Kaç kere yazdım, yine bıkmadan yazarım, yazacağım. Bu ülkede artık herkes terörden, şiddetten bıktı. Öyle ki milyonlarca kişi 40 bin kişinin ölümünden sorumlu tuttuğu terör lideri Abdullah Öcalan ile iktidarın görüşmesine bile ses çıkarmıyor, hatta destek veriyor. Ancak ne iktidar, ne yandaşları ne de konuya güya bilimsel olarak yaklaştığını söyleyen akademisyenler, yazarlar ortaya somut bir öneri koyuyor.Laf çok, icraat yok.Soru çok basit: “Barış diyoruz, çözüm diyoruz, ama ne olursa barış olur, ne olursa çözüme ulaşırız?”Öcalan’ın serbest bırakılması mı, özerk Kürt bölgesi mi, ana dilde eğitim mi, hepsi mi? Bunları alt alta yazıp “İşte çözüm budur, konuşun Apo ile, Kandil’deki ve Avrupa’da teröristlerle, BDP ile bitirelim bu işi” diyecek cesareti olan yok.Sadece bunların olabilmesi için beyin yıkanıyor, toplum alıştırılmaya çalışılıyor. Ama laf cambazlığı, popülizm, çarpıtma ve çok şey konuşup hiçbir şey söylememe yöntemi ile sadece milletin kafası bulandırılıyor.Geçen hafta Twitter üzerinden bu soruları yayınladım ve takipçilere “Herkes kendi önerisini getirsin, ne olursa barışa ulaşacağımızı düşünüyorsanız yazın ben de gazetede yayınlayayım” dedim.Yağmur gibi cevap gelmeye başladı ama şaşırtıcı biçimde tamamına yakını tam tahmin ettiğim gibiydi; kafası iyice karışmış on binlerce kişiden “somut” bir öneri gelmemişti. Ya müthiş bir öfke ile “Daha ne istiyorlar” türü kızgınlık belirtisi ya da “İmralı sürecini destekleyelim” sığlığı vardı.Tekrarlamak istiyorum. Herkes zihnindeki önyargıları, öfke ve sempatileri bir kenara koymalı. “Ne olursa barış olur?” sorusuna somut öneriler getirmeli. Sadece teori üzerinden “müzakere edelim bakalım” tavrı ile hiçbir yere varamayız. Daha çok kan akar, daha çok canlar yitiririz.*****Ey jandarma nedir bu şiddet?Silivri duruşmaları dün korkunç görüntülere sahne oldu. Jandarma daha sabahın erken saatlerinde E-5 ve TEM üzerinde önlem almıştı. Duruşmaları izlemeye gelen kalabalıkların önü kesildi. Avukatlar, gazeteciler ve sanık yakınları bile duruşma salonuna ulaşmakta zorluk çekti. Yolları kesen jandarma güya güvenliği sağlamak için halkın üzerine su sıktı, gaz bombaları attı.Oraya giden kalabalıkların ille duruşma salonuna girme derdi yok, onlar da biliyorlar kapasiteyi. Cezaevini basıp sanıkları çıkarmak gibi bir hayalleri olamayacağı da kesin.O halde nedir bu güvenlik telaşı. Duruşma salonunun önünü kesersin, biter gider. Ama öyle değil. Bir hınç, bir öfke ile halka saldırmanın âlemi ne?*****Eski turizm bakanından sitemEski turizm bakanlarından Bahattin Yücel THY’nin iç hatlarda içki sınırlamasına tepki gösterirken, sektörün bu konuda çok duyarsız kaldığını söyledi. Yücel “Mesleğimizin geleceği büyük bir tehlike altındadır, artık susmayın” diyerek turizm şirketlerini uyardı.Yücel’in bildirisinden satır başları şöyle:- Geçtiğimiz 10 yılda bazı belediyelerin kararlılıkla sürdürdüğü içkili yerlerin taşınması, trafik denetimlerinde alkollü sürücü arayışlarının neredeyse tek uygulama hâline gelmesi, yeterince dikkatinizi çekmemiş olabilir.- 10 yılda farklı kaygılarla, ülkemizde turizmin geleceğini olumsuz etkileyen bu türden gelişmeler karşısında, örgütlerinizin sessiz kalmalarını belki- anlamak da mümkündür. Ancak...- Suskunlukta ısrarın THY’nin gerçek dışı nedenlerle başlattığı yasaklamaları kurumsallaştıracağını, gündelik siyasal kaygıların başkalarının yaşam biçimlerine daha fazla müdahalesine yol açacağını görmemek mümkün değildir.- Bugün sessiz kalırsanız, yarın ülkeye kimlerin turist olarak gelmesi gerektiğine, onların giyim ve kuşamlarına karışılmasına, önceden onay verilmiş olunacağını da unutmamalısınız.- Sektörün en alt basamağından en üstüne kadar uzanan kırk yıllık mesleki geçmişimin, bu uyarıya kulak verilmesine katkıda bulunacağını umuyor, hoşgörünüze sığınıyorum.*****Derbi maçı yanlış yazılıyorPazar günü Fenerbahçe Trabzon’u üstelik kendi evinde 3-0 yendi. Fenerbahçe için çok güzel bir sonuç .Ancak maçtan önce pek çok gazete ve televizyon yıllardır yaptıkları bir hatayı tekrarladı. Medyanın bir bölümü yine “Fenerbahçe Trabzon derbisi” başlıklarını kullandı. Derbi, İngilizceden gelen bir kelime. Bir kentin ya da bir bölgenin en büyük takımları arasında yapılan maçlar demek.Ancak derbi Türkiye’de “Büyük takımlar arasındaki maç” gibi algılanıyor. Fenerbahçe Trabzon maçı derbi değil iki büyük takımın maçıdır.FB-GS- Beşiktaş arasındaki maçlar derbi maçıdır.Ya da Samsun Trabzon maçı derbi maçıdır.*****Lübnan Başbakanı, “Yüz yılda yaptıklarınıza ulaşmak zor”demiş. Valla büyük bölümü son on yılda yok edildiği içineskisi kadar zor değil! (Gani Yıldız)
