SON 4 yılda bira satış noktası sayısının 17 bin adet azaldığını açıklayan Efes Pilsen Genel Müdürü, nedenleri şöyle sıraladı: * Satış noktaları ruhsat almakta, ruhsat yenilemekte zorlanıyor. * Bira satış noktası açmaya niyetli olan insanlar kiralık yer bulamıyor, bira satmak isteyenler ’mahalle baskısı’ yaşıyor.* Türkiye’de biranın satış fiyatının yüzde 52’si vergiye gidiyor.Efes Türkiye Genel Müdürü Tuğrul Ağırbaş, Türkiye’deki hedeflerinin pazarı büyütmek olduğunu belirterek, son 4 yılda 17 bin satış noktasının kapandığını ya da bira satışından vazgeçtiğini söyledi. Efes Rusya’da 9 yıl başarılı çalışmalar yaptıktan sonra, Türkiye’ye dönerek Ocak ayında Efes Türkiye Genel Müdürü olan Tuğrul Ağırbaş, Efes Pilsen’in 17 ilde yürüttüğü ’Gelecek Turizmde’ projesi için Şanlıurfa’daki sertifika törenine katıldı. Urfa’da Tuğrul Ağırbaş’la sektörü konuşma fırsatı bulduk. % 52’si ÖTV ve KDVGelelim Ağırbaş’la sohbete... Tuğrul Ağırbaş, Efes’in Rusya’daki başarılı operasyonlarının da mimarı. Rusya ve Türkiye’yi şöyle karşılaştırıyor: “Türkiye’de 2010 yılı zor bir yıl olacak. 2009’da birada yüzde 45’lik ÖTV artışı oldu. Biranın raf fiyatının yüzde 52’si ÖTV ve KDV. 2010’da Türkiye’de büyük yatırım düşünmüyoruz. Yurtdışındaki fırsatları değerlendirmeyi planlıyoruz.” 2009’da Avrupa’da Efes 5’inci, dünyada 13’üncü en çok satan bira markası. Ağırbaş da altını çizerek söylüyor, “Türkiye bira pazarının bir buçuk katı büyüklüğünde satışımız var yurtdışında.”Efes’in 5 ülkede 12 fabrikası var. Ağırbaş’ın verdiği bilgilere göre, Efes’in Moldova’da ve Gürcistan’da pazar payı yüzde 70, Kazakistan’da yüzde 40, Rusya’da ise yüzde 10. Türkiye’de de pazar payı yüzde 85. Ancak Türkiye’de kişi başına düşen bira tüketimi bu ülkelerle kıyaslanmayacak kadar düşük. Bu yüzden de Ağırbaş Türkiye’deki hedeflerini anlatırken, ’Hedefimiz tüketiciyi ve satış noktalarını artırmak. Son 4 yılda 17 bin satış noktamız kapandı ya da bira satmaktan vazgeçti’ diyor. ’Neden?’ diye soruyoruz. Ağırbaş, ’Mahalle baskısı’ diyor: “Türkiye’de yeni nokta açmakta ve tüketimi desteklemekte zorlanıyoruz. Hep nasıl daha fazla tüketiciye ulaşabiliriz bunu düşünüyor ve planlıyoruz. 2009’da yüzde 45 zam gördük. Son yıllarda alkol satma eğiliminden uzaklaşma var. Ruhsat almakta ve yenilemekte zorluklar var. Oysa bira satışı bakkallar ve cafeler için çok önemli. Mahalle baskısı var ve bira satmak için kiralık yer bulmakta zorluklar olduğunu biliyoruz.” Bu arada söze Efes Pazarlama Direktörü Dilek Başarır giriyor ve sokak aralarında açılan küçük marketlerin etkisini anlatıyor. “Bu marketlerde bira satılmıyor. Ancak bu marketlerin açılması bakkalları bitirdi. Dolayısıyla sayı bu yüzden de düştü” diyor.TÜRKİYE’NİN TURİZM POTANSİYELİ 100 MİLYAR DOLAREFES Pilsen’in ’Gelecek Turizmde’ projesinin Boğaziçi Üniversitesi Yaşamboyu Eğitim Merkezi (BÜYEM) işbirliği ile düzenlenen kursları 2007’den bu yana devam ediyor. Şanlıurfa’da 278 turizm elçisinin sertifika töreninde Tuğrul Ağırbaş, Anadolu Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Tuncay Özilhan’ın da sık sık söylediği bir sözü hatırlattı. ’Anadolu’dan kazandığını Anadolu ile paylaşmak’ grubumuzun felsefesi, dedi. Ağırbaş, “Turizmi ekonomik sorunların çözümünde önemli çıkış noktası olarak görüyoruz. 2007’den bu yana 17 şehirde gerçekleştirilen Efes Pilsen Turizm Eğitimleri’yle 2 bin kişi sertifika aldı. Turizm yatırımcıları ve uzmanlara göre, 2009 sonu itibarıyla 21 milyar doları aşan turizm geliri elde eden Türkiye’nin gerçek potansiyeli 100 milyar dolardır” diye konuştu. ALMANYA’DA FABRİKA AÇACAKEFES Pilsen 66 ülkede satılıyor. Türkiye’de üretilen biranın yüzde 10’unu da yurtdışına satılıyor. İran’da Efes’in alkolsüz biraları satılıyor. Tuğrul Ağırbaş, “Avrupa, Irak, İran, Almanya iyi pazarlarımız. Azerbaycan, Rusya, Kıbrıs, Almanya ve Belarus’ta satış teşkilatımız var. Yurtdışında sadece Türk bakkal ve restoranlarda satılmak gibi bir hedefimiz yok. Bizim lokal marketlerde de zincirlerde de olma çabamız var. Yakında Almanya’da da bir fabrika açacağız” dedi.
En ünlü restoranların, uluslararası otellerin ve İstanbul’daki Musevi cemaatinin et tedarikçisi olan Etçii’nin sahibi Mehmet Emin Arslan, Türkiye’de yanlış politikalar, küresel ısınma, kuraklık ve damızlık hayvanların kesilmesi gibi nedenler yüzünden kesilecek hayvan kalmadığını, bunun da et fiyatlarının dengesini bozduğunu söyledi ETİN kilosunun 40 liraya dayandığını Türkiye’de karkas et ve canlı damızlık dana ithalatının yapılması gerektiğini kaydeden Arslan, “Şu anda karkas denilen kemikli gövde fiyatı dünyada 2, bizde 13 dolar ve bu fiyat hızla artıyor. Bu hızla giderse Haziran’da karkas etin fiyatı 20 doları geçer. Bunun tüketiciye yansıması 60-70 liradır” dedi Etçii’nin sahibi Mehmet Emin Arslan, İstanbul’un en büyük et tedarikçilerinden. Aslen Erzurum Horasanlı. Babası canlı hayvan komisyoncusuymuş. 1996 yılında et fabrikasını kuran Arslan en iyi restoranların, uluslararası otellerin ve İstanbul’daki Musevi cemaatinin et tedarikçisi. Arslan’ın aynı zamanda Steakhouse&Butcher adıyla restoranları da var. Arslan’la Tuzla’daki 2 bin 500 metrekare kapalı alana sahip tesisinde konuştuk. * Kırmızı et fiyatları hızla yükseldi, yükseliyor. Siz 6 ay önce fiyatların yükseleceğini söylemişsiniz, ne zamandan beri et fiyatlarının yükselişi önlenemez hale geldi? Aslında 2006’dan beri yükseliyor et fiyatları. Ne hikmetse sektörün önde gelen firmaları ve Tarım Bakanlığı bu kötü gidişe kulak tıkadı. Türkiye’de 72 milyon insan uygun fiyatta ve kaliteli et yemiyor. * Etler kalitesiz mi?Kesinlikle. Kaliteli et bulmak da çok zor. Et 5’inci sınıf ve fiyatı yüksek. * Kırmızı et fiyatlarının artışının durması için ne yapılmalı? Sizin acil çözüm öneriniz nedir? Bakanlık ithalata karşı...Halk sokağa dökülmeli. ABD’de kişi başı yılda 90 kilo kırmızı et tüketiliyor, yaşlı nüfusu olan Avrupa 60-65 kilo, o beğenmediğimiz Suriye, Irak, İran, hatta Ermenistan yılda 45 kilo et tüketiyor. Kırmızı et Beymen gibi!* Türkiye’de kişi başına yılda 11 kilo et tüketilmiyor mu?Yoo, Türkiye’de 6 kilo. Hatta 5 kiloya düştü. O eski rakam. Hızla geri gidiyor. Çok lüks et Türkiye’de. Kırmızı et Beymen, Vakko gibi. Karı koca memur bir aile samimiyetle söylüyorum çocuklarına et yediremez. İnanın İstanbul, Ankara ve İzmir gibi büyük şehirlerde çocuklarını iyi koşullarda büyütenler dışında, gidin normal devlet okullarına bakın, Doğu’ya gidin çocuklar zayıf, çelimsiz... Sağlıklı nesiller yetiştiremiyoruz. * Herkes tavuğa yöneldi...O da tavuk değil. Tavuğun atığından, kemiğinden, derisinden üretilen ürünler 5-6 liraya satılıyor. Bunların içinde bir gram et yok. Siz ilk sorunuzda sorun nereden başlıyor? dediniz...Aslında çok eskiden. * Kırmızı etin fiyatı 40 lira oldu... Köylüde de hayvan kalmadı... Hayvanı olan kesmiyor, fiyat artacak diye bekliyor mu? Köylü kendini şimdi haklı görüyor. Hükümet köylüyü görmüyor. 