Türkiye sermaye piyasasından yükselecek... Bu sözü 1990’ların başında, tarzı, yöntemleri ve küçük yatırımcıyı keriz yerine koyan sistematiğinden dolayı çok eleştirdiğim Nasrullah Ayan söylemişti. Türkiye sermaye piyasasından yükselmedi ancak birileri bu piyasa üzerinden her dönem yükselmeyi başardı.Bugünlerde SPK Başkanı ısrarla şirketleri Borsa’ya davet ediyor. Son dönemde halka arz edilen şirketlerin genel profili ortada. Bakınca bu kez dönemin imkanlarını kullanma kabiliyetine sahip şirketlerin halka arz yöntemiyle yatırımcılardan kaynak topladıkları görülüyor.Ancak şirket sayısı artsa da Borsa’ya ilgi duyan yatırımcı sayısı artmıyor. Çünkü İMKB kurulduğundan bu yana hep kumarhane mantığı ile çalıştı, çalışmaya devam ediyor.Önceki gün elektrikte 3 dağıtım bölgesinin ihalesi yapıldı. Toroslar’a 2 milyar 75 milyon dolar, Akdeniz’e ise 1 milyar 165 milyon dolar teklif edildi. İkisi toplamda 3 milyar 240 milyon dolar değer yarattı. Ancak bu bölgeler ikinci kere satıldı ve ne yazık ki devlet bu iki bölgeyi satarken aslında binlerce küçük yatırımcının hakkını yedi.Dünkü haberlerde bu ayrıntıya kimse yer vermedi.Bu iki bölge de daha önce Çukurova ve Kepez Elektrik’e ait bölgelerdi. Bu bölgelerin dağıtım hakkı, Uzan Ailesi bu şirketlere sızmadan çok önce verilmiş, alan şirketler bu hakkı İMKB’de küçük yatırımcı ile paylaşmıştı. Daha sonra yine devlet eliyle Çukurova ve Kepez’in kontrolü Uzanlar’a teslim edildi.Uzanlar hortumcu çıktı. Kötü adamlardı.Peki küçük yatırımcıların günahı neydi?Çukurova ve Kepez Elektrik’in sadece dağıtımı 3.2 milyar dolar yaptı. Barajlar henüz hesaba katılmadı.Bu şirketlerin yüzde 17 ortağı iken bir anda tuvalet kağıdına dönmüş hisselerle kala kalan Çukurova ve Kepez Elektrik küçük yatırımcıları önceki günkü ihaleleri muhtemelen içleri sızlaya sızlaya izledi.Haklarını helal ettiklerini sanmıyorum. Borsa’ya girdikleri, hisse senedi aldıkları güne bir kez daha lanet etmişlerdir muhtemelen.Devlete yakışan 3.2 milyar dolarlık gelirden yüzde 17 payı ayırıp, Çukurova ve Kepez’de mağduriyet yaşayan küçük yatırımcılara ödeme yapmaktır. Olur mu, devlet bu ödemeyi yapar mı?Ödemez, bu şıklığı göstermez muhtemelen ama biz yine de yazalım. Tarihe not düşelim.Yazalım da yazarken büyük risk aldığımın da farkındayım. Çünkü ‘Muhtemelen ya kendisinde ya da bir akrabasında Çukurova Kepez hissesi var’ diye çamur atmaya kalkanlar olabilir.Olsun, benim o konuda içim son derece rahat, tek bir lot hissem olmadığı için dedikodulara aldırış etmeden bu konuya değinebiliyorum.Çünkü aslında ben de Türkiye’nin sermaye piyasasından yükselebileceğine inanıyorum.Ama bu evlere şenlik haliyle değil...
Çukurova ve Kepez Elektrik’e haksız el konulduğunu belirterek mülkiyet hakkı ihlali gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne Türkiye’yi şikayet eden Cem Uzan bu sabah saat 9’da mahkeme karşısına çıkarak bir kez de burada ifade verecek. Hatırlanacağı üzere Cem Uzan firari kardeşi Hakan Uzan ile birlikte Paris’te de Libananco davası sürecinde Uluslararası Yatırım Anlaşmazlıkları Mahkemesi’nde (ICSID) ifade vermişti.Cem Uzan ikinci hamlesi ile AİHM’e de başvurdu ve haksızlığa uğradığını iddia ederek Türkiye devletinden 100 milyar dolar istedi. ICSID’da süren dava değil ama AİHM’de bugün başlayacak Cem Uzan’ın hak arama mücadelesi İMKB’de Çukurova ve Kepez Elektrik hisse senedi alan binlerce hisse senedi mağduruna da emsal teşkil edecek.ÇEAŞ ve Kepez’e el konulduğunda sadece Uzan Ailesi değil, binlerce İstanbul Borsası yatırımcısı da şok geçirmişti. Defalarca şikayetlerini dile getirdiler, zaman zaman Hükümet yetkililerinden ve SPK Başkanı’ndan mağduriyetlerinin giderileceğine dair sözler aldılar, yasa tasarıları hazırlandı ancak sonu bir türlü getirilemedi. Belki de İMKB’de canı yananlar arasında Hükümet kanadının kıramayacağı, üzülmesine dayanamayacağı cinsten birileri yoktu, tasarılar tozlu raflardan bir türlü inemedi.Daha önce haklarını AİHM’e giderek aramak isteyen ÇEAŞ ve Kepez’deki küçük yatırımcılar, Cem Uzan’ın da dava açtığını öğrenince bu hamleden vazgeçmiş ve sözkonusu davanın sonuçlanmasını beklemeye karar vermişti.AİHM’de bir ilk yaşanacakTarihin en büyük mülkiyet gaspı iddiası ile Türkiye aleyhine açılan dava rutin AİHM davalarını gölgede bırakacak şekilde gelişmesiyle de dikkat çekiyor. Normalde dosya üzerinden karar veren ve bir duruşma yapmayan AİHM, tazminatın büyüklüğü ve davanın önemini dikkate alarak istisnai bir durum olarak bu davaya özel duruşma yapacak.Çukurova Elektrik ve Kepez’e haksız biçimde el konduğunu iddia eden Libananco’nun sahibi Cem Uzan, büyük bir avukat ordusu ile davanın görüleceği Strasbourg’a geldi. Türkiye tarafı da sözkonusu dava için ağır toplarını Strasbourg’a gönderdi.Duruşmaya Cem Uzan ve ekibi, Didier Bollecker, Libananco’nun avukatı Stuart Newberger, Christina Kruger katılacak. Türkiye adına da Aydın Coşar, Mark Howard, John Gardner AİHM duruşma salonunda hazır bulunacak.Tarihi duruşma saat 9’da AİHM’in en büyük salonunda görülecek. Duruşma aynı zamanda AİHM’in internet sitesinden de takip edilebilecek. AİHM bu davada Çeaş ve Kepez’e el konma sürecinde Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin birinci protokolünün 1. maddesi ile güvence altına alınan mülkiyet hakkı ihlali olup olmadığına bakacak.Bu arada daha önceki yazılarımı takip edenler hatırlayacaktır. ICSID nezdinde devam eden davanın yaz bitiminde Eylül gibi sonuçlanabileceğini yazmıştım. Ancak süreç enteresan bir şekilde uzadı. Aldığım son bilgilere göre Libananco davasında karar yüzde 100 diye yazmayayım ama yüzde 99.999 Ocak ayında çıkacak.