Yerel seçimlere şunun şurasında bir yıl bir ay kaldı. Siyaset henüz hareketlenmedi. Hareket AKP’de. Başbakan Erdoğan geçen hafta yerel seçimleri hatırlatarak İstanbul’da yine başarılı olacaklarını anlattı.CHP’de ise henüz ses seda yok. Ortaya çıkan aday da yok zaten. Bir aday var, ama o da partili olmadığı gibi CHP’den ihraç edildiği için dönüş prosedürü biraz uzun. AKP’liler ve bir kısım CHP’liler adaylığı şimdilik bir tek ona yakıştırıyor.O ise AKP’li Belediye Başkanı’nı “insani” nedenlerle öpüyor.Şaka bir yana, AKP İstanbul seçimlerine şimdiden hazırlanmaya başlarken, anlıyoruz ki, aslında iktidar partisi İstanbul’a bir başkan seçmeyi düşünmüyor. Elbette “göstermelik” biri aday olacaktır ama, belli ki işler İstanbul’dan değil Ankara’dan direkt hükümet eliyle yönetilecek. Gerçi şimdi de durum pek farklı değil. İstanbul Belediyesi ile ilgili bütün atılımları Belediye Başkanı’ndan değil Başbakan’dan öğreniyoruz.AKP’nin İstanbul vaatleri çok büyük.Örneğin “tüp geçit” diyorlar. Metro yatırımlarının artacağını söylüyorlar. Taksim’e tünel, Rami’ye büyük bir kütüphane, birçok yere dev parklar...Bunların hepsi belediye hizmeti. Ama “hükümet projesi”ymiş gibi sunuluyor.Yani halka deniliyor ki “Ey İstanbullular, seçimde dikkat edin. Bütün büyük projeler ancak bir AKP’li belediye başkanı olursa yapılacak. İsmin önemi yok, yeter ki bizden olsun, yoksa bu hizmetleri alamazsınız.”Peki aynı ya da benzer hizmetler başka bir parti seçimi kazanırsa yapılmaz mı?Elbette yapılır, ama yine anlıyoruz ki bunlar için hükümetten en küçük bir yardım gelmeyecek.Büyük kentlere hep hükümet eliyle yatırım yapılması tehlikeli bir süreçtir. Ancak unutmayın, ANAP 1989’da benzer bir kampanya ile “eli kolu bağlı belediye başkanı ister misiniz?” propagandası yapmıştı. Sonuç hüsran olmuştu.*****AKP yüzde 60’ı bulmuşBelediye seçimleri yaklaşırken Başbakan’dan olduğu kadar AKP’nin diğer isimlerinden de İstanbul’la ilgili vaat ve müjdeler geliyor. Ulaştırma Bakanı, Şehircilik Bakanı her gün İstanbul’la ilgili belediye projelerini anlatıyorlar.Bu kervana katılan son isim Egemen Bağış. O, vaatlerini anlattıktan sonra çıtayı daha da yükseğe çekti ve “İstanbul’u yüzde 60’ın üzerinde oyla kazanacağız” dedi.Duyar duymaz “İşte bu söz AKP’nin kaybedeceğinin işareti” dedim kendi kendime. Çünkü 1989’da ANAP da aynı havaya girmişti. Türkiye genelinde oylarının düştüğü görüldüğü halde Dalan’la birlikte İstanbul’da yüzde 60’ı bulacaklarını söylüyorlardı.Yüzde 60’ı telaffuz etmek müthiş bir özgüvendir ama aynı şekilde sonun başlangıcı da olabilir. Eğer CHP (MHP’yi daha az şanslı gördüğüm için CHP diyorum) biraz asılır ve halkın inanıp güvenebileceği bir ismi aday gösterirse İstanbul’u alabilir.Tarihi deneyim bunu gösteriyor.*****İstanbul yine çamur deryasıİstanbul’un her tarafı şantiyeye döndü. Trafiğin en sıkışık olduğu yerlere bile dev gökdelenler dikiliyor. İnanılmaz bir hafriyat var.Bir ara belediye işi ne güzel denetim altına almıştı. Hafriyat kamyonları inşaat alanlarından yola çıkmadan önce aracın tekerlekleri temizleniyor ve yolların çamura batması önleniyordu.Gözlediğim kadarıyla son zamanlarda bu denetimler yapılmıyor ve sorumsuz kamyoncular vıcık çamurdan çıkıp yollara koyuluyor. Belediye ekiplerini bu konuda biraz daha duyarlı olmaya davet ediyorum.Bu arada hafriyat kamyonlarının yarattığı tehlike giderek artıyor. Defalarca yazdım. Her gün kazalar oluyor. Bir gün çok fena bir kaza olacak, aklımız başımıza o zaman gelecek her zamanki gibi.*****Hangi Tuncay Güney doğruTuncay Güney isimli kişi, yine ortalığı karıştırdı. “Ergenekon projeydi, artık bitti, tutuklananların serbest bırakılması gerekir” dedi.Ergenekon davasının esasını teşkil eden “Tuncay Güney itirafları”ydı. Savcılar Güney’in sözleri üzerine soruşturma açmış, polisler uzun süre dinlemiş, izlemiş, bunlardan bir örgüt çıkarılmış ve aralarında yazar, akademisyen, aydın ve askerlerin olduğu yüzlerce kişi hapse atılmıştı. Atıldılar ve 5 yıldır da çıkamıyorlar. Yargının sözlerini ciddiye aldığı Tuncay Güney şimdi “O ifadeleri işkence altında verdim” diyor. Hangi Tuncay Güney doğru söylüyor? Yargı neden harekete geçmiyor? Olayı başlatan, “yalandı, işkence altındaydım, çünkü bu bir projeydi” diyor. O gün Güney’e inanan ve yüzlerce kişiyi perişan edenler şimdi neden “Bulun, getirin ifadesini versin” demiyor?Eğer ulaşılamıyorsa neden “kırmızı bülten” çıkarılmıyor?*****Soru: “O benim kocam, hem döver hem sever” mantığı pratikte nasıl çalışır? Cevap: Şiddet uygulayan koca, sevgisini göstermek için hastane masraflarını karşılar. (Gani Yıldız)
Şimdi “Başarısızlığın da duası mı olur?” diye sormayın. Olur tabii.Bülent Şenver Türkiye’nin en önemli bankacılarından. Yaşı müsait olanlar hatırlar, Türkiye’deki ilk fotoğraflı kredi kartını çıkarmıştı genel müdürlüğü sırasında. Şimdi bazen çıkan elektronik ses nedeniyle kimilerimizi delirten ama işimize çok yarayan telefon bankacılığının mucidi de Şenver’di. Yine şimdi neredeyse bütün mağazaların müşterilerine kullandırdığı kartların fikir babası da Migros Kartı’nı ilk bulan ve uygulayan da oydu. Şenver bugün Boğaziçi Üniversitesi’nde bankacılık dersleri veriyor ama asıl uğraş alanı, kurduğu “turklider.org” portalı. Şenver ayrıca iş ve çalışma dünyasında ahlakın korunması ve geliştirilmesi için kurduğu Türkiye Etik Değerler Merkezi‘ni de yönetiyor. Şenver, “Başardin” adını verdiği kitabını göndermiş. Kitap, başarılı olmak için her yaştan insana basit, uygulanabilir öneriler sunuyor. Ancak bunlardan biri çok ilgimi çekti. Başlığı “Başarısızlık Duası.” Siz de okuyun, çünkü çok güzel bir ders:Alahım;Doğru yoldan ayrılırken,Başkasının hakkını yemeye çalışırken,Yalan dolanla iş yapmaya başlarken,Canlılara ve çevreme zarar vermek için düzen kurarken,Hak etmediğim lokmayı boğazıma atarken,Ahlak dışı bir davranışa niyetlenirken,Paylaşamayacağım bir zenginliği elde ederken,Adaletsiz kararlar alırken,Beni başarısız kıl, bu konularda bana başarı yüzü gösterme,Amin..