Köprü ve otoyolları işletme hakkı 25 yıl için Koç-UEM-Ülker konsorsiyumuna 5.7 milyar dolara devredilmişti. İhaleden sonra bedelin çok düşük olduğu, 25 yıllık otoyol ve köprü gelirlerinin ihale bedelinin çok üzerinde olacağı belirtilmişti.Sonunda Başbakan Erdoğan duruma el koydu, bedelin çok düşük olduğunu belirterek ihalenin iptal edilmesini tavsiye etti.Maliye Bakanlığı da bunu emir kabul ederek geçen hafta ihaleyi iptal etti.Başbakan iptalden sonra şunları söylemişti: “Bu rakam beni tatmin etmedi. Ben bunun üzerine bir çalışma yaptırdım. Bu ihalenin olması gereken en üst rakam ne olabilir? Burada bunun iki katı bir rakam çıktı karşıma. Birisi 11-12 ise öbürü 8-9 civarında rakam çıktı. Peki en düşüğü ne olmalı? En düşüğü de 7 civarında çıktı. (Arkadaşlar böyle çıktıktan sonra ben bunu verirsem vatana ihanet ederim, halkıma ihanet ederim. Şimdi ne yapacaksınız?) dedim.”Buraya kadar çok güzel. Elbette devlet halkın malını satarken çok dikkatli olmak ve kamu yararını gözetmek zorundadır. Nitekim iptal kararı, muhtemelen ihaleyi alanları hayli üzmüştür ama kamuoyunun bundan çok mutlu ve memnun olacağı da bir gerçek. Ancak, iki başka noktanın üzerinde durmak gerekiyor.Birincisi, “devlet ciddiyeti” diye bir şey vardır. İhale açıyorsunuz, birbirinden güçlü onlarca şirket milyonlarca dolar harcayarak ihaleye giriyor. Şeffaf bir ihalede herkes teklifini sunuyor ve kurallara uygun olarak en yüksek fiyatı veren ihaleyi kazanıyor. Sonra siz “Beğenmedim” deyip iptal ediyorsunuz.Fiyat düşük kalmış olabilir. Elbette kamunun hakkı korunacak da, “ihaleyi neden düşük seviyeden başlattınız?” diye sormazlar mı. Başbakan en düşük 7 milyar dolar olması gerektiğini söylüyor. O hâlde ihale neden hiç olmazsa 6.5 milyardan başlamadı?İkincisi bana göre daha vahim. İhaleyi düşük tutan, sonunda oluşan bedeli kabul eden ihale komisyonunun suçu yok mu? Başbakan “ihanetten” söz ediyor. Peki bu heyet ihalenin açılış bedelini belirlerken neden 7 milyarı görmezden geldi, neden 5.2 milyarlık teklifi yeterli gördü?İhale iptal edildi, peki Başbakan’a “ihanet” dedirtecek kadar düşük miktarı kabul edenlerden hesap sorulmayacak mı?Sanki arkeolojik kazı yapılıyorYıldönümüne bir gün kala 28 Şubat soruşturmasında bir dalga daha geldi. 28 Şubat’ta Sincan’da tankları yürüttüğü söylenen emekli orgeneral Erdal Ceylanoğlu’nun da aralarında bulunduğu bazı emekli generaller ve bir muvazzaf albay ifadeye çağrıldı.Ceylanoğlu’nun durumu ilginç. Birincisi tanklar yürüdüğü sırada izinli olduğu çoktan ortaya çıkmıştı. 28 Şubat’a katkısı olsa bile tankların yürümesiyle ilgisinin olmadığı biliniyor. Daha önemlisi; Başbakan Erdoğan Ceylanoğlu’nu Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na getirmişti. O günkü rivayetlere göre Erdoğan’ın en güvendiği paşalardan biriydi. Ancak Ceylanoğlu göreve getirildikten kısa bir süre sonra Jandarma Genel Komutanı Necdet Özel’in dışındaki tüm komutanlarla birlikte istifa etmişti. Böylelikle Özel beklemediği bir anda Genelkurmay Bakanı oluvermişti.Eğer Ceylanoğlu istifa etmemiş olsa büyük bir olasılıkla bugün Kara Kuvvetleri Komutanlığı’nda oturuyor olacaktı.Acaba yine soruşturmaya dâhil edilecek miydi?28 Şubat dalgaları çok garip ilerliyor. Çünkü 28 Şubat, başı sonu belli, tüm sorumluları ortada, devletin ilgili kurumlarının işbirliği ve sivil bazı unsurların katılımıyla geliştirilmiş bir operasyondu.Yani savcılar aslında tek hamlede tüm sorumluları ifadeye çağırıp mahkemeye sevkedebilir. Ama nedense sanki arkeolojik kazı yapılıyormuş da her gün yeni bir belge bulunuyormuş gibi dalga dalga tutuklamalar yapılıyor. Kimbilir belki intikamın keyfi böyle daha iyi çıkıyordur. Buna da hukuk ve adalet deniyor.Kandil’de kimi veya neyi bombalıyoruz?Bir taraftan “barış” nutukları atılıp “aman sürece zarar vermeyin” çağrıları yapılırken, öte taraftan Silahlı Kuvvetler Kandil’de yapılan bombalamaları duyuruyor kamuoyuna.Gerçekten çok merak ediyorum; böyle bir aşamada Kandil’de neresi bombalanıyor?Açıklamalarda bombalamalar anlatılıyor ama sonuçla ilgili bilgi yok. Etkisiz hâle getirilen terörist var mı, terör örgütünün yuvaları imha edilmiş mi, lojistik destekler kesilmiş mi, bunları bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, bu milletin vergileriyle alınmış bombaların dağa taşa yağdırıldığı. Terör örgütünden de bir tepki gelmiyor. Dünyada da bir etkisi olduğunu görmüyoruz. Peki Kandil neden bombalanıyor o zaman?GÜNÜN SÖZÜBaşbakan’ın, “AB’ye çok şey verdik, karşılığını alamadık” açıklamasını okuyunca ister istemez, “Bari ‘üye olduk’ gazıyla gündüz vakti patlattığımız havai fişeklerin parasını alsaydık” diyoruz! (Gani Yıldız)
