Türkiye Türk milletinin olmadığı bir noktaya gelirse Yugoslavya’ya döner

18 Mart 2013

Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ Erdoğan’ın “Biz her türlü milliyetçiliği ayağımızın altına alan bir iktidarız” açıklamasına Twitter’da cevap verdi. Elekdağ “Telkinim hatanızdan dönme erdemini göstermenizdir” dedi. Başbakan’ın sözlerini iki açıdan ele aldığını belirten Elekdağ şunları yazdı:“Birincisi, ‘her türlü milliyetçilik’ ifadesi, Kurtuluş Savaşı’nda şahlanarak Anadolu’yu düşmandan arındıran Türk milliyetçiliğini de kapsıyor. Bu nedenle ben zât-ı âlinize soruyorum: Milliyetçilik duygusu ile millet olarak var olma ve yaşama azmi Kurtuluş Savaşımızda bir şuur ve iman hâlinde yaşamasaydı, bugün hür, haysiyetli ve şerefli bir millet olarak ayakta kalabilir miydik? Anadolu düşman kuvvetlerinden arındırılabilir ve Türkiye Cumhuriyeti kurulabilir miydi?İkincisi Sayın Başbakan, ‘Türk milleti’, asla ve kat’a bir kavmin, bir ırkın veya bir etnik grubun adı değildir.Bir gönül bağı olan Atatürk milliyetçiliği, diğer milliyetçi akımların sizi rahatsız eden sakatlıklarından arındırılmıştır. Şöyle ki: Atatürk milliyetçiliği, ırkçılık, Turancılık karşıtıdır, kafatasçılığı reddeder, özgürlükçü ve eşitlikçidir, demokrasiyi hedefler, dünya ile barışıktır, başka milletleri ne hakir ne de kendinden üstün görür.En önemlisi de, Atatürk milliyetçiliği, Türk halkını, tüm toplum bireylerini dil, kültür ve tarih bilinci temelinde ‘Türk Milleti’ ve ‘Türklük’ şemsiyesi altında birleştiren bir toplumsal yapıdır. Bu milliyetçiliği ‘ayak altına almaya’ kalkarsanız, o zaman, Türkiye halkını milli kimlikten ve aidiyet duygusundan yoksun bırakır, bölünmüş, ufalanmış, dejenere bir kitleye dönüştürürsünüz.Türkiye’yi, Türk milletinin var olmadığı bir noktaya getirirseniz, Türkiye Yugoslavya’ya döner, parçalanır.”Olay çıkan illere bakınNevruz Bayramı 40 ilde “herkes rahatlıkla kutlasın” düşüncesiyle gerçek gününden birkaç gün önceye denk gelen pazar günü kutlandı.Her ne kadar Nevruz herkesin bayramı olarak kabul edilse de, pazar günkü törenler sadece BDP’lilerin katılımıyla yapıldı ve birer PKK- Öcalan propagandasına dönüştü. Alınan geniş güvenlik önlemleri nedeniyle gösteriler olaysız tamamlandı sadece İzmit, Adapazarı ve Erzurum’da bazı olaylar çıktı.BDP mitingine tepki gösteren bazı vatandaşlar Türk bayrakları açarak karşı gösteri yapmaya kalkıştı. Polis su ve biber gazı sıkarak kalabalıkları dağıttı.Burada iktidarın dikkat etmesi gereken şu; her üç kentte de AKP yüzde 50’lerin üzerinde oy almış. Bu kentlerde bu tür gösteriler oluyorsa, “barış” adı altında yürütülen ne olduğu belirsiz sürece kendi seçmeninin tepkili olduğu görülüyor demektir.Anketler çarpıtılarak “halk arkamızda” diyenlerin biraz düşünmesi gerek.Referandumda ne olur sorusuPazartesi sohbetimde “Anayasa referandumu çok tehlikeli” demiştim. Bazı okurlar “Çok güzel bir analiz olmuş ama en önemli bölüm tek cümleyle anlatılmış. Biraz daha ayrıntı ver” diyen mesajlar göndermişler.Aslında ne demek olduğu belli ki de kısaca biraz daha açayım;AKP’nin kafasındaki yeni anayasada “Türk milliyetçiliği de Atatürk milliyetçiliği de” olmayacak. Yerel yönetimler adı altında “özerk bölgeler” gündeme gelecek. Muhtemelen “Türk tipi” (ne demekse) bir başkanlık sistemi olacak.Bu durumda, şimdi “barış dayatması” altında “aman bize faşist, ırçı demesinler” endişesiyle sesini fazla çıkarmayan, ama işin sonuna gelindiği için artık çaresi kalmayan ve bu anayasanın Türkiye’nin de sonunu getireceğine inanan kesimler “hayır” kampanyası doğal olarak çok sert götürecektir.Şu sıralar “Türk olmadığını söylemenin” prim yaptığı sanılıyor ve karşı tepki görmüyor. Milyonların “Türk bayrağı ile sokaklara indiği” bir günü de hesaplıyorlar mı acaba?Tsunami olursa bu park ne olacak?Maltepe’de Büyükşehir Belediyesi milyonlarca metrekare deniz alanını doldurarak “eşsiz” bir park inşa ediyor.Maketlerde çok güzel görünüyor. Peki proje çevrecilik, şehircilik ve deprem riski açısından irdelendi mi ?Okurlardan Ertuğrul Berki bir mesaj göndermiş. Diyor ki “Japon jeolog, ‘2 yıl içinde Marmara’da 7 ve üzeri deprem olma riski çok yüksek’ demiş. Tsunami olacağını da eklemiş. Öyleyse Marmara Denizi’ni 170 futbol sahası büyüklügünde doldurmak ne? Tsunaminin olacağı bir yerde doldurma zemin ile park yaparak çoluk çocuğumuzu riske atmak ne oluyor. Bu kaç alkollü araç kullanana bedel bir iş?”

