Yıldırım Tuna’dan gelen fıkralarla hepinize iyi pazarlar dilerim..İstekDoktor, baba adayına “Eşiniz hamile kaldığı andan bu yana geçen 7 ayda sizden aşk ilişkinizle ilgili bir istekte bulundu mu?” diye sormuş. “İlk defa geçen gece bir istekte bulundu” diye cevap vermiş adam. Doktor, “Tam olarak ne dedi?” diye sorunca cevap gelmiş: “Yahu bari öğürürken rahat bırak be azgın herif.”Uzun isimKüçük Kızılderili oğlan, “Baba bütün arkadaşlarımın adı Tim, Bob, Joe gibi kısa. Bizim Kızılderililerin isimleri neden çok uzun?” diye sormuş. “Kızılderililer genelde hassas insanlardır. Bebek sahibi olurken etkilendikleri olayları anımsatan isimleri çocuklarına verirler” diye cevap verer baba şöyle devam etmiş: Örneğin annen ablana hamile kalırken o gün batımında gökyüzünün kıpkırmızı görünümü bizi etkiledi. Adını ‘Suda Yansıyan Kızıl Işık’ koyduk. Ağabeyine hamile kaldığı anda bölgedeki kasırga bizi etkiledi. ‘Fırtınada Süzülen Kartal’ adı ağabeyine o yüzden kondu. Anladın mı şimdi bizi ‘Ucuz Çin Malı Dandik Patlak Prezervatif?Detaylı bilgiÇok gösterişli bir fıstık girmiş muayenehaneye. “Sizi uzun uzun muayene etmem lazım, soyunun üzerinizde hiçbir şey kalmasın” demiş doktor. “Fakat doktor ben sadece kan tahlil sonuçlarımı almaya geldim. Polikliniğinizdeki diğer doktor bey dün beni tepeden tırnağa muayene etmişti.” demiş kadın. “Haberim var ” demiş doktor heyecandan yutkunarak, “Evet.. Bana çok detaylı anlattı.”Kötü haberMemurun biri merdivenlerden düşmüş. İki gün komada kalmış. Gözünü açınca, “Geçmiş olsun” demiş doktoru.. “Size bir kötü bir de iyi haberim var. Birincisi artık ömür boyu çalışamayacaksınız.” Memur “Peki” demiş “Kötü haber ne?”Miniğin duasıAnne masada yemekleri dağıtır dağıtmaz küçük kız gözlerini kapamış, avuç içlerini birbirine yapıştırıp başını öne eğmiş ve duaya başlamış.. Hayli uzun süren bir dua faslından sonra tek gözünü hafifçe aralayıp tabağına bakmış. Birden “Tanrım” demiş yerinden sıçrayarak “E ama kerevizler tabağımda hâlâ duruyor?”Gani Yıldız’dan seçmelerAkil İnsanlar Heyeti’ne bakınca insan ister istemez, “Herkes aklını pazara çıkarmış, AKP kendi aklındakileri almış” diyor.***Soru: 1 Nisan’lar neden eskisi kadar heyecanlı değil? Cevap: Çünkü hayalken gerçek olanlar sayesinde her günümüz şaka gibi.***Otomobil satışları üç ayda uçmuş. Keşke satışları gibi kendileri de uçsa ve trafik işkencesi bitse.***MHP Kocaeli Milletvekili Lütfü Türkkan, “Engin Alan’ı ziyaret için gittiğim cezaevinde beni muz gibi soydular” demiş. E boş yere, “Adalet sistemi Muz Cumhuriyeti’ninkine dönmüş” demiyoruz.***Başbakan, “Trafikte en küçük sürtüşmede ‘La havle’ yerine el freni çekilip iniliyor” demiş. Acaba bunun sebebi hem “La Havle” hem el freni çektirip saatlerce arabada bekleten trafik olabilir mi?***Ekonomi Bakanı Zafer Çağlayan, “Ekonomimizi kasıla kasıla uluslararası toplantılarda anlatıyorum” demiş. Normaldir. Sayın Bakan aynı anlatımı ulusal toplantılarda gerçekleştirse katıla katıla gülüneceğini biliyor.Allah hiçbir haini ve nankörü sevmezHapisteki askerlerden emekli albay Alican Türk’ten yine bir mesaj geldi. Sizlerle paylaşmak istiyorum:Medyada yer alan haberlere göre Diyanet Atatürk’ün adını hutbelerden kaldırmış.Bir ara Atatürk’ün resmi de Diyanet’in resmi internet sitesinden kaldırılmıştı da tepkiler üzerine tekrar konmuştu.Bu konuda duyarlı olduğum için dikkat ettim de ne yazık ki ne geçtiğimiz ramazan ne kurban bayramlarında ne de kandil geceleri dualarında Atatürk’ün adı anılmadı. Çok üzüldüm.Tabii şunu biliyoruz ki Diyanet İşleri Başkanlığı Atatürk tarafından kurulmuş kurumlarımızdan biridir. Yani bugün o kurum bünyesinde görev yapan tüm çalışanlar işlerini, maaşlarını ve ailelerini geçindirmelerini Atatürk’e borçludur.Öyleyken Atatürk’e bir duayı esirger hale gelmeleri ne acı!Fakat aslında bu durumu pek yadırgamıyorum. Çünkü Kutsal Kitabımız’daki pek çok ayette “insanın gerçekten çok nankör olduğu” zaten açık açık belirtilir.Evet, insanoğlunun nankörlüğü, hatta ihaneti tarihin her döneminde görülür. Lakin Hacc Suresi’nin 38’inci ayetinde ise aynen şu vurgulanır:Allah hiçbir haini ve nankörü sevmez!Aslında düşünüyorum da ben Diyanet İşleri Başkanı Mehmet GÖRMEZ’in yerinde olsam, ilk iş olarak her 10 Kasım’da Atatürk için yurt çapında mevlit okutulması talimatı verirdim.Sahi, bu benden bir çağrı olsun! 26.03.2013