28 Şubat geliyor ya, intikamcı çevrelerde yine aynı yaygara başladı. Yine mağdur edebiyatı, darbe lafları ortalığı sardı. TV’lerde belgesellerden, 28 Şubat kötülemelerinden geçilmiyor. İşin tuhafı bunları yapanların çoğu da 28 Şubat’ın o günkü şahinleri. Şimdi demokrasiyi keşfettiler.20 gün kadar önce TRT’den aradılar. “İkna odaları belgeseli yapıyoruz, sizin de görüşlerinizi almak istiyoruz” dediler. Ben de “İkna odalarının nesi belgesel olacak?” diye sordum ve “Konunun önemli ismi Nur Serter’dir, o da konuşuyor mu?” dedim. Nur Serter’i aradıklarını ve cevap beklediklerini söylediler.“Ne olduğunu görmek için” için çekime gittim. Niş Yapım adındaki bir prodüksiyon şirketi çekiyormuş. İlk belgeselleriymiş. “İkna odalarında türbanlı (baş örtülü diyorlar tabii) öğrencilere baskı yapılmasını nasıl değerlendirdiğimi” sordular.Cevaben “Bir baskı olup olmadığını bilmediğimi” belirttikten sonra “Herkesin yanıldığı bir nokta var. O tarihte Anayasa Mahkemesi kararıyla da tescillenen kurala göre kız öğrencilerin üniversitelere başları kapalı gelmesi yasaktı. Buna bütün üniversiteler uymak zorundaydı. Birçok üniversite kapıya görevli koyup türbanlıları içeri sokmadı. İstanbul Üniversitesi Rektör Yardımcısı bu öğrencileri özel görüşmeye çağırarak durumu anlattı. Okulu terk etme durumunda kalmalarının önüne geçmek istedi. Bu öğrencilerin tehdit edildiğini, başlarını açmaya zorlandığını hiç duymadım. Belgeselinizde aksini söyleyen bir kız öğrenci var mı?” dedim.Anladığım kadarıyla yok. İfadeler “Bizi çağırdılar ve okula türbanla giremeyeceğimizi söylediler” şeklinde. TRT buna rağmen belgeseli çekti, yayınlayacak mı veya yayınlıyor mu bilmiyorum. Çekimden hemen sonra Nur Serter’i aradım ve belgeselden haberi olup olmadığını sordum. Haberi yoktu.Bir hafta önce arayıp tekrar sordum. Daha sonra aramışlar. “Size de cevap hakkı vermek istiyoruz” demişler. Tuhaflık burada. Belgeselde cevap hakkı mı olur. Belgesel belgeseldir. Serter TRT’ye ihtarname çektiğini, programın yayınlanması hâlinde yasal hakları için harekete geçeceğini söylemiş.*****Vatandaşın başını yakmışımBazen hiç farkında olmadan tanımadığınız birinin başını sıkıntıya sokabilir misiniz? Ben yapmışım. Öğrenince çok şaşırdım. Geçen hafta twitter mesajlarını izlerken “Can Bey bir garibandan ne istediniz, arabama niye haciz koydurttunuz?” diye bir cümle okudum. Doğal olarak “Ne arabası, ben kimsenin arabasına haciz koydurtmadım, davam yok ki” diye cevap yazdım. Ardından cevap geldi: “Hayrettin Ertekin’den araba aldım. Ama siz ona haciz koydurmuşsunuz, arabayı üzerime alamıyorum, perişan oldum.”Allah Allah, nasıl olur. Doğal olarak Vatan’ın hukuk bürosuna sordum. Ertesi gün bilgi verdiler. Meğer Ergenekon sanıklarından Hayrettin Ertekin’in hakkımda açtığı dava sonuçlanmış ve davayı kaybetmiş. Bu durumda avukat masraflarını dava açanın karşılaması gerekiyormuş. Ama Ertekin ödememiş. Bunun üzerine Hukuk Büromuz da Hayrettin Ertekin hakkında ihtiyati haciz tedbiri uygulatmış. Böyle olunca Ertekin üzerine kayıtlı hiçbir malı satamıyor. Bu vatandaş Ertekin’den arabayı almış, belli ki aralarında anlaşmışlar, sonra haciz kararı gelince tabii satış da olamıyor. Adam da can havliyle “Benim gibi garibanla ne uğraşıyorsun?” diyor bana. Ertekin’den ricam, dava başka konu, şu vatandaşın işini hâlletmesidir.*****Ünlü Adliye Fatih Sultan Mehmet’eHafta sonu bir yemek için Beşiktaş’taydım. Arabamı da Bahçehir Üniversitesi ile Beşiktaş Adliyesi’nin arasındaki otoparka bıraktım.O otopark İstanbul’un en hareketli otoparkıdır. Çünkü Özel Yetkili Mahkemelerin olduğu Beşiktaş Adliyesi’ne gelenler bu otoparktan geçer. Balyoz, Ergenekon ve türevleri davalar, KCK, DHKP-C davaları hep burada başladı.Günün her saati kalabalıktır, keşmekeş içindedir. Bu sefer çok sakindi. Meğer Çağlayan’daki adliye açılınca Beşiktaş Adliyesi de oraya taşınmış. Peki eski adliye binası ne olmuş. Onu da Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi’ne vermişler. Hemen yanında neredeyse bütün Beşiktaş’a yayılan Bahçeşehir Üniversitesi var. Onlar alamamış. Peki Boğaz’a nazır bu bina kim tarafından, hangi bedelle, nasıl bir yöntemle bu üniversiteye verildi?Üniversitenin resmi sitesini açtığınızda en büyük haber olarak “Çevre ve Şehircilik Bakanı Erdoğan Bayraktar’a fahri doktora unvanı verildiğini” görüyorsunuz.Bağlantı olabilir mi acaba?*****Silivri davaları için “Yüzyılın davaları” diyebilir miyiz? Cevap: Evet ama sürelerine bakılırsa “Yüz yıllık davalar” demek de mümkün!(Gani Yıldız)
