Daha 41 yaşında. Eski asker, istihbaratçı... Dünyanın en büyük 5 gemi taşımacılığı şirketinden Palmali Grubu’nun kurucusu... Azeri petrolünün tümü, Rusya’daki petrolün de neredeyse yüzde 75’i onun gemileriyle taşınıyor. Palmali Grubu’nun çatısı altında 48 ana şirket var, ofislerle birlikte bu rakam 600’e çıkıyor. 45 bin personeli olan grupta global krizde bir kişinin bile işine son verilmemiş. Röportaj yapma fikri aslına bakarsanız İstanbul Modern Sanat Müzesi’nin 5’inci yıl kutlamalarından sonra yeşerdi aklımda. 2 yıl önce Türk vatandaşlığına geçen Mubariz Mansimov, İstanbul Modern’in gecesindeki kutlamalarda eğitime katkı sağlama adına sanatçı Balkan Naci İslimyeli’nin, elle işlenmiş 85 yıllık Türk bayrağını aldı ve Türk Silahlı Kuvvetlerine armağan edeceğini açıkladı. Ama Mansimov ile randevulaşmak kolay olmadı. Onun deyimiyle ayın 130 saatini göklerde geçiriyor. Sabah kahvaltısını yapıp evden çıkıyor, Moskova’ya uçuyor, akşam yemeğini Londra’da yiyip gece yarısı İstanbul’daki evine dönüyor. Bunu sıradan bir gün gibi anlatıyor, “Bu tur içinde genelde Bakü’ye de uğrarım” diyor. Çok sakin. Sert bir yüz ifadesi var. Daha önceki röportajlarında hiç gülmediği yazılmış, bizim sohbetimiz sırasında güldüğümüz de oldu. Çalışanlarıyla aralarında Rusça konuşuyorlar. İyi korunan bir binası var. İlk adımda burada “her şey kontrol altında” hissine kapılıyorsunuz. Mansimov’un gemi taşımacılığı en büyük işi ama bu iş dışında turizm, sağlık, medya ve gıda sektörlerinde de yatırımları var. Yakında İstanbul’da HSBC binasının olduğu yerde Bakü Edition Otel’i açacak. İçerisinde de dünya jet set’inin ünlü isimleri Briatore ve Cipriani, restoran ve club açacak. Briatore ve Cipriani’yi de Türkiye’ye gelmeye ikna eden isim Mansimov... 14 yıldır Türkiye’de yaşayan, Palmali Grubu’nun merkezini Türkiye’ye taşıyan ve Türkiye’den para kazanmadığını söyleyen Mübariz Mansimov’un ilginç yaşam öyküsünü ve yatırımlarını konuştuk. 14 yıl önce Türkiye’ye yerleşmişsiniz. Türkiye’ye ilk kez ne zaman gelmiştiniz?1989 yılında turist olarak gelmiştim. Çok etkilenmiştim. Neydi sizi etkileyen? Ben çocukken dedemle çok zaman geçirirdim. Daha doğrusu beni dedem büyüttü. Dokuz çocuklu bir ailenin üçüncü çocuğuyum ve en büyük erkek benim. Bakü’de 1968’te doğdunuz...Evet. Bakü, biliyorsunuz deniz kenarında. Ben her fırsatta denize girerdim, balık tutardık, yüzerdim. Çok yaramaz bir çocuktum. Babam da liman işletmecisiydi. Bizim ailemizde denizci çoktur...Böyle büyük bir şirket kuracağınızı hayal etmiş miydiniz? Bu hayali kurmak bile bence mümkün değil. Çocukken hep bir gemiye kaptan olmayı isterdim. Gemiye binip uzak yerlere gidecektim...Askerlikten ayrılınca gemilerde aşçılık yaptım, şimdi şirketimde eski askerler çalışıyorNasıl asker oldunuz? Dedem istedi. Ben dediğim gibi çok yaramazdım. İyi de spor yapıyordum. Yalnızca spor yapmamı istemediler. “Askerde spor da yaparım” diye düşündüm ve Rus ordusuna girdim. Yıllarımı askerliğe verdim. Askerlikten ayrılmak da kolay değildir. Yıllar sonra ayrıldığımda da ne yapacağımı bilmiyordum. Bir buçuk yıl gemilerde aşcılık yaptıktan sonra asker arkadaşlarımla birleştik. Cebimizde de öyle çok para filan yoktu. 3 kişiydik. Devletten o dönemdeki özelleştirmelerden bir kuru yük gemisi aldık. 2 sene geçmeden 3 gemi aldık. İşler büyüdü. Arkadaşlarımdan birini trafik kazasında kaybettik, diğeriyle hâlâ birlikteyiz. Ben zaman içinde şirketin yüzde 99’unu aldım. Benim etrafımda çok iyi askerler toplandı. Hepimiz eski askeriz burada. O zamanlar Rusya’da yapılacak şey belliydi. Hiçbir şey de yoktu. Şu anda alternatifimiz yok. Ne anlamda söylüyorsunuz ? Alternatifimizi yaratmak için yani Palmali Grup gibi bir şirket kurmak için en azından 20 milyar dolara ve deneyime ihtiyaç var. Kaç kişi çalışıyor şirketlerinizde? 45 bin kişi çalışıyor. 40 ülkede varız.Çok genç bir patronsunuz, çalışanlar da çok genç sanırım...En yaşlı benim. 27 civarıdır yaş ortalaması. Siz eski bir asker ve istihbaratçısınız... Hayatınızdaki bu deneyim iş yaşamınızda size ne gibi farklılıklar kazandırdı? İstihbaratçıydım uzun süre. Askeri istihbarat. Bir kere disiplin ve çalışkanlık. Herkesle irtibatta olacaksınız... Ben burayı da şirketimi de büyük bir aile gibi görüyorum. Kurallar var, iş disiplini var. Bir kere ben bir iş adamı olarak çalışanlarımla varım. Bunları biliyorum. İstihbaratçı olarak Türkiye’ye gelmiş miydiniz? Hayır. Afganistan ve Almanya’da oldum. Sovyetlerin yalnızca elçiliği vardı o dönemde Türkiye’de. Ordunun iç istihbaratındaydım. Çok çaba verdim istihbaratçı olarak buraya gelmek için. Ordu izin vermedi. Sanırım Türk olduğum için beni istihbaratçı olarak göndermeyi sakıncalı buldular. Türkiye’yle gönül bağınız hep varmış...1989’da turist olarak geldim. Rahmetli dedem “Aynı ırkız Ardahan’ın diğer tarafı bizimle aynı dili konuşuyor” derdi. “Ben de olamaz ya” diyordum çocuk aklı. Dedem “Hepimiz Osmanlı evlatlarıyız” derdi. Mecit Dedemin bende çok emeği vardır.Dünyanın hiçbir yerinde Türkiye’deki gibi kötü bir bürokrasi yokGlobal krizden grubunuz etkilendi mi? Bir tek kişiyi bile işten çıkarmadık. Bence iş adamları kriz yaratıyor Türkiye’de. İş adamı krizlere karşı tedbir almalı. Büyük holdinglerin kriz anında hemen personel azaltması doğru değil. Büyük holdingler her zaman görünmeyen krize karşı rezervli olmalıdır. 3-4 bin kişiyle çalışan bir holding kriz rezervine de sahip olmalıdır. Türkiye’de bazı holdingler krizi kullandı. Devleti suçlamak işin en kolayı. 14 senedir Türkiye’deyim. Hükümet, 3 kez “Yurt dışından paranızı getirin” dedi. Bu önemli destek. Türkiye dünya çapında baktığımızda krizden de çok etkilenmedi. Yalnızca iyi yönetilmeyen şirketler kötü etkilendi. Sizin gemi taşımacılığı dışında da şirketleriniz var...Türkiye’ye merkez ofisimizi taşıdık. Pal inşaat, havacılık, medikal şirketimiz var. Azerbaycan’da da gıda sektöründe de çok güçlüyüz. Ulus’ta bir hastane projeniz vardı, ne oldu? Sağlık projemiz şimdilik durdu, inşallah düzelecek. 