İktidar, ne olacağını muhtemelen kendisinin de kestiremediği “barış!” sürecinde piyasaya “akil adamlar” sürmeye niyetli. Oysa terör örgütü ve lideri konunun Meclis’te çözülmesini istiyor.İlk başta daha mantıklı gibi gözükse de, Meclis’teki çözüm, terör örgütünü meşru kılmak anlamına geliyor ki, iktidar şimdilik bu kadarını göze almaya cesaret edemiyor. Gerçi bugüne kadar yapılan pazarlıklar, Diyarbakır’daki miting, birçok ağzın televizyon ekranlarından saçtıkları sözde fikirler, aslında terörü ve terör örgütünü meşru hâle getirdi zaten. Ama iktidar Meclis’in gündeme sokulmasıyla, olayın uluslararası bir meşruiyet anlamı kazanacağını biliyor. Geri durması bu yüzden.Gelelim, adları ortaya atılan “Akil adamlar”ın kimliklerine... Çoğunun “akil” olmaktan çok “hayran” olma yanları ağır basıyor. Hayranlıkları terör örgütü ve liderine. Ancak bunu açıkça söylemeye henüz cesaretleri olmadığı için konuyu “Kürt kimliği” üzerinden yürütmeye çalışıyorlar. Onlara göre terör örgütü lideri Abdullah Öcalan bir terörist değil. Onların gözünde Öcalan bir önder.PKK’lı silahlı militanlar da terörist değil, Kürt halkının Türklerle eşit olmasını sağlamak için mücadele eden özgürlük savaşçıları.Yine bu akil denilen adamların çoğu, tek suçlunun Türkiye olduğunu söylüyor.Büyük çoğunluğuna göre asıl sorun Cumhuriyet’in kuruluşundan kaynaklanıyor, bu nedenle Cumhuriyet öncesine dönülmesi gerekiyor.Yine bu akil denilen adamların çoğu Türk olmadıklarını söylemek için birbirleriyle yarışıyor.Akil adam demek, sorunlara tepeden bakabilen, kalabalıkların tepkisine rağmen doğru gördüklerini söyleyebilen, bunun için bir bedel ödemekten çekinmeyen insanlar demektir.Akil olmak aynı zamanda aydın olmanın da bir parçasıdır. Peki neden akil adam diye ortaya sürülenler arasında, Kürt konusu ile terörü birbirinden ayırabilen, şiddet olaylarının nasıl başladığını sorgulayan, sanki Türkiye sistemli biçimde Kürt katliamı yapıyormuş gibi fetvalar vermeyenlerden biri yok?Neden akil denilen adamların neredeyse tamamı AKP’yi iktidarda tutabilmek için çırpınanlar arasından çıkanlardan oluşuyor?Ayrıca yıllar önce bu akil adamlar lafı yine ortaya atılmış hatta harekete bile geçilmişti. Sonuçta ne kadar can yitirildiğini de unutmayalım.NOT: Bu arada “akil” mi yoksa “Âkıl” mı? Osmanlıca sözlüğe göre “Âkıl” akıllı demek. “akil” ise yiyici anlamına geliyormuş.PKK işgal ordusu mu ki, geri çekiliyor?Son günlerin en gözde konusu PKK’lı teröristlerin çekilmesi. Başbakan “Çekilirlerken kendilerine hiçbir şey yapılmayacak” diye “şahsi” garanti verdi.Hükümet bu konuyla ilgili bir yasa çıkarılmasına bile gerek görmedi, bizzat Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü “Başbakan’ın sözünün” yeterli olduğunu açıkladı. Ancak burada merak çeken birçok nokta var:1- PKK’lı teröristler işgal ordusu muydu da savaştan sonra imzalanan mütarekelerdeki gibi silah bırakıp ülke dışına çıkıyor?2- Ne demek “Şu kadar silahlı PKK’lı olduğu tahmin ediliyor” açıklaması? Güvenlik birimlerinin bunlardan hiç haberi yok muydu?3- Kandil’deki terör lideri Karadeniz’deki güçlerinin çekilmesinin zaman alacağını söylüyor. Güneydoğu’ya bu kadar uzak bölgede nasıl olur da silahlı teröristler barınabilir, devlet bu kadar mı gaflet içindeymiş?4- PKK’lı teröristler çekilirken güvenlik kuvvetleri görseler bile gerçekten hiçbir şey yapmayacaklar mı, bunun için kendilerine yazılı bir emir gitti mi?5- Bir süre sonra yeni bir intikam dalgası gelirse, PKK’lı teröristlerin ülke dışına çıkışına göz yuman Türk Silahlı Kuvvetleri “Vatana ihanet” ya da “suça iştirak” suçlarından hapishanelere atılacak mı?F-16’lar her gün bombalamış meğerGenelkurmay’ın yaptığı açıklamadan öğrendik ki, meğer “terör liderinin silahların susması” çağrısının yapıldığı ana kadar Hava Kuvvetleri’nin F-16 uçakları her gün PKK mevzilerini bombalıyormuş. Ancak dünden itibaren uçaklar artık bombalama yapmıyor sadece keşif uçuşları gerçekleştiriyormuş.Güzel de bir taraftan “barış!” pazarlıkları yapılırken, Genelkurmay hangi akla hizmetle bombalamalarını sürdürüyordu? Bunun da ötesinde, bombalamalardan ne sonuç alındı, PKK etkisiz hâle mi getirildi, bulundukları yuvalardan mı çıkarıldı?Hiçbirini bilmiyoruz.Bildiğimiz tek şey, Türkiye sevgisizlerinin ağız birliği etmişçesine, sanki ülkede bir savaş yaşanıyormuş, Kürtler öldürülüyormuş, kan akıtılıyormuş gibi yaptıkları yaygaraya bizzat ordunun destek verdiğidir.Başbakan, “İsrail Başbakanı ile görüşmeden önce sesini özledim, Obama ile konuşayım” demiş. Başbakan’ın çoğu konuşmasında Obama’yı dinliyor gibi olduğumuzdan, biz hiç özlemiyoruz valla! (Gani Yıldız)