TÜSİAD 2008 krizi patlak verdikten sonra ısrarla yola IMF ile bir stand-by yapılarak devam edilmesi gerektiğine işaret etti. Hem YİK Başkanı Mustafa Koç, hem de Yönetim Kurulu Başkanı Ümit Boyner bu tavsiyede ısrar ettiler. Bugün geldiğimiz noktada Mustafa Koç, “IMF olsun dedik ama IMF’siz çok iyi gidildi. Babacan ve kurmayları bu işi iyi idare ettiler” dedi.Yurtdışında gıptayla izlenen bir Türkiye olduğunun altını çizen Koç Holding Yönetim Kurulu Başkanı Mustafa Koç, hükümetin IMF’siz de disiplinden taviz vermeden ekonomiyi iyi yönettiğini söyledi.Mustafa Koç ile Koçtaş’ın 30’uncu mağazasını açtığı Bursa’da sohbet imkanı bulduk. Koçtaş mağaza açılışında sarfettiği ‘Temkinli iyimserlik dönemi şimdilerde yerini güvenli ve kuvvetli bir gelecek beklentisine bıraktı’ sözünü biraz daha açan Koç, şunları söyledi:Avantajlarımız var“Bugüne kadar hep Uluslararası Para Fonu (IMF) olsun dedik ama kabul etmek lazım ki IMF’siz de çok iyi bir şekilde yönettiler ekonomiyi. Ali Babacan liderliğindeki ekonomi kurmayları bu işi iyi idare etti. Tabii mortgage işinin Türkiye’de ilerlememiş olması da bu kriz döneminde Türkiye’ye artı yazdı.”Mustafa Koç, önümüzde bir seçim süreci olduğuna vurgu yaparken muslukların eskisi gibi açılmasını beklemediğini, eski dönemlerdeki gibi bir seçim ekonomisi yürütülmesini öngörmediğini de belirtti. İki hafta önce Sao Paulo’da Margan Stanley tarafından organize edilen bir toplantıya katıldığını belirten Koç, Türkiye’nin gıpta ile izlendiğini, Avrupa’ya göre Türkiye’nin göreceli avantajları olduğunu söyledi. Avrupa’da yaşananlar yüzünden temkini elden bırakmamak gerektiğini ifade eden Koç, Türkiye’deki en büyük problemi ise işsizlik olarak tarif etti.TÜSİAD YİK Başkanlığı için karar vermedimBir kaç gündür Mustafa Koç’un TÜSİAD Yüksek İstişare Konseyi Başkanlığı görevini bırakacağı konuşuluyor. Koç, henüz bu konuda bir karar vermediğini, hatta konuyu Başkan Ümit Boyner ile dahi konuşmadığını söyledi. Koç, “Ocak’a kadar süremiz var. Yazılanlar tamamen spekülasyon. 2 yıl önce de bırakabilirdim ancak devam ettim. Büyüklerimizle konuşacağız. Bir karar vereceğiz. Devam etmemi isterlerse düşünürüm. YİK başkanlığı yönetim kurulu başkanlığı kadar yormuyor ama büyük mesuliyet istiyor. Özellikle Ankara’ya karşı. Söylediklerimizin başka algılandığı oluyor. TÜSİAD’a vurmak da en kolay şey. Ancak TÜSİAD bugün Türkiye’nin en sivil toplum örgütüdür” dedi.ÇORBADA TUZUMUZ VARSATürkiye’nin en büyük sorununu işsizlik olarak tanımlayan Koç, ”72 binin üstünde bordrolu çalışanımız var. Aileleri ile 400 bin diyebiliriz. Çorbada tuzumuz varsa ne mutlu” dedi.İsim değil ama amblem değişecekTÜSİAD’ın adının işkadınlarını da kapsayacak şekilde değişebileceği yazılıp çizilmişti. TÜSİAD’ın ise böyle bir niyetinin olmadığı anlaşılıyor. Koç ismin değil ancak amblemin değişebileceğini belirtti Koç “Çok eskidi. Bülent Eczacıbaşı döneminde bacadan tüten duman yerine ağaç kondu ama yine de soğuk savaş dönemini hatırlatıyor. Konkur açıp logoyu değiştirmeliyiz” diye konuştu.Kulaklarımızdan para çıkmıyor ama Yapı Kredi’yi almak isterizKoç’a ‘Genel kurulunuzda Yapı Kredi Bankası’ndaki ortağınız Unicredito’nun konservatif yaklaşımından şikayet etmiştiniz. Bu yaklaşımın bankacılık sektöründe kârdan zarar etmenize neden olduğunu vurgulamıştınız. Unicredito CEO’su hafta başında bazı pazarlardan çıkabileceklerini açıkladı. Şayet Türkiye’den çıkmak isterlerse hisselere talip olur musunuz?’ diye sordum. Koç, “Şu an kulaklarımızdan para çıktığını sanmayın ama keşke İtalyan ortağımız böyle bir karar alsa da hisselerini satın alsak.Bu alımı çok ciddi düşünürüz. Ancak şu an böyle bir durum yok. Zaten Türkiye’den çıkıp nereye gidecekler. En iyi performansları Türkiye’de” cevabını verdi. Koç, yüzde 50-50 ortaklığın güçlüğüne de dikkat çekti. Migros’u satmayı ve Tüpraş’ı almayı bugüne kadar yaptıkları en iyi iş olarak tarif eden Mustafa Koç, “Migros’ta küçük kâr marjları ile çalışılıyordu. Temettü dağıtmıyordu. Tüpraş’ı da alınca yaratacağı kur riskinden dolayı Migros’u sattık” dedi. Bu arada Mustafa Koç, Tofaş’ın B ve C tüketici segmentine hitap edecek bir modelinin olmamasının sıkıntısını yaşadığını belirterek bu alanda bir yatırım kararı alabileceklerini söyledi.