Pazartesi günü Silivri’de Ergenekon duruşması var. Türkiye’nin gerçek demokratları, aydınları, Türkiye sevdalıları bu intikam davasını izlemek için Silivri’ye akın etmeyi planlıyor. İktidar bu hareketlenmeden çok tedirgin. Bir tür korku içinde. AKP Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Çelik bu telaş ve endişeyi oklarını CHP’ye çevirerek en üst perdeden haykırarak dile getirdi.Çelik’e göre marjinal grupların peşine burnuna halka takılmış gibi düşmüş durumda. (NOT: Eskiden ayı oynatıcıları vardı. Ayının burnuna halka takarlardı. Zavallı hayvan canı yandığı için mecburen ayıcının peşinden giderdi. Benzetmedeki seviyeye bakar mısınız?) AKP Genel Başkan Yardımcısı CHP’yi uyarıyor, “Orada olacakların sorumlusu CHP’dir” diyor.Peki orada ne olacak? Çelik’in bilgisi mi var? Tahmini var. Çelik CHP’nin bariyerleri aşmayı, jandarmanın yakasına yapışmayı, mahkemeyi basmayı düşündüğünü tahmin ediyor. Buna karşı jandarmanın da zor kullanacağını CHP’ye elbette “burayı yakın, yıkın” demeyeceğini ileri sürüyor.Oysa ne dün ne bugün; kimsenin aklına mahkeme basmak, olay çıkarmak ve bundan prim sağlamayı düşünmek gelmedi. Demokratik bir ülkede her özgür vatandaş, bir mahkemeyi izleme hakkına sahiptir. Ayrıca o mahkemenin uygulamalarını protesto etme hakkı da vardır.Bir iktidar protestodan niçin korkar, çekinir? Yapılacak olan şudur: Elbette binlerce kişi mahkeme salonuna giremez, bu teknik olarak mümkün değildir. O hâlde mahkeme girişi güvenlik altına alınır, milletvekilleri, basın mensupları, avukatlar ve sanık yakınları için ayrı bir güvenlik kapısı kurulur. Salon tamamen doluncaya kadar izleyici alınır ve ondan sonra kibarca geri kalanların barikat arkasında beklemeleri söylenir.Oraya gidenler terörist, azılı katil, sabotajcı değil. Normal vatandaşlar. Hiçbirinin aklına şiddet kullanmak gelmez. Ama jandarma kasıtlı olarak halkın üzerine, su, biber gazı sıkıp, coplarını ve şok aletlerini kullanırsa ortalık karışır. Milletvekillerine ayrı giriş yeri ayırmadığı için onları özellikle barikat üzerinden aşırmaya çalışırsa, kargaşa çıkar.Bir cezaevinin çevresini güvenlik altına almak zor değildir. Ama amaç güvenlik almak değil, kasten olay çıkarmak için halkı tahrik etmek olursa başka tabii.Jandarma Genel Komutanı pazartesi günü duruma bizzat el koymalı, kendi ekibinin bu kez psikolojik harp taktikleri uygulamasını engellemelidir. O zaman inanın hiçbir şey olmaz. Mahkeme rahat çalışır, sanıklar ve dinleyiciler güven altında olur, halk da protesto etme hakkını layıkıyla kullanır.Akın var Silivri’ye akınPazartesi günü Ergenekon davasının duruşması yapılacak yine. Savcı “mütalaasını” vermişti biliyorsunuz. Gazeteciler, yazarlar, akademisyenler, üniversite rektörleri, askerler, bilim adamları için ömür boyu hapisler, ağırlaştırılmış mahkûmiyetler isteniyor. Onlara nedense “fikirlerinizi gömün ya da mağaraya bırakın, sonra istediğiniz yere gidin, göz yumacağız” denmiyor.Eee, fikir bu. Öyle gömmekle mağaraya saklanmakla olmaz ki. İşte 8 Nisan günü, yani pazartesi, Türkiye’nin her yerinden Silivri’ye akın akın insan gelecek. Amaç, bir intikam uğruna yıllardır hapislerde süründürülen, Türkiye’nin “hormonsuz” aydınlarına, vatanseverlerine “Yalnız değilsiniz, biz kapıdayız” mesajı vermek.Jandarmamız ise önlemlerini şimdiden alıyor. Öğrendiğime göre, halkı Silivri’den uzak tutmak için kullanılacak bariyer ihalesi tamamlanmış, yüklenici firma pazartesi sabahına kadar bariyerleri bitirmek için harıl harıl çalışıyormuş. Kalabalıklar barikatlarla, su ve gaz bombalarıyla, panzer ve coplarla elbette durdurulabilir. Peki demokrasiye, hukuka, insan haklarına, ülke sevgisine hangi barikatları kuracaksınız?Akil ol, AKP’ye oy verHafta başında Adalar-Bostancı seferi yapan motorlardan birinde yangın çıktı. Mucize eseri kimse yaralanmadı bile. Ancak yolcular sahile vardıktan sonra feryat başladı. Hemen herkes belediyenin Adalar halkını cezalandırdığını söylüyordu. Çünkü yıllardır Bostancı ile Adalar arasında sefer yapan vapurlar kaldırıldı ve yerine daha az güvenli, lodosa dayanıksız motorlar konuldu.Açıkça söylenmese bile nedenini herkes biliyor.Çünkü Büyükşehir Belediyesi, Adalar Belediyesi’ni kaybetti ve bunun acısını orada yaşayan vatandaşlardan çıkarıyor. İşin özü, Adalar halkı “akil” davranıp oylarını AKP’ye vermeyince bunun bedelini ödüyor.Demek ki neymiş? seçimde Adalar halkı da “akil” olacak ve oylarını AKP’de toplayacak. Siz görün ondan sonra hizmeti.GÜNÜN SÖZÜMurat Karayılan, Başbakan’ın geri çekilme modelini beğenmemiş. “Süreç akamete uğruyor!” telaşına gerek yok. Müzakere edilir, beğenecekleri bir model bulunur elbet... (Gani Yıldız)
