmayı atlatmak üzere en büyük eşiğin aşılmasını sağladı. Aslında açıkladığı belgeler biliniyor. Ama önemli olan, bunların Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı’nın ağzından açıklanması ve “özür” sözcüğünün telaffuz edilmesidir.H H HDevletin resmi belgelerine göre Dersim olayının bilançosu 14 bin ölü ve 10 bin sürgündür. Bilançodaki sayıların ardının geldiğine ilişkin de birçok belge ve bilgi vardır. Yine belge ve bilgiler, Dersim’de bu sayıları haklı çıkarabilecek bir isyan hareketinin olmadığını da göstermektedir.Ankara’nın o dönemdeki bu kanlı “tedip - edep verme” operasyonunun siyasi, toplumsal ve kişisel kaynaklarını tarihçiler araştırmaya devam edecek, toplumu daha bilgilendireceklerdir.H H HErdoğan’ın en büyük manevi eşiğin aşılmasını sağlamasının ardından, tarihimizin diğer karanlık olaylarıyla hesaplaşmamız çok daha kolay olacaktır.Sadece 1915 Ermeni tehciri değil, Türkiye Rumlarının kovulmaları, onlara yapılan baskılar, Türk Yahudilerine uygulanan ayrımcılık, 6-7 Eylül ve benzeri ırkçı operasyonlar da gündeme gelecektir.Dünkü “özür” sayesinde bütün bunlarla yüzleşebilen, normal bir toplum olmamız yolunda önümüze büyük kapı açılmıştır.Türk toplumu öğrenmeye, Türk devleti özür dilemeye devam edecektir ve kimse merak etmesin; bu yol, toplumun birçok hastalığının giderilmesi için en sağlam yoldur.

Devamını Oku

İnşallah doğrudur

22 Kasım 2011

Taraf Gazetesi’nin yayın politikasını beğenenler olduğu gibi, beğenmeyenler de var ve belki beğenmeyenler daha çoktur. Ama Taraf’ın Ankara’da ciddi kaynakları bulunduğuna kuşku yoktur.Taraf’ın son haberi Ankara ile PKK arasında anlaşma sağlandığı şeklinde.Buna göre, kalan tek pürüz anlaşma sağlandığını kimin açıklayacağı.Devlet açıklamayı Kandil’in, PKK ise Abdullah Öcalan’ın yapmasını istiyor.Eğer bu haber doğruysa, “barış bazen çok uzakta göründüğü zaman aslında en yakındadır” diyen iyimserler haklı çıkmış olurlar. İnşallah doğrudur.***Silahla, terörle gidilebilecek bir yer kalmadığını Kürt siyaseti çoktandır biliyor. PKK’nın bütün Kürt siyaseti üzerinde kurduğu kontrol sistemi dolayısıyla bu gerçeği açıkça ifade etmekte güçlük çekenler olabilir, ama anlaşma haberini Kürt siyasetinin bütün unsurlarının da bütün Kürtlerin de sevinçle karşılayacağına kuşku yoktur.***Gündeme geldiği anda silah bırakılmasına karşı çıkacak, “davanın satıldığını” söyleyerek silahla yaşamakta ısrar edecekler de olabilecektir, olacaktır.Hatta bunlar çok daha kıyıcı eylemlere de girişebilirler, ama süreci sabote etmelerine, anlaşmaya sahip çıkanlar izin veremez, vermemelidirler.Silah bırakıldığının açıklanmasının ardından, gerek içeride hâlâ dağda dolaşanların, gerekse Kuzey Irak’taki askeri yapı içinde yer alanların uyumunun sağlanmasında güçlükler çıkacaktır.En önemli güçlük, Habur olayında yaşandığı gibi, gereksiz gösteriler ve o gösterilerin doğuracağı tepkilerdir.Bunların giderilmesi de kamuoyunun meseleyi sahiplenmesiyle ve her türlü çelmeye karşı çıkmasıyla mümkündür.Türk siyasetinin bütün tarafları da bu sürecin tamama erdirilmesi çabalarına destek olmak zorundadır.***Silahların sustuğu, hapishanelerin boşaldığı bir Türkiye herkes için çok değişik bir Türkiye olacak. Her şeyin açık açık konuşulabildiği bir Türkiye’de, hiç kimsenin hiç kimseden korkmadığı bir Türkiye’de hayatın ne kadar farklı olduğunu göreceğiz. Ve yine kaybettiğimiz zamana, insana, yaşadığımız acılara yanarak, “nasıl bu kadar aymaz olabildik” diyeceğiz.İnşallah doğrudur...