Devamını Oku

Anayasa referandumu çok tehlikeli

17 Mart 2013

Sevgili okurlar; geçen haftayı da “nasıl olacağı” yine söylenmeyen “barış” nutuklarıyla geçirdik. İktidar ve yandaşları yine topu taca atarak “En iyisinin yeni anayasa ile tüm sorunları gidermek” olduğunu ve yapılacak referandumla son kararı halkın vermesi gerektiğini anlatmaya çalışıyorlar.BDP desteği ileBaşından beri yazıyorum, iktidar partisinin “uzlaşma ile bir anayasa yazmaya” niyeti yok. Çünkü zihninde kendi anayasası var ve uzlaşma sağlanmayacağını bildiği için eninde sonunda bu anayasayı önümüze getirecek. Bunun için de BDP’nin desteğini almayı ve referanduma gitmeyi planlıyor.Amaç Kürtler değilİlk bakışta, iktidar partisinin “Kürt sorununu çözme” niyetinde olduğu görülebilir. Oysa asıl amaç sorunu çözüyormuş gibi yaparak Kürt oylarını AKP’ye katmak, PKK’yı tasfiye ederek Güneydoğu’da aşırı muhafazakâr bir özerk bölge kurmak. Bunun için başkanlık sistemi gerekiyor.Türk İslam senteziBaşbakan’ın son zamanlardaki “milliyetçilik” çıkışlarına farklı gözle bakmamız gerekiyor. Erdoğan ve ekibi 1960’larda oluşmaya başlayan “Türk İslam sentezi” zihniyetinin yoldaşlarıdır. 40’lar 50’ler Cumhuriyetçilerle, aşırı Türk milliyetçileri ve İslamcıları arasındaki tartışmalarla geçmişti.Formül bulunuyorUlusal ve üniter devleti milliyetçilikle ya da İslamcılıkla tamamen ele geçirmenin zorluğu karşışında milliyetçi ve İslamcı kesim işbirliği yaparak yepyeni bir tez oluşturdu ve kendini merkez sağ iktidarların kanatları altında korumaya aldı. Böylelikle her dönem iktidar içinde kalmayı başardı.12 Eylül etkisi1990’a kadar Sovyet tehdidi karşısında NATO şemsiyesi altında şimdi kimilerinin “resmi ideoloji” veya “vesayet demokrasisi” adını verdikleri sistemin önemli parçası olan Türk-İslam sentezcileri 12 Eylül’ün dış kaynaklı politikaları ile birlikte daha rahat ve özgür bir çalışma alanı buldu.Duvarların yıkılması1989’da tıpkı 1945’te olduğu gibi dünya büyük bir değişimi yaşadı. Kapitalizmin karşı kalesi komünizm çökertildi. Türkiye’nin üzerindeki “resmi ideoloji” baskısı hafifletilmek zorunda kalındı. Sovyet tehdidi karşısında milliyetçiliği öne çıkaranların en önemli kozu da ortadan kalktı.İslam; yükselen değerKomünizm altında yaşayan Türk coğrafyası özgürleşince milliyetçilerin ısrarla söylediği 200 milyonluk Türk dünyası tezinin de bir hayal olduğu ortaya çıktı. Böylelikle sayıca daha fazla olan İslamcılar Türk-İslam sentezinin sürükleyici gücü hâline geldi. İslam yükselen değer oldu.Hedef İslam ümmetiErbakan’ın MNP, MSP ve Refah’ı Sovyet tehdidine karşı “ulusal ve üniter” Türkiye’den yanaydı. Oysa komünizmden sonra ulusallığın ve üniterliğin de önemi kalmamıştı. Erbakan’a karşı “değişim bayrağı” açanların hedefinde artık ulusalın yerinde “ümmet” vardı. Ama bu kolay değildi.Sona geliniyorErbakan’a bayrak açanlar Türk İslam sentezini sadece “İslam sentezi” hâline getirebilmek için çok büyük paralar harcadılar, medya ve finans sektörlerinde egemen güç hâline gelmeyi başardılar ve “Kürt kozunu” da kullanarak yeni bir demokrasi ve değişim programını devreye soktular.Solcular ve liberallerYeni İslam sentezciler, çok akıllı davranarak daha önce solcuların (Marksist, komünist, sosyalist, sosyal demokrat) büyük mücadeleler verdiği demokrasi, özgürlükler ve insan hakları formlarını aynen kullanarak çevrelerinde geniş bir “sempati halkası” kurdular. Çok da başarılı oldular.Kolay nokta Kürtlerİslamcılar için, bu sempati halkasını daimi tutmak için en kolay araç Kürt sorunuydu. Kürt sorunu kullanılarak, milliyetçilik hayli geriletildi, Cumhuriyet ilkeleri, Atatürk ve devrimleri tartışmaya açıldı, medya gücü kullanılarak bu kavramlar aşağılandı, halkın bir bölümü tamamen etkisizleştirildi.Yeni anayasaBu planın en etkili söylemi “Türkiye daha demokratikleşmelidir, asker anayasalarından kurtulmalıyız, Türkiye’ye yeni anayasa lazım” oldu. Yeni anayasa milliyetçiliği tamamen saf dışı bırakarak “İslamcı” kimliğin egemen olmasını sağlayacak biçimde olacaktır. Ama bunun için destek gereklidir.Kürtlerin kullanılmasıİşte bu aşamada Kürtler kullanılacaktır. “Kürt kimliği” savaşı veren ve özünde “laik” olan siyasal Kürtler “haklarımızı alıyoruz” zannıyla Türkiye’yi ümmete götürecek bir anayasaya Meclis’te evet diyeceklerdir. Sıra bunun halka kabul ettirilmesine, yani referanduma gelecektir. Sorun buradadır.Bu son savaş demektirİçinden Atatürk ve Türk milliyetçiliği çıkmış bir yeni anayasanın, bugünkü oy tablosunda kabul edilmesi kolay gibi gözüküyor. Ama bu anayasa geldiği an karşı olanların tezleri de ister istemez en sert hâliyle gündeme çıkacaktır. İşte o andan itibaren olacakları kimse hesaplıyor mu?Hepinize iyi haftalar dilerim...GÜNÜN SÖZÜ18 Mart Çanakkale Zaferi hepimize kutlu olsun.Türkiye Cumhuriyeti kolay kurulmadı, kimse kolay kolay yıkamaz.