*****70 harflik kelimePazar yazılarımda çok uzun kelimeler yayınlamıştım.Şimdi her hafta okurlar daha uzun kelimeler buluyorlar. İşte son gelen ve 70 harften oluşan kelime:Muvaffakiyetsizleştiricileştiriveremeyebileceklerimizdenmişsinizcesine.Antalyalı okurum Ahmet Bardakçı “70 harflik Türkçe kelime. Dünyada eşi benzeri yok. Haydi bakalım siz de kaç defa doğru olarak okuyabileceksiniz?” diyor.*****Yıldırım Tuna’dan pazar fıkralarıBu yetmezAdamın biri elinde tabancayla bara dalmış, “Ben şehir dışındayken karımla hanginiz fingirdedi? Çıksın ortaya..” diye bağırmış. Bu olay üzerine barda hareketlenen kalabalığın arasında bir ses, “Boş ver arkadaş” demiş, “Öcünü almaya elindeki tabancada bulunan mermiler yetmez.. Şimdi git, göğsüne, beline çapraz fişeklikler takıp gel, roketatar falan da al, anca..”İtimatUçak bileti alırken 60 yaş indiriminden faydalanmak için müracat ettim. Bileti kesen kız benden nüfus çüzdanımı istemeden işlemi bitirince “Teşekkür ederim, evrak istemeden vatandaşın beyanına itimat etmeniz çok hoş” dedim. “Rica ederim, önemli değil efendim” dedi gülümseyerek, “Zaten 70-75 falan gösteriyorsunuz.”O zaman başkaBebeğimiz halının üzerinde bulduğu 1 lirayı yuttu. Telaşla doktorunu aradım. “Önemli bir şey değil” dedi. “Sindirim yollarından doğal olarak dışarı atar.. Ama bütün 1 lira yerine 4 tane 25 kuruş çıkarırsa o zaman başka bir numara var demektir. Onu ATM tamircisi bir ustaya götürmeniz gerekir..”Halletmiş bileKüçük torunumun bahçede oynarken topraktan çıkardığı solucanı spagetti yer gibi hüplettiğini görünce “Hayırrr!” diye bağırdım ama geç kalmıştım. “İğrenç bir şey bu güzelim.. Solucanlar yenmez” dedim. Hiç aldırmadığını görünce onu daha farklı bir şekilde etkilemek için “Bak şimdi anne solucan bebeğini arayıp bulamayınca çok üzülecek ama” dedim. “Üzülmeyecek” dedi bana dönerek. “Neden yavrum?” diye sordum. “Çünkü” dedi, “İlk önce annesini götürdüm!” dedi.Yeni Türkiye’de kaptan-hostes diyaloğu- Kaptan bey yolcularımızı tayyareye aldık efendim.. Kahveniz..- Âlâ.. Kaftanın kolu kısa dikilmiş buradan uzanamıyorum, içeri getirsenize..- Fesimden içeri giremiyorum efendim.. Kapı alçak kaldı tabii..- Yahu biz sarıkla bu ufacık yere girdik sen neden giremiyorsun ki?- Cüppemin omuzlarına da vatka koymuşlar, kar küreyicisi gibi olmuşum koridorda dahi rahat gezemiyorum ki efendim..- Neyse.. Ne sırıtıyorsun? Asabımı bozmayın.. Kalkış için müsaade isteyelim mi?- Kusura bakmayın efendim.. Sarığınızın altından gözüken kulaklık birden beni şey etti de.. Bagajlar yüklenemedi efendim.. Malumunuz tayyarelere bavul kabul edilmiyor. Yolcuların yaptıkları denkler de şekilsiz oluyor tabii, yüklemek zaman alıyor..- Yolculara gecikmemizin malumatı verilsin. İkramda bulununuz..- Herkese demir hindi şerbeti dağıtıldı efendim.. Birazdan murabba ve pestil dağıtımına başlayacağız..- Tuvaletlere ibrik?..- Konuldu efendim.. Yemekte harem güveci, terkib-i çeşiddiye, ilikli padişah tenceresi var, bir de paşazade tatlısı.. Film olarak da Pişekâr ve Kavuklu ile Zenne muvcut..- Âlâ..*****NOT: Gani Yıldız’ın cümleleri bilgisayardan uçtu. O da bir gezide ve telefonuna ulaşamadım. Üzülerek bu hafta koyamıyorum.
Meclis’te CHP Grubu’nun “kürsüye çıktığında en çok izlenen” isimlerinden Muharrem İnce yine kendisinden çok söz ettirecek bir konuşma yaptı.AKP’nin “Kılıçdaroğlu Türkiye’yi uluslararası alanda şikâyet ediyor” eleştirilerine karşı konuşan İnce “Cevap vermek istiyorum” diye çıktığı kürsüde iktidar partisine çok ince göndermeler yaptı.AKP’nin pek çok konuda ikili tavır içinde olduğunu ileri süren İnce, bakın hangi noktalara dokundurdu;- Biz ülkemizi şikâyet etmedik ama siz ülkenizi şikâyet eden birisi arıyorsanız, Sayın Cumhurbaşkanı’nın eşiyle bir sohbet edin, o size ülkesi nasıl şikâyet edilir anlatsın, önce bu bir.- Ben sizi anlamak da gerçekten güçlük çekiyorum. Şeker fabrikalarını satış kararı, kapatma kararı alıyorsunuz, sonra bu karardan vazgeçiyorsunuz, kararı alan Başbakan, karardan vazgeçen Başbakan, çarşaf çarşaf teşekkür edilen kişi yine Başbakan.- Sonra bakanın birisi çıkıyor “Özürlüden öğretmen olmaz” diyor, özürlüleri incitiyor, sonra “olur” diyen bir hükûmet başkanı çıkıyor, sonra ona teşekkür ediliyor.- 3 SBS’yi getiren siz, size teşekkür ettiler.- SBS’den vazgeçip 1 SBS’yi getiren yine siz, yine teşekkür edilen siz.- Suriye’ye “Kardeşim Esad” diyen siz, teşekkür ediliyor; “Kanlım Esed” diyen siz, yine teşekkür ediliyor.- Elinde iple dolaşan siz, idamı tartışan siz, sonra İmralı’ya televizyon gönderen yine siz.