ECE Şirin’i uzun zamandan beri takip ediyorum. ‘Mücevher tasarımlarını nerede görsem tanırım’ diyebilirim rahatlıkla. Daha önce de olmuştu. Ece Şirin’in tasarımlarından esinlemeleri görmüştük ünlü markalarda. Ece Şirin farklı şirketlere davalar açıp mücadele etmişti, bazılarını da hayatın akışına bırakmıştı... Ama bu kez tasarımları birebir taklit edildi...Markası Bee Goddess için 5 sene önce tasarladığı ürünler, başka bir mücevher markasının kataloğunda birebir isimleriyle birlikte karşımıza çıktı. Ece Şirin’in evrensel tılsımlardan esinlenerek yarattığı koleksiyonun aynısını başka markanın adı altında gördük. Doğrusu tasarımcılarla ne zaman sohbet etsek, ana konumuz bu oluyor. Girişimcilikleri, yaratıcılıkları ‘büyükler’ tarafından engelleniyor. Ürünlerinin birebir taklitleri yapılıyor ve onlar hiç yokmuş gibi davranılıyor. Bu kez Bee Goddess markasının 2007 yılı tasarımları isimleriyle tescil edilmesine rağmen Ariş markasının 260 mücevherlik koleksiyonununda yer aldı. Doğrusu böyle bir markaya yakıştıramadım. *****Obez ve şeker hastası çocuklar için eğitim seferberliğiÇOCUKLARIN sağlığı öncelikle ailelerine emanet ama bazen ailelerin görmediklerini öğretmenler görüyor. Bazen ailelerden önce öğretmenler çocuktaki rahatsızlığı görebiliyor. Geçenlerde Prof. Şükrü Hatun ile sohbet etme fırsatı buldum. Bizi Sanofi-aventis yöneticileri biraraya getirdi. Milli Eğitim Bakanlığı, Çocuk Endrokronoloji ve Diyabet Derneği, Sanofi-aventis işbirliğiyle 81 ilde ilköğretim okullarını kapsayan bir proje yürütülüyor. Bu proje şeker hastası yani diyabetli öğrencileri tespit edip, onları yönlendirmeye yönelik bir proje ve aynı zamanda obeziteyle mücadeleyi amaçlıyor. Prof. Hatun’un verdiği bilgilere göre, Türkiye’de 6-16 yaş arasındaki çocuklarda obezite sıklığı yüzde 5’ten yüzde 10.5’e yükseldi 8 yıl içinde. Bu oran ekonomik düzeyi yüksek ailelerde yüzde 16.5’e ulaşıyor. Mutlaka sizlerin de dikkatini çekiyordur. Okullardaki obez çocuk sayısı arttı, anne baba incecik, çocuklar obez olabiliyor. 5-6 yaşında göbek bölgesi selülitli çocuklar var. Ve ne yazık ki çocuklarda kilo sorunu ileriki yaşlarda büyük problemlere neden olabiliyor. Türkiye’de şu anda 2 milyon obez çocuk olduğu saptanmış. İşte Okulda Diyabet Programı da diyabetli çocukların tespitinde, obeziyetle mücadele okulları ve öğretmenleri harekete geçirme fikrinden çıkmış. Tip 1 Diyabet konusunda okullarda öğretmenlerde farkındalık yaratmayı da amaçlıyorlar. Çok küçük yaşlarda farklı nedenlerle diyabet olan çocukların okul yaşamları da çok etkileniyor. Bu çocukların iğne saatleri, beslenme düzenleri öğretmenler tarafından yakından takip edilecek kadar hassas.Öğretmenlerin bu konuda bilinçlendirilmesi de projenin önemli ayaklarından biri. Proje kapsamında 60 bin okula bugüne kadar ‘Benim Çocuğum Diyabet Hastası mı?’ posteri asıldı. Okullarda seminerler düzenlendi, düzenlenmeye de devam ediliyor. Ayrıca bir de kısa film hazırlandı. Sonuçta genetik faktörler nedeniyle çocuğunuz şeker hastası olabilir. Bunu en kısa zamanda fark etmek çok önemli. İkincisi ise yanlış beslenme nedeniyle çocuğunuz obez olabilir ve ileride şeker hastası olma riski taşıyabilir. Tüm bunlar için bu gibi programlarla bilgilenmek önemli ama yetmez. Mutlaka takip etmişsinizdir, okul kantinlerine sınırlamalar getirildi. Şekerli içecekler ve kalorisi yüksek besinlerin tüketiminin önüne geçilmeye çalışılıyor. Ve abur cuburdan uzak bir beslenme biçimini benimsetmek için önce anne babalara sorumluluk düşüyor. Bir kere ok yaydan çıkınca çocuğa ‘yeme’ demek de çok zor...
Çiğdem Kamer, Atasay Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Cihan Kamer’in eşi. Her zaman işlerin bir parçası olmuş. 2010 yılından bu yana da Atasay’ın Genel Müdürü... Pırlantada kampanyalarla parlak bir dönem başlattıklarını söyleyen Çiğdem Kamer, “Sektörü rahatlattık. Pırlantada parlak bir dönem yarattık. Bu ilgi sürüyor, çünkü Türkiye’de her sene 500 bin çift evleniyor. Özel günlerde eşlerini mutlu etmek isteyen beyler pırlantayı tercih etmeye devam ediyor” dedi.Çiğdem Kamer Atasay Grubu Yönetim Kurulu Başkanı Cihan Kamer’in eşi. Cihan Kamer’le evlendiğinde 18 yaşındaymış. Her zaman işlerin bir parçası olmuş. 2010 yılından bu yana ise Atasay’ın Genel Müdürü. Çok zarif ve çok güzel gülen bir kadın. Heyecanlı konuşuyor, sıcak kanlı. Atasay’ı bu kez Çiğdem Kamer’le konuştuk. 2010’da genel müdürlük görevine geldiniz. Öncelikle sizin hayatınızda ne değişti? Sanırım siz aslında hep işin içindeydiniz, fiilen hep çalışıyordunuz...Çalışma hayatına 1996 yılında adım attım. O dönemde Asgold şirketimiz zaten kendisini kanıtlamış ve kadınların beğenisini kazanmış, müşteri profilini oluşturmuş bir markaydı. Kurulu bir düzeni vardı. Benim çalışmaya başladığım dönemde ise Atasay’ın kurulması ve oturtulması için çalışmalar sürüyordu. Ben de iş hayatına Atasay’ın kuruluş çalışmalarında ürün geliştirme ve tasarım gibi konularda bizzat görev alarak başladım. Yani markalaşma sürecinin evrelerine yakından müdahil oldum. Genel müdür ünvanını almadan önce de şirketin Mücevher Grup Başkanı’ydım. Şirketin genel faaliyetlerinin yine bizzat içindeydim ancak tasarım ve iletişim odaklı çalışmalar asıl odaklandığım konulardı. Eşiniz Cihan Kamer’le aynı işi yapmanın, hep aynı çatı altında bulunmanın avantajları ve dezavantajları neler?İnsanın eşiyle birlikte çalışması çok kolay bir şey değil aslında. Ama biz iyi bir denge kurduk. Birbirimizin fikirlerini dinliyoruz ve her ikimiz de birbirimizin uzmanlık alanlarına çok saygılıyız. Bu anlamda yani herkesin en iyi olduğu alanda top koşturması gerektiğini düşünen bir çift olarak çok iyi bir takım oyunu çıkarıyoruz. Sürekli konuşuyoruz, tartışıyoruz, fikirlerimizi paylaşıyoruz, işle ilgili bütün konular ortak konularımız oluyor. Kısacası aynı dili konuşuyoruz. Bu da başarıyı beraberinde getiriyor...2011 ’de % 20 büyüdükDezavantajlardan söz etmediniz...Dezavantaj olarak, yoğun iş temposu nedeniyle evde çok sık görüşemiyor olmamızı gösterebilirim. Cihan Bey’in gündemi benimkinden çok daha yoğun. Güne daha erken başlıyor ve eğer çok şanslıysak, günün ilk kahvesini birlikte içiyoruz. Bazen öğlen yemeklerinde biraraya geldiğimiz oluyor ama Cihan Bey genellikle öğle arasını takım arkadaşlarıyla birlikte bir yandan yemek yerken diğer yandan yine iş yoğunluğuyla geçiriyor. Akşam yemeklerinde birbirimizi yakalamaya özen gösteriyoruz çoğunlukla da tutturuyoruz.Evde de iş konuşur musunuz?Ortak bir iş yapıyorsanız işi eve taşımamak pek mümkün değil. Söz dönüp dolaşıp Atasay’a geliyor. Beraber ettiğimiz sohbetler, deneyimlerin paylaşılması, yeni fikirleri yakalamak için görüş almanın sınırı ve süresi yok... Özetle, işini her ortamda yaşayan bir aileyiz .Cihan Bey kuyumculuk sektörü için “2011 kalkınma yılı, 2012 de patlama yılı olacak” demişti. 