6 sene önce paramı verdim devlete, “Hastane yapacağım” dedim. Devlet bana “Tamam” dedi, iki belediye arasındaki kavgada ruhsatım kayboldu. Bununla uğraşıyoruz. Mahkeme çok uzun sürüyor. Ben paramı yatırmışım, doğru yatırım 10 yıl içinde geri dönmeli. Doğru şirketseniz bu böyle olur. Şimdi bu hastane yatırımımızda iki belediyenin kavgasını bekliyoruz. Mağdur olduk, ama derdimizi anlatamıyoruz. Biz para makinesinin üzerinde oturmuyoruz, hiçbir yatırımcı para makinesinin üzerinde oturmuyor. Bu şekildeki olaylar yabancı yatırımcıyı Türkiye’den soğutuyor. Bodrum’da oteliniz var...Evet o oteli aslına bakarsanız çalışanlarımız için düşündük. Bizim şirketlerimizde çalışanlar da orada tatil yapıyor.Parayı Türkiye’de değil esas yurt dışında kazanıyorum çalışırken “Türk ırkı için ne yaptım?” diye soruyorumBakü Edition Otel’i açacaksınız. Otelin yapımı da uzun sürdü değil mi? Binayı toparlamak uzun sürmedi, yine aynı dert. Türkiye’de en büyük sıkıntı belediyeyle yürüyen işler. HSBC binasını aldık. Biz binayı aldık, bu binayı otele çevirdik, belediye ile bürokrasimiz 1.5 yıl sürdü. Dünyanın 46 ülkesinde iş yapıyorum. Türkiye gibisi yok. Bürokrasi çok ağır Türkiye’de. Türkiye yabancı şirketler için bu yüzden çok cazip değil. Yatırım için cazip bir ülke olmasına rağmen bürokrasi sistemi çok zorluyor. Belediyeler, Anıtlar Kurulu günlerce imza bekliyorsunuz. İngiltere’de 15 günde oturma izni alıyorsunuz, burada 3 ay sürüyor. Türkiye’de herkes Avrupa’nın vize uygulamalarından şikayetçi.Bir şirketin işinin yürümesi için çok çabalaması lazım. Türkiye’deki yabancıların çektiklerini kimse bilmiyor. Yatırımcı devletçilikten çok şikayetçi Türkiye’de. Bir şirketin işinin yürümesi için çok çabalaması lazım. Yabancı yatırımcının önünü kesiyorlar, İstanbul’un dört bir tarafı kaçak. İstanbul’da helikopterle gezin görüyorsunuz. Türkiye’den de cazip yerler var, yabancı yatırımcı kolay kaçar. Bu arada dünyada birçok yerde yatırım için fiyatlar düştü. Afrika devletleri ve Rusya yatırım için çok cazip. Amerika’da da fiyatlar çok düştü. Azerbaycan da cazip fiyatlar. Bu arada Azerbaycan krizden hiç etkilenmedi. Tek bir kişi işten çıkarılmadı. Ukrayna çok etkilendi çünkü devletin başında koltuk kavgası var. Ukrayna yatırım için çok cazip olmasına rağmen kötü yönetiliyor...Türkiye’de kaç çalışanınız var? Şu anda 1500. 2010 sonu 5 bin kişiyi buluruz. 2014’te, 20 bin kişi olacak Türkiye’de. İş adamları devlet ihaleleri peşinde koşmamalı, dışarıdan kazanıp Türkiye’ye getirmeli. Benim kazancım yurt dışında, Türkiye’de değil. Şu anda Türkiye’de iş yaratıyorum ama esas parayı yurt dışından kazanıyorum. Duygusal davranıyorum diyorsunuz...Evet. Lenin’in bir lafı var, “Devlet benim için ne yaptı deme, sen devletin için ne yaptın?” Ben bunu “Türk ırkı için ne yaptın?” diye düşünüyorum. Yeni bir sektöre mi giriyorsunuz Türkiye’de? Evet. Gıda sektörüne gireceğiz. Bizim Azerbaycan’da süt ve süt ürünleri şirketimiz var. Büyük yatırım. Azerbaycan’da pazar lideriyiz. 48 çeşit süt ürünümüz var. Pazar payımız yüzde 70. Bakü’deki şirketimizin yöneticilerinin çoğu da Türkiye’den geldi. Türk CEO’lar yönetiyor orayı. Şimdi Türkiye’de bu alanda 4 şirketle görüşmeler sürüyor. Yakında birini alacağız. HSBC binasındaki otele Bakü ismini verdiniz...Evet. Orası benim doğum yerim. Bu arada Bakü’de İstanbul ve İzmir Oteli var. İstanbul’da niye Bakü Oteli olmasın?Zorluklar beni güçlendirirBenim adım Mubariz, vaktinden önce doğmuşum, hastaneye yetişmemişim. Beni kimse yıldıramaz. Zorluklar beni güçlendirir. Terslik çıkınca hırslanıyorum...Azerbaycan’ın petrolünün yüzde 100’ü bizde, Rusya’nın petrolünün yüzde 75’ini de biz taşıyoruz. Dünyanın her yerinde ihalelere giriyoruz. Çok genç bir filomuz var. Gemilerin çoğunu da Türkiye’de yaptırıyoruz.Azerbaycan’da statta biri küfretse hapse attırırımSiz nasıl Beşiktaşlı oldunuz? Süleyman Seba sayesinde Beşiktaşlı oldum. Fulya’da oturuyordum, oradan tesislere bakardım, bir gün tanıştık Süleyman Seba’yla, yemek yedik. Etkilendim, rengi de sevdim, “halk takımı” dediler, etkilendim. Yöneticilik düşünüyor musunuz? Adınız da geçti...Ben eski sporcuyum, idman düzgünlük getirmelidir insana. Türkiye’de küfürü anlayamıyorum. Azerbaycan’da futbol takımım var, biri küfretse hapse attırırım. İnsanların anasına küfür ediyorlar, ölenine küfür ediyorlar. Büyük cahillik var Türkiye’de. Beşiktaş taraftarı adına da bu açıdan üzgünüm. Ben yönetime girmem, biri bana küfretsin, annem beni küfür yemem için doğurmadı. Aziz Yıldırım da arkadaşım. Saha dışında yaşananlar psikopatlık.Araba değil, deniz ve av tutkunuyumAileniz burada değil mi? Evet. Ailemi uzak tutuyorum. 2 kızım, bir de oğlum var...Peki çok gezer misiniz, gece hayatını sever misiniz? Sevmem. Gezmem de. O yazılanlar doğru değildi. Şirketimin çalışanlarıyla birlikte zaman geçirdiğimiz yerler var.Stresten nasıl uzaklaşıyorsunuz? Denizi çok seviyorum. Türkiye’de dalmadığım yer yok. Bir de ava çıkarım. Araba tutkunuz?.. 8 yıldır Range Rover’a biniyorum. O binanın girişinde gördüğünüz araba kardeşimin. Kardeşim 31 yaşında. Bana çok benziyor, bazıları karıştırıyor.Bakü Edition Otel’de dünya jet set’inin ünlü isimleri Briatore ve Cipriani de olacak, onların yerleri de açılacak...Evet, onları ikna ettim. Marriot Edition, ESPA, Flavio Briatore ve Giuseppe Cipriani’yi bugüne kadar kimse bir araya getiremedi. Artık imzalar atıldı. Kesin geliyorlar. İstanbul’un eğlence hayatının renkliliği artacak. Billionaire Club’un İstanbul’a farklı bir renk ve heyecan katacağına inanıyorum. Bayrak satılmaz diye düşünüp aldım orduya veriyorum çünkü ordu bayrağı satmazİstanbul Modern Sanat Müzesi’nin 5’inci yılında Naci İslimyeli’nin, 85 yıllık, el işlemesi Türk Bayrağı’nı 650 bin liraya alıp TSK’ya armağan ettiniz, neden TSK?Eski askerim ve her şeyden önce Türk’üm. Bence bayrak satılmaz. Eğitim için de satılmaz. Aldım ama açıkladığım gibi Genelkurmay’a vereceğim. Eğitime destek olmak amacıyla aldım. Ordu satmaz sonuçta bayrağı. Bu arada Eczacıbaşı Grubu harika bir iş yapmış. Türkiye’nin geleceğine yatırım. Benim bakışımda bir devletin bayrağı ya orduda ya da Cumhurbaşkanı’nda olur. Ben orduyu tercih ettim. Ordu gideceği son yerdir. Bayrağı da ordu savunur. Askerim, bence bayrağı politika koruyamaz, ordu korur.Türkiye Türk dünyasının ağabeyidirTayyip Bey Türk oğlu Türk’türSiyasetle ilgili misiniz? Nefret ederim, kirlidir. Türkiye zamanla çok değişti. Güzel şeyler de oldu ama her güzelliğin olduğu yerde kötü şeyler de olur. Bir şey yapılıyorsa yani oyun oynanıyorsa onun karşılığı vardır. Türk milleti büyük, Azerbaycan, Kazaklar, Tacikler... Türk dünyasının ağabeyidir Türkiye. Tayyip Erdoğan’ı nasıl buluyorsunuz? Tayyip Bey güçlü lider. Tanıyorum kendisini. Ermenistan’la son dönemde yakınlaşma oldu...Ermenilerle sınır açılması konusunda, “Karabağ Azerilere geri verilirse açılsın” derim. Azerbaycan’ın yüzde 20’si Ermeni faşistlerin elinde. Sınır açılsa ne olur? Azerbaycan gazı Türkiye’ye dünya pazar şartlarından çok düşük fiyata veriyor. Ermenistan’la ticaret olsa ne olur olmasa ne olur? Azerbaycan fiyatı yükseltse vatandaş yüzde 20-30 zam görür yalnızca doğalgazda. Tayyip Bey Türk oğlu Türk’tür. Azeriler kadar Azerileri düşünür. Her şey politikada değişiyor, farklı algılamalar oluyor. Kendisi herkesle dost olmak, sınırlarda dostluk olsun istiyor. Onu da anlıyoruz. AK Parti’nin hataları da var ama bence Türkiye’nin bu dönemi kutuplaşarak değil birlik olarak geçmeli.