- “Başkanlık sistemi, Amerikan emperyalizminin bir dayatması ya da bir özentinin sonucudur” deyip alkışlanan siz, bugün başkanlık tartışmasından medet uman yine siz.- “Görüşen şerefsizdir” diyen siz, “Siyasi hayatıma mal olsa da görüşürüm” diyen yine siz.- “Ergenekon’un savcısıyım” diyen siz, Ergenekon’un ziyaretçisi olan yine siz.- Uzun tutukluluk süreleri için kanun çıkaran siz, bundan şikâyet eden yine siz.*****GÜNÜN SÖZÜHasta yakınlarının doktorlara uyguladığı şiddet devam ediyor. Bu kadar olaya rağmen önlem alınmaması insana Hipokrat Yemini’ni bozdurur! (Gani Yıldız)*****İlk kez bir komedi skecinde oynadımGeçenlerde TV8’de Gökmen Karadağ’ın konuğu idim. Yayından önce kapıda sanatçı Önder Açıkbaş’la karşılaştık. Hararetli ve bol esprili bir sohbet sırasında Önder Açıkel’e TV8’de yaptığı ÖTV programındaki tiplemeleri ve esprileri çok beğendiğimi söyledim.Sonra da “Biliyor musun seni kıskanıyorum, keşke ben de oynayabilsem” dedim. Açıkel hemen atladı “Abi senin harika ekran yüzün var, haydi gel bir skeçte oyna” karşılığını verdi.Güldüm. “Tamam” dedim.İki gün sonra aramaz mı? “Abi gel, bir skeç çekelim.”Ciddiye almış iyi mi?Ama fena da olmaz dedim. Kalktım gittim.Önder Açıkel’in “Mazlum” adlı bir karakteri var. Nasıl ahlaksız, nasıl namussuz, nasıl düzenbaz, izleyenler biliyor.İşte bu Mazlum “Mazpar” diye parti kurmuş. Skeçte yeni parti başkanı ile tanınmış bir gazeteci tartışıyor.Ben sanıyorum ki bir tekst verecek elime. “Yok abi” dedi “Doğaçlama yaparız, sal kendini gitsin.”Olur.Başladık çekime. O konuşuyor ben konuşuyorum, arada moderatör eziliyor, van minutlar, attan düşmeler, bardak fırlatmalar falan gırla.Neyse çekim bitti. “Çok güzel oldu” dedi. İnanmadım.Dün aradım “yayınlayacak mısın?” diye sordum. “Harika oldu abi, inan bana kesemedim bile. Tam 18 dakikalık skeçoldu, kuralları, tabuları yıktık vallahi” dedi.Program bu akşam saat 19.15’te yayınlanıyor. Tekrarı ise gece 01.00’deymiş.“Can Ataklı bir komedide nasıl olur?” diye merak ediyorsanız sakın kaçırmayın. Ben çok merak ediyorum.İster misiniz devam edeyim sonra?*****Tarafsız gazeteci safsatasıİktidarla birlikte yeni bir gazeteci tipi doğdu. Yandaşı biliyorsunuz da, bu yeni tip “tarafsız” olma iddiasında.Tarafsızlığın tanımı da şu; “Bir gün iktidara çakacaksın, muhalefeti yücelteceksin, ertesi gün iktidarı övecek muhalefete bindireceksin.”Böyle olunca iktidardan da muhalefetten de tepki görmeyeceksin. Al sana tarafsız gazeteci.Yaratılan korku ortamında gevşek karakterli olanların bu yola başvurmasına artık bir şey diyemiyorum da, başkalarına akıl vermiyorlar mı, illet oluyorum. Neymiş efendim, Ayşenur Aslan Medya Mahallesi’ndeyken çok taraflıymış. Olmazmış.“İlkeli gazeteci” diyemiyor ya, “çok taraflı” deyip gevşekliğini gösterecek. Neyse ki yanına bir yandaş oturtulmuş, çok da iyi olmuş, ama ah Ayşenur Aslan, Cumhuriyet’e röportaj vermiş, yandaş bozulmuş, kırılmış kanal da “tarafsızlık” kuralına uyarak programı kaldırmış.Sonuç. Ayşenur Aslan işsiz. Yandaş’ın endişesi yok. O nasıl olsa bir yerlerde yine belirir.Bir nokta da şu: Bu tarafsız (!) arkadaşlar tarafsızlığı sadece ilkeli, gerçek gazetecilerde arıyor. Nitekim “taraflı” denilerek işlerinden olanların hepsi daha muhalif gazeteci ve yazarlar.Yandaşların aşırı taraflılığı tam gaz giderken, “sen tarafsız değilsin” diyerek işinden atılan yok. Onlar ne zaman atılıyor? Kendilerini gerçekten bağımsız zannederek iktidara küçük bir eleştiride bulunduklarında.
Pazartesi günkü “Durum şudur: AKP - cemaat kavgası patlamıştır” başlıklı yazım tahminimin de ötesinde bir ilgi gördü.Aralarında siyasetçilerin de bulunduğu pek çok okur “Bunu zaten görüyorduk, siz nihayet açıkça yazdınız” dedi.Elbette “İkisi birbirinin tamamlayıcısı, kavga yok ama çıkarları gereği kavga görüntüsü vermek isteyebilirler” diyenler de vardı.Bugün sizlere aldığım önemli bir bilgiyi aktarmak istiyorum. Bu olay bile başlı başına AKP - cemaat kavgasının artık ne boyuta geldiğini gösteriyor...Aldığım bilgilere göre; AKP’nin üst yönetiminden bazı isimler bir süredir bazı iş adamlarıyla toplantılar yapıyormuş.Bu iş adamlarının ortak özelliği cemaate yakın olmaları, cemaatin çeşitli alanlardaki faaliyetlerine maddi destek sağlamaları.Bu toplantılarda iş adamlarına “Artık yeter, hiç sormadan sorgulamadan cemaate sürekli maddi kaynak yaratıyorsunuz. Bunlara bir son vermenizi istiyoruz” deniyormuş.Son toplantılardan birinde, AKP’li bir yetkili, sanayici olan iş adamlarından birisine, üyesi olduğu derneğin kullandığı binanın sahibi olup olmadığını sormuş. Ve cevabını beklemeden “Biliyorum senin, bina için kira alıyor musun?” diyerek ikinci soruyu sormuş.İş adamının cevap vermekte zorlanması üzerine “kıvranma, onu da biliyorum, kira almıyorsun, bu ayın başından itibaren kira almaya başlayacaksın” demiş.