1980’e kadar halkın yüzde 65’i köylüydü. Türkiye tarım ve hayvancılıkta kendi kendine yeten bir ülkeydi ama şimdi öyle değiliz. * En pahalı et Türkiye’de. Var mı Türkiye gibi etin çok pahalı olduğu ülkeler? Almanya’da etin kilosu 2.4 euro, benim amcaoğlu satıyor. Almanya’da geniş, verimli araziler tarım ve hayvancılıkta kullanılıyor. Hayvan açıkta geziyor, tozuyor, otluyor. Kaliteli et böyle oluyor. Biz de hayvan alınıyor, ahıra bağlanıyor. Bu yüzden et çok kalitesiz. Artık köylülerin 3-5 hayvanı bile kalmadı. Köylü kendine bakamıyor. Kendi hayvanını yiyen köylü var. 2007-2008’de çok sorun oldu. Küresel ısınma çok etkiledi hayvancılıkla uğraşanları. Romanya ve Bulgaristan da dahil olmak üzere çok kuraklık yaşandı, Türkiye’de de köylüler hayvana yedirecek yem bulamadı ve damızlık özelliği olan hayvanlarını kesti. Analar kesildi, koyun, inek kesildi. Şu anda hayvan kesim zamanı, kesecek hayvan yok. * Irak, İran, Suriye’de durum nasıl? Suriye’de bizim iki katımız fiyatında ama devlet sübvanse ediyor. Bu yüzden zorluk çıkmıyor bizdeki gibi. Geçenlerde Avusturalya’da bu işi yapan tanıdıklarımla görüştüm, ’Şu anda koyunculuk var’ dediler, Avusturalya’dan Irak’a et satıyorlar. Kemiksiz temizlenmiş etin fiyatı 4 dolar. * Biz de iki katı...Kaç iki katı, 20 dolar. Onlar Avusturalya’dan 4 dolara alıyor. Irak Avusturalya’dan gelen eti yiyor. * İthalata karşı çıkanlar, ithal etlerin kalitesiz olduğunu, fiyat artışının spekülatif olduğunu iddia ediyor...Hep deriz ya Şark kurnazlığı. Bunu yapanlar da var. Sizin mağazanız var elbise satıyorsunuz, her gün zam gelse elbise satar mısınız? Bugün Şark kurnazlığı yapılıyor. Lokantalar ve catering firmaları inanılmaz zorda. Catering firmaları fabrikalara, iş yerlerine anlaşma gereği söz verdiği eti bulmak zorunda. Biz Sofra ve Sardunya gibi Türkiye’nin en büyük yemek firmalarıyla da çalışıyoruz. Herkes çok şikayetçi. Etin kilosu 1.000 lira da olsa bulmak zorundalar, ne yapacaklar?* Et fabrikalarında da sıkıntı var. Et fabrikaları, sucuk fabrikaları da çok zorda. Bizim restoranlarımız var, Etçii adımız, ’Et yok, makarna verelim’ diyebilir miyiz? Lokantaların, iş yerlerinin zor durumda olduğunu bilenler ellerindeki hayvanları piyasaya vermiyor. Sabah bir fiyat, öğlen bir fiyat, akşam bir fiyat. * Bakan Mehdi Eker ’Et fiyatları dengede’ diyor...Neyin dengesi? Bu hızla giderse Haziran başında Karkas denilen etin fiyatı 20 doları geçer. Bunun tüketiciye yansıması 60-70 liradır. Şu anda Karkas kemikli gövde fiyatı dünyada 2 dolar, bizde 13 dolar ve bu fiyat hızla artıyor. * Hükümet Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da hayvancılığı teşvik ediyor. Bu iyileşme yaratmayacak mı? Doğu ve Güneydoğu’da 27 ilde teşvik var hayvancılığa. Yatırımın yüzde 30’unu devlet karşılıyor, damızlık, gebe, düve fiyatının da yüzde 40’ını veriyor. Ama bu yetmez. Mutlaka karkas et ve canlı damızlık dana ithalatı yapılamalı. Bugün Türkiye’de 7 günlük buzağı fiyatı 1.000-1.500 lira. Dünyada böyle fiyat yok. * Ne kadar ortalama?Dünyada bunun satışı yok. 6 aylık hayvanın fiyatı ancak 150-200 dolar. Ötekini alıyor 18 ay bakıyor, diğerini 12 ay bakıyor. Kaos ortamı var. Eskiden fiyat artar, tüketici kendini çeker, denge olurdu. Kasım 2003’te etin fiyatı 9 liraya çıkmıştı. Hayvancılıkla uğraşanlar ellerindeki hayvanları satmıyordu, sonra sorun çözüldü.* Yine aynı şey olur mu? Şimdi düşmez çünkü hayvan yok. Şu anda sayı çok az. 2004’te 20 milyon hayvan vardı, bakanlıktaki veriler yanlış, şu anda 8 milyonu geçmez hayvan sayısı. Damızlık inek sayısı 5 milyon filandır, geri kalanı buzağıdır. Kesime hazır hayvan sayısı 500 bini geçmez. Böyle giderse 2 ay sonra kesilecek hayvan bulunmaz. Taze et ithal edilmeli* Sizce en kısa zamanda ne yapılmalı? Bakanlık yeni çalışma yaptı en az 100 büyükbaş hayvancılık yapana destek veriyor. Bunun etkisi ancak 2014’te görülür. Kısa vadede bir an önce yasal prosedür hazırlansın, doğru dürüst anlaşmalarla sağlıklı, kaliteli hayvan alalım. Her şirketin kapasite raporuna göre et ithalatı yapılmalı. Büyük holdinglere peşkeş çekilmemeli. 300-400 kiloluk canlı hayvanlar bakanlık denetiminde getirilebilir. Donuk et değil taze et getirilmeli. * Orta vadede ve uzun vadede neler yapılmalı?Orta vadede ve uzun vadede besi danası alınmalı mutlaka. Adaptasyon sorunu olmayan hayvanlar alınıp besicilere dağıtılmalı, sonra bunlar kesilmeli. Devlet elindeki arazileri hayvan üretecek kişilere açmalı.* Sizin işleriniz nasıl? Satışlarımız hızla düşüyor. Çünkü bizden et alanlar da et dışında her şeyi kullanmaya başladı. 2006’da haftalık 105 ton kırmızı et satardım. Şimdi haftada 30 ton satıyoruz. Gerçek et kullanan fabrikaların kapasiteleri yüzde 20’lerde. Binlerce insan işsiz kaldı.“Kısa vadede sağlıklı ve kaliteli hayvanlar alınmalı. Orta ve uzun vadede besi hayvanı alınmalı, devlet arazileri hayvancılık yapanlara açılmalı.”Tarım cahil insanlara bırakılmamalıydı* Terörden, göçlerden etkilendi hayvancılık sektörü. Bunlar yıllardır konuşuluyor... Daha da eskiye dayanıyor. Temeli Cumhuriyet’le başladı. Çünkü İstanbul ve Ankara’dakiler halkı köylerde bıraktı. İlkokula gidemeyen büyük bir nüfus vardı yıllarca. ’Oxford vardı de gitmedik mi?’ lafı doğrudur İbrahim Tatlıses’in. Hayvancılık, tarım cahil insanın işidir mantığıyla bakıldı, yıllar içinde bu ikisi de bitti. Maalesef köylüler gelişmedi. Dünyayla adaptasyonları olmadı. Türkiye’de yapılan tarım ve hayvancılık AB ülkelerinin 50 yıl, Amerika’nın 100 yıl gerisinde. Onların terk ettiği sistemleri kullanıyoruz. Hâlâ aile besiciliği yapılıyor Türkiye’de.Ankara at ve eşek eti yiyor* Kaçak et var Türkiye’de. Bu da işin diğer yüzü. Geçen haftalarda Adana’da et ve eşek eti kesildiği ortaya çıktı... Et ve eşek eti piyasada var. Biz bunu sektörde olduğumuz için biliyoruz. Vatandaşlara sesleniyorum ucuz et diye almayın. ’At eti yeniliyor’ diyenler var, o at etleri özel olarak yetiştiriliyor, Türkiye’de ise ölmeye yakın olan atları kesiyorlar. Bitmiş hayvanları kesiyorlar. Ankara piyasası at ve eşek eti tüketiyor. Geçmişte de Ankara’dan eksik olmadı at ve eşek eti. İnanın kamu kurumlarında bile tükettirdiler bunu. Vicdan ve din yok bu adamlarda. Haberlerde izledik. Adana’da at ve eşekler kesilmiş. Sakatatlar yakalandı. Bu kesimi yapan kasaplar da itiraf etti, ’Evet kestik kamyona yükleyip Ankara’ya gönderdik’ dediler. O etler Ankara’da yakalandı mı? Hayır. Ankara o etleri yedi. 5 bin gerçek etçiden bir elin parmakları kadar kaldı* Kurban Bayramı’nda çok pahalıydı kurbanlıklar. Zaten bu yıl çok az kesim oldu. O zamandan beri sıkıntı hızla arttı diyebilir miyiz? Zaten halk Kurban Bayramı’ndan Kurban Bayramı’na et yiyor. 5 bin liraya ikinci el araba var, 12 bin liraya dana sattım ben Kurban Bayramı’nda. Araba fiyatı. Yazık günah değil mi? Kurban Bayramı öncesi söyledim, ’Kurbanlık satılmaz’ diye. Herkes bağışa yöneldi. Et ve Balık Kurumu Genel Müdürü Kurban Bayramı’nda ’Et fiyatları geri gelecek’ diyordu. 10 gün sonra fiyatlar fırladı. Sektör kâr savaşı veriyor. Et firmaları et kullanmıyor. Et tablodaki resim gibi oldu. * Son dönemde sektörde işsizlik de arttı. Çok kapanan firma var. Siz de veriler var mı? 2004 yılında sektördeki firma sayısı 5 binin üzerindeydi, 2008’e kadar bu böyle devam etti. İnanın şu anda ben size bir elin parmakları kadar firma sayarım gerçek etçilik yapan.