Devamını Oku

Tiyatro çalışmaları tam gaz gidiyor!

16 Mart 2013

Geçen hafta yazmıştım, biliyorsunuz, yepyeni bir projeye hazırlanıyorum.Tek kişilik bir politik gösteri sunmaya çalışacağım sizlere.Adı “Can Ataklı ile canın sağolsun Türkiyem.”Geçen hafta da müthiş bir tempoda geçti.Aralıksız hergün Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi’ne gidip sahnede “tam prova” yapıyorum.İnanın çok zor.Yönetmenim Özcan Alpar canımı çıkarıyor. Ama değecek umarım.Kendimi tam bir öğrenci gibi hissediyorum. Alpar provanın tam ortasında durduruyor, “Şunu bir de yüz mimiklerini kullanarak oyna” diyor örneğin.Ya da “Şu yengeç gibi yan yan yürümeyi bırak, o kadar harekete gerek yok, bazen jest ve mimikler çok daha etkili oluyor” diyor.Evet, iki saati aşan bir sahne gösterisini baştan aşağı yazdım, ama her provada farklı bir oyun çıkıyor ortaya.Metin hazır ama, asıl önemli olan kurgusu, örgüsü, cümleler her seferinde doğaçlama olarak çıkıyor ağzımdan, ben kendi kafamda yarattığım sıralamayı korumaya çalışıyorum.Sanıyorum galamızı 13 Nisan Cumartesi günü Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde yapacağız.Ondan sonrasını bilemem artık, sizin beğenilerinize göre ister İstanbul’da ister başka kentlerde oynamaya başlarız.Gani Yıldız’dan seçmelerBaskı, demokrasilerde gazetenin basılma işlemine verilen isimdir. Bizim gibi ileri demokrasilerde ise gazetelerin üzerine çöken ortamın adıdır.***Asgari ücretli öğün başına 76 kuruş ayırabiliyormuş. Bakan Faruk Çelik 800 lira asgari ücret için “büyük para” demişti. Eh, buna da “küçük para” diyebiliriz herhâlde!***Sansürün ilk örnekleri milattan öncesine dayanıyormuş. Peki ya son örnekler? Onlar AKP’nin “ileri demokrasi anlayışına” dayanıyor.***Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, “Cari açık ‘sürdürülebilir’ seviyede olsun diye tedbir alıyoruz” demiş. Aman alın yoksa ekonomi vatandaş için “süründürebilir” hale geliyor.***Başbakan, “Muhalefete 5 koyun verin, kaybeder” demiş. Kaybetmez. Çünkü yanlış hayvancılıkpolitikaları yüzünden muhalefete verilebilecek koyun kalmadı.Haftanın fıkralarıBu pazar da fıkralar yine Yıldırım Tuna’dan. Soğuk mart havasında sıcak gülümsemeler dilerim..Romantizm- O kızın evine yemeğe gitmiştin anlatsana.- Boş ver yahu.. Berbat bir geceydi işte.. Hatırlatma.- Nasıl olur ya? Çok beğeniyordun o kızı?- Yerde ayı postunun üzerinde uzanırken yüzümüze şöminede yanan odunların kızıllığı vuruyordu..- Ee?- Ayakkabısına doldurduğum şampanyayı içerken ağzıma Dr Scholl’un nasır tamponu gelince bütün romantizm anında bitti tabii..Güzel bacaklarTemel gece gittiği barda masanın üzerine çıkıp dans eden hayli şişman kızı görünce yanına yaklaşıp “Müthiş bacaklarınız var” demiş tombul kıza. “Gerçekten mi? Doğru mu söylüyorsunuz?” diye cevap vermiş beğenilmenin mutluluğuyla heyecanlanarak. “Vallahi” demiş Temel, “Baksana.. Üzerinde zıpladıkça parçalamadık masa bırakmamışsın!”TeşhircilikEfendim teşhircilikle, tacizle yakından uzaktan alakam olmadığı gibi inanın en ufak bir kabahatim de yok.. Havaalanı güvenlik görevlisi hanımefendi tam X Ray cihazından geçerken beni durdurdu. Çığlık çığlığa “Eğer pantolonunun içinde bir şey varsa çabuk onu çıkart ve eline al” diye bağırdı.. Biraz daha belirleyici bir cümle kurabilirdi efendim..İnternetten incilerOfsaytı bilen kadından uzak duracaksın hacı. Ofsaytı bilen kadın Hakan diye kaydettiğin Ece’yi de bilir, yemeğe çıkardığın sözde amcanın kızını da.***Türk kızları mı Rus kızları mı deseler hiç düşünmeden Türk kızları derim. Çünkü eğer düşünürsem tabii ki Rus kızları derim.***Sevdiğini serbest bırak, dönerse senindir, dönmezse kimindir, zıplıyorsa delidir, çömeldiyse dokunma.***Bilgisayar önce masaüstüne, sonra dizüstüne, daha sonra cebimize girdi. Eğer böyle devam ederse olayın ilerisi gerçekten ürkütüyor beni.***Cep telefonu yokken ne mi yapıyorduk? Yahu 80 yıl önce soyadın yoktu..Ortalarda “Ahmetgilin Göbük Emin” diye dolanıyodun. Ne telefonu.(Yıldırım Tuna)

