Ankara, cümbür cemaat Fransızlara fikir özgürlüğü öğretmeye soyundu. Ne var ki Ankara’nın derdi, girişilen uğraşının Ankara’nın demokrasi karnesine olumlu not olarak geçmesi değil.Bu girişimlere dünyada kulak asan, bu girişimleri Ankara’nın demokrasi iradesinin yansıması gibi gören olmayacak. Çünkü Ankara’nın, kendisine hangi siyasi sıfatı takarsa taksın, demokrasi merakının aynı düzeyde olduğunu herkes biliyor.Üstelik dün dünyanın duyduğu, Ankara’dan çıkan çifte standartçılığın zirvesi olan sesler değildi.Dünya o sesleri duymadı ama, KCK operasyonları bahanesiyle çoğu gazeteci gazeteci 58 kişinin gözaltına alındığını duydu.Bu operasyonlar dolayısıyla Terörle Mücadele Kanunu’nun uygulanma tarzı fiili bir “olağanüstü hal” uygulamasına dönüşmüş bulunuyor. Son gözaltılarla birlikte, Ankara “terörle mücadele edilirken demokrasiden taviz verilmeyecek” iddiasını biraz daha kaybetmiş oluyor.***Ankara’nın geleneksel tavrı, sorunların çözümü yerine ertelenmesi için siyaset alanının daraltılması, her sıkıntıda iletişim özgürlüğünün çeşitli devlet imkânlarıyla kısıtlanmasıdır. Bu siyasetin Kürt sorununu çıkmaza soktuğunu algılamakta aşırı özürlü Ankara bir kez daha aynı “asayişçi” ruhla davranıyor.Başbakan Erdoğan’ın birçok kez tekrarladığı “demokrasiden taviz yok” vaadini askıya almakla bugünkü Ankara, kendisini eski Ankaralar’dan farksız hale getirmektedir.Elini silaha sürmemiş kişilere terörist muamelesi yapmanın bir özrü yoktur. Siyasi iktidarın hoşuna gitmeyen tarzda gazetecilik yapanlara terörist muamelesi yapılmasının da bir özrü yoktur.Başkalarına demokrasi dersi, fikir özgürlüğü dersi verirken kendini evine kısıtlı demokrasiyi reva görenlerin inandırıcı olmaları mümkün değildir.Buna kalkışanlara Fransızlar için için güler, Suriyeliler de “sen kendi evine bak” der.***Ankara, demokraside ilerleme sağlamak yerine, 90’ların ruhuna dönüşte ilerleme sağlıyor.90’ların ruhu Türk toplumuna çok ağır bedeller ödetti.Türk toplumu bu bedelleri artık ödemek istemediği için, 2002’de bütün eski siyasi yapıyı sildi süpürdü, tarihin derinliğine gönderdi. Ankara’dakiler bunu unutmuşlar.
Muhalefet partileri, Cumhurbaşkanı Gül’ün görev süresinin 5 yıl olması gerektiği konusunda görüş birliğine vardı. Dayandıkları hukuki mantık boş değildir.Buna karşılık, AKP’nin “bir kez, 7 yıl”ı öne sürerken dayandığı mantık da boş değildir.Parti sözcüsü olmayan hukukçuların bir kısmı “7 yıl”, diğer kısmı da “5 yıl” diyor. Her iki görüşün sahipleri de çeşitli hukuki gerekçeler belirtiyor.Hukukçu olmayanlar hukukçuları dinleyip iki görüşten birisini benimseyebilir ama esasen mesele hukuk meselesi olmaktan çıkmıştır.Muhalefet, AKP’nin tepesinde önümüzdeki dönem için öngörülen şekillenmeyi engellemek için çaba gösteriyor.***Bir mucize olur ve 5 yıl kuralı kabul edilirse, cumhurbaşkanı seçiminin önümüzdeki yıl yapılması gerekir. Böyle bir ihtimal gerçekleşirse Başbakan Erdoğan Çankaya’ya çıkmak ister ve seçime girerse kesin olarak kazanır.Belki muhalefet Gül’ün bir dönem daha cumhurbaşkanı olmak isteyeceğini ve buradan çıkacak bir Gül-Erdoğan çatışmasıyla AKP’nin ağır yara alacağını umuyor.Bu, zayıf bir ihtimaldir ama Erdoğan 2012’de Çankaya’ya çıkarsa AKP’nin ve hükümetin tepesindeki değişiklik erkene alınmış olacak, dolayısıyla AKP içinde belli sıkıntılar yaşanabilecektir. Tabloya Abdullah Gül’ün üç yıl için fiilen siyaset dışında kalma ihtimali de eklenince, ortaya çıkacak durumun muhalefet tarafından AKP’ye yönelik yıpratma ya da istikrarsızlaştırma girişiminin başarısı olarak görülmesi doğaldır.