Devamını Oku

Anayasa uyutmaları

21 Kasım 2011

Ankara’da anayasa konusundaki faaliyetsizliğin iki nedeni olabilir. Terör, Suriye falan derken Ankara yine yoruldu, anayasa gibi ciddi yoğunlaşma gerektiren bir çalışmaya giremiyor.Eğer faaliyetsizliğin nedeni yorgunluk değilse, bilinçli bir “uyutma” hâli var demektir. Tabii “uyutma”nın da mutlaka belli bir amacı vardır.Meclis’te grubu bulunan dört siyasi partinin eşit sayıda üyelerle katıldığı bir hazırlık komisyonu kurulması, bir ilk adım olarak olumlu karşılanmıştı. Üye sayısının eşit tutulması, AKP’nin diğer siyasi partileri de anayasa çalışmasına ağırlıklı olarak katılmalarını teşvik iradesi olarak görülmüş ve desteklenmişti.Fakat komisyonun çalışma şekli, siyasi parti sözcülerinin ve liderlerin bir süredir anayasayı hiçbir şekilde gündemlerine almamaları da göz önüne alındığında, “uyutma” ve zaman geçirme görüntüsü güçleniyor.Hazırlık komisyonunun, eşit üyeyle katılan siyasi partilerden birinin çekilmesi durumunda dağılacağı açıklanmış ama böyle bir ihtimalde yeni anayasa çalışmasının nasıl devam edeceği de açıklanmamıştı...***Otuz yıldır anayasa konuşuluyor, tartışılıyor. Geçen otuz yıl içinde belli bir yol alındığını, ilerleme kaydedildiğini halkın açık olarak sivil demokratik anayasa yönünde irade beyan etmiş olmasıyla da görüyoruz.Bunlar genel seçim öncesinde çok tekrarlandı, seçim sonrasının ilk sıcak günlerinde de defalarca aynı tespitlerde bulunuldu. Ona rağmen bir “uyutma” ya da “uyuma” halinin ortaya çıkmış olmasının muhtemel nedeni olarak iki görüş ortaya çıkıyor...- Yeni anayasa kaçınılmaz olarak, Kürt vatandaşlara ilişkin ayrımcılıklardan arındırılacaktır. Şu andaki “uyutma” halinin nedeni olarak da siyasi iradenin bu düzenlemenin yapılması için PKK’nın silah bırakmasını beklediği yolunda görüşler var.- Eğer siyasi iradede “sen silahı bırak ben sana eşit anayasal hak vereyim” tavrı geçerliyse bu, sadece gerçekten sivil ve demokrat bir anayasayı tehlikeye atacak bir durumu işaret eder. Ve bu yaklaşım, “teröre rağmen demokratik süreç işleyecek” vaadine tümüyle terstir dolayısıyla ancak sorunların devamına katkıda bulunabilir.***Anayasa “uyutma”sının bir başka muhtemel nedeni olarak Başbakan Erdoğan’ın tekrar başkanlık sistemini gündeme getirme isteği gösteriliyor. Kuşkusuz bu konu tartışılabilir. Ama böyle bir sebebin yeni anayasa çalışmalarında iyice ağırdan almanın gerekçesi olmasını savunmak kolay değildir.Ankara sivil-demokrat-çağdaş-medeni bir anayasa yapma işinin üstesinden bir kez daha gelemezse, her şey unutulur, bu unutulmaz.

