Ali Bilgen, 14 yaşında gittiği Kanada’nın pirinç ihtiyacının neredeyse yarısını karşılayan bir şirketin patronu oldu. Eşi Belgin Bükey ile kurdukları A&BB Rice, ABD’deki hapisanelere de satış yapıyor. Bilgen, “ABD’de 2.5 milyon kadar hükümlü var. Bu insanların en çok yedikleri yemek kuru fasulye ve pirinç. Bunu da biz veriyoruz” dedi.Ali Bilgen’i tatil için Türkiye’ye geldiği dönemde tanıma fırsatı buldum. Kısa tatilini oğlunun sörf merakı nedeniyle Çeşme’de geçiriyordu. Türkiye’deki dostları onu benimle “Kanada’nın bakliyat kralı” olarak tanıştırdılar. Hikayesi tam bir başarı öyküsü. 14 yaşında yapayalnız gittiği Kanada’da kendi işini kurmuş, Kanada’nın pirinç ihtiyacının neredeyse yarısını karşılayan bir şirketi var, şirketin sınırları Kanada’yı da aşmış. Ortağı ve eşi Belgin Bükey. Hem çocuklarını büyütmüşler hem de şirketlerini...Nasıl gittiniz Kanada’ya?1980 senesinde okumaya gittim. Moda Koleji’nde lise 1’i bitirdim, Türkiye’nin karışık olduğu dönemlerdi. Ailem yurtdışında okumamı istedi. Bu fikir benim de hoşuma gitmişti. Neden Kanada?Kanada’da amcam vardı. Ama bu nedenle değil. İlk olarak Londra düşünüldü fakat lise birden sonra orada okul ayarlama konusunda sorun olunca Kanada’ya karar verildi. Yatılı okula gönderildim. Amcam bulunduğum yere çok uzaktaydı. Yani yalnızdım. Üniversiteden 1988’de mezun oldum. Geri dönmeyi hiç mi düşünmediniz?Düşündüm. O dönemde geri dönmek istedim. Türkiye de o dönemde dışa açılıyordu ama olmadı. Kanada’da işe başladım. Nasıl girdiniz bakliyat işine?Dediğim gibi ben dönecektim. Dönmeden önce de iş tecrübesi elde etmek istedim. Bir iki yıl çalışıp iş deneyimine sahip olmak istedim. Kanada’nın tarım üzerine çalışan en eski broker şirketine girdim. İthalatla görevliydim. Dış ticaret konusunda uzmanlaşacaktım. Öyle de oldu. Bu arada o şirket Türkiye’den kuru üzüm, incir, bakliyat getirmekteydi. 5.5 sene orada çalıştım. 1994 yılında kendi şirketimi kurdum. Eşiniz Belgin Hanım da aynı zamanda ortağınız...Evet. İşi birlikte kurduk. Şirketimizin adı A&BB Rice. Ali Bilgen-Belgin Bukey olarak A& BB RiceÖÖnce ortak sonra da eş olduk. İşimiz de hep pirinç odaklı oldu.Bu nasıl oldu? Neden pirinç?1994’te sadece pirinç üzerine çalışan broker şirketi yoktu Kanada’da. Rakip şirketler 50-60 kalem malla çalışıyorlardı ve hiçbir kalem malda iyi değillerdi. Çünkü odaklanmıyorlardı bir ürüneÖ Fındık, kuru meyve, nohut v.sÖ Farklı ürünler getiriyorlardı. Biliyorsunuz pirinç Çinliler, Koreliler için çok önemli. Çinli toptancının pirinci yoksa diğer mallarını da satamaz. Çinli toptancılar pirinç konusunda çalıştıkları insanlarla iyi diyalog kuruyorlardı. Onlar da işi iyi bilen insanlarla çalışmak istiyorlardı. Biz sadece pirinç işi üzerine kurduk şirketi. Çin dünyanın en büyük pirinç üreticisi. Ürettiği pirinç orada tüketiliyor. Kendi kendilerine yetecek kadar üretiyorlar. Amerika ikinci yada üçüncü ihracatçı ülke. Ama Çin çok açık ara önde. Biz ilk dönemlerde Çinliler’e mal sattıkÖ10 metrekarelik ofisle başladı İlk işiniz neydi?İlk işimiz 20 tonluk bir işti. Birbuçuk ay para almak için bekledik. 20 tonluk yani bir kamyonluk bir iş için bekledik. Belgin’le ofis bile tutmamıştık. İşi bilgisayar başında evden takip ediyorduk.10 metrekarelik bir iş yerimiz vardı. Oradan Kanada’nın her yerine, Amerika ve dünyaya açıldık. Hala çok çalışanımız yok. Perakendeci değiliz. Gümrük için ayrı çalışanlarımız var ve depolarımız var. En kötü günde 2 bin ton stoğumuz vardır. Ne kadarlık bir büyüklükten söz ediyorsunuz şirketiniz için? Yılda kaç ton pirinç satıyorsunuz?Biz aşağı yukarı 70-80 bin ton pirinç sağlıyoruz. Bu rakam ne ifade ediyor? Kanada’da ne kadar pirinç tüketiliyor yılda?Şöyle ifade edeyim, 70-80 bin ton pirinç Amerika’da yılda tüketilen pirincin yarısı kadar. Bu rakam Amerika’nın yüzde 50’sine yakın. Bu kadar pirinç Kanada’da mı tüketiliyor?Bu söz ettiğim rakam Kanada’da tüketiliyor. 33 milyon nüfusu var Kanada’nın. Biz aynı zamanda Amerika’dan da pirinç alıp Kanada’ya getiriyoruz. Tayland ve Hindistan’dan da özel pirinçler getiriyoruz. İşimiz gücümüz pirinç diyebiliriz. Ama pirincin yanında diğer bakliyatlar da var...Onların oranları nedir?Biz mercimek, fasulye, nohut da ithal ediyoruz. Çiftçi programlarımız var. Biz fabrikası olan yani temizleme işini yapan fabrikalarla kontrat yapıyoruz, çiftçilerden alıp bu işlemi yaptırıp kendimiz satıyoruz. İngiltere’ye ve Amerika’ya da ihracat yapıyoruz. Fasulyeler Kanada’dan Amerika’daki konservecilere gidiyor. Bu işin büyüklüğü ne kadar?Bizim fasulyeler Amerika’daki hapishanelere gidiyor. Şu anda Amerika’daki tüm hapishanelerdeki insan sayısı Toronto nüfusundan fazla. Yani ne kadar?2.5 milyon kadar. Bu insanların en başta yedikleri yemek kuru fasulye ve pirinç. Bunu da biz veriyoruz. Türkiye’yle ticaretiniz var mı hala?Türkiye’yle ticaretimiz hep oldu ama bu zaman içinde çok değişti. Biz Türkiye’ye pirinç ve Kanada’dan fasulye satıyoruz. Barbunya satıyoruz. Biraz nohut da satıyoruz. Ne yazık ki Türkiye nohut bile alıyor. Tarım ülkesi Türkiye son zamanlarda buğday konusunda bile sıkıntıya düşebilecek noktada diyenler var. Siz nasıl görüyorsunuz? Biraz önce zaman içinde değişti dediniz, nasıl değişti?Bakliyat konusu çok farklı noktaya geldi Türkiye için. Benim Kanada’ya ilk gittiğim dönemde bakliyat satardı Türkiye Kanada’ya. İşe başladığımda bizim şirketimiz de kuru üzümden bakliyata birçok ürün alırdı Kanada’dan. Şimdi bakliyat satın almak zorunda kalan bir ülke oldu Türkiye. Türkiye’de tarım politikaları ne yazık ki çok kötü. Türkiye’nin yılda 700 bin ton pirinç ihracatı var. Bunun yarısını üretiyor. Bunun tamamını üretmemesi için hiçbir neden yok.Kaliteli tohum bulamıyorlarSorun nedir?Ben Çatalca ve Trakya’da gezdim son olarak. Çiftçilerle konuşuyorum. Çiftçiler kaliteli tohum bulamıyor. ‘Bize tohum yollar mısın?’ diyorlar. Pirinçte sorun şu; aynı tohum her yıl ekilmez. Randıman yani verimlilik düşüyor böyle olunca. Aynı büyüklükteki arazien az verim almaya başlıyorsunuz. Çok yanlışlar var Türkiye’nin tarım politikalarında. Türkiye’de tohum ithal etmek inanılmaz derecede zor. Türkiye 300 küsur bin ton pirinç ithal ediyor. Bunu kendi üretecekken yapması çok yanlış. Tarım dünyanın geleceği için çok önemli. Ülkeler bunu görüp çok farklı stratejiler izlerlerken Türkiye elinde olan olanakları, avantajları değerlendiremiyor. Ben işe başladığımızda kırmızı mercimek, yeşil mercimek ve nohut Türkiye’den gelirdiÖBugün Türkiye Kanada’dan, Çin’den Arjantin’den bunları almak zorunda kaldı. Yani Çin’den yeşil mercimek alıyor, Kazakistan’dan barbunya, Arjantin’den fasulye alıyor Türkiye. Ben dışarıdan bakınca bunları tamamen kötü tarım politikaları olarak görüyorum. Oysa Türkiye bunları üretebilir. Çok acıklı bir durum...ÖNCE İŞ YAPTIK, SONRA EVLENDİKSiz nasıl gittiniz Kanada’ya?Belgin Bükey: Abim Toronto Üniversitesi’nde çalışmaya başlamıştı. Ben de İstanbul Üniversitesi’nde okudum. ağabeyimin yanına gittim daha sonra. İlk bir yıl sıkıntı çektim. İş tecrübem yoktu. Bankacılık yapıyordum. Bu arada Kanada’nın benim için uygun olduğuna karar verdim.Nasıl tanıştınız?Ağabeyimin artistik yanı vardı. Bir dans grubunun koordinatörüydü. Toronto’da Karavan diye bir etkinlik var. Her ülke kendi kültürünü tanıtıyor iki hafta süresince. Abim Ali’ye teklif getti o etkinliğin koordinatörlüğünü. A.B: Ben 15 yaşında tek başıma yatılı okula gitmiştim, Türk toplumuyla ilgim yoktu. Belgin’in ağabeyi Zafer’le tanışmam beni de değiştirdi. Sonra da Belgin’le tanıştım. Önce iş yaptık birlikte sonra da evlendik. Oğlumuz var. O sörf yapıyor. Türkiye’ye geldiğimiz de de oğlumuzun sörf yapması için Alaçatı’ya geliyoruz. Aile büyüklerimiz de İzmir’de yaşıyor. 4-5 gün İstanbul’da kalıp Kanada’ya dönüyoruz.THY Türkiye’yi iyi tanıtıyorKanada’dan Türkiye nasıl görünüyor?Eskiden Türkiye ile ilgili bilgiler sınırlıydı. Şimdi Kanada’dan Türkiye’ye gelenler çok beğeniyor. Kanada’da yaşayan Türklerin de hızla artması Türkiye’ye ilgiyi artırdı. Eskiden ben Kanada’ya ilk geldiğimde Arapça konuştuğumuzu, Türkiye’nin çöl olduğunu sanan çoktu. Artık öyle değil. Toronto’da yer yerde THY reklamları var. Onlar çok yi tanıttılar. THY Toronto’da yaptığı kampanyalarla çok iyi bir tanıtım yaptı.Arjantin’de organik tarım yapıyorGDO’lu ürünler de son yılarda çok konuşuluyor. Amerika’da neredeyse her ürünle oynanılıyor...Biz şirket olarak 6 yıl önce organik ve biyolojik tarıma girmeye karar verdik. Kanada ve Amerika’da organik fasulye üretimimiz var. GDO’dan uzak durmak şirket prensibimiz. Denetimler çok önemli.Türkiye’de de organik tarım için uygun topraklar var. Siz Türkiye’den organik ürün alıyor musunuz?Bizim Arjantin’de de organik tarım üretimimiz var. Türkiye’den de organik kırmızı mercimek ve nohut alıyoruz. Türkiye’de de organik konusunda iyi çalışanlar var.Organik ürünler ne kadarlık bir paya sahip şirketinizde? 6 yıl önce yüzde 1’i organikti, şimdi yüzde 35’i. Bizim çok yüksek seviyeli tüketicilerimiz var. Kanada’da süpermarketlerin yüzde 40’ı organik ürünlere ayrılır oldu. Organik ürün tüketimi hızla artıyor. Çin’de de organik tarım yapılmaya başlandı. Siz oradan da alıyor musunuz?Çin’den bile organik ürün alıyorum. Ben aslında Çin’deki organik ürünlere de güvenmiyorum bu yüzden de çok denetime ihtiyaç var. Bunu yapabildiğimiz oranda alıyoruz. Çin’deki lokal üretici bunu nasıl yapar bilemeyiz.
