UÇAKLAR yerde en fazla 30 dakika kalıyor. Zira uçan uçak para demek, park halindeki uçak ise ekstra maliyet. İki sefer arası uçağın temizliğini hostesler yapıyor. Yakıt tüketiminde tasarruf için fazladan bir sandviç bile uçağa sokulmuyor. Tuvaletin suyu yarım tank dolduruluyor. Sonuç olarak Pegasus koltuk maliyeti en düşük havayolu şirketi oluyor.Türkiye, low cost yani düşük maliyetli havayolu konsepti ile Pegasus sayesinde tanıştı. Bugün Türkiye’de milyonlarca insanın saatler süren otobüs yolculuğu yerine havayolunu tercih edebilme lüksü varsa, bunda THY kadar, hatta THY’den daha çok Pegasus’un payı olduğu kesin. Zira Pegasus öncesi uçak bileti fiyatları pek de ulaşılabilir değildi. Ali Sabancı öyle bir model geliştirdi ki Pegasus uçmayı erişebilir hale getirdi. THY de mecbur oldu fiyatlarını indirmeye...2010’da 8.6 milyon yolcu taşıyan Pegasus’un Yönetim Kurulu Başkanı Ali Sabancı ile Beyrut’a uçtuk. Ali Sabancı, Pegasus’un her yıl ortalama yüzde 42 büyüyerek, Avrupa ve Türkiye’nin en hızlı büyüyen havayolu şirketi olmayı başardığını rakamlarla ortaya koyarken çok iyi bir iş çıkarmış olmanın keyfini yaşıyordu.Pegasus’un sahibi, bir Sabancı ailesi mensubu olunca ortaya üniversitelerde okutulacak bir model çıkması da kaçınılmaz. Ali Sabancı bilet fiyatlarını nasıl bu kadar ucuz tutabildiklerinin formülünü anlattı. Toplamda 45 milyon dolarlık tasarrufa denk gelen bu uygulamalar içinde tabir yerindeyse sinekten yağ çıkaran çözümler var. Bence her iş sahibinin, maliyetleri kontrol altında tutmada ders niteliğindeki bu modeli çok iyi analiz etmesi ve kendi işyerinde, fabrikasında uygulaması gerekiyor. TEK TİP UÇAK ALIYORPegasus’ta filo yapısı tek tip Boeing 737-800’lerden oluşuyor. Böylece farklı uçak tipleri için farklı nitelikte insan kaynağı bulundurma ve farklı yedek parça stoklama yapılmasının önüne geçilerek maliyetler düşürülüyor.ZAMANINDA KALKIŞ DEĞERLİYerde duran uçak maliyet demek. Uçağın havada kalması önemli. Pegasus, zamanında kalkışa önem vererek filosundaki uçakları hep havada tutuyor. Bir uçağın bir seferden gelmesi ile yeni bir sefere çıkması arasındaki ortalama zaman 30 dakika. Bir Pegasus uçağı günün neredeyse 12 saatini havada geçiriyor. Bu süreyi Easyjet ve Ryanair bile tutturabilmiş değil. Pegasus’un zamanında kalkış ortalaması %84.79. Rötarlı uçuşların minimumda olması, Pegasus’a daha fazla uçuş yapma imkanı veriyor. Bu durum uçuş ekibinin de zamanını daha etkin kullanmasına olanak sağlıyor.SANDVİÇ VE SU İSTATİSTİĞİUçak ne kadar ağır olursa yakıt tüketimi o kadar artıyor. Örnek vermek gerekirse ağırlık 1 ton artarsa, saatte 40 litre daha fazla yakıt tüketiliyor. Bu yüzden Pegasus istatistiklere bakıyor. Mesela uçuşlarda en fazla 10 sandviç istendiğini görmüşler. Uçağa 11’inci sandviçi yüklemiyorlar. Yine istatistiklere göre tuvaletin su tankının bir seferde en fazla yarısının boşaldığını gözlemlemişler. Su tankı fullenmiyor ve uçağın ağırlığı düşürülüyor.TEMİZLİĞİ HOSTESLER YAPIYORUçakların iki sefer arası temizliğini hostesler yapıyor. Ali Sabancı ‘Sakın hosteslerin elinde bez yerleri silip süpürdüğünü düşünmeyin. Koltuk aralarında ve ceplerinde kalan bardak, peçete gibi materyalleri topluyorlar. Bunun için bir başka firmaya vereceğimiz parayı hosteslerimize veriyoruz’ diyor. Pegasus’ta hostesler bu temizlik için maaşlarının dışında tek sefer için 3 euro kazanıyorlar.BUSINESS CLASS YOK...Business Class uygulaması olmadığı için THY’nin business hariç 155 koltuk yerleştirebildiği aynı tip uçağa Pegasus 189 koltuk koyabiliyor. Pegasus’un şehir satış ofisleri bulunmuyor. Bunun yerine www.flypgs.com adresli web sitesinden online ve call center kanallarıyla satış imkanı sunuyor. Bu Pegasus’un rakiplerine göre daha az eleman çalıştırması anlamına geliyor.SONUÇ: UCUZ UÇAK BİLETİBu çözümler sayesinde Pegasus rakiplerine göre daha düşük bilet fiyatı belirliyor. Örneğin Pegasus’la İstanbul’dan Beyrut’a 99 dolara yani 150 TL’ye uçmak mümkün. Hadi isim vermeyelim, İstanbul’dan Beyrut’a uçan bir havayolu şirketinde ortalama bilet fiyatı 783 TL, diğerinde 969 TL. Şirketin kârını çalışanlarıyla bölüşüyorPegasus ekibi bir aile gibi. Filoya bir uçak eklendiğinde o tarihe en yakın hangi çalışanın kız çocuğu olmuşsa onun adı veriliyor. Uçak havalanmadan önce ekranlarda uçuş güvenliği ile ilgili verilen bilgileri de bir yetişkin değil, yine çalışanların çocuklarından oluşan ekip aktarıyor. Bu arada tasarrufla ilgili tedbirlerde katkısı olan personel, yıl içinde oluşan tasarruftan pay alıyor. Pegasus bu yöntemle 4.5 milyon euro’yu çalışanlarına prim olarak ödedi. 