Yerel seçimlere daha bir yıl var, partilerde ciddi bir hareketlenme yok. Yerel seçimle ilgili tek konu Mustafa Sarıgül’ün İstanbul’dan CHP adayı olup olmayacağı.Sarıgül’ün İstanbul Büyükşehir Belediyesi’ne aday olmak istediği açıkça görülüyor. CHP’li bir kesim seçmenin İstanbul’u ancak Sarıgül’ün adaylığı ile alabileceklerine inandıkları bir gerçek. Buna karşı CHP’nin üst katlarından Sarıgül’ün adaylığı ile ilgili olumlu olumsuz resmi bir ses çıkmıyor.Bazı CHP’liler Sarıgül’ün asla CHP adayı olmayacağını ısrarla söylerken, aralarında yöneticilerin de olduğu bazı CHP’lilerin ise “Sarıgül’le el sıkışıldığını, seçimlere 6 ay kala resmi açıklamanın yapılacağını” söylediklerini duyuyorum.Çok büyük bir holdingin, bazı önemli iş adamlarının, bazı önemli medya patronlarının ve bazı eski önemli siyasetçilerin de Sarıgül’ün adaylığı için kolları sıvadığı da bilinmiyor değil.Kılıçdaroğlu nereye gitse, hatta yurt dışında bile gazeteciler ısrarla “Sarıgül aday olacak mı?” diye soruyorlar. Kılıçdaroğlu’nun kimi söylemi “Sarıgül aday olamaz” kimi cümleleri ise “Sarıgül’e yeşil ışık” olarak değerlendiriliyor. Ancak şunu söylemeliyim ki; Sarıgül’ün adaylığı konusu CHP’yi giderek çürüten bir hâl almaya başladı. CHP Genel Başkanı politik oyunları, denge hesaplarını, bir yıl sonrasının oy planlamalarını artık bir kenara bırakmalı ve kararı vermelidir. Ya “Sarıgül adayımızdır” ya da “Sarıgül’ü aday göstermek istemiyoruz, onunla yollarımızı çoktan ayırmıştık” demelidir.Sarıgül’ün adaylığı şimdiden açıklanırsa, İstanbul için şimdiden çalışmalarına başlar, stratejisini çizer.Ayrıca başta iktidar partisi olmak üzere herkes Sarıgül’le ilgili eteğindeki taşları döker, Sarıgül gereken cevapları verir ve yoluna devam eder.Yok, Sarıgül aday gösterilmeyecekse, o da şimdiden açıklanmalı. Çünkü bu süre uzarsa kamuoyundaki “psikolojik” beklenti nedeniyle gösterilecek adayın hiçbir şansı kalmaz.Zihninde “Sarıgül’den başkası olsa kazanamaz” fikri yerleşen kitleler, başka birinin kazanacağına asla inanmayacakları için CHP seçimi baştan kaybetmiş olacaktır.*****Sarıgül kazanabilir mi?CHP tabanında önemli bir kesim İstanbul’un “ancak Sarıgül’ün adaylığı ile kazanılacağına” inanıyor. Ancak hatırı sayılır bir kesim de “Sarıgül aday olursa ortaya pek çok dosya sürülür, bize oy bile kaybettirebilir” görüşünde.Hangisinin gerçekçi ve doğru olduğunu bilemem.Bana göre Sarıgül’ün “kazanma ihtimalinin herkesten yüksek olduğuna” yönelik inanç “psikolojik”tir. CHP 10 yıllık AKP iktidarı döneminde, iyi muhalefet sergileyemedi. Partinin genel durumu iyi olmayınca, CHP’ye ilgi de azaldı. O nedenle CHP’liler partiyi alıp götürecek, sürükleyecek, ülke çapında arkasına rüzgâr alacak bir yeni isimle karşılaşmıyor.Bugün hangi CHP’liye “İstanbul’da kim aday olmalı?” diye sorsanız cevap alamazsınız. Aklına gelen tek isim Mustafa Sarıgül olur. CHP’nin sorunu bu.*****Her şey aleni sonuç ise gizliBüyük tartışmalardan sonra “Sayın!” Abdullah Öcalan tavrını ortaya koyunca BDP heyeti nihayet anlı şanlı biçimde İmralı’ya gitti. Heyetin yola çıkışı, dönüşü, götürülen hediyeler, söylenecek sözler hepsi aleniydi. Ancak görüşmeler ve sonuçları gizli. Mektuplar sır gibi saklanıyor. Açıklanması için zamana ihtiyaç varmış. Neden?Ayrıca ada ziyareti tüm hukuk kuralları çiğnenerek yapılıyor. İmralı’ya yıllardır giden motorların rotası neden değiştiriliyor, neden helikopter kullanılmıyor, kameralar neden götürülmüyor?Fena mı olurdu kameralar da gise. Herkes “Sayın!” Öcalan’ın son durumunu görmüş olurdu.*****Şimdi de Arnavut sorunuGünümüzün “yükselen trendi” aslında Türk olmadığımızı, mecburen kendimize Türk dediğimizi, AKP sayesinde bu dertten kurtulduğumuzu ilan etmek. Bunun prim yaptığına inanıyor pek çok kişi. Haksız da değiller. Türklüğünü inkâr eden baştacı ediliyor.Bu kervana son katılan ünlü isim Hakan Şükür. Hiç kimse kendisine sormadığı halde “Ben Türk değil Arnavutum” dedi. Eleştiri gelince de “yanlış anlaşıldım” lafına sığınarak “Mehmet Akif de Arnavut’tu, ama İstiklal Marşı’nı yazmıştı” dedi ve ekledi; “beni açıklama yapmak zorunda bırakanların ayıbıdır bu.” Durup dururken “Arnavutum” diyeceksiniz, sonra Başbakan’ın imdada yetişmesini fırsat bilip eleştirilerin altından kalkacağınızı sanacaksınız. Siz boş verin fikir beyan etmeyi, seçildiğinizde söylediğiniz “Biz bilmeyiz, büyüklerimiz ne derse onu yaparız” şiarına sıkı sıkı tutunun.