Devamını Oku

Başbakan konuşuyor da dünya pek ilgi göstermiyor

15 Mart 2013

Başbakan Erdoğan son zamanlarda uluslararası platformda hayli ilginç çıkışlar yaptı. İlk olarak Birleşmiş Milletler’in yönetim, çalışma ve karar alma yöntemlerini ağır dille eleştirdi.BM Güvenlik Konseyi’ndeki 5 daimi üyenin veto hakkını kötüye kullandıklarını öne süren Erdoğan “Birçok bölgede barış bu daimi üyelerin herhangi birinin çıkarına uymadığı için sağlanamıyor, böyle adalet olmaz” dedi.İkinci çıkışı ise daha çok yeni. Erdoğan Viyana’daki konuşmasında “Siyonizmle, faşizmi” aynı kefeye koyarak “İkisinin de bir insanlık suçu olduğunu” söyledi.İkisi hem çok önemli hem de çok kritik çıkışlar. Ancak Erdoğan’ın sözlerinin yankıları sadece ülke içinde kalıyor. Dünyanın diğer ülkeleri bu önemli çıkışlara hiç önem vermiyorlar bile.BM Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinin “veto hakkı” aslında onlarca ülkeyi rahatsız ediyor. Ama hiçbiri çıkıp söyleyemiyor. Erdoğan buna cesaret etti etmesine belki ama, sonuç aynı. Bırakın batı ülkelerini, Uzak Doğu’yu, Erdoğan’a tek Müslüman ülkeden bile destek gelmedi.Aynı şekilde “Siyonizmle” ilgili sözlerine de özellikle İslam ülkelerinden bir destek çıkmadı. Oysa “Siyonizm” zaten radikal İslam ülkelerinin ortak sloganı. Ama şaşırtıcı biçimde hiçbir İslam ülkesi “Bravo, ilk kez bir siyasi lider bunu dünyanın gözüne baka baka söyleyebildi” demedi, demiyor.Tam tersine, ABD ayağa kalktı, 89 Senatör Başbakan’a bir mektup yazarak “Sözlerini geri al” uyarısında bulundu. Yaptırımı ne olur bu girişimin? Amerika bu, belli mi olur ne zaman, nerede ve nasıl hesaplaşacağı.Peki Başbakan, dünyadan bir destek gelmediği hâlde bu tür çıkışları neden yapıyor acaba?Yoksa “Nasıl olsa dünyadan ciddi bir şey gelmez, başımız derde girmez, ama ülke içinde (dünyaya kafa tutan, herkese ayar veren adam) profili çok tutar” diye mi düşünüyor?Villaya bağlanan ineklerIrak’ın Kürt bölgesinde müteahhitlik işleri yapan bir tanıdığımla karşılaştım Ankara’da. “Nasıl gidiyor, rahat mısınız?” diye sordum. “Her gün bombalar patlıyor, insanlar ölüyor ama alıştık” diye cevap verdi.Zaten diğer medyadan da görüyorsunuzdur, Kürt bölgesinde en çok iş Türkler tarafından yapılıyor. Galiba diğer ülkelere oranla biraz daha şanslı ve güçlüyüz. Bu güzel.Müteahhit tanıdığıma ne inşa ettiklerini sordum. Konut yapıyorlarmış. Bizde de çok moda olan apartman siteleri, villa siteleri.“Sosyal durum nasıl?” soruma “Öğreniyorlar, alışacaklar” karşılığını verdikten sonra “Ama” dedi ve devam etti;“Kerkük’te bir villa sitesi bitirdik. Çok güzel evler, harika bahçe peyzajları yaptık. Üç ay sonra durumu görmeye gittim. Bizim peyzaj yapıp çimlendirdiğimiz, çiçeklendirdiğimiz yerleri sökmüşler, mısır ekmişler. Villaların kapısında da birer inek duruyor bağlı olarak.”Biz zengin ülkeyiz bizde çok varAnkara’da karşılaştığım müteahhit tanıdığım Irak’ta çok anlatılan bir fıkrayı anlattı: Bir Amerikalı, bir İngiliz ve bir Iraklı oturmuş çay içiyorlar. Amerikalı çayı bitince bardağı havaya atmış, silahını çıkarıp bir el ateş ederek bardağı parçalamış. Sonra da “Biz zengin ülkeyiz, bizde çok var, çay içtiğimiz bardakla bir daha içmeyiz” demiş. Ardından İngiliz de bardağını havaya atıp vurmuş ve aynı şeyleri söylemiş.Derken Iraklı çayını bitirmiş sonra silahını çekip önce Amerikalı’yı sonra İngiliz’i vurduktan sonra kahvedekilere dönüp “Biz de çok zengin ülkeyiz, bizde de çok var, biz aynı Amerikalı ve İngiliz’le bir kere çay içtik mi bir daha içmeyiz” demiş.Müteahhit tanıdığım “Irak’ta İngilizlere ve Amerikalılara karşı inanılmaz bir düşmanlık var” dedi.Baro için tarihi günİstanbul Barosu avukatları yarın olağanüstü Genel Kurul toplantısı için Haliç Kongre Merkezi’nde bir araya geliyor. Seçimsiz Genel Kurul Türkiye Barolar tarihinde bir ilk. Çünkü İstanbul Barosu yönetimi bu olağanüstü Genel Kurula Türkiye’nin bütün illerindeki baroları da davet etti. Ayrıca çok sayıda sivil toplum kuruluşu, siyasi partiler, gazeteciler, yazarlar, aydınlar da Genel Kurul davetlisi olarak Haliç’te bir araya gelecek.İstanbul Barosu yönetimi Silivri’de sürdürülen Balyoz davasının karar aşamasında gözlemci olarak duruşma salonuna girmişti. Balyoz davası avukatlarının “eksik soruşturma yapıldığı” ve “savunma tanıklarının dinlenmediği” gerekçesiyle duruşmalara girmeme eylemine destek veren Baro yönetimi hakkında “yargıyı engelleme” iddiasıyla dava açılmıştı. Bunun üzerine bazı yandaş avukatlık dernekleri Baro yönetiminin hukuken düştüğünü ileri sürmüştü.Baro yönetimi yarınki tarihi toplantıda bu iddialara cevap verecek, bir anlamda İstanbul’daki avukatların da desteğini almaya çalışacak.