350 bin yolcuyu 0 TL’ye uçurduHavayolunda fiyatların 2003 öncesinde 100 dolar civarında seyrettiğini, Pegasus’un ilk olarak 55 TL’den sonra da 39 TL’den başlayan fiyatlarla uçurmaya başladığını hatırlatan Ali Sabancı bugüne kadar 350 bin yolcuyu 0 TL fiyatla uçurduklarını söyledi. Sabancı “Sadece vergileri aldık. Hatta bu yüzden reklam cezası da aldık. Çünkü durumu, kamu otoritesine anlatamadık. Oysa alan vergilerini filan düştüğünüzde hakikaten 0 TL’ye uçtuk. Bunu da şundan yaptık. Uçaklar sonuçta her zaman yüzde 100 dolulukta kalkmıyor. Boş koltuğu da bir sonraki uçağa ilave edemiyorsunuz. Hem ayrıca şunu gördük. Bir yolcu uçak içinde ortalama 6 euro harcıyor. Bu şu anlama geliyor. Bırakın 0 TL’yi, üzerine 5.5 euro bile para versek yine para kazanırız. Ayrıca 4 milyon 50 bin kişiyi 50 TL’nin, 14 milyon 533 bin kişiyi ise 100 TL’nin altında fiyatlarla uçurmayı başardık” dedi.Air Berlin sinerjisi ile Miami’ye uçacakAli Sabancı, Avrupa’nın en büyük beşinci Almanya’nın da en büyük ikinci havayolu şirketi olan Airberlin ilişkisine de değinerek “Airberlin yılda 30 milyon yolcusu ve 150 uçaklık filosu olan bir hava yolu şirketi. Pegasus şu anda Airberlin’in en büyük hissedarı durumunda.Code-Share uygulaması ile biz onların onlar da bizim biletlerimizi karşılıklı satacak ve kendi havayolu gibi pazarlamasını yapabilecek. Türkiye-Almanya arasında uçuş sayıları artacak. Şu anda Almanya’ya kışın 5 yazın ise 7 şehirden uçuyoruz. Ayrıca bu yıl içinde ikinci adım olarak, biz Airberlin aracılığıyla Pegasus yolcularının dünyanın başka bölgelerine örneğin ABD Miami’ye, Uzakdoğu’ya uçurabileceğiz” diye konuştu.‘Yıldızlar sanki halka arz zamanının geldiğini gösteriyor’Pegasus’un halka arz süreciyle ilgili bilgi veren Ali Sabancı “Geçen 3-5 yılın meyvelerini artık almanın ve bu başarıyı halkımızla paylaşmanın zamanı geldi. Türkiye büyüyen ülke, yabancı yatırımcıların giderek daha fazla ilgisini çekmeye devam ediyor. Paranın yönü Türkiye’ye doğru kayıyor. Pegasus da büyüme sürecinde doğru bir rotada gidiyor. Sektörün üç katı üzerinde bir büyüme gösterdik. Bu gelecekte de sürecek gibi görünüyor. Halka arz için kesin bir tarih veremem. Ancak sanki 2011’te yıldızlar Pegasus için sıraya dizilecek gibi” açıklamasında bulundu. Büyüme hikayesini rakamlar anlatıyor- Yurtiçi misafir trafiği 2006 2009 döneminde yıllık yüzde 42 yükseldi. - 2006 yılı sonunda toplam 2,9 milyon yolcu taşıyan Pegasus, 2010 yılı sonunda ise yıllık toplam yolcu sayısını 8,6 milyona çıkardı. - 2006 yılında 19 uçaktan oluşan Pegasus filosu bugün 32 uçağa ulaştı. - Boeing 737-800 uçaklarının yaş ortalaması 2006 yılında 7,39 iken, 2010 yılı sonu itibariyle 4,03 oldu. Bu yıl filoya katılacak yine aynı tip 0 uçaklarla filo yaşı 2.68’e inecek.- 5 yıl önce haftada 490 olan tarifeli uçuş sayısı bugün günde 200 uçuşa yükseldi. - Pegasus yurt dışında 17 ülkede 43 farklı noktaya, yurtiçinde ise 18 şehre uçuyor.- İzmir’den 8 iç, 11 dış hatta direkt uçuş var. Antalya’dan 6 iç, 26 dış hatta direkt uçuş bulunuyor. - Pegasus KKTC’de birinci havayolu şirketi durumunda. Kıbrıs’tan Türkiye’ye 7, yurt dışında Londra’ya 1 hatta direkt uçuşu var. Türkiye’den toplam 11 Avrupa Birliği ülkesine uçuyor.
Yenilenebilir Enerji Kaynakları’na dayalı elektrik üretimini teşvik etmeyi amaçlayan kanun dünkü Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe girdi. Euro/cent’ten dolar/cent’e çevrilerek belirlenen rakamlar rüzgar, güneş ve suya dayalı kaynaklardan elektrik üretimini teşvik etmekten uzak kaldı. Bunun anlamı şu: İthal doğalgazla elektrik üretmeye ve cari açığa devam...Yenilenebilir kaynaklara dayalı elektrik üretiminin teşvikini amaçlayan ‘Yenilenebilir Enerji Kaynaklarının Elektrik Enerjisi Üretimi Amaçlı Kullanımına İlişkin Kanunda Değişiklik Yapan Kanun’ Resmi Gazete’nin dünkü sayısında yayımlanarak yürürlüğe girdi.Girdi girmesine de rakamlar kimseyi tatmin etmedi. Yeni yasayla, yenilenebilir enerji kaynağına dayalı üretim tesisleri için uygulanacak fiyatlar “euro cent” yerine “dolar cent” olarak tespit ediliyor. Rakamları yukarıdaki tabloda verdim. Rakamları yorumladığımızda ortaya 10 milyar dolarlık bir özkaynak yatırımı gerekliliği çıkıyor ki inanın gerçekleşmesi mümkün değil. Neden mümkün olmadığını ve Rusya’dan, İran’dan alacağımız doğalgaza mahkum yaşayacağımızı, rüzgara yatırıma hazırlanan ancak bu rakamlar karşısında frene basan bir işadamı çok güzel özetledi:Rakamları nasıl buldunuz, yatırıma devam mı tamam mı?7.3 dolar/cent yani 5.5 euro/cent teşviğe göre ben 40 milyon euroluk yatırımım için bankadan en fazla 28 milyon euro kredi kullanabilirim. 12 milyon euro’yu benim ortaya koymamı isterler. Teşvik 7 euro/cent olsaydı, 28 yerine 32 milyon euro kredi alabilirdim. Teşvik 8 euro/cent çıksaydı, 34 milyon euro kredi kullanabilir, sadece 6 milyon euro özkaynak ile yatırımımı gerçekleştirirdim. Böyle bir özkaynağı sadece ben değil kimse koyamaz. Türkiye’de 10 bin MW rüzgar, 15 bin MW da suya dayalı yenilenebilir enerji yatırımı öngörülüyor. Bu nereden bakarsanız bakın 30 milyar dolarlık yatırım gerektirir. Bankaların bu rakamlara göre en az yüzde 30 özkaynak isteyeceği aşikar. Bu da 9-10 milyar dolar özkaynak demektir. Türkiye’de kimde var böyle bir özkaynak? En güçlü olduğumuz otomotivde yıllar boyunca yapılan yatırım tutarı nedir biliyor musunuz sadece 3.5 milyar dolar. Bu oranlar sizi zorluyor olabilir de, kimse çıkmaz mı bu oranlarla yatırıma devam edecek?Elbette çıkacaktır. Mesela 8 bin 500 MW’lık rüzgar için lisans verilecek. Yarışma olduğunda lisanslar kapışılacak. Lisanslar kapışılacak da sonra bu lisanslar yatırıma dönüşecek mi? İşte orası belli değil. Eğer teşvik daha yüksek olsaydı, su ve rüzgarda 25 bin MW’lık toplam yatırımı gerçekleştirecek, 25 MW’lık tesise sahip olacak 1000 yatırımcı bulunurdu. Açıklanan rakamlarla ancak büyükler yatırıma cesaret edebilir.Sizce ne yapılmalıydı?