2011 yılı nasıl geçiyor? 2010 yılı başında 3 yıllık bir öngörüde bulunmuş ve “Sektörümüzde 2010 yılı toparlanma, 2011 yılı kalkınma, 2012 ise patlama yılı olacak” demiştik. İlk 1.5 yılın göstergeleri bizi haklı çıkardı. 2010 tahminlerimiz doğrultusunda toparlanma yılı oldu. Geride bıraktığımız ilk 9 ay da 2011’in kalkınma yılı olacağı öngörüsünü destekliyor. Atasay olarak 2011’de geçen yıla göre yüzde 20 büyüme hedefimizi sürdürüyoruz. Pırlantada öncü adımlar attınız... Özellikle tektaş kampanyanız sektörü hareketlendirdi. Nasıl pırlantaya ilgi? Hâlâ her geçen gün artıyor mu?Biz, uyguladığımız kampanyalarla, proaktif ve yaratıcı pazarlama yöntemleriyle tektaşı rüya olmaktan çıkardık. Atasay olarak 70’inci yılımızı kutladığımız 2007’de kadınlara armağan olarak 36 taksit kampanyası uygulayarak, pırlantayı tüm segmentlere ulaşılabilir kıldık ve pazarlama alanında bir başarı hikayesi yarattık. Sevgililer Günü’nde başlattığımız bu kampanya ile yurt içi ve yurtdışında kuyum sektöründe faaliyet gösteren birçok firmadan tebrik ve teşekkürler aldık. ‘Şu Kadarcık’ kampanyamızla sektördeki diğer oyunculara stoklarındaki tektaşları sattırdık, sektörü rahatlattık. Pırlantada parlak bir dönem yarattık. Bu ilgi hala devam ediyor çünkü Türkiye’de her sene 500 bin çift evleniyor. Özel günlerde tüm kadınlar özel hissettirilmeyi bekliyor ve eşlerini mutlu etmek isteyen beyler, ‘özel’ hissettiren değerli bir hediye alternatifi olan pırlantayı tercih etmeye devam ediyor. Altın takı koleksiyonlarınıza ilgi nasıl? Fiyatlar çok yükseldi...Özellikle son 2 yıldır hem uygun fiyatlı hem de yoğun tasarımlı altına ilgide hatırı sayılır bir artış var. Atasay olarak biz, bu talebi karşılayacak farklı çalışmalar gerçekleştiriyoruz. 2006 yılından bu yana kadınların hem tarzlarına hem de aradıkları fiyata uygun altın ve pırlanta takılara kolayca ulaşabilecekleri alt markalar geliştirmeye devam ediyoruz. Bu alt markalarımız sayesinde tüm kadınlar için yaşamlarının her anında, farklı zaman dilimlerine ve tarzlarına göre kullanabilecekleri seçenekler sunuyoruz. Ayrıca farklı fiyat aralıklarında hediye alternatifleri geliştirerek, her bütçeye uygun çözümler önermeye devam ediyoruz.HEM MÜCEVHER HEM DE TASARIM TUTKUNUYUM, TEKTAŞIMDAN VAZGEÇMEMYurtdışı seyahatlerinizde mücevher mağazalarında ne kadar vakit geçirirsiniz? Sizi en çok ne etkiler? İyi tasarlanmış mücevherler benim için her zaman çok ilgi çekici oldu. Ben hem mücevher hem de tasarım tutkunuyum. Dolayısıyla yurtdışında mücevher mağazalarında dolaşmak müthiş bir keyif benim için. Çünkü mücevher hem kişisel ilgi alanlarımdan birini hem de profesyonel yaşamımı temsil ediyor. Tasarım tutkum sadece takı ile de sınırlı değil. Gezdiğim kentlerin mimarisinden yaşam alanlarının tasarımına, gittiğim restoranın dekorasyonundan izlediğim defilelere kadar her alanda tasarım tutkumun keyfini çıkarıyorum. Yaşamın içerisinde yer alan tasarım unsurları her zaman ilgi odağım..Sizin vazgeçmediğiniz takınız var mı?Vazgeçilmezlerim, Journey kolyem ve tektaş yüzüğüm...Oğlum Atasay Asgold markamızı yeniden canlandırdıOğlunuz da sizle birlikte değil mi?Ailemizin 4. kuşak temsilcisi oğlum Atasay... Asgold markasını tekrar canlandırma kararı aldı Atasay. Fakat bunu yaparken, pazardaki fırsatlara göre yeniden şekillendirererek markamızın relansmanını yaptı. Her zaman yaratıcı öneriler getiren, iş ortaklarını ve tüketicilerini mutlu eden Asgold markasının özü de değişmedi. ‘Türkiye’de en uygun fiyatla ulaşılabilir takı markasını’ yaratmak üzere yeniden hayat bulan Asgold markamız, Asgold’un yıllara dayalı güvenine yakışır yüksek kalitede ve rekabetçi fiyatlarda ürünler sunuyor. Coronet gibi çok yaratıcı bir ürün ile yeniden doğan Asgold bugün, klasik altın efsanesini isteyenler için klasik grubunu yeniledi, yeni tüketici ihtiyaçlarına uygun çıtır altın ve pırlanta segmentine yönelik yeni çözümler üretti...Kaç mağazanız var?Halihazırda Türkiye çapında 119 mağazamız ve 300’ü aşkın satış noktamız var. Türk kadınlarının mücevher zevkini anlatır mısınız? Nelerden etkileniyorlar? Son dönemlerde minimal kombinlerle maximal aksesuarlara yönelim var. Tamamen aksesuarı öne çıkaran, kostüme kadının ruhunu katan bir durum. 18. yüzyıl etkili antik görünümlü kalın ve ihtişamlı kolyeler bir gece elbisesi ile giyilebileceği gibi, minik bir kokteyl elbise ile bile bütünlenebiliyor. Değerli taşların farklı renklerden birleşimleri ile yakalanan eğlenceli ama lüks yüzükler tercih ediliyor. Ve el işçiliğinin öne çıktığı tasarımlar bu dönemde iyice değer kazanıyor. Tiffany&Co ile Atasay sektöre liderlikte benziyorTürkiye’nin Tiffany&Co gibi bir markası olabilir mi? Yurt dışında kendi markamızla mağazalaşmak en önemli iş hedefimiz. Hem Atasay tasarımlarıyla geleneksel Türk motiflerini dünya klasikleri kategorisine sokmak hem de yeni tasarımlarla yurtiçindeki öncü rolümüzü global arenada sürdürmek amacıyla olası fırsatları yakından izliyoruz. Bu yeter mi?Aslında bugüne kadar yürüttüğümüz tüm faaliyetler, global marka hedefimizin bir parçasıydı. Atasay olarak dünya markası olma yolunda çok önemli bir altyapıya sahibiz. Ödüllü tasarım ekibimiz trend yaratan zengin tasarımlara imza atıyor. Etkin pazarlama stratejimiz ve yönetim felsefemiz ile markalı takı konseptlerimizi sağlam temeller üzerinde geliştirmeye devam ediyoruz. Fizibilite çalışmalarımıza göre kârlı gördüğümüz lokasyonlarda etkin olmayı sürdüreceğiz. Bu doğrultuda ekibimiz ile olası fırsatları izliyoruz. Yurtdışında kendi markası ile mağazalaşmak Atasay’ın iş hedeflerinin arasında önemli bir yer teşkil ediyor olacak. Bu arada Tiffany ile Atasay konsepti arasında özellikle ‘sektöre liderlik’ felsefesinde büyük benzerlikler var. Klasiği özgün ve modern çizgilerle buluşturan Atasay özel günlere özgü hediyeler için ilk akla gelen marka konumunda. Modern ve klasik çizgileri biraraya getiren ve eskimeyen mücevherler yaratan Atasay, dünyaca ünlü bir marka kulvarında başarıyla yol alıyor. 75’İNCİ YILA ÖZEL LOGOÇigdem Kamer, 2012’de ailelerinin sektördeki 75’inci yılını kutlamaya hazırlandıklarını belirterek, “75’inci yıl logomuzu tasarlamak üzere başta üniversite öğrencileri olmak üzere tasarıma ilgi duyan herkesi hedefleyen bir logo tasarım yarışması başlattık. 3 Ekim’de başvuruların başladığı yarışmada en iyi dereceyi alan logonun 75’inci yılında kurumumuzu temsil etmesini hedefliyoruz” dedi.