Sevgili okurlar; geçen hafta yattık kalktık “İmralı’ya BDP’den kim gidecek?” diye tartıştık. Sonunda “Sayın!” Abdullah Öcalan müdahale etti ve “Bu hafta geldiler geldiler, aksi takdirde ben yokum” dedi de düğüm çözüldü. BDP’nin biri “Kürt dinci” biri “Kürt milliyetçisi” biri de “Türkiyeli solcusu” İmralı yolunu tuttu.SöyleyemiyorlarDikkatinizi çekiyor mu, nedense herkes “İmralı” diyor. Orada pazarlık yapılan kişinin adı söylenmiyor. Eğer PKK bir terör örgütü, Abdullah Öcalan da terör liderinin lideriyse, kim, neden korkarak “terörist Abdullah Öcalan’la görüşme” yerine “İmralı süreci” der. Yoksa nedeni korku değil de utanmak mıdır?CHP’nin tavrıKervana CHP de katılıyor. Bugüne kadar CHP sözcüleri hiç “terör lideriyle görüşme” demediler. Onlar da ısrarla “İmralı süreci” diyorlar. CHP’nin korkacak bir şeyi yok. “Terör lideriyle görüşme” tanımını kullanabilir. Eğer her şey iyi olacaksa bu tanımı kullanmak sürece zarar vermez.Ne konuşuluyor?Ülkede “barış ve huzurun sağlanması“ elbette hepimizin ortak hedefi. Ancak bunu yaparken terör lideriyle neler konuşulduğunun da açıklanması gerek. Oysa ortada sadece “aman barış sürecine zarar vermeyelim” söylemi var. “Ne olursa barış ve huzur gelecek?” sorusunun cevabı yine yok.Barış kiminle?Ama daha önemlisi şudur; “Kiminle barış yapılacak?” Barış için bir savaş gerekir. Peki Türkiye’de kim kiminle savaşıyor? Kürtlerle mi barış olacak yoksa PKK terör örgütüyle mi? Kürtlerle “bilmediğimiz” bir savaş yoksa “barış” için PKK’yı devlet yerine koymuş oluyoruz. Bu ayıbı bize yaşatıyorlar aslında.Düşman ve suçluTürkiye’nin ülke sınırları içinde düşmanı yoktur. Kürtler Türkiye’nin düşmanı değildir, Türkler de Kürtlerin düşmanı değildir. PKK bir terör örgütüdür, suç işlemektedir. Barış düşmanla yapılır. Suçlu ise yargılanır, adalet sağlanır. İktidar, kavramları karıştırarak ülkeyi uçurumun eşiğine getirmiştir.Öcalan’ın durumuYakında resmi hitap tarzı da “sayın” olması muhtemel olan Abdullah Öcalan’ın akıbeti ile ilgili hiçbir şey yok. Başbakan “Biz iktidardayken o serbest kalamaz” diyor ama, hem terör liderinin durumu hiç değişmeyecek hem de barış sağlanacak; bu nasıl olacak? Mantığa çok aykırı değil mi?Heyetteki isimOysa İmralı Adası’nda terör lideriyle görüşen BDP’lilerden birinin resmen olmasa da sohbetlerde “Abdullah Öcalan liderimiz, ne demek o hapiste kalacak, elbette ilk öncelik serbest bırakılması ve halkının başına geçmesidir” diyor. Buna rağmen bir “barış” sağlamak mümkün müdür?Alıştırmakİktidar, kendi başlattığı “Kürt açılımı” konusunu bugün “barış yapılacak” aşamasına getirdi. Barışın nasıl olacağını söylemiyor, ancak çok belli ki terör örgütüyle bir anlaşma sağlandı; bunları açıklamak riskli, o nedenle bir alıştırma süresi kullanılıyor. Asıl amaç halkın tepkisinin en aza indirilmesi.SöylenemeyenlerAKP’lilerin ve yandaşların ifadelerinden anladığımız şu; başta terör liderinin hapishane şartlarının iyileştirilmesi ve kademeli olarak da salıverilme aşamasına gelmesi konusunda anlaşma sağlanmış durumda. Ancak bunun için 3-4 yıla daha ihtiyaç duyulabilir. Daha ötesinde özerk bölge için de anlaşma var.Tenis maçıBütün bu pazarlıklar halka tenis maçı gibi seyrettiriliyor. Tenisi bilenler “en iyi yer tenisçileri arkadan gören yerdir” der. Ortada oturduğunuzda hep topu takip ettiğiniz için kafanız bir sağa bir sola döner. O sırada tenisçilerin hamle hazırlıklarını göremezsiniz. Kafanız sağa sola bakmaktan yorulur. O kadar.Tam arkadaMaçı bir tenisçinin arkasından izlerseniz kafanızı hiç sallamayacağınız gibi sporcuların hem hamlelerini hem de karşı hazırlıklarını aynı anda görürsünüz. Oyunu daha iyi anlarsınız. Oysa halk ortada oturduğu için sadece kafasını bir sağa bir sola çeviriyor, oyunun tümünü göremediğinden neler olduğunu anlayamıyor.Sırası geldiArtık iktidar da, Kürt konusunun tarafları da ne istediklerini, ne olursa barışın sağlanacağını açıkça söylemelidir. Türk halkının da oyalanmaya daha fazla tahammülü olmamalıdır. Muhalefet “kredi açsın” tabii de, her gün bıkmadan usanmadan gelinen noktayı ve varılan anlaşmaları da sormayı ihmal etmesin.Sevinç çığlıklarıBu haftaki son notumu da terör lideriyle yapılan görüşmeden vermek istiyorum. Ne mutlu size ki terör lideri, PKK’nın kaçırdığı bazı kişilerin serbest bırakılması için telkinde bulunmuş. Terör liderinin bu ulvi davranışı herhâlde iktidarı ve yandaşlarını ziyadesiyle memnun ve mutlu etmiştir. Sevinç çığlıkları atabilirler.Hepinize iyi haftalar dilerim.