İzmir Ticaret Odası (İTO) Başkanı Ekrem Demirtaş, İzmir’in Anadolu ile değil Avrupa şehirleriyle yarıştığını belirterek, şehrin başta tarım ürünleri olmak üzere hemen her sektörde avantajları olduğunu vurguluyor. İzmirli işadamlarının Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın tüm yurtdışı hamlelerine katıldığını söyleyen Demirtaş, “Dünya kazan, Bakan Çağlayan kepçe, sayesinde İzmir’in ihracatını 5’e katlayacağız” diyor.İZMİR Ticaret Odası (İTO) Başkanı Ekrem Demirtaş’ın çok şapkası var. Ve çok işi var... Enerji, içecek, inşaat şirketleri, İzmir Ekonomi Üniversitesi... Demirtaş, sivil toplum kuruluşlarında da yoğun çalışan bir isim. Demirtaş’la, İzmir’le ilgili yorumları ve İzmir’in ekonomisini konuştuk.2008 krizinden sonra yeni ekonomik kriz beklentisi konuşuluyor. ABD’deki gelişmelerin yansıması konusunda bakanların ve Başbakan’ın açıklamaları oldu. Siz karamsar mısınız, iyimser misiniz?Türkiye dünyanın yükselen yıldızı. Amerika’nın temerrüte düşmekten son anda kurtulması, dünyanın en gelişmiş ülkelerinin ekonomik sorunlarla boğuşması, birçok ülkenin kredi notunun düşmesi söz konusu oldu. Kriz yaşamaz denilen ülkelerde kriz var. Türkiye ve Çin’i farklı değerlendirmek lazım. Türkiye ve Çin gelişiyor. Türkiye 2008 krizinde yeni pazarlara yöneldi. Yönünü Avrupa’dan farklı ülkelere çevirdi. Türkiye’nin bugününden de yarınından da endişeli değiliz. Karamsar ve kötümser değilim. İşsizlik, cari açık sorunu... Hiç mi sorun yok?Riskler tabii ki var. Çari açık sorunu var. İthalatın, ihracatı karşılama oranı sürekli düşüyor, bu sorunlar da ekonomimizin önemli sorunları. Bunları göz ardı edemeyiz, ancak diğer ülkelere baktığımızda iyi durumdayız. Bir zamanlar borç batağındaki Türkiye bugün kendini sıksa IMF’ye borcunu öder. Ekonomimizin geçmişteki sıkıntıları dolayısıyla vergi sorunu yaşanmıştı. 6111 sayılı yasayla elde edilen artı gelirle 2010’a göre 2011 bütçesi fazla verdi. Özelleştirmenin devamı gelecek, 2 -B konusu var, yeni yerler değerlenecek. Kayıtdışı ekonominin üzerine gidilmesi konusunda kararlı bir tavır var. Bütçe disiplini uygulanabilirse Türkiye sorun yaşamayacak. Türkiye bölgesel değil, küresel güç olacak.Başbakan’ın koyduğu 2023 hedeflerinin gerçekleşeceğini düşünüyorsunuz diyebiliriz o zaman. İzmir ve çevresinin rolü ne olacak? Bazı iller atakta, İzmir atağa kalkacak mı?2023 yılı hedefleri önemli. İzmir’in iş dünyası ‘Yıl 2023 Türkiye küresel güç’ sloganını bir arama konferansında 2008’de söyledi. Biz hükümetin hedefini daha önceden koymuştuk. Hükümetin 500 milyar dolar ihracat hedefi varsa, biz İzmir olarak bunun yüzde 20’sini gerçekleştirmeliyiz. Çünkü Türkiye ekonomisinin her dönemde yüzde 20’si İzmir kaynaklıdır. Bu hedef için İzmir’in ihracatını katlaması gerekiyor. Neler yapılıyor?Bu hedef İzmir için ulaşılmaz değil. 100 milyar dolar ihracat yapmalıyız. Bunun için dünyanın her pazarına küçük ya da büyük girmeliyiz. Hangi ülke olursa olsun bütün ülkelerle ticaretimizi katlamalıyız.İhtiyatlı olalımBaşbakan israfa kaçmayın vurgusunu yaptı, siz ne diyorsunuz?Biz üyelerimize hep ihtiyatlı olalım diyoruz. Başbakan’ın dediği gibi israfa kaçmadan, bütçene göre harcayacaksın. Ürettiğini satmadan sanayi yaşayamaz, ürettiğini satın alan olmazsa fabrikalar durur, işçiler çıkarılır. Bu, kriz ortamıdır. Biz hep durmayı değil, ihtiyatlı olmayı öneririz.İhracatı artırmak için neler yapıyorsunuz?Dış fuarlara katılım ve ihracata yönelik toplantılara destek için bütçemizi oda olarak 4 kat artırdık. Üyelerimizin uçak biletlerini alıyoruz, otellerde yer ayırtıyoruz, standlarını kiralıyoruz. Kaç üyeniz var?70 bin. Yeter ki ürettiklerini en iyi şekilde pazarlasınlar.İzmir tarımda avantajlıAvantajlı olduğunuz sektörler var mı?İzmir’in her sektörde avantajı var. Son yıllarda dünyanın da çok önemsediği konu tarım ve tarım ürünleri. İzmir bu konuda çok avantajlı. Ayrıca oto sanayi, konfeksiyon, mobilya sektörleri çok gelişmiş durumda. İzmir’de eğitim sektörü de çok gelişti. İzmirli işadamları olarak Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan’ın tüm yurtdışı hamlelerine katılıyoruz. Her uçakta İzmirli işamları var. Dünya kazan Bakan Zafer Çağlayan kepçe, sayesinde İzmir’in ihracatını 5’e katlayacağız.Siz yıllardır EXPO için çaba sarfediyorsunuz. İzmir’in kurtuluşu EXPO mu?Bu abartılı bir yorum olur ancak EXPO çok önemli. Yıllarca hükümetler bunu anlamadı.Şimdi son seçimdeki duruma bakınca farklı bir tablo var. Binali Yıldırım ve Ertuğrul Günay, İzmir’den seçildi. ‘İzmir’deki oy oranını artırmak için Başbakan düğmeye bastı’ deniliyor. Bu yoruma katılıyor musunuz?Üç yıl önce Başbakan’dan yatırımcı ve yaptırımcı bakanları İzmir’den aday göstermesini istemiş, hatta Binali Yıldırım’ın adını da vermiştik. EXPO için yatırımların yüzde 70’i Binali Yıldırım’a bağlı. Turizm de İzmir için çok önemli. AK Parti seçim öncesinde 35 proje açıkladı. Bunların kaçı başladı?Yola çıkan 5 proje var. Bizim için öncelikli olan EXPO ve kruvaziyer limanı. EXPO sayesinde İzmir’e sihirli değnek değecek.Geri kaldı diyenlere katılmıyorum, İzmir’e vurmak moda oldu... İzmir için emekli şehri deniliyor.... Gençler İzmir’de iş bulamıyor. Eskiden Metaş vardı kapandı deniliyor. Türkiye demir çelik üretiminin üçte biri İzmir’de. Aynı şekilde kimya sektörünün de üçte biri İzmir’de. İzmir geri kaldı diyenlere kesinlikle hayır mı diyorsunuz?İzmir Anadolu kentleriyle yarışmıyor, İzmir Avrupa kentleriyle yarışıyor. Türkiye topyekün kalkınmalı. İzmir olarak biz Hazine’den bir lira alabilmek için 4 lira 22 kuruş vergi ödüyoruz. bunun için de üzülmüyoruz. Keşke ülkemiz topyekün kalkınsa. İzmir’de 18 sanayi bölgesi var. Anadolu illerinde 3-4 sanayi bölgesi olsa haber oluyor. Peki neden böyle deniliyor?İzmir’e vurmak moda oldu da ondan. İzmir yaşanılacak şehir. İzmir’de yaşayıp da keyif almayan yok. Bu şehrin ruhu var, herhalde ondan... Hedefimiz, dünyanın en çok turist çeken ilk 20 kentinden biri olmakTurizm kenti denilen İzmir’e turist de gelmiyor...2006’dan önce İzmir’de turist yoktu. Artık var, sayı artıyor. Bu yıl kruvaziyer turizmiyle 650 bin turist gelecek toplamda. Bu rakam geçen yılın iki katı. İzmir Limanı yenilenecek. Çandarlı Limanı yapılacak. İzmir olarak dünyanın en çok turist gelen ilk 20 kentinden biri olmayı hedefliyoruz. Bakan Günay da buna inanıyor.Turizm sizce neden gelişmedi bunca yıldır?Alanların çoğu SİT alanı ve arkeolojik SİT. Turizm tesisimiz eksik. Bu da değişiyor, 2-B çıkıyor.Bu korkutuyor da... Ya her yer elden giderse?İzmir yıllardır Çeşme bölgesini koruyor. Çok katlı yapılaşma yok o bölgede. Herşey dahil sistem de yok. Koruyarak kullanma anlayışı gelmeli. Bunu yapabilecek bir bilinç var İzmir bölgesinde. İzmir CHP’nin kalesi değilİzmir CHP’nin kalesi oldu, bu yüzden de geri bırakıldı diyenlere ne dersiniz?İzmir CHP kalesi değil, Burhan Özfatura’nın 2 dönem bu şehirde belediye başkanlığı yaptığını unutuyor bu yorumu yapanlar. Bir zamanlar Adnan Menderes’in de kalesiydi. İzmir hiçbir konuda tutucu değildir. Halk tutum değiştirir. Aziz Kocaoğlu’nu sevdi halk ve oy verdi. İzmir yeterli gelişmeyi gösterdi diyebilir misiniz?İzmir potansiyelini doğru kullanamıyor diyenlere ‘evet doğru’ derim. Mesela İzmir’in termal kaynakları var. Bunları Afyon kadar iyi kullanamıyor. Yıllarca İzmir’e direkt uçuş azdı. İzmirli işadamları olarak 111 kişi havayolu şirketi kurduk, bu şirket işadamlarını memmun etmedi ama İzmir’i uçurdu. Adnan Menderes Havalimanı Türkiye’nin ikinci büyük havalimanı. Hani İzmir geri kalmıştı?Evet ama yetmez!Haklısınız artık çok sayıda proje var. Binali Yıldırım çok kararlı. İzmir başaracak, önümüzdeki dönemde çok öne çıkacak.En büyük zevkim bahçemdeki ürünleri toplayıp yemek yapmakGüne kaçta başlarsınız?Çok erken, 05.30’da kalkarım. Önce kendi şirketlerimle ilgilenirim.Oğlunuz Egemen’e bırakmadınız mı işleri?Olur mu öyle şey? Hala başındayım. Geçen hafta enerji işleri için Finlandiya’daydım.Hep çok yoğunum ama çok programlıyımdır. Çok da iyibir ekibim var. Nasıl dinlenirsiniz?Hafta sonları benimdir. İş seyahati yoksa mutlaka yelken yaparım. Urla’da oturuyorum. En büyük zevkim de bahçemde yetişen ürünleri toplayıp yemek yapmak. Kendi tuttuğum balığı yerim, çok da güzel yemek yaparım. Dışarıda hep az yerim.