Nurdan Tümbek Tekeoğlu 25 yıllık profesyonel iş yaşamından sonra kendi kanatlarıyla uçmaya karar verdi... Artık o sinema yapımcısı ve şirketlerin danışmanı...Nurdan Tümbek Tekeoğlu’nu yıllardır tanıyorum. İş yaşamındaki başarı grafiğini izledim. İş yaşamının yanırsa sosyal sorumluluk projeleri konusundaki hassasiyeti hep etkileyici oldu. Nurdan Tümbek Tekeoğlu geçen yıl Metro Türkiye’nin en tepe yöneticisiyken işinden ayrıldı. 25 yıllık profesyonel iş yaşamını noktaladı. Ve başka sularda yüzmeye başladı. Şimdi o film yapımcısı ve şirketlerin danışmanı... Kendi kanatlarıyla uçmak nasıl bir şey? Bir daha profesyonel hayata döner mi? Bunları konuştuk Nurdan Tümbek’le...* Nasıl oldu bu iş değişikliği? 25 yıldır profesyonel iş hayatındayım. 9 yıl da Metro Grubu’nda çalıştım. Birikimimi orada sağlamlaştırdım. El sıkışarak pozitif ayrıldık. * Bir anda ne yapacağım ben şimdi dediniz mi? Buna fırsat olmadı... Metro’da çalışırken Aydın Üniversitesi’nden ‘Üniversitemize gel tecrübelerini anlat’ diye teklif gelmişti. Eşim Orhan Tekeoğlu’nun İfakat adlı filminin gösteriminde üniversitenin kurucusu Mustafa Aydın bu teklifi yapmıştı. Uygun bir zemindi bu, iş hayatımı engellemeyecek şekilde Yüksek Lisans öğrencilerine ders vermeye başladım.Kılıçdaroğlu’nun halasının kızına da danışmanlık yapıyor* Bunun dışında neler yapmaya başladınız? Metro’da çalışırken bir iş kadınıyla tanışmıştım. Almanya’da iş kurmuş bir kadın. Metro’ya gelmişti. Beni çok etkilemişti. Berlin’de bir temizlik şirketi var. Kemal Kılıçdaroğlu’nun da halasının kızı. Metro’yla iş yapmak istiyordu. Aynur Boldas ismi. * Biliyorum kendisini...Evet. Basında da yer aldı. Yılın işkadını seçildi Almanya’da. Kendisi benle tanıştıktan sonra, “Ah Nurdan Hanım gibi bir ortağım, genel müdürüm olsa Türkiye’de” demiş. Kendisi çok başarılı. Hayatı beni çok etkiledi. 18 yaşında evlenmiş, Tunceli’den kalkıp Almanya’ya gitmiş. Kız annesi. Kendi başına ayakta durmuş, Zazaca biliyor, Türkçesi bile yeterli değilken Almanca öğrenip işini kurması çok etkileyici. Ben Metro’dan ayrıldıktan sonra işler beni buldu. Aynur Hanım’a danışmanlık verdim, bir yandan da üniversiteye derslere gittim. Benden iyi yapımcı olacağını söylediler* Yıllarca üst düzey yöneticilik yaptınız, yeni iş hayatı nasıl? Hayat çok farklı oluyor. Sülalem beyaz yakalı. Babam mühendis. Eşim gazeteci, belgeselci. Ben baktım işler büyüyor eşimin şirketine de ortak oldum. Eşimin belgeselinin yapımcılığını üstlenmiştim, İfakat’i yaparken de çok şey öğrendik. Eşim o filmi yaparken ikinci film projesini de hazırlamıştı. * Yine belgesel mi?Uzun metrajlı bir film bu kez. Onun da yapımcılığını üstlendim. Macaristan’da Pech’de İfakat ödül aldı, orada organizasyonu düzenleyen Kerko Limited’in sahibi, “Nurdan senden dört dörtlük yapımcı olur” dedi. Ben sinemaya hayatım boyunca çok meraklıydım. Profesyonel iş hayatım döneminde hatırlarsın, kısa film yarışmasına da destek olmuştum. * Virüsü kapmışsınız...Sinema beni çekiyor. Sosyoloji mezunuyum. İnsanların yaşam biçimleri beni etkiler. Sinema dünyayı insanın ayağına getiriyor. * Profesyonel iş hayatına döner misiniz? Çok iyi bir teklif gelse ne yaparsınız?Döner miyim, bilemiyorum şu anda. Teklifler geldi ama istemedim. Öyle teklifler gelmeli ki benim yetki sahip olacağım işler olmalı. Biri bana gelsin ‘Şu ürünüm var bilinirlik sağlamak istiyorum’, ya da ‘Şirketimle ilgili itibar yönetimi istiyorum’ desin, bu işte kendime güvenirim ve en iyi şekilde yaparım. İşe reklam satarak başlamış biriyim. Pazarlama konusunda uzmanlaştım. Tepe yöneticilik konusunda ancak çok iyi bir yer olmalı.Kendi işinizde daha çok çalışıyorsunuz* Çalışma prensipleri ve temposu bakımından nedir farklılıklar? Profesyonel hayattan daha fazla çalışıyorsunuz kendi işinizde. Profesyonel hayatta orkestra şefiydim, şimdi yalnızım. Tamam yanımda çalışanlar var ama o yapıdaki gibi değil. Bir ekip yok. Bundan sonra olacaksa ben yine Alman, Avusturya firmasında ya da kurumsallaşmak isteyen bir Türk firmasında çalışmak isterim. Çünkü kurumsallaşma çok önemli, bunu yapabilen Türk şirketi çok az. * Sizce bunun nedeni ne?Patronlar Türkiye’de hep işin içinde. Profesyonellere bırakmıyorlar. Siemens, Bayraktar Grubu, Garanti Bankası, Metro’da çalıştım. Büyük şirketler bunlar. Kendi şirketinde çalışan biri olunca sana bakış da değişiyor. Direkt olarak seninle muhatap olan insanlar da değişiyor. Metro’dan ayrıldıktan sonra senden menfaat bekleyen insanlar yok çevrende, senden fikir isteyen farklı insanlar var. Yol göstericilik istiyorlar. Genelde bana bilinirlik sağlamak için geliyorlar. Geçenlerde çok büyük bir kafa avcısıyla görüştüm. Bana ‘Türk firmalarının yüzde 99.8’i kurumsallaşmamış durumda. En kurumsallaşmış denilen şirketlerde bile şirketin sahibi işlerin içinde’ dedi. Yetki verilmiyor Türkiye’de. O kafa avcısı bana da ‘kendi işini yap’ dedi. Türkiye’de patronlar işlerini bırakamıyor. Bıraksalar işlerinin önü açılacak, bir noktaya gelip tıkanıyorlar. Değişmek istemiyorlar. Yükselip bir noktada kalıyorlar, sıçrama yapamıyorlar. Colins, Mavi Jeans ve Marks & Spencer gibi güzel örnekler de var. Hüsnü Özyeğin mi yönetiyor Marks& Spencer’ı? Hayır profesyonel yöneticiye bırakmış durumda. Yeni nesil ofiste çalışmayacak* Çalışan profili de artık çok değişti. Siz gençlere de ders veriyorsunuz...Değişik nesil geliyor. Y kuşağı. Bunların hiçbiri ofiste çalışmayacak. Ben de evimde de ofisimde de aynı düzeni kurdum. İşe gitmeden işinizi takip edebilirsiniz. Birçok iş artık böyle yapılıyor. Her şey artık network işi. Ben de bunu yapabilecek konumdayım. Beni herkes tanımış tanıdığı kadar, bir telefonun ucunda herkes. Bunların hepsini kendim yaptım. Arkamda zengin bir baba, beni destekleyen varlıklı, itibar sahibi bir koca yoktuCEO kadınlar birbirinin rakibi* Girişmci kadın profili ve büyük şirketlerde yöneticilik yapan kadın profili bana farklı gibi geliyor... Sizce?Türkiye’de girişimci kadın sayısı artıyor. Kısa süre çalıştığım bir kadın oldu. Çok başarılı bir kadın. Bir gün ceket etek işe gitmekten sıkılıyor, takı işine giriyor, şu anda Alman hazırgiyim firmalarına aksesuar ihracatı yapıyor, 250 kadın çalışanı var. Şimdi tekstil ihracatına da başladı. İş kadınlığı risk almayı gerektiriyor. Kadınlar CEO ve genel müdürken birbirlerinin rakibi. Rekabet var, destekleme yok.