Çoğunlukla dini motifleri kullanan bazı uyanıklar bugüne kadar gurbetçilerin tam 70 milyar dolarını batırdı. 3 bin 500 gurbetçi tarafından 1965 yılında kurulan İşbir ise 4 binin üzerindeki istihdamı ve 250 milyon dolara yaklaşan konsolide cirosu ile çok ortaklı sistemin parlayan tek yıldızı olarak dikkat çekiyor.1960’lı yıllarda Türkler Almanya’ya çalışmaya gittiklerinde ve elleri biraz para gördüğünde bazı fırsatçılar da hemen türeyivermişti. Çoğunlukla dini motifleri kullanan ve pazarlamalarını camilerde yapan bu fırsatçılar gurbetçilerin paralarını toplayıp, kağıt üzerinde kurdukları şirketlerin göstermelik hisse senetlerini verdiler. Pek çoğu, çorak bir arazide fabrika niyetine temeli atılmış birkaç kolondan öteye gidemedi. Bırakın üretim yapmayı, o kolonların üzerine bir dam bile inşa edemediler. Benzer yöntemler 2000’li yıllar da dahil hep kullanıldı ve gurbetçiler sürekli sömürüldü.SPK’nın bir hesabına göre, gurbetçiler bu tip oluşumlarda bugüne kadar tam 70 milyar dolar para batırdı. Onlar batırırken birileri zengin oldu...1965 yılında, Almanya’da çalışan 3 bin 500 Türk tarafından kurulan İşbir Holding, gurbetçilere sırtını veren çok ortaklı sistemin tam 45 yıldır ayakta kalan tek örneği olarak dikkati çekiyor. O gurbetçilerin bir bölümü bugün yaşamıyor. Bir bölümü ise hisselerini devretti. Ancak aileleri, çocukları hatta torunları halen İşbir’in ortağı olmanın keyfini sürüyor.80 milyon $ yataktan geliyor3 bin 500 gurbetçiden toplanan 2 milyon 700 bin lira ile önce İşbir Sentetik Dokuma Sanayi kuruluyor. 10 yıl içinde önce sünger ardından yatak fabrikası faaliyete geçiyor. Gözlük camı ve optik üreten fabrika da grubun en kârlı yatırımı oluyor.Şu an grubun cirosunun 80 milyon doları sünger ve yataktan, 30 milyon doları optikten, 110 milyon doları da sentetik dokumadan geliyor.İşbir oluşumu o kadar başarılı ki gurbetçiler daha ilk yıldan yüzde 39 temettü almanın keyfini yaşamış. Zaten 3’üncü yıl sonunda da yatırdıkları parayı temettü olarak geri almışlar. Şirket bazı yıllar ortalama yüzde 200’ler civarında temettü dağıtmayı başarmış.İşbir yetkilileri bu başarının ardındaki sırrın hep iyi profesyonellerle çalışmak ve ilk günden itibaren herşeyi kayıt altına almak olduğunu düşünüyor. Yazılarımı takip edenler Mamak Çöplüğü’nde bir mucize gerçekleştiren Ali Kantur ile yaptığım söyleşiyi hatırlayacaktır. Ankara’ya giderken aslında amacım Ali Kantur ile modelinin en başarılı örneği olan İşbir Holding’i konuşmaktı. Ali Kantur, İşbir Holding’in Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı. Zaten bu isim bile İşbir yatırımcılarının gerçekten doğru kişilere işi emanet ettiklerinin kanıtı.‘Ömrün üçte biri yatakta geçiyor’ dedi, visco süngerile piyasanın tozunu attıİşbir Holding’in konsolide cirosu içinde sünger ve yatağın payı aslında düşük. Ancak tüketici ile İşbir’in birebir buluştuğu nokta İşbir Yatak olduğu için kamuoyu en çok bu markayı tanıyor. Markanın arkasında 3 bin 500 gurbetçinin başarılı ortaklığının olduğunu bilmese de...İşbir Yatak ise sektöründe inovatif ürünleri ile dikkat çekiyor. Ali Kantur ile buluşmamızda İşbir Yatak Genel Müdürü Metin Gültepe de vardı ve şirketle ilgili bilgi verdi. Yatak deyip geçmemek lazım. Günde 8 saatlik uyku çeken biri aslında ömrünün üçte birini yatakta geçiriyor demektir. Dolayısıyla nasıl bir yatakta yatıldığı çok önemli. Üstelik yatak sadece uykudaki 8 saati değil, daha sonra ayakta geçirilen 16 saati de ipotek altına alan bir ürün. İyi bir yatakta yatılmadığı takdirde vücut tüm günü yorgun geçiriyor.Ar-Ge çalışmaları neticesinde İşbir Yatak’ın geliştirdiği viscoelastik sünger malzeme ve bu malzemeden üretilen İşbir yataklarının sektörde ayrı bir yeri var. Bel fıtığı sorunu ile yaşayanlar yatağın önemini daha iyi bilir. Tempur bu alanda NASA teknolojisi ile geliştirilen özel süngeri kullanıyor ve tercih ediliyordu.İşbir de tamamen kendi mühendisleri ile sözkonusu NASA teknolojisini geliştirmeyi başardı. Viscoelastik malzemeden üretilen Viscostar yataklar, ithal ürünlere göre fiyat avantajı ile pazarda çok önemli bir pay almış vaziyette.Ortopedik özelliği ile adeta bağımlılık yaratıyor. Bu laf olsun diye kurulan bir cümle değil. O kadar bağımlılık yaratmış ki, müşterilerin ricaları üzerine şirket söz konusu ürünün seyahatlerde kullanılabilen portatif bir setini çıkarmak zorunda kalmış. Özel çantasına katlanarak konuyor ve diyelim ki iş seyahatine çıktığınızda oteldeki yatağın üzerine seriliyor. Kullanan kişi evindeki yatak konforunu otel odasına da taşımış oluyor. Metin Gültepe, çok sık seyahat eden CEO’ların bu seti çok tercih ettiğini söyledi.Bu malzeme hafızalı hücreleri sayesinde vücut ısısına ve basıncına göre farklı tepkiler veriyor. Yatağın vücut üzerindeki basıncını azaltıyor. Visco yatakta uyuyanlar sonrasında uykuyu “havada uyumuşum” diyerek tarif ediyorlar.Reflüde etkili horlamayı kesen yastığı da varİşbir’in ürünleri İşbir Yatak Uyku Merkezleri’nde test edilebiliyor. İşbir’in deniz yosunundan, karbon fiberden hatta soyadan ürettiği yataklar var. Bunlar antistres özellikleri ile dikkati çekiyor ve özellikle çevreciler tarafından tercih ediliyor. Masaj yapan yataklarının yanısıra İşbir’in reflü ve horlamaya çözüm olmak amacıyla üretilen yastıkları da dikkat çekici.