Ekranda CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu var. Her hafta olduğu gibi yine salı günkü grup toplantısında konuşuyor. Haber kanallarının tamamına yakını da yine her zaman olduğu gibi bu konuşmayı canlı yayınlıyor. Derken o an karşımda açık olan kanal yayından çıkıyor ve reklama giriyor.Diğerine geçiyorum. O da diğer haberlere geçmiş. Bir başkasına geçiyorum. O da ne, bu kanal da canlı yayını kesmiş. Sonra diğerleri. Onlar da aynı havada.Halk TV, Bengitürk, Kanal B ise yayına devam ediyor.Bir de “mecbur olduğundan” Meclis TV’yi yayınlayan TRT-3. Bunlardan birine takılıyorum.Meğer Kılıçdaroğlu, grup toplantısında bir ilki gerçekleştirmiş. Salona kurulan TV ekranından Başbakan Tayyip Erdoğan’ın “söyleyip” de sonra “söylemedim” dediği sözleri yayınlanıyor.Örneğin “Ben BOP’un eş başkanıyım” diyor bir yerdeki konuşmasında. Hemen arkasından “Ben böyle bir şeyi hiçbir yerde söylemedim” sözlerini duyuyorsunuz.Meğer Erdoğan’ın “söyleyip” de “söylemediğim” dediği sözleri bir videoda toplanmış ve You Tube’a konmuş. Buna yasak gelmiş. Ardından ikinci bir video hazırlanmış. Muhtemelen buna da yasak gelecek.Twitter’da konuyu yazıp tepki gösterince, haber kanallarında çalışan arkadaşlarımdan biri arayarak “Bu video yasaklanmıştı. Suç işlememek için yayından çıktık” dedi. İyi de Meclis TV ve birkaç kanala dava mı gelecek şimdi?Sınırlarımız kevgir gibiBayılıyorum son günlerdeki açıklamalara. Silahlı PKK militanları “çekilme” kararı aldılar ya, hiçbir engelle karşılaşmayacaklar. Hiç merak etmeyin zaten karşılaşmazlar.Çünkü nasıl ve nereden girdikleri bilinmiyor ki, çıkacaklarını fark edecek olalım. Genelkurmay ve Emniyet Genel Müdürlüğü güya yıllardır terörle mücadele ediyor. Buna rağmen ülkenin her tarafına PKK militanları girmiş, mevzilenmiş.Bunca yıldır bunların yerini bulamayan, oradan çıkaramayan, yakalayamayan bu orduyla, bu polisle mi “çekilenlerin” çekilip çekilmediğini anlayacağız? Onlar nasıl girdilerse yine öylece çıkıp giderler veya otururlar oturdukları yerde. Bizimkilerin ruhu bile duymaz.Diyelim, biri hırsız biri PKK’lıPKK’lı teröristlere “Başbakan’ın şahsi güvencesiyle” ülke dışına çıkma olanağı sağlandı. Diyelim ki Atatürk Havalimanı dış hatlar bölümüne aynı anda iki kişi geldi. Pasaport kontrolü sırasında görevli bunlardan birinin “hırsızlıktan” arandığını gördü.Ne yapacak? Hemen pasaporta el koyup, ilgili kişiyi gözaltına alacak ve savcılığa teslim edecek.Peki diğer kişi ise aranan bir PKK teröristi olursa? Ve bu kişi “Ben aranıyorum ama, Başbakan güvence verdi, silahımı bırakıp yurt dışına çıkıyorum, bana dokunamazsınız” derse, havaalanındaki polisler bu kişi hakkında işlem yapabilecekler mi?Yaparlarsa “barış! süreci” bozulmayacak mı?Barış (!) süreci bozulmasın diye bu teröristin yurt dışına çıkışına engel olmazlarsa, bu kez anayasanın eşitlik ilkesine aykırı davranmaktan suçlu duruma düşmeyecekler mi?Böyle demagoji olmaz kiAdalet Bakanı Sadullah Ergin DHKP-C operasyonlarında bazı sendikaların basılması üzerine müthiş sözler söyledi. Bakan, “Ak Parti binasına LAW’lı saldırının faillerinden beri eski sendika başkanı. Bu kişi cezaevine girerse sendikacılar hapse atılıyor diye feryat mı edeceğiz” diye sordu.Anlaşılan Adalet Bakanı tutuklu gazeteciler üzerine yürütülen tartışmaya gönderme yapmaya çalışıyor.Ama bu biraz ayıp bir demagoji. Türkiye’de kimse “suçlular gazeteciyse, yazarsa, sendikacıysa, askerse hakkında hiçbir şey yapılamaz” demiyor ki.Karşı çıkılan şu: Nedense hep hükümete muhalefet eden, soran, sorgulayan, eleştirilen kişiler soruşturmaya uğruyor, hapishanelere atılıyor.O sendikacı gerçekten suçluysa kimse ağzını açamaz.Ayrıca bazı kişilere sadece “şüphelenildiği için” helikopterlerle operasyon yapılırken, terör suçları sabit olanlar yine helikopterler eşliğinde ülkeyi terk ediyorsa, Adalet Bakanı’nın “Ben nasıl bir adalet bakanıyım” demesi gerekmiyor mu?Amiralin ibret verici kitabıBu köşeyi izleyenler Balyoz Davası tutuklusu Tümamiral Cem Gürdeniz’in “Neden Türk Donanması Hedefte” başlıklı mektubunu okumuşlardır. Gürdeniz bu yazısında Karadeniz, Ege ve Akdeniz’de, global güçlere ve NATO’ya rağmen onurlu bir Türk denizciliği politikası sergilediklerini ve bunun bedelinin çok ağır ödetildiğini anlatıyordu. Tümamiral Gürdeniz’inHedefteki Donanma kitabı geçen hafta çıktı. “Bir Türkiye gerçeğini” daha iyi öğrenmek isteyenler mutlaka alıp okumalı.