Pınar ve DYO markalarıyla bilinen, 21 şirket ve 2 vakfı çatısı altında toplayan Yaşar Holding’in Yönetim Kurulu Başkanı İdil Yiğitbaşı, Türkiye’nin bundan sonra krizlerden etkilenmeden çıkacağına inanıyor. Yiğitbaşı, holdingin geleceğe dair stratejisini ise “Bulunduğumuz alanlarda büyüyeceğiz” diye özetliyor.İDİL Yiğitbaşı, Pınar ve DYO markalarıyla bildiğimiz Yaşar Holding’in başındaki isim. Mütevazı, basına sık sık çıkmayan biri. Yaşar Holding’te bir dönem en büyük çocuk Selim Yaşar, daha sonra da Feyhan Yaşar yöneticilik görevlerini üstlenmişti. Şimdi sıra İdil Yiğitbaşı’nda... Yaşar Holding Yönetim Kurulu Başkanı İdil Yiğitbaşı ile holdinge ait Altınyunus Oteli’nde buluştuk. Babanız Selçuk Bey, birçok ilke imza atmış biri, bu size farklı bir sorumluluk da yüklüyor olmalı. Artık bayrağı siz taşıyorsunuz...Selçuk Bey ülkemizin nadir ve belki de en iyi girişimcilerinden. Çok yenilikçi ve yaratıcı. Hâlâ öyle... Araştıran, çok kişiyi dinleyen, farklı fikirleri dinleyip yeni fikirler ortaya çıkaran biri. Uzun yıllar boya işinde çalıştıktan sonra holdingin gıda sektörüne girişi ilginçtir. Şirketin yol haritası değişmiş...Dönüşmüş o dönemdeSelçuk Bey, o zamanlar gıda işini sosyal sorumluluk olarak da görmüş. İlk önce Seferihisar’da çiftlik alıp süt besiciliği yapıyor. Köylülerle sohbet sırasında köylülerin sütlerini satamadığını öğrenip sütler dökülmesin diye yatırıma giriyor. O zamanlar hep sokak sütü var. 1972’de projeye başlıyor. 1975’te Pınar Süt açılıyor. İlk modern tesis... Zamanla bu çalışmaları boya sektörünün önüne geçiyor. Gıdada gerçekleştirilmiş ilkler var... Selçuk Bey’in ileri görüşlülüğü vurgulanır bu işlerde...Kesinlikle... Gıdada çok ilk var. Modern anlamda işlenmiş et ürünleri, ambalajlı su, kültür balıkçılığı gibi yeni sektörler kazandırıyor Türkiye’ye... Birçok ilk’e imza atıyor. Selçuk Bey’in vizyonu hepsi. Şu anda Yaşar Holding’in bir numaralı işi gıda... Böyle olmaya da devam mı edecek?Boya ilerliyor ama gıda sektörü büyük ve önü açık. DYO, boyada sektörün öncüsü. Türkiye’de boya sanayini oluşturmuş bir şirket. Türkiye’ye markalar armağan etmiş bir şirketiz. Kendi markalarımızı yarattık, hiçbir zaman yabancı markaların lisansörü olmadık. Dünyaya da Türkiye markası olarak bu ürünleri sunuyoruz. Fason ürünümüz yok. Büyümeye devam edeceğizFarklı sektörlere girme planınız var mı? Enerji gibi...Bulunduğumuz alanlarda büyüyeceğiz. Boyanın da gıdanın da önü açık. Farklı alanları düşünmüyoruz. Bildiğimiz alanlarda büyüyeceğiz. Halen, 21 şirketimiz, 2 de vakfımız var. Gıda, tarım ve içecek grubunda 6 bin 900 kişi çalışıyor. Cironun yüzde 70’i buradan geliyor. Yeni yatırımlarınız olacak mı?Büyümeye ve ihracat potansiyeline paralel yatırımlarımız olacak. Yakında açıklayacağız. Yeni ürünler de olacak. Heyecanlıyız. Bu yıl ikinci 6 ayda yeni yatırımlarımız var. Yatırım yapılacak iller ihtiyaçlara ve tedarik zincirlerine göre belirleniyor. İzmir dışında da yatırımlarınız var. Kaç ilde yatırımı var Yaşar Holding’in? İzmir başta olmak üzere, Eskişehir, Adapazarı, Gebze ve Isparta’da fabrikalarımız var. 1000 kişi İstanbul’da çalışıyor. Türkiye’nin her yerinde de bayiler var. Kadın çalışan oranınız nedir?Yüzde 20... İki yıl önce yüzde 15’ti. Kimya sektöründe düşük, gıdada üretim hattında da kadınlar var. Rakiplerimiz Türk firmalarıSon yıllarda Türkiye’ye yabancı dev şirketler büyük yatırımlar yaptı... Süt ve süt ürünlerinde, su sektöründe yabancı firmalarla rekabet ediyorsunuz. Yabancı şirketlerle rekabetin artıları, eksileri neler?Biz Türk firmalarıyla rakibiz. Yabancılar evet var ama Türk markaları gıdada daha kuvvetli. Biz uzun yıllardır bu topraklarda iş yapıyoruz. Yabancılar çok zorlanıyor. Biz yabancı firmalara göre gıda sektöründe avantajlıyız. Gıda sektöründe Türk firmaları olarak kendi aramızda rekabet ediyoruz. Damacana su işine gecikmeli girdiniz değil mi?Su sektöründe yabancı çok. Gittikçe çoğaldı. Biz de bu alanda yenilikler yaptık. Damacana alanına da girdik. Ankara, İstanbul ve İzmir’de damacana satışlarımız var, iyi de gidiyor. Bizim için bu alanda en önemlisi su kaynaklarımız. Su kaynaklarını özenle seçiyoruz. Çocuklar labneyi çok seviyorPınar Çocuk büyüyecek mi? Çocuklara yönelik ürünleriniz artacak mı?O alanda yaptığımız ürünler çok başarılı oldu ancak yine de genel toplama baktığımızda pay çok düşük. Biz çocuklara yönelik yenilikçi ürünlere büyük önem veriyoruz. Çocuk sütü Kido ve ilk adım sütlerimiz var. Çocuklar Kido’yu, Pınar Beyaz’ı ve labneyi çok seviyor.Son dönemde yükselen trend keçi sütü ve ürünleri... Keçi sütünden ürünleriniz olacak mı?Şimdilik yok. Takip ediyoruz gelişimi. Süt hammaddesinin geliştirilmesi keçi sütünün geliştirilmesi lazım. Belli büyüklüğe ihtiyaç var bizim boyutumuzda üretim için. Organik ürünleriniz de var. Organik ürünlere ilgi artıyor mu?İlgi var ve artıyor ama çok az. Organik süt bulmak çok zor. Maliyeti çok yüksek. Bu yüzden de hızlı büyümüyor. Gümüşhane’den geliyor süt. Organik süt sertifikalı ama tüm toplama sistemimiz defalarca kontrol ediliyor.Balık tutmayı babam öğrettiSelçuk Bey yönetimi size bıraktı mı tam olarak, yoksa hâlâ işin içinde mi?Kurucuların işten uzaklaşması mümkün değil. Ama kendisi özellikle kültür balıkçılığıyla ilgileniyor. Yurtdışını da çok iyi takip eder. Çocukken babamla balığa çıkardım. Evin en küçük kızı olarak babama çok düşkündüm, hâlâ da öyle...Size balık tutmayı öğretmiş.Kesinlikle...Komşumuzun kızının ‘Baban İzmir’in en zenginlerinden’ demesi bana çok ağır geldiÇocukluğunuzdan beri iş yaşamının içinde olmalısınız. Babanız Selçuk Yaşar iş yaşamını evle, sizlerle paylaşır mıydı?Çocukluğumuzda pek evde iş konuşulmazdı. Annem ev hanımıydı. Bahçeli bir evde seksek, meşe (misket), saklambaç oynayarak geçti çocukluğumuz. Turunç, erik ağaçlarımız vardı. Topraktan, çamurdan seramikler yapardık. Bir gün komşumuzun kızı ‘senin baban İzmir’in en zenginlerinden’ dedi. Bunu duyunca ağladım. Bana çok ağır geldi. Bunu kaldıramadım. Babanıza sordunuz mu?Anneme sordum. Bana ne dediğini hatırlamıyorum. Çok mütevazı bir aileydik. Farklı bir şey varmış gibi gösterilmekten hoşlanmadım. İş yoktu bizim hayatımızda. Ailenizin büyük bir şirketi olduğunu uzun süre bilmediniz o zaman...Evet. 1974 yılında çok göz önünde olmayalım diye apartmana taşındık. Aynı yıl Altınyunus’un açılışına katıldım. Üniversitede okurken Pınar Süt’ü okul arkadaşlarımla gezdik. O zaman artık işlerin içindeydim. Bankanın ortağı vardı, Amerika’da onlarda yaz stajı yaptım. Daha sonra Altınyunus’ta da staj yaptım. Babanızdan öğrendiğiniz en önemli iş prensibi nedir?Selçuk Bey hedeflerinden hiç vazgeçmedi: Kolay yılmaması, koyduğu hedeflere ulaşmak için çok yoğun çalışması, azimli olması... Bize örnek olan, işe adanmışlığı, işinin sıkı takipçisi olmasıdır. Neyi hedeflediyse gerçekleştirmek için hem kendini hem de ekibini odaklar.Ortaklık için çok gelen oluyor ama düşünmüyoruzYurtdışında şirketiniz var mı?Dubai, Rusya, Romanya’da ofislerimiz, satış şirketlerimiz var. Yabancı ortaklıklara nasıl bakıyorsunuz? Yabancı bir markayı almayı düşünür müsünüz?Ortaklık tekliflerini düşünmedik. Ortaklık teklifleri için görüşmüyoruz. Çok gelen oluyor. Yeni iş alanlarında ancak böyle bir işbirliği yapabiliriz. Bizimle beraber büyümek isteyen, becerilerimizin beraber fark yaratacağı işler olabilir.AB’ye sorunsuz ihraç ettiğimiz tek gıda balıkEn son teknolojiyi kullanıyorsunuz... Peki Türkiye’nin sütünü, süt ürünlerini neden AB’ye satamıyor?AB’ye ihracatta süt ve ette sınır var. İhracat mümkün değil. Bu konuda çalışmalar sürüyor. Tek problem olmayan ürün balık. Bizim balık ihracatımız da var. Onun dışında hayvansal bazlı ürün bazı hastalıklardan dolayı mümkün değil. Pınar bu konularda özenli ve iddialı bir şirket. AB ülkeleri dışında ihracat yapıyorsunuz, kaç ülkeye ihracatınız var?40’tan fazla ülkeye ihracat yapıyoruz. Bakteriden çok şap hastalığı gerekçesiyle sorun var. Orada Gümrük duvarlarında AB’nin bariyer koyması söz konusu. Bu nedenlerle Pınar ürünleri AB ülkelerinde olamıyor...Evet ama biz bu engeli farklı bir yolla aştık. Pınar ürünleriyle Almanya’daki vatandaşlarımızı buluşturuyoruz. Orada üretim yaptırıyoruz. Almanya ve tüm Avrupa’da Pınar Su ve Gökçeağaç gönderiyoruz. İlk cam şişede suyu da biz yaptık.