İSTANBUL’UN en büyük çağdaş sanat fuarı önceki gün açıldı. 526 sanatçı, 3 bin eser, 42’si yurtdışı, 48’i de yurtiçinden olmak üzere 90 çağdaş sanat galerisi var fuarda. Fuarın ön açılışı Çarşamba günü yapıldı ve açılış çok kalabalıktı, geç de kalınca keyif alarak gezemeyeceğime karar verip, sabahın erken saatlerinde gittim Contemporary’e... Boş olacağını düşündüm, yanılmışım. Sabah saatlerinde yabancı ilgisi yoğundu. Tanıdık koleksiyonerleri değil, hiç tanımadığım sanatseverleri ve yabancı koleksiyonerleri izleme fırsatı buldum diyebilirim. Bundan iki ay önce Contemporary İstanbul’un Yönetim Kurulu Başkanı Ali Güreli ve Genel Koordinatörü Hasan Bülent Kahraman ile sohbetimizde çağdaş sanata Körfez ülkeleri ilgisinden uzun uzun konuşmuştuk. İstanbul’daki bir çağdaş sanat fuarının bu anlamda da önemli olduğunun altını çizmişlerdi. Ben sabahın erken saatlerinde önce bir İranlı koleksiyonerle gezdim fuarı. Kartvizitini benle paylaşmadı, elindeki listedeki eserleri satın aldı.Galeriler, eserler, sanatçılarla ilgili yazacak çok şey var. Fuarı bir anda gezmek ise imkansız gibi. Bazı eserlerin önünde çakılıp kalıyorsunuz, birkaç kez izlemek istiyorsunuz. Lütfi Kırdar Uluslar arası Kongre ve Sergi Salonu’nun bu kez alt katı da fuar alanına hizmet veriyor. Kaçırılmaması gerektiğini düşündüm.Bazı sanatçıların adını geçirip gözümden kaçan sanatçılara haksızlık edeceğim düşüncesine kapıldım bu fuarda... Bu yüzden de şu sanatçının şu eseri demek istemiyorum.Fiyatlara gelince, evet çok uçuk geldi bazı eserlerin fiyatları bazıları da makul...Önceki akşam ise Contemporary İstanbul’un 5 yıldır ana sponsorluğunu yapan Akbank Private Banking’in daveti vardı Sabancı Müzesi’ndeki Changa’da. Akbank Yönetim Kurulu Başkanı Suzan Sabancı Dinçer’in evsahipliğinde gerçekleşen davette Suzan Sabancı Dinçer de fuarın gördüğü ilgiden duyduğu memnuniyeti paylaşıyordu...’ Bu yıl önceki yıla fark attı’ diyen Suzan Sabancı Dinçer, İstanbul’un çağdaş sanatla adından söz ettiren bir kent olma yolunda ilerlediğini söyledi...Akbank Genel Müdürü Ziya Akkurt, Abdi İbrahim Yönetim Kurulu Başkanı Nezih Barut ve Ali Rabia Güreli’yle sohbet ettik. Ali Güreli’ye beklenen yabancı ilgisini sordum, Ali Güreli şu tespitlerde bulundu:‘İstanbul Bienali İstanbul’un çağdaş sanat alanında tanınmasını sağladı. Her geçen yıl bunun etkilerini görüyoruz. Ve tarih olarak biz Bienal dönemini tercih etmiyoruz. Çünkü aynı döneme rastlayan sanat etkinliklerinden verim alınacağını düşünmüyoruz. Contemporary’e ilgi bu yıl gerçekten de müthiş. Bunun için de çok çalıştık. Ayrıca İstanbul’a bu kadar çok yabancının sanat için gelmesi ve galerilerin temsil edilmesinde Türk koleksiyonerlerin de katkısı oldu. Türkiye’den birçok isim Avrupa’da galerilerin müşterileri. Durum böyle olunca o galeriler de ‘İstanbul’da ne oluyor?’ diye bakmak istediler ve önemli sanatçılarının eserleriyle fuarımıza geliyorlar. Bunlar sevindirici gelişmeler’Koleksiyoner Nezih Barut da, Contemporary İstanbul’un bu yıl farklı olduğunu, önceki yıla göre mesafe kaydettiğini söyleyince Ali Güreli de dünyanın en önemli sanat fuarı Art Basel’e gönderme yaparak hepimizi güldürdü: ‘Art Basel de neymiş?’ Kuşkusuz Ali Güreli de bu yılki ortamdan memnun. Türk koleksiyonerlerin de yakından takip ettiği Art Basel kuşkusuz ve tartışmasız alanında lider... Ali Güreli’nin sık sık söylediği gibi ‘Art Basel olmak da kolay değil. Hedefimiz 10 yıl içinde İstanbul’u dünyanın önemli sanat merkezlerinden biri yapmak’ Neden olmasın? Tavsiyem şu, bu hafta sonu alıcı olmasanız da fuarda bir tur atın. Hepsini gezmeniz zor. Dünyaya farklı pencerelerden bakmak, beyninizde farkı düşünceler uçuşturmak, heyecanlanmak, şaşırmak, etkilenmek için fuarı gezin. Giriş 20 lira.Davette kİmler vardı?Komet, Can Elgiz, Mustafa-Luset Taviloğlu, Metin Fadıllıoğlu, Mine Narin, Nezih-Berrak Barut, Banu Çarmıklı, Faruk Eczacıbaşı, Jean Pierre Frımbois, Tulu Gümüştekin.
Son zamanlarda çok duyuyorum. ‘Ne güzel Türkiye büyüyor, artık AB’ye ihtiyacımız yok...’Neredeyse onlar batıyor diye sevinecek haldeyiz... Daha doğrusu böyle düşünenler var...Başbakan Yardımcısı Ali Babacan önceki gün Hürriyet’te bir toplantıya katıldı. AB ile ilişkileri, geldiğimiz noktayı ve neden AB’siz olamayacağımızı özetledi. ‘AB’ye ihtiyacımız yok’ diyenler iyi okumalı Ali Babacan’ın söylediklerini...AB’nin kötü durumda olması bizim için iyi olabilir mi?Ekonomik verilere bakarak, ‘artık AB’ye ihtiyacımız yok’ diyecek durumda değiliz ne yazık ki...Neden mi? Nedeni ortada... Van’daki depremden sonra yaşadıklarımıza bakmamız yeterli aslına bakarsanız...İnsani gelişmişlik düzeyimiz yerlerde sürünüyor... Birçok açıdan az gelişmiş bir ülkeyiz...Evet, Avrupa Komisyonu’nun Türkiye için hazırladığı 2011 İlerleme Raporu’ndaki ekonomik verilere bakarsak durumumuz gerçekten de borç batağında olan AB ülkelerine göre iyi...2010 yılında 10 bin doları aşan milli gelir, AB ortalamasının yüzde 48’ine ulaşmış.Kriter Dergisi’nde AB uzmanı Şebnem Karauçak’ın yaptığı değerlendirmeden bir alıntı yapmak isterim. Karauçak, ‘Ekonomide gösterdiğimiz performans çağdaş ülkeler seviyesinde yer almamıza yetiyor mu? diye sorup, yanıtını da vermiş. ‘Yetmiyor. O kategoride yer almanın ölçüsü insan hayatına verilen değer çünkü...’Biraz önce dediğim gibi bu soruya yanıt vermek için yalnızca son yaşadıklarımıza bakmamız yeterli: Vatandaşlarımızın ölüm nedeni binaların çürük olması... Bilmem hatırlatmaya gerek var mı? AB demek kurallar demek, denetim demek... Almanya’da önüne gelenin istediği yere istediği malzemelerle inşaat yapabileceğini düşünebiliyor musunuz?Deprem örneğini geçelim... Aklıma ilk anda gelen, hala İstanbul’un göbeğinde marketlerden ve bakkallardan 100 kişinin elinin değdiği ekmekleri yediğimiz gibi günlük hayat gerçeklerimizi ya da bir sürü işletmede güvenlik önlemleri yetersiz olduğu için iş kazalarının yaşandığını gibi konuları sıralamak, basın özgürlüğü, insan hakları, kadına yönelik şiddet gibi konulara girmek istemiyorum.Ayrıca Babacan’ın hatırlattığı gibi, Türkiye nüfusunun eğitim süresi 6.5 yıl...Ekonomimiz iyi, AB’ye ihtiyacımız yok demek boş... Ayrıca cari açık gibi çok önemli sorunlarımız ve geleceğe ait projeksiyonlarımızda çok büyük eksiklerimiz var... AB birçok ülke için olduğu gibi bizim için de bir dönüşüm projesi... Hayale kapılmayalım...*****Doğuş Üniversitesi bir ilke imza atıyorDin de devlet ilişkileri araştırılacak... Hem de bir yüksek eğitim kurumunda. Önceki ay Doğuş Üniversitesi Din ve Devlet İlişkileri konulu bir sempozyum düzenlemişti. Belki hatırlarsınız, Bülent Arınç’ın laikliğin yeniden sorgulanması gerektiğini söylediği sempozyum... Vatikan Türkiye Temsilcisi, Fener Rum Patriği, Diyanet İşleri Başkanı, Süryani Kadim Ortodoks Patrik Vekili, Ermeni Ortodoks Patrik Vekili’nin katıldığı sempozyum... Bu sempozyumun ardından Doğuş Üniversitesi’nde bir başka adımın atıldığını öğrendim. Üniversitenin Hukuk Fakültesi bünyesinde Din ve Devlet İlişkileri ve Laiklik Araştırma ve Uygulama Merkezi kuruluyor. Kuşkusuz Merkezin çalışmaları ilgi çekecek ve çok konuşulacak...