İktidarın müthiş bir başarısı var. Önce sanal bir dünya oluşturuyor, sonra propaganda ve beyin yıkama yöntemleri ile bunları “büyük başarı-zafer” gibi gösteriyor. 30 yıldır, binlerce insanın ölümünden sorumlu bir terör örgütüyle pazarlıklar yapıldı. Örgüt sonunda “eğer söylediklerimi yaparsanız bundan sonra kimseyi öldürmeyeceğim” dedi. Bir bayram ilan etmediğimiz kaldı. İktidar ve yalakaları “zafer çığlıkları” atıyorlar şimdi.İsrail “sakın gelmeyin” diye uyardı, buna rağmen bir gemi dolusu yardım malzemesini yola çıkardık. Başta güya bazı AKP milletvekilleri de tura katılacaktı, sonra ne olduysa oldu, milletvekilleri Antalya’da gemiyi terk etti.İsrail dediğini yaptı, gemiyi bastı, 9 vatandaşımızı öldürdü. Hiçbir şey yapamadık, “özür dile, tazminat öde” dedik sadece. İsrail tınmadı bile. Biliyordu ki, bu işten Türkiye daha zararlı çıkacak. Bekledi. Üç yıl geçti aradan. Sonunda durum Amerikan çıkarlarını zedelemeye başladı. Obama araya girdi. “Telefonla” özür dilenmesi formülünü attı ortaya.Sonuç, Türkiye yine bayram havasına büründü. Sonları tıpkı diğer maskeli liberaller gibi olması muhtemel bir kesim avazı çıktığı kadar “Müthiş zafer” çığlıkları atmaya başladı.Biz bir şey kazandık mı? Belli değil.Ama kaybedebileceklerimiz ortada. Suriye artık açık hedef hâline geldi, içine Türkiye’yi çekmesi hiç de olasılık dışı değil. İran operasyonu başlayacaksa, içinde yine Türkiye olacak. Buna izin vermemeye kalkacak Rusya’nın hedefinde de yine Türkiye var.Bildiğim o ki; şu ana kadar Başbakan öfkelenmesin diye İsrail’le ilgili hükümet politikasını eleştiremeyen ve İsrail’i övemeyenlere gün doğdu.Şimdi görün bakın İsrail için ne güzellemeler yapılacak, ki yapılmaya başlandı bile.İşte Yeni Türkiye; Türk yok, bayrak yok, ulusal onur yok. Varsa yoksa “değişen dünyayı okuma ve anlama” adı altında global güçlerin tetikçiliğini yapmak var.Diyarbakır’da Türk bayrağı neden yoktu?Barış geldiğini düşündüğümüz için neredeyse sevinçten öleceğimiz 21 Mart Nevruz gününün akıllarda kalan bir sorusu var: “Alanda neden hiç Türk bayrağı yoktu?”Biliyorsunuz alanda Türk bayrağı olmamasına Başbakanımız çok üzülmüştü.Hızını alamayan İçişleri Bakanımız da Türk bayrağı olmamasını şiddetle kınamıştı.Oysa durum aslında çok basitti. Alana girenler, polisinizin; Türk bayrağı taşıyanlara biber gazı ve copla müdahale ettiğini bildikleri için korkularından Türk bayrağı taşıyamamışlardır. Bahane aramaya ve senaryolar üretmeye gerek yok yani.Ergenekon’da yeni dalga gelebilirErgenekon davasında savcı mütalaasını sundu ve yıllardır tutuklu bulunan aydın, gazeteci, yazar, akademisyen, bilim adamı, üniversite rektörü ve askerlere çok ağır cezalar istedi. Savcı saçma sapan Danıştay cinayetini davanın içine monte ederek ortaya bir “terör örgütü” çıkardı. Ancak bunun tek başına bir terör örgütü tanımlamasına yetmeyeceği ortada. Şimdi yeni bir oyun sahnelenmek isteniyor.AKP Genel Merkezi’ne yönelik saldırıdan sonra gözler DHKP-C’ye çevrildiği gibi bu örgütün Ergenekon adına eylem yaptığı iddiaları atıldı ortaya.İddianın en güçlü sahibi ise bizzat Başbakan. Kısa bir süre sonra saldırganların yakalanması ve Ergenekon bağlantılarının ortaya çıkarılması ile davanın seyrinin yeniden değiştirilmesi güçlü bir olasılık. Danıştay saldırısı gibi her şeyi belli bir saldırıyı bile Ergenekon’a sokanlar için AKP’ye yönelik saldırıyı davaya katmak zor olmayacaktır. Hukuk ve ahlâka uyulmadıkça her şey mümkün nasıl olsa.Maltepe’de Tiyatro FestivaliCumartesi günüm Maltepe Belediyesi Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde geçti. Gerçi hemen her gün “Canın sağolsun Türkiyem” adlı tek kişilik mizahi politik tek kişilik gösterinin provaları için oradayım zaten.Cumartesi günü Maltepe Belediyesi’nin Tiyatro Festivali’nin açılışı vardı. Açılışın sürprizi ise Maltepe Belediye Başkanı Mustafa Zengin’in “Beni kim belediye başkanı yaptı” adını verdiği tek kişilik gösteriydi. Zengin nasıl belediye başkanı olduğunu kimi zaman esprili kimi zaman hüzünlü bir ifadeyle anlattı.Değme stand-up’çılara taş çıkaran Zengin özellikle kızının 6 yaşındayken yazdığı mektupla izleyenleri ağlattı. Tiyatro Festivali ise Güngör Dilmen’in Dede Korkut’tan esinlenerek yazdığı Deli Dumrul ile başladı. Yönetmenliğini Özcan Alpar’ın yaptığı oyunda çoğunlukla belediyede çalışan amatör tiyatrocular görev alıyor. İzlenmeye değer. Tiyatro Festivali’nde bugünden itibaren sırasıyla Sadri Alışık Tiyatrosu’nun “Küçük adam ne oldu sana”, Tiyatrokare’nin “Aşka 103 adım” A.S.E.K’in “Bi oyun varmış” Duru Tiyatro’nun “Nafile Dünya” Tiyatro Kedi’nin “Tatlı kaçık” ve Pervasız Tiyatro’nun “Sığıntılar” adlı oyunları sergileniyor.