Ankara Sincan Cezaevi’nde “28 Şubat soruşturması” nedeniyle tutuklu olan emekli Albay Alican Türk’ten bir mektup daha geldi. Türk, bu kez Ergenekon sürecini başlatan ama 5 yıl sonra çark eden Tuncay Güney’le ilgili yazmış.Birlikte okuyalım:Verdiği ifadeler sonrasında Ergenekon soruşturmasının fitilini ateşleyerek Türkiye’yi karıştıran, başta Silivri olmak üzere Hastal, Hadımköy, Maltepe, Mamak, Sincan ve Şirinyer gibi cezaevlerinin kapısını açıp yüzlerce insanın aylardır, yıllardır içeride yatmasına yol açan Tuncay Güney günah çıkartmış:- Ergenekon bir projeydi. İfadelerim geçersizdir.Şimdi buna ne denir bilmem. Lakin bakın size Kur’an’ın Hucurât Suresi’nden bir ayet sunmak istiyorum:“Ey inananlar, eğer bir fasık (fitne-fesat unsuru/hak yoldan çıkmış/özü sözü bozuk/tutarsız davranışlarıyla tanınan birisi) size bir haber getirirse onu/onun doğruluğunu iyice araştırın. Yoksa bilmeyerek/hiç yoktan bir topluluğa/insanlara kötülük etmiş/zarar vermiş/suçlamış/incitmiş olursunuz ki sonradan pişman olursunuz/bundan pişmanlık duyarsınız.”Evet, Tuncay Güney hiç kuşkusuz bir fasıktı. (İnanıyorum ki davalara “gizli tanık” sıfatıyla çıkan bütün kişiler bu anlamda birer fasıktır.)Ve bir fasıkın sözüyle yüzlerce insana acılar yaşatanlar, kötülük edenler, zarar verenler bunun vicdani pişmanlığını, vicdan azabını bugün olmasa da yarın mutlaka yaşayacaklar...Mutlaka!*****Haftanın fıkralarıYıldırım Tuna’dan bu hafta gelen fıkralarla neşeli pazarlar..Sevgililer günü- Sevgililer gününde eşine ne aldın?- Kağıt torbalardan aldım.- Ayy, içine mum koyulup yakıldıktan sonra ışık saçan fenerlerden mi?- Yok yok, elektrik süpürgesine takılan torbalardan.CevizAdam mahkemede şahit kürsüsüne oturtulmuş. Avukat, “Anlatın bakalım” demiş. “Karım salondaki cevizi kafama fırlattı” diye cevap vermiş adam.“O minik şeyin size bu kadar zarar verdiğini söylemeyeceksiniz değil mi?” demiş avukat. “Olur mu efendim? Şu halime bakın..” demiş adam, “Ben sehpanın üzerindeki kaplamasından bahsediyorum.”Rahibe cezaRahip, pazar sabahı pırıl pırıl bir güne uyanmış. Canı müthiş bir şekilde golf oynamak istiyor. “Hastayım, bugün vaaz veremeyeceğim” diyerek işi yardımcısına yıkmış. “Kazara kasabadan bir gören olur” diye tam 100 kilometre ilerideki bir golf kulübüne gitmiş. Herkes kilisede olduğundan etrafta kimsecikler yokmuş. Topu çimin üzerine yerleştirmiş. Tam o sırada bulutların üzerinden onu izleyen melek, Tanrı’ya dönüp “Onun oynamasına izin vermeyeceksiniz değil mi?” diye sormuş merakla. “Tam tersine.. Bak ve gör” demiş Tanrı. Rahip topa bir vurmuş, top 250 metre kadar uçmuş, uçmuş ve ‘hoooppp’ tek vuruşla deliğe girmiş. Melek “Neden bunu yaptınız Tanrım?” diye sormuş şaşırarak. “Bu ona ceza” demiş Tanrı, “Bu harika olayı kime anlatabilecek ki?”Hassas çözümDiş macunu fabrikası üretim bandında bilinmeyen bir ayarsızlıktan dolayı bazı kutuların içine diş macunu tüpünü koymadan paketleyince şikâyetler artmış. Yönetim toplanarak acilen kendilerine prestij kaybettiren “boş gönderilen kutu” sorununu 18 milyon dolarlık bir ek tesis yaptırarak çözmüşler. İleri teknoloji yazılımıyla son derece hassas bir elektronik baskül paketlenmeden hemen önce her kutuyu tartıyor, olması gerekenden az ağırlık hissettiğinde anında alarm çalarak bandı durduruyor. Görevli gelip boş kutuyu banttan alıyor ve tesisi tekrar çalıştırıyormuş. Müşteri şikâyetleri anında kesilmiş. CEO müthiş memnun. İlk haftalarda makine günde bir düzine boş kutu ayıklarken 3 hafta sonra boş kutulardan eser kalmamış. Bu durumu merak eden CEO, 18 milyon dolarlık hassas baskülün yerleştirildiği yere gelmiş. O bölümden hemen önce yerleştirilen, boş kutuları üfleyerek banttan dışarı atan bir vantilatör görmüş. Ustabaşını çağırıp, “Bu.. Bu ne?” diye sormuş. “Efendim onu biz koyduk” diye cevap vermiş ustabaşı, “İkide bir zırt pırt alarm çalmasın ve bant durmasın diye bizim çırak yerleştirmiş onu oraya!”*****Gani Yıldız’danBaşbakanlık, yağmurlu günlerdeki karşılama törenlerinde üst düzey devlet yöneticilerine şemsiye tutacak bir tim kurmuş.Her gün yağmur gibi yağan zamlardan korunmak için esas vatandaşa tim lazım!***Başbakan, “Muhalefet, anayasa yapım sürecini sulandırıyor” demiş. AKP’nin işi “kuru kuruya” götürdüğünü görüp müdahale etmek istemiş olamazlar mı?***Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, “İmralı Süreci’nde ne kadar çok şartlı cümle kurulursa o kadar yanlış yapılır” demiş. Madem öyle, içinde “kurulursa” geçen bu cümleyi de “yanlış” kapsamına alabiliriz.***Riskli binaların çoğunun betonundan deniz kumu ve midye çıkmış. Müteahhitlerimizin kafası karışık galiba, yardımcı olalım: “Deniz manzaralı” ev yapın, “deniz malzemeli” değil!