Zor günler geçiriyoruz. Acılar katlandı. Günlük koşuşturma içinde iş güç peşindeyiz. Yiyor, içiyor, gülüyoruz... Ama şahsen içimde bir yerlerde bir yumruk var. Dokunsanız ağlarım. Geçen hafta Çarşamba günü sevgili arkadaşım Mutlu Tönbekici’nin yazısını okuyup, ‘yeni bir Türkiye’ için kendimce umutlanmıştım. Mutlu deprem bölgesinden yeşeren umudu işaret ediyordu. Vicdanının sesini dinleyenlerin uzattığı el her şeyden önemli gelmişti bana da... Belki yaşanan bunca acı barışa yaklaştırırdı bizi... Umut ettim.Ama aynı günün akşamı bir kez daha sarsıldık. Van’a her gidişimde hayatım boyunca unutmayacağım anılarla dönerdim... O anıların içinde o topraklarda yaşayan, oralara her gittiğimizde bize yardımcı olan gazeteci dostlarım da vardı. Çarşamba günü 5.6’lık deprem ve enkazdaki arkadaşlarımızın haberi geldi. Sebahattin Yılmaz ve Cem Emir enkazdaydı, ‘mucize’ bekledik ama olmadı. Arkadaşlarımızı kaybettik. Deprem, ihmal, özensizlik, bilgisizlik yetmezmiş gibi, biber gazı ve cop da acının yaşandığı topraklardan eksik olmadı. Depremzedelere biber gazı sıkanlar ‘yeni bir Türkiye’yi de savurdular zihnimden. Dayanabilenler, dayanacak tüm bu acılara... Yapabileceğimiz en önemli şey el uzatmak ve unutmamak...***CIP UÇAK KAÇIRTIRDediğim gibi hayat bir yandan da akıp gidiyor... İş güç peşinde koşturuyoruz. Bir iş seyahati öncesi THY’nin yenilenen CIP salonunda zaman geçirdim. Son dönemde de sık sık THY’nin yeni açılımlarından söz eder olduk. Rötarlarından şikayet ettiğimiz THY’nin dünyaya açılımı hepimizin gurur kaynağı oldu. THY’nin İstanbul Atatürk Havalimanı’ndaki Dış Hatlar Terminali’nde Business Class, Elite, Elite Plus kart üyesi yolcuların kullandığı CIP salonu yeni haliyle çok keyifli. Masaya yerleştiğimizde ilk gözüme çarpan CIP Salonu’nda uçak anonsunun yapılmadığına dair nottu. Arkadaşlarla, ‘Burada uçak kaçırılabilir’ dedik. Dediğimiz de oldu. Arkadaşlarımızdan biri dalıp uçağı kaçırdı. CIP’nin yeni halini anlatmadan önce bunu yazmak istedim, CIP’de zaman geçirecekseniz gözünüz saatinizde olmalı, yoksa uçağınız uçar gider... CIP’nin yeni halini neden sevdiğim konusuna gelince... Bir kere mimarisi insanı içine alıyor. Yuvarlak hatlar hakim. Aydınlatması hiç rahatsız etmiyor. Salonunda kocaman bir zeytin ağacı ve piyano da var. 600 ile 1.000 kişiye kadar hizmet edebilecek büyüklükte...Yetkililerden biraz bilgi alıp, salonu gezdim. Çocukların zaman geçireceği bir oyun salonu kurulmuş. Salonun içi Benetton reklamları gibiydi, neredeyse her milletten çocuk birlikte oynuyordu. Salonda transit yolcuların konforu için her şey düşünülmüş. Uzun hat uçuşu yapacak olan yolcular için CIP salonunda 4 yatak odası, sinema salonları, masaj salonu ve uçakların nerede olduğunu gösteren radar ekranı da var. Yeme içme bölümü de THY’ye çağ atlatan Do&Co’nun eseri... Do&Co’nun sahibi Atilla Doğudan, yurtdışındaki tüm CIP salonlarına fark atmış diyebiliriz. Mantı, kebap çeşitleri, pide gibi Türk mutfağını tanıtıcı yemeklerin yanı sıra her ülkeden insanın damak zevkine uyacak nitelikte yemekler var CIP’de... Bizim orada olduğumuz saatlerde Japonya’dan gelen gazeteciler CIP’yi haber yapıyordu. Başta da dediğim gibi hayat, bir yanımızda bizim ülkemizin insanlarının yardımına koşup can veren Japon, diğer yanda CIP’yi haberleştiren Japonlar... Ve yine başa dönüyorum, acılardan ders alır mıyız, yoksa yine unutacak mıyız?