Sabancı Üniversitesi Uluslararası Danışma Kurulu Üyesi Cem Cemsig, Türkiye’nin gündeminde yer alan yerli otomobil üretme projesine, farklı bir yorum getirdi: Bence ne yaparsanız yapın önemli olan yaptığınız yatırımın kârlı olması ve size dünyada pozisyon sağlaması. Kârlılık, satabilmek, dünyaya açmak her şeyden çok önemli...CEM Cemsig, Sabancı Üniversitesi Uluslararası Danışma Kurulu üyesi. Bu göreve henüz yeni geldi. 5 yaşından beri yurtdışında yaşayan Cem Cemsig, çok ünlü bir yatırım danışmanı. Amerika’da yaşıyor. Newtonmore Advisors Limited ve Gordion Investments Limited şirketlerinin sahibi. 1983 yılından beri yatırım danışmanlığı yapan Cem Cemsig’in başlattığı, yönettiği ve tamamladığı yatırımlar arasında Tiffany & Co, A&W, Club Car ve Peebles, Breguet, Gucci ve Ebel de var... Bugüne kadar 80’in üzerinde dünya çapında yatırımı gerçekleştiren Cem Cemsig Türkiye’de üniversitelerde yeşeren fikirleri hayata geçirmek ve Türkiye’deki girişimcilere destek olmak istiyor. Cemsig’le kaldığı Çırağan Oteli’nde buluştuk, sohbet ettik. Çok zarif bir insan. Türkçesi hiç bozulmamış. Siz Ankara doğumlusunuz... Nasıl gittiniz Amerika’ya? 1944’te doğdum. Hayatımın ilk 4-5 yılı Ankara’da geçti. Babam Etibank’ta hukuk müşaviriydi. Babamı Paris’e yolladılar. 12 yıl orada kaldık. Gençliğim Fransa’da geçti. Ben 2 yıllığına İstanbul’a döndüm. Galatasaray Lisesi’nden mezun oldum. Üniversiteyi İsviçre’de Neuchatel Üniversitesi’nde okudum. Chicago Üniversitesi’nde işletme dalında master da yaptım. New York’da Bankers Trust Company’de 1981’e kadar çalıştım. 1979’da Bahreyn’e gönderildim. 3 yıl orada kaldım. 3 arkadaşımla birlikte bankacılığı bıraktık. Yatırımcılık şirketi mi kurdunuz?Evet. 1983 yılında hepimiz istifa ettik. Kendimizi bir maceraya attık. Otel odalarında kurduk şirketimizi, 50 milyon dolar sermayeyle başladık. Investcorp’du şirketimizin adı. İlk işiniz neydi? İlk yatırımımızı da Amerika’da yaptık. Tiffany&Co şirketini satın aldık. Arap memleketlerinde zenginlik vardı ama yatırım kanalları çok azdı. Biz profesyonel bir şirketle onların paralarını yatırabiliriz diye düşündük. Öyle de oldu. Tiffany&Co. çok ünlüydü zaten. O dönemde sahibi Avon’du. Zarar ediyorlardı. 135 milyon dolara aldık. O zaman dünyada satışı 84 milyon dolardı.160-170 milyon dolarlık bir ağırlığı ve gayrimenkulleri vardı. Üretimi kaldırdık, markayı dünya pazarına açtık. Agresif hareket ettik ve şirketin sahibi olduk.Sonuçta...1984 yılında 6 milyon dolar zarar ederken marka, 3 yıl içinde 22 milyon kârlılığa ulaştı. Bu yıl 3 milyar dolar satış yaptı, 30’un üzerinde ülkede satılıyor. 1990 yılında şirketi piyasaya açtık. Böyle kaç yatırımınız oldu?80’in üzerinde, 10 milyar dolarlık yatırım yaptık. Yüzde 98’i başarılı oldu.Türkiye ilk 10’a girer mi?Türkiye 2050’de dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girmeyi hedefledi. Sizce girer mi?Olabilir. Türkiye global krizden Amerika ve Avrupa gibi etkilenmedi ama dünya ekonomisinin yavaşlamasından etkilenmemesi de mümkün değil. Ekonomi büyüyor ama Türkiye’de enflasyon problemi var. Harcamaları kısmak lazım. Hükümet için bu problem. Cari açık sorunu var. Çok ithal edip az ihraç ediyoruz. 5 yılda bunu planlamak ve düzeltmek lazım. Çin, Brezilya, Hindistan... Dünyadaki güç dengeleri değişiyor... Türkiye’nin bu treni yakalaması için ne yapması gerekiyor?Gelişen ekonomiler fenomeni var artık. Çin, Brezilya, Hindistan dediğiniz gibi ilk akla gelenlerÖ Türkiye de girmekte bu ülkeler arasına ama işi zor. Türkiye cazip bir ülke görülüyor ama birtakım analizler var. Dünyada yatırım için en cazip ülkeler sıralamasında Türkiye 39’uncu. Amerika birinci, İsveç ikinci. Hindistan Avrupa ülkelerinden sonra geliyor. Türkiye daha ileride olmalı. Türkiye’de yatırımcıların işi zor. En büyük zorluk nedir?Türkiye’de vergi sorunu, idareci bulma sorunu var. Vergi mevzuatı ve bürokrasi mutlaka değişmeli. Türkiye’nin en büyük sorunu sermaye. Sermaye büyük ailelerde ve holdinglerde. Banka ve sigortalar bu işlerin büyümesine yardım etmiyor. Amerika ve Avrupa’da emekli sandıkları çok kuvvetli ve bunlar yatırımlara girebiliyorlar. Türkiye’de fonlama ve borçlanma eksik. Türkiye’de yakın zamana kadar bankalar orta vadeli finansman vermiyorlardı. Türkiye’de hâlâ bugün ipotek konusu zor. Türkiye bu konularda gelişmeli. Satabilmek önemli‘İlk 10 ekonomi arasına girmek istiyorsa kendi otomobilini yapmalı’ diyenler var. Başbakan da çok istekli... Şart mı sizce? Başbakan daha fazla şey isteyebilir. Otomobil Türk markası olmalı mı? Ben paylaşmam. Bence ne yaparsanız yapın önemli olan yaptığınız yatırımın kârlı olması ve size dünyada pozisyon sağlaması. Yapılabilecek kârlı yatırımlar mutlaka var. Bir misal vereyim, 1970’li yıllarda Cezayir’e bakıyordum, petrolden o dönemde çok para kazanıyorlardı. Bizi çağırdılar hükümet te-levizyon endüstrisini kontrol etmek istiyordu. TV sanayisi kurmak için 250 milyon dolarlık yatırma ihtiyaçları vardı. Biz onlara neden televizyon sanayisi kurmak istiyorsunuz? dedik. Destek vermedik ama kurdular, 5 yıl sonra da kapandı. Kârlılık, satabilmek, dünyaya açmak her şeyden çok önemli... Amacım Türkiye’deki fikirleri, üniversitelerdeki çalışmaları, araştırmaları ticari hayata kazandırmak. Patent alıyorlar ama üretime, hayata geçiremiyorlar birçok çalışmayı. Ben bunu sağlamak istiyorum. Türkiye’ye sık geliyor musunuz?Sık sık geliyorum. Annem 93 yaşında ve kız kardeşlerim var. İşlerimden dolayı da 2 ayda bir geliyorum. İşadamlarının çoğunu tanıyorum, dostluklarım var. Eşim Amerikalı. 40 yıllık evliyiz. Güzel ve mutlu bir evliliğim oldu ama çocuğumuz olmadı. Eşimin çocuklarla ilgili vakıflarla çok yakın ilişkileri var...Türkiye’de Innova’yı kurduk, 2 yıl önce 22 milyon dolara Türk Telekom’a satıldıTürkiye’de neler yaptınız?Türkiye’de işimiz olmadı. Müşterilerimiz Amerika ve Avrupa’daki yatırımları tercih ettiler o dönemde. 1995’e kadar Avrupa’daydım. Investcorp’tan ayrıldıktan sonra kendi grubumu kurdum. 13 yatırım yaptım o günden bugüne. Ayrıca daha küçük yatırımlar için de bir şirketimiz var. Genç şirketleri büyütme imkanlarına baktık. Türkiye’de de 2 milyon dolar sermaye ile Innova diye bir şirket kurduk. Innova büyüdü, 2 yıl önce de Türk Telekom’a 22 milyon dolara satıldı. Bu yıl cirosu 75 milyon dolar oldu. Ben o zaman bunu numune olarak yaptım. Emelim bu tip yatırımları Türkiye’de desteklemek. Sabancı Üniversitesi’yle yolunuz nasıl kesişti?Sabancı Üniversitesi’yle tanışıklığım çok yeni. Bir arkadaşım Güler Hanım’la (Sabancı) beni Londra’da tanıştırdı. Benim emelim de bilim alanında çalışanlara yardımcı olmak, böyle bir iddiam vardı. Geçen aylarda Danışma Kurulu’na girdim.