İki yöntem uygulanabilirdi. Birinci olarak ‘Rüzgar yatırımına 7.5 euro cent veriyorum. Ancak bunu 10 yıl boyunca veriyorum. Kendini amorti et, banka borcunu bitir. O tarihten sonra senden elektriği ancak 5 euro/cent’e ya da doğalgazdan üretilen elektrikten yüzde 20 daha ucuza alırım’ diyebilirdi devlet. İkinci yöntem olarak da şu uygulanabilirdi. Malum rüzgar yatırımı yapan TEİAŞ’a bağlantı ve trafo ücreti ödeyecek. Öncelikle rüzgar yatırımına teşvik 10 euro/cent olarak belirlenebilirdi. Yapılacak lisans ihalesinde katılımcılardan TEİAŞ’a ödeyecekleri bağlantı ücretini artırmaları istenebilirdi. Kim daha yüksek bağlantı ücreti verirse kazanan o olurdu. Böylece rüzgarda yatırım için optimum nokta da bulunabilir, fiyatlar dengelenirdi.Rüzgar, su, güneş gibi enerjilerden elektrik üretimi istenen seviyelere çıkmazsa ne olacak?Ne olacağı belli. Bugün 30 milyar dolar olan petrol ve doğalgaz ithalatımız daha da artacak. Cari açık yükselecek. Türkiye kendi öz kaynaklarını kullanamamış, ithal ettiği, fiyatını belirleyemediği kaynaklara bağımlı kalacak.Kanunun iyi tarafı da yok değil, inovasyona ekstra teşvik verilmişDün yürürlüğe giren kanunun iyi tarafı ise yerli mekanik aksam üretimini ve inovasyonu teşvik etmesi. Mesela güneş panellerini Türkiye’de üretebilen, rüzgar güllerinin kanatlarını, türbinlerini Türkiye’de yapabilen, ilan edilen teşvik rakamlarının dışında farklı rakamlarla desteklenecek. Kanun şöyle diyor: “Lisans sahibi tüzel kişilerin yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı ve 31 Aralık 2015 tarihinden önce işletmeye giren üretim tesislerinde kullanılan mekanik veya elektro mekanik aksamın yurt içinde imal edilmiş olması halinde bu tesislerde üretilerek iletim veya dağıtım sistemine verilen elektrik enerjisi için belirtilen fiyatlara, üretim tesisisin işletmeye giriş tarihinden itibaren 5 yıl süreyle kilovatsaatte 0.4-2.4 dolar/cent arasında farklı bir destek daha verilir.”2.4 dolar/cent’e ulaşan ekstra teşvik hiç fena değil ve yerli üretim ve inovasyonu tetikler...Kantur: Bu fiyatlarla biz çöpten elektrik üretmeye devam ederizAli Kantur’un Mamak çöplüğünde gerçekleştirdiği mucizeye daha önce değinmiştim. Kantur konuşmamızda “Eğer beklediğimiz teşvikler çıkar ve çöpten elektrik üretimine 14 euro/cent gibi bir teşvik verilirse yeni yatırımlara yöneleceğiz” demişti. Oysa rakam 14 euro/cent değil, 13.3 dolar/cent yani aşağı yukarı 10 euro/cent çıktı.Dün bir kez daha aradım ve ne düşündüğünü sordum. Çok karamsar değildi. İnovasyona sağlanan ekstra teşviklerle işin içinden çıkabileceklerini söyledi:“Ben mutluyum. İnovasyon ve yerli mekanik aksam üretiminin, toplam teşvik bedelinin içinde yedirilmesi yerine dışında tutulması bence olumlu. Düşünsenize güneşe 13.3 değil de 20 cent teşvik verilseydi, burası Çin’den gelen panellerle dolardı. Oysa şimdi bu işe girmek isteyen inovasyon yapmak, Türkiye’de üretime yönelmek zorunda. Bizim için de durum böyle. Belki biraz zorlanırız ancak inovasyona biraz daha ağırlık verip, 10 euro/cent’lik teşviği yukarı çekeriz. Çektiğimiz noktada da Türkiye’nin katı atığını yani çöpünü yok edip elektriğe dönüştürürüz.” Hangi kaynaktan üretilen elektriğe ne kadar alım garantisi verildi?Hidroelektrik üretim tesisi: 7.3 $/centRüzgara dayalı üretim tesisi: 7.3 $/centJeotermale dayalı üretim tesisi: 10.5 $/centÇöpten elektrik üretim tesisi: 13.3 $/centGüneşe dayalı üretim tesisi: 13.3 $/cent
Bir türlü sonuca vardırılamayan, kolay kolay bitmeyecek tartışmadır:Resmi olarak açıklanan enflasyon verileri ile cüzdanıma yansıyan enflasyon birbirini tutmuyor...2010 yılı için açıklanan yüzde 6.40’lık üstelik son 41 yılın en düşük enflasyon rakamını duyunca vatandaşlar arasında bu tartışmaya katılanların sayısı arttı.Memur enflasyon farkı bekliyordu. Aralık enflasyonu sürpriz yapıp eksi çıktı. Hal böyle olunca memurların temsilcisi Kamu-Sen’den çok radikal bir çıkış geldi ve açık açık ‘Rakamlarla oynanıyor’ iddiasında bulunuldu.‘Açıklanan rakamla, benim enflasyonum birbirini tutmuyor’ demek başka; rakamlarla oynandığını iddia etmek çok başka bir durum.Ben rakamlarla oynandığına kesinlikle ihtimal vermiyorum. Ancak ortada bir sorun olduğu da kesin.Sorun TÜİK’in enflasyonu belirlerken fiyat seyrine baktığı 400’ün üzerindeki üründen oluşan listede.Üşenmeyip TÜİK sitesinden enflasyonu belirleyen ürünlere tek tek baktım. Görünen o ki bu tartışmaları bitirmek için, memurun, emeklinin gerçek enflasyonunu belirlemek için farklı bir enflasyon sepetine ihtiyaç var.Sözü uzatmanın alemi yok. Listede 2010 yılı boyunca fiyatı en çok artanlarla düşenleri yan yana getirince zaten sokaktaki enflasyonun TÜİK enflasyonu ile neden örtüşmediği anlaşılıyor. Rakamları konuşturmak en iyisi:***2010’da fiyatı artan ürünler ve yıllık artış oranı:Sarımsak: % 90.77Domates: % 63.44Salça: % 58.47Samsun sigarası: % 31.25Koyun eti: % 26.22Hastane yatak ücreti: % 24.36LPG: % 23.66Mutfak tüpü: % 22.83Telefon görüşmesi: % 21.82Mazot: % 21.22Köprü geçiş ücreti: % 21.15Dana eti: % 20.83Patates: % 19.61Doğalgaz aboneliği: % 19.19Otoban geçiş ücreti: % 18.54Havuç: % 18.13Ekmekarası yiyecekler: % 16.85Ev temizlik ürünleri: % 16.25Elma: % 15.74Nohut: % 14.78Benzin: % 13.79Balık: % 12.18Kuru bakliyat: % 11.59Banka havale ücreti: % 11.22Oto tamir ücreti: % 10.59Su faturası: % 10.37Çay: % 9.54Margarin: % 9.29Özel okul ücreti: % 8.98Metro ücreti: % 8.70Beyaz peynir: % 8.682010’da fiyatı azalan ürünler ve yıllık düşüş oranı:Dantel ipi: % 56.53Numaralı gözlük: % 16.78Kek: % 15.47Bilgisayar ekipmanı: % 13.61Aspiratör: % 12.88Hac gidiş ücreti: % 10.78Tuvalet kağıdı: % 8.56Klima: % 8.53Saç bakım ürünleri: % 8.09Yurtdışı turlar: % 7.83Otel ücreti: % 7.46Printer: % 6.87Termosifon: % 6.46Kamera: % 6.31Bulaşık deterjanı: % 5.92Epilasyon aleti: % 5.69CD Çalar: % 5.54Hijyenik kadın bağı: % 4.80Yatak odası takımı: % 4.45Sürücü kurs ücreti: % 3.87Yatak bazası: % 3.69Motorsiklet: % 3.49Elek. kesici aletler: % 2.43Fax modem cihazı: % 2.23Kombiler: % 1.64Pil: % 1.26Soba: % 0.93Kontakt lens: % 0.62Bebek çorabı: % 0.35Sağlık sigortası: % 0.14Gazete: % 0.12