Tescilli Markalar Derneği Başkanı ve Türkiye Stefanel Genel Müdürü Füsun Çevikel Kuran, Türkiye’deki zamansız indirimlerin tüketicileri beklentiye sokarak markaları zorladığı görüşünde. Füsun Çevikel Kuran, “Biz yurtdışına bağlıyız. Onlar ne zaman indirim yapıyorsa, biz de o zaman yapıyoruz. Bir şeyi yüzde 80 indirimle alırsanız o markaya güveniniz kalmaz. İndirimin o derecede olduğunu bildiğinizde o markadan indirimsiz alışveriş yapmazsınız” diye konuştu.FÜSUN Çevikel Kuran, Türkiye Stefanel’in başında uzun yıllardır. Türkiye Stefanel’in başına, 2002 yılında 24 yaşındayken geldi. O yaşta o sorumluluğu nasıl aldığı azminde gizli. İzmir’de okuduktan sonra ilk iş deneyimini Arthur Anderson’da yaşayan Çevikel, daha sonra işe başladığı Stefanel’in Türkiye’de olmasının nedeni aslında. 2000 yılında Türkiye’ye giren Stefanel 2001 kriziyle birlikte Türkiye’den çekilme kararı aldığında, İtalyan patronunu bu kararın doğru olmadığına ikna eden Füsun Çevikel’di. Stefanel o gün bugündür Türkiye’de. Füsun Çevikel Kuran, o büyük sorumluluğu çok genç yaşında aldı ve markayı Türkiye’de büyüttü. Bu arada evlendi, ikiz kızları oldu. Aynı zamanda doktora yapmaya başladı. Tescilli Markalar Derneği’nin de Başkanlığını yürüten Kuran’la Kuruçeşme’deki ofisinde konuştuk.İtalya’nın dünya çapındaki markası Stefanel için Türkiye’nin yeri nedir?40 ülkede var Stefanel, Türkiye dünyada 3’üncü sırada, en hızlı büyüyen ülke. Çok önemli bir yerde Türkiye operasyonu. En güçlü olduğu ülke doğal olarak İtalya. Daha sonra Almanya ve Türkiye geliyor. Markanın yaptığı yeniliklerin de ilk geldiği ülkeler den biri de yine Türkiye.Ne gibi yenilikler bunlar?İlk değişim İtalya’da başladı. Almanya’da da 15 mağaza yenilendi. Şimdi Türkiye’deki mağazalarımızı yenilemeye başladık. Nişantaşı mağazası yenilendi. Ben oraya uzay üssü diyorum. Yeni konseptte ürünler harika görünüyor. Diğerlerini de yavaş yavaş yenileyeceğiz.Değişim 50’nci yılda başladıUzay üssü gibi diyorsunuz, sanki daha gençleşmiş Stefanel. Neden böyle bir değişim tercih edildi?Stefanel 52’nci yılında. 50’nci yılında değişim başladı. Büyümeye ve gençleşmeye başladı. Bu kararın alınması çok yerinde oldu. Markalar kendilerini yenileyemezlerse yaşayamaz, silinir gider. Stefanel’in hitap ettiği kesim de gençleşti sanırım?Ürünler daha genç yaşlara hitap eden, daha sofistike, daha trendy oldu. Bütün değişimler dış pazardaki durumu da değiştirdi. İtalya dış pazara verdiği önemi artırdı. Bize çok destek veriyor İtalya. Almanya ve Türkiye, Stefanel için çok önemli. Hatta önem sıralamasında İtalya’dan sonra ikinciyiz diyebilirim. Stefanel’in büyüme rakamları nedir?Yüzde 20-25 büyüyoruz. Stefanel’in Türkiye’deki büyümesi yüzde 20’nin altına düşmedi. Geçenlerde Stefanel’in başındaki Guiseppe Stefanel Türkiye’ye geldi, ‘Nişantaşı mağazası cirosunu bu yenilemeden sonra 2 katına çıkarırsın’ dedi ama bu zor. Herkes bunun için çok çabalıyor. Havalar kötü gitmeyince kimse kazak almak istemiyor.Diğer taraftan kimsenin keyfi yok. Şehit haberlerinin ardından da deprem... Bunlar çok üzücü. Böyle bir ortamda ciro artırmak da mümkün değil, kimsenin canı alışveriş yapmak istemiyor. Stefanel’in Türkiye’deki müşteri profili nedir?Müşteri akışımız da değişti Birçok tanıma göre B ve A diye konuşuluyoruz. Yani üst gelir grubu diyebiliriz, ama lüks segmentte de değil?Yaptırdığımız araştırmalarda A ve A artıya oturuyoruz. Gelir seviyesi ve eğitim seviyesiyle böyle. Müşterilerimizin eğitim durumları da yüksek. Türkiye’de markaların hitap ettiği kesimler farklı olabiliyor. Bir yanda Prada, Gucci ve Armani var, diğer yanda ortalaması 50-60 lira olan ürünleri satan zincirler var. Biz bu çizginin kesinlikle üzerindeyiz. Bizim müşterimiz bir Ralph Loren ya da Gucci alıyor, kombinli malı da bizden alıyor. Biz o markaların tamamlayıcısıyız. Aynı iddiada olan daha ucuz markalar da var?Evet, hep daha ucuzla tamamladığı söylenir. Zara, Mango ile değil, daha çok bizle yaptıklarını biliyorum en üst gelir seviyesindeki müşterinin. B ve A müşterimiz var ve A artı müşterimiz de var. Kemik bir kesimde oturuyoruz. Yurtdışında durum farklı oysa. Neden?İtalya’da müşteriler daha genç. Türkiye’de bizim müşterilerimizin bu paraları ödemesi için ya kendi parasını kazanıyor ve iyi konumda olması ya da bunu sağlayan bir aileye sahip olması lazım. En kısa anlatımla ya iyi gelir elde ettiği bir işi olmalıya da babası ve kocasının durumu iyi olmalı. Türkiye’de stilimiz gençleşti ama bu yüzden genç müşterilerimiz İtalya’daki gibi değil. İndirimler zorluyorTürkiye’de indirim mevsimleri ortadan kalktı. İndirim konusunu siz İtalya’ya nasıl anlatıyorsunuz?İndirimler zorluyor Türkiye’de. Müşterilerimiz artık ne zaman sezon açtığımızı, ne zaman indirim yaptığımızı biliyor. Biz yurtdışına bağlıyız. Onlar ne zaman indirim yapıyorsa, biz de o zaman yapıyoruz. Bir şeyi yüzde 80 indirimle alırsanız o markaya güveniniz kalmaz. İndirimin o derecede olduğunu bildiğinizde o markadan indirimsiz alışveriş yapmazsınız. Bizim fiyatlarımız yurtdışıyla aynı. Benim müşterim istediğinde Milano’dan da alışveriş yapıyor. Bunları bildiğimiz için sezonda da satış yapıyoruz. İndirim zamanını bekleyen tüketiciler beğendikleri ürünleri bizde bulamayabilir. Türkiye’de marka outleti yokPeki outletler? Çok sayıda açıldı ama yurtdışındaki gibi değil...Biz Stefanel olarak outlet operasyonlarını kapattık. Outlet ürünlerimizi İtalya’ya iade ettim. Her mağazama da ‘Outlet satışımız yoktur’ diye yazmak istiyorum.Türkiye’de marka outleti yok, yanlış iş yapılıyor. İkinci kalite ürünler satılıyor. Burada çok indirim olduğu için outlet yaşamıyor. Türkiye’de gerçek outlet yok. Siz sezonda 600 liraya ceket alıp sonra onu 50 liraya outlette bulmak istemiyorsunuz. Biz de zaten o ceketi ancak 4 sezon sonra getiriyoruz. Bunu bizim müşterimiz istemiyor. Yurtdışında bu olay işliyor ama Türkiye’de ‘acaba bu ikinci kalite mi? ‘, ‘Yoksa burada mı üretiliyor?’ soruları ortaya çıkıyor. Stefanel’in logosu yok, bu yüzden de taklidi de yok. Tarzı logo taşımamak üzerine kurulu. Ben Türkiye’de marka outletçiliğinde kimsenin mutlu olacağını sanmıyorum. Gettolarda yaşıyoruzÇok alışveriş merkezi açıldı. Sizin stratejinizi merak ediyorum. A ve A artı size geliyorsa o lüks mağazaların yanında olmalısınız...Evet doğru. İyi seçmek önemli olan. Müşteri grubumuz nereye gidiyor bunu seçmemiz lazım. Ben kendimi son müşteri olarak değerlendiriyorum. Ben nerelere giderim, neler alırım? Bana ne yapılsın isterim? Hep empati kuruyorum. Bizler belli bir grup olarak gettolarda yaşıyoruz, bu grubun gittiği bölgeler var. Bu bölgelerde doğru markaları taşıyan alıveriş merkezlerini seçiyoruz.Büyük iddialarla açılan ancak yerine oturmayan ya da zaman içinde yerini bulan yerler de oldu mu?Hata yaptığınız gün hatayı kabul etmelisiniz. Mağaza iş yapmıyorsa kapatmalısınız, ısrar etmenin manası yok. ‘Hiç mağaza kapatmıyorum’ diyen yanlış yapıyor. Günün sonunda yılın sonunda artı mı eksi mi yazıyorsunuz. Mağaza mağaza bakıyoruz. Bir yılda belli olmayabilir ama süregelen bir mağazada sorun olabilir. Mağazacılık Yasası sizce olmalı mı?Organize perakende iyi ama bir yandan da butiklerin de yok olmaması lazım. Yasal düzenlemelere de ihtiyaç var. Vergi toplamak var bir yanda, işsizlik rakamları ortada. Eskiden markasız mağazalar, butik tarzı işletmeler çoktu, artık azalıyor. Organize olmayan perakende yok oluyor. Müşteriler alışveriş yaparken çayını, kahvesini de içiyorTürkiye’deki müşterilerin farkı var mı? Guiseppe Stefanel nasıl görüyor Türkiye’yi?Kadınları özenli ve şık buluyor. Genç nüfus onu da heyecanlandırıyor. Buradaki mağazaların da farkı var. Mesela biz mutlaka her mağazaya iki koltuk koyuyoruz. Bizim müşteriler uzun alışveriş seviyor. Giyinirken oturmak istiyor, yanındaki arkadaşı oturup onun giydiklerine bakıyor. Müşterilere kahve ve çay ikramı yapıyoruz. Bizim fiyatımızda ürün satarken bunu da yapmamız gerekiyor. Hitap ettiğimiz sınıf bunu bekliyor. Yabancı müşteri oranınız nasıl? İstanbul’a ilgi arttı. Arap turistler de geliyor.Bazı alışveriş merkezlerinde bu artış çok hissediliyor. Bizimde Tax Free faturalarımız yüzde 8 arttı. Bu çok iyi bir büyüme. Siz aynı zamanda Tescilli Markalar Derneği Başkanısınız. Taklit ürünlerle savaşıyorsunuz. Diğer yandan İstanbul Shopping Fest’te de göreviniz var?İstanbul Shopping Fest’te geçen sene zamanlama hatası yaptık, bu sene daha kısa bir süreye yayılacak. Daha iyi olacak. Bir çok marka Türkiye’de taklitleriyle savaş veriyor. Biz de mücadele ediyoruz. Kayseri ve Antep’te mağaza açabiliriz- 38 noktada satış yapıyoruz. Mağazalarımız bu sayıda. İzmir ve Ankara’da 4 mağazamız var. Bence İzmir ve Ankara’da bir mağaza daha açmak yanlış. Edirne, Antep, Antakya, Urfa ve Kayseri’de mağaza açmayı düşünüyoruz. - e-ticaret İtalya’da yapılıyor. Biz girmedik Türkiye’de. Limango, Trendyol ve Markafoni’yle çalıştık. Bu siteler de sezon işine yöneldi, outletten çıktı. Biz sezon işinde oluruz. Kabul edenlerle çalışıyoruz. İkizlerim ve doktoram boş zaman bırakmıyor- İkizlerim var. Kızlarımla çok zaman geçiriyorum. Hobiye fırsat kalmıyor. Her zaman üniversitede öğretim görevlisi olmak isterdim. Şu anda İstanbul Üniversitesi’nde İşletme Yönetimi ve Organizasyon üzerine doktora yapıyorum. 45-50 yaşlarımda üniversitede çalışabilirim. - Eşim Sinan Kuran içmimar. İş sayesinde tanıştık. Bizim mağazalar için teklif almaya geldi, o günden beri hayatımdan gitmedi. Mutluyum. Her yaşın kadını artık yok herkes genç görünmek istiyorGenç derken gençlik tanımı da değişti. Daha doğrusu genç giyim tarzını takip eden yetişkinlerin sayısı da çok artmadı mı?Artık herkes genç görünmek istiyor. Her yaşın kadınının görüntüsü diye bir şey yok. Herkes genç daha da genç olmak istiyor. Bunun bence sınırları var, bunu iyi anlayan bir markayız. Eski yüzlü markalar artık oyuncu değil. Ön sırada durmanın başka bir olanağı yok. Sokakta yürüyen bir kadının kaç yaşında olduğunu bilmek gittikçe zorlaşıyor. Bir karış mini etek giyen kadınlar var 50 yaşında. Biz bunları görüp 3 yıldır konseptimizi değiştirdik. Sizin organik ürünleriniz de var?Kaşmir ve organik ürünlere döndük. Türkiye’de organik ürünlere ilgi nasıl?Var bence. Artıyor bu bilinç. Kaşmir zaten doğal. Organik ve kaşmir müşterileri doğal konusuna hassas müşteriler. Gelir seviyesi üstte olanlar sağlık ve doğallığı çok önemsiyor. Türk markalar da organik ürün üretmeye başladı. Yavaş yavaş üst sınıftan başlayarak yayılacak bu, organik ürün reyonları artacak. Sizin ürünleriniz içinde organik ürünlerin oranı nedir?Bizim koleksiyonumuzun yüzde 3’ü organik ama ayrıca kaşmirler de var. Kaşmiri de katınca yüzde 10’a ulaşıyor. Koleksiyonumuzun yüzde 80’i triko. Kaşmirde de iddialıyız, kaşmirlerimiz çok modern. Klasik değiliz. Kaşmir bölümlerimiz bu yüzden de çok ilgi gördü. Bizim müşterilerimiz bu alanda fiyata da bakmıyor, kaşmirin değerini biliyor. Kaşmir dediğimizde bize güveniyorlar. Biz AB standartlarına uygun üretim yapıyoruz.Libya ve Suriye’de mağazalar kapandıSize bağlı ülkeler var mı?Yok. Rusya’da distribütör var. Arap Baharı denilen coğrafyada şu anda durum belirsiz. Bence 2 yıl sonra ancak düzelir. Biz Libya’ya girmiştik, her şey bir anda durdu Libya’da. Girenler aynı hızla geri çıktı. Suriye’de de işimiz var. Mağazalarımız var ama mağazaların çoğu açılamıyor. Çok tatsız durumlar var. İleride belki olabilir.