***Böyle hesapların içine girilebilir, bunlar siyasetin bir anlamda tuzu biberidir. Ama yapılan hesapların tutması için Anayasa Mahkemesi’den ve Yüksek Seçim Kurulu’ndan uygun görüş çıkması yetmez. Meclis’teki AKP çoğunluğu istediği şekilde bir yasal düzenleme ile sorunu kolayca çözebilir.Herhangi bir sıkışıklık halinde, anayasaya geçici madde eklenmesi ve referandum imkânları da, muhalefet ne derse desin, AKP’nin elindeki imkânlardır ve Erdoğan bunları da kullanmakta tereddüt etmeyecektir.“7 olursa ne olur, 5 olursa ne olur” sorusunun cevabı belli olduğuna, AKP’nin oy desteği yüzde 55’lerde olduğuna, Erdoğan açık ara en sevilen lider konumunda bulunduğuna göre muhalefetin bu çıkışlarından istediği yönde sonuç alamayacağı da bellidir.
Futbol dünyasındaki çürümüşlüğe bakıyoruz, bir tarafından yargıdaki çürüme çıkıyor. Faili meçhullerden devletin içindeki çürüme diz boyu çıkıyor. Televizyon izlenme ölçümlerini bile çürüten bir “müesses nizam” var.Bu “müesses nizam”da yetki ve sorumluluklarını hukuktan alan, insanların yasalar önünde eşit olduğu bir medeni durum yoktur. Çiftlik ağaları vardır. Çiftlik ağaları, babalarından devirle ya da bileklerinin hakkıyla bir kez ağa oldukları andan itibaren hukuk onların ağzından çıkandır, “müesses nizam” da onların isteklerinin yerine gelmesidir.***Futboldaki düzen aslında yapının tümünün karikatür şeklindeki bir aynası olarak ortaya çıkıyor.Çiftlik ağaları için hakemin her kararı onların lehinde olmalıdır, olmak zorundadır. Çiftlik ağaları eleştirilemez, çünkü çiftlik ağasıdırlar. Eleştireni de köyden kovarsın, insanlara kendi istediğinden başka bir şey göstereni de kovarsın.***Yarım yüzyıl önce ülkeyi yönetenlerin “Avrupa Birliği” gibi bir medeniyet projesinden uzak durmalarını ufuksuzluklarına bağlayanlar çok oldu. İşin aslı, böyle bir toplum ve hukuk devriminin çiftlik ağalığı düzenini yıkacağı için uzak durduklarıdır.Çiftlik ağalığı ruhuyla siyaset yapmak bunu becerinin gücüne güç katar. Ankara’da suyun başına oturanlar bu güçlerini kaybetmemek için çiftlik ağalığı sisteminin devam edebilmesi için Avrupa Birliği gibi bir sıçramadan uzak durmuşlar, toplumu da uzak tutmayı başarmışlardır.***Medeni bir toplumda, hukukun üstünlüğü ve bütün vatandaşların eşitliği üzerine işleyen bir toplum düzeninde “ölüm listeleri” yapılamaz. Ölüm listeleri yapıldığı zaman yargı bitmiştir. Futbol da biter. Ölüm listeleriyle toplumu yönetmek, hapishaneleri doldurarak yönetmek mümkün olunca TV izlenme ölçümlerini bile doğru tutmak imkânsızdır.Çiftlik ağalığı sisteminin, “hukuk benim işime gelendir” sisteminin siyasetten futbola kadar bütün hayat alanlarını sardığı bir toplum da sürekli hastalık üretmeye mahkûmdur.***Avrupa Birliği hedefi, her tarafı çürüten bu ağalık sistemini yok edeceği için var olmak zorundadır. Ancak böyle bir devrimle küçük büyük, üniformalı üniformasız bütün ağalıklar yok olacak, şu anda içi bomboş olan “hukuk devleti” kavramı gerçek olacaktır.