TBMM’de alt komisyonda görüşülen yeni silah yasası kamuoyunda büyük tepki çekince seçimler öncesi haliyle rafa kalktı. Tasarı teknik olarak enine boyuna irdelenmeden “İsteyen 5 silah taşıyabilecek. İnternetten silah reklamı yapılabilecek” sığ boyutunda tartışılabildi ve haliyle tam içeriği anlaşılamadı.Oğlu silahla öldürülen daha sonra Umut Vakfı’nı kurarak silahsızlanmaya destek veren Nazire Dedeman da TV kanallarında bu hararetli tartışmaların odak noktasına yerleştirilince, kamuoyu doğal olarak yasaya karşı büyük tepki verdi. Aslında bu hassas konuya girerek büyük bir risk aldığımın farkındayım. Hele hele dinlediklerimden sonra, “Yasa tasarısı Türkiye’yi Teksas yapmıyor tam tersine Teksas olmaktan çıkarmayı amaçlıyor” dersem büyük ihtimalle küfür yiyeceğimi, silah sanayiinin avukatlığına soyunmakla itham edileceğimi de biliyorum.Sarsılmaz Silah Sanayi Yönetim Kurulu ve aynı zamanda Türkiye Atıcılık Avcılık Federasyonu Başkanı olan Latif Aral Aliş ile bu tasarı üzerine konuştum. Önyargısız olarak dediklerine kulak verdim ve yasa tasarısının Türkiye’de yanlış boyutta tartışıldığını, yasayı hazırlayanlara haksızlık edildiğini düşündüm. Yasa çıkarsa herkesin 5 silah alabileceği, silah ruhsatı alma koşullarının kolaylaştırıldığı dolayısıyla Türkiye’nin Teksas’a döneceği vurgulandı?Şu an biliyor musunuz ki silah alma sayısında belirlenmiş bir sınır yok. Mesela benim 75 silahım var. Tasarı silah sayısını artırmıyor, tam tersine sınırlandırıyordu. Daha önemlisi mevcut yasada ruhsatsız silah taşımanın cezası neredeyse yok gibiydi, tasarı bunu ağırlaştırıyordu. Mevcut duruma göre diyelim ki ruhsatsız silahla yakalandınız. Hakim karşısına çıkıyorsunuz 1 yıl ceza alıyorsunuz, o da paraya çevriliyor. Oysa yeni yasa ruhsatsız silahla yakalanmanın cezasını 3 yıla çıkarıyor, paraya çevrilmesini engelliyor. Daha caydırıcıydı. Yasa, ruhsatlı silah alımını teşvik edeceği için çok eleştirildi.Ruhsatlı silahtan değil, ruhsatsız silahtan korkmak lazım. Silah merakı olan birine ruhsatlı silah vermek onu aslında kontrol altına almaktır. Yasal silah, kontrollü silahtır. Asıl ruhsatsız silah sahibi insanın suç işleme potansiyeli yüksektir. Çünkü zaten o insan yasa dışı silah edinirken ilk suçunu işlemiştir. İstatistiklere bakın. Türkiye’de kriminal olayların sadece yüzde 23’ünde ateşli silah kullanılır. Bu silahların ise yüzde 99’u ruhsatsızdır. Ruhsatlı silah sahibi insan kontrollü davranır. Yasa eleştiriliyor ama çıkmadığı için söylenenlerin tam aksine yabancı silah üreticilerine ve yasa dışı silah ticareti yapanların ekmeğine yağ sürülmüş oluyor.Mevcut yasa ile ruhsatsız kaçak silaha davetiye çıkarıldığını mı düşünüyorsunuz?Türkiye’de ruhsatlı silah satışı yıllık 15 bin civarındadır. Ancak 3 tarafı denizlerle çevrili Türkiye’nin coğrafi konumu ortada. Güvenlik sorunları olan komşuları fazla. Dolayısıyla Türkiye’ye yasa dışı silah sokmak çok kolay. Yılda en az 150 bin ruhsatsız silah girer Türkiye’ye. Ruhsatlı yasal silah edinme şartları zorlaştırıldıkça yasa dışı silahlarla mücadele etmek imkansızlaşıyor.Peki bir insan niye ruhsatlı da olsa silah almak ister. Bu en başından itibaren sevimsiz bir durum değil mi?Dünyada silaha meraklı olmayan millet yok. Türkler silah meraklısı olarak bilinir ama mesela İtalyanlar silaha daha çok meraklıdır. Koleksiyoncular, avcılar, spor amaçlı atıcılar ya da kişisel güvenliğini sağlamak amacıyla insanlar silah edinir. Söyleyeceklerime çok kişi itiraz edecektir ama tamamen bilimsel konuşacağım. Kanada ve Norveç gibi refah seviyesinin yüksek, yolsuzlukların az olduğu ülkeler, silahlanma oranının en yüksek olduğu ülkeler. Dünyada bireysel silah sahibi olmanın yasak olduğu ülkeler diktatörlükle yönetilen ülkelerdir. Yeter koşullar sağlandığında nasıl insanlar ehliyet ve ardından araba alabiliyorsa, gerekli şartları yerine getirip silah da alabilir. Nihayetinde kişi alkollü araç kullanmak gibi zaafiyetler gösterdiğinde de can güvenliğini tehlikeye atan davranış göstermiş olur. Ruhsatlı silahlanmanın daha detaylı olarak düzenlenmesi suç oranını azaltır mı?Şunun altını çizmem gerekir ki suçu işleyen insandır, silah değil. Herşeyden önce suçu önleme açısından yapılması gerekenlere odaklanmak gerekir. Silah edinimi ve kullanımı ne kadar kontrol altına alınabilirse, delillerin toplanması, balistik inceleme ve suçluların yakalanması o oranda artar ve kolaylaşır. Ruhsatlı silahın parmak izi vardır. Kovanlarının kaydı vardır. Kimse kolay kolay 1-2 ay ruhsatını almak için uğraşıp üstelik 2 bin 500 TL harç ödeyeceği bir seçeneği suç işlemek için kullanmaz. Bakın düğünlerde kullanılan maganda silahları hep ruhsatsızdır. Ruhsatlı silahla kimse kolay kolay sağa sola ateş açmaz buna cesaret edemez. Maalesef Türkiye’de 10 dakika içinde üstelik 500 lira ödeyerek ruhsatsız bir silah edinebilirsiniz. Beni biri inandırsa ki ‘Ruhsatlı silah kullanımını düzenleyen yasa çıkmayınca ruhsatsız silah edinimi azalacak’ bir dakika bile bu tasarıyı savunmam. Ancak doğru sorular sorulmadan bilgi kirliliği içinde demagoji yaparak bu sorun çözülemez.Yasa çıkarsa Sarsılmaz daha çok silah satar mı?