Ruhi Engin Özmen Türkiye’nin en büyük lojistik şirketlerinden Mars Lojistik Grup A.Ş.’nin kurucularından. 1961 İstanbul doğumlu olan Özmen genç yaşında çalışmaya başladı. İşini kurup patron olduktan sonra İletişim Fakültesi’nde okumaya karar veren Özmen’in ‘öğrenci iş adamı’ serüveni başarıyla noktalandı ve Özmen’in eğitim sevdası bitmedi. Özmen, aynı zamanda Beykoz Lojistik Meslek Yüksek Okulu’nun da kurucusu. 2000 öğrencisi var. Aynı zamanda Uluslararası Nakliyeciler Derrneği (UND) Başkanı olan Özmen’in sektörle ilgili farklı projelerini konuşmak üzere buluştuk. Türkiye’de 1500 taşımacılık firması 47 bin araç var. Sektör 400 bin kişiyi istihdam ediyor. Türkiye’nin 2023 ve 2050 hedeflerini tutturup ihracatını katlayabilmesi için lojistik üs ve dünya ticaretine yön veren bir ülke olması gerektiğini vurguluyor Özmen. Bunun gerçekleşmesi için de projelerini sıralıyor. Mars Lojistik çok eski ve büyük bir şirket. Siz bu işe nasıl başladınız? 1987’de sektöre girdik. Ben hayata gözümü açtığımda ilk işim uluslararası nakliyattı. 3 ortağız. Türkiye’de ilk 500 şirketinin arasında uzun yıllardır 300’lerde yer alıyoruz. Ofis boy olarak işe sıfırdan başladım. O zaman işimiz kamyonla nakliyattı, zaman içinde işleri büyüttük. Artık işinize lojistik diyoruz...Evet ama inanın eskiden bu iş daha karizmatikti. TIR şoförü bulamıyoruzNeden?TIR şoförlüğü daha prestijliydi. Eskiden çok istekli vardı. Şu anda arasanız da bulamıyorsunuz. İşsizlik var ama TIR şoförü yok. Neden? Bu sektörün önemli bir sorunu olmalı...Kesinlikle... İnsanlar rahata alıştı. Eskiden böyle değildi. İnsanlar uzun süre seyahat etmek istemiyor. TIR şoförlüğü özgür ruh istiyor. Kolay değil. İstanbul’dan çıkıp koskoca bir arabada herkese yüksekten bakarak gidiyor 5-6 ülkeyi geziyorsunuz. Böyle anlatınca cazip gibi... Neden eskisi gibi değil?Örneğin bir TIR şoförüne Avrupa’ya gitmek cazip olabilir ama Irak cazip gelmez... TIR şoförlerinin uzmanlık alanları arabayı iyi kullanmak ve gümrük formalitelerini bilmektir.Genç ve reflekslerini kaybetmemiş olması gerekir. Ama 70 yaşında bu işi yapan duayenler de vardır. Sektörde şoför ihtiyacı had safhada. TIR şoförü olmak istenmemesinin en önemli nedeni imaj bozukluğu. Televizyonlara bakın uyuşturucu, silah kaçakçılığı hep TIR’larda. Bunlar etkiliyor insanları. Bir ülkede kaçakçılık, pis işler hep aynı şekilde yapılmaz ama algıda böyle bir sorun var. Avrupa’nın en büyük taşımacılık filosu Türkiye’de. Bu iyi mi kötü mü?Baktığınız yere bağlı. Türkiye’deki ihracatın yüzde 85’ini Türk taşımacısı olarak taşıyorsanız iyi bir iş yapıyorsunuz. İthalatı da siz taşıyorsanız sorun yok. Bu sektör 400-450 bin kişiyi istihdam ediyor. 5.5.-6 milyarlık dolarlık yatırımı var, yılda 6 milyar dolar döviz girdisi kazandırıyor. Karayolu taşıması hiçbir zaman bitmez. Gemiyle ve trenle taşırsınız ama nihai tüketiciye yine karayoluyla malları ulaştırırsınız. Bizim transit ülke olmamız da burada çok önemli. Biz transit malların geçişine de yardımcı oluyoruz. Önü açık gelişmeye çok müsait bir sektör lojistik...Çok sayıda taşımacılık şirketi var. Bunların hepsi yurtdışına iş yapabilir mi?C2 yetki belgesi sahibi olan TIR firmaları istedikleri yerlere taşıma yaparlar. Kuzey Irak’a da taşır Avrupa’ya da taşır. Bu belge her yere taşıması için yeterlidir.Şu anda Türkiye için bazı adreslerde sorun var. Örneğin Suriye... Nedir durum?Ticaretin durması mümkün değil. Suriye’de iç karışıklık var ama TIR şoförleri işe devam ediyor. Konvoy halinde gidiyorlar. Bir olay oldu, bir tır şoförü arkadaşımız hayatını kaybetti. Şu anda Suriye’deki TIR trafiğinde engelleme yok ama olursa alternatif yol da düşünüldü. Ro-Ro taşımacılığı planlanıyor. Mersin’den İskenderiye’ye oradan kanalı geçip Ortadoğu’ya inecek bir güzergah planlandı. Kanalı geçip gitmek şu anda pahalı ama insan hayatı çok daha önemli. Suriye kapısı kapanırsa biz bu taşımacılığı yine yaparız. Türkiye transit ülke olarak da önemli bir konumda. Dünyanın dengeleri de değişiyor. Çin, Endonezya, Hindistan ekonomileri güçleniyor. wwTaşımacılık da bu değişimlerden etkileniyor. Siz Türkiye’de sektörün geleceğini nasıl görüyorsunuz?Dünyada üretim merkezi Doğu tüketim Batı. Mesela önce çevremizden ele alalım. Kuzey Irak’ta yeni oluşum var orada alt yapı hizmetleri Türkiye sayesinde gerçekleşiyor. Her malzemeyi bizden alıyorlar. O bölgelerdeki ticaret son dönemde çok arttı. Ne kadar arttı?9 kat arttı. Türkiye Ortadoğu’nun kapısı. Bizim istikrarımız için de o ülkelerle yapmış olduğumuz ticaret önemli. Türkiye gelişti. Türkiye’deki üretim yelpazesi gelişti. Her ülkede Türk ürünleri var. İlişkiler hep canlı. Ama güvenlik nedeniyle gitmediğimiz yerler de var. Bağdat’ın altını da kullanmıyoruz. Devlet de istemiyor zaten. İhracat arttıkça işler de artıyor. Nasıl rakamlar?1 milyon 300 bin taşıma bu yıl Avrupa’ya yapıldı. Bu artıyor. Yüzde 5.5 civarında artış oluyor her yıl. İhraç ettiğimiz ürünlerin yüzde 85’ini taşırken rekabetten dolayı pazar payımızı kaybediyoruz. Vize sorunu varHangi ülkeler rakip?Polonya, Bulgaristan ve Romanya pazar kapıyor. Bir ara onlar bizden iyiydi. Türkiye kendini iyi toparladı sonradan. Biz bu işi iyi yapıyoruz. Güvenliyiz ama rekabette engeller var. İstediğimiz kadar Avrupa’ya taşıma yapamıyoruz. Çünkü AB üyesi değiliz. Belge sorunları var. Her ülke farklı uygulama yapıyor. Geçiş belgeleri sınırlı. Bir yılda 200 giriş yapıyor bir TIR. Serbest ticaret yapıyorsunuz ama malı serbest dolaşarak ulaştıramıyorsunuz. Şoförlere 3 aylık vize veriyorlar. Vize yenileniyor bazen vermiyorlar, kısıtlamalar var. Malın serbest dolaşması gibi iş adamlarının da serbest dolaşması lazım. Bazı kişilere de uzun süreli vize verilmeli. Türkiye en çok hâlâ Almanya’ya mı mal taşıyor?Almanya mihenk taşı. En büyük partner. İtalya, Fransa, İspanya da bizim için iyi pazarlar..2023 için büyük hedefler koyan Türkiye pazarlarını çeşitlendirmeliTürkiye transit taşımacılıkta da daha önemli bir yer alabilir mi bu limanlar sayesinde?Yeni pazarlar bulunmalı. Çin’deki üretim kendi doğusuna kayıyor. Bize göre Batı’da, o bölgede Çin devinim politikası izliyor. Büyük yatırımları var. Şangay ve etrafındaki üretim merkezlerini Batıya kaydırıyor. Bu önümüzü açacak. Çin’in Batı’daki malı Pakistan, İran ve Türkiye