37 ülkede faaliyet gösteren ve her türlü spor malzemesinin bulunduğu Intersport zincirini Türkiye’ye getiren Levent Yarcan, Türkiye’de kişi başına spor harcamasının 10 euro olduğunu söyledi. Yarcan, “Suriye ve İran bizden önde. İran’da bizden daha fazla tenis raketi ve kayak malzemesi satılıyor” dedi. Global krize rağmen satışlarını artırdıklarını ancak kârlılıkların azaldığına da dikkat çeken Yarcan, insanların bu dönemde “Bir tane alayım, kalitelisini alayım” mantığıyla hareket ettiklerini vurguladı. Yarcan, 2008 sonunda 20 milyon TL olan cirolarını bu yıl 50 milyon TL’ye yükselttiklerini belirtti. Intersport Türkiye’nin yeni tanıştığı bir mağaza zinciri. Intersport mağazalarında her türlü spor malzemesini bulmanız mümkün. Patenden kayak malzemelerine, tenis topundan kamp malzemelerine kadar... Mağazanın içine adım attığınız anda spor yapma isteği duyuyorsunuz! Intersport özellikle Avrupa’da çok büyük bir zincir. 6 bine yakın satış noktası yani mağazası var. Mağazaları da butik tarzında değil. Büyük metrekarelere yayılmış, her türlü spor malzemesinin satıldığı bir konsept. Intersport’u Türkiye’ye taşıyan ise genç bir girişimci Levent Yarcan. Kendisi de aslında bir spor adamı. Yelken, kayak, sörf, motokros... Yapmadığı spor yok gibi. Zaten bu işlere de hobisi sayesinde öğrencilik yıllarında girmiş. Üniversitede okurken bir spor mağazasında part time işe başlamış. Kanyon’daki mağazasında buluştuk. 2009 yılında krize rağmen büyüyen Intersport’un başarısını konuştuk. Hızla büyümüşsünüz. Kriz spora mı motive etti insanları?Pek öyle değil. Spor perakendeciliği aslında Türkiye için yeni. Özellikle de bizim konseptimiz çok yeni. Genelde Türkiye’de tek marka mağazaları var. Müşteriler örneğin bir basketbol ayakkabısı alacağı zaman farklı mağazaları geziyor. Bizde her markanın tüm ürünleri var. Müşteriler buna yeni alıştı ve krizde spor sektöründe yüzde 15’lik bir küçülme yaşanmasına rağmen biz büyüdük. Intersport oturmuş bir marka Avrupa’da. Türkiye’ye ise yeni geldiler. Nasıl ikna ettiniz? Uzun yıllar birçok marka ve ürünü gerek yurtiçi, gerekse yurtdışından tedarik etmek zordu. Ben bunu bizzat yaşadım. Çok eskiden beri ailece bu işe de meraklıydık. Mağazalarda kaç marka var?Bizim en küçük mağazamızda 70 marka var. 2000 yılında adımız farklıydı. Intersport’u 2005’te getirdik. Farklı kategorileri birarada sunmak çok zor bir iştir. Intersport’la uzun süre flört ettik. Onlar bu alanda dünya devi. Türkiye’yi de izliyorlardı. Türkiye’de iyi bir pazar olduğunu biliyorlardı ama Türkiye’de metrekare bulmakta zorlanıyorlardı. Çünkü tüm dünyada Intersport mağazaları çok büyük mağazalar. 6 bin mağazası varKaç ülkede var Intersport?37 ülkede, 6 bine yakın mağazası var. Son dönemde Doğu’ya doğru kaydıklarını söyleyebilirim. Biz aynı zamanda İzlanda’dan da yatırımcı bulduk ve üçlü bir yapıyla Intersport’u Türkiye’ye getirdik. Türkiye’deki mağaza sayınız nedir?10 ilde 12 mağazamız var. Türkiye’de potansiyel büyük. Biz forma da satıyoruz dünyanın en pahalı kayak botunu da... Bu yüzden de, Intersport Türkiye’de her ilde olabilir. Intersport’un en önemli özelliği şu anda dünyadaki tüm markaların satıldığı en büyük zincir olması. 1968’de 10 büyük Avrupa ülkesi birleşip birlikte alım yaparak oluşturmuş Intersport’u.. Global krize rağmen büyümeye devam ettiniz...Biz krizde büyüdük. 2009 yılı içinde 8 mağaza açtık. Ama kriz bizi hiç etkilemedi demek değil bu. Bizi tüketici son yıllarda öğrenmeye başladı. Bunun avantajını yaşıyoruz. Alışveriş merkezlerinde eskiden iyi yerler gösterilmezdi bize, şu anda tam tersi. Yeni açılacak alışveriş merkezleri bizi çağırıyor artık. Krizde kârlılık gitti. Devamlı kampanya yapıyoruz biz de. En çok spor ayakkabı mı satıyorsunuz?Evet. Satışlarımızın yüzde 30-35’i spor ayakkabı. Çünkü insanlar spor ayakkabıya meraklı. Müşteriniz gençler mi? Gençlerde para var mı?Kanyon Alışveriş Merkezi’nde 20 yaşın altında çok genç var ve ceplerinde para var. Çoğu aşırı marka odaklı. Ama bizim her yaştan müşterimiz var. Bizde 24 saat kullanabileceğiniz her türlü malzeme var. Çakı da satıyoruz, dezenfektan tablet de satıyoruz. Kriz döneminde müşteri davranışları hiç değişmedi mi? Değişti. Bir kere krizde çok lüks markalar tüketilmiyor. Kaliteli ürünler daha çok satıyor. İnsanlar bir değil 5 yıl kullanacağı ürünü alıyor.Türkiye’de kişi başına düşen spor harcaması ne kadar? Geçen sene Türkiye’de spor malzemeleri sektörünün 650 milyon euro olduğu tahmin edildi. Kişi başına 10 euro olduğunu söyleyebiliriz. Bu oran Yunanistan’da 60-65 euro, Bulgaristan’da 45 euro, Kuzey Avrupa’da 200 euroya yaklaşıyor. Türkiye’de alım gücü düşük...Gençler en çok spor yapanlar desem, bu değerlendirme bile yanlış olabilir...Ne yazık ki okullarda beden dersleri genelde boş geçen dersler ya da iki taklayla geçiştirilen dersler. Spora Avrupa’da çok ciddi yatırım yapılıyor. Bizde aileler sporu derslerin önünde engel görüyor. İnanın Suriye ve İran bu konuda bizden önde. İran’da Türkiye’den daha fazla tenis raketi ve kayak malzemesi satılıyor.SPORA MERAKIMIZ VARDI AMA MALZEME YOKTU Siz spor yapıyor musunuz? Kendimi bildiğimden beri yapıyorum. Yelken, su kayağı, kayak, motokros... Merakımız vardı ama malzeme yoktu. Ailece hep bir hayalimiz vardı. Sporla ilgili bir şey yapmak isterdik. Okurken Nişantaşı’nda bir spor mağazasında part time işe başladım. Bir süre sonra babam da ilgilenmeye başladı mağazayla, onların finansman sorunu vardı. Ben de paramı alamıyordum, para yerine mal almaya başladık. Sonuçta babamın desteğiyle biz mağaza açtık.2009’da 2008’in 4 katı ayakkabı sattık Avrupa’da spor sektörü krizden etkilenmiş. Türkiye’de durum nasıl?Avrupa’da 2009 senesinde spor sektörü yüzde 4 büyüdü. Bu beklenenden çok az bir büyüme oranı. Ancak yine de birçok sektörde düşüş varken bu gerçekten de iyi bir oran. Kış sezonu bu yıl iyi başladı. Türkiye’de spor sektöründe yüzde 15 gibi düşüş var. Bazı markaların satışı çok düştü, durma noktasına geldi ama bazı markalarda da artış var. Biz farklı markalara yer verdiğimiz için farklı bir konumdayız. Bu yıl 2008’e göre 4 misli daha fazla ayakkabı sattığımızı görüyoruz. Bunlar biraz trendlerle ilgili. Ayakkabıda ciddi pazar kaptık 2009’da. 2008’e göre kriz olmasına rağmen ciddi artışlar yakaladık.