İzmir emekli şehri demek doğru değilİzmirli bir şirket olarak İzmir’den Türkiye nasıl görünüyor? İzmir geri kaldı deniliyor, siz ne düşünüyorsunuz?Bizim sektörlerden baktığımızda geri kalmışlık diye bir durum söz konusu değil. Şehir olarak İstanbul’un nüfusu 17 milyona yaklaştı. İzmir 3 milyon civarında. Bu rakamlara bakarak insan kaynağı açısından bir karşılaştırma yapmanın doğru olmayacağını düşünüyorum. İzmir’den son yıllarda başarılı şirketler çıkmadı yorumuna ne dersiniz?İzmir’de çok başarılı şirketler var, hem de her alanda. Hızla büyüyen Manisa da İzmir’in bir parçası gibi. İzmir son yıllarda devlet yatırımlarından daha az pay almış olabilir, yabancı şirketler de daha fazla İstanbul’u tercih etmiş olabilir. Şu da var, İstanbul’da yaşam maliyetleri artıyor. İzmir bu anlamda da iyi bir alternatif. Bazı sektörler için İzmir tercih edilebilir. İzmir emekli şehri oldu diyenler var..Buna katılmıyorum. İzmir’in varolan iyi üniversitelerine yeni üniversiteler eklendi. Gençler için İzmir çok cazip. Uzun dönemde bunun yansımaları hissedilecek.Hedeflere ulaşmak için yolumuz açık2008 krizi sonrasında çok senaryo yazıldı... Krizin etkilerini şiddetli biçimde hisseden ülkeler oldu. Dünya devleri sarsıldı... Türkiye bu süreçten hızla geçti, 2023 hedefleri konuldu... Siz Türkiye ekonomisinin durumunu nasıl görüyorsunuz?Ben umutluyum. Genç nüfusu fazla olan ülkemizin potansiyeli çok yüksek. Ama diğer taraftan bakınca da tüketim düşük. Yine kendi sektörlerimiz açısından değerlendirmek isterim. Ambalajlı ürün sektöründe Türkiye’nin daha alacağı yol var. Bu da Türkiye’de daha yapılacak çok şey var demek. Genel olarak baktığımızda da, biz ülke olarak krizlere yıllardır alışığız. Krizleri yönetecek potansiyelde insan kaynağımız var. Finansal anlamda yatırımcılar için de cazip bir ülkeyiz. 2008 krizinden etkilenmeden çıkan Türkiye’nin bundan böyle de krizlerden etkilenmeden çıkacağını düşünüyorum. Hedeflere ulaşmak için yolumuz açık.Çocuklarımla kahvaltı ederimGüne kaçta başlıyorsunuz? Spor yapıyor musunuz?06.30 gibi kalkarım. Mutlaka çocuklarımla birlikte kahvaltı yaparız. Onlar okula benden önce çıkar. 16 ve 18 yaşında iki çocuğum var. Lisede basketbol ve voleybol oynardım. Tenis, su kayağı, kar kayağı, sörf yaptım ama hepsi amatörce. Şu anda maalesef yoğun çalışma tempom nedeniyle devam eden bir hobim yok. Yazın genelde arkadaşlarımızla seyahat ederiz.
P&G Türkiye CEO’su Saffet Karpat Otobüs muavinliği yaptıP&G dünyanın önde gelen şirketlerinden biri. Saffet Karpat şirketin hem Türkiye Genel Müdürü hem de Kafkasya, İsrail ve Orta Asya ülkelerinden sorumlu yardımcısı... Dünya devlerinden birinin başındaki isimlerden biri. Kendisiyle yıllar önce ilk röportajımı yaptığımda çok şaşırmıştım. Karpat’ın ofisi yok... Bir bilgisayarın başında, diğer tüm çalışanlarla aynı ortamda... Açık ofis ortamında... Gözlerim büyümüştü. Bu yüzden de Saffet Karpat’ı çok merak ettim. Karpat, Darüşşafaka Lisesi’nde okumuş. Babasız büyümüş. İstanbul Üniversitesi’nde işletme okuduktan sonra Lozan Üniversitesi’nde yüksek lisans yapmış. Genç yaşında P&G’ye giren Karpat lise yıllarında Varan şirketinin otobüslerinde muavinlik yapmış... Şimdi hayatının yüzde 70’i ofis dışında geçiyor... İşi gereği sürekli seyahatlerde... Ama tutkularından da vazgeçmiyor. Müzik yapıyor, gitar çalıyor, besteleri var. P&G çalışanlarıyla birlikte kurduğu “Fazla Mesai” adlı bir müzik grubuda var. DHL Express Türkiye Direktörü Michel Akavi Kapalıçarşı’da çalışıyorduMichel Akavi, Türkiye DHL’in başındaki isim. Levanten bir aileden geliyor. Anne İtalyan, babası Lübnan kökenli Fransız. Türkçe, Fransızca, İngilizce ve İtalyanca’yı anadili gibi, Japonca ve Malezya dillerini de başlangıç seviyesinde bilen Michel Akavi de çocukluğunda hep çalışmış. Kapalıçarşı esnafı olan babasının yanında ticareti öğrenmiş. ‘Sıkı pazarlık’ yapmayı Kapalıçarşı’da öğrenen Akavi, Fransa’da üniversite eğitimi sırasında masraflarını karşılamak için anketörlük yapmış. Akavi bu tecrübeleri sayesinde öğrenciyken Kuzey Fransa’daki ilk pazarlama şirketi olan GEREP’i kurdu. Yurtdışı deneyimlerinden sonra Türkiye DHL’in başına geçti. Fiba Holding’in patronu Hüsnü ÖzyeğinÜniversitede Snackbar işlettiHüsnü Özyeğin şimdilerde üniversitesinde ‘girişimcilik’ konusunda en iddialı projeleri yönetiyor. Çünkü kendisi de tam bir girişimcilik simgesi... Hüsnü Özyeğin de çalışmaya daha çocukken başlamış bir isim. Hep hem okumuş hem de çalışmış. İlkokuldayken dedesinin yanında çıraklık yapmış, Robert Kolej’de okurken de tercümanlık. Parlak bir öğrencilik geçmişi olan Özyeğin ilk işini de Harvard Üniversitesi’nde master yaparken kurmuş. Hafta sonları üniversitede snackbar işleten Özyeğin, şimdi hem çatısı altında topladığı şirketleriyle hem de yürüttüğü sosyal sorumluluk projeleriyle adından sıkça söz ettiren bir işadamı. Banka müdürlüğünden banka sahipliğine ulaşan tam bir başarı öyküsü...Twigy’nin patronu Sinan ÖncelGençken iyi bir gazeteciydiTerteks firmasının sahibi Twigy markasıyla biliyoruz Sinan Öncel’i. Askeri liseden sonra Hava Harp Okulu’nda eğitim almak istemiş ancak gözleri bozuk olduğu için Hava Harp Okulu’na devam edememiş. Üniversitede okurken bir dış ticaret firmasında çalışmaya başlamış. Dış ticaret şirketi ne getirdiyse onu satmış. Ayakkabıdan ilaca aklınıza gelecek farklı birçok ürünü pazarlamış. Bu arada kısa sürelik bir gazetecilik deneyimi de olmuş. Güneş Gazetesi’nde öğrenci muhabirliği de yapmış. Ve bu tecrübeleri sayesinde 23 yaşında Terteks firmasını kuran Öncel’in başarısının sırrı çalışkanlığında gizli. Şu anda Twigy’nin yanısıra birçok yabancı terlik markasının Türkiye temsilcisi. Son olarak Gisele Bündchen’ı Ipenema terliklerinin tanıtımı için Türkiye’ye getirdi. Altur’un sahibi Abdurrahim AlbayrakEskiden minibüs şoförüydüAbdurrahim Albayrak, tanıdığım en sempatik işadamlarından biri. Altur’un sahibi. 8 bin araçlık bir filosu var. Hikâyesi de tam bir başarı öyküsü. Rizeli Albayrak genç yaşlarında babasının yanında çalışmaya başlamış. İlk işi bakkal çıraklığı. Her işi yapmış. İnşaatlarda çalışmış, briket toplamış. Çalışkanlığıyla çevresindeki herkesi hep şaşırtmış. Babası ondaki bu çalışkanlığı görünce oğlunun yaşını büyütüp onu Almanya’ya götürmüş. Albayrak’ın dünyası Almanya’ya adım attığında tamamen değişmiş. ‘Neredeyse her şeyi orada gördüm’ diyecek kadar... Türkiye’ye döndüğünde ise doğduğu topraklara dönmek yerine ekmek parası kazanacağı İstanbul’da çalışmaya başlamış. Minibüs şoförlüğü yapan Albayrak, kısa sürede çalışkanlığıyla minibüs sayısını 3’e çıkarmış. En temiz minibüsler onunmuş. Her sabah uyandığında minibüslerinin içini dışını tertemiz yaparmış. Ve birgün onu diğer minibüslerden ayıran bu özelliği sayesinde işadamlarının dikkatini çekmiş. Fabrikalarına servis arayan işadamlarından biri olan Cavit Çağlar, Albayrak’ı yanına çağırıp iş teklif etmiş... Ve Albayrak’ın servisçilik serüveni 1970’lerde başlamış. Altur, İstanbul’da 100 binin üzerinde öğrenciye hizmet veriyor. Albayrak hâlâ her sabah işinin başında... Tabii hepimiz onu Galatasaray sayesinde daha yakından tanıdık. Bir süre sarı-kırmızılı kulüpte yöneticilik de yapan Albayrak çok koyu bir Galatasaraylı...Koton’un patronu Yılmaz Yılmaz Emekli bir SAT komandosuyduKoton Türkiye’nin gurur duyduğu markalardan biri. 2001 krizinden sonra hızla büyüyen Koton yurt dışında da başarılı bir şekilde mağazalaşan bir Türk markası. Yılmaz Yılmaz ve Gülden Yılmaz çiftinin kurduğu markanın temelleri 1989 yılında Kuzguncuk’ta küçücük bir butikte atıldı. Gülden Yılmaz öğretmendi, Yılmaz Yılmaz da SAT komandosu... Öğretmenliği bırakan Gülden Yılmaz mağazacılıkta başarılı oldu, onun bu başarısına destek de emekli olan eşi Yılmaz Yılmaz’dan geldi... Koton dünyanın önde gelen zincir mağazalarıyla yarışan bir marka oldu... 24 ülkede 270 Koton mağazası var.Corvus Şarapları’nın sahibi Reşit Soley “Mezarımda iki taş olacak, biri mimarın, diğeri şarapçının...”Bilmem hatırlar mısınız, The Guardian gazetesi 2007 yılında farklı şarap yolculuklarını kaleme almış, ilk 10 isim arasında da Reşit Soley’e yer vermişti. Evet, şimdilerde Reşit Soley denildiğinde akla ilk gelen Corvus şarapları. Oysa Reşit Soley çok başarılı bir mimar aynı zamanda. Akbank, Garanti Bankası ve Turkcell gibi şirketlerin görsel kimliklerini oluşturan biri Reşit Soley. Birçok ünlü binaya ve birçok ünlü şirketin görsel kimliğine imza atan Soley, 2002’de mimarlık mesleğine nokta koyarak şarap üreticisi olup bu kez kendi markasını yarattı. 20 dönümlük küçük bir bağla yola çıktı, daha sonra Tekel fabrikasını alıp yeniledi. Soley, “Mezarımda iki taş olacak biri mimarın diğeri şarapçının” diyor.