Sevgili okurlar; sonunda PKK terör örgütünün lideri, beklenen açıklamasını yaptı ve “silahların susması, siyasetin konuşulması” aşamasına gelindiğini söyledi. “Kan akmasın, analar ağlamasın” sloganını beyinlere kazıyanlar büyük bir sevince kapıldı.Önemlidir elbetteBir terör örgütünün “silah yok artık” açıklamasını yapması elbette ülke huzuru için önemlidir ve arkasında durulmalıdır. Bence burada en önemli nokta artık bundan sonra tetiğe basacak olanın “marjinal” kabul edileceği ve üzerine gidileceği gerçeğidir.Cesaret edemezlerPKK liderinin açıklamalarına dağdaki ve Avrupa’daki teröristlerin nasıl bakacağını merak etmeye gerek yok. Bu andan itibaren onlar da “silahlı mücadeleye” devam etme cesareti gösteremezler. Devlet sadece bu alanda bir avantaj yakalamıştır. Bu önemli bir avantajdır.Akan kan ne?Ancak iktidarın, Kürt milliyetçileri ve yandaşlarının “akan kan duracak” tanımına da bakmak zorundayız. Türkiye gerçekten 30 yıldır “kirli bir savaşın” içinde mi, yoksa planlı programlı bir terör saldırısına mı maruz kalıyordu? Teröre “savaş” demek ne derece doğru?UnutmamalıyızKürt yandaşları, Türkiye’yi dönüştürmek isteyenler, kendine liberal diyen eski Marksistler, goşistler, her dönemin adamları halkın beynine “bir savaş yaşandığını” nakşettiler son yıllarda. Oysa ortada bir savaş değil, sistemli bir terör saldırısı ve buna karşı mücadele vardı.Türk Kürt düşmanlığıTürkiye’de Kürtler ve Türkler silahlanıp birbirleriyle çatışmadı. Savaşı andıran olaylar hiç yaşanmadı. Tam tersine, Türk ve Kürt vatandaşlar bütün olaylara rağmen birbirlerinden hiç ayrılmadan ve barış içinde birlikte yaşadı. Kimse bir düşmanlık gösterisinde bulunmadı.Kürt köylerine baskınGeçmişe dönelim. PKK önce Kürt köylerini basıp halkı katlederek “güç gösterisi” yaptı, halka “asıl patron benim” mesajı verdi. Bu sırada öldürülen minik bebekler nedeniyle Öcalan’a “bebek katili” damgası vurulmuştu. O dönemde yüzlerce Kürt vatandaşımız öldürüldü.Askere saldırıArdından Güneydoğu’daki askeri birliklere sistemli saldırılar başladı. Askerlerimiz topluca öldürüldü. Kimi karakol baskınlarında 60’ın üzerinde askerimiz şehit edildi. Güvenlik kuvvetleri ise saldırılara karşı terörle mücadele kapsamında operasyonlar yaptı.Hukuka bağlılıkTerör yaratmak kolaydır ama terörle mücadele çok zordur.Çünkü bir tarafta teröristler diğer tarafta devlet vardır. Teröristler hiçbir kurala uymazlar ama devlet hukuka uymak zorundadır. Teröristleri imha etmek zor değildir, sorun aynı anda masum halkın da zarar görmesidir.Kentlerde bombalarPKK terörü sadece asker, polis gibi güvenlik güçlerini değil, masum vatandaşları da hedef aldı. Pek çok kentte kalabalık yerlerde patlayan bombalar yüzlerce masumun hayatına mal oldu. İşte kimilerinin “yıllardır akan kan” diye söyledikleri “kan akması” budur.Silahları bırakmakBu açıdan bakınca “silahların susması”olmayan bir savaşın bitmesi değildir, terör örgütünün “ben artık kimseyi öldürmeyeceğim, devletin de artık operasyonlar yapmasına ihtiyaç kalmadı” demesidir.Türkiye’de halka “yutturulmak” istenen gerçek başka bir şey değildir.Kürt sorunu başkaAslında bütün sorun, Kürt kimlikli vatandaşların bazı şikâyetlerinin bir terör örgütünün ileri çıkmasıyla ve silahla çözülmeye çalışılmasıdır. Türkiye bu konuda geçmişte bazı hatalar yapmış olmakla birlikte, bu sorunun çözümünde yıllar içinde çok önemli adımlar atmıştır.Ortak akılTüm Türkiye ve hatta Türk milliyetçisi duygularını şiddetle taşıyanlar bile bu süreçte Kürt halkının şikâyetlerine kulak vermiş, üniter ve ulusal yapının bozulmaması kaydıyla herkesin olduğu gibi Kürt kimliğinin de hak ettiği yere oturması için elinden geleni yapmıştır.Teröre lanetKürt olmayan vatandaşlar bu hakkı teslim ederken, asıl sorunun terörden kaynaklandığının bilincinde oldular hep. Son günlerde terör liderinin çağrılarına endişe ile yaklaşan ya da bunu eleştirenler “Kürt halkının esenliğine” değil, terörün egemen görünmesine tepki gösteriyor.Demokratik olgunlukO nedenle, iktidar ve yandaşlarının her endişe ve eleştiriye “barışı istemiyorsunuz” diye saldırmasının anlamı yoktur.İnanıyorum ki, herkes demokratik bir olgunluk içinde gelişmeleri izleyecek, desteğini verecek, ama Türkiye aleyhine gördüğü durumları da eleştirmekten çekinmeyecektir.Hepinize iyi haftalar dilerim..Süreci endişe ile karşılayan ya da eleştiren herkese “barışa karşı mısın?“ sığlığında saldırmak abestir...