OCAK AYINDA TÜSİAD BAŞKANLIĞI KOLTUĞUNA OTURACAK OLAN ÜMİT BOYNER’İ DUYGULANDIRAN MEKTUP:TÜSİAD Başkanlığı koltuğuna oturmaya hazırlanan Ümit Boyner için geçtiğimiz yıl en önemli projelerden biri “Nar Taneleri: Güçlü Genç Kadınlar Mutlu Yarınlar”dı. Proje sayesinde iş dünyasına katılan genç kadınlardan birinin “Teşekkür ederim, yolun başında bir peri tarafından cennette uyandırıldım” diye yazdığı mektup Ümit Boyner’i çok etkilemiş... Ümit Boyner’i mesleğimin ilk yıllarında tanıdım. YDH’nın ciddi ses getirdiği dönemdi. Güneydoğu’da partinin otobüsünde karnı burnunda bir kadın... Herkesle ilişki kurabilen, güleryüzlü, enerjik, çalışkan...Yıllar geçti, farklı nedenlerle defalarca biraraya geldik. Hep kendisinin Türkiye’de kadınlar için çok iyi bir rol model olduğunu düşündüm. Ve TÜSİAD’ın başkanlık koltuğuna oturacak ikinci kadın Ümit Boyner olacak...Kadınların alışık olduğumuz ve etkili olduğu düşünülen liderlik stili ne yazık ki erkeksileşerek bulundukları konumu korumaktır. Bunun tersi bir örnek olarak aklıma ilk gelen isim de Ümit Boyner’dir. Ümit Boyner öncülüğünde 2009 yılında Nar Taneleri adıyla bir proje başlatıldı. Nar Taneleri Projesi 2013 yılına kadar 18-24 yaş arası yetiştirme yurtlarında büyüyen genç kızların mesleki becerilerini geliştirmeyi hedefleyen bir proje. Bu projeyle binlerce genç kadınının iş dünyasına kazandırılması hedeflendi. Bu genç kızlar rol model olarak da karşılarında Ümit Boyner’i buldular. 2009’un bu son günlerinde Ümit Boyner’le Nar Taneleri’ni konuştuk. * Yurtlarda büyüyen genç kızlar 18 yaşından sonra ne yapacaklarını bilemiyorlar... Devletin olanakları bir yere kadar. Siz bu genç kızlara umut veren bir proje başlattınız. Öncelikle sizin için bu proje ne anlam ifade ediyor?Nar Taneleri: Güçlü Genç Kadınlar Mutlu Yarınlar projemiz hem bireysel hem de kurumsal sorumluluklarımızı hatırlatan ve hayata geçirme fırsatı veren bir proje. İlk yılımızda çalışanlarımızın gönüllülük programı olan “Boyner Grubu Gönüllüleri” projemizin sosyal aktivitelerini koordine etti ve eğitim illerimizden Ankara ve İstanbul’da toplam 60 çalışanımız genç kadınlarla sosyal, kültürel etkinlikleri gerçekleştirdi. Eğitimlerin sertifika törenlerinde 56 yöneticimiz genç kadınlarla buluştu. Biliyorsun, SHÇEK’e bağlı yetiştirme yurtlarından yetişen 18-24 yaş arası genç kadınları güçlendirmek ve iş arama becerilerini geliştirmek ile ilgili. Bu bağlamda biz hem birlikte olduğumuz genç kadınların, kadın olarak, birey olarak güçlü olmalarını hem de bu genç kadınların eğitimden, istihdama kadar desteklenmelerini hedefliyoruz. * Proje ortaklarınız var...SHÇEK, UNFPA, İŞ-KUR ve PERYÖN ile birlikte genç kadınları eğitim ve akabinde eğitimde aldıklarını hayata geçirmek için PERYÖN üyesi mentor ablalarından aldıkları mentorluk ile destekliyoruz. Eğitimlerde, sosyal aktivitelerde ve mentorluk mekanizmasında genç kadınlarla beraber bizler de öğreniyoruz. Hayallerine, hedeflerine, mutluluklarına ve üzüntülerine ortak oluyoruz. * Bu proje kapsamında eğitim alan genç kadınların hayatı nasıl değişiyor? Türkiye’de hem gençler hem de kadınlar için fırsat eşitliği henüz yaratılamadı maalesef, bizim projemizde bu fırsat eşitsizliğinin en ucunda duran Nar Taneleri için fırsat eşitliğini sağlamak, kamuoyunda farkındalık ve kamu politikalarında öncelik yaratmak var. * Bildiğim kadarıyla toplumsal cinsiyetten, siyasal katılama kadar farklı konularda bilgilendiriliyorlar, onlar bu eğitimler sayesinde nasıl değişiyor? Evet haklısın, eğitimlerimizi iki grupta toplayabiliriz. Bunlardan biri PERYÖN tarafından verilen “iş arama becerilerinin geliştirilmesi” eğitimleri. Bu başlık altında, kendini tanıma, motivasyon, iletişim, beden dili, olumsuz duygu ve stres yönetimi, cv hazırlama, mülakat teknikleri, kariyer planlama eğitimlerimiz var. “Güçlendirme” başlığımız altında da toplumsal cinsiyet, karar alma mekanizmalarına katılım, kadına yönelik şiddetle mücadele, kadının insan hakları, kadın sağlığı eğitimlerimiz var. Bu grupta yer alan eğitimlerimizi de kadın sivil toplum kuruluşlarının uzmanlıklarından faydalanarak veriyoruz. Örneğin KA-DER’den destek aldık. Eğitimlerimiz 16 gün sürüyor ve biz 2009 yılında bu kısacık süre içinde dahi çok olumlu değişimler gözlemledik.* Size mektup yazanlar var mı?Ankara’dan bir nar tanemizin mektubundan kısa bir alıntı yapmak isterim. “Öğrendiğim bir şey var, daha doğrusu öğrendiklerimden kendime uyarladığım... KADINIM ve ÇOK DEĞERLİYİM!.....Yarın güneş benim için daha parlak doğacak ve ışık sokmadığım siyah dünyam daha aydınlık olacak.” “Bu proje bana kendimle barışık olmayı, hayatımda tek başıma da bir şeylerin üstesinden gelebileceğimi gösterdi. Artık kendimi seviyorum ve kendimle barışığım. BEN DEĞERLİYİM...”İstanbul’dan gelen bir başka mektupta ise yazanlar: ”Artık doğum günlerimde ne bir peri olmak, ne sevilmek için zorlanmak, neden hayatımı zorlaştırdığım sorunlarımı anmak yok. Sadece ben ve gelecek güzel günlerin hayali olacak. Teşekkür ederim yolun başında bir peri tarafından bir cenette uyandırıldım.” * 2010 yılında neler yapılacak? 2009 yılında 7 ilde yaşayan genç kadınlar ile birlikte olduk, 2010 yılında 19 ilde olacağız ve ayrıca SHÇEK yurtlarında görev yapan psikolog, sosyal hizmet uzmanları içinde eğitimler yapmaya başlıyoruz. 5 yıl sürecek bu projede hem birlikte çalışacağımız genç kadınları destekleyecek hem de SHÇEK içinde projenin sürdürülebilirliğinin sağlanmasına çalışacağız.Sorunlar hâlâ var ama artık üstesinden geleceklerine inanıyorlar * Siz eğitimlere katılanlarda ne gibi değişimler görüyorsunuz? Çok somut söyleyebileceğim, öncelikle kendilerine güvenleri arttı, hayata daha güvenli bakabilmeye başladılar. Elbette pek çok sorun hâlâ var ama en azından şimdi bu sorunların üstesinden gelmek ile ilgili bir motivasyonları var. Sonra, Nar Taneleri genelde iş bekleme ruh halinde idiler, şimdi ise aktif olarak iş arıyorlar, işe başladılar. Balıkesir’den bir Nar Tanemiz, Boyner’de çalışmaya başladı, inanılmaz bir şey ama daha işinin ilk aylarında bizim Türkiye genelinde yaptığımız bir yarışmada ekibinden bir arkadaşıyla birlikte ikinci oldu. Rol model olmaya başladılar. Kendi hayatları ile birlikte aynı yurtta kaldıkları arkadaşlarının hayatlarını da güzelleştirmeye başladılar.
KRİZE RAĞMEN 4 AYDA 3 PROJE AÇIKLAYAN Fİ-YAPI’NIN SAHİBİ FİKRET İNAN İDDİALI:Fikret İnan’la “Eğitim Her Engeli Aşar” kampanyası döneminde tanışmıştık. O zaman adını yeni yeni duymaya başlamıştık. 2007’de kurduğu şirketi inşaat sektöründe hızlı bir çıkış yapmıştı. 59 bin TL’den başlayan fiyatlarla sattığı dairelerine öncelikle kimse inanamamıştı. Global krizin başladığı dönemde 4 ayda 3 proje açıkladı Fikret İnan. Fikret İnan genç bir patron. Malum inşaat sektörü Karadenizli işadamlarının hakimiyetinde ama Fikret İnan Karadenizli değil, Akdenizli. Olmazsa olmazları var, iddiası da hayli büyük. 2011’de 25 bin konutluk bir proje açıklayacak, 2019 yılına kadar da 100 bin konut yapacak. Krizde hızla büyüyen işadamı Fikret İnan’la konuştuk. t Açık hava ilanlarında sık sık sizin şirketinizi görüyorum bu aralar. Bahçeşehir’de 89 bin TL’den başlayan fiyatlarla daire satıyorsunuz. Bana daha önce 2001 krizinde kötü günler yaşadığınızı anlatmıştınız, global krizde bu hızda büyümeyi nasıl başardınız? Fi-Yapı’nın bir yıllık çıkışı tesadüf değil. Geçmişte yaşanmış olan deneyimler ve acılardan çok şey öğrendik. Benim 27 yıllık ticari deneyimim var. Türkiye’nin tüm çalkantılarını ticaret yapan biri olarak yaşadım. Geçtiğimiz Eylül-Ekim ayında yani 2008’de global krizin patladığı dönemde ’Hızla proje başlatmam lazım’ dedim. Krizde “Durayım, projeleri erteleyeyim” diye hiç düşünmediniz mi?Asla, aksine yeni projeler ürettik. Kasım ayında Esenşehir’deki projeyi başlattık. Ekonomik ve lüks konutlar vardı o projede. İkinci projeyi Şubat, üçüncü projeyi de Mart ayında lanse ettik. 