Bayram tatili dolayısıyla dikkatinizi çekmiştir... Gemi turlarının sayısı arttı. Türkiye’de gemi seyahatine ilgi artıyor. Türkiye çıkışlı seyahatlerde genelde en çok tercih edilen rota da Yunan Adaları...Gözümüzü Türkiye’den kaldırıp dünyaya çevirdiğimizde de kruvaziyer turizminde artış olduğunu görüyoruz. Kriz yıllarında da kruvaziyer turizm büyüdü. En kötü yılında yüzde 7’lik bir büyüme gösterdi. Yakında yeni büyük gemilerin suya inmesiyle kruvaziyer turizm rakamlarının katlanılacağı söyleniyor. Türkiye’ye dönersek, Türkiye henüz bu konuda emekleme döneminde. Rakamlar çok zayıf...Kuşadası Türkiye’de lüks büyük gemilerin uğradıkları başlıca limanımız. Ne yazık ki yıllardır İzmir ve İstanbul limanları bu alanda yeterli sayıda gemiyi misafir edemiyor. İşte şimdilerde Türkiye kruvaziyer turizmini geliştirmek için çok önemli adımlar atıyor. İzmir Ticaret Odası (İTO) İzmir’in kruvaziyer turizminin gelişmesi için 2004 yılından bu yana çalışıyor.4 milyon TL ödendiİTO yolcuların ayak bastı ücretlerini ödüyor. 2004-2009 yılları arasında yolcu başına 2 dolar ödedi. 2010 yılında da Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ayak bastı ücretini 1 dolara indirdi. İTO’dan aldığım bilgilere göre 7 yılda 4 milyon lira ayak bastı ücreti ödendi. Ne olacak bu ayak bastı parasından? demeyin. Kruvaziyer turizmini Türkiye’ye çekmek, önemli rotalar arasında limanlarımızı sokmak için atılacak çok adım var. Bunlardan biri de bu gibi adımlar...İTO’nun bu hamleyi başlattığı yıldan bir yıl öncesinde yani 2003’te İzmir Limanı’na yılda 5 kruvaziyer sefer yapılmış. Bunu haftada yapan şehirler var... 2004 yılında bu sayı 34’e çıkmış. 2010’da rakam 141. Bu yıl Ağustos ayı verileriyle yazıyorum 172 gemi geldi İzmir limanına. Bu sayı yıl sonuna kadar da artacak... 300’e ulaşacak. İzmir bu yıl sonuna kadar 650 bin kruvaziyer turisti bekliyor. İTO Başkanı Ekrem Demirtaş’la sohbet ettik. Demirtaş, 2012’de 1 milyon kruvaziyer turisti beklediklerini söyledi. Yakında İzmir’de liman yenilenecek, yük ve yolcu limanları için iki farklı ihale yapılacak. Şu anda yolcu limanının kapasitesi 3 büyük, bir de küçük gemiyi ağırlamaya yetiyor, bu kapasite büyüyecek. İTO bu yıl kruvaziyer turizm kapsamında İzmir’e gelen yolcuların tercihlerini değerlendirmiş. Yolcuların yüzde 63’ü gemi turlarını almayarak, şehirde kendileri bağımsız gezmişler... Bu şu demek daha önceki yıllarda genelde Efes turu alınır, sabahtan yolcular otobüslere biner Efes’e gider, akşam saatlerinde de dönerlerdi. İzmir Limanı’na gelen gemilerdeki yolcuların büyük bölümü İzmir’i görmeden yolculuklarına devam ederlerdi. Bu da değişmeye başladıİTO 5 binin üzerinde kruvaziyer yolcuyla anket de yaptı. Ankete göre yolcuların kişi başına harcadıkları rakam 113 dolar. 2008’de bu rakam 83 dolarmış. İzmir’de en çok harcamayı yapanlar da Norveçliler. İkinci sırada ise Amerikalılar var. İzmir’e gelenlerin yüzde 70’i ‘tekrar gelmek istiyoruz’ demiş. Akdeniz Çanağı denilen bölgeye kruvaziyer ilgisi her geçen gün artıyor... Güney Amerika’dan sonra en çok ilgi gösterilen bölge Akdeniz Çanağı... İtalya, Yunanistan, Malta ve Hırvatistan, bu yüksek gelirli turizmden pay almak için seferber olmuş durumda. Ayağımıza gelen kısmeti tepmezsek Türkiye’nin de bu alanda önü açık. Mısır’a, Yunan Adaları’na uğrayan dünyanın en büyük yolcu gemileri neden bizim limanlarımıza uğramasın?İyi bayramlar...