Devamını Oku

Dersim’in ötesi

20 Kasım 2011

Resmi tarihin “tabu” olarak belirlediği, üzerine asla araştırma ve tartışma izni verilmemiş konulardan biri Dersim olayıydı. Dersim bu konulardan sadece biridir.Resmi tarihin mevcudiyeti dolayısıyla sadece cumhuriyet dönemiyle değil, Osmanlı dönemiyle de ilgili birçok gerçeğin gün yüzüne çıkarılması için çalışmak gerekiyor. Çünkü resmi tarihlerde bazı gerçekler varsa bazı gerçekler de yoktur. Olaylara sadece belli bir açıdan bakılmıştır, gerçeklerin diğer yüzleri görmezden gelinmiştir. O yüzden de gerçeklere yaklaşmak için çalışmak gerekir. Tabii bunun için de en azından çalışmayı önleyecek yasaklar artık olmamalıdır.Resmi tarih zorlaması bize özgü değildir; aynı zamanda otoriter siyasi iktidarlar varlıklarını meşrulaştırmak, iktidar sürelerini uzatmak için kendi resmi tarihlerini yaratır, insanların o yaratılmış tarihe inanmaları için de neyi gerekli görüyorlarsa yaparlar.Resmi tarihlerde genellikle sadece “şanlı geçmiş” vardır. Bir de bu “şanlı geçmişe” leke süren “hainler” ve “düşmanlar”. “Şanlı geçmiş”ler tartışılmaz, kahramanlar sadece kahramandır, asla yanlış yapmazlar, her yaptıkları doğrudur, halkının yararı içindir.***Dersim gibi olayların resmi tarihin anlattığı şekilde gerçekleşmemiş olduğunun ortaya çıkması kuşkusuz o tarihe gönülden inanmış olanlar için sarsıcıdır.Aynı durum, belli iktidar imkânlarını resmi tarih sayesinde ellerinde tutanlar içinse “tehlike”dir.Dersim’le ilgili gerçekler konuşuldukça ortaya çıkan tepkilerin bir bölümü de tümüyle bu “iktidarı kaybetme” kaygısının ürünüdür. Kendilerine her anlatılanın doğru olmadığını görenler başka konularda da soru sormaya başlar. Sorular arttıkça da kapalı kalmış alanlar sayesinde iktidar olanların durumları tartışmalı hâle gelir.Ancak toplumumuzda neredeyse yerleşmeye başlayan “bölünme” yüzünden tarihin gerçeklerini öğrenmek yerine bu gerçekleri “kullanmak” veya “kullanılmasını engellemek” refleksleri daha çok öne çıkıyor.Kimileri Dersim’i bütün cumhuriyetin ve Atatürk’ün inkâr yollarının açılması gibi görüyor. Öte yandan, Osmanlı ile ilgili “şanlı olmayan” bir bilgi ortaya çıktığı zaman da diğerlerinin tepkisi aynı olabiliyor.Amaç gerçeği öğrenmek yerine sadece kendi bakış açılarını güçlendirmek, “karşısı” olarak görülen kesimi zayıflatmak olunca da tartışmalar sağlıksız hale gelebiliyor.Asıl güdü “kullanmak” olunca, birkaç bilgi kırıntısına sahip olanlar tarihçi kesilebiliyor.İşin aslı şudur ki hiçbir ulusun, hiçbir toplumun geçmişi sadece “şan şeref”le dolu değildir. Hiçbir kahraman “hatasız, üstün insan” değildir. Bizim tarihimizde de Dersim gibi, kimsenin övünmesi mümkün olmayan birçok olay vuku bulmuştur. Bütün bunları öğrenmeye çalışmak da, hedef başka kirlilikler yaratmak değil, gerçeği ortaya çıkarmak olduğunda toplumun sağlığına yarar.

Devamını Oku

AKP’deki ‘ulusalcı damar’

18 Kasım 2011

Kendisini “muhafazakâr demokrat” olarak niteleyen bir siyasi partinin “muhafazakâr tarafı,” öne çıktıkça geleneksel “ulusalcı” tavır ile örtüşmeye başladı.AKP’nin iktidar olmasının ardından, demokratik reform olarak adlandırılan birçok icraatı gerçekleştirdiğine kuşku yoktur. Bu sayede kendisini klasik merkez sağ partilerden ayrı bir çizgide tutabilmiştir.Son referandumda BDP’nin muhafazakâr-devletçi kanatla birlikte hareket etmesiyle başlayan, seçim öncesinde de büyüyen bir AKP-BDP “çekişmesi” ortaya çıktı.Bunun ardından PKK terörünün tırmanmasıyla birlikte, AKP içindeki “ulusalcı damar” da öne çıkmaya başladı. Terör ne zaman tırmansa, yarattığı tepkilerin sonucu her zaman MHP’ye oy yönelimi olmuştur.Bu kez, AKP’nin dili de değişti.***“Ulusalcı” siyasetlerin Kürt meselesiyle ilgili geleneksel bir bakışı vardır. O bakışın bir yanı her zaman “Onların bir şey istemeye hakları yok, bir hak vermek gerekirse biz veririz” tavrı olmuştur. Cumhuriyetin başından beri bu tavır geçerlidir ve devamında da Kürtlerin siyaset alanının genişlemesinin her zaman kuşkuyla karşılanması vardır: “Gelsinler, bizim kabul ettiğimiz partilerin içinde siyaset yapsınlar, başka siyasetler geliştirmesinler.”Çünkü “başka siyaset” demek her zaman müesses nizam için tehlike demektir. Tehlikeleri gidermenin birinci yolu da “asayiş”e ağırlık vermektir. Buna rağmen farklı siyasetler geliştirmek isteyenler ancak “ülkesinin birlik ve bütünlüğünü bozan hainler”dir.***En kabasından biraz “inceltme”ye gitmiş olanına kadar, “ulusalcı” sıfatı çerçevesinde yer alan siyasetlerin bakış açısı hep aynı olmuştur, şu anda da öyledir.O bakış açısı, AKP sözcülerinin konuşmalarında da giderek yerleşiyor. Bunu görmek için açık “ulusalcı”ların beyanlarıyla AKP sözcülerinin beyanlarını yan yana koymak bile yeterlidir.“Ulusalcı” çevreler AKP-BDP çatışmasından, AKP sözcülerinin sürekli Kürt siyasetlerini hedef almasından, KCK operasyonlarından doğal olarak rahatsız değil. Mevcut ortamın daha da gelişmesini istiyor, sadece AKP ile aynı hatta görünmemek için bunun nedeninin açılım politikaları veya kabaca “AKP’nin Kürtleri şımartması” olduğunu düşünüyor, söylüyor ve yazıyorlar.***Eğer geleneksel ulusalcı-devletçi ruhun bugünkü sözcüleri AKP’ye çeşitli şekillerde “nihayet doğru yola geldiniz” diyorsa AKP’nin çok iyi düşünmesi gerekir. Ama şu anda AKP bunu düşünmek yerine, yükselmiş “ulusalcı damar”ın peşinden gitmeye daha hevesli görünüyor. Bunun ucundaysa “demokratlığın” iyice aşağıya inmesi vardır ki, o zaman da AKP’nin geleneksel merkez sağ partilerden herhangi bir farkı kalmaz.