Bu pazar bırakalım ülkenin kasvetli gündemini bir kenara ve daha fazla fıkrayla biraz neşelenmeye çalışalım. İşte Yıldırım Tuna’dan gelen fıkralardan bir demet..Bu ne hal?Makyajım tam 2 saat sürdü. En güzel elbisemi giydim. Dudaklarıma koyu kırmızı ruj sürdüm. En havalı, uzun topuklu ayakkabılarımı ayağıma geçirdim. Saçıma da en pahallı taşlı tokayı taktım ve işe gittim. Asansöre patronumla beraber girdik. Beni görünce, “Günaydın” bile demeyen terbiyesiz adam, “Bu ne hal?” diye bağırdı bana “Bu ne hal Şahap Bey!”Kılık kıyafetBu sabah 3 yaşındaki oğlumu kreşe götürdüm. Kapıdan girer girmez öğretmeni gülmeye başladı, “Ayakkabılar ters ayaklara giyilmiş. Pantolonun fermuarı da önde olmalı. Ay ceket de ters..” Sesimi yükseltmeden, “Ama o kendi başına giyindi” dedim hafifçe sinirlenerek. “Yok.. Yok.. Yok..” dedi gülme krizine girerken, “Ben sizin kılığınızdan bahsediyorum.”Sinirli gelinBalayında yatağımıza tırmanırken karım müthiş sinirlendi ve hemen sertçe sırtını döndü. Hi hi hi hi! Sanıyorum benim ranzanın üst kısmında yatmamı kıskandı..Yürümek- Dünyanın etrafını yürüyerek dolaşmaya çıkan adamı duydun mu?- Mmm.. Boğulmuş salak!Alkollü sürücüAvukat: Memur bey, müvekkilimi ‘Alkollü araba kullanıyor’ şüphesiyle takip edip durdurmaya teşebbüs ettiğinizde ekip arabanızın sürücüyü uyaran mavi kırmızı ışıkları yanıyor muydu?Trafik polisi: Evet efendim.Avukat: Tehlikeli bir şekilde zar zor arabasını durdurmak zorunda kalan müvekkilim arabasından inince size bir şey söyledi mi?Trafik polisi: Evet efendim, söyledi.Avukat: Ne dedi? Jürinin de duyabileceği bir şekilde söyler misiniz?Trafik polisi: “Heyyt be, yaşasın” dedi, “Ulan şimdi de hangi diskoya getirdiniz beni!”Dünyaya dönüşİki adam ölmüş, ‘öbür tarafa’ gitmişler. Görevli melek, “Yerleriniz tam olarak hazır değil. Dünyaya istediğiniz bir şekilde dönün. Ben sizi tekrar çağırayım” diye teklif etmiş. “Harika” diye cevap vermiş birinci adam, “Ben bir kuş olup insanları tepeden görmek seyretmek istiyorum.” Melek, “Tamam” diye cevap vermiş. ‘P0fff’ adam kaybolmuş. İkinci adamdan, “Ben de dünyaya dönüp ‘İyi bir iz bırakmak’ isterim” diye gelmiş cevap. “Kolay” demiş melek ve o da kaybolmuş. Aradan birkaç ay geçip kalacakları yerler tamamlanınca melek yardımcısını çağırıp, “O iki adamı geri getirebilirsiniz” diye emir vermiş. “Kolay bulacaksınız. Birincisi Atatürk Orman Çiftliği’nde akbabaların kafesinde, diğeri Ağrı’da bir TIR’ın sağ arka tarafında ‘kar tipi lastik’ olarak dolanıyor!”Önemli görevRestoranda garson olarak çalışan delikanlıyı müdüriyete çağırmışlar. İçeri giren garson bütün restoran çalışanlarının odada kendisini sessizce beklediğini görünce telaşlanmış. Restoran sahibi, “Bana bak ve doğruyu söyle. İşe geçen ay aldığımız sarışın garson kızla hiç yattın mı?” diye sormuş. Delikanlı, “Y.. Yoo.. Asla efendim. Hiç öyle şey olur mu?” diye cevap verir vermez odadaki şefler, aşçılar, otopark görevlileri birbirine sarılıp kucaklaşmışlar. “Tamam” demiş restoran sahibi müthiş rahatlayarak, “O zaman sen onu bir ara çağır ve görevine son ver.”Ticareti de varKadın kocasının dolabını temizlerken 3 golf topu ve bir zarfın içinde 4000 lira bulmuş. Merakından içi içini yiyerek akşam kocasının dönüşünü beklemiş ve sormuş nedenini. “Senden çok özür dilerim” demiş adam, “Seni her aldatışımda bu çekmeceye bir golf topu koymuştum.” Kadın başta bozulmuş ama 30 yıllık evliliklerinde 3 kere aldatılmanın çok kötü bir şey olmadığına inandırmış kendini. “Peki” demiş, “O zarftaki 4000 lira da neyin nesi?” Adam, “Haa, o mu?” demiş, “Her bir düzine golf topu biriktiğinde paketleyip satıyordum hayatım.”Gani Yıldız’dan seçmelerApo posteri taşıyanlar yakalanıp gözaltında tutulacakmış. Valla görüntüye bakılırsa gözaltından çok el üstünde tutulacak gibiler.***Başbakan’ın, “CHP’liler rakıyı sulu içiyormuş” eleştirisine katılmamak imkânsız. Memleketin halini gördükçe kafayı daha çabuk bulmak için sek içmeli.***Basın açıklaması yapmak isteyen öğrencilere polisin müdahalesi çok sert olmuş. İşin içinde “basın” olunca “müdahalenin sertliği” de artıyor haliyle.***Nüfusun yüzde 60’ı “İki günde bir et yiyebiliyor musunuz?” sorusuna “Hayır” cevabı verirmiş. Ekonomi kötü değil, soru yanlış. “Ayda bir” diye sor, “vatandaş et yiyebiliyor” sonucu çıkar.***Savcıya göre Ergenekon örgütünün “1 numarası” yokmuş. E insanlar boş yere yıllardır, “Bu davada bi numara yok; içi boş” demiyor.***ÖSYM “soru bankası” kurmuş. Aman dikkat, emek hırsızlarının yeni planı “banka soygunu” olabilir.