Perihan Mağden’in geçen hafta Ali ile Ramazan adlı kitabı çıktı. Kitabı bir solukta okudum, içim çok acıdı. Kitap yetimhanede büyüyen iki çocuğun hayatından yola çıkılarak yazılmış bir roman. Romanın kahramanları olan Ali ve Ramazan’ın haberi 1992 yılında Hürriyet Gazetesi’nin 3’üncü sayfasında çıkmış, sonu ölümle biten bir aşkın romanını yazmış Perihan Mağden. Röportaj için randevulaştık ama bizim buluşmamızdan önce Perihan Mağden’in farklı yerlerde iki röportajı çıktı ve bu röportajlardan birinde Mağden’in köşe yazarlarıyla ilgili yorumları çok dikkat çekti. Ve Perihan Mağden’in kitabının reklamını yapmak için sağa sola saldırdığı yazılıp çizildi. Benim Perihan Mağden’le tanışıklığım Pazartesi Dergisi’nden, yani yıllar öncesinden. Ta o zamanlardan beri Perihan’ın popüler kültür yazılarının ve diğer yazılarının takipçisiyim. Doğrusu röportaja giderken, uzun zamandır köşe yazarlığından uzak kalan Perihan Mağden’in sosyopat dediği köşe yazarlarıyla ilgili yorumlarını neden şimdi söylediğini merak ediyordum ve Zeytinli Meyhanesi’nde bir öğleden sonra bunu konuşarak başladık röportaja. *Kitabın yeni çıktı. Kitaptan çok köşe yazarlarıyla ilgili yorumların konuşuluyor. Neden?İki röportajım çıktı. İki saat konuşuyorsunuz, röportajı yapan da terzi gibi, nereden kesip biçecek bilemiyorsunuz. İstemediğim bir topa girdim. Sanırım her röportaj yaptığında bir mayın tarlasına girmiş oluyorsun ve her an bir bacağını kaybedebilirsin. *O yorumların bu kadar dikkat çekeceğini düşünemedin mi? Şimdi kitabından söz edilsin diye ona buna saldırdı deniliyor...Okudun sen kitabı...*Yoksunluğu anlatıyorsun bence tek cümleyle...Kitabımda bu ülkenin tamamen bir yetimhane olduğunu, yoksulluluğu, çaresizliğin çocukları ittiği noktayı anlatıyorum. Bir röportajda yalnızca kitap konuşulmuyor. Kitabı anlatmayı da anlamsız buluyorum ama 2 saat konuşup da bunun 10 dakikasında söylenenlerin cımbızlanarak farklı birleştirmeler yapılarak kullanılması tamamen olayı çarpıtma arzusu. *Kitabım çok satsın diye bir arzun...*Kitaplarımın mevzularına bakınca bu da bellidir herhalde. ‘Biz neden kaçıyoruz anne?’ 40 bin sattı. Kadınlarda erkeklerdeki kadar gay çocuk korkusu yok*Bu kez sonunu bildiğin gerçek yaşam öykülerini yazdın, sonunu bilmek nasıl geldi? Canımı sıktı. Hikâye belli, dilimi bile tuttum. Perihan Mağden dilini ayıkladım. Histerik kelimesini bile çıkardım, ‘manyak’ yazdım, çünkü o çocukların aleminde öyle kelimeler yok.*Kadın okuyucuların ağırlıkta. Onlar bu kitabı, bir gay aşkını nasıl karşılayacaklar?Ben eleştirilere açık yaşamıyorum. Mailim her yerde yazmıyor. Ama asıl okurum kadın. Kadın okuyucularım ne düşünecek merak ediyorum. Her kadının içinde anne var. Ve her annenin gay çocuk doğurma ihtimali var. *Ben yüzde 3 ila 5 diye biliyorum, sen yüzde 10 demişsin...Kadınlarda erkeklerdeki kadar gay çocuk korkusu yok. Bugüne kadar konuştuğum kadınlar, “Allahım keşke ben büyütseydim bu çocukları” diyor. Bir aile o çocukların hayatını değiştirebilirdi, devlet baba çocukların hayatını nasıl değiştiriyor, görüyoruz. *Azınlıklar var bu kitabında. Musevi zengin aile çocujkları, Kürt hamal...Haberde yazıyordu. Ramazan Büyükada’da garsonluk yapmış. Ben yıllarca gittim Büyükada’ya. Azınlıkların zengin sınıfları orada tatil yapıyor. Recep asimile Kürt, Vanlı. Aman hepsini toplayım diye bir kaygı duymadım. Musevi, Türk ya da Kürt her toplumda gay çıkabilir. *Film olacak mı bu kitap?Firuzan gibi kamerayı elime alıp yapacağım yok ama iyi bir yönetmen çıkarsa bence yapabilir. Sinemaya gelebilecek bir hikâye bu. Hülya Avşar’ın bir programda dediği bir sözü söyleyim ben de, “Gelin ata binmiş ya nasip demiş...” Sinemayı çok seviyorum. Bence bu çağın sanatı sinema. Ben tahammül edip uzun roman okuyamıyorum. Dantelalı, kabartılmış, yazarın yazarlık gösterileri yaptığı kitapları okuyamıyorum. Kitabımdan film yapılmasına bayılırım.Üç kere köşe bıraktım, benden başka giden yok *“Tarafım” demişsin. Gündemimiz zaten bu, kutuplaşma dorukta, hepimiz bir taraftayız! “Vicdani ret bir insan hakkıdır” diye yazı yazmıştım, biliyorsun. Kemal Kerinçsiz, Sevgi Erenol, Oktay Yıldırım benim vicdani ret mahkememi bastılar. Ergenekon Soruşturması nasıl başladı? Oktay Yıldırım’ın Ümraniye’deki gecekondusunun basılıp bomba bulunmasıyla başladı. Üçü Cumhuriyet Gazetesi’ne gitmiş lokum paketleri... Benim mahkememe protesto için gelen adamın evinde bulunan bombalarla başlayan bir Ergenekon fenomeni varsa, nasıl taraf olmayayım, ben geri zekalı mıyım? Bazı köşe yazarlarını, bazı gazeteleri hiç okumuyorum. Bünyem kaldırmıyor. Bu da çok doğal değil mi? *Köşe yazarlığını bıraktın. Daha önce de bırakmıştın. Öncelikle niye bıraktın? Yoksa kitap yazmak için ara mı verdin? Kendi gazetemdeki köşe yazarlarıyla papaz oldum. Bulunduğum gazeteninin amiral gemisindeki patronuna düzenli aralıklarla saydırıyordum. Kendi gazetemdekilerle birbirimize girdik. Papaz olmuşum. Artık oralarda kalıp da ne yapacaktım. Kitap yazmak için değil...*Türkiye’de ben artık köşe yazmayacağım diye kendi kendine giden bir tek sen varsın yanılmıyorsam... Galiba. Ben anlamıyorum Türkiye’de kimse gitmiyor. 90 yaşında köşe yazarları var, ben bunu anlamıyorum. Senin yaşının iki katı yıldır her gün yazı yazıyorlar. Bunalmıyorlar hiç. Ben üç kere köşe bıraktım. Basıp giden başka biri yok. Millet doğum yapıyor iki gün sonra yazı yazıyor. Herkes panik içinde. Kimliğini bunun üzerine inşa etmiş. *Yeniden başlarım nasıl olsa diye mi düşünüyorsun? Her gittiğimde benim bu piyasaya dönmeme riskim var. Riski alıyorum. Teklif de almıyorum. Gidebileceğim kapı da yok artık. Çok geçimsizim, çok dava yüküm var... *Taraf’tan teklif var mı? Orada yazar mısın?Hayır düşünmüyorum Taraf’ta yazmayı. Taraf Gazetesi’nde de kendime bir yer görmüyorum.. İkrah ettim köşecilikten. Oturduğum sofradaki insanlara hakaret ediyordum, bunu yaparsan o sofradan kalkıp gitmeyi de bileceksin. Bu yüzden de kalkıp gittim.AKP, Kürt sorununda dersini iyi çalışmadı*Kürt Açılımı, Kürt sorununu geriye mi götürdü? Terörle mücadele eden ülkelerdeki örnekler yeterince incelendi mi? Toplum önderleri yeterince dinlendi mi? Muhatap krizi neden önceden öngörülmedi? Kördüğümleşti sorun. AK Parti kendinden emin davranmadı. Ders çalışmadılar. Senin dediğin gibi örnekleri iyi incelemediler. Korkak davrandılar. AK Parti tabanını da yabana atmamak lazım. Hrant Dink Caddesi’ne “Hayır” diyorlar. Onların tabanı da şaibeli. Liberal var, milliyetçi var tabanlarında. Halkın sahip çıkması gerekirdi savaş değil barışa. Bir tek Sezen Aksu “Kürt Açılımı’nın yanındayım” dedi, ona edilen haraketlere bak. Kalkıp bir sanatçı elini taşın altına sokunca herkes taşa dönüşüyor. Sonuçta çok sayıda sanatçı çıkabilirdi. Türkiye’de ne yazık ki ölü doğum oluyor. Savaş durmalı, buna karşı durulmasının anlamı ne? Kürt sorunu çok geniş bir konu ve mutlaka çözülmeli. Bak bugünlerde sokakta herkes et fiyatlarını konuşuyor. Niye hayvancılık bitti bu ülkede? Köyler yandı, insanlar göç etti, hayvancılık bitti. Savaş neye yarıyor? Ergenekon’un başında PKK’yı kimin kurdurttuğu tartışılıyordu, sonra unutuldu, kim çıkardı bu savaşı ve bu savaştan kim yararlanıyor? Bu sorulara yanıt vermeliyiz. Yine eforiğim gördüğüm gibi. Kitabın son 2 bölümünde zırıl zırıl ağladım. Ama bu kitabı sistemimden daha çabuk attım. Çünkü şahsi ilişkim yoktu bu kitapla, ’Biz kimden kaçıyoruz anne?’de ben de anneyim, kızım var, çok fazla ilişki kurmuştum. Tutuklanacak gazeteciler arasında adımı görünce korktum*Virüs gibi değil mi gazetecilik, içine işlemedi mi? Yazmayı, okuyucuların seni takip etmesini istemiyor musun? Şimdi şimdi hissediyorum. Yazmak istiyorum. Kozmik Oda ve Balyoz haberlerinden sonra tutuklanacak gazeteciler arasında adımı görünce bunu çok hissettim. Vampirlik gibi bu.