İktidar Partisi’nin İstanbul İl Başkanı Aziz Babuşçu’yu çok seviyorum. Hiç tanımıyorum, karşılaşmadım bile ama seviyorum, çünkü hiç çekinmeden, lafını eğip bükmeden, partisinin bazı konularda nasıl düşündüğünü söylüyor.Örneğin bir süre önce “Çok şükür Ak Parti sayesinde Türk olmaktan kurtulduk” demişti. Bir zihniyet ve bir niyet daha güzel nasıl anlatılır ki?Bu sözleri eleştiren çok oldu, ben de dâhil, ama ardından yapılan anketlerde AKP’nin oyunun yüzde 53’lere çıktığını gördük. Meğer “Türk olmaktan kurtulduğuna sevinen” ne çok kişi varmış, öğrenmiş oluyoruz. Aziz Babuşçu, benim defalarca dile getirdiğim, ama maskeli liberallerin anlamamakta direndiği bir konuyu da çok özlü biçimde anlatmış hafta sonunda katıldığı bir konferansta.Babuşçu şöyle diyor: 10 yıllık iktidar dönemimizde şu ya da bu şekilde bizimle paydaş olanlar, gelecek 10 yılda bizimle paydaş olmayacaklar. Çünkü bu geçtiğimiz 10 yıl içinde, bir tasfiye süreci ve bir özgürlük, hukuk, adalet söylemi etrafında yaptıklarımıza paydaşlar vardı. Onlar da şu ya da bu şekilde her ne kadar bizi hazmedemeseler de; diyelim ki liberal kesimler, şu ya da bu şekilde bu süreçte bir şekilde paydaş oldular ancak gelecek inşa dönemidir. İnşa dönemi onların arzu ettiği gibi olmayacak. Dolayısıyla o paydaşlar bizimle beraber olmayacaklar. Dün bizimle beraber şu ya da bu şekilde yürüyenler, yarın bizim karşımızda olan güçlerle bu sefer paydaş olacaklar. Çünkü inşa edilecek Türkiye ve ihya edilecek gelecek onların kabulleneceği bir gelecek ve bir dönem olmayacak. Onun için işimiz çok daha zor.”AKP İl Başkanı ne kadar güzel ve özlü biçimde dile getirmiş gerçeği. Diyor ki “Siz çıkarınız için bizi desteklediniz, sağ olun var olun. Artık tramvaydan inme vaktimiz geldi. Üzülmeyin ama, biz sizin sandığınız gibi değiliz, bu nedenle artık birlikte olamayız.” İşin tam özeti şudur; “Sizin son kullanma tarihiniz geldi de geçiyor bile.”Teşekkürler Aziz Babuşçu. Kaç yıldır anlatmaya çalıştığımı bir tokat gibi çarptınız bu maskelilerin suratına.O partide ne işiniz var o zaman?CHP Adana Milletvekili Turgay Develi açmış ağzını yummuş gözünü. Kendine göre “özeleştiri” yapmış aslında. Neymiş, partisi halktan kopmuş, toplumdan kopuk partilerin başarı şansı yokmuş.CHP yıllarca laiklik peşinde koşmuş, baş örtüsü ile mücadele etmiş, yanlış yapmış.Bu milletvekiline göre CHP sosyete partisi olmuş, cami cemaatinden korkmuş.Güzel de, madem CHP bu kadar kötü durumda, bu milletvekili neden hâlâ o partide kalmak için çabalıyor?Ayrıca özeleştiri de olsa, kendi partisine yönelik çok ağır bir haksızlık var. CHP’lilerin dinlerine çok saygılı olduğunu, büyük çoğunluğunun ibadetlerini yerine getirdiğini ama bunu yaparken dini siyasete alet etmediğini, laikliği savunduğunu, Atatürk ilke ve devrimlerine bağlı olduğunu ama bunun asla din düşmanlığı olmadığını bilmiyor mu?Ayrıca madem partisi bu kadar yanlış yapmış, dine sırtını dönmüş, elini tutan mı var, gidip cami cami dolaşarak, halka bu yanlışlığı anlatır. Muhtemelen bu milletvekili sözlerini iyi niyetle söylediğini, CHP’nin bu eleştirilere açık olması gerektiğini anlatacaktır bu eleştirilerim karşısında.Kim bilir, belki de öyledir. Ama sözlerinin hangi gazetede, üstelik manşette yayınlandığına bakınca yaptığının ne anlama geldiğini anlayacağını sanıyorum.Türkish Republic diye bir yarışmacıDünya Medeniyetler Kraliçesi seçimi var. 17 ülkeden 18 genç kız yarışıyormuş. Güzellik yarışmaları her yıl defalarca çeşitli adlar altında yapılır. Bu da bunlardan biri.Ama merak ettiğim iki nokta var. Birincisi, ilk kez bir güzellik yarışmasında Türk güzelinin üzerinde Miss Turkey yani Bayan Türkiye yerine Miss Turkish Republic yani Bayan Türkiye Cumhuriyeti yazıyor. Demek ki “Türk” demeye utanmış ve çekinmiş organizatörler. Malum, yarışma Diyarbakır’da yapılacak.İkincisi ise yine ilk kez bir ülkeden iki yarışmacı var. “Türkiye Cumhuriyeti’nden” bir kızımızla “Miss Diyarbakır” katılıyor bu yarışmaya. “Aynı ülkeden iki güzel” belki de yanlış bir tanımlama. Yarışmada sanki Diyarbakır ayrı bir ülke gibi sunulmuş oluyor çünkü.Kızamık aşısıSuriye’den gelen salgın hastalıklara karşı güney illerinde çocuklara kızamık ve su çiçeği aşıları yapıldığını yazmıştım dün. Aslında “mevsimi olmamasına rağmen” İstanbul’da (muhtemelen başka illerde de) hızlı bir aşı kampanyası başlamış. Buralara kadar geldi demek ki salgın.GÜNÜN SÖZÜBaşbakan, “Yeni bir ilkbahara hamdolsun hep birlikte ulaştık” demiş. Toplumu karpuz gibi ikiye ayıran politikalara rağmen ilkbahara bir bütün olarak girebildiğimiz için hakikaten şükretmeliyiz! (Gani Yıldız)