Her yıl en az iki kez Ankara’da aynı ızdırap yaşanıyor. ABD kongresinde her yıl 24 Nisan yaklaşırken aynı ızdırap diriliyor.Avrupa’daki Ermeni soykırımını Yahudi soykırımı ile özdeş hale getiren “inkârı cezalandıran kanun” girişimleri de Ankara’da kim olursa olsun, canını fena halde çıkarıyor.Fransız siyasiler, Türkiye ile bir sorunları olduğunda Ermeni soykırımı meselesini ortaya getirmeye fazlasıyla alışmıştır. Bunun Ankara’nın canını çok yaktığını bildikleri için de sonuç alabilmektedirler.***24 Nisan 1915’te İstanbul’da önde gelen Ermeni tebaanın toplanmasıyla başlayan operasyonun devamındaki büyük acıların adının soykırım olup olmaması şu anda birinci sorun değildir.İttihat ve Terakki’nin başlattığı, daha sonra farklı boyutlarda devam eden “Türkleştirme” politikasının en acılı açılışını ve sonuçlarını da Türk halkı çok geç öğrendi.“Türkleştirme” ile birlikte “Sünnileştirme” tarihinin kara sayfalarını Türk toplumu henüz öğreniyor. Ama, Dersim’de “özür” kapısını açarak önemli bir manevi eşik atlayan Ankara, konu Ermeni meselesi olduğu zaman klasik devlet politikasıyla en küçük bir mesafe bile alamıyor.***Hrant Dink cinayetine kadar, Zirve Yayınevi katliamına kadar gelen bir “devlet” politikasının, yüzyıllar önce Müslüman olmuş azınlıklardan hâlâ korkan bir yapının Ermeni meselesiyle yüzleşmesi belli ki Dersim’le yüzleşmeden daha zor olacaktır.Zorluğu artıran bir unsur da kuşkusuz, Fransız siyasilerin bu meseleyi bazen iç politikaya yönelik bazen de Türkiye’ye yönelik bir siyasi araç olarak kullanmalarıdır. Ne var ki Ankara bu konuda en muhafazakâr hatta durmaya devam ettikçe, mesele bir “siyasi koz” olarak daha da etkili olmaktadır.***Başbakan Erdoğan’ın Sarkozy’ye gönderdiği mektupta yer alan “Türk devleti ve Türk toplumu hedef alınıyor” ifadesi hâlen Dersim konusunun açılmasını bile “Türk devletine, Türk halkına düşmanlık” olarak gören, göstermeye çalışan devletçi ruha ait refleksin tekrarından başka bir şey değildir.Ankara bu ızdırabı yaşamaya devam edecektir, ızdırabı Türk toplumuna yayma çabasına da devam edecektir. Ama dünyanın vicdanının bu meseledeki kanaati açıktır, Ankara ile Paris arasındaki itiş kakışlar da o kanaati değiştirmeyecektir.