1.5 milyon metrekare üretim kapasitesiyle Türkiye’nin ilk 3 seramik fabrikasından biri haline gelen Seramiksan, iç pazarda marka bilinirliğini arttırmak, yurtdışında da mağazalaşmak için harekete geçtiLeke tutmayan, mikrop barındırmayan nanoteknoloji ürünü seramikleriyle dikkat çeken Seramiksan, yurtiçinde de yurtdışında da tanıtım kampanyaları düzenleyecek, yeni mağazalar açacakTurgutlu dünyada toprağı işleme konusunda en tecrübeli yerlerden biri. Tam 2 bin yıldır Turgutlu’da toprak işleniyor. İzmir-Ankara asfaltında Manisa- Turgutlu sınırları içinde bulunan dev fabrika Seramiksan da bu konuda en iddialı yatırımlardan biri. Üretim kapasitesi olarak Türkiye’nin ilk 3 fabrikasından biri Saremiksan. Yıllardır yolum o bölgeye düştüğünde bu dev fabrikayı merak ederdim. Geçen hafta bu fabrikayı gezip, yöneticileriyle sohbet ettim. Türkiye’de seramik alanında nanoteknoloji üretim yapan tek fabrika. Ürün yelpazesi çok geniş. Bu arada Seramiksan, Turgutlu’da bir yılda harcanan enerjiyi bir günde tüketiyor.Fabrikanın içinde dev fırınlar var. Fırınların ısısı 1.200 derece. Fabrikanın içi de 60 dereceye yaklaşıyordu... Fabrikayı Seramiksan Satış ve Pazarlama Grubu Başkanı Bülent Şamlı ve yardımcısı Süreyya Çağlar’la birlikte gezdik. Hızlı bir tur attık... Toprağın çamurdan seramiğe dönüşmesinin hikayesini de hızlı fabrika turumuz sırasında dinledim... Karoların bulunduğu showroom ise göz kamaştırıyordu... Doğal görünümlü taşlar çok ilgimi çekti...Ama bir de leopar desenli karolar vardı ki, görmelisiniz...Seramiksan çok eski bir şirket değil...B.Ş: Evet değil. Seramiksan’ı kuran grup aslında eski, sağlam geçmişi olan bir aile. Aile çok mütevazı olduğu için de ön plana çıkmamışlar. Demirdöver ailesi... 1990 yılında seramik üretimi fikri oluşuyor.S.Ç: 1994 yılındaki fabrika üretimi 1.5 milyon metrekare. Bugün 28 milyon metrekare kapasitesiyle Türkiye’de ilk üçte.-Kaç kişi çalışıyor?B.Ş: 750 kişi çalışıyor farikada...-Diğer fabrikalardan, markalardan ne farkı var Seramiksan’ın?Seramik kısmında inovatif ve teknik ürünler yapılıyor. Türkiye’de nanoteknoloji ürünü karoyu ilk Seramiksan yaptı. Leke tutmayan ve mikrop barındırmayan seramik Türkiye’de ilk bizim tarafımızdan yapıldı. Dünyada en büyük seramik üreticisi İtalya mı?B.Ş: İtalya’da en meşhur markalar var. İtalya, İspanya bizden büyük. Dünyada 6’ıncı büyük üretici Türkiye. Avrupa’nın 3’üncü büyük üreticisi ve ihracatçısıyız. Sizin üretimiz ne kadarı ihraç ediliyor?B.Ş: Yüzde 70 iç tüketim, yüzde 30 ihracat.Kaç ülkeye ihracat yapıyorsunuz?B.Ş: 40 ülkeye ihracat yapılıyor. Şu anda İsrail en büyük ihracatımızı yaptığımız ülke. Yunanistan ve İngiltere ile Uzakdoğu’da da Seramiksan çok tercih ediliyor.-Peki Seramiksan marka olarak biliniyor mu yurtdışında?S.Ç: Seramiksan kendi markasıyla satılıyor. Fason değil. Türkiye’de yeni yeni kendimizi tanıtmaya başladık. Amacımız sokaktaki insanın alına gelen ve tercih ettiği 3 seramik markasından biri olmak. Bunun için de kolay ulaşılır olmak, güven vermek ve reklam yapmak gerekiyor. Kendimizi tanıtma konusunda işin başındayız. Marka olarak bilinir olmak için yurtdışında da büyüyeceğiz.Kuzey Irak’ta Türk malları İtalyan malı gibi ilgi görüyorYurtdışında mağaza açacak mısınız?B.Ş: Yurtdışında da mağaza açıp tabela takmak, markayı anlatmak reklamını da sürekli yapmak lazım. Bir iki kere gidip anlatmakla olmaz.Türkiye’de ünlü mimarların yaptığı binalar var... Yeni ürünleriniz o binalarda kullanılıyor mu?S.Ç: Şu anda çok beğenilen birkaç alışveriş merkezinde kullanıldı. Dış cephe kaplama malzemesi olarak farklı ürünlerimizi değerlendiren mimarlar oldu. Seramiksan eskiden çok satılan ucuz üretim yapardı. 2 yıldır bu böyle değil. Biz ürünleri satmayı planladığımız proje grupları da oluşturduk.B.Ş: Kuzey Irak’a gittim son olarak. Orada Türk mallarına hayranlık var. Tabelalar bile Türkçe. Biz orada varız, Erbil ve Dohuk’ta da varız. Çok inşaat var orada. Çin mallarını beğenmiyorlar, Türk malı arıyorlar. Üstelik orada Türk malları İtalyan malları gibi ilgi görüyor.S.Ç: Libya’da vardı mağazamız bir süreliğine kapattık.-Türkiye genelinde kaç bayiniz var?B.Ş: 195 bayimiz var. Her ilde varız... Sayı artıyor...Yetkili bayilik sistemimiz var. Büyük ilçelerin çoğunda varız. Daha da büyüyeceğiz. İstanbul’da yeni bayilikler vereceğiz. Biz bugünlere kadar Anadolu’da daha yoğunduk, artık İstanbul’da da hızla büyüyeceğiz.Digital karolar üretiyoruzİleride Türkiye’nin dünya çapında bilinen bir sermik markası olabilir mi?B.Ş: Türkiye’nin teknolojik anlamda İtalya’dan farkı yok. Aynı makineleri kullanıyoruz. Türkiye’deki seramikçiler iyi yatırımcılar. Türkiye’de teknolojik anlamda kötü ürün yok.S.Ç: Sadece bizim ürettiğimiz farklı ürünler var. Mermer ya da doğal taş desenli granitlerimiz var. Bunlar çok tercih ediliyor. Nanoteknoloji... Bizden başka üreten yok. Bir karo diğerine benzemiyor. Parlak mermeri kullanabileceğiniz her yerde kullanılıyor. Lüks konutlar, alışveriş merkezleri tercih ediyor. Leke tutmuyor. Mermerde oluşan çıkmayan lekeler bunda temizleniyor. Maliyeti de mermerden düşük. Doğayı da tahrip etmiyoruz bu ürünlerle. Ayrıca digital teknoloji çok yaygınlaştı. Biz digital karolar da üretiyoruz.-O nasıl oluyor?S.Ç: Doğada gördüğünüz her türlü deseni karolara uyguluyoruz. Değişik bir baskı teknolojisi bu. Örneğin çakıl taşlardan mermere kadar her şeyi basabiliyoruz. Bunu yapan 3-4 fabrika var Türkiye’de. Görünce gerçek mi değil mi ayırt etmek zor. Lappato diye bir ürün var. Karo pişirildikten sonra özel işlemle parlatılıyor. Yine granite ve mermere benziyor. Full lappatoyu Türkiye’de tek biz yapıyoruz. Bakınca mermerden ayırt edemezsiniz.-Yabancı ortaklık var mı gündemizinde?B.Ş: Dünyada varolmak için bu tür evliliklere açık olmalısınz. Şu anda gündemde yok ama ileride olabilir. Tasarım gücünü Türk insanının dinamizmiyle birleştirmek gerekiyor.
Ünlü Teknik Direktör Mustafa Denizli şu günlerde Çeşme’deki otelinde dinlenmede. Ben malum olaylar, soruşturmalar nedeniyle yatıp kalkıp futbol konuştuğunu düşündüm, ‘Asla’ dedi. Denizli, Çeşme’de en yakın dostlarıyla enerji topluyor, en çok balık muhabbeti yapıyor. Oteline gittim. Eski Kaptan Otel, Captain Suit Otel olarak yenilenmiş. Çok şık, sempatik bir otel olmuş... Bu röportaj için çok bekledim Mustafa Denizli’yi. Yargı süreci devam ederken ortalığı karıştıran yorumların yapıldığını düşünen Denizli, çok dikkatli konuştu... Kişiler hakkında yorum yapmak istemedi...* Önce Arda Turan’ı sormak isterim. Arda, Atletico Madrid’e transfer oldu. Galatasaray için kayıp olmadı mı?Ben Arda Turan için çok iyi olduğunu düşünüyorum. Galatasaray için de doğru bir karar. Ben sene ortasında da Arda için böyle olması gerektiğini söyledim. * Neden öyle düşünmüştünüz? Futbol camiasını, taraftarları biliyoruz. Arda yetenekli bir futbolcumuz ama Arda bir gün gününde olmadığında bu insanlar Arda’ya buradaki hayatı dar ederler... Bir insan bu baskıyla yaşayamaz. Arda bunu hissetti, yaşadı çünkü. İnsanın bir yaşam şekli vardır. Bir yaşam ve algılama var. Bakışlar, sözler insanı rahatsız eder. Bunu çok iyi biliyorum. Arda kendi için en doğru kararı aldı. * Arda’yı kaçırdık mı? Tam öyle değil, yurt dışı deneyimi iyi olur onun için de... Ama bu galiba genetik özelliğimiz. Başına bela arıyorsan başar. Fatura ödemek istiyorsan başar. Yalnız kalmak istiyorsan başar. Başaramazsan derdin yok. Sıradan olunca rahatsın. * Başaranı aşağı mı çekiyoruz, onlar hiç mi fazlasıyla havaya girmiyorlar?Bu bahsettiğim genel. Yalnızca futbolda yok ama futboldan çok konuşuyor ve ilgileniyoruz, o yüzden de çok zor bir alan. Herkes her gün iyi olacak diye bir şey yok. Futbol kulüplerinde başkan tek adamdır* Futbol Türkiye’de en çok konuşulan konu. Şu günlerde de ‘temiz futbol’u konuşuyoruz. Futbol kulüplerinin yönetim biçimlerini nasıl buluyorsunuz? Hep siyasi partiler için söylenir, parti içi demokrasi yok diye... ’Başkan ve Adamları’ndan söz edilir... Futbolda da bu yok mu? Bazen bazı kararları parti liderleri alıyor, vekiller kafa sallıyor, futbolda da aynısı olmuyor mu? Benzerlikler var. Futbolla siyaset ilişkisi olarak da değil yalnızca... Genelde baktığımda yılladır bu işin içindeyim. Örneğin İran’da bulunduğum dönemde de farklı gözlemlerim oldu... Sanırım o dönemde de böyle yorumlar yaptım. Ülkedeki sosyolojik yaşamla ilgili bunlar. Örneğin futbol İran gibi ülkelerde farklı yerde. Algısı, beğenisi farklı yerde. Bu ülkeler dengeyi de bulamamış ülkeler. Bu yüzden bazı koşullarda siyasete benziyor. Yönetim biçimlerine gelince, evet bizde de yöneticiler genelde tek söz sahibi. Yönetim biçimi böyle. Ayrıca kulüpler küçük birimler. Bu açıdan baktığımızda ülke yönetimi gibi çok göz önüne çıkmayabilir ama tek adamlık vardır kulüplerde de. Futbol kulüplerinde daha çok başkan son sözü söyleyendir. Siyasette farklı etkenler vardır... Bu kadar düz değil. * Futbolda şike ve çeteleşme iddialarını siz de duymuş muydunuz? Siz de böyle bir soruşturmayı bekliyor muydunuz?Beklemiyordum. Yasayla birlikte değişiklik bekliyordum. Benim beklentim holiganlığın sona erdirilmesiyle ilgiliydi. Yasanın içinde bu da var. Ben de bazı şeyler duyuyordum ama böylesine büyük bir olay beklemiyordum... Şike olayı bir aydan fazla süredir birinci madde Türkiye’de. Bence olmamalı. Ülkenin konuşacağı başka önemli kritik konular da var... Kritik bir süreçten geçiliyor. İnce eleyip sık dokumak lazım. Futbol yazılıp çizildiği kadar kirli değil* İddiaları, telefon konuşmalarını