*****Ekonomi yönetimi, “Frene mi yoksa gaza mı basmalı?” diye tartışıyor. Vatandaş bu “gidişten” korkmuş, “Müsait bir yerde inecek var!” diye bağırıyor. (Gani Yıldız)*****Cinliğin bu kadarına pes doğrusu...Türk Hava Yolları’nda “örtülü içki yasağı” uygulandığı haberi büyük yankı uyandırdı. THY yöntemi ise bir açıklama yaparak “Kasıt yok, talep olmayan yerlere yükleme yapmıyoruz” dedi. Nerelere talep varmış “İzmir, Antalya, Bodrum, Dalaman.”Cinlik şurada. Kamuoyuna yönelik bir sinsi propaganda yapılıyor. Ayrımcılık yapıldığı gibi bir de bunun üzerinden dini siyasete alet ederek rant sağlama hevesi var. Deniyor ki “Anadolu illerine gidenler içki içmiyorlar, içki içenler sadece zenginlerin gittiği sahil ve tatil yerleri.” Seçim haritasına bakınca “içki servisi” yapılan varış yerlerinde AKP değil muhalefet daha çok oy alıyor.Yani?Yanisini herhalde anlıyorsunuz.THY yönetimi bu cin açıklamanın şerefine apronda bir deve daha keser herhâlde.*****Medyada kamikaze yöntemiİktidarın beğenmediği gazeteci ve yazarların “bir punduna getirilip” işlerinden edildiğini artık herkes biliyor.Tabii herkes biliyor da ne değişiyor? Hiçbir şey.Korku oldukça değişmez de.Şimdi yeni ve çok “cin” bir yöntemle karşı karşıyayız. Diyelim ki iktidarın hoşlanmadığı bir televizyoncu , “tüm uyarılara” rağmen görevine devam ediyor. Artık açıktan baskılar da kabak tadı verdiğinden yeni yöntem devreye sokuluyor.Önce yandaş medya ısrarla bu televizyoncuyu hedefe koyuyor, her gün hakaret ve aşağılamalarla zora sokuyor. Sonra patron ikna ediliyor ve bu gazetecinin yanına bir yandaş isim konuyor, böylelikle programa “daha tarafsız, daha demokratik” bir hava verilmiş oluyor.Sonra yandaş olan bir maraza çıkarıyor. Normal olan çekip gitmesi. Ama öyle olmuyor. Program yayından kaldırılıyor. “Daha tarafsız daha demokratik” olsun diye ikisi de işten çıkarılıyor.Gerçek gazetecinin bir daha iş bulması zor, yandaş olanın böyle bir kaygısı yok. Bir süre gezip hava alıyor, sonra nasılsa bir yer ayarlanıyor.*****Diyarbakır’a var Mardin’e yokGeçenlerde güneydoğu bölgelerinde vatani görevini yapacak olan erlerin karayolu ile değil uçak ile taşınacağının açıklandığını ancak uygulamanın böyle olmadığını yazmıştım.Ordulu bir babanın feryadını dile getirmiştim. Sonra araştırdım. Garip bir durum çıktı ortaya. Çünkü erlere uçak bileti veriliyor verilmesine de, toplanma yerine göre değişiyor.Örneğin toplanma Diyarbakır, Van, Bitlis gibi yerlerden yapılıyorsa erler uçağa binebiliyor ücretsiz olarak. Ama toplanma yeri Mardin’se verilmiyor. Çünkü bakanlık Mardin’i güneydoğu ili saymıyormuş.Ordulu baba aradı tekrar. “Oğlumun toplanma yeri Mardin ama gideceği yer Şırnak-Cizre. Bu nasıl mantık?” dedi.Sonra ekledi: “Oğlumu Mardin’e kendi paramızla bilet alıp otobüsle gönderdik. Toplanma yerinden konvoyla gideceklerdi. Ama otobüsler taşlanmış, bir asker adayı yaralanmış. Bu nedenle konvoyu bir gün sonrasına ertelemişler. Oğlumun ya da başka birinin oğlunun başına bir şey gelirse sorumlusu kim olacaktır?”
Hatay’ın Reyhanlı ilçesindeki Suriye ile sınır kapısı olan Cilvegözü’nde patlayan bomba 14 kişinin hayatını aldı, 40 kişi de yaralandı... O andan itibaren “bombayı kim koydu, Esad’ın işi mi, hangi gizli güçler, Türkiye savaşa mı çekilmek isteniyor?” türü soruların peşine düştük.Bunlar önemli değil mi? Elbette önemli, ama asıl sorun bu soruların cevabı değil ki!Türkiye’nin yanlış Suriye politikası sonucu kaçınılmaz hâle gelen bir sonucun ilk belirtileri bunlar.Siz komşu bir ülkedeki iç çatışmalarda açıkça taraf olur, devlet karşıtı güçlerin başta silahlanma olmak üzere her türlü lojistik ihtiyacını karşılarsanız, bu tür saldırılara da hedef olursunuz.Ancak şunu da hemen belirteyim ki, bizim iktidarın ve yandaşlarının kıvranarak da olsa “Bu iş El Muhaberat’ın işi” diye göstermek istemesine “şimdilik” katılamıyorum.Esad bir diktatör olabilir, ülkesinde kan ve zulüm kasırgaları da estirebilir, ama bu onun akılsız olduğu anlamına gelmez. Suriye Devlet başkanı için şu anda yapılacak en akılsızca iş Türkiye’ye yönelik bir eylemdir. Çünkü Türkiye’ye yönelik bir eylem, sadece Türkiye’ye değil, bağlı olduğu NATO’ya da yönelik bir eylem olur.Amerika ve NATO Suriye’ye müdahale için bahane arıyor, bulamıyor. Oysa Türkiye’ye yönelik saldırılar, müdahaleyi meşru hâle getirir ki, bu herhalde Esad’ın en son isteyeceği şeydir. Rusya ve Çin’in arkasında olması fark etmez. Çünkü bu ülkeler de, sıcak bir çatışma değil kanlı olayları Suriye sınırları içinde tutarak zaman kazanmak ve karşı güçleri caydırmak istiyorlar.NATO ve Batı ittifakı Rusya ve Çin faktörü nedeniyle Suriye’ye müdahalede çekimser kalabilir ama aynı şekilde Rusya ve Çin de bu tür bir müdahalenin hesaplanamayacak sonuçlarına katlanmayı göze alamazlar.Bakın, tam tersi bana göre daha mümkün. Esad’ın kışkırtması olmaktan çok, Batı ittifakının, böyle bir olayı sanki Suriye Türkiye’ye yönelik eylem yapıyormuş gibi göstermeye kalkması ve müdahale için ön şartları oluşturmaya kalkışması daha mantıklı. Elbette bunun da doğru olduğunu gösterecek kanıtlar yok elimizde. Ama şunu söylemek istiyorum, Orta Doğu gibi her türlü ahlaksızlığın, düzenbazlığın, vicdansızlığın adeta hak görüldüğü bir ortamda senaryo yazmak o kadar da zor değildir.