KOÇ Holding Onursal Başkanı Rahmi Koç’la, Rahmi M. Koç Müzesi’nde buluştuk. Buluşma nedenimiz neredeyse 2 ay süren bir taşıma macerasından sonra Türkiye’ye 10 yıllığına sergilenmek üzere getirilen ‘La Littorina’ adlı raybüs’tü.La Littorina, 1937 yılında Fiat tarafından üretilen ray üzerinde giden bir otobüs. Üstelik bir dönem Türkiye’de de hizmet vermiş. Dünyada 3 tane daha var bu otobüsten. La Littorina’yı değerli kılan özelliklerinden biri de bu raybüsle İtalyan diktatör Mussolini’nin Fiat’ın kurucusu Angelli’yle birlikte seyahat etmiş olması...Rahmi Koç, bir grup gazeteciyi raybüs için biraraya getirdi, önce raybüs’ü Rahmi Koç’tan dinledik, daha sonra da La Littorina’ya bindik...Rahmi Koç, La Littorina’yı nasıl Türkiye’ye getirdiklerini anlattı. La Littorina’nın sahibi Miami’nin önde gelen ailelerinden birinin oğlu Mitchell Walfson’muş. Koç, Walfson’la Johns Hopkins’in toplantısında tanışmış. Walfson’un biri Miami’de diğeri de Cenova’da iki müzesi varmış. Koç, bu müzeleri ziyaret etmiş, Walfson’u da Rahmi Koç Müzesi’ne davet etmiş... Dostlukları böyle başlamış. Koç, Walfson’u anlatırken hepimizi güldürdü: “Mitchell Walfson farklı, ilginç biri. Avukat ama hiç çalışmamış. Ailesi Miami’yi yapan ailelerden. Hep yelek giyer ceketinin içine, tekaüt asker bıyıklı, bıyıkları kıvrık. Böyle farklı birilerine çok zengin olunca orijinal biri, daha az parası olana eksantrik, hiç parası olmayana da zır deli denir.”Sonuçta, raybüs, Walfson’un müzesinde Katrina Kasırgası’nda zarar görmüş. Walfson yeterli onarımı yaptıramayınca Rahmi Koç’u aramış. Rahmi Koç da raybüs’ü Türkiye’ye getirmek istemiş ama bu hiç de kolay olmamış. Yasal prosedürler uzun sürmüş. Sonuçta Walfson, Amerikan Büyükelçiliği ve Dışişleri Bakanlığı kanalıyla 10 yıllığına raybüs’ün gelmesini sağlamış. Rahmi Koç da, “2 yıllığına getirmek zaten mümkün olmazdı” diyor. Taşınmasının sorumluluğu ise Tofaş’ın CEO’su Ali Pandır’a düşmüş. Ali Pandır, “Fiat 1924-1929 yılları arasında 4 adet raybüs üretmiş. Bu modeli 1937-1981 yılları arasında İtalya’da hizmet vermiş. La Littorina’lar İzmir ve İstanbul’da da 1990’lı yıllarda hizmet vermiş. La Littorina’ları üreten şirketini Fiat Alstom şirketine satmış. Biz raybüsün tarihçesini bulmakta bu yüzden de biraz zorlandık” dedi. La Littorina’nın kaportası Fiat’ta onarılmış, iç bakımını ise Rahmi M. Koç Müzesi üstlenmiş. Pırıl pırıldı. Keşke nostaljik bir tur yapılabilecek bir adrese de taşınabilse...’Sultan Mehmet Reşat ile Kayzer Wilhelm’in vagonunda yemekBu arada yakında Rahmi M. Koç Müzesi’ne Kayzer Wilhelm’in İstanbul’u ziyaretinde Sultan Mehmet Reşat ile birlikte seyahat ettikleri vagon da geliyor. Bu vagon şık bir restoran olacak.Diyetisyen Koçak’a kilo başına ücret- Rahmi Koç, sohbetimize başlamadan önce radyodan 13.00 haberlerini dinledi. Ne olursa olsun hiç kaçırmazmış.- Dikkatimi çekti, Rahmi Bey kendisi için özel mönüyü tercih etti. Kilosuna dikkat ettiğini anlattı. Diyetisyen Dilara Koçak’a bir dönem gittiğini, hatta Koçak’ın Koç Holding’in bir dönem diyetisyeni olduğunu anlattı. ‘Başarılı olup olmadığını’ sordum. ‘Şirketi 800 kilo zayıflattı’ deyince gözlerim büyüdü. ‘Peki kaç kişi?’ soruma ise ‘Ben toplamda kaç kilo zayıflandığını biliyorum. Kaç kişi yararlandı, bilmiyorum. Ama kilo başına diyetisyene para ödendiği için kaç kilo gittiğini biliyorum’ dedi. İşin kötüsü diyetisyen programından çıktıktan sonra herkes kiloları geri almış! - Rahmi Koç, sohbetimizden sonra Ford marka otomobiline, şoförünün yanına binerek aramızdan ayrıldı.
İlaç sektörüyle ilgili 2 farklı senaryo çizen Abdi İbrahim CEO’su Nezih Barut, Türkiye’nin ya ilaç üssü olacağını ya da sektörün yok olacağını söyledi. Hükümetin ilaç fiyatlarını indirmesini ise sektör için bir risk olarak gören Barut, “Bundan sonra yapılacak indirimler tehlikeli, çünkü yerli üreticiler buna dayanamaz, biterler. 10 yerli üretici var, bu sayı 5 veya 6’ya düşebilir” dedi.Abdi İbrahim, dünyanın en büyük 20’nci jenerik ilaç şirketi. Türkiye’de ilaç sektörünün lideri, yüzde 100 yerli sermayeli, gurur duyduğumuz bir şirket. Önümüzdeki yıl 100’üncü yılını kutlayacak. İlaç sektörünün en önemli fuarlarından biri olan CPhl bu yıl Frankfurt’ta yapıldı. Fuara katılan Abdi İbrahim’in yöneticileri, şirketin üçüncü kuşak temsilcisi Nezih Barut, Abdi İbrahim’in CEO’su Candan Karabağlı ve Abdi İbrahim Holding CEO’su Erman Atasoy’la Frankfurt’ta sohbet ettik. Abdi İbrahim’i sektör liderliğine taşıyan isim olan Nezih Barut, ilaç sektörünü masaya yatırdı ve “Türkiye ya ilaç üssü olacak ya da Türkiye’de ilaç sektörü yok olacak, bir meçhule doğru gidecek” dedi. Barut elindeki verilerle iki senaryo anlattı. Bunlardan biri mutlu sonla bitiyor, Türkiye’yi ilaç üssü yapıyor, diğeri ise Türkiye’deki ilaç sektörünü bitiren karanlık bir sonla bitiyor. Önce mutlu sonu anlatalım... Hedef 16.5 milyar $ ihracatTürkiye’de ilaç sektörü bugün 600 milyon dolar ihracat, 4.4 milyar dolar ithalat yapıyor. Hedef 2023 yılında 16.5 milyar dolarlık ihracat ile 20 milyar dolarlık ithalat. Barut, Türkiye’nin bunu başaracak potansiyele sahip olduğunu şöyle anlatıyor:“Tesislerimiz en az AB ülkelerindeki rakiplerimiz kadar gelişmiş durumda. İnsan gücümüz var. Hindistan’dan çok daha iyi bir noktaya gelebiliriz. Çin hızla ilerliyor. Güney Kore örneği de var. İlaç geliştirmede onlar da ilerliyor.” Barut Türkiye’nin ilaç üssü olmak için yapması gerekenleri de sıralıyor:- Sürdürülebilir, istikrarlı bir iç pazar olmalı.- Devlet ilaç sektörü ile güç birliği yapmalı. Teşvik ve Ar-Ge desteklerle üreticiyi desteklemeli. - Devletin ilaçta bir fiyat politikası olmalı.- ABD ve AB ülkeleri ile karşılıklı ruhsat tanıma anlaşmaları yapılmalı. Bu sayede global rekabete girmenin önü açılmalı. Kötü sonla biten senaryo ise şöyle:“Hükümet ilaç fiyatlarını indiriyor. Bundan sonra yapılacak indirimler tehlikeli, çünkü yerli üreticiler buna dayanamaz, biterler. 10 yerli üretici var, bu sayı 5 veya 6’ya düşebilir.”Bu noktada kafalar karışıyor. Türkiye’de ilaç ucuz mu gerçekten de? Barut bunu farklı örneklerle anlatıyor.Yerli üreticiler dayanamazHalkın yüzde 96’sının ihtiyaçlarını devletten karşıladığını, yani en büyük alıcının da devlet olduğunu hatırlatıyor ve yapılan indirimlerle devletin yerli ilaç üreticilerini zorladığını söylüyor:“Euronun 2.50’leri geçtiği bir ortamda sektör için kur 1.95’e sabitlenmiş durumda. Türkiye’de ilaç Yunanistan’dan çok daha ucuza satılıyor. 