Devamını Oku

“ABD dostunu ve düşmanını unutmaz”

13 Mart 2013

Balyoz davasında 18 yıl ağır hapis cezası alan Tuğgeneral Fatih Ilgar Hadımköy’deki askeri cezaevinde Yargıtay’ın temyiz kararını bekliyor diğer komutanlarla birlikte.Hafta sonunda kendisini ziyaret eden bir yakınına, 10 yıl önce yaşadığı bir olayı aktarmış. Yakınının “Bunu bir gazeteciye anlatabilir miyim?” diye sorması üzerine Ilgar “Olabilir, örneğin Can Ataklı’ya anlatabilirsin, hiç olmazsa çarpıtmadan, abartmadan olduğu gibi yazar” demiş. Ben de böyle öğrendim, size de aktarayım.Fatih Ilgar 2002-2003 arasında, (sanıyorum henüz general değilken) Romanya’daki NATO üssünde görevli. Bir gün Romanyalı subaylarla konuşurken, tesadüf eseri ve muhtemelen bir gevezelik sonucu ABD’nin devlet adına Romanya’nın Karadeniz sahillerinde büyük araziler satın aldığını öğreniyor. Biraz araştırınca ABD’nin bu arazilerde liman yapmaya başlayacağı bilgisine de ulaşıyor.ABD Karadeniz sahilinde neden toprak alır ve liman projesi hazırlıklarına girer? Elbette askeri bir üs kurmak için. NATO’dan tamamen bağımsız bir ABD üssü. Oysa Montrö sözleşmesine göre Karadeniz’e kıyısı olmayan ülkelerin bu denizde bırakın bir askeri üs kurmalarını, donanmalarının bu denizde gezmesi bile mümkün değil. Ilgar “Bir fiili durum yaratılacak” düşüncesiyle aldığı bilgiyi, sadece Türk subaylarının kullanabildiği özel ve güvenli bir hattan Ankara’ya kriptolu faksla aktarır.Ankara bu haberle çok yakından ilgilenir, hemen Ankara’ya çağrılan Fatih Ilgar önce Deniz Kuvvetleri Komutanı’na ardından da Genelkurmay Başkanı’na aldığı bilgiyi verir. Kendisine çok önemli bir iş yaptığı söylenir ve tekrar Romanya’ya döner.Dönüşünden bir gün sonra Romanya’daki Amerikalı bir komutan Ilgar’ı ziyaret eder “Yakıştı mı bu yaptığınız. Neden bizden gizli Ankara’ya faks çektiniz?” der.Ilgar elbette çok şaşırır ve “Ülkemle ilgili bir konuda elbette bilgi vereceğim, ama siz benim faks çektiğimi nereden biliyorsunuz?” diye sorar.Amerikalı subay gülerek “Biz Amerika’yız” der ve ekler, “Size Amerika’yı tanımanız, Amerika’nın ne olduğunu anlamanız için şunu söyleyeyim. Biz dostumuzu da düşmanımızı da çok iyi tanırız ve hiç unutmayız. Bize düşmanlık yapanların üzerini çizeriz ve günü geldiğinde mutlaka hesabını sorarız, bunu sakın unutmayın.”Sonuç tesadüf mü? Ilgar 18 yıla mahkûm. Başkaları 13 milyon imza toplarsaMemur-Sen adlı sendika “Türbanlı kadınların kamuda da çalışabilmesi için” bir imza kampanyası açmıştı. Hedef 10 milyon imzaydı. Kampanya tamamlandı ve 12 milyon imza toplandığı açıklandı.Memur-Sen imzaları aslında Başbakan’a götürmeyi planlıyordu , ama Başbakan nedense kendisi almak istemedi, adres olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nı gösterdi.Sonunda 12 milyon imza Faruk Çelik’e götürüldü. Çelik imzaları alırken hiç de gönüllü görünmüyordu hatta “Keşke bunu bir kadın bakana verseydiniz” diyerek üstü kapalı rahatsızlık bile sergiledi.İktidar türbanı her yerde serbest bırakmak istiyor ama, bunun bir dayatma gibi görünmesini istemiyor anlaşılan. Dinci kesimler tarafından ısrarla sömürülen türban konusunda bu tür girişimlerin iyi niyet taşımadığını söyleyebilirim.Çünkü bu yol açılırsa, yarın öbür gün başkaları da 13 milyon karşı imza toplayabilirler ya da “topladık” diyebilirler. O zaman ne olacak?İkincisi, gerçekten çok merak ediyorum 12 milyon imzanın kaçı kadın kaçı erkek? Galiba çoğu erkek. Çünkü Türkiye’de sözde “inancı gereği çalışması engellenen 12 milyon kadın” yok ki.Sorumsuzluğun böylesi olmazPazar akşamüstü bir arkadaşımla Ataköy’de buluştuk. Saat 19.00 sıralarında ayrıldık ve ben bir taksi ile sahil yolundan Barbaros Bulvarı’ndaki bir başka randevuma yetişmek için yola çıktım. Ancak daha sahil yoluna çıktığımız anda “feci bir trafikle” karşılaştık. Taksici araç kuyruğu Ataköy’den değil taaa Florya’dan başladığını söyledi.Tabii yola girince, çıkmak da mümkün değil, dura kalka 40 dakikada Zeytinburnu kavşağına geldik ki bir de ne göreyim, sahilde mangal yakıp piknik yapanların araçları yolun sağını park yerine çevirmiş.Tabii akış tek şeride düşüyor. Burayı geçtik ve yol açıldı, Eminönü’ne varmamız 10 dakika bile sürmedi.Zeytinburnu’nda yola park eden araç sayısı 15’i geçmiyordu. Ama onların oluşturduğu sıkışıklık binlerce araçtaki binlerce kişiye işkence çektiriyordu.Taksici “Abi her cumartesi pazar böyle; bir polis gelse ve bu araçları park ettirmese, bu trafik şıkır şıkır akacak” dedi. Peki trafik müdürlüğü bilmiyor mu bu durumu?. Bir motosikletli polis bile bu sorunu çözer oysa.Silivri Cezaevi’nin çevresindeki güvenlik önlemleri artırılmış. Aman artırsınlar, maazallah içeri adalet madalet girer. (Gani Yıldız)

Devamını Oku

Paşa neden ille de mahkemede konuşur?