TOKİ’nin iştiraki Emlak Konut GYO tarafından Ayazağa’daki 242 bin metrekarelik arazinin 21 Eylül’de ihalesi yapıldığında, çoğu kişi ortaya çıkan rakama inanamadı.İnanamayanlardan biri de bizzat Emlak GYO’nun Genel Müdürü Murat Kurum’du. En çok 850 milyon lira gelir paylaşımı beklerlerken ihaleyi kazanan konsorsiyum 1 milyar 203 milyon TL gelir taahhüt etmişti. Bu rakam yüzünden Murat Kurum, Emlak GYO Yönetim Kurulu Üyesi Vedat Demiröz ile takım elbisesine girdiği iddiayı kaybetti. Ancak geldiğimiz noktada, tüm zamanların hasılat paylaşım rekorunu kıran müthiş ihale mahkeme duvarına çarpmış görünüyor.1 Kasım günü İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin 9 üyesi, İstanbul İdare Mahkemesi’nde açtığı dava ile söz konusu imar planının telafisi mümkün olmayan zararlara yol açacağı iddiasında bulundu ve yürütmenin durdurulmasını istedi. Şehir Plancılar Odası ve Mimarlar Odası da benzer gerekçelerle imar planının iptali için Danıştay’da dava açtı. Açılan davalarda 1/5000 ölçekli nazım planı ve 1/1000 ölçekli uygulama planının Belediye Meclisi’nin denetiminden geçmediği, askıya çıkarılmadığı iddia ediliyor.Levent İETT arazisi ve Zorlu’nun kazandığı Karayolları arazisinde de benzer davalar oldu. Ahmet Zorlu, inşaata başlayabilmek için 2 yıl zaman kaybetti. Allahtan Denizbank’ı satmıştı, nakit zenginiydi, süre kaybını bir şekilde telafi edebildi.Levent İETT arazisi ile ilgili süreç ise halen devam ediyor. Öyle görünüyor ki Ayazağa’da da şayet yeni bir imar planı yapılmaz ise mahkeme süreci aylar hatta yıllarca sürecek, tüm zamanların rekor rakam ‘şimdilik’ kaydıyla kağıt üzerinde kalacak.Bu işin bir boyutu.Bir diğer boyutu ise ihaleyi kazanan Metal Yapı, Özüm Petrol, Yeşil İnşaat, Nasa İnşaat, K Yapı ve Taşçılar Madencilik’ten oluşan Ortak Girişim Grubu ile Emlak GYO arasındaki gerginlik.Söz konusu konsorsiyum haklı olarak açılan davaları ve bundan önceki emsallerinde yaşanan hukuki sürecin uzunluğunu dikkate alarak ihale bedelini ödemekten kaçındı. Belirsizlik ortadan kalkana kadar ödeme yapılmamasına yönelik talepleri, ne var ki Emlak Konut GYO tarafından uygun bulunmadı ve işlemlerin şartnamede belirlenen hükümler çerçevesinde yürütüleceği kendilerine iletildi.Bu şu demekti: “Eğer ödemeden kaçınırsanız 24.4 milyon TL tutarındaki 4 geçici teminat mektubunuzu iade etmeyiz ve tahsil ederiz.”Konsorsiyum, Avukat Münci İnci aracılığıyla derhal harekete geçti ve Kadıköy 3. Asliye Mahkemesi’nde açılan davada geçici teminat mektuplarının iadesi talep edildi. İhaleyle ilgili masraflar ve kâr kaybı ile ilgili ayrıca tazminat açılabileceği, bu hakların saklı tutulduğu da vurgulandı.Konsorsiyumun mahkeme sürecini öne sürerek ödemeden kaçınması, “Paraları yok, ilk etapta ödemeleri gereken 180.4 milyon lirayı denkleyemediler o yüzden işi yokuşa sürüyorlar, davayı bahane ediyorlar” eleştirilerine sebep oldu.Bu eleştirilere TOKİ Başkanı Bayraktar’ın da katılması ihaleyi kazanan konsorsiyumu haklı olarak üzdü.Sonuçta bu 6’lı konsorsiyumun tamamı iş yapan ticari itibarları olan firmalar. Taahhüt işinde böyle zan altında kalmanın tabii ki olumsuz sonuçları yaşanır.Konsorsiyum ortaklarının sözleşme imzalamaya giderken yanlarında götürecekleri kesin teminat mektuplarını gördüm. Biri 3 Kasım 2010 tarihinde Denizbank’tan alınmış. 65 milyon TL nakit ve 81 milyon 277 bin 500 TL’lik teminat mektubu kredisi ortaklığın kullanımına açılmış. Aynı tutarlarda bir başka teminat mektubunda da Vakıfbank Maslak Şubesi’nin imzası var. Ayrıca 50 milyon liralık vadesiz mevduat cüzdanı da hazırlanmış. Konsorsiyumun, iddia edildiği gibi parayı denkleyememekten dolayı işi yokuşa sürmek gibi bir durumu yok görünüyor. Belli ki korkmuşlar ve hukuki süreç bitmeden adım atmak istemiyorlar. Yoksa Ayazağa projesi kolay kolay vazgeçilecek bir proje değildi. Ancak görünen o ki takım elbise kazandıran ihale uzunca bir süre mahkeme kapısında bekleyecek. İhaleden hemen sonra Vedat Demiröz, iddia konusu takım elbiseyi tahsil etti mi bilmiyorum. Ancak şayet Emlak Konut GYO Genel Müdürü Murat Kurum henüz takım elbiseyi teslim etmediyse bence o da ‘Mahkemeyi bekleyelim’ deme hakkına sahip...