10 euro olan bir referans ilaç, Türkiye’de eşdeğeri varsa 5.25 euroya satılıyor. Kur farkı ile bu rakam 4.2 euroya geliyor. Şimdi yeni bir indirim daha gündemde. Kararname Bakanların imzasına açıldı. Bu olursa 3.2 euroya çekilecek fiyat. İthalata yüzde 8 KDV var, üreticiye yaptığı ithalatta KDV oranı yüzde 18 olarak uygulanıyor. Sanayiyi öldürürseniz yerli şirketler de çözümü yabancı şirketlere satışta görüyor. Bundan birkaç yıl önce 5 yerli firma ilaçta ara malı üretiyordu. Bugün hiç yerli üretici yok. Sağlık konusu çok önemli. Biz sağlık alanında yapılan iyileştirmeleri görüyoruz, Ak Parti’nin oylarının yüzde 10’unun bu sayede olduğu söyleniyor ama gelecek de düşünülmeli. Akılcı ilaç kullanımı destek-lenmeli, bilinç artırıcı çalışmalar yapılmalı.”Yeni ilacı tüm dünyada 14 Kasım’da satılacakAbdi İbrahim Türkiye’de akredite olmuş ilk Ar-Ge şirketini kuran şirket. Araştırma, geliştirme için Hindistan’dan deneyimli kişileri getirmek istediklerini, ancak izin almakta çok zorlandıklarını anlatan Nezih Barut, 15 Hintli’nin Türkiye’de hem ilaç geliştirdiğini hem de eğitim verdiğini anlattı. Abdi İbrahim’in CEO’su Candan Karabağlı, 14 Kasım’da patent süresi bitecek bir ilacı Abdi İbrahim’in ürettiğini ve 14 Kasım’da global pazarda ürettikleri yeni ilacı satışa sunacaklarını söyledi. Candan Karabağlı, dünyada büyük satış rakamlarına ulaşmış ilaçların bir kısmının patent süresinin iki yıl içinde biteceğini ve yeni üreticiler arasında kıyasıya bir rekabetin ortaya çıktığını da anlattı. Abdi İbrahim’in bu rekabette önemli bir oyuncu olacağını ifade eden Karabağlı, hedeflerini anlatırken Abdi İbrahim’in önümüzdeki 10 yıl süresince Rusya, Cezayir, İran, Irak ve Suudi Arabistan’a odaklanacağını da vurguladı.Başbakan 3 çocuk derken bilimsel gerçekleri söylediCANDAN Karabağlı’nın verdiği bilgilere göre; Türkiye’de bebek ölüm oranları olumlu yönde değişiyor. 2002’de bin çocuktan 27’si risk altındayken bu oran 2010’da binde 13’e düştü. Bu bilgiyi veren Karabağlı, Türkiye’de ortalama yaşamın da yükseldiğini anlattı. 2002 yılında yaşam süresi 71.8 iken, 2010’da 74 yaşa yükselmiş.Karabağlı bunu yorumlarken de; “Türkiye’deki nüfus yavaş yavaş yaşlanma trendine girdi. Başbakan 3 çocuk yapın derken, bunun arkasında bilimsel gerçek var. Her aile 2 çocuk yaparsa nüfus kendini koruyor, 2’den az çocuk yapılırsa nüfus yaşlanacak demektir. Başbakan 3 çocuk derken, indirekt olarak sürekli genç kalalım diyor” dedi.Rakamlarla Abdi İbrahim- Cirosu 834 milyon dolar.- İhracatı 30 milyon dolar. - Üretim kapasitesi yılda 350 milyon kutu.- Pazar payı yüzde 7.8.- 3 bin 500 kişi istihdam ediyor.- Abdi İbrahim’in portföyünde 150 marka, 30 lisansör var.- 28 uluslararası patent başvurusu olan şirket bu alanda da Türkiye lideri.
Birleşmiş Markalar Derneği (BMD) Başkanı Yılmaz Yılmaz, 2023 yılında Türk markalarının yurtdışında 20 bin mağazaya ulaşmasını hedeflediklerini söyledi. Bunun en az 10 milyar dolarlık ihracat anlamına geldiğini kaydeden Yılmaz, “96 ülkede 87 markanın 2.501 mağazası var şu anda. 2023 hedefimiz yurtdışında 20 bin mağaza. İyi bir altyapımız var, bu hedefe daha erken de ulaşabiliriz. Kuzey Afrika, Rusya, Kazakistan ve İran, Türk markaları açısından potansiyel taşıyan pazarlar” dedi.Bu röportajı planladığımızda Van depremi gerçekleşmemişti. Türkiye’nin yurtdışında hızla büyüyen markalarını Birleşmiş Markalar Derneği (BMD) Başkanı Yılmaz Yılmaz’la konuşmayı amaçlamıştım. Van depreminden bir gün sonra buluştuk Yılmaz Yılmaz’la... Yardım çalışmalarını koordine ediyordu Yılmaz Yılmaz. BMD Van’da 11 bin çocuğun ihtiyaçlarını karşılayacak tırları yola çıkardı sohbetimiz sırasında. Umarım hedeflerine ulaşmışlardır. Siz BMD olarak sektöre ışık tutacak raporlamalara son zamanlarda ağırlık verdiniz. Türkiye’deki markaların dışa açılma stratejilerini oluşturmaları için bir seferberlik ilan ettiniz diyebilir miyiz?Kayıtlı mağaza sayısı biz göreve geldiğimizde 1.200 civarındaydı. 3 Mart’ta geldik göreve, net sayı 1.170 idi. Nisan ayında bu rakam 1.500 oldu, şu anda ise 2.501 mağaza sayısına ulaşıldı. Kaç ülkede, kaç markası var Türkiye’nin?96 ülkede 87 markanın 2.501 mağazası var şu anda. Geçenlerde Türkiye’de 10 mağazası olan bir erkek giyim markasının sahibi “Önümüzdeki yıl 20 mağaza planlıyoruz, 10’u Türkiye’de 10’u yurtdışında” dedi. Bu çok güzel bir gelişme. Hem Türkiye koşulları uyuyor bu gelişmelere, çünkü iyi bir altyapımız var hem de biz de çok destek oluyoruz BMD olarak. Hedef 10 milyar $ ihracat2023’e yönelik hedefler var. 20 bin mağazaya ulaşmak nasıl mümkün olacak?Evet, 2023 hedefimiz yurtdışında 20 bin mağaza. Daha erken de bu hedefe ulaşabiliriz. Bu hedefe ulaşırsak sadece 10 milyar dolar civarında bu mağazalara yapılan ihracat olacak. Rusya, Azerbaycan, Irak hatta İran yani komşularımızda hızla büyümek mümkün görülüyor. Siz BMD olarak yol gösterici çalışmalar da yapıyorsunuz markalara... Eskiden markalar Avrupa ülkelerine gözlerini dikerdi, artık rota tamamen değişti mi?Benim gördüğüm kadarıyla Batı, Doğu’ya bakıyor. Biz o Doğu’nun ortasındayız. Ne çok doğuda ne de çok batıdayız. Bana Neo-Osmanlıcı denilmesini istemem ama eski Osmanlı haritasını alın, üzerine Kazakistan’ı ve Rusya’yı ekleyin, Kuzey Afrika ülkeleri de dahil olmak üzere, bu coğrafya bizim için çok gelecek vaat ediyor. Kuzey Afrika ülkeleri için halen bunu söyleyebilir miyiz? ‘Arap Baharı’ olumsuz etkilemiyor mu?Arap Baharı planları yeniden gözden geçirmeye neden olabilir. Kısa vadeli planları etkiler ama uzun vadede olumlu olacak. Bizim örneğin Libya’da mağazamız vardı, kısa süreliğine durdu, sonra yeniden başladı. O bölgelerde de ticaretin kuralları netleşecek, politik istikrarsızlık ortadan kalkacak. Kuzey Afrika, Rusya ve Kazakistan ve İran, Türk markaları açısından potansiyel taşıyan pazarlar...AB ülkeleri asla değil!Batı pazarları doymuş pazarlar ve yaşlılar. Büyüyen pazarlar değil AB ülkeleri, son krizle de kısa ve orta vadede stresli pazarlar. Halbuki Türkiye ve diğer biraz önce saydığım pazarlar oturmamış, gelişen ve genç pazarlar. AB tıkandı. Türkiye’de son 10-15 yılda mağazacılık artan AVM sayısıyla gelişti... Aynı gelişme biraz önce saydığımız ülkelere sıçradı diyebilir