İktidar partisinden rahatsız olan ama “muhalefet yok ki, nereye oy vereyim” diye soranların sayısı çok yüksek. Doğrudur, muhalefet işini gerektiği gibi yapamıyor, halka umut vaat edemiyor.Ancak öyle bir hava da yaratıldı ki, sanki muhalefet hiçbir şey yapmıyor, hiçbir şey söylemiyor. Aslında tüm olumsuzluklara rağmen muhalefet hiç çaba harcamıyor, eleştiri, denetleme ve uyarma görevlerini yapmıyor değil.Sorun sadece muhalefette değil, muhalefetin sesini duyurmakla görevli olan medyada.MHP Bursa’da bir miting yaptı örneğin, 100 bin kişiye yakın bir kalabalık toplandı, hangi gazetede, hangi TV’de geniş biçimde gördünüz?CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu dünkü Meclis grup toplantısında çok önemli cümleler söyledi. Bana göre her biri üzerinde uzun uzadıya durulması gerek.Şimdi size Kılıçdaroğlu’nun dünkü sözlerinden seçtiğim birkaç cümleyi sunuyorum. Okuyun ve düşünün:- İstanbul’da rant dolayısıyla, yandaşlara sağlanan imkân 100 milyar.- Grubumuzda kürsüye çıkanlar 2B mağdurları, aylardır itiraz ediyorlar, seslerini kimse duymuyor ama CHP duydu.- Sülün Osman Anadolu’dan gelen vatandaşlara Galata Köprüsü’nü satardı. Şimdi Erdoğan da vatandaşın malını vatandaşa satıyor.- Erdoğan, “Bizim metropollerimiz vardı. Ama o estetik ruhu olmayan ellerde nekropole (mezarlık) dönüştü” dedi. Doğru mu, doğru. Peki, kuran kim, kurduran kim?- Erdoğan, “Yüksek binalar inşa etmeyi maharet kabul etmiyorum” diyor. Kentleri bu hâle getiren kim? O belediye başkanları kim? Kendisini anlatıyor ama farkında değil.- Kimlere, hangi yandaşlara avantaj sağlandı, ortaya çıkarmak için TBMM’ye araştırma önergesi vereceğiz.- Ayamama Deresi’nde 35 vatandaşımız öldü. Dere etrafında tek bina yıkıldı mı? O 35 yurttaşımızın günahı kimin boynuna?- Esenyurt’ta Belediye ruhsat veriyor, maket üzerinden satış yapılıyor. Satın alınan daire 25. Katta, ama 25. kat yok.- Erdoğan Beykoz Belediyesi’nin internet sitesine baksın. Yüzde 46’sı, en fazla bin lira, bin 500 lira geliri olan bir aileden sen milyarları nasıl alacaksın. Birileri parayı bastırıp alacak!Bu millet kafayı mı yiyor ne?Sabah televizyonda haberlere bakıyorum. Fox TV’de Fatih Portakal kura sonucu uzaya gitme hakkı kazanan Türk’le ilgili haber yapmış, üzerine de “Türkler uzaya giderse” diye bir tweet açarak izleyicilerden bu konudaki düşüncelerini yazmalarını istiyor.Pek çok kişi esprili biçimde “Türkler uzaya giderse ne olur?” sorusuna cevap yazıyor. Ancak cevapları okurken Fatih Portakal’ın birden yüzü asılıyor. Çünkü peş peşe gelen mesajlarda “Neden Türk diyorsun, gidenin Türk olduğunu nereden biliyorsun, ayırıcılık yapma, ırkçılık yapma” türü laflar ediliyor.İşe bakın, “Türkler uzaya giderse?” sorusundaki Türk sözünden bile şiddetle rahatsız olup tepki gösterenler var artık ülkemizde.Bir yerde de “Türk kahvesi” isteyen birisine bazı müşteriler “Ne demek Türk kahvesi, ırkçılık yapmaya utanmıyor musun” diye sataşmış, kavga çıkmış, karakolluk olmuşlar. Haberde karakolda ne olduğu yazmıyordu. Büyük ihtimalle polisler, “Barış! sürecine zarar verdiği için” Türk kahvesi isteyen kişiyi bir güzel ıslatıp gaza boğmuşlardır.‘Korsanlık’ yeni mi aklınıza geldi?Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım kargo şirketlerine karşı savaş açmış. Bakan’a göre kargo şirketleri yasal değilmiş ve korsan biçimde çalışıyormuş. Meğer kargo taşımacılığı PTT’nin tekelindeymiş. İyi de, Sayın Bakan siz 10 yıldır iktidarda değil misiniz, bu korsanlık yeni mi aklınıza geldi. Ama madem PTT bu işte “tekel” ve işini “çok iyi” yapıyor. Bir okurumdan gelen mesajı sayın bakana takdim edeyim:“Sayın Ataklı; 26 Şubat 2013 tarihinde Bolu’dan PTT Kargo ile KKTC’ye yolladığım barkod numarası CP006789825TR olan paket hâlâ teslim edilmemiştir. PTT yetkilileri başvurularıma hiçbir cevap vermemektedir.”Sayın Bakan; okurumun adını yazmıyorum, ama kargo numarası var, oradan takip ettirebilirsiniz.Adana’da kızamık ve su çiçeği aşısıMilletvekilleri soru önergeleri veriyor, ben yazıyorum, başka gazetelerde yazılıyor ama TC Sağlık Bakanlığı’ndan bir açıklama gelmiyor.Suriyeli mülteciler nedeniyle Güney illerimizde çeşitli salgın hastalıklar başgösterdi. Hatta ölümler bile oluyor. Bakanlık cevap vermiyor ama, belli ki durum kritik. Çünkü Adanalı bir “aile hekimi” okurumdan aldığım mesaja göre bölgede kızamık ve su çiçeği aşıları yapılmaya başlanmış küçük çocuklara.Neyse ki, önlem alıyorlar, ona da şükür.