*Adını görünce ilk duygun neydi?Korktum. “Faydanılacaklar” listesinde olanlar da bence “Benden faydalanamazsınız” demeliydiler. Bir sürü bürokrat, memur da fişlenmiş. Onlar için Alevi, Kürt, solcu yazmışlar. Bir tek gazeteciler için iki kategori yapılmış. Ne tutuklanacakların ne de faydalanılacakların kendiyle iftihar etmesi gerekiyor. *Darbe haberlerinden sonra araştırmalarda orduya güvende düşüş var. Bu sana ne düşündürdü? Emir demiri keser durumu. AK Parti’ye oy verenler de “ordu” diyor. En azından artık bunu söylemiyorlar.Onların türban hakkı varsa benim de dinsiz olma hakkım var *Bir yazın vardı Ezan’la ilgili... “Ezan’dan rahatsız oluyorum” diye yazmıştın. O yazıdan sonra sokakta yürüken korkmadın mı? İnan hâlâ tepki var, Japonya’da bile “Perihan dinle” diye ezan sesi yüklemişler. Ben yıllarca türban hakkını savundum, onların türban hakkı varsa benim de dinsiz olmaya hakkım var. Ve müezzinlerimiz maalesef Ahmet Özhan değil. Ezanla imana gelecek değilim, laiklikten daha çok vurgulanması gereken bir şey bu. Bir gay, Sezen Aksu ve Türkan Şoray’ı yazacaktımNeşeli kitap yazacaktım. Bir Anadolu gayi İstanbul’a gelecekti, Sezen’in evini bulacaktı, Sezen Aksu’ya yalvaracak ve ’”Beni Türkan Şoray’a götür” diyecekti. Fantastik bir kitap olacaktı, dağları tepeleri aşıp Türkan Şoray’a ulaşıp kadınlığın esansını alacaktı bu gay. İki şahane Türk kadını Sezen ve Türkan kahramanlarım olacaktı. Ama aklımda bu iki çocuk da vardı. Sonra bu iki çocuğun hikâyesini sistemimden atamadığımı fark edip bu kitabı yazdım.
Atasay Kuyumculuk Yönetim Kurulu Başkanı Cihan Kamer, ailesinin 3’üncü kuşak temsilcisi. Çok küçük yaşlarda başlamış çalışmaya. Mesleki deneyimlerinden söz açıldığında büyüklerinin yaşadıklarını da anlatıyor, aile büyüklerinin öğretilerine büyük değer veriyor. Kamer’le sohbete global krizin kuyumculuk sektörüne etkisinden başlıyoruz. “İş yaşamımdaki en kötü yıl 2009” diyor Cihan Kamer.Malum, kriz herkesi çok etkiledi. İşsizlik rakamları ortada. Son 3-4 yıldır kuyum sektöründeki en büyük faaliyet de herkesin ellerindeki altınları bozdurması. Türkiye’de 3 yılda yastık altından 11 milyar dolar altın çıktı. “1990’lı yıllarda, hatta 80’lerde ve 2001’de de kriz yaşadık. Ama bu kriz benim meslek hayatımdaki en kötü kriz oldu. Ben işimizde 3’üncü nesilim, gördüğümüz en kötü krizdi, diyebilirim” diye anlatıyor Cihan Kamer.“Sevgililer Günü’nde biz 7-10 misli ciro yapıyoruz. Bu özel günlerde sektörde ise ciro artışı 2-3 kat oluyor. Bizim kampanyalarımız sektöre yarıyor. Biz dürtüyü uyandırıyoruz, herkes harekete geçiyor.”İhracat durduBaktığımızda Atasay Türkiye’de kuyumculuk sektörünün en büyüklerinden biri. Atasay’ın çatısı altında farklı markalar var. Atasay aynı zamanda yıllardır ihracat yapan bir şirket. Son 3 yıla kadar Atasay Grubu Türkiye’nin toplam altın takı ihracatının yüzde 15’ini tek başına gerçekleştiriyordu. Şu anda grubun ihracatı durma noktasına gelmiş. Kamer, krizin sinyallerini aslında 2006 yılında aldıklarını da söylüyor.“Neydi bu sinyaller, önlem alamadınız mı?” diye soruyorum, Kamer anlatıyor: “2006 yılından bu yana her yıl altın takı sektörü yüzde 30 küçüldü, ancak altın fiyatlarındaki artıştan dolayı bu cirolara yansımadı. Yani kriz bir anda çıkmadı, 2009’da bunun dibini yaşadık. Adet bazında son yıllarda hep büyük düşüş vardı. 2009’da yurtdışındaki pazarların büyük bölümünden çekildik. En büyük pazarımız ABD ve Avrupa’ydı, 2009’da ihracatı neredeyse sıfır seviyesine çekip toparlanmaya çalıştık.” Atasay’da daha önce böyle bir dönem olmuş muydu, ihracatı tamamıyla durdurduğunuz?Atasay’ın tarihinde yok. Ama yapacak bir şey de yoktu. Yurtiçine konsantre olduk. 2007’den beri çok değişik pazarlama stratejileri izliyoruz, bu yüzden de herkesten daha iyi noktada krizi atlattık. Nasıl yaptınız bunu? İlkleri sektöre taşıyan bir kurumuz. Çok taklit ediliyoruz bu yüzden. 2007 yılında “Günde 1 YTL’ye pırlanta” kampanyası hazırladık, bu kampanyayla sektörü inanılmaz hareketlendirdik. Yalnızca biz değil tüm sektör bu hareketlenmeden etkilendi. Artık herkes tek taşın alınabilirliğini hissetti. Herkes ‘Pırlanta lüks alamayız’ diyordu, bu kırıldı. Bütün dünyada özel günler yıllardır çok ticari olarak ön planda oluyor. Yılbaşı, anneler günü, sevgililer günü, babalar günü hep ticari hareketlilik için önemli. Ancak Türkiye’de bu günlere eskiden çok önem verilmezdi. Bizde son 5-10 yıldır bu günler daha çok önemsenir oldu. Biz ‘Sevgililer Günü’ne, yılbaşına ve ‘Anneler Günü’ne özel promosyonlar yaptık. Sektördeki hareketlilik bu özel günler sayesinde oldu. Eskiden gurbetçilerimiz geldiğinde hareketlilik yaşanırdı.Artık onlar Türkiye’den altın almıyor mu?Eskisi gibi değil. Artık gurbetçiler de Antalya’ya tatile geliyor. Kuyumculuk sektörü artık sadece bu özel günlere bel bağlar durumda. Şöyle diyebilirmiyiz, ‘Eskiden altın yatırım için alınırdı, şimdi takmak için alıyorlar’Evet. Trendlere uygun bir takı almak istiyorlar. Bu hafta sonu Sevgililer Günü, cironuz ne kadar artar?Biz 7-10 misli ciro yapıyoruz bu özel günlerde, sektörde de 2 ile 3 misli ciro artışı oluyor. Bizim kampanyalarımız sektöre yarıyor, hâlâ ailelerimizin kuyumcuları var, markaların dışında aile kuyumcuları da tercih ediliyor. Biz dürtüyü uyandırıyoruz ve herkes harekete geçiyor. ‘Eşime, sevgilime bir yüzük alayım’ diyor. Ayrıca reklam ver ve otur mağazanda bekle zamanı geçti. Biz aramızda ‘Tüketiciye daha fazla dokunma’ diyoruz. Sadece reklam kanalıyla tüketiciye dokunamazsınız. Ürünün hazırlanışından başlıyoruz dokunmaya. Biz her 3 ayda bir 300-400 mağazanın temsilcisini topluyoruz. Tüketicinin beklentilerini onlara soruyoruz. Moda danışmanımız Özlem Süer, o dünyayı takip ediyor. Koleksiyonlar bunlara göre hazırlanıyor. “Evliliğe nazar değmemesini arzuluyor herkes. Bu fikirden yola çıktık ve nazar alyansı yarattık. Garanti ediyoruz biz evliliği! Nazar alyans teknolojisini ileri götürüyoruz, ince modellerde de kullanmaya başladık. Çok iyi gidiyor satışlar. “Müşterinin önceliği ne? Ürünün hikayesine mi, fiyatına mı bakıyor?Hikaye önemli ama şu dönemde herkes fiyat odaklı. 48 ay taksitle pırlanta alıyor. 2009’da en fazla gümüş üzerine pırlanta trend oldu. Biz Sevgililer Günü’nde herkese üzerinde pırlantası olan gümüş melek hediye ediyoruz. Nasıl herkese, ne alırsan al bu hediyeyi veriyor musunuz?Evet. 100 liralık ürünümüzden de alsalar, hediyeyi alıyorlar. Anneler Günü’nde mi yoksa Sevgililer Günü’nde mi daha çok satış oluyor? Bizim sektörde en çok Sevgililer Günü’nde alışveriş oluyor. Anneler Günü’nde annenize, eşinize, kayınvalidenize de alıyorsunuz ama insanlar galiba takı deyince öncelikle sevgililerini düşünüyor. Anneler Günü’nde belki daha çok para harcanıyor ama Sevgililer Günü farklı kuyumculuk sektörü açısından her zaman daha parlak geçer. Sevgililer gününde bizim sektöre kayma oluyor. 2009 meslek hayatımdaki en zor yıl diyorsunuz, kuyum sektöründe toparlanmanın başladığını düşünüyorsunuz... Türkiye ekonomisine dönersek, aynı şeyleri söyler misiniz? Bizim sektör için 2010 toparlanma, 2011 kalkınma, 2012 patlama yılı olacak. 2007’den itibaren insanlar ellerindeki takıları satmaya başladı. Aile için hayatını hiç düşünmeden veren de kadındır ama en tehlikeli alacaklı da kadındır. Aile toparlandığında verdiği takısını geri ister kadın. 2012’de patlama olacak. Türkiye ekonomisi de benzer durumda. Toparlanma başladı.