*****Aradan iki gün geçti bu bomba patladıCumartesi günü CHP Gaziantep Milletvekili Dr. Mehmet Şeker’in soru önergesini yazmıştım. Şeker Gaziantep ve Hatay’da evde bomba yaparken meydana gelen patlamalar sonunda yaralanan Suriyelilerle ilgili ne yapıldığını soruyordu.Medyada çok yankı bulmuyor ama güney illerimizde çok sayıda Suriyeli kampların dışında kiraladıkları evlerde oturuyorlar. Bunların bir bölümünün muhalefetin militanları olduğu, evleri silah ve mühimmat deposu hâline getirdikleri biliniyor. Buralarda imal edilen bombaların Suriye’ye götürüldüğü ve patlatıldığı da biliniyor.Kısacası Suriye sınırımız kevgir gibi. Suriye muhalefeti Türkiye’nin desteği sayesinde dilediği gibi davranabiliyor.Türkiye’ye 10 binin üzerinde Taliban ve El Kaide militanı girdiği haberi de resmen yalanlanmadı. Bu durumda biri “O bombalı araç Suriye’ye gönderildi, ancak militanlar patlatmayı başaramadılar, bir gün sonra tekrar gitmek üzere aracı park ettiler, ama bomba patladı” dese “olmaz öyle şey” diyebilecek miyiz?*****Çocuklara, “Başbakan’ı seven içsin” diyerek dağıtılan sütler dokunmasın? Zira “yağ oranı” yüksek sanki! (Gani Yıldız)*****Barıştan yana mısın?Geçen hafta cumartesi pazar günlerimi Frankfurt’ta geçirdim. Hessen Eyaleti Atatürkçü Düşünce Derneği’nin davetlisi olarak 300’ü aşkın kişiye yaklaşık 4 saatlik bir konuşma yaptım.Başkan Mahmut Telli ve eşinin zarif misafirperverlikleri, bir pazar gününü bu toplantıya katılmak için feda eden Almanya’da yaşayan Türkler beni çok mutlu etti. Hele ülkeye bunca uzak olmalarına rağmen, yaşananlara gösterdikleri ilgi ve duyarlılık Türkiye’nin geleceği açısından da beni çok umutlandırdı.Toplantı sonunda Avrupa’da da yayın yapan bir ulusal kanalımızın muhabiri burnuma mikrofonu uzattı, kamerayı açtı ve sordu; “Barış sürecini destekliyor musunuz?”Durdum, baktım ve “Böyle soru olur mu?” dedim. “Kim barışa karşı çıkar? Ama barıştan ne kastettiğinizi söylemeniz gerek.”Doğal olarak muhabir şaşırdı. Belli ki böyle bir cevap beklemiyordu.Sonra devam ettim: “Terörist liderine İmralı, diğer teröristlere Kandil veya Avrupa diyerek işi yumuşatmak, barış diyerek duygulara hitap etmekle bir yere varılmaz. İktidar ya da konunun muhatapları barıştan ne anladıklarını, karşılıklı olarak ne alınıp verildiğini açıkça söylemedikleri sürece barış lafı havada kalır.”Yayınladılar mı, bilmiyorum.Ama bildiğim şu ki Türkiye’de ve dışarıda “barış” sihirli sözcüğü ile “ne olacağı belirsiz” bir yolun açılması amaçlanıyor.*****Bunlar da üniversite öğrencisiYeni neslin, 12 Eylül’ün izlerinden kurtulamayarak ilgisiz, sorumsuz, duyarsız ve hatta bilgisiz yetiştirildiği konusundaki endişelerimi defalarca yazdım. Elbette bütün gençleri kastetmiyorum ama ne yazık ki büyük bir çoğunluk böyle.Özellikle üniversite öğrencilerinin ezici çoğunluğunun bu tanıma uyması çok rahatsız edici.Ama bütün üniversite öğrencileri aynı dalganın etkisi altında değil.Geçenlerde Galatasaray Rotaract Kulübü üyeleri ziyaretime geldi.Hepsi değişik üniversitelerden toplanmış 100’ün üzerinde üniversite öğrencisi birbirinden yararlı ve önemli sosyal sorumluluk projelerini hayata geçiriyor. Örneğin bir engelliler kariyer günleri var ki, çok başarılı.Her yıl iki toplantı yapıyorlar. Engelli ama iş bulamayan vatandaşlarla şirketleri bir araya getiriyorlar. Şirketler engelli vatandaşlarla yüz yüze gelerek iş olanaklarını konuşabiliyorlar. Bu yolla yüzlerce engelli yurttaşa iş sağlanmış.Okullar açıldığında yoksul öğrencilere kitap ve kırtasiye yardımı için seferber oluyorlar ve yüzlerce öğrencinin ihtiyacını karşılıyorlar.Doktorları toplayıp yoksul semtlerdeki okullarda sağlık taramaları yapıyorlar.Genç kardeşlerini AIDS ve diğer ölümcül hastalıklarla ilgili bilgilendirme toplantıları yapıyorlar.Bunun için beş kuruşluk maddi güçleri de yok üstelik, hepsi amatörce ve fedakârca çalışıyor.“Sizlerin de haberiniz olsun” dedim.
Son günlerin en moda sözü şu; “İmralı sürecini baltalamayalım, barış sağlanmak üzere.” Yeni yönetimiyle artık AKP’nin daha istediği türden uysal çocuk hâline gelen bir gazetemiz günlerdir sanatçılara “Barış süreci” hakkındaki görüşlerini soruyor. Türkiye’nin eski yeni birçok sanatçısı bu kampanyaya röportaj veriyor. Hepsinin ortak söylemi şu; “Halk artık barış istiyor.”Kimse “Ben barış istemiyorum” demez zaten. Ayrıca milyonlarca kişinin çok samimi olarak “barış istediğini” inkâr etmek de mümkün değil.Ancak sorun şu; “ne olursa barış sağlanmış olacak?”İşte cevabı verilemeyen daha doğrusu “verilmeyen” soru bu. Sanatçıların hayli nahif sözlerini okuyor ve umutlanıyorum. Örneğin sosyal medyada da çok etki yaratan Ayşen Gruda’nın “Gerekirse ben bile Kandil’e giderim” sözleri bir sanatçı duyarlılığının en üste çıkmış hâli.Peki barış nasıl olacak?Amaç PKK’nın terörü bırakması, silahlarını teslim etmesi ve dağdan inip hepimiz gibi normal yaşama karışması. Peki PKK bunun karşılığında ne istiyor? Ne olursa silah bırakacak? Kamuoyu bunu biliyor mu?Hayır bilmiyor. Çünkü söylenmiyor.Ama zihinler bulandırılıyor. “Apo’ya ev hapsinden, Kürt özerk bölgesine, ana dilde temel eğitimden, ikinci resmi dile kadar” her şey konuşuluyor da ne iktidar partisi ne de “teröre karşı iktidara kredi açan” ana muhalefet partisi herkesin anlayacağı ve kabul edebileceği bir metin yazıyor.Her fırsatta “ben barış istiyorum” diyen herkesin zihninde “hangi koşullar gerçekleşirse barış olacak” sorusuna cevap da hazır olmalı. Aksi takdirde, yaptığımız kendi kendimizi tatmin etmekten farklı bir şey olmaz.