Başbakan Erdoğan “Başbakan olsam 2023’te eyalet sistemini konuşabiliriz” dedikten sonra bu sistemi övmek için “Osmanlı İmparatorluğu bunu başarıyla uygulamıştır” dedi. Bu söz bir yere kadar doğru.Evet Osmanlı İmparatorluğu eyalet sistemi ile çok başarılı bir yönetim sergilemişti.Ne zamana kadar?1800’lerin ortalarına kadar. Çünkü bu tarihe kadar eyalet sistemini yönetmek o kadar zor değildi. Ancak 1789 Fransız İhtilali’nden sonra ortaya çıkan “milliyetçilik” akımlarıyla birlikte eyalet sistemi devletin güvenliği ve bütünlüğü konusunda sorunlar yaratmaya başladı.Osmanlı İmparatorluğu “duraklama döneminde” Batı ülkelerinin, Osmanlı topraklarında yaşayan gayrimüslimlerle ilgili baskıları karşısında bunalıyordu.Artan milliyetçilik akımları nedeniyle, özellikle gayrimüslimlerin çoğunlukta yaşadığı eyaletlerde çok sık isyanlar çıkıyor ve hatta ülke toprakları birer birer elden gidiyordu. Bunun üzerine İstanbul yönetimi 1864’te Vilayetler Nizamnamesi’ni çıkararak eyalet sisteminden vazgeçti.Uygulama ilk olarak Mithat Paşa’nın vali olarak tayin edildiği Niş, Silistre ve Vidin’den oluşan Tuna Vilayeti’nde yapıldı.Eyalet - vilayet arasında fark şudur; eyaletlerde yönetim yerinden yapılır. Kendi içinde kendi kuralları işler, Osmanlı’ya vergi ödenir, savaş sırasında asker ve mühimmat temin edilir. Vilayette ise yönetim İstanbul’dan atanan vali tarafından yürütülür. Devlet hizmetleri yine atanan memurlar tarafından yapılır, her yerde Osmanlı yasaları ve kuralları geçer.Osmanlı fethettiği topraklara kendi bilim, kültür, sanat ve ekonomisini götürmemiş, sadece ganimet ve vergilerle yetinmişti. Bu nedenle milliyetçilik akımlarına kadar eyalet sisteminin bir sıkıntısını çekmemişti.Osmanlı’nın bile 1864’te vazgeçtiği eyalet sisteminin şimdiki Türkiye için yaralı olacağını düşünmek acaba mümkün müdür?Gündem yaratma maharetiBaşbakan Erdoğan gündem yaratmakta çok mahir. Sıkıştığı anlarda bir “şey” söylüyor ve bütün tartışmalar bu yöne kayıyor. Yine öyle yaptı. Zaten başkanlık sistemi tartışmaları yapılırken, ama bu arada “barış(!) süreci” ile ilgili bazı kuşkular varken, ortaya “eyalet sistemini” atıverdi.Mahareti şurada; sözü öyle söylüyor ki tartışma dilediği yönde gitmezse anında çark etme ya da “yanlış anlaşıldı” deme fırsatını da yaratıyor.“Eyalet sistemi” tartışmalarında da bunu yaptı. Doğru, söze “Eğer o sırada Başbakan olursam 2023’te eyalet sistemini konuşabiliriz” diye başladı. Yani konu bugünün konusu değilmiş gibi davrandı.Buna rağmen “eyalet” tartışması başlamış oldu.2023’te Başbakan olması uzak bir ihtimal. Ayrıca süreyi çok ileri bir tarihe atarak da kendini kurtarıyor. “Şimdi için demedim ki, 10 yıl sonra belki dedim” diyor.Gündem yaratmada Erdoğan’ın eline kimse su dökemez.Suriye’den domuz gribi de geliyorSuriyeli mültecilerin neden olduğu salgın hastalıklarla ilgili iki milletvekilinin verdiği soru önergelerini yayınlamamdan sonra Adana’dan bir mesaj aldım.Adı bende saklı bir hastane çalışanı okurum Adana’da domuz gribi olarak bilinen H1N1 virüsü nedeniyle üç kişinin öldüğünü ve virüsün Suriye’den geldiğinin belirtildiğini yazıyor; mesajı birlikte okuyalım:Sayın Ataklı, ben Adana da bir hastanede çalışmaktayım. Bu söylediğiniz hastalıklara H1N1 virüsünü de ekleyin. Son iki ay içinde yoğun bakımda ölen hasta sayısı en az üç. Sadece benim hastanemde.Ölen hastalar Suriyeli değiller. Ama onlar tarafından getirildiğini doktorlarımız söylüyor. Bir de pnömoni (zatürre) hasta geliyor, durumu fena değilken bir anda akciğerleri iflas ediyor. Hastalar genelde tecritte ama o kadar çok ki diğer hastalarla yan yana yatmak zorundalar. Olan diğer hastalara oluyor.Bir de o kadar çok ateşli silah yaralanması geliyor ki inanamazsınız. Gencecik insanlar hepsi muhalif. Haftalarca yatıp iyileşip dönüyorlar. Bunların hepsi halktan saklanıyor. İyi çalışmalar.İzmir’i ısrarla kaşımak istiyorlarDiyanet İşleri Başkanı’nın İzmir’in dinini sorgulaması ve irfanının eksik olduğunu söylemesi zaten yeterince ayıp ve utandırıcıydı. Üstüne bir cemaatçi müftünün “İzmir’e irfan getireceğinin” söylenmesi ayıba ayıp ekledi.Şimdi de İzmir’de “ne kadar Müslümansınız” anketi yapmaya başlamışlar.Nedir bu İzmir üzerine oynanan oyun? Bu kaşımanın bir amacı vardır herhâlde.Ama bu tür yaklaşımlar yapanın başına çöker bunu da bilmek gerek.