Vodafone Türkiye, son yarı yılda gelirlerini 1 milyar 363 milyon liradan 1 milyar 766 milyon liraya yüzde 29.6 yükselterek Vodafone’un hizmet verdiği ülkeler arasında en hızlı gelir artışı kaydeden operasyon oldu. Vodafone Yönetim Kurulu Başkanı Sir John Bond Telsim’i ilk aldıkları yıllarda yaşanan sıkıntılara gönderme yapıp ‘Saçlarımı beyazlattılar’ derken, Vodafone Türkiye’nin son dönem performansını ise ‘Mükemmel’ sözleriyle özetledi.Serpil Timuray, Vodafone Türkiye’nin başına Ocak 2009’da geldi. Daha önce bir yazımda Türkiye’de hizmet veren 3 GSM operatörünün EBITDA performanslarını ortaya koymuş ve Vodafone’da işlerin pek de iyi gitmediğini EBITDA kâr marjının eksilerde olduğunu vurgulamıştım. Bu kötü tabloyu tersine çevirmek üzere kolları sıvayan Serpil Timuray ve ekibi Mart 2009’da stratejik iş planı sunumunu merkezde Sir John Bond ve ekibine yaptı. Vodafone yönetimi Timuray ve ekibine güvendi, tam destek verdi. Gerekli yatırımların yapılması için onay çıktı. Önceki gün Londra’da Mandarin Orient Otel’de Serpil Timuray ve ekibi 2010-2011 mali yılı ikinci çeyrek sonuçlarını ortaya koydu. Rakamlar Timuray ve ekibinin stratejik iş planının bir hayli önünde olduğunu ve Vodafone Türkiye’nin kısa bir süre sonra net kâr üretmeye başlayacak bir şirkete dönüşeceğini anlatıyor. Son çeyrek gelirleri 535 milyon liradan 913 milyon liraya yükselen Vodafone Türkiye’nin son 6 aylık konsolide geliri ise 1 milyar 766 milyon TL olarak gerçekleşti. Bir önceki yılın aynı döneminde gelirlerin 1 milyar 363 milyon TL olduğu gözönüne alınırsa artışın yüzde 29.6’yı bulduğu görülüyor. Timuray, bu artışın ara bağlantı ücretlerinin yüzde 52 oranında düştüğü bir dönemde gerçekleştiğinin de ayrıca altını çizdi. Şayet ara bağlantı ücretleri sabit kalsaydı artışın yüzde 43’ü bulabileceğini hesap etmişler. Vodafone Türkiye son 4 çeyrektir pazar büyümesinin üzerinde bir büyüme gerçekleştiriyor. Vodafone Türkiye’nin yüzde 29.6 ciro artışı sağladığı dönemde Avea’daki artış yüzde 2’de, Turkcell’deki artış ise 0.3’de kalmış vaziyette. Son çeyrek itibarıyla Vodafone Türkiye’nin GSM sektörünün toplam cirosu içindeki pazar payı yüzde 25.1’e yükselmiş vaziyette. Sektörde son çeyrekte 3 milyar 674 milyon liralık ciro gerçekleşirken bunun 913 milyon lirası Vodafone Türkiye’den geldi. Vodafone Türkiye’nin geçen yıl aynı dönemde toplam ciro içindeki payı yüzde 18.6’ydı. Önemli bir performans artışı. Toplam ciro içinde Turkcell’in payı yüzde 63.6’lardan yüzde 56.5’e çekilmiş vaziyette. Avea’nın da toplam gelir içindeki payını yüzde 18’den yüzde 18.4’e yükselttiği görülüyor. Son iki çeyrek itibarıyla değerlendirme yapıldığında ise 7 milyar 84 milyon liralık toplam ciro içinde Vodafone Türkiye’nin payı 1 milyar 766 milyon lira ile yüzde 24.9 oranına denk geliyor. Gelirlerdeki artışa paralel maliyet kontrolünün de desteği ile EBITDA kâr marjı da dörde katlanmış görünüyor. EBITDA yani Türkçe karşılığı ile faiz vergi amortisman öncesi kâr 49.3 milyon liradan 217.6 milyon liraya yükselmiş vaziyette. Vodafone Türkiye’de EBITDA kâr marjının Ekim 2009-Mart 2010 döneminde eksi yüzde 4.8 olduğuna dikkati çekmek isterim. Bu oranı verince ortaya çıkan yüzde 12.2’lik EBITDA marjı daha da anlamlı oluyor.Ve gelelim net kâra... Vodafone Türkiye’de halen net kar üretimi sözkonusu değil. Ancak net zarar bir önceki yarıyıla göre 140 milyon liradan 76 milyon liraya gerilemiş vaziyette. Bu ciro artışı ve maliyet kontrolü ile yakın bir gelecekte Vodafone Türkiye’nin net kår ile tanışması an meselesi. Serpil Timuray’a ‘Net kâr zamanlaması ile ilgili bir öngörünüz var mı?’ diye sordum ancak kesin bir yanıt vermekten kaçındı. Bu soruyu ‘Bizim kârlılığa dikkat etmeden agresif bir rekabet stratejisi yürüttüğümüzü söyleyenler herhalde bu rakamları görünce yanıldıklarını anlamışlardır. Bizim bazı önceliklerimiz vardı. Ciro artışı ve pazar payına odaklı bir strateji izliyoruz. Bu öncelikleri sağladıktan sonra kârlılık da arkasından gelecek” diyerek yanıtlamayı tercih etti.Geçmişe sadece ders almak için bakarım, sorgulamak için değilCumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün Chatham House 2010 ödülünü alacağı tören için Banqueting Hall’daki törende Vodafone Yönetim Kurulu Başkanı Sir John Bond ile aynı masayı paylaşıyoruz. Vodafone Türkiye’nin son çeyrek itibarıyla mali sonuçlarını nasıl bulduğunu sorduğumda şöyle yanıt veriyor: “Telsim’i almak iyi bir yatırımdı. Ancak iyi bir yönetim koyamadık. Saçlarım bu yüzden beyazladı. Bir ülkeyi de şirketleri de yaratan insanları. İnsanları yetenekli ve yönetimi de iyiyse o ülkede başarılı olursunuz. Dürüst olmam lazım, bir önceki yönetim bizim hatamızdı. Bugünkü rakamlar mükemmel”Sir John Bond, ilerlemiş yaşına rağmen çakı gibi delikanlı. Ancak Vodafone Türkiye eğer rakamları doğrultmasa kimbilir beyazlayan saçlar dökülebilirdi de...