üzerinden Batı Avrupa ve Amerika’ya açması çok kolay. Biz bunun için girişimde bulunduk. Çin’in Batı’ya bağlanma projesi bizle çok ilgili. İki İpek Yolu vardır biliyorsunuz, bizi ilgilendiren Güney İpek Yolu. Çin’den, Pakistan’dan ve İran’dan meslektaşlarımız geliyor. Bu güzergah üzerine çalışıyoruz. Bu güzergaha baktığımızda üretim Doğu’ya kaydı, Çin üretiyor, Uzakdoğu üretiyor, Çin Batısı’nda üretiyor, Amerika’ya göndermek için kendi içinde Şangay Limanı’na getirmek için 7 bin kilometre yol yapıyor. Limanda gemilere yükleniyor mallar, dünyayı dolaşıp Los Angelas’a gidiyor. Oradan da 3-5 bin kilometre yol yapıp New York ve çevresine ulaşıyor.Bu ürünleri, Pakistan, İran, Türkiye yolundan Akdeniz Çanağı’na indirip gemiye indirirseniz direkt malı Amerika’nın doğusuna götürürsünüz ve iki kez indirip bindirme olmaz. Bu büyük bir proje. BM desteği ve İran’ın işin içine katılması gerekiyor. Çin’den gelip Türki Cumhuriyetleri dolaşan ve İpek Yolu denilen Kuzey Avrupa’ya giden yol bizim menfaatimize değil. Sibirya’dan geçen ve yine Kuzey Avrupa’ya giden bu yolun ikinci ayağı yeni ortaya atıldı, New York’tan tren yoluyla Bering Boğazı’nı106 km tünelle geçip Trans Sibirya hattını Çin’i bağlamak düşünülüyor. 2023 yılında Türkiye büyük hedefler koymuşsa pazarlarını çeşitlendirmeli. Yeni yollar, yeni pazarlarla transit olabilirsiniz. İstanbul’un her iki yakasında birer lojistik üssü olmalı2023 hedefleri konuldu... İhracat artacak...2023’te 1.2 trilyon dolar dış ticaret hacmine ulaşılacak. Peki bu ihracat rakamlarına ulaşırken bunları kim taşıyacak ve kim depolayacak? Lojistik üs nasıl olunur?Nasıl olunur?Türkiye lojistik üs olacaksa alt yapı olmalı. Lojistik üs kurmak için önce bölge seçilmeli. Finans ve ticaret merkezi, İstanbul’un Anadolu ve Avrupa yakasında birer üs olmalı. ‘Orhanlı ve Çorlu’da olsun’ deniliyor. Bakıyoruz planlara, otoyol ve havalimanı, liman bağlantısı var m? Yok. İstanbul merkez olmamalı, İstanbul dışında olmalı üsler ama bağlantıları yapılmalı. TIR’ların köprü girişinde bekletilmesi doğru değil3’üncü köprü projesi kolaylık sağlar mı?Yeni geçiş bir anlamda önemli. Tırlar Kapıkule’den girip İstanbul’a en yakın yerden karşıya geçecekse olumlu olur. Tırlar İstanbul’un içine girmekten memnun değil. Bu arada yasaklarla gelen uygulamalardan memnun değiliz. Saat uygulamaları gibi mi?Saat uygulaması yanlış. Trafiğin akmasını sağlasalar çok daha iyi olur. Sistem ve disiplinli geçiş sağlanmalı. Ring yaratmak lazım. TIR’ların beklemesi köprü girişlerinde doğru değil. TIR bir gün beklediğinde bunun maliyeti hesaplanmıyor. TIR yüklendiğinde feribota binmeli. 400 euro günlük maliyeti var bir TIR’ın. Yalnızca İstanbul’da değil sorun. Limanlar yetersiz. Bakan Binali Yıldırım bu anlamda Çandarlı Liman projesini çok önemsiyor... Siz ne diyorsunuz bu konuda?Binali Yıldırım sektör için şans. Zeki ve analitik düşünebilen bir insan. Çandarlı Limanı projesi çok önemli. Bence birinci öncelik Akdeniz Çanağı’na akacak bir limana verilmeliydi. Çandarlı Limanı Batı Anadolu’ya trafiği sağlar ama Akdeniz’de de problem var. Orada limanlar küçük. Çandarlı doğru bir proje. Yapıldığı alanın 3 katına da büyüyebilir. Ama Akdeniz’de de yenilenmeye ihtiyaç var.
Simple Life Tekfen’in kurucusu Feyyaz Berker’in kızları Şebnem Berker ve Meltem Berker’in markası. Doğal ve taze yaşamın adresi desem inanın hiç abartmış olmam. Çünkü Simple Life doğalı ve emeği buluşturuyor. Çarşaflar, peştemaller, sabunlar, ev dekorasyon ürünleri, ev giysileri... Simple Life’ın kurucularından Şebnem Berker’le Bebek’teki mağazalarında sohbet ettik. Yakında herkesin duyacağı başarılı bir çıkışı gerçekleştirecekler. Hamam ürünleri İngiltere’deki Türk Hamamı’nda satılacak.* Simple Life markasına gelmeden farklı deneyimleriniz oldu değil mi?1998’de başladık bu işlere. Başta ithal ürün getirdik. 2 yıl sonra ‘Neden ithal ürün getiriyoruz? Biz kedimiz yapalım’ dedik. * Buradaki her şeyi siz mi yaptırıyorsunuz?Evet. Hepsi Türkiye’de yapılıyor. Seramik, tekstil, takı, cam, bakır, sabun hepsi kendi üretimimiz. Kendi dizaynlarımız. Ekip olarak yapıyoruz tasarımlarını. Yapan sanatçıların da isimlerini kullanıyoruz. Tüm ekibimizin emeği var. * Tüm ekip derken...Örneğin bakır ustalarının emeklerine hayranım. Bakır ustaları ve cam ustaları çok zor şartlarda üretim yapıyor. Seramik çok meşakkatli bir iş. Kadınlarımız dantel işlerini yapıyor. Burada çok emek var. Biz düşünüp, yol gösteriyoruz, tamamen yerel üretim hepsi.* Simple Life ürünleri yurt dışında da satılıyor değil mi?İhracat yapıyoruz. Çok ilgi görüyoruz. Japonya’dan Amerika’ya, Danimarka’dan Avusturalya’ya kadar her yere ürün gönderiyoruz. Enteresan hikayelerimiz var. Mesela Türk porselenleri çok ilgi gördü Japonya’da. Havlu ve el işi de çok satıyoruz. Dantelli nevresim takımlarını çok beğeniyorlar. El örgüsü terlikler yaptık Japonlar için. İskandinav ülkelerinde de çok ilgi var. İtalyanlar ketenlerimize ve çarşaflarımıza bayılıyor. İtalyanlar Türk kotonu istiyor. * Türk kotonunun özelliği nedir? Hep Mısır kotonu beğenilir...Biliyorsunuz Mısır kotonunu özel olarak tercih edenler var. Ne yazık ki bizim bu gibi konularda tanıtımlarımız zayıf. Koton çok değerli. Türkiye’den alıp üretiyoruz biz. Türk kotonu çok kaliteli. Biz asla Mısır’dan koton kullanmıyoruz. * Nedir farkı?Tek farkı biraz daha parlak. Fazla bir özelliği yok. Amerika yalnızca Türk kotonu kullanıyor. Biz ne yazık ki ülke olarak bazı değerlerimize iyi sahip çıkmıyoruz. İpek suyu alır vücuda iyi gelir ve 10 dakikada kurur* Buradaki tüm cam eşyalar özellikle üfleme cam mı?Cam üflemenin de değeri çok bilinmiyor. Çay bardağından dekoratif ürünlere her şey burada üfleme cam. Bizim ürünlerimiz çok amaçlı da kullanılıyor. Vazo olarak da kullanabilir, mumluk olarak da. * Burada hamam grubu var. Çok mu ilgi görüyor bu aksesuarlar ve peştamaller?Hamam grubumuz çok ilgi görüyor. Masion&Objet’te de çok ilgi gördük. Özellikle de peştamallerimiz çok beğenildi. İki tip çizgi ve 24 renkle girdik. Çok beğenildi peştamal koleksiyonumuz. İpek, keten, koton ve bambu kullandık. * Bambulu ürünlerin sağlık açısından ne farkı var?Bambu evet tercih ediliyor. Suyu emiyor. Suda yetiştiği için doğal. Yüzde 100 bambu kullanıldığında elek gibi oluyor, içine koton karıştırmak