Sevgili okurlar; geçen hafta “artık barış oldu” diye çok sevindik. O hâlde boş tartışmaları ve anlamsız laf sokuşturmalarını bir kenara bırakıp “barışın keyfini” çıkarmamız gerekiyor. Ama nafile, en çok ses “barış geldi” diyenlerden çıkıyor yine.Ben inanıyorumŞimdi her şeyi bir kenara bırakıp terör örgütü lideri Öcalan’ın “Silahların susma, siyasetin konuşma sırası geldi” sözlerine bakalım. Demek ki PKK artık terör eylemi yapmayacak, kimseyi öldürmeyecek. Peki daha ne istiyoruz ki, terör bitti işte.Şaka yapmıyorumBugünün 1 Nisan olduğunu düşünenler “şaka mı bu?” diyebilir, hayır şaka falan yapmıyorum. PKK lideri “çekilin” diyorsa, PKK’lı teröristler “geldikleri yoldan” çıkıyorsa, artık analar ağlamayacak demektir ki, buna sevinmemek mümkün değil.Yeni durumBu durumda, demek ki PKK artık terör eylemine kalkışmayacaktır. Çünkü kalkışacak olursa bu kez çok şiddetli cevap alacağını biliyor olmalı. Peki gerçek bu mu? Gerçekten PKK hiçbir taviz almadan, silahları bırakmaya mı karar verdi?Karşılığı yok!Terör örgütünün bu yeni tavrını “acaba ne taviz aldılar?” diye irdeleyenler var elbette, ki başta ben de bunu merak ettim, ama bir süre sormayacağım. Çünkü hükümet “hiçbir taviz verilmediğini” söylüyor. Verilmemişse verilmemiş demektir, öyle değil mi?Yandaşların tutumuİnandık inanmasına da; iktidar ve yandaşları “barış olduğuna” inandırmak istiyor herkesi ama en çok soruyu da onlar soruyor ve sürecin çıkmaza gireceği endişesi taşıdıkları gerçeğini de yok sayamıyorlar. Madem taviz verilmedi bu telaş niye öyleyse?Gerçek olan şuAslında gerçek olan şu; PKK henüz bilmediğimiz bazı sözler alarak şimdilik silah bırakıyor, adam öldürmekten vazgeçiyor. Ancak bundan dönüp dönmeyeceğini zamanla verilen sözlerin tutulup tutulmamasıyla anlaşılacak. Verilen sözleri de o zaman öğreneceğiz.Vesayet dönemiBu iktidar ve yandaşları ısrarla, AKP iktidarına kadar ülkede askeri vesayetin hâkim olduğunu, demokrasi, hukuk ve özgürlüklerin ancak bu iktidarla başladığını ileri sürüyorlar. Askeri perişan ederek de askeri vesayeti kaldırdıklarını söylüyorlar gururla.Yeni vesayetTamam, askeri vesayet kaldırıldıysa kaldırılda da, önümüzdeki dönemin de “PKK vesayeti” altında geçmesi büyük olasılıktır. Farkında olarak veya olmayarak, ancak PKK’nın arzuları doğrultusunda hareket edersek terörden tamamen kurtulacağımız anlaşılıyor.BeğenmezlerseTerör örgütü, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile bir dizi pazarlık yaptıktan sonra çekilse de çekilmese de çok güçlü bir konuma geldi. Bundan sonra artık PKK’nın kılıcı Türkiye’nin üzerindedir, beğenmediği bir şey olursa bu kılıcı sallayacaktır büyük bir iştahla.Alıştırma süreciTürkiye’nin Kürt sorununu çözme adı altında terörle pazarlık yapması ve terör örgütüne bir tür özgürlük sağlaması için hayli uzun bir “alıştırma süreci” geçirdik. Sonunda halk, “PKK artık adam öldürmeyecek” diye mutlu. Şimdi sıra yeni “alıştırma sürecine” geldi.İktidarın çabasıİşte bu nedenle iktidar ve yandaşları ısrarla “barış sürecinin başladığını” haykırarak “karşılığında hiçbir şey verilmedi ama Türkiye’nin de demokratikleşmesi gerek” diyor. Demokratikleşmenin ise Öcalan’a özgürlük ve Kürtlere özel statü olduğu kamuoyundan gizleniyor.Suç da saklanıyorBakanların “PKK’nın çekilmesi için yasaya gerek yok” açıklamaları, Adalet Bakanı’nın “Hangi savcı dava açacakmış şaşarım” sözleri gizlemenin açık örnekleridir. Bu uğurda devletin baştan aşağı suç içinde olmasına bile göz yumuluyor. İnanılır gibi değil.Muhalefeti sindirmekBu amaçla muhalefet de ağır baskı ve tehdit altında tutuluyor. Özellikle CHP “ırkçı, kafatasçı, darbeci” suçlamalarına karşı etkin bir siyaset geliştiremediği için giderek pasifleşiyor ve Türkiye üzerine oynanan oyunların hayata geçmesine yeşil ışık yakıyor.Anayasa olmazsaGeldiğimiz durumun hukuki olarak çözümü ise yeni! anayasada görülüyor. Başbakan “eyalet” sisteminden söz ederken, vatandaşlık tanımı, ana dilde eğitim, federal yapı, Atatürk ilkeleri, laiklik gibi konuların bu yeni anayasada belirleneceği açıkça söyleniyor.Yandı gülüm...Deyin ki, iktidar arzuladığı biçimde anayasayı yapamadı; yaptı da referandumla geçiremedi, bu durumda terör örgütüne gerçekten bir taviz verilip verilmediğini anlayacağız. Yeni(!) anayasa olmazsa PKK terör örgütü “artık günah benden gitti” diyecektir.Daha da güçlüŞurası unutulmasın ki, terör örgütü düne oranla şimdi çok daha güçlüdür. Artık meşrulaştıkları için “TC’yi dize getirdik” şımarıklığı ile arkalarına alacakları uluslararası desteğin tadını çıkarabilecek ve eskisinden çok daha etkin biçimde saldırmayı göze alabileceklerdir.Hepinize iyi haftalar dilerim.