12 Mart 2013

Pazar günü Vatan’ın manşetinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’le ilgili çok çarpıcı bir haber vardı. Balyoz davasından ağır hapis cezası alan Korgeneral Doğan Temel mahkeme kararında hakkında geçen “Sanık Doğan Temel’in suç tarihinde Harp Akademileri Komutan Yardımcısı olup, darbe harekâtına destek vermediği anlaşılan Necdet Özel’i ikna ile görevlendirilmiştir” cümlesi üzerine Orgeneral Necdet Özel’in tanık olarak dinlenmesini talep etmiş.Çok doğal değil mi?Sanık ortada.İkna etmek istemekle suçlandığı komutan ortada. O hâlde hemen sorulması gerekmiyor mu?Hayır mahkeme böyle bir talebi kabul etmemiş. Gerek görmemiş. İşin garibi, gerek görmediğini gerekçeli kararında da yazmış.Ancak daha da ilginç bir durum var: Temel Doğan’ın avukatı bu talebini hâlen davanın temyizinin görüşüldüğü Yargıtay’da ele alınmasını sağlamak amacıyla Bilgi Edinme Yasası’ndan yararlanarak Genelkurmay’a da iletmiş.Genelkurmay’dan buna cevap gelmiş; “Adli makamlar tarafından tanık sıfatıyla çağrılması durumunda beyanda bulunmasının uygun olacağı değerlendirilmiştir.”Genelkurmay Başkanı’nın hukuka olan saygısına şapka çıkarmak gerek.Bir dava görülüyor; bir silah arkadaşı kendi adı zikredilerek ağır hapis cezasına çarptırılıyor, ama Genelkurmay Başkanı “yargıyı etkilememek için” olumlu olumsuz bir şey söylemiyor.Arkadaşı hapiste.Hayatı mahvolmuş.Söyleyeceği bir cümle belki de davanın akışını değiştirecek.Ama o susuyor.O da soğan doğramamaktan yana demek ki.Bülent Bey anlamış meğerseBaşbakan Yardımcısı Bülent Arınç Almanya’da bir panelde konuşurken bazı Türkler kendisini protesto etmişlerdi. Ancak bizde olanın tam aksine Alman polisi göstericileri kıyasıya dövüp gözaltına almamıştı.Bu olay üzerine cumartesi günü yazdığım yazıda “Arınç bütün olayı izledi. Bilemem artık demokrasinin böyle bir şey olduğunu anladı mı? Anladığını sanmıyorum, çünkü demokrasinin böyle bir şey olduğunu bildikleri için uyguladıkları baskı ve korku rejimini halka ileri demokrasi diye sunmaya çalışıyorlar” diye yazmıştım.Yazının yayınlandığı günü bir başka TV’de aynı haberi tekrar izledim. İlkindede kesilmiş bir bölüm vardı. Arınç çok öfkeli gözlerle göstericilerin salondan sessizce çıkışlarını izlerken koruma polislerine “Alman makamlarından bu kişilerin isimlerini istiyorum” diyordu.O isimleri ne yapacak Bülent Bey?Herhâlde elçiliğe verecektir, “bunlara göz açtırmayın” diyecektir, ayrıca bu isimlerden biri Türkiye’ye giriş yapmaya kalkarsa belli ki başına çok büyük işler açılacaktır.Kimlikleri almış görünüyor. Çünkü Bakanlar Kurulu toplantısından sonra açıklama yaparken Almanya’daki protestocuların “üç beş TGB’li” olduğunu söyledi. “Üç beş” derken küçümsüyor tabii ki.İyi de neden her seferinde dövdürüyorsunuz o üç beş kişiyi, nedir bu korku?Seviyorum ben bu ileri demokrasiyi.Kavşağı kapatmak iyi deİstanbullular biliyor. Zincirlikuyu’dan köprü yoluna giren kavşak kapatıldı. Kapatılacağı önceden duyurulmadığı için İstanbullular birkaç gün çile çekti.Eğer oraya başka bir şey yapılmayacaksa kapatma kararı doğrudur. 500 metre içinde en yoğun trafiğe üç kavşaktan birden giriş vermek yanlıştı. Ancak kavşak kapatmakla iş bitmiyor ki. O kavşağın yola karışması için açılan ek şerit aynen duruyor.Böylelikle Zincirlikuyu’ya Levent’ten gelen girişten sonra üç şeride düşüp normal akışına kavuşan yol, ikinci kavşaktaki 4. şerit yüzünden yine keşmekeş hâline geliyor.Kavşaktan sonra o ek şerit de kapatılmadığı sürece trafiğe bir yararı olmayacaktır ki zaten olmuyor da.Bilgisayar zorunlu ders olmalı“Sayın Ataklı. Ben Serdar Demirkalp, bilişim teknolojileri öğretmeniyim. Atanamadığım için özel bir dershanede matematik öğretmenliği yapıyorum. Bilişim dersleri seçmeli oldu ve okulların yüzde 84’ünde bilgisayar öğretmeni olmadığı için çocuklar istese bile bu dersi seçemiyor. Sayın Bakan çocuklar bilgisayarı kendileri öğrendiği için bu dersi gereksiz buluyor.AB ülkelerinin hepsinde bu ders 2’inci sınıftan itibaren zorunlu iken biz çok bildiğimiz için(!) bu dersi önemsemiyoruz. Biz bu dersin öneminin farkında olan öğretmenler olarak bir mücadele başlattık. Diyoruz ki ‘Bilgisayar- bilişim okullarda zorunlu ders olsun.’Zamanında çok yüksek puanlarla girdiğimiz bölümün bu hâle gelmesine izin veremeyiz. Lütfen bize destek olun.”