gerekiyor. Biz bunu da her şeyi olduğu gibi burada üretiyoruz. Yarı otomatik tezgahlarımız da var, kara tezgahlarımız da var. Bambu da anti bakteriyel özellik var... * Çok tercih etmiyor gibisiniz...Ben kişisel olarak çok tercih etmiyorum. İpek kumaşlar vücudun PH’ına en yakın olanlardır. En iyi gelen ipektir insana. Sıcakken serin tutar, soğukken sıcak tutar. Vücut ısısına göre dengelenir. Keten ve koton daha sonra gelir PH oranı olarak. İpek peştamallerimiz suyu anında alıyor, 10 dakika sonra da kuruyor. Koton kumaş geç kurur. Londra’daki Türk hamamına ürünlerimizi vereceğiz* Türkiye’de tüketiciler üzerine yapılan bir çalışma var. TÜSİAD’ın toplantısında Ümit Boyner anlattı. Tüketicilerin yüzde 43’ü ‘yeşil ürün tercih ederim’ diyormuş ama yüzde 4’ü yeşil ürün alıyormuş. Sizce bilinç nasıl? Sizin ürünlerinizde lüks tüketim olarak görülüyor...Türk insanı müsrif. Manava gittiğinde bile müsrif. Yiyeceği kadar alma alışkanlığı dahi yok. Buzdolabında çürütüyor çoğu kişi aldığı meyve ve sebzeleri. Bizim sabunlarımızda paraben ve kostik yok. İnanın yüzünüze başka krem kullanmanıza gerek yok. Kostiksiz ve parabensiz sabunlarımız var. Fiyatlara gelince bizde çok yüksek değil fiyatlar. 1000 lirayı geçen birkaç ürünümüz var. * Parabensiz ve kostiksiz sabunlar yurt dışında çok ilgi görüyor mu? Çok. Son olarak belki biliyorsunuz Harrods’ta Türk Hamamı yapılıyor. * Evet okudum...Biliyorsunuz tarihte ilk termal antik sağlık merkezi Bergama’da. Bu tarihi bir gerçek. M.Ö. 300’lerde kurulmuş. Harrods’ta da Türk Hamamı yapıyorlar. Bu topraklardaki su kültürünü biliyorlar. Biz oraya hamam grubumuzu gönderiyoruz. Peştamaller, sabunlar tüm hamam ürünleri gidiyor. * Kostiksiz sabun yapmak zor değil mi? Yapılabiliyor. İsrailli bir adam fuarda gelip bize çok sinirlendi. Nasıl yaptığımıza şaşırdı. Zeytinyağlı sabunların hepsinde kostik vardır. Formülümüz bizde gizli. Bu sabunların fiyatı pahalı ama bu sabunlar bir aydan fazla gidiyor. Hem banyoda hem de el sabunu olarak kullanılıyor. Sağlıklı yaşam, doğal yaşam tutkunları aradaki farkı çok iyi biliyor. Çayın geç soğuduğu çay bardakları üretiyoruz* Siz hem organik hem de doğal ürünler diye ayrımı özellikle yapıyorsunuz. Evet. Kotonumuz ve ürettiğimiz her şeyde boya girerse organik olamaz. Taş boya ve kök boya da olabilir ama maliyetler yine artıyor. Doğal iplik kullanıyoruz ama organiklik bir yere kadar. Tarlanın üzerinden geçen elektriğe kadar her şeye bakmak lazım. İpliği organik oluyor ama üretim aşamasında organiklik olamayabiliyor. Biz doğal diyoruz. Sabunumuz organik. Onun sertifikası da var. İçindeki yağların hepsi sertifikalı. * Kimler müşterileriniz?Ben herkese bir şey satmak isterim. Bizim fiyatlarımız iyi. Dışarıda birçok büyük marka bornozu 150 liraya satarlarken biz 90 liraya satıyoruz. 150 liraya da 450 liraya da çarşaf setimiz var. 2 liraya da sabunumuz var ama içinde kostik var. Biz pahalı dükkan değiliz ama özel bir dükkanız. Son yıllarda çok bilinçli oldu müşteriler. Yenilikleri takip ediyorlar. Buraya gelenlere işlevselliği de anlatıyoruz. Camlarımız neden pahalı? Payreks, ısıya dayanıklı, zor kırılan, makineye koyduğunda bozulmuyor. Mesela bu çay bardaklarında çay geç soğuyor.Babam TEKFEN’de çalışmam için baskı yapmadıBabam Feyyaz Berker bana da Meltem’e de TEKFEN’de çalışmamı için bir baskı yapmadı. Şirkette profesyoneller var. Ben çocuklarım olunca onları büyütmeye odaklandım. Oğlumun kalbinde bir rahatsızlık vardı, onları bırakamadım. Evden pleksi işi yaptım. Ama sonradan çocuklar da büyüyünce iş hayatına geri döndüm. Babamın doğacı, çevreci yanları var. İnsana çok saygılılar. O kuşak müthişti. Keşke onlar gibi olabilsek. İnsana inançları çok. ‘Babacım artık her şey para üzerine’ diyorum buna kesinlikle inanmıyor ya da bunu görmek ona çok acı veriyor.
İSTANBUL DÜNYA TRENDİ OLUYORTarihi Galata Köprüsü yerli, yabancı tasarımcıları ve eserlerini konuk ediyor bu hafta. İstanbul Design Week’in bu yıl 6’ıncısı yine eski Galata Köprüsü’nde gerçekleşiyor. Hatırlarsınız geçen sene ünlü tasarımcı Karim Rashid gelmişti bu yıl yine ünlü tasarımcılar ve trend uzmanları Desing Week için İstanbul’ geldi. Sergi dışında seminerler ve konferanslar da düzenleniyor. Trend tasarımcısı Lidewij Edelkoort, İngiltere’nin nin en ünlü mimarlarından Amanda Levete, endüstriyel ürün tasarımcısı Tomoko Azumi, ünlü mimar Melkan Tabanlıoğlu, uzman trend danışmanı Zuzanna Skalaska, dünyaca ünlü marka yaratıcıları Paul Van Ravestein & Monique Mulder (Mattmo), endüstriyel tasarım eleştirmeni Nathan Shedroff, İF Design Awards Başkanı Ralph Wiegman, Singapurlu Juju Studio’dan Timo Wong & Priscilla Lui, endüstri ürünleri tasarımcısı Ronen Kadushin ve yaratıcı endüstriler uzmanı Eberhard Schrempf da bu etkinlik kapsamında seminerlere ve konferanslara katılıyor. Design Week’i gezdim. Öncelikle gençlerden çok etkilendiğimi söyleyebilirim. Yeditepe Üniversitesi ve Doğuş Üniversitesi öğrencilerinin yaptıkları özellikle çok dikkatimi çekti. Üniversite öğrencisi gençler dünyanın en ünlü tasarımcılarıyla tanışmanın heyecanını da yaşıyordu. Design Week’in arkasında deneyim ve emek var. Türkiye’nin tanıtımını üstlenen dDf’in kurucuları ve yöneticileri Esra Ekmekçi, Arhan Kayar ve Doğan Ekmekçi uzun zamandır İstanbul’un dünyada sanat ve kültürel etkinliklerle cazibesini artıran bir şehir olması için çaba harcıyor. Arhan Kayar sorularımı yanıtladı, kısaca burada onun anlattıklarına yer vermek isterim:Arhan Kayar; - Türkiye son 10 yılda büyük bir ivme kazanarak uluslararası rekabette ön saflara geçti. Özellikle uluslararası tanıtım faaliyetlerini binlerce yıllık tarihi zenginliğimizin yanı sıra güncel yaşam tarzımız ve bunun sanat, moda, tasarım, kent kültürü gibi güncel faaliyetler ile destekliyor. Bunun en büyük kanıtlarından biri giderek bir dünya trendi haline gelen İstanbul’u örnek olarak alabiliriz. Son yıllarda tasarım kültürü gündelik yaşantımıza gerçekten girmeye başladı.Türkiye’nin imajındaki olumlu gelişmeler her alanda güçlü tasarımlarla desteklendiği sürece bu süreç tamamlanacak. - Biz tasarım bilincinin ve kültürünün küçük yaşlarda verilen eğitimle geliştirileceğine inanıyoruz. Türkiye’de 36 adet güzel sanatlar fakültesi var. Sağlam bir genç kuşak yetişiyor. Biz İstanbul Design Week’te 22 üniversiteye karşılıksız olarak sergileme ünitelerini veriyoruz. Geçen sene Karim Rashid, Massimilliano Fuksas, bu sene de Lidewij Edelkoort, Amanda Levete ve Anthony Burill gibi dünyaca ünlü isimlerin konferanslarına ücretsiz giriş imkanı sağlıyoruz. Bu da dDf olarak bizim sosyal sorumluluk projemiz.