Şeytanın avukatlığını yapıyoruz malum. Düşündüğümü Latif Aliş’e soruyorum. ‘Yasa çıkarsa Sarsılmaz daha mı çok satış yapacak. Bu yüzden yasayı destekliyor olmayasınız?-Düzce’deki fabrikamızda yılda 250 bin adet tabanca ve tüfek üretiriz. Hedefimiz ihracattır. 66 ülkenin ordusuna satış yaparız. Ayrıca Türk ordusu ve polisi de ağır silahlar hariç ihtiyacını bizden karşılar. Çünkü biz Avrupa’nın en iyi ilk 2, dünyanın da ilk 10 üreticisinden biriyizdir. Bizim Türkiye’de kişilere yaptığımız satış toplam kapasitemizin yüzde 3’ünü bile bulmaz. Bu yasanın çıkmasından menfaatim olup olmadığına bu rakamlara göre siz karar verin.Kalp atışını yavaşlatıp göz bebeğini büyütmüşLatif Aral Aliş, aynı zamanda Avcılık Atıcılık Federasyonu Başkanı. Şili’de yapılacak Dünya Atıcılık Şampiyonası’na hazırlanıyorlarmış. “Atıcılık dopinge rastlanmayan nadir sporlardan biri galiba?” diyecek oldum meğer bu spor dalında bile centilmenlik dışı hareketler oluyormuş. Aliş, “Geçmiş yarışlarda bir Rus sporcu vardı. Adam ölüm riskini göze alıp ilaçla kalp atışını dakikada 35’e düşürmüş. Buz gibi hiç titreme yok. Avantaj tabii. Bir de Amerikalı vardı. Adamın gözünün beyazı görünmüyordu. O da bir ilaçla göz bebeğini 20 kat büyütmüştü” dedi.Bu arada atıcılık sporunda ilk kez barajı geçtiğimizi, bir Türk sporcunun olimpiyatlara doğrudan katılacağını belirtti.
Bu yıl malum otomobil satışlarında Cumhuriyet tarihi rekoru kırılıyor. Kesin rakamlar 10 gün sonra gelecek ama bu yılki otomobil ve ticari araç satış rakamının 750 bini geçeceği belli oldu. Bu 750 bin kişi, yaptığım hesaba göre Türkiye’nin toplam vergi gelirlerinin yaklaşık yüzde 10’unu karşılayacak. Dünyanın hiç bir ülkesinde, ayağı yerden kesilen kişiler toplam vergi gelirinin yüzde 10’unu ödemez. Dolayısıyla ‘ekonomide yılın lalesi’ ödülü yeni araç sahibi olan 750 bin kişinindir, hepsini ayrı ayrı kutluyorumMaliye eski Bakanı Kemal Unakıtan’ın otomobil sektörüne yönelik olarak sarfettiği ‘Araç alanları ve sektörü çok seviyorum, yediveren gülü gibisiniz’ sözlerini unutamıyorum. Dalga geçmenin en şık, en naif hallerinden biriydi o sözler.Ben o kadar naif olmayacağım ve eğer bir çiçeğe benzetmek gerekirse otomobil alanları güle değil laleye benzeteceğim.Leman Dergisi’nin başlattığı bir gelenek vardı. Belli kategorilerde ‘yılın lalesi’ seçilirdi. Ekonomide yılın lalesi ödülü bu kategoriler içinde yoktu. Ancak olsaydı ben bu yıl ekonomide yılın lalesi ödülünün otomobil alanlara verilmesini önerirdim. Neden mi?Yaptığım çok kaba bir hesaba göre Türk Maliyesi’nin 2011’de toplamayı öngördüğü 230 milyar TL’Lik vergi gelirinin neredeyse yüzde 10’unu, 2010 yılında sıfır otomobil alan 750 bin kişi ödeyecek de ondan. Hesabı koyuyorum ortaya...Türkiye’de en ucuz otomobil yaklaşık 17 bin TL’ye satılır. Ancak çok fazla talep görmez.Talep gören otomobillerin ortalama anahtar teslim fiyatı 40 bin TL civarındadır. Bunun çok çok üzerinde fiyata satılan otomobiller de vardır.Ancak bu yıl satılan 750 bin aracın ortalama fiyatını bulmak istiyorsak alacağımız baz fiyat 45 bin TL’dir.Bu rakam, sektörün önde gelen temsilcilerinin de üzerinde birleştiği uzlaştığı bir rakamdır. Dolayısıyla ‘2010 yılında 750 bin çarpı 45 bin TL eşittir 33.7 milyar liralık araç satıldı’ diyebiliriz.Aşağıda bir tabloda farklı segmentlerdeki araçlar üzerindeki vergi yükünü koydum. Malum motor hacmine göre vergi oranı da değişiyor. Ortalama araç satış fiyatı 45 bin TL alınınca üzerindeki vergi yükünün de yine ortalama 19 bin TL alınması normaldir.Yani 45 bin TL’ye satılan her bir aracın 26 bin TL’si aracı üretene, 19 bin TL’si de Maliye’ye gitmektedir.Bunu 750 bin araca genelleyince 33.7 milyar liralık toplam satıştan üreticilerin 19.5 milyar TL, Maliye’nin ise 14.2 milyar TL kazandığı ortaya çıkıyor.750 bin kişi 14.2 milyar TL’yi Maliye’nin cebine koydu.Şimdi yine kaba bir hesaba göre bu araçların her birinin yılda ortalama 20 bin kilometre yol katedeceğini düşünelim. Sakın itiraz etmeyin hep ortalamadan gidiyoruz. Elbette az yol yapanı da vardır, çok yol yapanı da...20 bin kilometre yol yapabilmek için en az 6 bin 500 TL’lik yakıt gerekir. Bu meredin de yüzde 65’i vergi.Yani alınan 6 bin 500 liralık yakıtın 4 bin 225 TL’si Maliye’ye.750 bin araçta ne yaptı: Yuvarlama 3.2 milyar TL750 bin kişi Maliye’nin cebine 3.2 milyar TL daha koydu, etti 17.4 milyar TL.Bu araçların bir de pulu var malum. Pul da motor hacmine göre değişiyor. 436 TL’den başlıyor 15 bin 820 TL’ye kadar çıkıyor. Araçların çoğu 1.6 motor hacimli olduğundan ortalamayı 1.6 motorlu araçlardan alınan MTV’ye yani 697 TL’ye yakın tutmakta fayda var. Yıllık motorlu taşıtlar vergisi ortalaması olarak 750 TL’yi almak yanlış olmaz.Yine 750 bin araç için 562 milyon liralık bir ekstra vergi daha.Kasko yaptırırken ödenen vergi, otoyol ya da köprüden geçiş ücretini bu yeküne eklemeyelim.Yine de ortaya çıkan rakam 750 bin araç için 18 milyar lirayı buluyor.2010’da Kasım ayı sonu itibarıyla vergi gelirleri 170 milyar TL’nin biraz üzerinde oldu. Muhtemelen 2010 yılı 195 milyar TL gibi bir vergi geliri ile kapanacak. Yani 750 bin kişi toplam verginin yüzde 9.23’ünü ödeyecek.Daha önce araç sahibi olan ve benzin tüketerek, MTV vererek, Maliye’nin kasasını doldurmaya devam edenleri hesaba katmıyorum bile...