okuyunca, sorgulanan isimlerin ifadeleri medyaya yansıyınca ne düşündünüz? ‘Türkiye’de futbol bitmiş’ diyenler var...Elif, bak burada hava bugün çok rüzgarlı, her yer uçuyor... Yaz mevsimi, bir yandan da hava çok güzel... Burada şimdi senle çıkıp deniz kıyısında değil de tarlalarda gezsek... Tarlalara gitsek şu mevsimde köylülerin samanla taneleri ayırdığını görürüz... Biz buna çöple samanı karıştırmayın diyoruz. Futbolla ilgili opersayonda da bunu yapmamak lazım. Yoksa çok kritik bir süreç olur. * Kurunun yanında yaş da yanıyor, futbolda öyle bir sürece mi girildi, diyorsunuz?Sporculuğa başladığım günden beri içinde olmak istediğimiz dünya temiz bir dünya ve futbol. Bunu bozmak isteyenler hep oldu. İnanın şu anda söylendiği ve yazılıp çizildiği kadar pis, kirli değil futbol. * Sizce bu inanç çok zedelenmedi mi? Eğer her şeyi olmuş kabul edersek bu ülke yaşanmaz hale gelir. Evet, futbolu kirletmeye çalışan bir çok pespaye isim vardır. Buradan nemalanmaya çalışanlar da vardır. Hep oldu. * Sizin de bildiğiniz örnekler var mı?Ben teknik adamım, sporcuydum. Ben bu tür ortamlarda oldum. Futbol camiasına girip nemalanmak isteyenler hep olmuştur. Bu söz ettiğimiz insan türünün oranı inanın yüzde 3’tür. Eğer siz bunu yüzde 100 olarak görürseniz yazık olur. * Telefon konuşmalarının dökümlerini okuyunca ne düşündünüz?Futbol dünyasında hep konuşmalar olur. Okuyorum, mutlaka çok çirkinlikler var ve ortaya çıkmalı. Ama tüm konuşmaları değerlendirirken sağlıklı karar vermek lazım. Bu dünya içindeki konuşmaları bir yere oturtmaya çalışırsanız sonuca varamazsınız. Evet bu kirliliğin içinde olanlar temizlenmeli. Bunu yaparken kurunun yanında yaş da yanmasın. Tüm hadise bu. * Konuşmaların yanlış anlaşılma olasılığı mı var? Bak seninle benim aramda da bu tür konuşmalar olabilir. Örneğin bana, ‘Ne yapıp edip şu maçı alın’ diyebilirsin... ’Bir şey yapıp şu maçı kazansınlar’ diyebilirsin arkadaşına. ‘Sahada ölün maçı kazanın’ da derler... O ortamda söylenir. Bunu farklı değerlendirirsen yani ‘ne yapıp da yapın’a farklı yorumlar yüklersen iş farklı anlaşılır, işin içinden çıkılmaz.* Farklı mı yorumlanıyor konuşmalar?Ben detayları bilmiyorum. Bu tarz ilişkiler içinde olanlar var, o görülüyor ama çok kişi değil bu işi yapanlar... Ben biraz abartılı buluyorum. Türkiye gündeminin önüne geçti. Gerçekten bilgi sahibi olmak lazım. Her konuşma şuraya gidecektir dersen sonu gelmez. * Yurt dışında da benzer süreçler yaşandı... Örneğin İtalya’da yaşananlarla karşılaştırıyor musunuz? Benziyor mu?Sonuçlanma süresi uzamamalı.Yurtdışıyla karşılaştırma yapılmasın. Birebir uymuyor, benzemiyor. Ama önemli olan futbolun temiz insanlara emanet edilmesi. Samimi fikrim şu, ben bu insanların hepsini tanıyorum. Yıllarca çalıştım bu insanlarla. Bazı insanlar için içim rahat. Ben bazılarının hiçbir şekilde pislik işlere karışmayacağını biliyorum. Evet, bazıları da temizlenmeli.* Kimler mesela?Bunu söylemem doğru olmaz. Şunu görüyorum, direkt olarak bu işlerin içinde olmasalar da ilişki kurulmak istenen kişiler de var, direkt içinde olanlar da var. Yargı süreci var. Değerlendirmek çok doğru değil. Aylarca çalışmış savcılar var. Savcılar buradaki olayların ne olduğunu ortaya çıkaracak kadar tecrübelidir diye düşünüyorum. Sınırsız yabancı sınırsız problem demektir* Sınırsız yabancı düzenlemesi Türkiye futboluna ne getirir?Ben bu konuya futbol kulüplerinin çok itibar edeceğini sanmıyorum. Durum ortada. Sınır 10 zaten. Sınırsız yabancı sınırsız problem demektir. * Nedeni ne bunun? Gülüyorsunuz, haklısınız. Yabancıyı gel seni oynatmayacağım diye transfer etmez kimse. Ben sınırsız yabancı kararını sağlıklı bulmam. Kulüpler isteyebilir, bazı ülkeler uygulayabilir ama burası Türkiye. Türkiye’de şu anda az olan değerlidir mantığından hareket etmeliyiz. Şu anda az olan Türk, az olana daha az para veriyorsun. Az olan değerlidir mantığıyla örtüşmüyor. Durum ortada. Şu anda yurt dışı teklifleri değerlendiriyorum* Beşiktaş Kulübü’ne geri döneceğiniz yazılıp çizildi, ne oldu?Öyle bir konu yok şu anda. Beşiktaş’la bağım hiçbir zaman kesilmez. Ancak bugün itibarıyla bir şey yok. * Teknik adamlığa devam edecek misiniz yoksa bu kadar yeter mi diyorsunuz? Ben şu anda 61 yaşındayım. Ben 4-5 sene daha çalışmalıyım diye düşünüyorum. Etkin olmak isterim. Bunu düşünme aşamasındaydım doğrusu. Bu arada teklifler geldi. * Söyler misiniz nereden geldiğini?Entresan teklifler geldi. Japonya’dan ve Çin’den. Mayıs ayındaydık, ben önce sıcak bakmadım. Bunun nedenlerinden biri otelimin yenilenmesi ve burada olmak istememdi. Burada şimdi güzel enerji topladım. Biraz da kendimi tam formda hissetmeye ihtiyacım vardı. Şimdi fitim. Fenerbahçe’nin küme düşürülmesini ben de beklemiyordum* Futbol Federsayonu’nun kararını nasıl buldunuz?Kişilerin sorumsuzluklarıyla kurumların cezalandırılması tenakuz teşekkül edebilirdi. Farklılık ortaya çıkabilirdi. Bu olaylar başladı çözülmeye... Mutlaka da düzgün sonuçlanacak. Yargıya güvenmemiz lazım. Yargıdan çıkacak düzgün sonuç kişilere ceza getirebilir... Ama herkese değil. Cezaların şekli ne olur bilemem. Ben Fenerahçe’ye küme düşürülmesini beklemiyordum. Çıkmadı da. Önemli olan pisliğin temizlenmesi ve hızlı temizlenmesi... Kararı yargı vermeli...* Medyada da çok farklı yorumlar var. Aziz Yıldırım’la ilgili haberler ve yorumlarda çok net olarak görülüyor... Medya ikiye bölündü... Şu anda çok ses çıkıyor. Bilgi kirliliği de var. Buna kimse tenezzül etmemeli. Futbol Federasyonu kararını verdi... Devam eden bir süreç var. Yaşamımızda bir terim vardır, geç gelen adalet adelet değildir. Erken gelecek karar da yanlışlık yapılmaması da en az geç gelecek karar kadar önemlidir. Karar vermiş olmak için de karar verilmez. Bir ayı aşkın süredir yatıyorlar. “Hak eden yatsın ama acaba hak etmeden yatanlar da var mı ?” derdimiz işte bu. * Bu yalnızca futbolda olmuyor...Hep böyle. Ama futbol farklı bir alan. Futbolda çok dedikodu vardır.* Nasıl yani?Haklısın, şaşırıyorsun... Bu belki dışarıdan öyle görünmez ama dedikodu vardır futbol dünyasında. Bunları dikkate alarak haber yapmaktan, yorum yapmaktan kaçınılmalı. Medya duyarlı olmalı. * TFF’nin menajerlik sınav soruları da çalınmış...Menajerlerle çalışan biri olmadım ben hayatım boyu. Kulüplerin takdiri olur genelde. Ben teknik adam olarak futbolcularla ilgili önerilerimi söylerim. Ben oturmuş bir menajerlik sisteminin olmadığını düşünüyorum Türkiye’de. Görünen o ki, iki adam kendine menfaat sağlamak için bir tür işlerin içine girmişse çevrelerini de yakıyor. Çok malumatım yok.* Türkiye’de bu operasyonlar için muhbirlik hattı kurulmalı mı?Bence çok aşağılık bir hareket olur. Birbirinin kuyusunu kazanlar olabilir. Federasyon bence doğru kararı verdi* Aziz Yıldırım’ın başına gelenler IMF Başkanı Starauss Kahn’ın başına gelenlere benzetiliyor. Sizce? Valla o olaya, yani IMF eski Başkanı’nın durumuna bakınca insan şaşırıyor. Daha karar verilmeden insanları suçlu sandalyesine oturtmak doğru değil. Sana, bana veya medyaya düşmez birilerini bu şekilde hızla yargılamak. Senin benim içimden geçen farklıdır ama bunu kamuoyuyla bu şekilde paylaşmak bence yanlış. Ayrıca adelet de yanlış yapabiliyor. Bence kesin fikir belirtmek yanlış. Temenni başka şey. Ben de bazı olayların içinde bazı insanların olamayacağını düşünüyorum. Bazıları için kafamda soru işaretleri var ama bu bunu yapmıştır diyemem. Kafamda bazı taşları yerine oturttum ama kişisel bir karar. Ben bu kişi böyledir diyemem dememeliyim. * Şimdi de Futbol Federasyonu’nun kararı çok tartışılıyor... Dediğim gibi bence doğru karar... Konuşmaların mantıkla ilgisi yok. Burada gerçekçi yaklaşımları olmayan insanlar kamuoyunun kafasını karıştırmamalı. Bunun dışında karar olsaydı o zaman tartışılırdı. Nihai sonuç değil. Kişileri ve kurumları yargıdan önce beraat ettirmek de yanlış, suçlamak da. Çeşme ruh sağlığıma iyi geliyor* Kaptan Otelimiz Captain Suit Otel oldu... Bu iş de çok zevkli... Teknik adamlığa da benziyor, ikisi de takım oyunu. Futbol kadrosundaki kadar çalışanım var burada da. Ayrıca futbolcular da geliyor. Ziyarete de geliyorlar. * Çeşme’yi futbolcular çok seviyor. Yüzmeyi en iyi şekilde yaparlar ve dinlenme sezonunda plaj futbolcular için en iyi sahadır. Kumda yürümek, koşmak çok iyi gelir futbolculara...* Geçen sene tam bu zamanlarda ayrıldım Beşiktaş’tan. Sağlık sorunlarım vardı. Kışın İstanbul’dayım ama yazları buradayım. Çeşme farklı bir enerji. Ben burada kendimi farklı hissediyorum. Bana verdiği enerji farklı. Burada hissettiğim ruh halim de farklı. Arkadaşlarım, dostlarım, ailem hep buralarda... Burası benim ruh sağlığıma da çok iyi geliyor. * Çeşme’de biz kapasitesine yetecek kadar insan istiyoruz. Bu daha sağlıklı olur. Yaz aylarında inanılmaz bir kalabalık var. Bu kadar sayıda insan gelirse bir gün Çeşme’ye kimse gelmez. Diğer yerlerin durumunu görüyorsunuz. Bence kapasite zorlanmamalı. Şehirleşme burada olmamalı. Buna karşıyız. Buranın en büyük avantajı, buranın kirlenme ihtimali yok doğa olarak. Ama ne yazık ki insanlar her yeri bozuyor. Biz insanlar iklimi bile değiştiriyoruz. Biz Çeşmeliler olarak buranın bozulmaması için elimizden geleni yapıyoruz. * Çeşme’de bana en büyük enerjiyi deniz, balık veriyor ama en büyük terapi çocukluk arkadaşlarım. Yıllardır karşılaşmadığım hitap şekilleri. 30 yıl önce nasıl konuşuyorsak şimdi de aynı şekilde konuşuyoruz. Doğallık müthiş bir şey. * Biz burada en çok balık konuşuyoruz. Burası başka alem benim için.