Başbakan Erdoğan’ın “Dershaneleri kaldıracağız” açıklamaları çok yankı yapmıştı. Karar hemen yürürlüğe girecekti ancak “İşin hem eğitimsel hem de ekonomik boyutları var, bir daha bakalım” denilerek ertelendi.Sonunda AKP dershaneler raporunu hazırladı ve Başbakan’a sundu. Bugün yarın Başbakan kararını verecek. Muhtemelen “kapatılmama” kararı çıkacaktır. Yumuşatılmış olarak “kademeli biçimde dershaneler özel okula dönüşecek” gibi bir karar da alabilir Başbakan. Hangisi olursa olsun, bu tartışmalar boyunca dershanelerin ne kadar yararlı olduğu anlatılırken daha da netleşen eğitim sistemimizin içinde bulunduğu acıklı durum yüreğimi sızlatıyor.Denilen şu; “Okullar çocukları hazırlamakta yetersiz kalıyor, dershaneler bu açığı kapatıyor.” Aslında ikisi de aynı. Dershanelerin farkı, sınav sistemlerine yönelik kurnaz taktikler de öğretmesi. Yoksa dershanelerde farklı bir şey öğretilmiyor.Sorun eğitim sisteminde. Okullar öğrencileri hayata hazırlayamıyor. Üstelik de hayatın temel taşlarını oluşturacak yüksek öğretime giden yolda da çok yetersiz. Zaten özel ders ve dershane sistemi de bu yüzden çıktı.O halde kestirmeden gitmek gerek.Madem ki amaç çocuklara geleceğe hazırlanmaları için bilgi donanımı kazandırmak değil de sadece üniversite sınav sistemine hazırlık, o hâlde ne gerek var okullara.İsteyen bu süreci evinde geçirir, isteyen dershanelerden yararlanarak sınav taktiklerini öğrenir.Tabii bu arada, bu büyük kavganın arkasında başka şeyler de var. Örneğin dershaneler 5 milyar liralık bir sektör. Aslan payını ise bir cemaat alıyormuş. “Kapatılmasın” lobisi bu nedenle baskı yapıyormuş. Tabii cemaat dershanelerden sadece büyük paralar kazanmıyor. Buralara giden binlerce çocuk yaştaki genç de cemaatin üniversite aşamasında alt yapısını oluşturuyor.Geleceğin doktorları, mühendisleri, valileri, öğretmenleri hukukçuları önce bu rahle-i tedristen geçiyorlar farkında olmadan. Dersaneler kaldırılınca bu kaynağın da kuruması olasılığı var.*****Meğer olayları önlüyormuşSinop olaylarından sonra AKP ve BDP’liler koro hâlinde “Saldırıları CHP kışkırttı” dediler.CHP Sinop Belediye Başkanı ve bazı milletvekilleri ise fotoğraflar göstererek ön saflarda AKP yöneticilerinin olduğunu kanıtladı. BDP’ler kuru bir özür diledi ama bu kez “Siz başka yerlerde bizi protesto ettiniz” demeye başladı. AKP’liler ise fotoğraflı kanıt olunca çaresiz kaldı ve başka yol buldu. Evet, o gösterilerde bazı AKP yöneticileri ön saftaymış ama, onlar gösteri yapmıyormuş, taşkınlığı önlemek için çaba harcıyormuş. CHP’liler ellerindeki taş ve sopalarla saldırıyor, AKP yöneticiler ise “aman sakin olun” diyerek ortalığı yatıştırmaya çalışıyormuş.Allahaşkına, elinizi vicdanınıza koyun, bunun bir mantığı veya daha önce yaşanmışlığı var mı?*****“Bizim demokratik anlayışımıza göre...”Sinop ve Samsun’da olaylar çıkmış, AKP sözcüleri durumu tartışıyor. Bekir Bozdağ gazetecilerin önüne geçmiş “Bizim demokratik anlayışımıza göre, kimse (sen şuraya gidemezsin, buraya gidemezsin) diyemez, korkutamaz, biz bunu reddederiz” diyor.Çok güzel değil mi?Ama insan sormadan edemiyor. Bekir Bozdağ bu sözlerinde samimi ise Başbakan’ın “Muhalefet Sivas’ın ötesine geçemez” sözlerini nereye koymamız gerekiyor.*****Meğer Adalet Bakanı’nın talimatıymışDanıştay Başkanı yargı sistemini eleştiren ağır sözler söyledi. “Polis savcı, bilirkişi hâkim olmuş, ondan sonra adalet diye bağırıyoruz” dedi. Pek çok gazete bu sözleri büyük haber olarak yayınladı, yazarlar Danıştay Başkanı’nın çok önemli bir sorunu dile getirdiğini yazdılar.Ben de ilk okuduğumda, “Vay canına, Danıştay Başkanı neler söylüyor böyle, helal olsun, hükümetten de bir korkusu yok” diye geçirdim içimden. Ama dün bir TV kanalında Adalet Bakanı’nı dinlerken sorun çözüldü. Adalet Bakanı “Danıştay Başkanı’nın söylediklerini biz zaten söylemiştik. Bakanlık’ta bu konuda çalışma yapılıyor” deyiverdi. Yani Danıştay Başkanı yargının öfkesini dile getirmemiş, bizzat Adalet Bakan’nın üzerinde çalışma yaptığı bir konuyu seslendirmiş. Açıkçası, boşuna “Hayret, Danıştay Başkanı hükümetten çekinmeden konuştu” diye düşünmüşüm.*****Polisin halka sert müdahale etmesine tepki gösteren Bulgaristan Başbakanı istifa etmiş. Balkanlar’dan bize hep soğuk ve yağışlı hava geleceğine bir kere de bu “insani hava” gelse ya! (Gani Yıldız)