4 ayda 2.700 konutu satışa çıkardık. Evlerin çoğunu sattık Ne kadarını sattınız? Krizin başlamasıyla birlikte peşpeşe proje başlatmakta kararlıydım. Herkes reklamlarını durduruyor, projeleri erteliyor, kendi kabuğuna çekiliyordu. Reklamları artırdık, yeni fiyat politikası belirledik, agresif hareket ettik. Öne doğru çıkmaya başladık ve dikkat çektik. İlk başta herkesin kafasında soru işareti vardı. Bugüne kadar niye yoklardı diyenler oldu? İnsanlar haklıydı sonuçta. İnşaat sektörünün acı tecrübeleri vardı. Bu evlerin çoğunu hızla sattık. İnşaat sektöründe çıkışlar kadar inişler de hızla oluyor...Evet doğru çıkış da iniş de sert oluyor. Spekülasyonlar da çok oluyor. Verilebilecek tek yanıt projelerinizin hayata geçmesidir. Yapacaksınız, zamanında teslim edeceksiniz. Bu kadar. Ben spekülasyonlara yaptığım işlerle yanıt verdim. Türkiye’de ev sahibi olmak çok büyük güvence olarak görülüyor değil mi?Kesinlikle. Evinin olması kutsal bir şey gibi. Türk halkı ev sahibi olunca rahatlıyor. Yatırım aracı olarak da kullanan ciddi bir kitle var. Yaptığımız iş bu yüzden de hayırlı bir iş. Kişilerin ruh hallerini de takip etmek gerekiyor. Özellikle kriz dönemlerinde parası olan olmayan herkesin psikolojisi bozuk oluyor. Kelime oyunu yapmadık Siz çok farklı bir ödeme modeli getirdiniz. “Peşinat verin, sonra taksit filan vermeyin, evi teslim alırken geri kalanı verin” dediniz. Bu aynı zamanda kira ödeyenler için büyük kolaylık...Evet. Peşinat alıyoruz. Sonra daireyi teslim edene kadar hiçbir şey almıyoruz. Kelime oyunu yok reklamımızda. O konuda hassasız. Müşteriye ’Gel gel’ yapmak için bir cümle yazmadık. Bizim yapmış olduğumuz sistem sizin de belirttiğiniz gibi kirada oturan hem ev kredisi hem de kira ödeyemeyecek kişiler içindi. Fi-Tower ve Fi-Side projelerinde bu modeli uyguladık. Fi-Side projesini 2.5 yılda teslim edeceğiz. 30 ay içinde hiç para ödemiyorsunuz. Peşinatı verip teslim zamanı gelince siz gidip herhangi bir bankadan daireyi teslim aldıktan sonra 120 ay vadeli kredi alıp, parayı ödeyebilirsiniz. Bu arada dairenin teslim zamanı gelince fiyatı da artıyor. 1+1 daireleri 59 bin TL’den sattık, teslim alındığında 100 bin TL olacak değeri. Kişiler bu artıştan etkilenmeyecek, daireyi bağlamış olacak. Bu paraya bu daire olur mu? Teslim edecek mi etmeyecek mi korkusu olmuyor mu müşterilerde? Olmaz olur mu? Ama az önce de dediğim gibi bunu yaptığınız işlerle gösteriyorsunuz. Zaten baktığınızda riske ettiğiniz para yüzde 30’u. 59 bin TL için 19 bin TL risk alıyorsunuz. Ben ‘Verin peşinatı, teslim tarihine kadar görüşmeyelim’ diyorum. Bu güç gösterisi değil mi? Güven vermiyor mu? İnsanlar oturduğunda konuşurken korkular taşıyorlar, ’Ortada olmayan daireye para verilir mi?’ diyenler var hâlâ. Satışlar nasıl gitti? 2.050 daireyi Fi-Side projesinde sattık. 1.100 dairemiz kaldı. Yani 40 günde yüzde 65’ini sattık. Kıbrıs adasına Kıbrıslı müşteri Bahçeşehir projenizde bir Kıbrıs Adası var. Bakıyorum, artık yapılan çoğu projede su var. Göller, havuzlar vazgeçilmez oldu. Siz neden Kıbrıs Adası yaptınız? Kıbrıs Adası aklıma şöyle geldi: Sitenin ortasında bir ada yapmayı planladık. Su insanları dinlendiriyor. 4 bin metrekarelik bir havuz yapılıyor. Ortasına yuvarlak bir ada yapmaktansa Kıbrıs şeklinde ada yaptık. Ada sosyal aktivitelerin yapıldığı, üzerinde güneşlenme olanaklarının olduğu, spor tesislerinin olduğu bir ada oldu. Kıbrıslı müşterileri kaptınız mı?Kıbrıs’tan daire alanlar oldu. Ekonomi müdürümüz Ercan İnan’la sohbetinizde “10 yılda 100 bin konut satacağım” demiştiniz. 2010’da kaç konutluk proje açıklayacaksınız? İstanbul dışına çıkıyor musunuz?Başkentte uçuk bir proje yapacağız. Başkent o projeyi konuşacak. İstanbul gibi değil Ankara. Bu açıdan çok bakir. Evet 10 yılda 100 bin konut hedefimiz var. Bana klinik vaka gözüyle baktılar bunu söylediğimde. Yüzüme söyleyememekle birlikte kişilerin bakışından anladım. Evet, uçuk bir rakam gibi görünüyor. Bizim yola çıkma nedenimiz şu. Barınma en önemli problem Türkiye’de. Aileler için sağlıklı ortam bulmak bence çok önemli. Güvenlik de çok önemli. Artık herkes çalışıyor. Aileler işe gittiklerinde çocuklarını sağlıklı bir ortamda bırakmak istiyor. Sosyal alanlarda çocuklar iyi zaman geçiriyor. Ben şöyle bakıyorum, aileniz güvenilmez ve sağlıksız bir ortamdayda herkes huzursuz olur. Ruh haliniz bozuksa bu da topluma yansır. Bakıyoruz topluma herkes saatli bomba gibi. Siyasi ve ekonomik yaralardan dolayı zor durumda aile geçindirenler. Siteler rehabilite ediyor insanları. İnsanlar site hayatında kendilerine çeki düzen veriyor. Sitelerin olduğu yerlerin çevresi de değişiyor. Yaşlılar için de siteler çok daha sağlıklı. Bir düğmeye basıp güvenlik çağırabiliyorlar. Ayrıca hep söylenen bir şey var, yüksek gelir grubuyla alt seviye arasında uçurum var. Alt grup ve üst grup koptu. Orta sınıf yok oldu. Biz ekonomik sıkıntı içinde olanlara ’Gelin imkansızlıkları kırın’ diyoruz. Medeniyeti gösteriyoruz. İnsanları aslında topluma kazandırıyoruz. 3 bin kişinin içine girince nerede nasıl davranacağını öğreniyor. Şehir kültürünü öğreniyor. Biz İstanbul’da başladık buna. Ankara, İzmir’de de yapacağız. 2010’da Ankara ve İzmir’de arazi teminlerini yapacağız.Banka kredisi almam, kat karşılığı iş yapmam Başka bir sektöre de yatırım yapacak mısınız?Başka bir sektörde olmayacağım. Bizim işimiz bu. Herkes bildiği işi yapmalı bana göre. Şartlar ne olursa olsun farklı bir sektöre girmem. İş yaşamınızda olmazsa olmazlarınız neler?Benim kendi kanunlarım var. Yurtdışında proje yapmayacağım. Dubai ve Ukrayna’da para kaptıranlar çok. Ben bu ülkeye odaklandım. Asla banka kredisi kullanmayacağım. Banka kredi sözleşmesi yapıyor, sizi her an idam etmeye hazırlar. İp boynunuzdadır bankadan kredi aldığınızda. Boynunuzda iple dolaşarak iş yapmak da zordur. Biz bir de kat karşılığı iş almıyoruz. Bu da bence tehlikeli. Çünkü maliyetler yükseliyor. Hem de toprak sahibiyle mahkemelik durum olursa mahkeme en az 3 yıl sürüyor, ben insanlara ’18 ayda daireleri teslim ederim’ diyorum. İşadamı olarak bu tedbirleri aldım.İstanbul’da 2010’da yeni proje yok 2010’da İstanbul’da yeni proje yok mu?2010’da İstanbul’da yeni proje yapmayacağız. Her yerde bizi görmek müşterileri de huzursuz ediyor. Çok spekülasyon oluyor. Başlayan projeleri bitireceğiz ve 2011’de İstanbul’da yeni projeler başlatacağız. İstanbul dışında yeni projeler olacak. İstanbul’da yeni arsalar aldınız mı?Var arsalarımız. Projelerini de konuşuyoruz. 2011’de toplam 25 bin konutluk proje hazırlayacağız. Hepsini birlikte açıklayacağız. Yalnızca İstanbul’da değil farklı illerde olacak bu projeler. 2019 yılına kadar 100 bin konutun tamamlanmasını hedefledim. Bunu da rahat yapacağıma inanıyorum. Ben piyasanın dikkatini çekmek için bunu söylemiyorum. Konuştuklarımı yerine getiremezsem işimi yapamam. Sözlerimin arkasındayım. Hepsini tartarak söylüyorum. Binlerce insan bize güvenip ev alıyor.FERRARI KULLANIR GİBİ YÖNETİYORUM ŞİRKETİ Son konuştuğumuzda 5 arabanız vardı, yeni araba aldınız mı? Aldım. 6 oldu. Bu benim hobim. Ferrari F430, Mercedes CL 550, Mercedes 320, BMW 6.50 Cabrio ve Cherokee Jeep vardı bir de Porsche aldım. Hafta sonları Ferrari’yle geziyorum. Cumartesi günleri 3 yaşındaki kızım benle geziyor. Bu aralar Ferrari demeyi de öğrendi. O çok meraklı. Büyük kızım 13 yaşında, o işin konforunda. Arkada TV ve DVD olsun istiyor. Bu merakıma bazıları zaaf diyor. Çok pahalı bir merak...’Bu kadar para bu arabalara verilir mi?’ diyorlar. Yaptığınız işle bakınca çok büyük para mı? Ben Ferrari kullanırken işimle ilgili enerji alıyorum. O mükemmellikten etkileniyorum. Ferrari mükemmel. Fi-Yapı’ya da örnek oluyor. Ferrari kullanır gibi yönetiyorum şirketi. Seri, isteğinde süratli hızlanan, anında durabilen, etkileniyorum. Kendimce dersler çıkarıyorum. Şu anda Fi-Yapı Ferrari’den de hızlı.