Son birkaç haftadır gündemi işgal eden “milliyetçilik”, “Öcalan’la görüşmeler” ve “21 Mart Nevruz Kutlaması” tartışmalarına ilişkin olarak başta bütün AKP milletvekilleri, AKP yanlısı gazeteciler, AKP’li seçmenler ve AKP sempatizanları olmak üzere bütün Türkiye’ye sadece şu üç soruyu sormak istiyorum:1- Bugün iktidarda CHP (veya eski DYP veya ANAP veya başka bir parti) olsaydı ve Sayın Kılıçdaroğlu (ya da ilgili partinin başkanı) kalkıp “Ben her türlü milliyetçiliği ayaklarımın altına alıyorum!” diye peygambervari bir çıkışla Türklük kavramına ve milliyetçiliğe saldırsaydı;2- MİT görevlilerinin özel talimatlarla İmralı’ya gönderilip 40 bin kişinin ölümünden sorumlu Öcalan ile açık açık görüştürülmesi, birlikte “müzakerelere” (kimisi “pazarlık” diyor, ben yumuşatıyorum) oturulması, yol haritaları çıkarılması ve dahi milletvekillerinden oluşan heyetlerin ellerinde hediye paketleriyle Öcalan’ı ziyaret etmesi CHP’nin (veya başka bir parti) iktidar olduğu bir dönemde olsaydı;3- 21 Mart’ta Diyarbakır’da baştan sona PKK flamaları, Öcalan posterleri altında düzenlenen ve coşkuyla Öcalan’ın mesajlarının okunduğu Nevruz kutlamaları CHP’nin (veya başka bir parti) iktidarında yapılsaydı ne olurdu? Ne tepki verirdiniz? Ne söylerdiniz?Ya Sayın Erdoğan muhalefette olsaydı bütün bunlara tepkisi ne olurdu?Haydi, pamuk eller vicdana!..26 Mart 2013 Alican Türk (emekli) Sosyolog AlbayGani Yıldız’dan seçmelerÇözüm sürecine katkı verecek isimler arasında iktidardan farklı düşünenler de olsa ve liste “AK-il Adamlar”dan çok “Akil Adamlar”a benzese daha sağlıklı yol alınmaz mı?***Yassıada ve Sivriada’ya “kısıtlamasız” yatırımın önü açılmış. Konu adalara yatırımsa en büyüğü İmralı Adası’na yapılıyor!***“Kürt sorununun çözümünde tercih edilen yol, devletin kırmızı çizgilerinin yanına sarı ve yeşil çizgilerin eklenmesine neden oldu” desek abartmış olmayız herhalde.***“Sürü Yönetimi Eğitimi” almış üniversiteli çobanlar geliyormuş. Çoban olarak iş bulamazlarsa siyaseti deneyebilirler. Zira aldıkları eğitimin avantajını kullanabilecekleri bir alan.***Bizce olimpiyatın bugüne kadar İstanbul’a verilmemesinin açıklaması şudur: Ne kadar büyük olursa olsun bir köye olimpiyat verilmez. Olimpiyat şehirlere verilir.***İsrail, “Türkiye’den özür dilememizin sebebi Suriye’deki durumdur” demiş. İsrail, kabahatinden büyük özrü için ne zaman özür dileyecek acaba?***Duvara “Eğitim-Sen” takvimi asan eğitimci hakkında soruşturma açılmış. Bu olay, iktidarla aynı düşünmeyenin nasıl zor günler geçireceğini gösteren “Yandın Sen” takviminden bir yapraktır.İşte haftanın fıkralarıBu hafta da Yıldırım Tuna fıkralarıyla keyifli bir pazar geçirmenizi dilerim.Konuşma izniİlkokula başlayan Temel, okulun ilk günü evine sinir içinde dönmüş. “Tamamen zaman kaybı” demiş çantasını yatağının üzerine fırlatırken, “Okuyamıyorum, yazamıyorum, inanılır gibi değil ama sınıfta konuşmama bile izin verilmiyor.”Cennet kuşuTurist Temel, Amazon gezisinde dalları yararak, yaprakları yolarak ormanın içinde uzun sure ilerledikten sonra karşısına çıkan lacivert, kırmızı, yeşil rengarenk, harika öten kuşu görünce rehbere dönüp, “Bu.. Bu ne kuşu?” diye sormuş merakla. “Bu kuş ‘Cennet Kuşu’ efendim” diye cevap vermiş rehber. Temel atılmış; “Hadi ya? Dönelim o zaman” demiş Temel ensesini kaşıyarak, “Biraz fazla uzağa mı gitmişiz ne..”ArkadaşsızAdam psikoloğa hayatında ilk defa gitmiş. Psikolog, “Sorununuz nedir acaba?” diye adamın şikâyetini sormuş. “Hiç, ama hiç bir arkadaşım yok” diye cevap vermiş adam ve devam etmiş, “Bir Allahın kulu bile yok yahu. Sence bu neden olabilir pislik, ahlaksız ve şerefsiz herif?”Güçlü kadınRahmetli babaannem çok güçlü bir kadındı. Tam üç koca gömmüş toprağa. Hatta son ikisi salondaki divanında şekerleme yapıyorlarmış.SaçmalamaYahu saçmalama. Manyak mısın sen? Hiç ‘kedinin yaşgünü’ diye bir şey olur mu? Beş keredir davet ediyorsun, her seferinde de reddediyorum. Hem o gün ağabeyimin köpeğinin düğünü var.Alkolik hoca- Baba, Tabiat Bilgisi öğretmenimiz sanırım alkolik.- Nereden çıkarttın bunu?- Geçen derste “Kasırga nasıl olur?” diye sordum,“Bir ölçü nane likörü, iki ölçü cinle çırpılıp üzerine buzlu limon atılacak” diye cevap verdi bana.