Üzerinden neredeyse 15 gün geçti. 14 kişinin öldüğü patlama ile ilgili somut bilgimiz yok. Sadece iktidar ve yandaşlarının “bombalı araç Suriye’den geldi” açıklaması var. Onun da amacı belli. Esad yönetimi Türkiye’ye gözdağı vermek için bombalı araç gönderdi.İnsan devletinin yöneticilerine inanmak istiyor ama olmuyor, çünkü yaşananlar birbiriyle örtüşmüyor. Daha önce de defalarca yazdım. İlgilerden “tık” yok. Türkiye’ye yerleşen, ev kiralayan bazı Suriyelilerin bomba yaptığını hatta bazılarının yanlışlıkla meydanagelen patlamalarda yaralandıklarını, bunların kaçtıklarını, ama iktidarın emriyle yerel yöneticilerin olayları örtbas etmeye çalıştığını yazdım, ekranlarda anlatmaya çalıştım.Hafta sonunda CHP Milletvekili Hurşit Güneş’in Cilvegözü patlaması ile ilgili basın bildirisi geçti elime.Güneş olay günü bölgeye gitmiş ve kamera kayıtlarını izlemek istemişti. Ancak valilik “gizlilik!” kararı olduğunu belirterek kasetleri izletmemişti.Güneş haklı olarak “Bu kasetleri AKP’li milletvekillerinin, hatta TOBB Başkanı ile Hatay Ticaret Odası Başkanı’nın bile izlediğini” belirterek “Bizden saklanmasının bir anlamı olmalı” diyor.Hurşit Güneş basın bildirisinde bazı noktalara dikkat çekmiş. Birlikte bakalım;1) Olayın görüntüleri taraflı biçimde kamuoyuna açıklanmıştır. Kamera görüntülerinin sadece 1.5 dakikası ve sadece iki kameradan yayınlanmıştır.2) Bomba yüklü olduğu söylenen aracın patlama görüntüleri açıklanmamıştır, yayınlanmamıştır. Bu nedenle aracın nereden geldiği konusu hâlâ meçhuldür.3) Saldırgan olduğu iddia edilen faillerin birinin Türkiye’ye kaçtığının söylenmesi aracın Suriye’den gelmediği konusunda şüphe uyandırmaktadır. Diğer 2 kişinin kaçarken girdiği bölge muhaliflerin kontrolündedir. Kaldı ki, bomba yüklü araç nasıl olmuştur da, muhaliflerin kontrolünde olan bir bölgeden rahatlıkla geçmiştir?4) Suriye Ulusal Koalisyonu Başkanı George Sabra doğru söylememektedir. Bombanın kendisiyle bir alakası yoktur. Çünkü kendisi o anda 11 Şubatta Halep’in kuzeyindeki köyler yoluyla Bab el-Hava’ya Türkiye’den gelen Özgür Suriye Ordusu komutanlarıyla buluşmaya gitmektedir. Bomba Şam kaynaklı olsaydı, Türkiye’ye yollanmasına gerek yoktu.5) Suriye’de patlayan bombaların Hatay (Türkiye) menşeli olduğu dünyaca biliniyor. İngiliz televizyonu BBC 30 Ocak’ta bu konuda bir yayın bile yaptı.6) Tabii bir de Türkiye’nin istihbarat birimlerininbu bölgede ne yaptığını iyi bilmek gerekiyor. Bir yanlış strateji de onlar tarafından yürütülüyorsa, bugün hükümetin bu olayı örtbas etme çabası daha da iyi anlaşılabilir.*****Ya Türkiye’deki bomba evleri!Vatan’ın önceki günkü sürmanşetindeSuriye’de ilkel koşullarda bomba yapılan evlerde çekilmiş fotoğraflar yer alıyordu. Kendilerine muhalif diyen gruplar bu bombaları imal ettikten sonra Esad rejimine karşı sağda solda patlatarak kullanıyor. Sonuçta Esad askerleri mi yoksa siviller mi ölüyor, orası başka tabii.Ancak benzer bomba evlerinin Türkiye’de de olduğu biliniyor. Aynı ilkel koşullarda hazırlanan patlayıcıların yanlışlıkla patladığı, ölüm ve yaralanmalara neden olduğu da bir gerçek. Sırf Esad’ı sevmediğimiz için bunlara göz yumuluyor. Bomba imalatçıları korunuyor, kollanıyor, hatta iddialara göre bomba yapımı için gerekli malzemeler de tarafımızdan veriliyor.İşin tuhafı iktidar bu iddialara cevap bile vermiyor. Asıl sorunumuz budur.*****BDP niye CHP’ye saldırıyor?Sinop ve Samsun’da BDP’lilere yönelik eylemlerden sonra BDP’liler ağız birliği ederek CHP’yi suçladılar. Sinop’un CHP’li Belediye Başkanı çırpınıyor, “eylemciler arasında CHP’liler yok, CHP böyle bir saldırganlığa prim vermez” diyor ama nafile. CHP Sinop Milletvekili “Aksini ispat edin hemen istifa edeyim” diye meydan okuyor. O da nafile. Üstüne olay yerinde AKP’li bir ilçe başkanının olduğunu fotoğraflarıyla gösteriyor, BDP yine dinlemiyor.Nedense BDP’lilerin aklına “Bizi buraya kim gönderdi, bize yönelik saldırılar kimin işine yaradı” diye de düşünmüyor. Çünkü artık BDP- iktidar işbirliği çok ortada ama saklanması BDP’nin şimdilik işine geliyor. O da çaresiz hedef saptırıyor.Samsun ve Sinop’taki eylemlerde MHP’liler var mıydı? O da meçhul. Çünkü MHP’liler bu tür gösterilerde “Ya Allah Bismillah Allahuekber” diye bağırıyor.Sinop’taki saldırılar sırasında ise sadece “Allahuekber” sözleri duyuluyordu.*****IMF’ye olan borcumuz mayısta bitiyormuş. Çok şükür ki bu işin sonuna geldik. Zira ülkede satacak bir şey kalmadı! (Gani Yıldız)