İktidara düşen ise “barışı baltalamayın” dayatması ile kamuoyunun üzerinde bir baskı kurmak yerine, artık “çözüm” olacak somut önerileri kâğıda dökmektir.Yoksa bir ileri bir geri taktiği ile daha yıllarca bu konuyu konuşur durur ve birbirimizi yeriz. Terör ise hiç bitmediği gibi daha pek çok can almaya devam eder.*****CHP ve MHP Başbakan’ın restine karşı tavır almalıBaşbakan Erdoğan sonunda restini çekti. “Mart ayına kadar bekleriz, uzlaşma sağlanamazsa kendi anayasa taslağımızı ortaya koyarız” dedi. Bununla da yetinmedi “Gerekirse BDP’nin desteğini de alırız” diye ekledi.Aslında başından beri yazdığım, söylediğim buydu. Anayasa Komisyonu bir aldatmaca, bir alıştırma, zihinleri kapsama operasyonuydu. AKP ilk baştan beri zaten kendi anayasasını dayatmanın yollarını arıyordu.Ama ilk günden bir anayasa taslağını ortaya koysa, cevap veremeyeceği sorularla karşılaşabilirdi. Bu nedenle CHP ve MHP sürece ortak edildi. Sonuçta ihale bu iki partiye kesildi “Muhalefet anayasayı tıkıyor” söylemi zihinlere kazındı. Şimdi ikinci perde başlıyor. AKP anayasasını getirecek ve referandum kapısını açacak. Çünkü referandumda, olağanüstü medya ve propaganda gücünü kullanabileceğini biliyor.Şimdi AKP bu resti çektiğine göre CHP ve MHP oturup düşünmeli: “O Anayasa komisyonu’nun bir işlevi kaldı mı,” buna bakmalı. Sonra da “Martı bekleme, şimdiden getir anayasanı görelim” diyebilmeli.*****THY kabin memurlarının yeni kıyafetleri tartışılıyor. Tartışmaya biz de dâhil olalım; hostesleri “kapatmak için” kullanılan kumaşların ağırlığı uçuş güvenliğini tehlikeye atar mı acaba?(Gani Yıldız)*****Saygun ailesine haksızlık etmeyinBaşbakan’ın Balyoz hükümlüsü emekli Orgeneral Ergin Saygun’u hastanede ziyaret etmesi çeşitli tepkilere neden oldu. Gerçi yandaşlar olayı hâlâ kafalarında bir yere oturtamamış durumda, biraz şaşkınlar.Ancak Balyoz, Ergenekon gibi davaların kasıtlı, intikam amaçlı ve hukuk dışı olduğuna inanan çevrelerden Saygun ve ailesine tepkiler geldi. Saygun’un bu ziyareti reddetmesi gerektiğini söyleyenler aileye de ateş püskürüyor.Bence bu çok yanlış ve anlamsız.En azından hastane ziyaretine gelen kim olursa olsun geri çevrilmez. Ayrıca orgeneralliğe yükselmiş bir komutana da bu zaten yakışmaz. Ziyaret, yoğun bakımda olduğu için sürenin çok kısıtlı tutulmak zorunda kalınması nedeniyle Ergin Saygun’un özenli nezaketi eleştirilemez.Sanıyorum biraz daha zaman olsaydı, Saygun Paşa hiç olmazsa “Değdi mi bütün bu yaptıklarınıza” derdi diye düşünüyorum.*****Genelkurmay’dan sözlü üzüntüGeçen hafta ısrarlı biçimde ve işin uzmanlarının beyanları ile siyasetçilerin verdikleri soru önergelerine dayanarak, Ege ve Akdeniz’deki gücümüzün, komutanların hapse atılmalarıyla birlikte karşı tarafların eline geçtiği iddialarını dile getirmiştim. Türk Deniz Kuvvetleri’nin içine düştüğü durum ve bunun Türkiye’nin güvenlik ve ekonomik çıkarlarına ihanet olarak algılanabilecek söylemlere “siyasal otoritenin” bir cevap vermemesi üzerine sorularımı direkt Deniz Kuvvetleri Komutanı’na yöneltmiştim.Ertesi günü Genelkurmay’dan arayan bir tuğgeneral “Genelkurmay Başkanımızın üzüntü ve kırgınlığını aktarmak istiyorum” dedi.Genelkurmay Başkanı adına aradığını belirten tuğgeneral “Tutuklu komutanlarımız için çok üzülüyoruz. Bir an önce özgürlüklerine kavuşmalarını istiyoruz. Ancak onların durumu bahane edilerek Türk Silahlı Kuvvetleri’nin zayıfladığı, ülke çıkarlarının bu nedenle zedelendiği, Ege ve Akdeniz’de gücünü yitirdiği görüşlerine de katılmıyoruz” dedi.Tuğgeneral “Ayrıca soruları bize sormanız da yanlış. Çünkü bunlar siyasi konular, bizim cevap vermemiz konumumuz gereği mümkün değil” diye devam etti.Ben de kendisine şunu söyledim; “Bunu kasıtlı olarak yaptım. Çünkü günlerdir gerek benim sütunlarımda gerekse başka gazetelerde yayınlanan benzer haberlere iktidardan tepki gelmiyor. Ben de direkt Deniz Kuvvetleri Komutanı’na sordum. İstedim ki, komutan Genelkurmay Başkanı’na (Bizim cevap veremeyeceğimiz konularda sıkıştırıyorlar, durumu Başbakan’a anlatın, o cevabını verir) desin ve kamuoyunun bu konudaki merakı giderilsin.”Ardından da “Ayrıca bu iddiaları şu anda tutuklu olsalar bile kısa bir süre öncesine kadar zaten bu politikaların içinde olan amirallerin beyanlarından öğrendik” dedim.Tuğgeneral “Bu değerli komutanlarımızın içinde bulundukları psikolojik ortam nedeniyle duygusal davrandıklarını düşünüyoruz” cevabını verdi.Tuğgenerale telefonu kapatmadan önce “kırgınlık konusu beni de üzdü. Ama Genelkurmay Başkanı’nı bu yazılarımla istemeden üzdüysem, özür dilerim” demeyi de ihmal etmedim.