miyiz? Örneğin Kazakistan?Türkiye’de yaşanan AVM olayı evet oralarda da yaşanmaya başladı ve başlayacak ülkeler de var. Biz Türkiye’de bunu gördük. Türkiye’de markaların gelişimi AVM’lerle oldu. AVM süreci bu ülkelerde de hızla gelişecek. BMD markalarından bahsedebiliyorsak bunun nedenlerinden biri AVM’lerin bu kadar kısa sürede açılması ve bir taraftan da bizi zorlayarak büyütmesidir. Türkiye markaları bu ülkelerde de bizi de daha çok geliştirecek. Bize global olma şansı verecek. Daha çok Türkiye markası dışa açılacak, dışarıda büyüyecek. Çin’e gözünü diken hatta mağaza açan Türkiye markaları oldu. Çin için de bu sözler geçerli mi?Markaların doğrusu tabi ki farklı. Türkiye etrafında o kadar çok fırsat var ki öncelikle bunları mı değerlendirelim yoksa Çin’e mi gidelim? Bence gücü olan ikisini de yapmalı. Yapabilen yapsın. Hindistan geliyor. Hindistan’ın 1 milyar 200 milyon nüfusu var. Kişi başına geliri 1.000 dolar. Potansiyeli büyük. Elinizdeki kaynaklar kısıtlıysa onları verimli kullanmak istiyorsanız Türkiye etrafındaki pazarlara gidin, imkanlarınız varsa tabi ki hedefler büyür...Birkaç AVM $’dan liraya geçecekDolar hızla arttı. AVM’lerde kiralar dolar üzerinden. TL’ye dönülecek mi?Biliyorsunuz biz bunu dile getirdik. Zaten yaptığımız görüşmelerden sonra doğal geçiş sürecine ihtiyaç olduğunu gördük. TL ile ticaret ve kiralamaya kimse hayır demiyor. Yatırımcılar da demiyor mu?Alışveriş merkezi yatırımcıları da hayır demiyor. Yabancı parayla fonlanmışsa, kredisi yabancı paraylaysa kiralamaları lirayla yapmaları zor. Bunu anlatıyorlr. Biz de bunu anlıyoruz. Biz bakanlarla görüşmelerden olumlu yanıt aldık ama bu konuyu kanunla çözmek yerine ikna etmenin ve bilinç yaratmanın doğru olduğunu gördük. Önümüzdeki günlerde birkaç AVM kiralamalarda liraya dönecek. AVM yatırımcıları belki kiralamaların belli limitler içinde salınmasına müsaade eder ama o limitlerin dışına çıkıldığında da belli bir sigortalama yöntemiyle hem kiralamacıyı hem de kiracıyı koruyan bir sistem de olabilir. Bunlar konuşuluyor, tartışılıyor. 1.75 iken dolar, 1milyar 900 milyon lira, 1.85 olunca 2.5 milyar lira oluyor yükümüz. Perakendecinin yıllık bazda üstlenmek zorunda olduğu yük bu kadar. Bu dönem geçecek, ondan sonra da güçlü lira dönemi başlayınca da kiralayanlar bundan zarar görecek. Bu sistem de bir gün kiracı bir gün kiralayan kazanıyor ama bir nevi kumar bu. Siz adım adım liraya dönülsün diyorsunuz...Madem Türkiye ekonomisi bölgedeki en iyi ekonomi, madem önü açık, bizim piyasada halen dövizle mal alıp satmamız doğru mu? Madem ekonomimiz iyi, neden dövizle ticaret yapıyoruz? Neden kumaşları dövizle alıyoruz, neden dövizle kiralama yapıyoruz? Bunları konuşuyoruz artık. Dövizli satın almalardan liraya dönmemiz lazım. Döviz yükseldi şimdi enflasyon artacak. Dövizin baz etkisi yüksek. Dövizin ekonomiye yaptığı etkiyi gidermenin yolu mümkün olan her yerde lirayla alışveriş yapmak.Markalı ekonomi raporu hazırlıyoruzMarkalı ekonomi raporu hazırlığınız var, nedir bu rapor?Bir rapor hazırlıyoruz. Türkiye’nin markalı ekonomiye geçişindeki önerilerimizi sizlerle ve iktidarla paylaşacağız. Markaların yurtdışına açılmaları, 2023 yılında ihracatın 10 milyar dolarının hazır giyimin olacağı gibi konular. Bu aslında bir dönüşüm. Türkiye’ye gelen hemen hemen her sektörden firma otomotiv hariç, gelen her marka Türkiye’de karşısında güçlü markalar buluyor. Türkiye yabancı markalarla rekabet ediyor. Markalı ekonomi için neler yapmamız gerektiğini biz de araştırıyoruz. İspanya ve İtalya ekonomilerini ve markaları araştırıyoruz. Avantajlarımız neler?Türk insanı genç. Bu çok önemli. Çevremizdeki pazarların gelişme potansiyel yüksek ve her şeye rağmen üreticiyiz biz. Üretimden çıkan her ülke sıkıntıda.Dünya artık düzdür deniliyor. Bu şu Amerika’da röntgen çekiliyor, Hindistan’daki doktorlara gönderiliyor, Sabah Amerika’da rapor yazılıyor. Global ekonomi ilk önce güzel geldi ama kuralları yok. Kuralsız ilerliyor. Bildiğimiz liberalizm ve kapitalizm tanımları yıkıldı. Çünkü o tanım sınırlar içinde yapılmış. Milli sınırlar içinde yatırım yapılacak, artı değer yaratılacak, yarattığı değerle vergi verecek, istihdam yaratacak. Şimdi Batılı şirket gidip Uzakdoğu’da üretiyor, istihdam Uzakdoğu’da, kârın büyük bölümü vergi cennetinde kalıyor. Dolayısıyla ne istihdam yaratılan ülkeye ne de ürün satılan yerlere artı değer olarak gelmiyor. Vergi cennetinde oluşan kâr da finans kapitaline gidiyor. Finans kesimi üzerinden kâr amacı güdülerek Batı dünyasına sunuluyor. Biz üretiyoruz bunu da korumalıyız. Şu günlerde hazırlan teşvik yaklaşımlarını çok önemsiyorum ama şunu da söylemeliyim, hazır giyimde sektörün gelişimi için kumaş ve hazır giyim ürünlerine getiren verginin kaldırılması lazım. Bu uzun vadede yarar sağlamaz. Zarar verir.250 bin çocuğu giydiriyoruzHepimizi çok sarsan acılı günler geçiriyoruz... Türkiye’nin her yerine karanlık bir bulut çöktü... Çok sayıda vatandaşımızı kaybettik.Gerçekten de hepimiz çok üzgünüz. Şu anda yapabileceğimiz tek şey sağ kalan çocuklarımıza, vatandaşlarımıza el uzatmak. Ne yazık ki yaşadığımız kötü tecrübelerden de ders almamış görünüyoruz. Biz BMD olarak geçen sene 100 bin çocuğu giydirmiştik. Şimdi öncelikli olarak yaptığımız hazırlıkları Van’a kaydırdık. 11 bin çocuğa ihtiyaçlarını gönderdik. 250 bin çocuk için kaç marka biraraya geldi?47 marka. Mayıs ayında başladık çalışmaya. 6’ıncı ayda dağıtıyoruz. Başbakan’ın da katıldığı bir toplantıda, Başbakan ve Abdullah Kığılı hedefi 250 bin çocuğa çıkardı. Bizim için zorlayıcı bir hedef olmasına rağmen çok iyi oldu. Ürünlerin imalatı bitti, paketlemede bir kısmı. 40-50 milyon liralık bir değer bu. Bu anlamda yapılan tek proje bu büyüklükte. Şimdi öncelikli olarak Van’a gitti yardımlarımız. Bayramdan önce ihtiyacı olan çocuklarımıza ulaştıracağız yardımları. Nasıl seçildi çocuklar?Çocukların ihtiyaçlarına yönelik hazırlandık. Valiliklerden gelen isim listelerine göre, onların ölçülerine uygun kıyafet gönderiyoruz. Valilikler listeyi yaptı. Okullarda dağıtılacak. İhtiyaç sahibi ailelerin bilgileri onlarda var, biz isimleri aldık, dağıtım için de hassas olunmasını istedik. Çocuklar için rencide edici bir ortam olmasını istemiyoruz. Gönül herkese armağan vermek ister ama önceliğimiz doğal olarak ihtiyacı olanlar.