‘Masada bir başka gazeteci arkadaşımız ‘Telsim’e verdiğiniz fiyatın yüksek olduğunu düşünüyor musunuz?’ diye soruyor. Bond samimiyetle yanıt veriyor: “Türkiye gibi bir ülkede GSM şirketine sahip olmak çok önemli. O gün bu pazara girmenin fiyatı neyse biz onu ödedik. Hiç pişman değilim. Ben geçmişe ancak birşeyler öğrenmek, ders almak için bakarım. Kararı sorgulamak için değil. Hayatı ileriye dönük yaşamak, geriye doğru anlamak benim felsefem. Çok fazla geriye dönük kararları sorgulamam. İleriye dönük projeler için vaktimi harcamak isterim.”Faturalı abone sayısı arttı, numara taşımanın da en hızlısı8 Kasım numara taşıma döneminde ikinci yıldönümüydü. Bu süre içinde nette en çok abone artışını Vodafone’un gerçekleştirdiği dikkati çekiyor. Vodafone iki yılda net 1.7 milyon yeni abone kazandı. Aynı sürede Avea da 1 milyon net abone kazanırken, numara taşımanın 2 yıl sonunda kaybedeni 2.7 milyon abone ile Turkcell gibi görünüyor.Ancak numara taşıma süreci başladığında sektör liderinin kan kaybetmesi, diğerlerinin alması doğal bir süreç. Doğal bir süreç diyorum ama numara taşımanın başladığı ilk aylarda Vodafone’un net kayıpta en önde olduğunu da hatırlamak lazım. Burada da Serpil Timuray ve ekibinin başa geçtikten sonraki performansının hakkını vermeliyiz. Vodafone faturalı abone sayısının toplam aboneye oranı en düşük GSM operatörüydü. Burada da son 2 yılda önemli bir artış dikkati çekiyor. Faturalı abone sayısı 2009 Eylül döneminde 2.1 milyonken Eylül 2010 döneminde 3.6 milyona çıktı. 1.5 milyonluk artış dikkat çekici. Vodafone’un toplam abone sayısı ise 16.5 milyon seviyesinde. Bu artışa rağmen Vodafone faturalı abonede halen en zayıfı. Faturalı abonenin toplam aboneye oranı Vodafone’da yüzde 22’de kalırken Turkcell’de yüzde 29, Avea’da ise yüzde 40 seviyesinde. Faturalı abone neden çok önemli? Çünkü ARPU’su yani abone başına geliri ön ödemeli müşteriye göre daha yüksek. Mesela Vodafone’da faturalı bir müşterinin aylık ödediği ortalama fatura 38.7 TL’yi bulurken, ön ödemeli müşterinin aylık ortalama faturası 13.4 TL’de kalıyor. Yani faturalı müşteri daha çok gelir yaratıyor.
Chatham House tarafından ‘Yılın Devlet Adamı’ seçilen Abdullah Gül’ün adaylar arasına girmesinde mütevelli heyetindeki Suzan Sabancı Dinçer’in önerisi etkili oldu. Dinçer, süreci şöyle açıkladı: “Brezilya Cumhurbaşkanı bu ödülü alıyorsa, Cumhurbaşkanımız da rahatlıkla alabilir diye düşündüm. Bu yılki ödül için adaylar belirlenirken Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül’ü önerdim”Dünyanın önde gelen düşünce kuruluşlarından İngiltere Kraliyet Uluslararası İlişkiler Enstitüsü (Chatham House) üyeleri tarafından yıl içinde uluslararası ilişkilerin gelişmesine en önemli katkıyı yapan devlet adamı seçilen Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, ödülünü dün Londra’da düzenlenen bir törenle Chatham House hamisi İngiltere Kraliçesi’nden aldı. Bu ödülün Cumhurbaşkanı Gül’e verilmesinde, Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer’in Gül’ü önererek adaylar arasına alınmasını sağlaması önemli bir rol oynadı. Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu (DEİK) bünyesindeki Türk-İngiliz İş Konseyi Başkanlığı koltuğuna 3 hafta önce seçilen Suzan Sabancı Dinçer, Chatham House’un 16 kişilik Mütevelli Heyeti’ne 2 yıl önce girdi. Suzan Sabancı Dinçer, bu yılki ödül için adaylar belirlenirken devreye girerek, “Cumhurbaşkanımız Gül’ü öneriyorum” dedi ve Gül’ün aday gösterilmesini sağladı. Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer, bu konuda şunları söyledi: “Chatham House’un geçen yılki ödül töreni sırasında şunu düşündüm. Brezilya Cumhurbaşkanı Lula da Silva bu ödülü alıyorsa, Sayın Cumhurbaşkanımız Abdullah Gül de bu ödülü rahatlıkla alabilir. Chatham House’un bu yılki ödül için adaylar belirlenirken hemen devreye girerek, Cumhurbaşkanımız Gül’ü önerdim.”3 kişilik listeChatham House’un 150 üyesi adayları tek tek araştırdı. Sonunda 3 kişilik kısa liste oluştu:* Abdullah Gül: Türkiye Cumhurbaşkanı.