Cumhurbaşkanı Gül’ün görev süresiyle ilgili tartışmalar sürecektir, ama AKP’nin tepesi, eski kuralın geçerli olması gerektiğine karar vermiş durumda: Gül, 2014’e kadar cumhurbaşkanıdır, Çankaya 2014’ün ağustos ayında boşalacaktır.Gül’ü Meclis 7 yıl için seçmiş, bundan sonra yapılan anayasa değişikliğinde ve referandumda yani halkın onayıyla, cumhurbaşkanlarının genel oyla ve beş yıl için seçilmesi kuralı getirilmiştir.Yüksek Seçim Kurulu’nun da Gül için eski kuralın geçerli olması gerektiği kanaatinde olduğu anlaşılıyor. Bunun kanıtı olarak da Kurul’un 2012 bütçesinde bir seçim ödeneği bulunmaması gösteriliyor. Eğer kurul tersine bir eğilimde olsaydı, ağustos ayında yapılması gereken seçim için bazı hazırlıklar içinde olunacaktı. Yüksek Seçim Kurulu herhangi bir hazırlığa girişmemekle görüşünü belli etmiştir.***2014 yılında Başbakan Erdoğan’ın Çankaya’ya aday olmasına AKP’de artık kesin gözüyle bakılıyor. Başbakan, AKP tüzüğündeki “en fazla üç dönem üst üste milletvekili olma” kuralını değiştirmeye niyetli görünmediğine göre Tayyip Erdoğan da, şu anda üçüncü dönemde Meclis’te bulunan AKP’nin kurucu kadrosu da 2015 seçiminde aday olamayacaktır.Erdoğan’ın 2014’teki cumhurbaşkanı seçimine katılması ve büyük olasılıkla seçilmesiyle de AKP yeni bir liderle yola devam edecektir. Bu liderin “geçici” olup olmayacağı, Abdullah Gül’ün bir yıl sonra genel seçim öncesinde partinin başına geçip geçmeyeceği gibi sorular da cevaplarını yine 2014’te bulacaktır.***Parti tüzüğünü işletmekte kararlı görünen Erdoğan’ın 2014’teki bir sorunu da AKP’nin kurucu kadrosundan emekli olmak istemeyenlere “yer” bulunması sorunudur ve 2014’te seçim öncesinde çözüm bekleyen bir sorun olarak bütün AKP’lilerin aklında kalacaktır.Bu değişiklik hem parti içinde hem hükümet düzeyinde önemli bir dalgalanma yaratacaktır.2014 baharında yerel seçimler de yapılacak. Bu seçimde AKP’nin alacağı oy, cumhurbaşkanı seçiminin sonucunu da gösterecektir.Önümüzdeki 2 yıl Erdoğan’ın gündeminin ilk iki maddesi terörü sona erdirmek ve ilk sivil anayasayı hazırlamaktır.2014’te de devletin tepesi de siyasetin tepesi de yerel yönetimler de yeniden düzenlenecektir. Bütün saatler 2014’e ayarlanmış durumdadır.Kuşkusuz “Burası Türkiye” sözüyle başlayan şüpheler de olacaktır.Bir bilinmeyen de Erdoğan’ın “başkanlık sistemi” zorlamasına girip girmeyeceğidir.
Başbakan Erdoğan’ın sağlık sorunu duyulduğu andan itibaren en çok duyulan ses “maazallah”tı. Erdoğan’ın siyasi kariyerinin zirvesinde olduğuna kuşku yok. Böyle bir aşamaya gelmiş bir siyasiyle ilgili en doğal beklenti, dayandığı halk desteği dolayısıyla, aynı etkinlikte çalışmaya devam etmesi beklentisidir.Başbakan’ın sağlık sorunu ortaya çıktığı anda yaşanan birkaç dalgalanmadan en şiddetlisi “kuvvetli lider talebi” oldu. Erdoğan’ın Çankaya’ya çıkması konuşulurken, elbette ki yerine kimin gelebileceği de konuşuluyor ve o noktada kuvvetli, hatta çok kuvvetli lideri zorunlu görme alışkanlığı da su yüzüne vuruyor.Oysa ki demokratik sistemin yaşadığı deneylerden, geçtiği aşamalardan sonra “çok kuvvetli lider,” günümüzde sistemin işleyebilmesi için önemli bir unsur olmaktan çıkmış, hatta pek istenmeyen bir unsur haline gelmiştir.“Çok kuvvetli lider”in bulunmadığı durumlarda siyasi yarış da birbirine yakın lider adayları arasında cereyan etmekte, böylece tepeye kim çıkarsa çıksın, sistemin bütün unsurları esas olarak çalışmaktadır.