Geçen hafta yazmıştım, biliyorsunuz, yepyeni bir projeye hazırlanıyorum.
Tek kişilik bir politik gösteri sunmaya çalışacağım sizlere.
Adı “Can Ataklı ile canın sağolsun Türkiyem.”
Geçen hafta da müthiş bir tempoda geçti.
Aralıksız hergün Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi’ne gidip sahnede “tam prova” yapıyorum.
İnanın çok zor.
Yönetmenim Özcan Alpar canımı çıkarıyor. Ama değecek umarım.
Kendimi tam bir öğrenci gibi hissediyorum. Alpar provanın tam ortasında durduruyor, “Şunu bir de yüz mimiklerini kullanarak oyna” diyor örneğin.
Ya da “Şu yengeç gibi yan yan yürümeyi bırak, o kadar harekete gerek yok, bazen jest ve mimikler çok daha etkili oluyor” diyor.
Evet, iki saati aşan bir sahne gösterisini baştan aşağı yazdım, ama her provada farklı bir oyun çıkıyor ortaya.
Metin hazır ama, asıl önemli olan kurgusu, örgüsü, cümleler her seferinde doğaçlama olarak çıkıyor ağzımdan, ben kendi kafamda yarattığım sıralamayı korumaya çalışıyorum.
Sanıyorum galamızı 13 Nisan Cumartesi günü Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde yapacağız.
Ondan sonrasını bilemem artık, sizin beğenilerinize göre ister İstanbul’da ister başka kentlerde oynamaya başlarız.
Gani Yıldız’dan seçmeler
Baskı, demokrasilerde gazetenin basılma işlemine verilen isimdir. Bizim gibi ileri demokrasilerde ise gazetelerin üzerine çöken ortamın adıdır.
Asgari ücretli öğün başına 76 kuruş ayırabiliyormuş. Bakan Faruk Çelik 800 lira asgari ücret için “büyük para” demişti. Eh, buna da “küçük para” diyebiliriz herhâlde!
Sansürün ilk örnekleri milattan öncesine dayanıyormuş. Peki ya son örnekler? Onlar AKP’nin “ileri demokrasi anlayışına” dayanıyor.
Başbakan Yardımcısı Ali Babacan, “Cari açık ‘sürdürülebilir’ seviyede olsun diye tedbir alıyoruz” demiş. Aman alın yoksa ekonomi vatandaş için “süründürebilir” hale geliyor.
Başbakan, “Muhalefete 5 koyun verin, kaybeder” demiş. Kaybetmez. Çünkü yanlış hayvancılık
politikaları yüzünden muhalefete verilebilecek koyun kalmadı.
Haftanın fıkraları
Bu pazar da fıkralar yine Yıldırım Tuna’dan. Soğuk mart havasında sıcak gülümsemeler dilerim..
Romantizm
- O kızın evine yemeğe gitmiştin anlatsana.
- Boş ver yahu.. Berbat bir geceydi işte.. Hatırlatma.
- Nasıl olur ya? Çok beğeniyordun o kızı?
- Yerde ayı postunun üzerinde uzanırken yüzümüze şöminede yanan odunların kızıllığı vuruyordu..
- Ee?
- Ayakkabısına doldurduğum şampanyayı içerken ağzıma Dr Scholl’un nasır tamponu gelince bütün romantizm anında bitti tabii..
Güzel bacaklar
Temel gece gittiği barda masanın üzerine çıkıp dans eden hayli şişman kızı görünce yanına yaklaşıp “Müthiş bacaklarınız var” demiş tombul kıza. “Gerçekten mi? Doğru mu söylüyorsunuz?” diye cevap vermiş beğenilmenin mutluluğuyla heyecanlanarak. “Vallahi” demiş Temel, “Baksana.. Üzerinde zıpladıkça parçalamadık masa bırakmamışsın!”
Teşhircilik
Efendim teşhircilikle, tacizle yakından uzaktan alakam olmadığı gibi inanın en ufak bir kabahatim de yok.. Havaalanı güvenlik görevlisi hanımefendi tam X Ray cihazından geçerken beni durdurdu. Çığlık çığlığa “Eğer pantolonunun içinde bir şey varsa çabuk onu çıkart ve eline al” diye bağırdı.. Biraz daha belirleyici bir cümle kurabilirdi efendim..
İnternetten inciler
Ofsaytı bilen kadından uzak duracaksın hacı. Ofsaytı bilen kadın Hakan diye kaydettiğin Ece’yi de bilir, yemeğe çıkardığın sözde amcanın kızını da.
Türk kızları mı Rus kızları mı deseler hiç düşünmeden Türk kızları derim. Çünkü eğer düşünürsem tabii ki Rus kızları derim.
Sevdiğini serbest bırak, dönerse senindir, dönmezse kimindir, zıplıyorsa delidir, çömeldiyse dokunma.
Bilgisayar önce masaüstüne, sonra dizüstüne, daha sonra cebimize girdi. Eğer böyle devam ederse olayın ilerisi gerçekten ürkütüyor beni.
Cep telefonu yokken ne mi yapıyorduk? Yahu 80 yıl önce soyadın yoktu..
Ortalarda “Ahmetgilin Göbük Emin” diye dolanıyodun. Ne telefonu.
(Yıldırım Tuna)