Bundan yaklaşık bir buçuk yıl önce Türk Hava Kuvvetleri’ne bağlı bombardıman uçakları Uludere’de “terörist” sanılan bir gruba doğrudan ateş açmış, bombalama sonucu 34 vatandaşımız hayatını kaybetmişti. O günden beri bu olayın ve sorumlularının açığa çıkması için çaba harcanıyor ama nafile.Meclis’te kurulan araştırma komisyonu da sonunda pes etti ve iler tutar tarafı olmayan bir raporla yetinip konuyu kapattı. Ancak, komisyonun raporunda çok ilginç bir bölüm var. Raporda komisyonun ısrarlı tutumuna rağmen Genelkurmay’ın “gizlilik kaydı olduğu gerekçesiyle” hiçbir soruya cevap vermediği belirtiliyor.Yani “sivilleştik” dediğimiz “şeffaflaştığımızı” ileri sürdüğümüz “ileri demokrasiye geçtiğimizi” haykırdığımız günlerde meğer Genelkurmay “eski alışkanlıklarını!” sürdürüyormuş.Benzerini 28 Şubat’ta, “Susurluk Komisyonu” çalışmaları sırasında da görmüştük. O günün komisyonu herkesi dinlemişti ama sıra askeri kişilere gelince her şey tıkanmıştı.Dönemin Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Teoman Koman Meclis’in “gelin ifade verin” çağrısına cevap verme tenezzülünde bile bulunmamıştı. O orgeneral şimdi ileri yaşına rağmen tutuklu.Haydi diyelim ki “o günler zaten askeri vesayet günleriydi, askerin burnu havadaydı, ükenin sahibi olduğunu düşünüyordu.” Oysa iktidar ve yandaşlarına göre artık “Yeni Türkiye!” var ve artık askerin borusu ötmüyor.Peki nasıl oluyor da şimdi Genelkurmay, herkesin üzerinde hassasiyetle durduğu bir konu hakkında yine bilgi verme tenezzülünde bulunmuyor? Bugünkü Genelkurmay Başkanı’nın iktidara rağmen tavır koyabileceğine inanan var mı? Herhalde yoktur.Genelkurmay, her alanda iktidarın emrinde olduğunu defalarca dile getirdi. O halde demek ki, eğer Genelkurmay bilgi saklıyorsa, burnundan kıl aldırmadığı için değil, iktidar böyle istediği için yapıyordur.Eeee, buna “AKP iktidarının 28 Şubat’ı” demek yanlış mı olur?Döndük geldik yine 2005’eİsrail “telefonda özür diledi” diye bir zil takıp oynamadığımız kaldı. Nedense bu kadar sevinenler İsrail’in neden özür dilediğinin üzerinde pek durmuyor. Bölgedeki Amerika ile ortak çıkarları gereği Türkiye’nin “sorunlu” gibi görülmemesi için buna gerek duyulduğu ortada.Gerçi iktidar da çok hazırmış özür dilenmesine. Hemen kabul etti. Yeter ki ABD Başkanı tanık olsun, telefondaki bir “pardon, üzüldük” lafı yetti de arttı bile.Özürden sonra haberler çıkmaya başladı; Akdeniz’de, Kıbrıs açıklarında artık biz de söz sahibi olacakmışız, Rumlar gibi biz de petrol arayabilecekmişiz, Türkiye bölgeye ağırlığını koyacakmış, bu konuda İsrail de bize destek olacakmış.Duyan da yeni bir şey oldu zannedecek.Tutuklu tümamiral Cem Gürdeniz’in gönderdiği mektubu okumuştunuz bu köşede. (Ayrıntılarını ‘Hedefteki Donanma’ kitabında anlatıyor) Gürdeniz 2005 yılında Türk donanmasının caydırı gücü nedeniyle Rumların petrol aramaları yapamadığını, Rumlara destek olacak yabancı şirketlerin de Türkiye’nin tavrı karşısında bir şey yapamadıklarını anlatıyordu. O tarihlerde Türkiye Akdeniz’de petrol aramaları yapabilecek güç ve olanaklara kavuşmuştu.Ancak her nasılsa bunu sağlayan Deniz Kuvvetleri’ne karşı operasyon başlatılmış ve amirallerin çoğu hapse atılmıştı. Meydanın boşalması üzerine Rumlar Akdeniz’de petrol aramaya başlamıştı, üstelik güvenliği de İsrail donanması sağlıyordu.Şimdi İsrail “özür” diledi, döndük 2005’in şartlarına. Bölgede biz de petrol arayabileceğiz, İsrail’in himmetiyle. Arada Türk Donanması batırıldı.Olsun, intikam alındı ya.Kızamıktan sonra şark çıbanıİki hafta önce CHP Gaziantep Milletvekili Mehmet Şeker ‘in bir soru önergesini sizlerle paylaşmıştım. Şeker, yeni Sağlık Bakanı’na yönelttiği önergesinde Suriye mülteci kamplarında kızamık vakalarının arttığını ve bakanlığın nasıl bir önlem aldığını soruyordu. Birkaç gün sonra da CHP Hatay milletvekili Mehmet Ali Ediboğlu’nun bir soru önergesini okudum.Ediboğlu önergesinde Londra’da yayınlanan Al Awsat gazetesinin Halep’te Leishmaniasis, bilinen adıyla şark çıbanı salgını görüldüğünü yazdığını belirterek “Güney illerimizdeki kamplara buralardan çok sayıda sığınmacı geliyor, bakanlık bu ve benzeri salgın hastalıklarla ilgili ne yapıyor?” diyor ve şu iki soruyu soruyordu:1- Türkiye’de sayıları 250 bin olarak açıklanan Suriyeli sığınmacıların varlığı biliniyorken ve bu sayı hızla artmaktayken, Bakanlık olarak bu salgın hastalıklar ile ilgili ne gibi önlemler almaktasınız?2- Türkiye’deki sığınmacı kamplarında kalan veya evlerde barınan sığınmacılarda Şark Çıbanı, Kolera veya Tifo vakalarına rastlanmış mıdır? Rastlanmışsa kaç kişidir? Sınırların kevgire döndüğü bir ortamda bu salgınları nasıl önlemeyi düşünüyorsunuz?