212 Power Outlet’in sahibi Nuri Akın, krizde hesaplı alışverişin öne çıktığını söyledi. 212 Power Outlet’in bu anlamda cazibe merkezi haline geldiğini kaydeden Akın, “Artık herkes hesaplı alışveriş peşinde. Nişantaşı’ndan İstinye’den hatta Anadolu yakasından geliyorlar” dedi.Bağcılar’daki 212 Power Outlet Alışveriş Merkezi’nin açılışı geçtiğimiz hafta Başbakan tarafından yapıldı. Ağustos ayında halka açılan merkez Akın Holding’e ait Edip Uluslararası Gayrimenkul ve Yatırım A.Ş.’nin projelerinden biri. Akın Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nuri Akın’la 212 Power Outlet AVM’de buluştuk. Hafta içi olmasına rağmen kalabalıktı... Heyecanla anlatmaya başlıyor, ziyaretçiler arasında sık sık tur attığını söylüyor Nuri Bey... “Geçenlerde geziyorum, bir ziyaretçiye nereden geldiklerini sordum, İstinye yanıtını alınca şaşırdım. Burayı outlet merkezi yapmak doğru bir karar oldu, çünkü kriz herkesi çok etkiledi ve artık herkes çok hesaplı, outlet merkezine kalkıp geliyorlar” diyor. Ben Moskova’daki alışveriş merkezlerine benzettim 212’yi. Uzun koridorları var ve çok sayıda kioskları. Bir alışveriş merkezinde ilk kez çiğ köfte kiosku gördüm.Konsept değiştiSigara yasağı malum en çok alışveriş merkezlerini etkiledi. 212 bu yasağı dikkate alarak planlanmış izlenimi verdi bana, cafelerin çok geniş terasları var. Kış sobaları bu teraslarda yerini almış, sigara içenler bu alışveriş merkezinde huzuru bulmuş! Projeye başladınız ve kriz çıktı. Bu planlarınızı etkiledi mi? Biz burayı yaparken doğrusunu söylemek gerekirse çok zorlandık. Çünkü büyük bir krize denk geldik. Yıllardır çok sayıda kriz yaşamış olsak da her krizin etkileri farklı oluyor. Bizim de hesaplarımız değişti. Finansal global kriz her şeyi değiştirdi. 2007’nin Ağustos ayında başlamıştık.Erteleme olmadı mı?Hayır, olmadı. 2 yılda bitiririz dedik, bitirdik. Açılışı ertelemedik ama alışveriş merkezinin konseptini krize göre ayarladık. Başta outlet olarak planlamamıştınız değil mi? Biz burayı bir cazibe merkezi olarak düşündük. Bu civarda, Bağcılar’da böyle bir yer yok. Kanyon ve İstinyepark’a eşdeğer planlama yaptık. Birinci sınıf bir alışveriş merkezi planladık. Ancak burayı bu saydığım alışveriş merkezleri gibi yapamazdık. Çünkü bulunduğumuz bölgenin demografik yapısı buna uygun değil. Ayrıca bu bölgede çok tekstilci var, çok fabrika satış mağazası var...Evet. Kiralamaları yaparken burayı bu yüzden Power Outlet olarak düşündük. Bunca yerin ortasında ve bu bölgenin gelir ortalamasından çok yüksek bir beklenti içine giremezdik. Maslak’ı geçecekBurayı yapmaya başladığınızda bölgenin hızla gelişeceğini söylemiştiniz...Evet. Hâlâ da söylüyorum. Prestij alanı oluyor buraları artık. Hakikaten burası Maslak’ı geçecek. Fabrikalar yavaş yavaş kalkacak. Çünkü ekonomi ‘Buradan gidin’ diyecek. Maslak’ta da böyle oldu. Rezidans da yapıyorsunuz, bu bölge rezidansa hazır mı? 36 katlı bir rezidans yapıyoruz. 503 daire yapacağız. Çok görkemli bir bina olacak. Ağaoğlu proje ortağımız. Bu konuda çok başarılı. Ne zaman bitecek?20 ay sonra. Ama Ali Ağaoğlu ilginç bir adam, bana, “Benim kötü bir huyum var, sözümü tam tutmam, projeleri erken bitiririm” dedi. Rezidans da bittiğinde buranın atmosferi değişecek.Ziyaretçi sayılarınız nasıl? Hafta arası 12 bin idi. Şimdi 17 bine çıktı ortalaması. Hafta sonları 35 bin kişi geliyor. Burası farklı bir bölge. İnan çevrede gidilecek başka yer yok. Hep bu çevredekiler mi geliyor?Hayır. Karşı taraftan yani Anadolu’dan bile gelen var. Artık herkes hesaplı alışveriş peşinde. Nişantaşı, İstinye, Bakırköy her yerden geliyorlar. Çünkü burada ucuza alıyorlar. Aynı ürün burada çok daha ucuz. Bilmem ne kadar alışveriş yaparsan palto bedava, bir gömlek alırsan 19 lira, 2 gömlek 20 lira. Herkes artık çok hesaplı. Ne kadar yatırım yaptınız?115 milyon euro yatırım maliyeti. 118 mağaza var. 1.500 kişi çalışıyor. *** YILLARCA İPLİK ÜRETTİ, DUYGUSAL BAĞI VARAkın Holding Türkiye’de tekstil sektörünün önde gelen gruplarından biri. Nuri Bey’in dedesinin Buldan bezinin memleketi Denizli’de boyahanesi varmış. Nuri Akın’ın babası ilk önce Cağaloğlu’nda sonra Kapalıçarşı’da dükkan açmış. Akın Tekstil’in temelleri 1955 yılında atılmış. Nuri Akın Almanya’da Tekstil İktisat Mühendisliği’nden mezun olduktan sonra, 1972 yılında kurmuş İplik Fabrikası’nı. Şu anda 212’nin bulunduğu yerde yıllarca iplik üretimi yapılmış. Nuri Akın bu yerle duygusal bağının kuvvetli olduğuna inanıyor. *** ‘Kriz havası geçsin yeni yatırımlar yapacağım’Yeni projeleriniz var mı?Çok istiyorum yeni yatırımlar yapmak. İstanbul’da Beylikdüzü’nde 100 bin metrekarelik arsam var, Esenyurt’ta da var. Çırpıcı Çayırı’nda büyük arsam var. Önce burayı hazmedeyim, kriz havası geçsin, buraya gelenler kadar kiracılar da memnun olsun, onların ciroları iyi olursa biz de mutlu oluruz. İşler iyi giderse yeni yatırımlar yapmaya niyetimiz var. *** AVM’lerin Pazar günü kapanması hiç doğru olmazAlışveriş merkezleriyle ilgili yeni düzenlemeler söz konusu. Pazar günleri saat 18.00’de kapatılması gibi...Bu dünyanın hiçbir yerinde yok. Şehir içindeki magazin dükkanları Avrupa’da kapanıyor, doğru ama bizim için bu geçerli değil. Bu tip alışveriş merkezleri dünyanın her yerinde gece yarısına kadar açıktır. Çünkü insanlar işten çıkınca ya da hafta sonları buralarda zaman geçiriyor. Ailelerin eğlence yeri buraları. Kriz herkesi çok etkiledi. Bu ortamda bunu da yapmak hiç doğru olmaz. “Yeme içme mekanları açık kalsın, diğer yerler kapansın” demek de pek doğru değil, çünkü aileler geliyor buraya, hem ihtiyaçlarını alıyorlar, hem de güzel vakit geçiriyorlar.