* Christine Lagarde: Fransa Ekonomi Bakanı.* Boris Tadiç: Hırvatistan Cumhurbaşkanı.Suzan Sabancı Dinçer’in de içinde bulunduğu 16 kişilik mütevelli heyeti 3 isim üzerinde titizlikle durdu. Yapılan oylama sonucunda Chatham House 2010 Ödülü’nün Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’e verilmesine karar verildi. Türk-İngiliz İş Konseyi Başkanı Suzan Sabancı Dinçer, Başkan Yardımcıları Şerif Egeli, Remzi Gür, Serpil Timuray ve Finans Komitesi Üyesi Çağlan Yazıcı Mursaloğlu ile Londra’da Mandarin Oriental Hyde Park Oteli’nde biraraya geldik. 90’ıncı kuruluş yılı “Chatham House bu yıl 90’ıncı kuruluş yılını kutluyor” diye söze başlayan Suzan Sabancı Dinçer, duygularını şöyle dile getirdi: “Böyle bir yıldönümünde ödülü Kraliçe Elizabeth’in vermesi rica edildi. Böylesine önemli bir döneme denk gelen ödülü Sayın Gül’ün alması bana gurur verdi. Sayın Cumhurbaşkanımızı ben aday göstermiştim. Daha aday gösterirken ödülün bu yıl Sayın Gül’e verilmesinin koşullarının oluştuğunu düşünmüştüm. Nitekim bu sonuç çıktı. Ödül, ülkemiz için de gurur verici. Chatham House Ödülü’nü Cumhurbaşkanımız Gül’ün alması gurur verici. Çünkü, bu ödülün dünyada da büyük ağırlığı var.”Suzan Sabancı Dinçer, “Cumhurbaşkanı Gül’ün ödülü almasında sizin Chatham House Mütevelli Heyeti’nde bulunmanız rol oynadı mı?” sorusuna ise “Benim yaptığım şey Sayın Cumhurbaşkanımızı önermek oldu. Elbette son 3 kişilik liste önümüze geldiğinde kendi tezimi savundum. Ama kararda benim tek başıma etkili olmam mümkün değil” yanıtını verdi. Şerif Egeli ise “Suzan Hanım’ın mütevelli heyetinde bulunması, Sayın Gül’ü aday göstermesi bizce önemli” diyerek aday gösterilmesinin önemine dikkat çekti. IRAK’TAKİ FIRSATLARI DEĞERLENDİREBİLİRİZTÜRK-İngiliz İş Konseyi Başkan Yardımcısı Serpil Timuray, İngiltere’yle ilişkilerde fırsatlara dikkat çekerek, şunları söyledi: “Önümüzde büyük fırsatlar var. Enerji, bilişim, gayrımenkul ve sağlıkta adımlar atılabilir.” Şerif Egeli’den Serpil Timuray’ı destekleyen şu sözler geldi: “İngiliz mimarlık, müteahhitlik şirketleriyle Ortadoğu’ya dönük işbirliklerimiz olmuştu. Şimdi müteahhitlik alanında Türkiye daha etkili konuma geldi. Yine İngiliz şirketlerle işbirliği içinde Irak’taki fırsatları değerlendirebiliriz.”İNGİLTERE İLE ‘ALTIN DÖNEM’TÜRK-İngiliz İş Konseyi (TİİK) Başkanı Suzan Sabancı Dinçer, Türkiye ile İngiltere arasındaki ilişkilerin ‘altın’ dönemini yaşadığının altını çizdi. “Türkiye’deki İngiliz yatırımları da önemli noktalara geldi. İngiltere merkezli Vodafone, bunun en önemli örneklerinden biri” diyen Suzan Sabancı Dinçer, sözlerini şöyle sürdürdü: “Biz Konsey olarak, İngiltere’yle ekonomik ilişkilerimizin daha da gelişmesi, İngiltere’den Türkiye’ye daha çok yatırım gelmesi için çalışmalar yapacağız. Bu çalışmalar arasında Vodafone Türkiye CEO’su ve Başkan Yardımcısı Serpil Timuray’ın koordine edeceği bir de ‘Road Show’ olacak. 2011 yılının Mart ayında İngiliz yatırımcılara, Türkiye’deki yatırım ortamını anlatacağız.”İstanbul ‘niş’ bir finans merkezi olabilirLONDRA’NIN dünyanın iki önemli finans merkezinden biri olduğuna işaret eden Suzan Sabancı Dinçer, İstanbul’un finans merkezine dönüşmesi için gündemde olan çalışmalara Londra’nın bu yönüyle katkı sağlayabileceğini belirtti ve ekledi: “İngiltere’de kaynak, Türkiye’de girişimci ruh var.” “İngilizler bize neden yardım etsin?” sorusuna yanıt ise Şerif Egeli’den geldi: “Dünyadaki iki büyük finans merkezi Londra ve New York’tur. Dubai, Hong-Kong ve Singapur daha küçük ama özellikli piyasalardır. İstanbul da onlar gibi ‘niş’ bir merkez olabilir.” Türkiye artık bölgenin ‘atlama taşı’ değilRAMSEY markasını İngiltere’de yaratıp Türkiye’ye dönen Gürmen Giyim’in patronu Remzi Gür, ‘İslamfobi’ye ilk karşı çıkanın İngiltere olduğunun altını çizerek, İngiltere’nin İslam ülkelerine bakışına dikkat çekti. Gür, konuya ilişkin şu yorumu yaptı: “İngiltere, Arap ülkelerinden para çekebilmek için İslam bankacılığına kapılarını açtı. Arap sermayesi İsviçre gibi ‘donuk merkez’de bulunmak istemiyor. Türkiye artık bölgede ‘atlama taşı’ değil. Türkiye artık ‘Olmazsa olmazlardan biri’ konumunda. Türkiye, cazibe merkezine dönüştü. Türkiye, artık dünyada ‘yön veren’ ülkelerden biri.”