Devamını Oku

Bunlar da 1 Mart 2003 tezkeresinin tutanakları

11 Mart 2013

Terör lideri Abdullah Öcalan ile yapılan resmi pazarlıkların tutanakları gayrı resmi olarak medyaya sızdı. İçerik doğru ama iktidar bundan çok rahatsız oldu. Nedense “görüşmeler yapılır, konuşmalar olur, bunda bir sakınca yok, ama halkın öğremesi sakıncalı, barışa bir engel” düşüncesi ağır bastı.İktidarın açıklanmasını istemediği, açıklanması hâlinde yine rahatsızlık duyacağı başka tutanaklar da var. Üstelik onların sızdırılmasına da gerek yok. Çünkü bu tutanaklar 1 Mart 2003’te Meclis’te yapılan gizli toplantının tutanakları. Yasal süre olan 10 yıl geçtiği için artı tutanaklar üzerindeki “gizlilik” kalktı. Ancak iktidar buna rağmen açıklanmasını istemiyor.Bu gizli toplantıda hükümetin Amerikan askerlerini ülkemizde konuşlandırmasına, silah ve mühimmat aktarımının sağlanmasına ve Irak’a asker göndermemize olanak sağlayacak olan “tezkere” üzerine görüşmeler yapıldı ve oylandı.AKP tezkerenin geçmesi için büyük çaba harcadı. Dönemin Başbakanı Abdullah Gül’dü. AKP Genel Başkanı Tayyip Erdoğan ise üzerindeki siyasi yasak kalkmış 3 Mart’ta Siirt’te yapılacak seçimi bekliyordu. İktidarın biri hükümette diğeri dışarıda iki lideri gece gündüz çalışarak AKP milletvekilleriyle tek tek görüştüler, “evet oyu vermeleri için” ikna etmeye çabaladılar.Sonuçta AKP’lilerin büyük çoğunluğu “evet” oyu vermesine rağmen yeterli sayı bulunamadığı için tezkere “reddedilmiş” sayıldı. AKP’den bazı milletvekilleri bütün baskılara rağmen Meclis’e girip “evet” oyu kullanmadı.Tezkere görüşmeleri sırasında CHP “hayır” çıkması için büyük çaba harcadı. CHP’lilerin tamamı “hayır” oyu verdi. Oylamaya katılmayan AKP milletvekillerinin hiçbiri bir daha seçilecek yerden listeye konulmadı.Sanıyorum AKP’liler o gizli toplantıda, tezkerenin çıkması için bugün öğrenildiğinde rahatsızlık yaratacağına inandıkları sözler söylediler, şimdi açıklanmasından endişe ediyorlar. Ben de bu gizli toplantının artık açıklanmasında sakınca olmayan tutanaklarından bazılarına ulaştım. Toplantıda CHP adına konuşan dönemin Genel Başkanı Deniz Baykal’ın kürsüde kullandığı bazı cümleler elime geçti. Bunların bir bölümünü sizlere açıklıyorum:Korsan devletTürkiye bir korsan devlet değildir. İyi komşuluk anlayışına daima özen göstermiş sorumlu bir devlettir. Irak’a karşı da aynı sorumlu davranış içinde olmalıyız.Amerikan düşmanlığıBiz, ilkel bir Amerikan düşmanlığı anlayışı içinde siyaset yapmıyoruz; biz Türkiye’nin yararlarını her şeyin üzerinde tutan bir anlayışla siyaset yapıyoruz... ABD’nin her istediğine “evet” demeden de Amerika’nın ciddi bir dostu olarak kalmanın mümkün olduğuna inanıyoruz.Kesinlikle ‘hayır’Irak tezkeresine biz CHP milletvekilleri olarak “hayır” diyoruz... Meclis ne karar verirse versin, biz kesinlikle “hayır” diyeceğiz. Biz bu “hayır”ı CHP’ye oy vermiş, vermemiş milyonlarca insan adına, bir umutla, “dürüst, namuslu, barışçı, adaletli bir iktidar kurar umuduyla” AKP’ye oy vermiş milyonlar adına da diyoruz.Kaybedilecek savaşBu savaşı Irak kaybedecektir, Türkiye kaybedecektir; ama, bu savaşı ABD de kaybedecektir, insanlık da kaybedecektir. Bu savaşa girmek istemiyoruz, ama bu savaşa sürükleniyoruz. Bu savaşta bizi kullanmak istiyorlar. Türkiye’nin coğrafyasını, toprağını istiyorlar...Meşruiyeti yokIrak’taki bu savaşın uluslararası hukuki bir meşruiyeti yoktur. Dünya ülkeleri bu konuda hemfikiridir. Baskılara boyun eğilmiştir; ama baskılara boyun eğen bu hükümettir. Baskılara boyun eğen Türkiye değildir, Türk halkı değildir.Bu aldatmacadırHükümet, “savaş kararı almıyoruz, yabancı askerlerin Türkiye’de yerleşmesine izin veriyoruz” demekte. Peki, o askerler, bir süre sonra Irak sınırından geçecekler de, Bağdat’a hurma toplamaya mı gidecekler? Bu bir aldatmacadır. Alınacak olan karar çok açık bir şekilde “savaş” kararıdır.Yazıklar olsun“Çaresiziz” diyorlar, “çaremiz yok, mecburuz, yapacak bir şeyimiz yok, onun için kabul ediyoruz” diyorlar. “Amerikan askerlerinin Türkiye’de yerleştirilmelerine izin veren tezkereyi, başka türlü davranma imkânımız olmadığı için kabul ediyoruz” diyorlar... Yazıklar olsun!Çaresiz değildikBiz, 1919 yılında çaresiz değildik. Türkiye’ye girmek isteyenler karşı Türkiye çaresiz değildi. Türkiye’nin 2. Dünya Savaşı’na girmesini istedikleri zaman da çaresiz değildi. 1974’te de çaresiz değildik. Ama şimdi anlıyoruz ki, AKP iktidarında, 2003 yılında Türkiye çaresizdir ve çaresiz olduğu için ABD askerlerini kabul etmektedir. Bu bir itiraftır, bu bir aczdir.Türkiye’nin onuruTürkiye’nin onurunu koruyacak olanlar, Türkiye’nin şerefini yüceltecek olanlar, Türkiye’yi bu savaşa sokanlar değil, Türkiye’nin bu savaşa girmesine “hayır” diyenler olacaktır.

Devamını Oku

Gizlilik sürerse iktidar terörün altında kalır!