İpragaz 50’nci yaşına basarken, İpragaz’ın kurucusu Yücel Kurttepeli, Türkiye’de pek çok ilklerin sahibi şirketin kuruluş yıllarında yaşadıklarını ilk kez kamuoyu ile paylaştı. Kurttepeli’nin anıları arasında Deniz Baykal’ın Enerji Bakanlığı döneminde Türkiye’yi nasıl tüpsüz bıraktığı ve Demirel’in İpragaz’ın özelleştirme parası ile seçim vaatlerini yerine getirme telaşı oldukça dikkat çekici.Türkiye’de ilk LPG tüpü bundan tam 50 yıl önce doldurulmuştu. LPG tüpü Türk insanının hayatını değiştiren mucize gibi bir şeydi. 1960 yılına kadar evlerde yemekler ya odun-kömür ateşinde ya da çalı çırpı ile pişirilirdi. Hali vakti biraz yerinde olanlar gaz yağı kullanırdı ancak o da yemeğin içine sinen ağır bir koku bırakırdı. Sonra Beyrut ve eski Yugoslavya’dan gelen LPG tüpleri mutfaklarda yavaş yavaş yerini almaya başladı. Bu işin tutacağını gören Yücel Kurttepeli ve ortakları ilk adı Eureka Metal olan İpragaz’ı kurdular. Tüpraş’a gidip “Sizin havaya savurduğunuz kullanımı olmadığı için bacada yaktığınız gaza talibiz” dediler. Böylece Türkiye’nin ilk LPG tüpünü dolduran İpragaz’ın öyküsü de başlamış oldu. Yücel Kurttepeli geçmişe dönüp o günleri hatırlarken ortaya çok ilginç anekdotlar çıktı. Bu anektodları dinlerken aslında 1970’lere damgasını vuran benzin-tüp hatta margarin yokluklarında siyasilerin büyük beceriksizliklerinin payı olduğu ortaya çıkıyor. Kurttepeli’nin yarım asırlık şirketin ilk 40 yılında yaşadıklarından bazı satır başlarını aşağıda aktardım. İpragaz’da yüzde 49’luk kamu payının Fransız Primagaz’a satış sürecinde yaşananlar ise ibretlik. Türkiye’de özelleştirme gelirlerinin henüz ilk uygulamalarından itibaren nasıl çarçur edildiğini ortaya koyuyor.Sene 1991. Süleyman Demirel seçimi kazanıyor. Seçimden önce çiftçilere birikmiş alacaklarını iktidara gelir gelmez 2 ay içinde ödeme sözü vermiş. Vermiş de Hazine’de kaynak yok. Tam o dönemde Fransız Primagaz, İpragaz’daki yüzde 49’luk TPAO hissesine talip. Ancak Fransızlar tedirgin. Çünkü özelleştirmede sıkıntılar oluyor, bazı sözler veriliyor tutulmuyor. Satışın Demirel için ise ayrı bir önemi var. Fransızlar’dan gelecek para ile çiftçiye vaadettiği ödemeyi yapacak. Satış sürecinin bir an önce bitmesini bekliyor. Fransızlar nazlanınca dönemin Kamu Ortaklığı İdaresi Başkanı Fransızlar’ın yanında Başbakan Demirel’i arıyor. Demirel telefonun sesinin açılmasını istiyor ve Fransızlar’ın da duyabileceği şekilde Hükümet olarak bu satışta tüm garantileri verdiklerini belirtiyor. Fransızlar ikna oluyor ve 89 milyon dolarlık ödemeyi yapıyor. O ödeme ile de Hazine biraz rahatlayıp çiftçilerin parasını ödeyebiliyor, Demirel sözünü tutmuş oluyor.Bakan inanmadı, 3 adamı dikip bize test yaptırdı1 Nisan 1962’de resmi açılış yapıyoruz. 3 bakan açılışa geldi. Aralarında dönemin Enerji Bakanı Fethi Çelikbaş da var. Kendisine bir tüpün 4 kişilik ailenin 1 aylık yemeğini pişirebileceğini söyledik inanmadı. 3 adamını dikti, tüpün nasıl yemek pişirdiğini gözlemletti. Ancak o zaman ikna oldu.Millileştirme yasasından Melen’in haberi yoktuYıl 1972. Ferit Melen başbakan. Kulağımıza şirketlerin millileştirileceğine dair söylentiler geliyor. Aslı astarı var mı diye Ankara’ya gittik. Ziyaret ettiğimiz bakanların hiçbiri böyle bir girişim olduğunu kabul etmiyor. Ferit Melen’e çıktık. Kendisi bize, ‘Böyle saçma şey olur mu, nereden çıkarıyorsunuz bunları’ diye çıkıştı. Özel kalemini çağırdı emin olmak için. Meğer hakikaten böyle bir tasarı var. Kabinenin tüm bakanları imzalamış, bir tek Başbakan’ın imzasına kalmış. Sonra iptal ettirdik kurtardık durumu. Ankara böyle bir yerdi. Zaten emekli oldum 7 yıl Ankara’ya uğramadım.Baykal hem bizi hem gemileri geri çevirdiDeniz Baykal’ın Enerji Bakanlığı dönemi. Tüp yokluğu almış başını gidiyor. Millet perişan. LPG Derneği olarak makamına çıktık. Soruna nasıl çare bulunabileceğine dair önerilerimizi sunacağız. Bizi, ‘Siz derneksiniz. Dernekler çıkar gruplarıdır siz kendi menfaatiniz için birleşmişsinizdir’ diye azarlayıp makamından çıkardı. ‘O halde şirket olarak gelelim’ diyecek olduk. ‘Şirketlerle zaten hiç konuşmam’ diyerek kestirip attı. Tüp ve benzin sıkıntısının had safhaya çıktığı yıllar. Başbakan Yardımcısı Hikmet Çetin petrol şirketlerini topladı. İki tankerin Türk karasularına girmek üzere olduğunu gaz ve petrol boşaltacağını belirtti ve tedbir almamızı istedi.Bekliyoruz, gemilerden ses seda yok. Ertesi gün Hikmet Çetin bize döndü. Özür dileyerek ‘Biliyorsunuz ithalat izni Enerji Bakanı’nın elinde. Böyle bir teşebbüse kendisinin ön izni olmadan girdiğimiz için şimdi ithalat iznini imzalamıyor’ dedi. O kadar hazırlık yapmışız. Valilikten polis bile istemişiz dağıtımda kargaşa olmasın diye. Deniz Bey ithalat iznini imzalamadığı için gemiler geri döndü.Koç bizi sıkıştırdı, TPAO ile ortak oldukKurttepeli’yi dinlerken ortaya daha bir sürü ilginç hikaye çıkıyor. İpragaz’ın 40 yılında başından geçen ilginçlikleri bizimle paylaşıyor:1960 Aralık ayında Eureka Metal adıyla şirketi kurup 1961 yılı Şubat ayında ilk tüp dolumunu gerçekleştirdik. Bizden hemen sonra Koç da Aygaz’ı kurdu. Bir gün kalktık eski adı İpraş olan rafinerinin tüm gazını Aygaz kapatmış. ‘Size maalesef LPG veremeyiz. Onlara daha çok güvendik’ dediler. Sözleşmemiz var ama uymuyorlar ürün vermiyorlar. Mecburen Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) ile birleştik ve 1966’da İpragaz adını aldık. Gaz temini için bunu yapmak zorunda kaldık. Türk insanı tüpe önce çok ihtiyatlı yaklaştı. İlk zamanlarda kimse almaya cesaret edemedi. Öncelikle köy muhtarlarına ocak ve tüp verdik. Yavaş yavaş insanlar bu tüpün hayatını kolaylaştıran çok önemli bir ürün olduğunun farkına varıp önemini anladılar.50 yılda sadece iki yöneticiBu karede İpragaz’ı kuran ve 2000’e kadar yöneten Yücel Kurttepeli ve 2000’den bu yana yöneten Selim Şiper yer alıyor. 