ANKARA Mamak Çöplüğü’nde adeta bir mucize gerçekleşiyor. Kamyonlar dolusu çöp dökülüyor ancak ortada çöp yok. Ali Kantur ve ekibi öyle bir tesis kurmuş ki, çöp gübre oluyor, elektriğe dönüşüyor. Açığa çıkan ısı ile seralarda domates, üzüm üretiliyor. Biodizel üretecek yosun haline geliyor. Geriye sadece yüzde 15’lik bir kül kalıyor ki o da istenirse çimento olabilir. Çevresine özenli tüm okuyucuları, Enerji ve Çevre Bakanı’nı önce bu yazıyı okumaya sonra da doğruca Mamak Çöplüğü’nü ziyarete davet ediyorum.Ankara’ya indim. Yıllar önce ekmek parası için Almanya’ya giden gurbetçi Türkler’in birikimleriyle yola çıkan pek çok oluşumdan biri olan ancak ayakta kalmayı başaran tek örnek olarak övgüyü hakeden İşbir Holding’in hikayesini dinlemek için İşbir yataklarının üretildiği tesislere gideceğim.Havaalanından çıkacağız, şoförün telefonu çalıyor. “Ali Kantur sizi Mamak çöplüğünde bekliyor. Öğlen yemeğini çöplükte yemeyi teklif ediyor” diyor şoför bana. Şaşırıyorum. “Mamak Çöplüğü de nereden çıktı?” diyorum içimden...Ali Kantur, Tepe Grubu’nda rahmetli İhsan Doğramacı ile birlikte uzun yıllar yöneticilik yapmış, TAV‘ın kuruluşunda büyük emeği olan iş hayatı başarılarla dolu bir işadamı. İşbir Holding’in yönetimine de Başkan Yardımcısı olarak büyük güç katıyor.Mutlaka görmek lazımHazır Ankara’ya gelmişken benimle başka bir hikayeyi daha paylaşmak istemiş. İyi ki de istemiş, zira gördüklerimden inanılmaz etkilendim. Biz gazeteciler için bazen “Bu gördüklerimi nasıl yazıya aktaracağım ve buradaki ruhu nasıl yansıtacağım” kaygısı oluşur. Mamak Çöplüğü’nde bu kaygıyı duydum. Yazıyla anlatılacak gibi değil, mutlaka görmek lazım.Orada başarılan şey inanılmaz. Zaten bu yüzden Dünya Bankası-IMF toplantılarının açılışında çöplüğün bu inanılmaz değişimini gösteren film binlerce konuğa izlettirilmiş. Zaten Dünya Bankası yetkilileri burada olup biteni sürekli izliyormuş. Ali Kantur, burayı sıfır çöp emisyonu ile dünyada bir ilk yapmak üzere yola çıkmış ve büyük yol almış.Bugüne kadar çoğu öğrencilerden oluşan tam 6 bin kişi çöplüğü ziyaret etmiş. “Başbakan ya da Enerji Bakanı geldi mi?” diye sordum. “Henüz gelemediler” diye kibar bir yanıt verdi Ali Kantur.Mutlaka gidip görülmesi gereken bir yer. Çöpün % 15’i kalıyor o da kül...Bir çöplük düşünün, üzerinde çam ve ıhlamur ağaçları var. Bir tarafta üzüm bağı dikkati çekiyor. Koku diye birşey söz konusu değil. Zaten bu yüzden eskiden kimsenin 10 kilometre yanına yaklaşamadığı çöplüğün hemen yanıbaşında yerleşim başlamış. Kocaman bir Ikea, çöplüğün yanıbaşında yükseliyor. Çöp kamyonlarının biri gidiyor biri geliyor. Günde yaklaşık 2 bin 700 ton çöp geliyor. Ankara’nın günlük çöpünün neredeyse üçte ikisi.Önce ‘Recycle’ ünitesinde çöpler ayrıştırılıyor. Plastikler, camlar ve diğer geri dönüştürülebilir maddeler toplanıyor. Ardından organik olan bölümler ayrıştırılıyor. Bunların neredeyse tamamını Kantur‘un ekibinin dizayn ettiği makineler, bilgisayarla takip edilen bir odadan yöneterek yapıyor. Organikler gübre oluyor ve metana dönüştürülerek enerji santraline gidiyor. Borularla metan gazı çekiliyorDaha önce oraya yığılan çöplerin içine yerleştirilen özel borulardan da çöpün içinde oluşan metan çekiliyor ve o da elektriğe dönüşüyor.O metandan şu an için 26 MW elektrik üretiliyor. Ali Kantur, “50-60 milyon dolar daha yatırımla kapasiteyi 80 MW’ya çıkarmayı planlıyoruz” diyor. Ankara’nın toplam elektrik ihtiyacı 800 MW. Yani yüzde 10’u Mamak çöplüğünden üretilebilir. Bu arada elektrik üretimi sırasında bir atık ısı ortaya çıkıyor. Ali Kantur, “Bu atık ısı ile tüm Mamak’ı ısıtabiliriz” diyor ve inşaatı devam eden Ikea’ya uzanan bağlantı borularını göstererek, sözlerini şöyle tamamlıyor: “Ikea’yı biz ısıtacağız.” “Yatırım ekonomik mi?” diye soruyorum. “Yenilenebilir Enerji Yasa Tasarısı’nda çöpten üretilen elektriğe kilowatsaat başına 14 euro/cent ödenmesi planlanıyor. Bu tarife makul bir tarife” diyor.Enerji Bakanlığı kurmayları, sakın bu parayı yüksek bulmayın ve rüzgarda yaptığınız gibi kesintiye gitmeyin. Çöpten üretilen elektriğe bu teşviği mutlaka verin. Zira bunu hakediyor.“Onlarca kamyon geliyor ancak ortada çöp yok” diyorum. “Bu tesis, gelen çöpün yüzde 85’ini bir anlamda yok ediyor. Geriye sadece yüzde 15 oranında bir kül kalıyor. Aslında o da atık değil, zira bu kül yol yapımında ve çimento sanayiinde kullanılıyor. Üzüm yetiştiriyoruz burada. Onların yaprakları bile enerji olacak zamanı gelince” diye cevap veriyor Ali Kantur.Müthiş değil mi? Bir kamyon dolusu çöpten geriye hiçbirşey kalmıyor. Neredeyse tamamı enerjiye dönüşüyor.Yosunlar biodizele dönüşecekVe sıra işin beni en etkileyen kısmına geliyor. Çöplüğün içinde Ali Kantur ile gezerken bir seraya giriyoruz. Göz alabildiğine domates... Bir başka seraya giriyoruz, orada da dikine yerleştirilmiş özel platformlarda yosun tarlası kurulmuş. Enerji üretiminden açığa çıkan ısı ile bu seralar oluşturulmuş. “Yosunlar ne işe yarayacak” diyorum.“Biodizele dönüşecek” diyor ve şu ilginç bilgiyi aktarıyor:“Bir metrekarelik alandan 20 litre biodizel çıkacak yosun üretiyoruz. Bunu sadece çöpten çıkan ısı ile yapıyoruz. Hesaplamalarıma göre 400 kilometrekarelik bir alanda Türkiye’nin tüm yakıt ihtiyacını karşılamak mümkün” diyor.Kimbilir belki yıllar sonra Türkiye bu noktaya gelebilir. Düşünün, Tuz Gölü 1300 kilometrekare. Bunun dörtte biri kadar bir alanda çöpün atık ısısı ile kurulan seralarda üretilen yosunla Türkiye tüm yakıt ihtiyacını karşılayabilir.İşbir Yatak diye yola çıktım kendimi çöplükte buldum. İyi ki de buldum. Gördüklerimden inanılmaz etkilendim ve mecburen İşbir bir başka yazıya kaldı.