***AKP’nin kuruluşu ve gelişmesi, kolay bir koalisyon üzerine gerçekleşmedi. Merkez sağın, siyasi İslam’a kadar uzanan farklı unsurlarının bir araya gelmesi, bu unsurlara demokratik sürece ağırlık koyan “özgürlükçü-liberal” çevrelerin de katılmasıyla ortaya çıkan büyük koalisyon varlığını sürdürüyor. Böyle bir koalisyon da, demokratik siyasette eksikleri fazla bir toplumda, kuvvetli lider sayesinde mümkün oluyor.Toplumdan yükselen “maazallah”ın siyasi karşılığında bu koalisyonun sürmesi dileği ve sürmesinin ancak kuvvetli liderle mümkün olabileceği inancı vardır, devamında da “bu koalisyon dağılırsa kaos çıkar” korkusu bulunuyor. Korkunun özündeki “kaos” da sistemin kişilere bağlı olduğunu ifade ettiği gibi sadece Erdoğan’ın değil, AKP’nin de siyasi alternatifinin bulunmadığının adeta itirafıdır.***Türk toplumu, kuvvetli liderin bulunmadığı durumlarda, demokrasiye yönelik vesayet ve tehditlerin üzerine gitmenin mümkün olmadığını yaşayarak defalarca gördü. Bir kişinin değişmesinin eskiye dönüş ihtimalini güçlendireceği korkusu da Türkiye’de demokratik kurumlara, bunların yerleşmişliğine güvenin ne kadar düşük olduğunun kanıtıdır.Başbakan Erdoğan, herkesin yaşayabileceği insani bir sorun yaşadı, ama bu sorunu yaşarken konumunun kuvvetini görmüş oldu. Bunu, ona oy verenler kadar vermeyenler de hatta arkasındaki büyük halk desteğinin nedenini anlamayanlar da görmüş olmalıdır.
Aslında konu, Gül cumhurbaşkanı seçildiği andan itibaren siyasi çevrelerde konuşuluyor. O sırada, şartlar biraz daha farklı olsaydı Erdoğan cumhurbaşkanı, Gül de başbakan olabilirdi.AKP’nin tüzüğüne göre, en çok üç dönem üst üste milletvekili olunabiliyor. Tüzüğe göre Başbakan Erdoğan ve AKP’nin kurucu kadrosundan çok sayıda isim için bu dönemle birlikte milletvekilliğinin sonu gelecek. Kurucu kadrodaki birçok isim için bu durum, “bir dönem dinlenme” değil fiilen siyasetin sonu anlamını taşıyor.Tabii Erdoğan AKP tüzüğünde bir değişikliğe gidip siyasete başbakan olarak devam etmeye karar da verebilir. O takdirde, AKP’nin yeni kadrolarından, kendilerine yukarıda yer açılmasını bekleyenlerden tepki gelebilir. Ama bu tepkiler ciddi bir sarsıntıya yol açmaz, hem AKP’nin ana kadrosu hem de AKP’ye oy verenler Erdoğan’ın bu yoldaki kararını rahatlıkla kabul ederler.***Hedefini “2023’te dünyanın birinci ligindeki Türkiye” olarak çizmiş bulunan Erdoğan’ın, 2014-2019 arasındaki beş yılı Çankaya’da geçirdikten sonra tekrar başbakanlığa dönmesi parti içinde güçlüklerle karşılaşabilir. Eğer iki dönem, yani 2024’e kadar cumhurbaşkanı kalmayı öngörecekse de bu kez koşullar büyük ölçüde değişecektir...AKP’ye yakın çevrelerde uzun süredir Putin-Medvedev formülünün, Erdoğan’ın Çankaya çıkması halinde en mantıklı formül olacağı dile getiriliyor. Ancak bu formül fiilen sadece bir dönem için geçerli olabilir. 2014’te Erdoğan cumhurbaşkanı olacak, bir yıllık ara dönemden sonra Gül başbakan olacaktır. Bu durumda Erdoğan, 2014-2019 arasındaki beş yılı Çankaya’da geçirdikten sonra çok farklı koşullarla karşı karşıya kalacaktır. Eğer iki dönem, yani 2024’e kadar Köşk’te kalırsa da “2023’te dünyanın birinci ligindeki Türkiye” hedefinin son döneminde ve finalinde direksiyon başında olmayacaktır.***Bizimki gibi hızlı yaşayan ülkelerde böyle uzun vadeli planların yürümesi kuşkusuz ki kolay değildir. Ama her plan gibi bu plan da “olağanüstü gelişmeler olmazsa” koşuluna bağlıdır.Putin-Medvedev formülü hem AKP çevreleri hem AKP’ye oy verenler hem de konuya siyasi ve ekonomik istikrar açısından bakanlar için mantıklı görünüyor.Ama diğer formül de daha az mantıklı değildir. Cumhurbaşkanı Gül’ün yeni kurala göre iki kez beş yıl görev yapması gerektiği yolunda bir karar alınır. Erdoğan AKP tüzüğünü değiştirir. Mevcut yapı aynı şekilde devam eder. Bu formül diğerinden daha az mantıklı değildir. Halka da, partiye de, dünyaya da açıklaması kolaydır, “2023 hedefi”ne de çok daha uygundur.NOT: Yıllık izin hakkımızın son bölümünü kullanmak üzere köşeyi kısa bir tatile sokuyoruz. Haftaya görüşmek üzere.O. G.