Devamını Oku

CHP yine geriye

16 Kasım 2011

Bir grup CHP’li, Tunceli vekillerinin Dersim olayıyla ilgili girişimde bulunmasına tepki gösterdi. Bu CHP’liler Dersim olayının konuşulmasını istemiyorlar. Bu tavrı solculuk ve demokratlık açısından herhalde diğer CHP’liler de değerlendireceklerdir.Dersim’in konuşulmasını istemeyen CHP’liler, Avrupa ve Güney Amerika’daki solcu partilerin iktidarlarına da değinmişler. Ama belli ki bu ülkelerde iktidar olan solcu partilerin siyasetlerini pek izlememişler.***Genel Başkan değişikliği ve Kılıçdaroğlu’nun “yeni CHP” demesiyle, CHP’ye ilişkin umut ve beklentiler artmış, ancak bu hareket seçimde yüzde 30’luk bir oy oranına ulaşamamıştı.Dersim denildiği zaman tüyleri diken diken olan ama kendilerini solcu ve demokrat sayanların egemen olduğu bir partinin siyaset alanı muhafazakâr-devletçi-faşizan hatta kapanmaya mahkûmdur.CHP’nin son dönemi de bir yanda Silivri’yle diğer yanda da ardı gelmeyen yolsuzluk iddialarıyla tıkanmış durumdadır.Bir muhalefet partisi elbette her aksaklığın üzerine gidecektir. Ama ortaya attığı iddialar ve onları savunma biçimi inandırıcı, ikna edici olmadığı zaman da geri döner, iddia sahibini yaralar.Uzun tutukluluğa tepki sadece Silivri için dile getirilir, diğer siyasi davalar görmezden gelinirse yine tutarlılık meselesi gündeme gelir.CHP’nin gömüldüğü muhalefet çizgisinin şu anda Baykal dönemindeki çizgiden herhangi bir farkı kalmadı.Günübirlik konuşmalar ve günü süslü bir lafla kurtarma siyasetinden Türk halkı çoktan bıktı ve bu siyaset üslubunun iktidar yolunu açması artık hiç mümkün değil.***Van depremi dolayısıyla pek çok tartışma yaşandı, hükümete ve devlete birçok eleştiri yöneltildi.Bu gibi olaylarda iktidarlar her zaman, ister istemez yıpranır, hele bizimki gibi ülkelerde idari yanlışlar daha da çok olur.Depremin ardından yapılan son kamuoyu araştırması açıklandı. Bugün seçim olsa AKP’ye oy vereceklerin oranı yüzde 55,6’ya çıkarken, CHP’nin oy oranı yüzde 19.8’e inmiş görünüyor.Silivri nöbetleri ve sürekli “hırsızlar” diye bağırmakla oyunu artırmak bir yana, Baykal’ın bıraktığı düzeyin altına inmiş olan CHP bir iktidar seçeneği olma konumundan mütemadiyen uzaklaşıyor.Bunu göremeyen CHP, şu anda AKP’nin giderek daha da güçlü hale gelmesine en büyük katkıyı sağlıyor.

Devamını Oku