Kültür ve Turizm Bakanı Ertuğrul Günay dün 3 Şubat- 15 Mayıs tarihleri arasında başlatılan erken rezervasyon kampanyasının basın toplantısı için İstanbul’daydı. Bu toplantının ardından Bakan’la sohbet etme olanağı bulduk. Sohbete, ‘Neden bu noktadayız? Neden Yunanistan, İspanya gibi değiliz? Türkiye’ye gelen turist sayısı nasıl artar?’ sorularıyla başladık. Bakan Günay, “Türkiye’ye turistler neden gelsinler?” sorusunu sanırım sık sık hatta her adım attığında kendine soruyor. Bu yüzden de en çok çarpık yapılaşmanın altını çiziyor. “Türkiye’de turizm sektöründe çeşitlendirme sorunu var” diye başladı Bakan anlatmaya. Geçen hafta Macaristan Kültür Bakanı’yla birlikteymiş. Budapeşte’den Pecs’e 200 km yol gitmişler. Bakan yola hayran kalmış. Yolculuğu güzel hale getiren görsel şölen ise geçtikleri en ufacık yerleşim yerinde bile balkonlarda, pencerelerde sardunyaların olmasıymış. Bakan yine Macar Bakan’la Adana’dan Osmaniye’ye gitmiş. “Yola bakmak istemedim” diyor ve bize soruyor: “Sakız sardunyası yetiştirmek için Türkiye’nin mi Macaristan’ın mı iklimi uygun?”Buna gönül rahatlığıyla yanıt verebilirim. Çünkü evimin balkonunda hep sakız sardunyaları var...Bakan bunları anlatırken şunun altını çizmek istiyor. Turistler bir ülkeye yalnızca deniz, kum, güneş için gelmiyor, yaşam kültürü için geliyor. Otelden dışarı çıktığında turist keyifli bir yemek yemeyi, şehirde gezerken binalara hayranlıkla bakmayı istiyor. Ezcümle, turizm yalnızca turizmcilerin işi değil. Bakan, turizmle ilgili olarak sık sık gündeme gelen en yaygın şikayetin de altını çiziyor. “Turistler otelden dışarı çıkmıyor?” Bakan da buna şöyle yanıt veriyor: Hangi vitrini hayranlıkla izleyecek, hangi binalara bakacak, hangi cafede oturacak turistler? Bitmemiş binalar, binalardan yükselen demir filizlerine mi bakacaklar? Bakan, tatil beldelerinde boyasız binaları begonvillerle donatmaktan bahsediyor. Bakan’ın verdiği örneklerle anlatmaya devam edelim: “Atina’ya kuşbakışı baktığınızda teraslarda yeşillikleri, çiçekleri görüyorsunuz, Kuşadası’na bakınca gri bir yığın görüyorsunuz. Gidin Kaş’a bakın bir de karşısındaki Mais’a yada Samos Adası’na...” Bakan göreve geldiğinden beri Topkapı Sarayı’na da büyük önem veriyor. Örneğin, Topkapı Sarayı’ndaki Karakol Binası Bakan’ın çalışmaları sonucu ortaya çıktı. Bu bina şu anda çok keyifli bir restoran haline geldi. Topkapı Sarayı’ndaki Karakol’un kurtuluş öyküsü hayli ilginç. Bu binaya bitişik gecekondularda Saray’ın müstahdemleri yaşıyormuş. Tam 18 yıl saraydaki kaçak yapılarda müstahdemler ve aileleri yaşamış, hatta burada büyüyen bir çocuk mimar olmuş. Günay, saray sınırlarındaki 4 tescilli binada ise Milli Savunma Bakanlığı’nın askeri malzemeleri koyduğu depoların olduğunu söylüyor. Saray sınırları içinde deniz manzaralı binalarda battaniyeler depolanıyormuş..! Bakan ayrıca, Saray’ın çevre surlarındaki Zührevi Hastalıklar Hastanesi’nin butik otel olacağı müjdesini de veriyor. “Turistler otelden çıkmıyor diyorlar... Neden çıksınlar, çıkıp da bitmemiş binalardan yükselen demir filizlerine mi baksınlar? Çarpık yapılaşma turizmin önündeki en temel sorunlardan biri... Atina’da teraslar yemyeşil Kuşadası’nda gri yığın...” *** Müze mağazaları yenileniyor Yurtdışında her müze ziyaretinde en sevdiğim ve imrendiğim şey müze mağazaları olur. Türkiye’de ise müzelerde yıllardır uyduruk kartpostallar ve ne işe yarayacağını bilemediğiniz ürünler dışında bir şeyler yoktu. Bakan Günay, bu konuda da bir değişim başlatmış. 55 satış noktasında yeni mağazalar açılıyor. Bir ihale sonucunda 18 ayda 55 noktadaki müze mağazalarının yenilenmesi işini Bilkent’in Bilintur şirketi almış. 8 yılda da 25 milyon kâr garantisi verilmiş Bakanlığa. Bakan cironun artması halinde de pay alacaklarını söylüyor. Yurtdışında olduğu gibi artık Türkiye’de de müze çıkışlarında kaliteli, albenili müze mağazaları olacak.
İŞbİr Yatak, ekonomik krize rağmen 2009 yılında yüzde 45 büyüdü. Fonksiyonel ürünleriyle dikkat çeken İşbir Yatak’ın reflü ve horlama yastıkları, soyalı yatakları da var. İşbir Yatak, visko yataktan başka yatakta uyuyamayanlar için de taşınabilir yataklar üretti. İşbir Yatak’ın ’travel set’leri özellikle sık seyahat eden CEO’lar tarafından tercih ediliyor.Geçenlerde bir arkadaşım alerji sorunu nedeniyle hastanelik oldu. Doktor ona testler yaptı, ilaçlar verdi ve yatağını değiştirmesini önerdi. Hatta doktoru, ’Yatağın kalabalık olabilir’ demiş. Onu dinledikten sonra antibakteriyel yatak üretimi yapan bir markayla röportaj yapma fikri aklıma düştü. İşbir Yatak’ın hem fonksiyonel ürünleri hem de ekonomik krizdeki başarısını öğrenince İşbir Yatak Genel Müdürü İlham Öz’le konuştum. İşbir Yatak krizde hızla büyüdü. İsbir Life Sleep markasıyla ihracat yaptığı AB ülkelerinde de ekonomik krize rağmen başarılı bir yıl geçirdi. Türkiye’yi visko yatak üretimiyle tanıştıran, fonksiyonel ürünleriyle ön plana çıkan İşbir Yatak’ın Genel Müdürü İlham Öz genç bir yönetici. Çalışma hayatının 16 yılı yatak sektöründe geçmiş. İşbir Yatak Ankaralı bir marka mı?Ana çatı İşbir Sünger Sanayi A.Ş. şirketi... Bünyesinde hem sünger hem de yatak üretimi var. İkisi aslına bakarsanız çok farklı üretimler. Holding 1967 yılında kurulmuş. Merkezi Ankara’da. 3700 ortaklı bir yapı. İşbir Sünger Sanayi A.Ş. hammadde üretiyor. Yatak tarafı farklı. Torbalı’da, Ankara’da sünger ve yatak fabrikaları var. Ben yatak bölümünün tüm operasyonlarından sorumluyum. Siz bu işe nasıl başladınız? 1970 Eskişehir doğumluyum. ODTÜ Kimya Mühendisliği Bölümü mezunuyum, yüksek lisansımı ODTÜ İşletme Bölümü’nde yaptım. Doktoramı da Ankara Üniversitesi Siyasal Bilimler Fakültesi İşletme Bölümü’nde tamamladım. 16 yıldır sektördeyim. Daha önce Yataş’ta çalıştım. İşbir Yatak bu kadar eski bir şirket olmasına rağmen son yıllarda ön plana çıktı...Doğru. İşbir Yatak yeniden yapılanma geçirdi 4 yıl önce. Dünyada gelişen teknolojiyi sektöre adapte ettik. Holding yıllarca hammadde üretmiş, yoğun Ar-Ge çalışmaları yapmış bir holding. Ar-Ge ve mühendislik kültürüne sahip olunca İşbir Yatak gibi müşteriye ulaşacak ürünlerde de bu özelliklerini kullanma kararı alarak yol aldı. ’Yatak mobilya yanında hediye edilen bir ürün olmasın’ dedik. Tüketici yatağını nasıl seçiyor? Öncelikle artık şu bilinç oluştu. Günün üçte birini yatağında geçiriyorsun. Nasıl bir yatakta yattığın önemli. Beline, boynuna, omurgana, ortopediğine uygun olmalı, ayrıca antibakteriyel olmalı, dolgusu önemli, kumaşın pamuklu olması önemli v.s... Biz gelişen her teknolojiyi Türkiye’ye getirip uyguladık. Visko yatakları ürettiniz ilk olarak değil mi?Bu NASA’nın uzayda astronotların üzerindeki basıncı azaltmak üzere ürettikleri bir malzemeydi. Bu malzemeyi biz Türk işçileri ve mühendisleriyle Türkiye’de üretip yatak yaptık. Neden bu malzemeyi tercih ettiniz?Visko geleneksel yataklardan farklı. O bildiğimiz yaylı yataklaı düşünün, siz yatarsınız ve yer çekimi uygularsınız yatakta size karşı kuvvet uygular. Her yerinize aynı tepkiyi verir. Visko akıllı yatak. Farklı tepki veriyor.Karbon ipliğinden yatak yaptıkNasıl?Hafızalı hücrelerle vücut ısınıza ve basıncına göre farklı tepkiler veriyor. Kafanızı kaldırırken omuzunuza farklı kuvvet uyguluyor. Üzerinizdeki basınç yükü minimum noktada uyutuyor sizi. O yüzden de visko yatak kullananlar ’Havada uyumuşum gibi’ diyorlar. Dünyada nanoteknoloji bir trend. Biz bundan yatak yaptık. Karbon ipliğinden de yatak yaptık. Karbon ipliği ne yapıyor?Vücuttaki biriken statik elektiriği yani duş aldıktan sonra rahatlamak gibi statik elektriği nöturlüyor. Sporcular için nem oranını dengeleyen yatak da yaptık. Müşteri bu farklılıkları biliyor mu?Bu bilinci oturtunca çok ilgi gördük. Bunun da geri dönüşünü aldık tüketiciden. 