Sinop’taki olaylar vahimdir. Ardından Samsun’da yaşananlar da çok vahimdir. Kimse kalkıp “Türk ırkçlığı harekete geçiyor, barışı istemeyenlerin provokasyonu” laflarının arkasına sığınmasın. Son yıllarda Türkiye sevgisizi bir güruhun gazetelerde ve ekranlarda Türklüğü aşağılayan, Cumhuriyet tarihine dil uzatan, hesaplaşma adı altında Türk olmayı bir tür “vebalı” gibi göstermeyi amaçlayan çabalarının doğal sonucudur.Sinop ve Samsun olayları şu anda daha milliyetçi bir kesimin tepkisi gibi görünebilir, bu kimseyi yanıltmasın, benzer olayların dalga dalga ülkeyi sarması küçük bir olasılık değildir. Çünkü sözde “açılım” diyerek 30 yıllık terör sürecinde birbirine asla düşman olmayan Türkler ve Kürtler sanki düşman kampların üyeleri hâline getirildi.“Barıııış” naraları atılarak sanki ortada bir savaş var, Türkler Kürtleri Kürtler de Türkleri öldürüyor havası yaratıldı. “Analar ağlamasın” sözünün içi boşaltılarak sanki Türk askeri, Türk polisi gördüğü yerde Kürtleri katlediyor, annelerin acılarına sırt çeviriliyor gibi anlatıldı.Türk gençlerinin zihinlerine tecavüz edildi, zihinler kirletildi, onlara bir iç savaş yaşandığı hissi aşılandı.Bunun sonucunda ne bekliyordunuz ki?“Çözüm” deniliyor ama kimseden “şunlar olursa çözülür” önerisi gelmiyor. İmralı’da ömür boyu hapse mahkûm edilmiş bir terör suçlusundan medet umuluyor. Hükümet’in bakanları “Apo’nun da pozitif düşündüğünü” söyleyerek bir teröristi yüceltme çabalarına destek oluyor.Aklı başında hiç kimse Sinop ve Samsun’da yaşananları elbette ki onaylamaz, haklı bulamaz. Sinop ve Samsun’daki vandalizme karşı çıkalım ama iktidarın da BDP ile el ele verip “devlet gücünü kullanarak” giriştiği provokasyonları da bilelim.Tepki olacağını bile bile “barış” gibi kutsal bir kavramı kullanarak bazı bölgelere gidilmesinin altındaki oyunu görelim. Bu tepkilerin olabileceğini bilenlerin sonra kalkıp “İşte görüyorsunuz Türk ırkçlığı” söylemlerine hazırlıklı olalım.*****Atatürk’ün boyu, ayak numarasıDurup dururken “Atatürk’ün boyu posu” tartışması yarattılar. Üstelik bunu yapan da Genelkurmay. Neymiş “Bu konuda çok yanlış şeyler söyleniyormuş, gerçeği açıklamak gerekiyormuş.”Kim yanlış biliyordu, kim öğrenmek istiyordu? Bugüne kadar Atatürk’ün boyunu posunu tartışmak hiç aklıma gelmemişti. Ara sıra Atatürk’ü karalamak isteyenlerden “Kısa boyluydu, sesi inceydi” türü alaylar duymuyor değildik ama, kimin umurunda.Sanki çok lazımdı.Kimbilir belki de lazımdı. Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarına ağızlarında çiğneyecekleri bir sakız vermeyi düşündüler zahir.*****Türk filmlerindeki aşk şarkılarıGazeteci dostum Ümit Zileli ve tenor Hakan Aysev müthiş bir projeye imza atmışlar. “Öykülerle Türk filmi aşkları” gösterisinde 50’lerden bu yana Türk filmlerine damgasını vuran aşk şarkılarını bir araya getirmişler. Konser- tiyatro kıvamında bir gösteri.Ümit Zileli filmleri anlatıyor ve filmlerin çekildiği yıllarda Türkiye’de ve dünyada yaşanan olayları sıralıyor. Bu sırada dev ekranda bu filmlerden sahneler gösteriliyor. Aysev de Filmlere adını veren aşk şarkılarını seslendiriyor. O çok güçlü sesiyle Türk müziği eserlerini öyle güzel seslendiriyor ki, insan iki saati aşkın sürenin nasıl geçtiğini anlayamıyor bile.İlk gösteri 14 Şubat Sevgililer Günü’nde Caddebostan Kütür Merkezi’nde yapıldı. İkinci gösterinin adresi ise Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi. Zileli-Aysev ikilisi burada 9 Mart günü izleyicileriyle buluşacak.*****O galayı unutmam mümkün değilÜmit Zileli-Hakan Aysev ikilisinin “Öykülerle Türk filmi aşkları” gösterisinin ilk gecesi benim için de unutulmaz oldu. Küçük bir kaza geçirdim.Gösteri başlamadan 5 dakika önce salona girdim. Aceleyle yerime geçmek için hafif eğilerek yürürken ayağım basamağa takıldı ve yere kapaklandım.O hızla düşerken başım duvara çarptı ama elim süpürgeliğin altına sıkıştı. İnanılır gibi değildi. Tabii birçok kişi koştu. Ama ben ayağa kalkamıyorum çünkü elim sıkışmış, üstelik bir türlü kurtulmuyor.4-5 dakika geçti. Etrafım kalabalık, salondakiler ise beni görmediği için uzun süre kalkmamamdan telaşlanmış. Neyse ki gazeteci dostlarımdan Mehmet Faraç duruma soğukkanlılıkla el koydu, kulisten buldurduğu bir tornavida ile süpürgeliği biraz kaldırdı ve elimi kurtardım.Bu sırada yanımda olan, o telaşta ismini alamadığım Memorial hastanesinde görevli bir hemşirenin yardımını ise asla unutamam. O telaş içinde büyük bir fedakârlıkla bana öyle yardımcı oldu ki anlatamam. Kendisine ve yardıma koşan diğer herkese buradan teşekkür etmek isterim.*****Başbakan, “Silahlar sussun, fikirler konuşsun” diyor. Konuşsun da, kitaba “bomba” olarak baktığını bildiğimiz zihniyet bu sefer fikri “silah” diye görürse ne olacak? (Gani Yıldız)