Diyarbakır’da terör örgütü PKK’nın lideri Abdullah Öcalan’ı dinlemek için toplanan kalabalığı izlerken çok önemli bir ayrıntı dikkatimi çekti. Kürsüde BDP Milletvekili Pervin Buldan, terör liderinin mektubunu “Kürtçe” okuyor. Kalabalıktan hiç tepki yok. Sonra kürsüye BDP milletvekili Sırrı Süreyya Önder çıkıyor ve terör liderinin mektubunu bu kez Türkçe okumaya başlıyor ki, kıyamet kopuyor. Her cümleden sonra alkış ve kesilmeyen sloganlar duyuluyor meydandan.Neden?Çünkü Pervin Buldan’ın Kürtçe sözlerini alandakilerin tamamına yakını anlamıyor, terör liderinin mesajları ancak Türkçe okununca insanlar ne dendiğinin farkına varıyor.Şimdi kimi Kürt milliyetçileri “asimilasyonun sonucu” diyebilirler. Öyle olsa bile bu olay Türkiye’nin pek çok yerinde pompalanan “Güneydoğu halkı Kürtçe konuşuyor, Türkçe bilmiyor, neyi zorluyorsunuz” efsanesini de bitirdi aslında. Kendilerine “demokrat süsü” verenler uzunca bir süredir bu efsaneyi körükleyip “Ana dilde eğitim olmalı, mahkemelerde Kürtçe savunma yapılmasına izin verilmeli” tezlerini ileri sürüyorlardı.Bundan etkilenen kimi iş adamları Güneydoğu’daki şubelerine “Kürtçe bilen eleman” almaya kalkışıyordu. Beyin yıkamayı andıran olağanüstü propagandanın etkisindeki kimi hümanistler de “Olur mu böyle şey, insanlara bilmedikleri bir dilde hitap edilir mi?” diye soruyorlardı saf saf.Elbette herkes istediği dili öğrenmeli. Bunun önündeki bütün engeller kaldırılmalı.Ama yalan da söylenmemeli.İşte Pervin Buldan’ın durumu. Kuzey Irak’ta Kürtçe yayın yapan bir televizyon bile konuşmayı anında çevirememiş ve spiker sonunda “Bu ne biçim Kürtçe” diye isyan etmiş. Milletvekilinin bile durumu bu işte.Öcalan mı? O zaten bilmiyor ki.Yağmurdan kaçarken doluya tutulmaLiberal Demokrat Parti Genel Başkanı Cem Toker’den “çözüm sürecine” ilişkin bir mesaj aldım dün. “Her endişenin barışa darbe olarak nitelenmesinden çok rahatsız olduklarını” belirten Toker çok ciddi 3 gelişmenin arifesinde olduğumuzu saptıyor.Medyamız fikre değil de “sayısal güce” önem verdiği için muhtemelen LDP’nin görüşlerine yer vermeyecektir. Kayda geçmesi açısından Toker’in mesajını yayınlamak istiyorum:“Kürt asıllı vatandaşlarımıza tüm bireysel özgürlüklerinin doğuştan bir hak olduğunu vurgulayarak, barış süreci denilen bu pazarlık sürecine endişeli yaklaşıyoruz.Bu sürece çekince ile yaklaşan herkes kandan nemalanan, savaş çığırtkanı değildir.Zira ülkemizin yağmurdan kaçarken doluya tutulma olasılığı yüksektir.Orta Doğu’da gerçekleşmesine kesin gözü ile bakılan, bölgeyi ateş topuna döndürecek ve ufukta gidişatı ters yöne çevirecek hiçbir gelişme görünmeyen çok ciddi 3 olayın arifesindeyiz.1- Suriye’nin dış destekli bir iç savaş ile parçalanması,2- Irak’ta Bağdat-Erbil çatışması kaçınılmazlığı,3- İran’a bir saldırı olasılığının varlığı.Bu üç gelişme de, Türkiye kendi Kürt sorununu çözmeden başarı ile gerçekleşemez. Zira bölge patladığında her üç cephede de Türkiye’ye büyük ihtiyaç duyulacaktır. Bizce, bu süreç öncesi Türk-Kürt Federasyonu vaadi, genişlemiş sınırlar, Kerkük, Musul, petrol geliri yemlemesi ile Türkiye’nin Osmanlı özentileri bugün olduğu gibi işin içine çekilecek, zamanı gelince de Hırvatistan’ın Yugoslavya’da yaptığı gibi tek taraflı bağımsızlık deklarasyonu ve anında tanınma ile ülke bir gecede bölünecektir. O günkü Türkiye’nin durumunu Allah çocuklarımıza göstermesin.Türkiye’ye iki ay önce kullanılmış eski iki fırkateyni satmayanların, Kerkük, Musul’u tepside teslim edip, ‘petrolleri de sizin olsun’ diyeceklerine inanmak saflık ötesi akıl tutulmasıdır.Gidişata mani olamıyoruz, bari tarihe notumuzu düşmüş olalım.”“Bayrağı unuttular” oyunu oynanıyorKimbilir kaç kere yazdım. “AKP Öcalan’la anlaşmayı çoktan yaptı, süreç dedikleri halkın buna alıştırılmasıdır” dedim. Nitekim terör örgütü lideri mesajını okuturken iktidar saflarında en küçük bir kaygı, endişe ya da merak yoktu. Biliyorlardı ne söyleneceğini. Herhalde işi şansa bırakamazlardı.Ancak bilinen bir diğer gerçek de, halkın önemli bir bölümünün durumu “sessizce” izlemesiydi. Başbakan bu sessiz tepkiye karşı “çok da sevinmiş” görünmemek için olacak “Türk bayrağı olmaması kabul edilemez” dedi.Ama oynanan oyunu Habertürk’te katıldığım programda BDP Milletvekili Altan Tan açık ediverdi.Tan “Bize ne söylüyorlar, devletin valisi var, bayrak dağıtsaydı, ya da Kürt kökenli AKP milletvekilleri ellerinde bayraklarla gelseydi” deyiverdi.AKP her şeyi hesaplamış ama bayrağı unutmuş demek ki. Ya da “söyleyecek bir sözümüz olsun” diye özellikle de unutmuş olabilir.