2009’da yüzde 45 büyüdük. Yalnızca yatak ve baza yapıyoruz. Çok rakip var. Farklılığımız görüldü. Fısıltı halinde yayıldı yataklarımızın özellikleri. 2009’da Egemen Bağış’tan AB Kalite Ödülü’nü aldık. 2009 ciromuz 50 milyon lira. Türkiye’nin her yerinde var mı İşbir Yatak?15 distribütör, 100 franchise, 250 corner var. Her yerde varız diyebilirim ama daha da büyüyeceğiz. İhracat da yapıyorsunuz? Life Sleep markasıyla değil mi? Toplam ciromuzun yüzde 15’ini ihracat oluşturıuyor. Toplam ihracatımızın yüzde 95’i Avrupa’ya. Bizim Türkiye’de ürettiğimiz teknolojinin karşılığı Avrupa’da 3 kat pahalı. Bu yüzden Avrupa’da durumumuz iyi. Avantajımız var. Avrupa’da büyüyoruz. İşbir değil, İsbir diye gidiyoruz Avrupa’ya. Fason üretim yapmıyoruz. Markamızın bilinirliği çok önemli. 14 mağazamız var Avrupa’da. isbir Life Sleep markamız...En çok hangi ürünler satılıyor?En çok visko satılıyor. Bu konuda zaten uzmanız. Hastaneler ve oteller tercih ediyor mu bu yatakları?Hastaneler sağlık için çaba sarfettikleri için otellere göre daha özenliler. Amerikan Hastanesi tercih etti. Maalesef oteller yatırımın en sonunda yatağa geliyor ve genelde çok basit yataklar tercih ediyorlar. Bu bence handikapları çünkü vücudun rahat etmediği yatakların tercih edilmesi kötü. Adam&Eve Oteli tercih etti bizi, W Oteli de aldı visko yataklardan. Nevresimleriniz de var. Onlar da farklı. Organik ürünler var. İlgi görüyor mu?Tüketicilerden çok talep geldi. Bu yüzden girdik nevresim üretimine. Kimyasal ve boya değmemiş ham pamuk ürünlerimiz var. Yüzde 100 pamuk. Bambular var. Bu arada biz de diğer rakiplerimizde olan yataklar da var. Bunun gibi nevresimlerde de aynı şekilde. Organik ve bambu ürünler dışında piyasada farklı markalarda bulabileceğiniz tarzdaki ürünler de var. Biz taşınabilen yatak da yaptık...Nasıl?Bir ürün yaptık, çanta, visko kaplama. Bavul seti gibi taşıyorsunuz. Bize bağlı müşteriler var, çok seyahat ediyorlar, oteldeki yatağının üzerine seriyorlar. Yani yatağını yanında taşıyanlar var. Genelde iş adamları, çünkü iş toplantılarına katılıyorlar, rahat uyumaları önemli. Her gittikleri yerde rahat uyuyamıyorlar, alıştıkları yatağı arıyorlar. 2010’da da yüzde 45 büyümeyi planlıyor musunuz? İç piyasada yüzde 30 büyümeyi, ihracatta da yüzde 100 büyümeyi hedefliyoruz. Karadeniz ve Doğu Anadolu bölgelerinde bayilikte ilerlemeyi hedefliyoruz. Biz 2009 yüzde 45 büyümeyi büyük şehirlerde yaptık. Soyalı yatak, horlama ve reflü yastığı yapıyorSoyalı yatağınız mı var?Evet. Visko yatağın soyalısını da yaptık. Antistres ve ömrü uzatan bir etkisi var soyanın. Çevreciler tercih ediyor bu yatakları.Masaj yataklarınıza ilgi nasıl? Bunlar hayli pahalı ürünler değil mi? Evet var, masaj yapan yataklarımız da var. Kumandayı alıyorsunuz 15 dakika masaj yapıyor duruyor. Fiyatı yüksek, A artı müşteri grubuna hitap ediyor. Ama bizim 200 liradan başlıyor yataklarımız, 3000 liraya kadar gidiyor. Geniş bir yelpaze.Horlama yastıklarınız var. O yastıklarda yatınca horlama duruyor mu? Horlamanın azalmasına yardımcı oluyor. Yaptığı şu, uyku sırasında hava geçiş yolunda horlamaya neden gevşemiş yumuşak dokuların hafifçe gerilmesini sağlayarak horlamanın azalmasına yardımcı oluyor. Ayrıca horlamanın neden olduğu sabah baş agrısı ve ağız kuruluğunun azalmasına da yardımcı oluyor. Reflü yastıkları?Büyük bir yastık, başın mideden yukarıda olmasını sağlıyor.Biz sektörün Harley Davidson’uyuz “Kulağa büyüyoruz” dediniz...Evet, radikal bir pazarlama stratejimiz var. Biz sektörün Harley Davidson’uyuz. Kulaktan kulağa yayılıyoruz. Rakiplerimizin dev bütçeleri bizde yok, ama tutku derecesinde bağlı müşterilerimiz var. Yatağınız sağlığınızın anahtarı. Bel, sırt ağrılarından alerjilere kadar... Sizin fonksiyonel ürünleriniz var... Bizim elyaf dolgumuz 4 kat fazla diğer yataklardan. Toz akarlarını, bakterileri öldürüyor. Soğuk algınlığına ve franjite neden olan bakterileri de öldürüyor. Sertifikalı. Hepsi hikayeli ürünler. Müşeriler artık çok duyarlı. Mağazalarımızdaki satış uzmanlarımız elyafın katkılarını anlatıyor.
Eğitim aşığı biri. Hikâyesi tam bir başarı öyküsü. Giresun’un Şeyhli Köyü’nde altı çocuklu çiftçi ailenin bir ferdi diye başlayabiliriz anlatmaya... Çok zor okumuş. İlk ve ortaokulu okumak için karda, kışta 2 kilometrelik yol gitmiş. İstanbul’da üniversiteye hazırlık için gittiği Uğur Dershanesi, o zaman Laleli’de 3 sınıflı bir dershaneymiş; 50 liraya 10 ay taksitle satın almış ve eğitim sektöründeki tırmanışı önce dershanelerle, sonra kolej ve üniversiteyle devam etmiş. Şimdi binlerce çocuğun ve gencin eğitim aldığı bir eğitim grubunun başında Enver Yücel. Türkiye’nin kalkınmasının öncelikli şartının eğitim olduğuna inanıyor. Güney Kore ve Amerika’da da eğitim kurumları var. Yakında Letonya ve Almanya’da da eğitim kurumları açacak. -Siz hayatınızı eğitime adadınız. Türkiye’de eğitim-öğretim dediğimizde ilk akla gelen; okur yazar oranları, her yıl değişen öğretim sistemi, eğitimde fırsat eşitliğinin olmaması ve üniversiteli işsizler ordusu... Türkiye’de eğitim-öğretim diyoruz, iki kelime olumlu laf söylemek zor, değil mi? Okul öncesi eğitimden başlayıp, üniversiteye, hatta yaşam boyu eğitime kadar büyük bir grubuz biz. Şu anda bünyemizde 130 bin öğrenci eğitim görüyor. Türkiye’de 19 kampüsümüz var. Hedefimiz 3 yılda 50 kampüs oluşturmak. İlköğretimdeki öğrencilerimizin yüzde 10’u burslu, dershanecilik sektöründe de varız. 120 bin öğrenci de dershanelerimizde var. Onların da yüzde 15’i burslu. Bahçeşehir Üniversitesi’nde de 10 bini aşkın öğrenci var, yüzde 27’si de burslu. Türkiye’nin kalkınmasının yolu eğitimden geçiyor. Türkiye’nin eğitim sorununu halletmeden, eğitim vizyonunu geliştirmeden kalkınması mümkün değil. Hep Japon mucizesi, Almanya’nın gelişmişliği, mühendislikteki başarısından ve Güney Kore’nin gelişiminden bahsedilir. Bakın bu ülkelere gelişmişliklerinin temelinde hep iyi bir eğitim hamlesi vardır. Dünya ne tarım toplumu, ne de sanayi... Bambaşka bir dünya var ve bilim temeline oturuyor her şey. Bilimde yol alabiliyor muyuz? -Sizin grubun bir bilim insanları okulu vardı değil mi?Evet. Türkiye’de bir ilki yaptık. Fen ve Teknoloji Lisesi kurduk. Geleceğin bilim insanlarını yetiştirmek istiyoruz. Okulun tümü burslu. OKS’ye 1 milyon kişi giriyor, ilk 200’den öğrenci alıyoruz. Bu öğrenciler fizik ve matematik olimpiyatlarında şampiyonluklar alıyor. Küçük bir okul. Öğrencilerin hepsi yatılı. Tüm olanakları var. Ama bu okulların sayısı artmalı Türkiye’de.