Başbakan Erdoğan’ın açıkladığı ‘35 İzmir 35 Proje’ kapsamında 20 bin kişiye istihdam sağlayacak Teknokent’in sahiplerinden biri İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü... Türkiye’nin 3’üncü büyük kütüphanesi, Türkiye’de az sayıda olan cihazlar burada... Rektör Prof. Mustafa Güden, “6 fermantasyonu aynı anda yapıp koşullarını kontrol eden Türkiye’deki tek fermentör bizde. Biyoteknoloji merkezimizde genetik analizin her türlüsü yapılıyor. Bir insanın burnunun yerini tutan bir aletimiz var. Orası üniversitenin kozmik odası. Üniversitemizde havuz yok ama bu cihazlar var” diyor.Urla’da bulunan İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nün adını son dönemde daha çok duyuyoruz. Çünkü burada yakında Teknokent kurulacak. Yıllardır İzmir’de bir Teknokent kurulacağı söylenir ama adım atılmazdı. Seçim öncesinde Başbakan Tayyip Erdoğan ‘35 İzmir 35 Proje’ kapsamında 20 bin kişiye istihdam olanağı tanıyacak Teknokent projesini de açıkladı. Bakan Binali Yıldırım da enstitüyü ziyaret ederek hali hazırda 80 firmanın bulunduğu Teknokent’i ve yeni kurulacak Teknokent arazisini gezdi. Projenin İzmirli sahiplerinden biri de İzmir Yüksek Teknoloji Enstitüsü... Üniversitenin Rektörü Prof. Mustafa Güden. İYTE Urla’dan denize bakan bir enstitü... Enstitüde Türkiye’de sayılı adette bulunan cihazlar var... Farklı bölümleri geziyorum, antikanserojen maddelerle ilgili son teknoloji ürünlerini görüyorum. Rektör Prof. Mustafa Güden ve Rektör Yardımcısı Prof. Ahmet Eroğlu’yla gezerken üniversitenin tamamen araştırma ve geliştirmeye odaklı olduğunu dinliyorum. Üniversitede sosyal tesis diyebileceğimiz, gözümüzü boyayacak yerler yok ama bu enstitüde Türkiye’nin 3’üncü büyük kütüphanesi var. Enstitü turumuz sırasında bir insanın burnunun koku alma yeteneğine en yakın cihazı da görüyorum. Kocaman bir cihaz... Her türlü koku tetkiki yapılıyor. Üniversitenin kaynaklarının neredeyse tümü araştırmaya ayrılmış... Böyle devlet üniversiteleri de var. Üstelik yakında bu enstitünün kampüsünün yanıbaşında Türkiye’nin en büyük Teknokent’i kurulacak. 4 milyar dolarlık yatırım planının olduğu bölgede 20 bin kişiye istihdam olanağı bulunacak. Urla’da böyle bir enstitü ne zaman nasıl kuruldu?1992 yılında araştırma üniversitesi olarak kuruldu burası. O dönemlerde Amerika’da yüksek lisans ve doktora kanalıyla araştırma yapan üniversitelerin olduğu biliniyordu. MIT buna güzel örnektir. Buralarda lisans öğrencisi vardır ama esas amaç yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin araştırma, geliştirme yapmalarıdır. Lisans ve doktora öğrencileri sayısı eşittir. Kaç fakülte var?3 fakültemiz var. Mühendislik, Fen Bilimleri ve Mimarlık Fakülteleri... Böyle küçük kalacağız. Ana bölüm sayısı az kalacak, biz teknoloji ve temel bilimler ve mühendislikte ilerleyeceğiz. Konsantrasyonumuzu bozmak istemiyoruz. Kaynaklarımız belirli alanlara yoğunlaştı. Biyoteknoloji, malzeme bilimleri mühendisliği ve enerji alanlarında çok yoğunlaştık. 1980’li yıllardan sonra ABD şirketleri biyoteknolojiye kaydı. Bu insan vucuduna da bitkilere de uygulanıyor... Bizim yapmamız gereken şey bu üniversitede yeni teknoloji geliştirecek bilgi üretmek. Sanayi bizi zorlamalıYıllardır duyarız üniversite sanayi işbirliği vurgulanır ama şöyle elle tutulur örnekler bulmak çok zordur Türkiye’de... Siz ne yapıyorsunuz?Üniversite sanayi işbirliği çok konuşuluyor. Üniversiteler suçlanıyor. Üniversite bilgi üretir, firmalar o bilgiyi ister, siz bilgiyi ortaya çıkarırsınız, bunu firmalar kullanır. İhtiyacın bize gelmesi lazım. Bu ihtiyacı duymuyorsanız bunu kullanamazsınız. Sanayi bizi zorlamalı. Türkiye mühendislik alanında iyi. Yurtdışında çalışılıyor, çok iyi firmalarımız var. İnşaat firmaları örnek değil mi?Evet. Onlar bir örnek. Türkiye’den çıkma firmalar çok başarılı oluyor. Rönesans ilk aklıma gelen...Ancak bilgiyi üretecek olan temel bilimlerde çok kötüyüz. Temel bilimlerimiz zayıf. Sizce bunun nedeni ne?Üniversite sınavlarında en düşük puanlılar temel bilimlere geliyor. Peki bilgi nasıl üretilecek? Mesela teknoloji nasıl gelişiyor. Süper iletken malzemeler var... Bir malzemeyi süper iletken nasıl yaparız diye çalışılıyor. Firmalar geliyor, süper iletkenliği nerelerde kullanırız diye bakıyorlar. Fizikçiler üzerinde çalışıyor. Bu özelliğin temel bilimlerde bulunması lazım. Süper iletkenlik özelliğini bulacak olanlar bilimadamları. Biliyorsunuz raya değmeden hızlı giden trenler var... Bunu yapabiliriz. Neden yapmayalım? Treni de yapabiliriz. Otomobil de uçak da yapılabilir... Ama biz inovativ denilen şeyleri ortaya koyamıyoruz, çünkü temel bilimler çok zayıf. Bu üniversitelere, fen bilimlerine motive olmuş, bu işlere odaklanmış öğrencileri almalıyız. Bence hükümetler temel bilim alanlarında başarılı olan öğrencilerin önünü açmalı, iyi yaşam vaad etmeli. Devlet desteği olmadan bu iş zor. Kaç öğrenciniz var burada?3 bin öğrenci var. 2 bin 200 lisans öğrencisi, diğerleri yüksek lisans.Burada bir de Teknokent var...Burası 35 bin dönüm arazi. Çok büyük bir üniversite. Şu anda 80 firmanın bulunduğu bir yer var. İleride bizim kampüsün hemen yanında 2 bin 184 dönüme yapılacak Teknokent... Bizim için çok önemli. Buna hazırlanıyor üniversite... Devlet gerekli yatırımı yapmış. Bazı cihazlar Türkiye’de tek bizde. Bu cihazlardan üniversite dışındaki uzmanlar ve şirketler de yararlanabiliyor. Derslerin hepsi İngilizce. Hocaların yüzde 80’i Amerika’da doktora yapmış hocalar. Öğrenciler hazırlık okuyor.2 bin firmaya yazı gönderdim ‘Projenizi getirin geliştirelim’ dedimBuradaki cihazlardan yararlanılıyor dediniz. Örneğin pırlanta ve elması en ince ayrıntısına kadar inceleyen bir cihaz gördüm... Yüksek kalite ölçümü yapıyormuş... Sonra kanserojen maddelerle ilgili bir cihaz vardı... Kimler yararlanıyor bu cihazlardan?İş dünyası başvuruyor... Dün bir grup geldi.. Ar-Ge’ye yönelik bir kayış var. Birlikte proje yapmak için gelenler var. Ben 7 aydır rektörlük yapıyorum. 2 bin firmaya yazı gönderdim. ‘Üniversiteden bir şey beklemeyin, gelin projelerinizi getirin, geliştirelim’ dedim. Geri dönüş alıyorum. Onlar ihtiyacı belirlesin, yapmak istedikleri projeleri anlatsınlar, biz elimizden geleni yapalım. Kütüphaneniz yeni... Türkiye’de ilk 3 kütüphaneden biri mi?Kütüphanemiz Avrupa’daki en iyi 30 kütüphaneden biri seçildi. Arşivimiz çok kuvvetli. Ayrıca üniversitede Çevre Araştırma Merkezi var. Biyomer diye bir merkezimiz de var. Biyoteknoloji Araştırma Merkezi orası. Fermentör var. 6 adet fermantasyonu aynı anda yapıp koşullarını kontrol eden Türkiye’deki tek fermentör. Burada neredeyse her tür dedektör var. Hücre kültürü çalışmaları var. Antikanseronojik maddeler araştırılıyor... Orası üniversitenin kozmik odası, üniversitede genetik analizin her türlüsü yapılıyor. Nano düzeyde ağırlık ölçümleri yapabiliyoruz. Bir insanın burnunun yerini tutan bir aletimiz var. İnsan burnunun binde biri bile değil, en gelişmiş alet bu. Üniversitemizde havuz yok ama bu cihazlar var...YANMAZ, KIRILMAZ STADYUM KOLTUKLARI, HURDA CAMDAN İZOLASYON MALZEMELERİ ÜRETTİLERUrla’da yaşayan Prof. Dr. Mustafa Güden’in odasında bazı malzemeler gördüm. Önce taş sandım, taş değillermiş. İnanılmaz hafif malzemeler. Güden o malzemeleri de anlattı, hepsi üniversitede üretilmiş. “Hurda camı alıp toz haline getirip kimyasal bir işlem uyguluyoruz. İzolasyon malzemesi bu. Çevreci. Bir firma bunu üretmek istiyor. Bu da hurda cam...Bu da başka bir malzemeye dönüştü. Kırılmaz, yanmaz ve hafif stadyum koltuğu yaptık.4 milyar dolar yatırım yapılacakTeknokent çok heyecanlandırdı bu bölgeyi. İzmir’in Silikon Vadisi... 20 bin kişiye istihdam olanağı. Projenin ortaklarından birisiniz.Teknokent üniversite kampüsünde kurulacak. Burası 60 dönüm bir alan. Toplam 2 bin dönümden fazla aslında. Dağların arkası da ek bölge. Binaların tümü Teknokent’e ait. 80 firma var şu anda ve 400 kişi çalışıyor. 4 milyar dolarlık yatırım mı yapılacak?O açıklamalar yapıldı... Teknokent bittiğinde burada 20 bin kişi çalışacak. Şu anda olanların çoğu bilişim firmaları ama biyoteknoloji, gıda, savunma sanayi firmaları da yakında gelecek. Savunma Sanayii’nden bir firma Ar-Ge merkezini kuracak. Teknokent’in alt yapı ve üst yapı projeleri hazır. Alt yapısı tamamen hazır. Burası gelişince bambaşka bir yer olacak.