- Tasarım markalaşma sürecinin olmazsa olmaz unsuru. Özgün tasarım olmadan önemli marka olamıyorsunuz. Dünya rekabetinde markalaşma, rekabetin en önemli silahıdır. Yani eğer imajınız ve markalarınız varsa ürünleriniz daha değerli pazarlanabiliyor. Markalaşmak da fiyat politikalarının belirleyicisi katma değer oluşturuyor. Türkiye artık kendi ürünlerini tasarım ve markalarının gücüyle daha pahalı satabilmeli, Türk ürünleri daha değerli olmalı, zaten Türkiye’de bu konuda önemli adımlar atılıyor.Tüketici ya da turist bir yabancının gözünde ülkenizin imajı ne kadar değerliyse onlara sunacağınız ürünler de o derece değer kazanır.Dolayısıyla ülkenin imajı, turizmi ve turizm gelirlerini doğrudan etkiler. Daha üst gelir profiline sahip turiste ulaşmanın yolu da bu süreçleri tamamlamaktan geçiyor.- Bir ülkenin tanıtımı o ülkenin imajıyla doğrudan bağlantılı. O ülkenin imajının oluşmasında da ülkenin değerleri büyük rol oynuyor. Ülkeler tasarımcıları, sanatçıları, edebiyatçıları, modacıları, bilim adamlarıyla değer oluşturuyor. Tabii ki sanayicisi, işadamları ve politikacıları bu süreci güçlendiriyor. IDW ile amacımız Türkiye’nin dünyada tasarım ve tasarımcılarıyla yerini alması, tasarım aracılığıyla uluslararası bir network oluşturmak, farklı tasarımın gücüyle Türkiye’yi algıda daha güçlü ve daha farklı konumlanmasına katkıda bulunmak. Örneğin; Japonya yenilikçi ve teknolojik kimliğiyle, Fransa lüks konusundaki gücüyle, İtalya moda ve estetikteki birikimiyle dünyada ülkeler arasındaki konumunu hissettiriyor.Kültürlerin beşiği olan Türkiye hak ettiği bu yere ulaşacaktır. İstanbul, dünyada en fazla turist çeken ilk 10 şehir arasında son yıllarda yerini koruyor. Dünyanın ilgisini üzerine çeken, New York, Paris gibi dünyaya yön veren şehirlerle bir arada ismi geçen bir metropol. Hatta Avrupa ve Asya’yı birleştirmesi, Doğu ile Batının mükemmel sentezi oluşu, içinden deniz geçen tek şehir olması, 8 bin yıllık tarihi ile eşsiz bir kent. İnanıyoruz ki IDW ve benzeri etkinliklerle uluslararası sanat ve tasarım camialarının ajandalarında vazgeçilmez bir yer ediniyor.
Teknik olarak Türkiye’nin otomobil üretebilir durumda olduğunu söyleyen Doğuş Otomotiv Yönetim Kurulu Başkanı Aclan Acar, “F16 üreten Türkiye neden otomobil yapamasın? Bu doğru fiyatlamayla olur. Eğer Türkiye dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girecekse otomobil üretmeli. Hemen bir grubun çıkıp ‘Biz yapacağız’ dememesini de anlıyorum. Çünkü en az 1.5 milyar dolarlık bir yatırım gerektiriyor” dedi.Doğuş Otomotiv, Türkiye’den Birleşmiş Milletler Küresel İlkeler Sözleşmesi’ni Global Compact’ı imzalayan ilk otomotiv şirketi. İki yıldır da GRI (Global Reporting Iniative) çercevesinde raporlama yapıyorlar. Bu cümlelerden ne yaptıklarını anlamanın bu konuyla ilgilenenler dışında zor olduğunu biliyorum. En kısa ve öz anlatımla, tasarruflu ve verimli bir çalışma prensibi üzerinden hareket ediyorlar. Sürdürülebilir bir dünya için şirket olarak ne yapabileceklerse onu yapıyorlar. Her konuda silkelenmiş durumdalar. Kullandıkları kağıtlardan, ürettikleri atıklara, çalıştıkları binalara kadar her şey bu kapsamda zaman içinde değişiyor. Doğuş Otomotiv Yönetim Kurulu Başkanı Aclan Acar, bu konudaki son gelişmeleri bizlerle paylaşmak için bir gazeteci grubuna yeni raporlarıyla ilgili bir sunum yaptı. Bu rapora göre, Doğuş Otomotiv 2010’da araç başı su tüketimini yüzde 34, araç başı karbon emisyonunu da yüzde 4 oranında azalttı. Doğuş Otomotiv geçen yılda böyle bir ‘sürdürülebilirlik’ raporu yayınladı. O raporda 10 alan vardı, bu kez dokundukları alan 63’e çıktı ve raporlama seviyesi olarak da C’den B’ye yükseldiler. Doğuş Otomotiv tüm çalışanlarını da dinliyor. Bilgi Üniversitesi’nden bayileri, Sabancı Üniversitesi’nden de şirketin çalışmaları eğitimler alıyor. Acar, “Geri hizmette servislerde çalışanlardan 570 öneri geldi. Tüm önerileri topladık, aldığımız önlemlerle 185 bin liralık tasarruf sağladık” diyor. Doğuş Otomotiv 2010’u bir önceki yıla göre yüzde 17 daha tasarruflu geçiriyor. Bu sohbetimiz sırasında Doğuş Otomotiv’in distribütörlüğünde Türkiye’ye gelen araçlarla ilgili bilgiler de alıyoruz. Örneğin Audi A8’in hibrit araçlar kadar çevreye duyarlı bir teknolojiyle üretildiğini anlatıyor Acar. Kırmızı ışıkta kendi kendine stop eden teknolojiyle havayı daha az kirleten araç modellerinin artık Türkiye’de de tercih edildiğini öğreniyoruz. Şirketin bayi ağına verdiği eğitim seminerleri hakkında da bilgi aldık. Bayilerin birinci kuşaklarına ayrı ikinci kuşaklarına ayrı eğitim seminerleri düzenliyorlar. Aclan Acar bir gözlemini paylaşıyor: “İkinci nesil bayilerde kız patron sayısı artıyor. Babalar işlerini kızlarına devrediyorlar. İkinci nesilde erkekler de başarılı ama kızlar da çok başarılı. Erzurum Bayimizin kızıyla tanıştım. Çok modern genç bir kız. Erzurum’da çok başarılıyız.” Doğuş Otomotiv’in Türkiye’de üretimi yok ama otomotiv sektörünün önemli oyuncularından biri olan ve çatısı altında çok sayıda markayı barındıran Doğuş Otomotiv’in Başkanı Aclan Acar’a, Başbakan’ın sektöre önerdiği konuyu sorduk. “Türkiye kendi otomobilini yapacak mı? Ve nasıl yapacak?” Acar’ın bu konudaki düşüncelerini özetlemek isterim: “Teknik olarak Türkiye otomobil üretir. F16 üreten Türkiye neden otomobil yapamasın? Bu doğru fiyatlamayla olur. Türkiye’de bu alanın ekosistemi de var. Eğer Türkiye 2050 yılında dünyanın ilk 10 ekonomisi arasına girecekse otomobil üretmeli. Avrupa’da otomobil üreten ülkelere bakın. Almanya, İtalya, Fransa, İspanya... Türkiye kütlelere hitap eden araç üretmeli. 15 bin liraya satılabilecek bir araçtan söz ediyorum. Kim yapar, kimler yapar bilemiyorum. Ama hemen bir grubun çıkıp da ‘Biz yapacağız’ dememesini de anlıyorum. Çünkü en az 1.5 milyar dolarlık bir yatırım gerektiriyor. Bir araya gelelim yapalım da denilebilir. Sonuçta bir şekilde Türkiye kendi otomobilini yapmalı, ilk 10 ekonomi hedefine ulaşmak için bunu yapmalı.”