Sonunda Kürt düşmanlığı yarattılar

Haberin Devamı

Sinop’taki olaylar vahimdir. Ardından Samsun’da yaşananlar da çok vahimdir. Kimse kalkıp “Türk ırkçlığı harekete geçiyor, barışı istemeyenlerin provokasyonu” laflarının arkasına sığınmasın. Son yıllarda Türkiye sevgisizi bir güruhun gazetelerde ve ekranlarda Türklüğü aşağılayan, Cumhuriyet tarihine dil uzatan, hesaplaşma adı altında Türk olmayı bir tür “vebalı” gibi göstermeyi amaçlayan çabalarının doğal sonucudur.

Sinop ve Samsun olayları şu anda daha milliyetçi bir kesimin tepkisi gibi görünebilir, bu kimseyi yanıltmasın, benzer olayların dalga dalga ülkeyi sarması küçük bir olasılık değildir. Çünkü sözde “açılım” diyerek 30 yıllık terör sürecinde birbirine asla düşman olmayan Türkler ve Kürtler sanki düşman kampların üyeleri hâline getirildi.

“Barıııış” naraları atılarak sanki ortada bir savaş var, Türkler Kürtleri Kürtler de Türkleri öldürüyor havası yaratıldı. “Analar ağlamasın” sözünün içi boşaltılarak sanki Türk askeri, Türk polisi gördüğü yerde Kürtleri katlediyor, annelerin acılarına sırt çeviriliyor gibi anlatıldı.

Türk gençlerinin zihinlerine tecavüz edildi, zihinler kirletildi, onlara bir iç savaş yaşandığı hissi aşılandı.

Bunun sonucunda ne bekliyordunuz ki?

“Çözüm” deniliyor ama kimseden “şunlar olursa çözülür” önerisi gelmiyor. İmralı’da ömür boyu hapse mahkûm edilmiş bir terör suçlusundan medet umuluyor. Hükümet’in bakanları “Apo’nun da pozitif düşündüğünü” söyleyerek bir teröristi yüceltme çabalarına destek oluyor.

Aklı başında hiç kimse Sinop ve Samsun’da yaşananları elbette ki onaylamaz, haklı bulamaz. Sinop ve Samsun’daki vandalizme karşı çıkalım ama iktidarın da BDP ile el ele verip “devlet gücünü kullanarak” giriştiği provokasyonları da bilelim.

Tepki olacağını bile bile “barış” gibi kutsal bir kavramı kullanarak bazı bölgelere gidilmesinin altındaki oyunu görelim. Bu tepkilerin olabileceğini bilenlerin sonra kalkıp “İşte görüyorsunuz Türk ırkçlığı” söylemlerine hazırlıklı olalım.

*****


Atatürk’ün boyu, ayak numarası

Durup dururken “Atatürk’ün boyu posu” tartışması yarattılar. Üstelik bunu yapan da Genelkurmay. Neymiş “Bu konuda çok yanlış şeyler söyleniyormuş, gerçeği açıklamak gerekiyormuş.”

Kim yanlış biliyordu, kim öğrenmek istiyordu? Bugüne kadar Atatürk’ün boyunu posunu tartışmak hiç aklıma gelmemişti. Ara sıra Atatürk’ü karalamak isteyenlerden “Kısa boyluydu, sesi inceydi” türü alaylar duymuyor değildik ama, kimin umurunda.

Sanki çok lazımdı.

Kimbilir belki de lazımdı. Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlarına ağızlarında çiğneyecekleri bir sakız vermeyi düşündüler zahir.

*****


Türk filmlerindeki aşk şarkıları

Gazeteci dostum Ümit Zileli ve tenor Hakan Aysev müthiş bir projeye imza atmışlar. “Öykülerle Türk filmi aşkları” gösterisinde 50’lerden bu yana Türk filmlerine damgasını vuran aşk şarkılarını bir araya getirmişler. Konser- tiyatro kıvamında bir gösteri.

Ümit Zileli filmleri anlatıyor ve filmlerin çekildiği yıllarda Türkiye’de ve dünyada yaşanan olayları sıralıyor. Bu sırada dev ekranda bu filmlerden sahneler gösteriliyor. Aysev de Filmlere adını veren aşk şarkılarını seslendiriyor. O çok güçlü sesiyle Türk müziği eserlerini öyle güzel seslendiriyor ki, insan iki saati aşkın sürenin nasıl geçtiğini anlayamıyor bile.

İlk gösteri 14 Şubat Sevgililer Günü’nde Caddebostan Kütür Merkezi’nde yapıldı. İkinci gösterinin adresi ise Maltepe Türkan Saylan Kültür Merkezi. Zileli-Aysev ikilisi burada 9 Mart günü izleyicileriyle buluşacak.

*****


O galayı unutmam mümkün değil

Ümit Zileli-Hakan Aysev ikilisinin “Öykülerle Türk filmi aşkları” gösterisinin ilk gecesi benim için de unutulmaz oldu. Küçük bir kaza geçirdim.

Gösteri başlamadan 5 dakika önce salona girdim. Aceleyle yerime geçmek için hafif eğilerek yürürken ayağım basamağa takıldı ve yere kapaklandım.

O hızla düşerken başım duvara çarptı ama elim süpürgeliğin altına sıkıştı. İnanılır gibi değildi. Tabii birçok kişi koştu. Ama ben ayağa kalkamıyorum çünkü elim sıkışmış, üstelik bir türlü kurtulmuyor.

4-5 dakika geçti. Etrafım kalabalık, salondakiler ise beni görmediği için uzun süre kalkmamamdan telaşlanmış. Neyse ki gazeteci dostlarımdan Mehmet Faraç duruma soğukkanlılıkla el koydu, kulisten buldurduğu bir tornavida ile süpürgeliği biraz kaldırdı ve elimi kurtardım.

Bu sırada yanımda olan, o telaşta ismini alamadığım Memorial hastanesinde görevli bir hemşirenin yardımını ise asla unutamam. O telaş içinde büyük bir fedakârlıkla bana öyle yardımcı oldu ki anlatamam. Kendisine ve yardıma koşan diğer herkese buradan teşekkür etmek isterim.

*****


Başbakan, “Silahlar sussun, fikirler konuşsun” diyor. Konuşsun da, kitaba “bomba” olarak baktığını bildiğimiz zihniyet bu sefer fikri “silah” diye görürse ne olacak? (Gani Yıldız)

DİĞER YENİ YAZILAR