Önce gelen bazı e-mail’lerdeki “Ziraat Bankası’nda artık T. C. yok” başlıklarına aldırmadım. Yine bir “internet efsanesidir” diye düşündüm, çünkü bu tür şaşırtıcı ve yanıltıcı mesajlarla çok karşılaşıyoruz.Bu nedenle T. C. Ziraat Bankası’nın internet sitesine bakmaya da üşendim açıkçası. Çünkü Türkiye’de sadece Ziraat Bankası’nın adı önünde “Türkiye Cumhuriyeti” ibaresi vardır. T. C. devleti temsil eder. Bir de Merkez Bankası’nın adının önünde “Türkiye Cumhuriyet” tanımlaması vardır ki o “Türkiye Cumhuriyeti” tanımından farklıdır, direkt cumhuriyeti temsil eder.Geçen hafta MHP Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan’ın soru önergesini görünce çok şaşırdım. Çünkü gerçekten de Ziraat Bankası adı önündeki Türkiye Cumhuriyeti ibaresi kaldırılmış.Neden?İşte Türkkan da Ekonomi Bakanı Ali Babacan’dan bunu soruyor. Lütfü Türkkan’ın soru önergesi şöyle:1- Anayasa’nın 1. maddesinde “Türkiye Devleti bir cumhuriyettir” denmesine rağmen bu uygulama anayasal anlamda suç işlendiği anlamına gelmez mi?2- Ziraat Bankası tabelalarından T. C. ibaresi çıkarılarak ne amaçlanmaktadır?3- Bir bankanın adından Türkiye Cumhuriyeti’nin baş harflerini silip atmak sizin tekelinizde midir?Türkkan’ın soru önergesini okuyunca insan gerçekten merak ediyor. Ziraat Bankası önündeki T. C. rumuzunun kaldırılmasının amacı ne olabilir. Bütün şubelerin tabelalarında artık T. C’nin yer almaması ne anlama gelir?Bakalım Ekonomi Bakanı Ali Babacan bu sorulara ne yanıt verecek, gerekçesini nasıl açıklayacak.Tabii cevap verir mi, orası da meçhul. Çünkü bu iktidar milletvekillerinden gelen soru önergelerine zamanında yanıt vermeyi pek sevmiyor. Ya hiç vermiyor ya da aylar sonra lütfedip iki satırla geçiştiriyor.Demek arabalar uzaktan durdurulabiliyorBirkaç yıl önce yazdığım bir yazı aklıma geldi. Bir dostum kullandığı aracın anahtarını her nasılsa kontak içinde kırmıştı. Araba Marmaris’teki bir dağ yolundaydı. Çekici çağırmak çok zaman alacaktı.Telefonla aradığı aracın Türkiye temsilcisi “Bir çaresi var” demişti. Temsilci aracın üreticisine telefonla ulaştı. Aracın kod numarası verildi. Fabrika neredeyse 3 bin kilometre uzaktan aracı çalıştırdı. Arkadaşım böylelikle aracını kente indirebildi, yetkili servise götürdü ve kırılan anahtar burada çıkarıldı,yeni anahtar getirtildi ve araba normale döndü.O tarihte “Uzaktan çalıştırma olanağı varsa durdurmak da mümkündür, bu iyi gibi görünen korkunç bir şey” demiştim. Gaziantep’te yanlışlıkla 4 kişiyi öldüren kişinin aracının uzaktan durdurulduğunu öğrendik.Burada korkunç olan şu: Bilgisayar sistemleri hayatımızı çok kolaylaştırıyor ama, kötülüklere karşı da çaresiz kalabiliyor.Artık kullanılan araçların tamamı yeni bilgisayar teknolojisine göre yapılıyor.Bu durumda, önemli kişilere kimsenin anlamayacağı yöntemlerle suikastler düzenlemek mümkün. Bir hacker, araba üreticisi firmaların bilgisayar sistemlerini kırarak satılmış her aracın uzaktan kumanda kodlarını ele geçirebilir.Saatte yüz kilometre hızla giden bir aracı birden durdurduğunuzu düşünün.Demek ki, hiç birimiz güven altında değiliz. Devlet adamlarının bindiği araçların uzaktan durdurma kodları iptal edilmiş durumda mı, yoksa hepsi faal hâlde mi?Mehmet Akif de şimdi ırkçı mı oluyor?Bazı okurlar uyarıp sorunca ben de merak ettim. Başbakan Türk milliyetçiliğini ayaklar altına aldığını söylüyor, Çanakkale’de zafer kazananların Türkler değil, Müslüman ümmeti olduğunu ileri sürüyor, bunları söylerken de asıl amacının ırkçılığa karşı olduğunu belirtmek olduğunu açıklıyor. Hepsinin üstüne de İstiklal Marşı şairimizi Mehmet Akif Ersoy’u yücelterek sanki bütün söylediklerinin kanıtı gibi gösteriyor.Bu durumda İstiklal Marşı’nda geçen “Kahraman ırkıma bir gül! Ne bu şiddet, bu celal?” satırındaki ırk neyi temsil ediyor?Mehmet Akif’e ırkçı diyebilir miyiz?Nefesleri tuttuk Öcalan’ı bekliyoruzİşe bakın ki, koca Türkiye bir terör örgütü liderinin iki dudağından çıkacak birkaç cümleyi bekliyor. Ki “sevinsin mi sevinmesin mi” diye... Madem öyle, gelinen noktada umarım Öcalan bugün güzel şeyler söyler de “barış” diyenlerin yürekleri biraz ferahlar.Ama ya hayal kırıklığı olursa? Fark etmez, iktidar her zaman rahatlıkla becerdiği gibi anında U dönüşü yapar ve “Valla biz elimizden geleni yaptık” diyerek eskiyi aratacak bir sertliğe bürünür.Önceleri sadece “teröristbaşı” idi. Şimdiki tavrına, şimdilerde söylediklerine bakılırsa “ülkenin başı” gibi. (Gani Yıldız)