Interfaceflor, dünyanın en çevreci karo halı markası olarak nitelendiriliyor. 1 milyar doların üzerinde cirosu, 8 ülkede fabrikası olan şirket, 25 yıl distribütör vasıtasıyla bulunduğu Türkiye’de kendi ofisini açtı. Türkiye ofisinin başında olan Ufuk Usta, “Bu yıl 2010 yılına göre yüzde 100 büyüdük. Türkiye’de amacımız pazarı büyütmek” dedi. Şirketin, 2020 yılı hedefi ise yüzde 100 geri dönüşümlü malzemeyle halı üretmek.Interfaceflor karo halı markası, dünyanın en çevreci halılarını üreten marka. 25 yıldır Türkiye’de distributör aracılığıyla olan marka artık Türkiye’de ofis açtı. Interfaceflor’un başında da Ufuk Usta var. Ufuk Usta ile buluşmak üzere Nişantaşı’ndaki ofislerine gittim. Çevreci halıların üretim teknolojilerini, Türkiye’deki karo halı sektörünü konuştuk. İlginç hikayeler de dinledim. Tahmin edeceğiniz gibi karo halıları iş yerleri tercih ediyor. Kadınların yoğun çalıştıkları iş yerleri için farklı halı önerileri olduğunu öğrendim. “Neden farklı halı tercih ediliyor” diye sordum doğal olarak, Ufuk Usta, “Topuk sesleri” dedi. Bu tabii ki detay ve Interfaceflor her detayı düşünüyor. Bu yüzden de dünyanın en önde gelen şirketleri onu tercih ediyor. Karo halıyı bulan firma mısınızor?Evet. Merkezi Atlanta’da. 55 yıl önce başlamış bu iş. Farklı bir üretim. Firma karo halının mucidi. Amerika’da başlamış, satın almalarla büyümüş bir firma. Firmanın iş yapısı tamamen kaliteli ürün ve çevreci ürün odaklı. Tüm çalışmalarını çevresel olumsuz atıkların minimalize edilmesi üzerine kuran bir CEO’su markayı bu noktaya taşımış. Halılar çevreci...Yalnızca onlar değil. Her şey. Burada gördüğünüz kağıtlar, tüm malzemeler de çevreci. Ofiste kullandığımız boyalar sürdürülebilirlik çok önemli Interfaceflor için.2020 Mission Zero hedefi2020 yılı hedefiniz var değil mi? Evet bu çok önemli bizim için. Üretim yapılan her yerde atık halılar toplanıyor. ‘Mission Zero’ hedefimiz var. Çevreye sıfır olumsuz etki fikriyle 2020’ye kadar tüm ürünlerimizi yüzde 100 geri dönüşümlü malzemeyle üreteceğiz. Şu anda durum nasıl? Gerçekten eski halıları topluyor musunuz?Her yıl yüzdemiz artıyor. 2020’de tüm malzeme eski halılardan, ipliklerden oluşacak. Evet eski halıları topluyoruz. Balıkçı ağlarından da halı üretiyoruz. Hangi ülkelerde üretim var?Üretim 8 yerde. 2 Amerika, 2 Avrupa, Çin, Tayland’ta var. Türkiye tüm fabrikalardan mal alıyor. Konum olarak elverişli. Kaç ülkede satılıyor?Tam anlamıyla uluslararası bir şirket. Her yerde var Interfaceflor. Amerika’dan dünyaya yayılmış bir şirket. Amerika’da pazar lideri. Avrupa’da da bazı ülkelerde pazar lideri. Gelişmiş ülkeler desek daha doğru olmaz mı?Evet. Ama şu da var. İnanın dünyanın her yerinde. Uluslararası şirketlerin tercihiyiz. Yeşil binaların tümü Interfaceflor Amerika’da. Türkiye’de de artsa bu üretim burada da böyle olmak zorunda. Ne tür özellikleri var?Yanmıyor, kir tutmuyor, ses ve renk özellikleri var. Çok güneş alacak yere farklı, çok gürültülü yere farklı halı öneriliyor. Ayakkabıyla gezilen yerlerde farklı halı kullanılmalı. Bizim uzmanlığımız ticari alan ama Amerika’da yalnızca Flor markasıyla ev halıları da üretiyoruz. Bu halılar antibakteriyel. Bu aralar her halı antibakteriyel oldu... Doğru mu bu?Bugün evet halıların hepsi antibakteriyel ama önemli olan bu özelliğin hangi kimyasallarla sağlandığı. Antibakteriyel yapalım derken insan sağlığına başka zararlar da vermemek gerekiyor. Ofislerin % 80’ini döşedikBöyle mi oluyor?Kimseyi bu şekilde kötülemek istemem ama antibakteriyel halı derken yanılmamak da lazım. O özellik nasıl sağlanmış, hangi maddelerle bun da bakmak lazım. Ofisler, şirketler ve oteller sizi tercih ediyor değil mi?Evet oteller bizi tercih ediyor. Karo halı çok kullanışlı. Bir yerde bir aksilik olunca bir parçayı değiştirebiliyorsunuz. Türkiye’de ofislerin yüzde 80’nini döşedik. Büyük ofisler. Yapı Kredi Plaza, Doğuş Power Center, Turkcell, İş Bankası ilk aklıma gelenler...Cironuz ne kadar?1 milyar doların üzerinde cirosu, 5 binin üzerinde de çalışanı var Interfaceflor’un. Türkiye’deki hedefiniz nedir?Türkiye’de amacımız pazarı büyütmek. Sert zemin yapılan yerlerde karo halı kullanılır. Bazı mimarlar bu işi çok iyi biliyor ama bazıları malzemeyi tanımıyor. Ofis yapanlar karo halının performansını tercih eder. Ofislerde herkesin altından elektrik, kablo geçiyor, bu bile karo halı seçmek için önemli neden. Türkiye’de büyüme potansiyelimiz var.Ben konutta ısrarcıyım ama şirketin hedefi ofisler2011’de Türkiye’de ne kadar büyüdünüz?Biz 2010’a göre yüzde 100 büyüdük. 220 bin metrekareye yakın mal sattık. Türkiye’deki mimarlık ofisleri artık daha renkli yapıyor. İlk başlarda gri ve tonları yapılıyordu, şimdi çok renkli yapılıyor. Konut büyüyor, girmeyecek misiniz bu alana?En önemli hedefim benim bu. Ben konutta ısrarcıyım ama şirketin ana hedefi ofisler. Aslında şirket yöneticilerimiz de Türkiye’deki gelişimin farkında. Türkiye’nin özellikle de İstanbul’un gelişimi dikkatlerini çekiyor. Altı ayda bir geliyorlar, her geldiklerinde yeni yerler oluyor.MARKAYI BİLMEDEN İŞİ KABUL ETTİMSizin hikayenizi de merak ettim. Nerelisiniz, nasıl başladınız işe?1972 yılında Zonguldak’ta doğdum. TED Koleji’nde okudum. İşletme Fakültesi mezunuyum. İlk iş deneyimim de Marshall Boya. 18 yaşına kadar Zonguldak’tan çıkmadım. Marshall Boya’da 2001 yılı başında daralma yaşandı. Kriz nedeniyle birçok sektör daralma yaşamıştı. O dönemde şirket beni yurtdışında görevlendirdi. 3 arkadaş Rusya, Kazakistan ve Ukrayna’ya gönderildik. Ukrayna’da 4 yıl kaldım. Orada kendi markamız yoktu. 4 yıl içinde pazar lideri olduk. Şu anda orada kendi fabrikasında üretiliyor. Başarı hikayeleri yazdık. Dönünce ne yaptınız?Şirkete döndüm ama yurtdışındaki kadar aktif iş hayatım olmadı. Ben sonra Viko’ya geçtim. Viko da pazar lideri alanında. Hem de açık ara önde. Orada da ihracat yöneticisiydim. Yurtdışı ofisleri açtım. Sonra Interfaceflor’dan teklif geldi bana. Tanıyor muydunuz markayı?Hayır. Halı sektörüyle ilgili bilgim yoktu. Karo halı işini bilmiyordum. Kısa zamanda öğrendim. Interfaceflor hem Türkiye’de hem de Doğu Avrupa’da büyümek istiyordu. Güzel oldu benim için de.