Geçtiğimiz hafta 12 yıldır İsviçre’de yaşayan psikoterapist Alper Hasanoğlu’yla konuştum. Hasanoğlu ayın 15 günü İsviçre’de, 15 günü İstanbul’da yaşıyor. İsviçre’de yıllardır Türkleri, Kürtleri ve Müslüman toplumu yakından izliyor. Minare oylaması sonrasında kendisiyle buluştuk. Kendisiyle röportajımı Pazar Vatan’da okuyacaksınız. Alper Hasanoğlu’yla sohbetimizi yazdıktan sonra elime Açık Toplum Enstitüsü’nün “Müslümanlar Avrupa’da Endişe Verici bir Ayrımcılığa Uğruyor” başlıklı raporu geçti. Rapora geçmeden önce Hasanoğlu’yla sohbetimizden bir alıntı yapacağım: AB üyesi olmayan İsviçre’deki tepkiler AB ülkelerinde niye verilmiyor? diye bir soru sormuştum, yani niye İsviçre minareyi yasaklıyor, ‘Fransa niye umursamıyor’ demiştim. Yarın öbür gün Almanya ve Fransa’dan da buna benzer uygulamalar gelir mi? Hasanoğlu da bana şu yanıtı vemişti: “İsviçre dışında hiçbir ülkede doğrudan demokrasi, yani bu temel haklar konusunda halk oylaması söz konusu değil. Bu nedenle en sağcı politikacılar bile böyle bir karar almaya cesaret edemezler Almanya ya da Fransa’da. Karar halka bırakılsa ne olur bilemem. Bizim ülkemizde bırakın sonradan gelen yabancılar, ülkemizin en az bizim kadar sahibi olan azınlıkların bile neler yaşadığını düşünürseniz, Avrupa’daki sıradan halkın da nasıl tepki gösterebileceğini tahmin edebilirsiniz. Avrupalı diye gözümüzde büyütmeyelim. Coğrafya olarak Avrupa’da doğmuş olmak kimseyi kültür olarak da Avrupalı yapmıyor. Ben ne Mardinliler tanıdım Basel’liden daha Avrupalı.” Aslına bakarsanız Hasanoğlu’nun yorumunun ne kadar doğru olduğunu röportajdan sonra Açık Toplum Enstitüsü’nden gelen bilgilerde de gördüm. Açık Toplum Enstitüsü tarafından kamuoyuna duyurulan 11 AB kentinde yapılan araştırmalar sonucunda açıklanan raporda çıkan sonuç şu: Avrupa’da dini ayrımcılık var ve hızla artıyor.Onlar halka sormuşlar. 2 bin kişiyle yüzyüze görüşülmüş. Binlerce kişiye de farklı iletişim metodlarıyla ulaşılmış. Çalışmanın proje direktörü Nazia Hüseyin, son olarak İsviçre’deki minare yasağının Müslüman karşıtı duyguların Avrupa’da ciddi bir sorun olduğunu açıkça ortaya koyduğunu vurguluyor. ‘Çok sayıda Avrupalı dini kimliğin bir şekilde entegrasyona engel teşkil ettiğine inanırken; öte yandan araştırmaya katılan Müslümanların çoğunluğu yaşadıkları şehre ve ülkeye güçlü bir bağlılık gösteriyor’ diyor. Müslümanlar Avrupa topraklarına bağlanıyor, Avrupalılar ise onları istemiyor. 11 şehir ile ilgili ayrıntılı rapor 2010 yılında yayınlanacak. Açık Toplum Enstitüsü tarafından gönderilen bilgilendirme metninde verilen bilgilere göre: “Avrupa Birliği sınırları içinde çoğunlukla başkentlerde ve büyük endüstri şehirlerinde olmak üzere 20 milyon kadar Müslüman yaşıyor. Avrupa’daki Müslümanların büyük çoğunluğu uzun süreden beri yaşadıkları Avrupa şehirlerinin ayrılmaz bir parçası olmalarına karşın ayrımcılığa uğruyorlar ve şüphe ile karşılanıyorlar. Bu karmaşık durum Avrupa’yı en büyük sorunlarından biriyle yüz yüze bırakıyor: Politik ve sosyal gerilim, global ekonomik durgunluk ve giderek artan çeşitliliğin hakim olduğu bir ortamda herkese eşit hak ve sosyal birlikteliği sağlamak.”Avrupalı Müslümanlardan korkuyor, bu korku da artıyor. Biz zaten bu işlerin başından beri ‘Bizi istemiyorlar’ psikolojisinden kurtulamadık, ‘Bizi niye istesinler’ desek, altını ne yazık ki dolduramıyoruz. Ülkemizdeki azınlıklar konusunda ne kadar ‘hoşgörülü’ olduğumuzu anlatacak durumumuz da yok. Ezcümle bu rapor dini ayrımcılığı ortaya koyarken, bizi neden istemediklerini de anlatıyor.
Türkiye’de erken yaştaki çocukların eğitimi Ayşen Özyeğin’in öncülüğünde kurulan Anne Çocuk Eğitim Vakfı (AÇEV) sayesinde çok daha fazla kişinin gündemine girdi. ‘7 Çok Geç’ kampanyası sayesinde 0-6 yaş çocuklarının eğitimi konusunda çok önemli adımlar atıldı. Ayşen Özyeğin ve AÇEV Başkan Yardımcısı Ayla Göksel’le farklı vesilelerle biraraya geldiğimizde Ayşen Hanım’ın özellikle vurguladığı bir nokta, Türkiye’de eğitimde fırsat eşitliğinin olmamasıdır. Bu yıl bu konuda Milli Eğitim Bakanlığı’nın da işbirliğiyle ve Vodafone’un da katkılarıyla İlk Adım Projesi başlatıldı ve 18 ilde 180 anasınıfı açılarak okul öncesi çağdaki çocuklara eğitim olanağı verildi. AÇEV’in eğitim alanında yaptığı projeler erken yaşta çocukların eğitimiyle de sınırlı değil. Türkiye gerçeklerinin karşımıza çıkardığı bir tablo var. Çocuk yetiştirmek için anneleri de eğitmek gerekiyor. Ankara’nın doğusunda dört kadından biri okuma yazma bilmiyor. AÇEV aynı zamanda Yetişkin Okur Yazarlık ve Destek Programı yürütüyor. Bugüne kadar açılan 5.415 kursta 3.166 gönüllüyle çalıştı AÇEV ve okuma yazma bilmeyen 90 bin kadını okur yazar yaptı. Bu kurslara 15 yaş üstü okuma yazma bilmeyenler katılıyor. Programda özellikle büyük şehirlere göç etmiş okuma yazma bilmeyen kadınlar hedefleniyor. Ece Şirin tasarladıAÇEV bu yıl bu projeye kaynak yaratmak için bir adım daha attı. Ve yeni bir proje başlattı. ‘Yaratıcı Tılsım’ projesi. Ece Şirin’in Tılsım Mücevher markası Bee Goddess ile AÇEV bir yılda projenin geliriyle 3 bin kadına daha okuma yazma öğretmeyi amaçlıyor. Ece Şirin’in bu proje için tasarladığı bileklik, Shakti Bilekliği... Ne anlama geldiğini ben de merak ettim. Ece Şirin’e sordum, kısaca özetledi. Shakti, evrende varolan tüm düşünce ve hisleri rahminden doğurduğuna inanılan, dişiliği ve gücü temsil eden tanrıça olarak nitelendirilmiş ve yeni başlangıçlar, yeniden doğuş ve kadınların yaratıcı gücünü temsil ediyormuş. Çok zarif bir bilezik tasarlamış Ece Şirin. Güzel bir yılbaşı hediyesiBu projede bir bilekliğin satışından elde edilecek gelir bir annenin eğitim masraflarını karşılayacak. Pırlanta, gümüş ve altın olarak üç farklı tasarımı olan bilekliklerin fiyatı 240 liradan başlıyor. Yılbaşı öncesi güzel bir hediye alarak hem yakınlarınızı sevindirebilir hem de bir kadının hayatını değiştirebilirsiniz. Doğrusu son zamanlarda eğitim ve sağlık alanlarında çalışan vakıf ve derneklerin kaynak yaratmak için düzenledikleri davetler bana hedeften hayli uzaklaşmış görünüyor. Bazı derneklerin adını duyduğumda aklıma yalnızca, bir balodan diğerine koşarak şıklık yarıştıran ve poz veren aynı isimler geliyor. Bu yüzden de AÇEV’in başlattığı bu projenin bir yıl içinde 3 bin kadına ulaşmasını gönülden diliyorum.