50 yıllık geçmişi olan bir kurumda sadece iki üst düzey yönetici görmek kolay değil. Selim Şiper 1992 yılında Fransız Primagaz’a satılan, Fransızlar’ın da 1999 yılında Hollandalı SHV Gas’a sattığı İpragaz’da bugüne kadar tek bir yabancının çalışmadığına da ayrıca dikkat çekiyor.
Edirne’ye gidip fabrikayı görmesem inanmazdım. İpekyol, Machka ve Twist markaları için üretim yapan Ağa Han mimari ödüllü İpekyol Tekstil Fabrikası’nda kelimenin tam anlamı ile ‘özel terzi’ mantığı ile yürüyen bir üretim var. Mağazada 250 TL’ye satılan bir kadın ceketinin üzerinde, Edirne’de çalışan 150 kişinin her birinin ayrı ayrı el emeği göz nuru olduğunu görmek, inanın son ütüden çıkmış cekete bakışınızı değiştiriyor. Ayaydın Yönetim Kurulu Başkanı Yalçın Ayaydın’la ödüllü fabrikayı gezerken soruyorum.Burası daha önce gördüğüm tekstil fabrikalarına hiç mi hiç benzemiyor, Nişantaşı’nda çok özel butik iş yapan küçük bir moda evi mantığı hakim. ‘Tailor made’ titizliği var ama seri üretim yapıyorsunuz, ekonomik olmasını nasıl sağlıyorsunuz?Burada sadece 80 tane diktiğimiz ürün var. Hiçbir fabrika bu adetleri dikmez. Dikerse batar. Burada öyle ince işler yapılıyor ki bunları hiçbir fason atölyede de diktiremezsiniz. Ancak İtalyan danışmanların da desteği ile kurduğumuz ‘cellular’ yani hücresel sistem ile çok özel ürünleri seri olarak üretebiliyoruz.Banttan çıkan bir kadın ceketini gördüm. Konfeksiyon Müdürü Merdan Yüce bu ceketin üzerinde tam 150 işçinin emeği olduğunu vurguladı.Doğrudur kesimden finish’e yaklaşık 150 ayrı dokunuş yapılıyor bu cekete. Sadece 90 kişi dikim aşamasında cekete dokunuyor, emeğini becerisini ekliyor. Tek tek terzi mantığı ile ortaya çıkıyor bu ürünler.O takdirde fabrikanızdaki çalışanların her biri terzi olmalı. Düz konfeksiyon işçisi ile bu başarılabilir mi?Eğitimlerle elemanlarımız hangi üründe ne yapacağını, ne kadar sürede yapacağını biliyor. Hepsi bir sistematik içinde yürüyor. A elemanına gelen bir parçanın belli bir süre içinde ondan çıkıp B elemanına ulaşması lazım. Üstelik bizde sürekli modeller de değişiyor. Yani bir elemanımız uzun süre aynı işi de yapmıyor ancak yoğun eğitim programları ile hücresel yalın üretimde mükemmeli yakalıyoruz. 150 işçinin elinin değdiği bir ürünü bu yüzden 250 TL gibi bir fiyata nihai tüketiciye satabiliyoruz. Kaç kişi çalışıyor Edirne’deki fabrikada?450 kişi istihdam ediyoruz. Yüzde 80’e yakını kadın. Fabrikamız övünerek söylüyorum ki hiçbir tekstil fabrikasına benzemez. Her yer şeffaf ve yalındır. Burada dikkat ederseniz bütün ürünler raylı sistemle havada yürür. Ütüye çok fazla iş düşmesin, ürün basılıp ezilmesin diye. Son derece modern makinalarımız var. Mesela kollar bir cekette en hassas dikkat edilmesi gereken yerdir. Kol oturmazsa ceket vücutta doğru durmaz. Burada kol dikimini bilgisayarlı sistemle yapar elemanlarımız. Böyle bir sistemin Türkiye’de başka bir tesiste olduğunu sanmıyorum.Fabrikada üretilen ancak fabrikasyon olmayan bir ürün yaklaşık kaç dakikada ortaya çıkıyor?Modeline göre tek bir ürünün ortaya çıkışı 50 dakika ile 120 dakika arasında süreyi kapsıyor.Çalışanın ‘Lanet olsun’ demeyeceği bir fabrika tasarlamak istedimDÜNYANIN en prestijli mimarlık ödüllerinden biri olan ve üç yılda bir verilen 11’nci Ağa Han Mimarlık Ödülü’nü kazanan İpekyol Tekstil Fabrikası’nı Emre Arolat projelendirmişti. Edirne’deki fabrika turumuzda Emre Arolat da vardı ve mimari öneride bulunurken geçen süreci şöyle anlattı: Çalışanların içinde lanet olsun demeden iş yapacağı bir yer tasarlamak istedim. Ayrıca çok araştırdım. Malum tekstil Türkiye’de ne yazık ki kayıtdışının en çok olduğu, merdiven altı tabir edilen bir sektör. İpekyol ise bu anlamda çok farklı bir anlayışa sahipti. Primlerini düzenli ödeyen ve bu yüzden sürekli SGK’dan ödül alan son derece şeffaf işletmeye oldukça transparan bir binanın yakışacağını düşündüm. Ben mimari önerimi sundum. Sunarken de Yalçın Ayaydın’a sordum. ‘Cezaevi gibi bir yer mi istiyorsun’ dedim. O da bana ‘Hayır ben Avrupa’nın en iyisi olsun istiyorum’ diye cevap verince doğum sancısı gibi bir süreç başladı. Mimari önerimiz işi veren tarafından kabul edildi ve proje haline geldi.Arolat ileride bir gün cezaevi projesi tasarlayıp tasarlamayacağı sorulunca ‘Kesinlikle hayır’ derken başka bir durumu da aktardı: “Kadınlarla erkeklerin ayrı ayrı yüzdüğü bir otel projesine başladım. Ancak 3 gün sonra çizemeyeceğimi anladım. Denedim bünyem kaldırmadı. Erotik gelmedi ve sonunda yapamadım.”