Kendi kendime “ahlaksızca bir provokasyon, üzerinde bile durmaya değmez” diye düşünüyordum, ama özellikle yandaş medyanın tavrı üzerine hemen iki metre önümde yaşananları herkesle paylaşmam gerektiğine inandım.Pazar günü Haliç Kongre Merkezi’nde İstanbul Barosu’nun olağanüstü Genel Kurulu yapıldı. Türkiye’nin ve dünyanın pek çok yerinden avukatlar, hukukçular toplanmıştı. İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal etkili ve coşkulu konuşmasını bitirdikten sonra Kocasakal’ı yakından görüntelemek isteyen gazeteci arkadaşlarımızın bir bölümü de sahneye çıktı. Ancak Divan Başkanı hem disiplinin hem de güvenliğin sağlanabilmesi için “sahnenin boşaltılmasını” istedi. Bütün gazeteciler bu talebe uydu ve aşağı indi. Sadece bir gazeteci, Akit muhabiri ısrarla sahnede kalacağını söyledi. Görevlilerin “lütfen inin” uyarılarına karşı “Hayır ben basın mensubuyum” karşılığını verdi ve “Basının sesi kısılıyor” diyedek kürsüdeki mikrofona doğru koştu.Doğal olarak görevliler önünde durup bu gazeteciyi aşağı inmeye zorladı. Gazeteci sürekli olarak karşısındakilerin üzerine yürüyerek bağırıyor çağırıyordu. Sonunda aşağı indi, aralarında benim de bulunduğu basına ayrılmış bölüme oturdu ancak bağırıp çağırmayı sürdürdü.Salondan tepki yükselince bu kez ayağa kalkarak salona yumruk sıkmaya başladı.Gazeteci kendisini oturmaya davet edenlerin de üzerine yürüyerek “vurmayın” diye bağırdı bu kez. Üç dört görevli gazeteciyi salonun dışına doğru çıkardılar, gazeteci bu kez kendini yere attı, “beni öldürüyorlar” diye bağırmaya başladı.Baro görevlileri getirilmek istedikleri oyunu fark ettiklerinden hemen ambulans çağırdılar. Başında doktor ve hemşireleri gören gazeteci bu kez “kalp hastasıyım, fenalaşıyorum” diye bağırarak boylu boyunca yere uzandı. Sağlık görevlileri hemen elektro almak için cihazlarını taktılar. Ardından gazeteci sedyeye yatırıldı, ama her nasılsa kalp krizi geçiren ve ölmekte olan gazeteci sedyede doğrulup sağa sola “provokatörler” diye bağırmaya devam etti.Öyle sanıyorum ki bu gazeteci, Avukatların hukuk ve demokrasiye saygısından ötürü Baro toplantısında kılına bile zarar gelmeyeceğini, bu tür bir provokasyona gelinmeyeceğini çok iyi biliyordu. Oyununu oynadı ve zerre zarar görmeden çekip gitti. Ertesi gün özellikle yandaş medyada “Baro’da linç girişimi” başlıklarını gördük.Gazetecilik böylesine ahlâksızca yapılmamalı.Meğer Çanakkale’de Atatürk hiç yokmuşÇanakkale Zaferi’ni coşkuyla kutlarken şehitlerimizi de özlem ve sevgiyle andık. Bu yıl zafer kutlamaları çok başka havada geçti. Başbakan konuyu çok sahiplendi ve Çanakkale üzerinden Türk milliyetçiliği ile ilgili görüşlerini tekrarladı.Daha önce “Türk milliyetçiliğini ayaklar altına aldıklarını” söyleyen Erdoğan’ın Çanakkale konuşması çok ilginçti. Erdoğan’ı dinlerken Çanakkale Savaşı’nı Türk olmayanların daha fazla sayıda olduğu Müslüman askerlerle kazandığımızı, bunun için tüm Müslüman ülkelerin ellerini göğe açarak dua ettiklerini öğrendik.“Çanakkale Zaferi gökten inen beyaz sakallı melekler sayesinde kazanıldı” propagandasının bir başka türlüsü yani.Ancak çok ilginçtir, Başbakan Çanakkale Zaferi’ni aslında 30 küsur milletin askerlerinin kazandığını anlatırken Atatürk’ten hiç söz etmedi. Sanki Atatürk Çanakkale Savaşı’nda hiç yoktu. Türk milleti de yoktu. Hangi millet vardı? Müslüman ümmeti vardı.Son girene en büyük cezaErgenekon davası 5 yıldır sürüyor. Sonunda savcı mütalaasını açıkladı, sanıklara çok ağır cezalar istedi.Burada dikkat çeken birkaç nokta var. Birincisi, terör örgütüne son katılan eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’a, eski yasaya göre idam cezası isteniyor, bugünkü karşılığı ağırlaştırılmış müebbet. Peki savcılar 5 yıl boyunca örgütün ‘bir numara’sını ortaya çıkaracak belge bulamamışlar mıydı? AKP iktidarının atadığı Başbuğ yıllarca hem kuvvet komutanlığı hem genelkurmay başkanlığı yaptı, terörist olduğu ancak emekli olunca mı anlaşıldı?İkincisi, sanıyorum mahkeme “bu kadar süreden sonra elimden başka bir şey gelmez” diyerek en ağır cezaları verip topu Balyoz’daki gibi Yargıtay’a atacak. Bu da sanıkların en az bir yıl daha tutuklu kalacaklarının işaretidir.Ücüncüsü, çoğu birbiriyle bırakın fikren anlaşmayı fiziken bile bir araya gelemeyecek onca kişi nasıl oluyor da aynı merkezden yönetilen bir terör örgütünün mensubu olabiliyorlar?Bu dava intikamcı iklim nedeniyle şimdi sorun yaratmaz belki ama, yıllar sonra adaletin kara bir lekesi olarak anılacaktır.GÜNÜN SÖZÜEğitim-Sen Trabzon Şubesi’nin düzenlediği “Sansüre Hayır” mitinginde sansürlenen kitaplar okunmuş. Sıradaki okuma faaliyetini tahmin etmek zor değil; o kitapları okuyanların canlarına okunması. (Gani Yıldız)