-Öğretmenleri nasıl seçiyorsunuz bu okulunuza?Yüzde 20’si akademisyenlerden oluşuyor. Öğretmenler de özenle seçiliyor. Artık ucuz iş gücü çekici değil. -Türkiye ne yazık ki hâlâ “her işi yaparımcılar” ülkesi. Bu yüzden de bilgi temelli ekonomiye oturtmalıyız geleceği. Okul mezunu olduktan sonra iş arayan insanlar değil, iş kuran insanlar olmalı. Biz üniversitemizde kuluçka merkezleri oluşturuyoruz. Öğrenciler bir araya gelsin, dünyadaki akranlarıyla iş diyaloğunda olsunlar istiyoruz. Üniversitemizde sadece kampüs ve hocadan ibaret bir eğitim düşünmüyoruz. Yapılanmamızı buna göre yapıyoruz. Üretimin içinde olsunlar istiyoruz. Üniversite mezunlarının yüzde 25’i işsiz Yüzde 98’i devlet eliyle yapılan eğitimin çıktısı 6 bin dolarlık gelir. demek. Yüzde 2’lik özel eğitimle eğitim sorununu halledemez. Demek ki daha farklı bir eğitim yapmalıyız. Güney Kore 1956 yılında bizden fakirdi. Şu anda bizden 3 kat fazla gelire sahip.Nüfusu eğitirsek yaşlı nüfuslu AB bizi isteyecekAB ülkelerinde nüfus yaşlı. Yetişmiş insan gücüne ihtiyaçları olacak. Bize, eğer biz bu nüfusu eğitirsek, “Gelin üye olun” diyecekler. Ama şu andaki fotoğrafa bakın: Türkiye’de her yıl ilkokula başlayan öğrencilerin ancak 10’u üniversiteyi bitiriyor.Bir yıl daha fazla okuyan bireyin geliri yüzde 10 artıyor, daha ne duruyoruz!Ülkede sorun varsa eğitim sistemine bakılmalı-“İş garantili eğitim” sloganınız vardı sizin, şu anki Türkiye fotoğrafında bunu söyleyebilir misiniz? Öğrencilerimiz 4 yıl eğitim alırken mutlaka bir iş tecrübesi de edinsinler istiyoruz. Bir çalışmamız var. Bu bizim modelimiz değil, Amerikan Üniversiteleri’nde de uygulanıyor. Öğrenciler okulun yanında iş yerinde de çalışıyor. Yaptığı işi, yapmak istediği işi önceden görsün istiyoruz. Sanayiyi, endüstriyi de okulumuza çekiyoruz. İş dünyasına “Gelin üniversitemizde sizin iş kolunuzla ilgili olmazsa olmazları anlatın” diyoruz. Mesela gazetecilikte olmazsa olmazlar neyse, gazeteci arkadaşlarımız gelip öğrencilerimize anlatsınlar istiyoruz. Büyük sanayi kuruluşlarına “Gelin ders açın üniversitemizde, profesyoneller gelip ders anlatsın” diyoruz. Bu tecrübeyi alan çocuk önünü daha rahat görüyor. Dünyada bilgi var. Bu bilgileri kullanmak her şeyden önemli. İnsanlık adına, ülke adına bu bilgiyi nasıl dönüştürecekler, bunların üzerinde durmak lazım. Bir ülkenin ekonomisinde kriz olabilir, ancak kalkınmayı, gelişmeyi sürdürülebilir kılmak için bireylere çok görev düşüyor. Bir ülkede sorun varsa bence eğitim sistemine bakılmalı. -Siz hangi noktalarda eksikler görüyorsunuz?İlkokul birinci sınıfa başlayan çocukların durumuna bakın. Okul öncesi eğitim maalesef yüzde 30 civarında. Bu da son 5 yılda oldu. Gelişmiş toplumlarda okul öncesi eğitim neredeyse yüzde 100 oranında. Bireyin gelişiminde 0-3 yaş çok önemli. Biz ilk önce burada sınıfta kalıyoruz. 6 yaşa kadar çocuğa verdiğiniz her şey çok önemli. Önce buralarda eksiğiz. Ekip ruhu çocuklara küçük yaşta verilmeli. -Okul öncesi eğitim Türkiye’de birçok aile için lüks. Devletin buna olanak sağlaması gerekmez mi?Dünya çapında bir bilgi var: Bir yıl fazla okuyan bireyin geliri ortalama yüzde 10 artıyor. Ne yapmamız gerektiği ortada değil mi? Daha ne duruyoruz? Türkiye’de 18-64 yaş arası nüfusun okul ortalaması 4.5-5 yıl...-Bu gelişmiş ülkelerle kıyaslanamayacak kadar geri bir oran...Aynen. Çalışan nüfus ortalama 5 yıl okula gitmiş. Sizin ekonominiz buna emanetse yapacağınız çok şey var... Bir başka ülkenin çalışan nüfusunun okullaşma oranı 12 yıl ise, siz bu ülkeyle nasıl yarışacaksınız?Eğitimde Arap dünyasından Türkiye’ye müthiş ilgi var-Birinci ligde değiliz... Bir de ayrımcılık var, onca kampanyaya rağmen kız çocukların okullaşma oranı düşük...Kız çocuklarına halen farklı davranılıyor. “Toplumda barış, adalet sağlayalım” diyoruz. Güzel, bunun olması için çocuklara eğitimde fırsat eşitliği vermek gerekir. Ülkemizde Doğu ile Batı arasında eğitimde fırsat eşitliğinden söz edemiyorsak, sağlıklı bir demokrasiden söz edemeyiz. Adaleti sağlamadan nasıl gelişiriz? Siz bireye sadece kendi geçimini sağlayacak, karnını doyuracak destekler veriyorsanız yani balık dağıtıyorsanız, bu olmaz. Balık tutmasını öğretecek iyi bir eğitim veriyorsanız yol alırsınız. Fakirlikle zenginliğin kırılma noktası budur. Bana göre çocuklarımıza zorunlu temel ilköğretim okulunu hakkaniyetle vermeliyiz. Halen öğretmen eksikliği çekiliyorsa ortada çok sağlıksız bir durum var. Zorunlu eğitimde fırsat eşitliğini kesinlikle vermeliyiz. -İlköğretimden başlıyor sorunlar ve katlanarak büyüyor...Yüksek öğretimin finansmanında büyük problem var. Yüksek öğretimin yüzde 98-97’si devlet eliyle yapılıyor. -Devlet üniversitelerinde okuyor gençlerin yüzde 98’i...Evet. Peki sonuç? Devlet üniversitelerinde yapılan eğitimin çıktıları da ortada... Eğitimin biz genelde girdisine bakıyoruz, oysa çıktısına bakmalıyız. Nasıl bir eğitim verdik, nasıl bir çıktı aldık? Devlet eliyle yapılan eğitimin karşılığı nedir?-Nedir? Şu anda Çin’de dahi özel eğitim gelişti. Rusya’da 20 yılda yüzde 13 oranına geldi. Türkiye’de devlet, sağlıkta hizmet satın alıyor; neden eğitimde almıyor? Eğitim yalnızca devlet eliyle yapılamaz. Kâr amacı gütmeyen vakıflar aracığıyla da yapmak lazım, bunu geliştirmek lazım. Özel öğretim mutlaka geliştirilmeli. Vakıflar ve özel sektörün eğitim alanında önü açılmalı. Her gencin ister devlet, ister özel, ister vakıf öğrencisi olsun önü açık olmalı... Vakıf üniversiteleri paralı, bir kısmı burslu. -Herkes gidemez paralı üniversiteye...Ama devlet üniversitelerini kim finanse ediyor? Halktan alınan vergilerle okunuyor. Memurdan, dar gelirlilerden kesilen vergilerle, devlet üniversitelerinde holding patronunun çocukları da okuyor. Devletin doktora ve araştırmada tam destek olması lazım. “Param yok okuyamıyorum” diyen biri kalmamalı. Ayrıca Türkiye’nin bölgesinde lider olması için aynı zamanda eğitim üssü de olması şart. Özellikle İstanbul müthiş bir çekim merkezi olabilir. Herkes, eğitim sektöründekiler çantaya elini alıp komşu ülkelerde öğrenci avına çıkmalı. Devlet de alt yapı desteği vermeli. Bugün Arap dünyasından Türkiye’ye müthiş ilgi var ama öğrenci çekemiyoruz. 11 Eylül’den sonra bizim şansımız arttı. Bunu kullanmalıyız. Bu sene üniversitemizde 89 Orta Doğulu öğrencimiz var, bu sayıyı önümüzdeki yıl 250’ye çıkaracağız. Güney Kore, ABD ve Japonya’dan sonra Almanya ve Letonya’da da merkezimiz olacak -Bu söylediklerinizi hükümetin temsilcileriyle de paylaşıyor musunuz?Yetkililerle hep görüşüyoruz ama karşımızda hep bürokrasi var. Zaman kaybediyoruz. Ben üniversitenin kuruluşunda söyledim “Harvard olmak için 250 yıl beklemeyeceğiz. Çünkü zamanımız yok.” Biz geri kaldık, sıçramamız lazım. Bölgesel farklılıkları kaldırmamız lazım, uzaktan eğitimi devreye sokmamız lazım. Doğu ve Güneydoğu’daki üniversitelerimizi uzaktan eğitimle desteklemeliyiz. Türkiye’de üniversitelerde göç merkezleri olmalı. Hızla kentleştik, kırsal yörelerden kentlere gelen nüfusun entegrasyonu için üniversiteler çalışmalı. Ayrıca Almanya’da yaşayan 3’üncü 4’üncü kuşak ile ilgili projeler üretilmeli. Biz Berlin’de Şubat ayının 15’inde ofis açıyoruz. ABD’de dil okulumuz var. Güney Kore ve Japonya’da merkezlerimiz var. -Letonya’da da mı fakülte açıyorsunuz? Letonya’da Riga’da Mimarlık Fakültesi kuruyoruz bir üniversiteyle ortak. Dubrovnik’te yaz mimarlık okulu kuruyoruz.3 yıldır Batman’da yatırım yapmak istiyorum, devlet arazi göstermiyor“Batman’da 3 yıldır okul yapmak istiyoruz, 3 yıldır devlet bir arazi gösteremedi bize. 7-8 milyon dolarlık bir yatırım planladık, devlet yer göstermiyor. ‘Gelişmekte olan yerlerde arazi versin, biz yatırım yapalım’ diyoruz. Kaliteli eğitim vereceğiz. O bölgeye istihdam sağlayacağız. Bir lisede en az 100 kişi çalışıyor. Eğitim önemli sektör, emek yoğun sektör. Devlet bunu hâlâ göremiyor.”