AKARYAKIT ürünlerinden dünyanın en yüksek vergisini aldığını görmezden gelen Hükümet, 4 TL’ye yükselen benzinde suçluyu buldu. Önceki gün Enerji Bakanı Taner Yıldız, dün de Devlet Bakanı Ali Babacan EPDK yetkilileri ile görüşerek ana dağıtıcı ve bayi kârlarını masaya yatırdı. Temmuz 2009’da olduğu gibi dağıtıcı kârlarına tavan fiyat uygulanması ve karlarının düşürülmesi gündeme geldi. Komik olan, hem dağıtım şirketinin hem de bayinin kâr marjı sıfırlansa bile 1 litre benzinin satış fiyatı 3 lira 48 kuruşun altına inmiyorSon söylenecek sözü en baştan söyleyelim. 4 TL’ye çıkan benzin fiyatı kamuoyunda büyük tepki çektikten sonra Hükümet’in kendini savunma biçimi ve izlemeye çalıştığı strateji en masum ifadesiyle pişkinliktir. Önceki gün Enerji Bakanı Taner Yıldız dün de Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın EPDK yetkililerini toplantıya çağırması ile bir kez daha dağıtıcı kâr marjlarının masaya yatırıldığını anlıyoruz. Temmuz 2009’da EPDK, ‘ana dağıtıcı ve bayi benzinden çok kazanıyor’ tespiti yapmış, toplam kazanç 38 kuruştan 20 kuruşa indirilmişti. Kısa süre sonra ise Maliye indirilen tutar kadar vergilere zam yaparak düşen fiyatı yine eski seviyesine çıkarmıştı.Bugün geldiğimiz noktada, 1 litre benzinin 95 oktanlısı 3.85 TL’den 97 oktanlısı 4.01 TL’den satılıyor. İki gündür süren toplantılardan anlaşılıyor ki bir kez daha ana dağıtıcı ve bayi kârları ile oynanması gündemde. Akaryakıtta 1 kuruşluk vergi indirimine tahammülü olmayan Hükümet ‘Acaba nereden kısarız da akaryakıtı 4 TL’lik seviyenin altına çekeriz. Tepkiyi hafifletiriz’in hesabını yapıyor.Ancak hesap o kadar açık ki; hiç bir hükümet yetkilisinin çıkıp da ‘Akaryakıt fiyatlarını biz belirlemiyoruz. Serbest fiyat uygulanıyor.’ diyememesi lazım. Ancak başta Başbakan Erdoğan olmak üzere herkes topu göğsünde yumuşatıp taca atmaya, hedef saptırmaya çok meğilli. Gelin şimdi rakamları konuşturalım. Kim haklı kim haksız anlayalım.1 litre 95 oktan kurşunsuz benzinin satış fiyatı 3.85 TL. Yazının etrafını saran grafikte 1 litre benzinin satış fiyatına nasıl ulaşıldığı net olarak görünüyor. Ham petrolü uluslararası piyasalardan alan, döviz riskini üstlenen, getirip işleyen benzine motorine dönüştüren rafineri, Ahmet bey’in arabasına koyduğu 1 litre benzinden sadece 99 kuruş pay alıyor. (1 varil petrolün şu an uluslararası borsalardaki fiyatı 88 dolar. 1 dolar 1.50 TL, 1 varil petrol de 159 litre. Yani rafineri 132 TL ödeyerek 1 varil hampetrol alıyor. Ham petrolün litresi 83 kuruşa geliyor. İşledikten benzine dönüştürdükten sonra 99 kuruşa satıyor. Oldukça makul bir kâr marjı)İşlenmiş, benzine motorine dönüşmüş yakıtın kara nakliyesini yapan kamyoncu litrede 1 kuruş taşıma ücretine razı. Shell, BP, Opet, Petrol Ofisi gibi ana dağıtıcı firmalar litreden 18 kuruşun biraz üzerinde pay alıyor. Aynı payı Ahmet Bey’e pompadan benzin satan bayi de alıyor. Yani dağıtıcı ile bayinin toplam aldığı para 36 kuruşun biraz üzerinde. 1 litre benzinden rafineri yüzde 25.71, ana dağıtıcı ve bayi ikisi birlikte yüzde 9.55 pay alıyor. Peki bu 1 litre benzinin yüzde 65’lik kısmını oluşturan bedeli kim alıyor?EPDK 1 litre benzinden 0.174 kuruş pay kapmış. 0.184 kuruş alan ana dağıtıcı ve bayinin neredeyse kârına eşit bir pay. Kalanı malum ÖTV ve KDV. Uyanık Maliye önce 1.89 TL’lik ÖTV’yi yukarıda verdiğim rakamlara ekliyor, ardından çıkan rakamın KDV’sini hesaplıyor. Yani aslında verginin de vergisi alınıyor. Ahmet Bey’in 1 litre benzinde Maliye’ye ödediği toplam vergi 2.48 TL’ye çıkıyor.Diyelim ki bayi kârı ve ana dağıtıcı kârı azaltıldı. Yine Temmuz 2009’da olduğu gibi toplamda 20 kuruşa indirildi. Şu an ana dağıtıcı ve bayinin 1 litre benzindeki payı 36.8 kuruş olduğuna göre benzinde en fazla 16.8 kuruşluk bir indirim sözkonusu olabilir. Yani 1 litre 95 oktan kurşunsuz benzin 3.68 TL’ye inebilir. 1 litre benzinden 2.48 TL alan Maliye vergilerde bir indirim yapmadığı sürece akaryakıtta indirim hayaldir.Şu an Türkiye Avrupa’nın açık ara benzinden en yüksek vergiyi alan ülkesidir. Türkiye’de 1.25 euro/cent olan vergiye en yakın vergi tutarı 0.97 euro/cent ile Hollanda’da. (Bir Hollandalı ile bir Türk’ün alım gücünü de ayrıca kıyaslayın lütfen.)