Futbol dünyamız da, müesses nizamın diğer hastalıklı yapılarından farksız bir şekilde çöktü. En büyük eğlence ve gösteri sektörü de toplumsal bünyemizdeki hastalıkların neredeyse tümünü taşıdığı için, çökmesi kaçınılmazdı.Böyle büyük bir kitleyi kendine bağlamış, milyonları eğlendiren, meşgul eden, coşturan, duygularıyla oynayan başka bir “iş kolu” yok. Bu sayede de futbol dünyası, önce siyasi güç edinme ve kullanma alanı oldu, sonra ulaştığı devasa iş hacmiyle her türlü mafyayı da içine çekti.***Biz, hayatımızın başka alanlarında olduğu gibi, futbol konusunda da, bugünkü çöküşe giden süreci görmezden geldik. Tribünlerdeki şiddete de, büyük paraların yarattığı her türlü yozlaşmaya da gözümüzü kapatarak çürümenin hızlanmasına, hastalıkların iyice yerleşmesine yol açtık.Bugün şike soruşturması dolayısıyla açıkça konuşulmaya başlamış her konu, her sorun, yıllardır futbol camiasının bildiği, konuştuğu, susup yokmuş gibi davrandığı konulardır.***Mevcut yapı tabii ki değişecek. Önemli olan bu temizliğin de milyonlarca kişinin keyfini kaçırmadan yapılmasıdır. Yetkili mercilerin şu ana kadar bunda başarılı olduğunu söylemek mümkün değildir. Ortada apaçık bir maddi, manevi ve kuşkusuz hukuki bir karmaşa vardır.Herhalde futbolla ilgilenen tek bir kişi yoktur ki, eski düzenin, kuşkulu para ve güç ilişkilerinin devam etmesini, bazı mafya yapılarının futbol dünyasında etkili olmasını istesin. İstenen değişikliği sağlamanın yolu da varolan yapıdaki hastalıklara tam ve doğru teşhis koymaktır.***Futbolun “yasal” yöneticileri eğer en baştan itibaren direksiyonu ele alıp, temizliğin başına geçebilseydi büyük olasılıkla bugünkü kargaşadan daha hafif bir sarsıntı yaşanırdı.Öyle olmadığı, ortada temizliğin makul bir yol haritası da bulunmadığı için, Cumhurbaşkanı Gül kamuoyundaki hassasiyetleri dikkate alarak yeni yasayı veto etmiştir. Bu yasa tekrar Meclis’ten aynen geçebilir, Gül de zorunlu olarak onaylar ve tutukluların bir kısmı dışarı çıkabilir. Ancak bununla iş bitmeyecektir. Tam tersine, futbolu yönetenlerin temizlenme ve yeniden yapılanmayı gerçekleştirme işi bu noktada başlayacaktır.On milyonlarca kişi bir an önce temiz futboluna kavuşmak istiyor. Bunu hızla gerçekleştirmek zorunda olanlar, futbolu yönetenlerdir. Siyasi irade de bu yolda onlara tam destek vermekle yükümlüdür.