Sevgili okurlar; bu haftayı çok şaşırtıcı gelişmelerle geçirdik. Başbakan’ın tutukluluklarla ilgili giderek sertleşen tavrı, ameliyat olan “darbe (!)” hükümlüsü Ergin Saygun’u ziyaret etmesi, Anayasa için BDP ile işbirliği yapabileceklerini söylemesi AKP yandaşlarında bile şok etkisi yarattı. Benim gözlemime göre ise bir yılı aşkın süredir aslında süren AKP-cemaat kavgası artık gün yüzüne çıktı.Erdoğan sonrasıOlayları arka arkaya sıraladığımız bunun Fethullah Gülen cemaati ile Erdoğan arasında bir kavga değil, Erdoğan’dan sonra oluşacak yeni siyasi haritada “kimin egemen ve güçlü” olacağının kavgası olduğunu görüyorum. Cemaat şu anda Erdoğan’ı yıkamayacağını çok iyi biliyor. Ancak Erdoğan’ın Köşk’e çıkmasından sonra siyasi iktidarı elinde tutabilecek ölçüde güçlü ve örgütlü olmaya çalışıyor.Gülen cemaatinin oluşumuFethullah Gülen cemaati Saidi Nursi adına yürütülen “Nurculuk” hareketi olarak aslında Cumhuriyet’in ilanından bu yana faaliyette. Ancak hareketin bir cemaate dönüşmesi ve daha meşru planda hareket etmesi ve kamuoyunda duyulması 1990’lı yıllardan başlar. Cemaat adeta bir binanın tuğlalarını örer gibi, sessiz ve derinden örgütlendi. Okul, finans ve medya alanlarında yatırımlar yapıldı.Muazzam parasal güçCemaat birbirinden ayrı binlerce kişinin kurduğu, ancak adeta aynı holdingin parçaları oldukları anlayışıyla, birlik, beraberlik ruhu içinde “biat kültürünün” egemen olduğu bir yapıya kavuştu. Çeşitli alanlardaki yatırımların, özellikle AKP iktidarı döneminde sağlanan olanaklarla önü açıldı ve cemaat milyarlarca dolarlık güce erişen çok büyük bir sermaye grubu hâline de gelmeyi başardı.Medyadaki yatırımlarFinans ve iş dünyasında büyük güce kavuşan cemaatin önemli yatırım alanlarından biri medya. Bugün cemaate bağlı, oradan gelecek emir ve talimatlara hiç itiraz etmeden uyacak onlarca gazete, TV kanalı, radyo, dergi var. Bütün bunların ötesinde bilgisayar ve sosyal medya kullanımını belki de ilk önce keşfeden cemaat bu alanda kimsenin yarışamayacağı bir etkinlik ve güce sahip.Eğitim yatırımlarıCemaatin kamuoyunda büyük sempati sağlayan en önemli faaliyeti eğitim alanında. Cemaate bağlı on binlerce küçük girişimcinin dünyanın birçok ülkesinde kurduğu okullar hem çok ciddi para kazanıyor hem de bu ülkelerdeki cemaat etkinliğinin artmasına neden oluyor. Bu doğal olarak Türk ve İslam kültürünün yaygınlaşmasına da yarar sağladığı için kamuoyunda Gülen’e olan saygıyı artırıyor.Yargıdaki örgütlenmeElbette kesin kanıt sunma olanağı olmayan önemli bir nokta var. O da 1974’te Ecevit’in imam hatip mezunlarına bütün üniversitelere girme hakkını vermesinden sonra cemaat imam hatip mezunlarının öncelikle hukuk ve siyasal bilgiler fakültelerine yönlendirdi. Yıllar içinde sessiz ve derinden binlerce imam hatipli ya da cemaat eğitiminden geçen gençler bu okullara girdiler ve çoğu mezun oldu.Polisteki örgütlenmeCemaatin şiddetli biçimde örgütlendiği ileri sürülen bir diğer alan ise polis. Özel yetkili mahkemeler eliyle sürdürülen ve ordunun lime lime edildiği, pek çok gazeteci, aydın ve akademisyenin “darbeci” suçlamasıyla tutuklandığı davalara “kanıt” olarak sunulan dinleme, izleme, fişleme, kaydetme operasyonlarının bu kesim polisler tarafından gerçekleştirildiği de kulaktan kulağa yayılıyor.AKP cemaat işbirliğiAKP’nin kökeni Milli Nizam, Milli Selamet ve Refah Partisi’nden geliyor. Bu kesimin iş ve finans dünyası ile ilişkileri sınırlıydı. Yargı ve polis içinde örgütlenmeleri de daha önceki devlet gelenekleri yüzünden pek sağlanamamıştı. AKP iktidara gelince, kendi gibi düşünen ama içinde olmayan cemaat hareketiyle ortak bir çalışma yaptı. İktidarı güçlendirecek lojistik destek hep cemaatten sağlandı.Hiç itiraz olmadıİktidarın ilk 8 yılında AKP’den cemaate hiç itiraz gelmedi. Hatta kendilerinin becerikli olmadığı alanlarda cemaatin üstün başarısı iktidarın işine bile yaradı. Türkiye’nin dönüştürülmesinde cemaatin hazırladığı altyapı kullanıldı, demokrasi söylemiyle Atatürk ve Cumhuriyet değerlerine sahip çıkanlar birer birer lekelendi, aşağılandı ve düzmece davalarla sanık durumuna getirilip tutuklandı.Kırılma noktasıAKP ile cemaat arasındaki bu bahar havası geçen yıl MİT Müsteşarı’nın savcılar tarafından “terörist olduğu gerekçesiyle” ifadeye çağrılmasıyla kırıldı. Erdoğan, çok yararlandığı bu hareketin kendi geleceği için de bir tehdit ve tehlike yaratabileceğini görerek önlem alma gereği hissetti. “Kavga” görüntüsü cemaat tarafından medya da kullanılarak hemen bastırıldı ancak belli ki artık ip kopmuştu.Ters politikalarCemaat iktidarı boyunca AKP’ye çok destek oldu ama, onun için de kırılma noktaları vardı. İsrail’e yönelik politikalar, Kürt sorunu için PKK ile görüşmeler yapılması, dershanelerin kapatılmak istenmesi cemaat politikaları ile ters düşüyordu. Ancak cemaat bu alanlarda açıktan kavga etmek yerine kendini “Erdoğan sonrasına hazırlamanın” daha akıllıcı ve mantıklı olduğunu görüyordu, genelde sessiz kaldı.Erdoğan’ın farkındalığıGözlediğim kadarıyla Erdoğan, Çankaya’ya çıkma arzusuna karşı cemaatin oy değil ama oyun gücünün etkili olabileceğinden endişeli. Cemaatin Erdoğan sonrasına bırakmak istediği asıl kavgayı Çankaya’ya çıkmadan başlatmayı ve cumhurbaşkanlığı seçimi sırasındaki yaşanabilecek olası bir tehlikeyi şimdiden bastırmayı istiyor. Bunun için attığı adımların boşa çıkması ise Erdoğan’ı öfkelendiriyor.Yargının söz dinlememesi“Dokunan yanar” korkusu nedeniyle şu sıralar kimsenin sesi pek yüksek çıkmasa da herkesin bildiği gerçek şu ki, Erdoğan darbe soruşturmalarının orduyu çok yıprattığını ve artık orduyla barışma zamanın geldiğini düşünerek “uzun tutukluluk” eleştirileri yapıyor. Ama beklentisinin aksine yargı direniyor. Bu direnişin arkasında cemaatin olduğu söylentileri artık ayyuka çıkmış durumda.Bundan sonrasıArtık kavga açığa çıkmıştır. Erdoğan devlet gücünü de kullanarak cemaatin gücünü kısa sürede kırabilir. Ancak bunu yaparken önüne açılacak çukurların içine düşmemek için de çok zorlanacaktır. Kavga da zaten bu nedenle kamuoyundan saklanmak isteniyor. Şurası gerçek ki gelinen noktada AKP-cemaat çatışmasının büyümesi artık kaçınılmaz. İki taraf da artık çok hazırlıklı.Diğer konularSevgili okurlar; cumartesi günü Genelkurmay’dan gelen açıklamayı pazartesi yazacağımı söylemiştim. Yazı uzadı, artık yarına. Bunun dışında Ergenekon’u başlatan “haham” Tuncay Güney’in son açıklamaları, ABD’nin durup dururken “tutukluluk” sorununu gündeme getirmesi gibi konuları da hafta içinde yazmaya çalışacağımHepinize iyi haftalar dilerim..