10 Mart 2013

Sevgili okurlar; geçen haftanın en önemli olayı BDP heyetinin Kandil Dağı’nda PKK’lı terörist liderlerle buluşmasıydı. Çekilen fotoğraf ise son derece rahatsız ediciydi. Demokratik olan olmayan hiçbir ülke böyle bir fotoğraf vermemişti bugüne kadar. Türkiye bu alanda gerçekten tarihe geçti.Devlet başkanı gibiDikdörtgen bir masanın başında terör lideri oturuyor. Sağında ve solunda ise Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri ve diğer teröristler. Masa başındaki terör lideri “muzaffer bir devlet başkanı” gibi dururken diğerleri “teslim şartlarını” görüşmeye gelmiş mağlup ülke delegeleri gibiydiler.Bu haksızlıktırTerörü sona erdirmek için verilen çabalar elbette desteklenmelidir, ama yöntemin bu olması yanlıştır, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne büyük haksızlıktır. Halkın çoğunluğunun bu fotoğrafa nasıl bir tepki verdiği şu anda belli değil. Çünkü medyada bu konunun irdelenmesi adeta yasak gibi.Büyük dayatmaHalkın üzerinde çok yoğun bir dayatma var. Teröristlerle yapılan resmi pazarlıklarla ilgili en küçük bir eleştiri bile sert müdahale ile karşılaşıyor. Ancak hâlâ “ne olursa barış sağlanacak?” sorusuna cevap veren hiç kimse yok. Belli ki, kapalı kapılar ardında bazı kararlar alınıyor.Gerçek açıklanmalıİktidar, yandaşları ve iktidarla ortak çalışan BDP ısrarla “sürece zarar vermeyin, bu kez provokasyon olmasın” temasını işliyor. Ancak ne atılan adımlarla ne alınan kararla ilgili tek satır açıklama var. Muhtemelen gizli tutulan kararlarla ilgili kamuoyunun alıştırılmasına çalışılıyor.Sonuç ne olacak?Başbakan ısrarla “Bedelini ödemeye hazırım, baldıran zehiri bile içerim” diyor. Başbakan’ın kastettiği “bedel” nedir? Sanıyorum iktidarı kaybetme riskini anlatmak istiyor. Bu garip bir durumdur. Sonuçta Türkiye’ye huzur ve barış gelecekse, kimler neden ve nasıl bedel ödetecektir?İkisi birden olmazYani hem barış gelecek hem AKP bedel ödeyerek işbaşından uzaklaştırılacak. Bu ikisi aynı anda olmaz. Eğer iktidar teröristlerle görüşerek huzuru sağlayacak ve barışı getirecekse ve halk da bunu destekleyecekse, tam tersine iktidar bedel ödemez büyük bir ödül kazanır.Bedel varsa eğerEğer işin sonu bir “bedelle” bitecekse bu demektir ki, halk yapılanları onaylamamıştır. Zaten bu durumda iktidarın kastettiği huzur ve barış da gelmemiş olacaktır. İktidar yapmak istemiş, yapamamış ve halk tarafından iktidardan uzaklaştırılmıştır. İşin özeti budur.Tutanaklar...Bunun en güzel örneği, Başbakan’ın terör lideri Öcalan’la yapılan pazarlıkların medyaya sızmasına gösterdiği tepkidir. Yalanlanamayan bu tutanaklar, pazarlıklarda barışı sağlamak adı altında terör örgütünün taleplerinin yerine getirilmesinin öngörüldüğünü gösteriyor.Kamuoyu rahatsızGözlediğim kadarıyla kamuoyunda, bütün engellemelere, bilgi verilmemesine, sürekli bir “barış pompalaması” yapılmasına rağmen ciddi bir rahatsızlık var. Sanıyorum Başbakan ve kurmayları bunun farkında. Bu nedenle Sokrat’a atıfta bulunarak kahramanlık destanı yazılmak isteniyor.Milliyetçilik açmazıKamuoyunu rahatsız ettiğini gözlediğim bir diğer konu da iktidarın milliyetçilik konusundaki çıkışları. Başbakan’ın bu konuda “hata yaptım” dediğini sanıyorum. Çünkü “Türk milliyetçiliğini ayaklar altına aldık” sözlerinin toplumda hiç hoş karşılanmadığının kendisi de farkında.Kimlik bunalımıBaşbakan bu nedenle sözlerini düzeltme ihtiyacı duydu. Ayaklar altına alınan milliyetçilikten “ırkçılığı ve kafatasçılığı” kastettiğini söyledi ama bu da yetersiz kaldı, çünkü Türkiye’de hiçbir dönemde çok küçük bir azınlık dışında ırkçılık ve kafatasçılık yapan olmadı ki.Şunu unutmamalıBaşbakan ve kurmayları, AKP tabanının dindar olduğu kadar milliyetçi duygulara da sahip olduğunu bilmiyor olamazlar. Ama hata yaptılar. Başbakan’ın aşırı özgüveni, “ben ne söylersem inanırlar” psikolojisi bu kez işe yaramamış olabilir. Şimdi işi düzeltme peşindeler.Demokrasinin erdemiBaşbakan kendini rencide olmuş hisseden halkın duygularını okşamak için “Arap gelin aldım” ya da “Dinsel milliyetçiliği de ayaklarımızın altına aldık” diyor ama bunlar ne kadar geçerli olur belli değil. O halde ısrarla savunduğu demokrasinin en önemli erdemine sığınmalı.Açıklık gerekArtık hiçbir maddesi açıklanmayan, “barış” girişimleri halktan saklanmadan, açıklık içinde yürütülmeli, kamuoyu her adımdan haberdar olmalıdır. Aksi halde atılacak her adım teröre verilmiş bir taviz olarak nitelenecektir. Kafası karışan kamuoyu fısıltı gazetesiyle yönlendirilecektir.O zaman bedel gelirYok eğer her şey yine gizli yapılır, gerçekler halktan saklanırsa, işte o zaman “bedel” gündeme gelir. Terör sorunu çözülmediği gibi iktidar da bunun altından kalkamayacağı için ikbal günlerine veda etmek zorunda kalır. Benden söylemesi. Bu da benden iktidara bir iyiliktir.Hepinize iyi haftalar dilerim.

Devamını Oku