Türkiye’nin yerli ilaç şirketlerinden Sanovel’in sahipleri Sagra’yı aldı, Tadelle ve Sarelle markaları yeniden doğdu. Tadelle ve Sarelle’nin reçeteleri yeniden yazıldı, katkısız, transyağsız, GDO’suz soya lesitiniyle fark yarattılar. Yakında tamamen şekersiz Sarelle’sini satışa sunacak olan Toksöz Grubu’nun ikinci kuşak genç temsilcisi Ahmet Toksöz, “GDO olayı gündeme gelmeden önce biz her türlü önlemi almıştık. 2 yaşındaki ikiz bebeklerime rahatlıkla yedirebileceğim ürünler yaptık” dediTürkiye’nin önde gelen yerli ilaç firmalarından Sanovel’in de sahibi olan Toksöz Grubu’nun 2007’de 77 milyon dolara satın aldığı Sagra’ya ilgi her geçen gün artıyor. Bir yıllık bir tesis yenileme sürecinden sonra atağa geçen Sagra’ya ilgi GDO’lu ürünlerle ilgili haberlerle de arttı. Çünkü yenilenen Sagra ürünleri tamamen doğal. Sagra el değiştirmesiyle birlikte katkısız, transyağsız ve GDO’suz soya lesitini kullanarak üretime başladı. Sagra’ya ait tüm formüller ilaç sektörünün deneyimli ailesinin elinde yeniden hayat buldu. “GDO olayı gündeme gelmeden önce biz her türlü önlemi almıştık” diyen Sanset Gıda’nın Genel Müdürü Ahmet Tokgöz, “2 yaşındaki ikiz bebeklerime rahatlıkla yedirebileceğim ürünler yaptık” diyor. Şu sıralar Sarelle’nin bitteri ve Sarelle fındık ezmesi büyük ilgi görüyor. Tadelle, Gol ve Sagra markalarının yanısıra yakında tamamen şekersiz Sarelle’sini satışa sunacak olan Toksöz Grubu’nun ikinci kuşak genç temsilcisi Ahmet Toksöz’le konuştuk. * Babanız ilaç sektöründen Erol Toksöz. Eczacılıktan geliyor...Evet. O yüzden ben de Boğaziçi Üniversitesi Kimya Mühendisliği’nde okudum. TED Ankara mezunuyum. Fransa’da işletme masterı yaptım. İlaç imalat ve pazarlamada çalışmaya başladım. Kardeşim de benimle aynı üniversiteden aynı bölümden mezun. Baba tarafım aslen Ürgüplü. Ama Ankara’da yaşamış. Babam bir Karadeniz seyahatinde ikinci eczanesini Amasra’da açıyor. Orada annemle tanışıyor. Ankara’da yaşıyorlar. 1975 yılında ecza deposu kuruyor. Bir hacme ulaşınca İstanbul’da da depo açıyor babam. * İmalata da geçiyor değil mi? Evet. Daha sonra imalata geçiyor. Bir kısım lisanslı ürünün imalatını yapan ilaç şirketini devralıyor. Yabancı şirketlerle ortaklıklar yapılıyor. En sonunda Sanovel kuruluyor. 1986’dan beri yüzde 100 Türk sermayesiyle üretim yapıyoruz. Bu süre içinde hızla yol aldık. Türkiye’de bin 200 kişilik saha kadromuz var. Toplamda da 3 bin 500 kişilik bir grubuz. İçerik tamamen doğal * Sanset Gıda nasıl kuruldu? Sanset bizim iç grubumuza hizmet veren bir şirketimizdi, Sagra’yı alınca farklılaştı. Ecza depolarının başında kardeşim var. Sagra’nın fabrikadaki imalatından da kardeşim sorumlu. Diğer sorumluluklar da bende. * Çikolata üretimine girmeye nasıl karar verdiniz? Biz farklı bir alanda da yatırım yapmak istiyorduk. Yumurtaları farklı sepetlere koymayı birçok işadamı gibi biz de planladık. Farklı sektörlere de bakıyorduk. İmalat uygulamaları benzer bir iş arıyorduk. Sonra çikolata aklımıza oturdu. İlaç sektöründe de geçmiş gerekir, bir birikime ihtiyaç vardır. Şarap ve çikolata da bence öyle. Biz TMSF’den izin alıp önce fabrikayı gezdik. Bu işin girdileri ilaca göre azdı. Hepsini çok iyi inceledik. Malum ilaç sektöründe hammadde yurtdışından geliyor. Biz “En iyi hammaddeyi alırsak yaparız” dedik. Reçete hazırlama konusunda kendimize güvendik. Dağıtım yönü çok farklıydı. Onu da tamamen yeniden düzenledik. * Sagra bilinen bir markaydı. Tadelle ve Sarelle bir dönem en çok satılan ürünler arasındaydı. Sonra bu markalar ortadan yok oldu. Kötü bir mirası devraldığınızı düşündünüz mü alırken, bu sizi ürkütmedi mi? Bilinen bir marka ama yoktu dediğiniz gibi. Stratejimizi de bu gerçeklerden hareketle yaptık. Tadelle’yi Tadelle yapmak vakti zamanında kolay bir iş değil. Çok iyi bir marka. Biz şimdiki koşullarda elimizdeki iyi olanaklarla en iyi şekilde yapmayı amaçladık. Yeni bir çıkışa odaklandık, bunu da başardığımızı düşünüyorum. * İçerik değişmedi değil mi ürünlerde?Aslında çok değişti. Yalnızca her zamanki gibi fındıkları çok taze alıyoruz, kavrulma makinesi de çok özel. Fındığın kokusu kaybolmuyor, özel bir madde kullanılmıyor koku için. Eskiden doğala özdeş vanilya kullanılıyordu, halen bakın çoğu markaya bunu kullanırlar, biz doğal vanilya kullanıyoruz. Soya lesitinini de sertifikalı aldık, GDO’suz. Bunlara özen gösterdik. Ama tüm bunları yapıp kıvamı ve tadı tutturmak zordu. Çok çalışma yapıldı. İlaçta kullanılan ama gıdada kullanılmayan bazı araçları da kullanarak tadı yakaladık. Asla transyağı kullanmıyoruz. Çocuklarımıza yedirmeyeceğimiz bir şeyi yapmadık. * Her şeyiyle doğal diyebilir miyiz? Kesinlikle. Kavanoz cam, kapağı alüminyum. Plastik kapak dahi kullanmadık. Çocukluğumuzun markasını yeniden yaratırken toplumun sağlığına öncelikle önem gösterdik. Gıda boyası asla kullanmıyoruz. Kakao yağı kullandık. Kıvam yakalamak için fındık püresi de koyuyoruz, yumuşaklığı öyle yakaladık. * Tadelle’nin farklı çeşitleri de çıktı. Sarelle’nin de bitterini ve fındık ezmesini çıkardınız. Yeni ürünler de olacak mı? Sagra markasını yeniden canlandıracağız. Çikolata da çıkaracağız. İlk hedefimiz bu. Tadelle’nin gamı değişti. Özel bir gofreti de çıkacak. İçi Sarelle dolu, dışı Tadelle kaplanmış bir goflet. Bir patent başvurusunda bulunduk, yakında alacağız. * Nedir o ürün? Tatlandırıcısız Sarelle yaptık. Tatlandırıcı sonuçta kimyasaldır. Biz doğal tatlandırıcı kullandık. Diyabetlilerin de kullanacağı ürün yaptık. Biz her şeyi doğal yapıyoruz. Gıda sektörüne geçerken kafamız çok netti bu konuda. Her şeyin en doğalını yapma amacıyla yola çıktık. Donuyorsa transyağ vardır* Transyağı olmayan bu alandaki tek ürün mü?Evet. * Bunu tüketici nasıl anlar? Buzdolabına koyun bakın. Buzdolabında donuyorsa transyağ vardır. Bizim ürünümüzde böyle bir katılaşma yok. * Çok ünlü markaların yurtdışındaki üretimleri de böyle ama Türkiye pazarında transyağı kullanıyorlar...Maliyetler yüzünden. Ama tüketici o farkı sağlığı için veriyor. Bilinçli tüketici sayısı her geçen gün artıyor. * Siz bir yılda nasıl bir çıkış yakaladınız? Yüzde 6.5 pazar payına geldik. İlk 3-4 firmadan biri olmak istiyoruz. Türkiye’de bu alanda yerli firmalar güçlü biz de onlardan biri olmayı amaçlıyoruz. Sagra markasını yeniden canlandıracağız. Çikolata ve içi Sarelle, dışı Tadelle özel gofret çıkaracağız.*****Bir yıl fabrikayı kapattık ama işçilere maaşlarını verdik * Fabrika Ordu’da değil mi? Fabrika Ordu’da devam ediyor. Oraya 10 milyon dolarlık yatırım yaptık. 2007’de aldık, 2008’e kadar kapadık. Çok özel bir fabrika olduğunu düşünüyoruz. İmalat koşullarını değiştirmek gerekiyordu. Mekanik hesaplar yeniden yapıldı. Duvarlardan tutun da klima sistemine kadar her şey değişti. Yeni teknolojiyle orayı buluşturduk.* Çalışanlar değişti mi?Hayır. Öncelikle bölge için Sagra çok önemli bir yatırım. 550 kişi çalışıyor. Bir yıl boyunca herkese maaş verildi. Fabrika kapalıyken maaşlarını aldılar. Sagra uzun süre Anadolu’da satılmıştı, TMSF’den aldığımızda marketlerde yoktu. Biz sistemi değiştirdik. Distribütörler değişti. 2008 Nisan ayında 10 büyük şehirde yeni distribütörler bulundu. Dağıtım filosu kurduk. Kendi bordromuzda 165 tane satış elemanımız var. Biz pazarlamayı yapıp dağıtıyoruz. Toplam 250 kişi çalışıyor bu alanda da. Ciromuz yaz aylarında arttı. Gıda pazarı büyüyor, özellikle de çikolata pazarı büyüyor Türkiye’de. Sonuçta bu ürünlerin fiyatları da düşük. İnsanlar bir çikolata alıp mutlu oluyor. *****Sagra butikleri açılacak, 25 özel çikolata satılacak * Eskiden Sagra’nın mağazaları da vardı. Siz de açacak mısınız? 2011-2012’de yeni projeler var. Ordu’daki fabrikanın önüne satış mağazası açtık. Bir konsept çizdirdik. Oradaki Sagra mağazası da iyi iş yapıyor. Gelecek seneye kadar aynı konseptte 10 kadar yeni mağaza açacağız. * Butik çikolata üretimi de yapılacak mı? 25 özel formül geliştirdik, yeni çikolatalar yaptık butik mağazalar için.
ARGE Danışmanlık Yönetim Kurulu Başkanı Yılmaz Argüder yazdığı “Yönetim Kurulu Sırları” kitabıyla şu sıralar özellikle Amerika’da çok popüler. Neredeyse tüm Ceo’ların başucunda bulunan kitap, uluslararası listelerde en çok satanlar arasında. “İşlere Türk gibi başlayın ama İngiliz gibi bitirin” diyen Argüden Türk iş adamlarını ise “fırsatçı” olarak nitelendiriyor.Yılmaz Argüden’in iki yıl önce yayınlamış olduğu “Yönetim Kurulu Sırları” adlı kitabının İngilizce’ye çevrildiğini ve 2 aydır Amerika’da yok sattığını, Amerikalı Ceo’ların çoğuna bu kitabın ulaştığını arkadaşım Gila Benmayor’un yazısından öğrendim. Amerikan Palgrave Macmillan Yayınevi tarafından “Boardroom Secrets” başlığıyla yayınlanan kitap Amazon’da satış rekorları kırıyormuş. Hemen Yılmaz Argüden’i aradım. Kanada’daydı. Ve uçaktan iner inmez konuştuk. Öncelikle enerjisine, heyacanına ve zamanı kullanma biçimine hayran olduğumu söylemeliyim. Kitapla ilgili sohbetimize geçmeden önce Yılmaz Argüden’i biraz anlatmak isterim. Dr. Yılmaz Argüden ARGE Danışmanlık’ın Yönetim Kurulu Başkanı. Çok sayıda şirkete stratejik danışmaklık hizmeti veriyor. Yatırım bankalarından Rothschild’in Türkiye Yönetim Kurulu Başkanlığı’nı yapıyor. Boğaziçi Üniversitesi’nde ve Koç Üniversitesi MBA programında strateji dersleri veriyor. Yaşam kalitesini yükseltme konusundaki çalışmaları nedeniyle Dünya Ekonomik Forumu tarafından ‘Geleceğin 100 Küresel Lideri’ arasına seçilen Argüden, iş yaşamına Koç Holding’te başladı. Anadolu Efes, Borusan, Koç Holding ve Vestel grubu şirketlerinde, Petkim, Erdemir ve Sümerbank’ta ve dört kıtada faaliyet gösteren Inmet Mining şirketinde Yönetim Kurulu Üyeliği yaptı. Argüden Dünya Bankası’nda çalıştığı dönemde Adnan Kahveci’nin daveti ile Türkiye’ye dönerek 1990 yılına kadar Özelleştirme Programı’nın sorumluluğunu yürüttü.Kalite Derneği’nin de (KalDer) başkanı olan Argüden, halen ARGE Danışmanlık’ta çok sayıda şirkete hizmet veriyor.Bu kitabı neden yazdım?Dünyada en önemli konulardan birisi kurumsal yönetişim. Nitekim, Klaus Schwab’ın sözleriyle: “Küresel mali ve ekonomik kriz, herşeyden önce, bir kurumsal yönetim (yönetişim) krizi. Ve Kemal Derviş’in kelimeleriyle ‘Eğer dünya ekonomisini daha sağlam bir zemin üzerinde inşa etmek istiyorsak, yönetim uygulamalarımızı iyileştirmemiz gerekiyor.’ Bu nedenle, yirmli yaşlarımın sonundan bu yana farklı ülkelerde 50’yi aşkın (çoğu Türkiye’den) kurumun yönetim kurullarında kazandığım deneyimlerden faydalanarak bu kitapta yönetim kurullarının sağlıklı çalışabilmesi için gerekli davranış ve düşünce biçimleri hakkındaki gözlemlerimi dünyada bu konuyla ilgilenenlerle paylaşmak istedim. İki yıl öncesinde yazdığınız kitap bir buçuk, iki aydır Amerika’da büyük ilgi görüyor. Öncelikle tebrik ederim... Teşekkürler. Kitabın İngilizcesi henüz 2 ay önce çıkmış olmasına rağmen şimdiden, ABD’de bazı radyo programlarından, Harvard’dan, MIT’den, Insead’dan ve Kanada’da Toronto Üniversitesi’nden konuşma davetleri almış olmamı doğru bir konu üzerinde odaklanıldığımın bir göstergesi olarak alıyorum. İngiltere’de London Corporate Governance and Ethics Center’da bir konuşma yaptım bile. Yayınevinden yeni baskının yapılacağını da henüz öğrendim. Kanada’dan da yeni geldiniz. Doğrusu aradığımda sizin röportaj için zaman bulamayacağınızı düşünmüştüm. Doğru düşünmüşsünüz. Eğer şu arada görüşmeseydik uzun bir süre size zaman ayıramayacaktım, çünkü planlı yaşıyorum. Hayatta en demokratik olarak dağıtılmış kaynak zaman. Zaman herkese 24 saat. Ne güzellik ne zeka ne güçlülük... Zamanı iyi kullanmaktaki fark hayatı değiştirir. 50’nin üzerinde şirkette yönetim kurulu üyeliği yaptığınız doğru mu? Evet, ben şanslıyım. 20’li yaşlarımın sonunda özelleştirme hamlesinin sorumluluğunu aldım. PETKİM, Sümerbank gibi şirketlerin yönetimine girdim. O dönemde yönetim kurulları çok değişti. Çok sayıda şirketle çalıştım. Daha sonra kendimi özelleştirdim. Çok değişik sektörlerde de bulundum. Uzmanlık alanım strateji ve yönetim. Kanada’dan yeni teklif aldım. ‘Dünyadan farklı görüş açılarına ve stratejik plan yapacak kimliklere ihtiyacımız var’ diye düşünmüşler ve onlar beni buldular.Takımda herkes Alex olursa olmazBir yönetim kurulunda söylediğiniz anlamda farkılıkların da barınması kesinlikle gerekir mi? 11 kişinin de golcü olduğu futbol takımı başarılı olamaz. 11’i de Alex olsa başarı gelmez. Kaleci de lazım. Yönetim kurulları da aynı şekildedir. Türkiye’deki şirketler de böyle yönetiliyor mu? Türk şirketleri tam küresel olmasalar da bölgesel bakıyorlar. Konuları yeterli irdelemek için yönetim kurullarına önem veriyorlar. Türk yöneticilerin son zamanlarda yurt dışında da tercih edilmesini hangi gelişmelere bağlıyorsunuz? Türkiye hem doğuya, batıya hem kuzeye hem de güneye açık. Türk işadamı Almanya’da da iş yapar Kazakistan’da da. Kriz şerbetlisi Türk işadamları...Aynen. Türk yöneticiler bu yüzden hızlı pişiyor. Türk yöneticiler dünyanın sorunlarına çözüm üretirse Türkiye’nin değeri artar. Bu sanatta da sporda da geçerli. Dünya ölçeğinde iş yapmak önemli. Kitabınızı hangi amaçla yazdınız? Dünyaya da anlatmak istedim deneyimlerimi. Türkçe yazdım kitabı. Neredeyse 3 yıl oldu. Ben işin ruhuna inmek istedim. Bu konuyla ilgili kaynakları da okudum. Kitaplar genelde avukatlar ya da düzenleyici kurullar tarafından yazılmış. Bence bunlar gerekli ama yeterli değil. Kurulun sürdürülebilirliğini sağlamak önemli, kurallara uymak yetmiyor. Nedir iyi çalışan bir yönetim kurulunun özelliği?Genel müdür ile yönetim kurulu arasında saygı ve sorgulama ortamı olmalı. Yönetim kurulu ‘Her şeyi ben yaparım’ derse yönetici insiyatif alamaz. Her kararın 4 boyutu vardır. İnsiyatif almak, onaylanmak, uygulanması, onaylandığı şekilde uygulanıp uygulanmadığını denetlemektir. Bir Türk şirketi Rusya’ya açılma planı yapıyorsa ve yönetim kurulunda Rusya’yı bilen daha önce tecrübe etmiş kimse yoksa fazla risk alıyor demektir. Kitabın İngilizce baskısının yapılmasına nasıl karar verildi? Kitabın İngilizce çevirisi yapılmadı, ben baştan kitabı İngilizce yazdım. Çünkü şunu gözlemledim tercüme olmuyor, dünyadaki hedef kitle farklı dünyadaki farklı. Türkiye’deki şirketlerin yüzde 95’i aile şirketi. Amerika’dakilerin ise çoğu halka açık şirketler.Kriz kitabımın satışını tetiklediGlobal krizin çıkması kitabınızın satışını artırdı mı? Kesinlikle. Krizin başıydı İngilizceye çevirdiğimde. Krizin itici gücü oldu. Çünkü insanlar şunu anladılar, bu kriz yönetişim krizi. Yönetim Kurulları karşılaştıkları risklerin ne olduğunu bilmeden girmişler. Yönetim kurulları görevlerini yapmamış. Krizin ana nedeni bu.Vehbi Koç’un yaptıklarına tekrar tekrar bakmak lazım Siz ARGE Danışmanlık şirketinde şirketlere akıl veriyorsunuz. Bu krizde akıl isteyenler arttı mı, yoksa bunu da masraflı mı gördüler? Arttı. 2001’de herkes durmuştu. Bu kez bize başvuranlar arttı. Türkiye’nin gelişmişliği açısından önemli. Türkiye’nin en önemli girişimcisi rahmetli Vehbi Koç’tur. ‘En pahalı deneyim kendi edindiğim deneyimdir’ der. Onun için de dünyanın en büyük şirketleri farklı deneyimlerinden yararlanıyor. Vehbi Bey hayatını etrafına eğitim vermekle geçirdi. Her attığı adımda herkesi eğitmeye çalıştı. Bu kadar çok başarı kesinlikle tesadüf olamaz. Bir ömürde dünyanın en büyük 200 şirketinden birini kuran dünyada kaç kişi var!Bence tekrar tekrar yaptıklarına bakmak lazım. Turgut Özal ve Adnan Kahveci de değerli insanlardı. Kriz reçetesi mi istiyor şirketler sizden? Türk şirketleri krize hazırlıklıydı. Verimliliğe ve tasarrufa önem verdiler bu dönemde. Kriz döneminde insanlar stratejilerini gözden geçirip yeni pazarlara bakmaya başladılar.Bir Türk şirketinin en büyük zaafı nedir? Alışkanlıkları kırmak çok zor. Bazı yetkileri devretmeyi istemiyorlar. Her şeyi ben yaparım alışkanlığı. Gençlere ne tavsiye edersiniz? Şu dönemde iyi bir üniversiteden mezun, iki dil bilen birinin iş bulması bile çok zor.Bu yüzden de girişimciye ihtiyacımız var. İş yaratmaları lazım. Bunun heyecanı da farklıdır. En önemlisi doğru ihtiyaçları tespit etmek. Söylemesi basit ama yapması zor biliyorum ama yapanlar büyük başarı sağlıyor. Rusya’da en hızlı ve kaliteli inşaatları Türkler yapıyor. Başarı sürekli olduğunda bir anlam buluyor. Vizyonu da dünya ölçeğinde koymak lazım. Üretim verimliliği yetmiyor artık başarı için.Türk iş dünyası fırsatçıTürkiye neden marka taratmakta tutuk kalıyor? Bizim önümüzde şeffaf duvar mı var? Var ne yazık ki. Türkiye’deki iş dünyasının temel odağı fırsatçılık, stratejik düşünmek değil. Bir şey iyi giderse herkes o işin peşinde koşar. Oysa para kazanmanın temel noktası farklılık yaratmaktır. Fırsatlar geçicidir. Stratejik olarak kendinizi ayrıştıracak noktaya gelmek daha iyi sonuçlara ulaşmanızı getirir. Stratejik davranmak için belli bir sürede çok kafa yormak, adım adım ilerlemek gerekir. Oysa fırsatçılık bunun tersidir. Hep derler ya, ‘Türk gibi başla, İngiliz gibi bitir.’