Salı günü Hadımköy’de tutuklu muvazzaf subayların kaldığı askeri cezaevine gittim. Tutuklular arasındaki en yüksek rütbeli amiral Can Erenoğlu ile konuştum. Koramiral Can Erenoğlu, tutuklu olmasa, oramiralliği gelmiş iki koramiralden biri. Önce Donanma sonra da Deniz Kuvvetleri Komutanı olma olasılığı yüksek bir subay (dı). Herhalde bu şansı yok denecek düzeye indi.Erenoğlu kendilerinden “rehin veya tutsak” olarak söz ediyor. Ağzından “tutuklu veya sanık” kelimesi hiç çıkmıyor. Tamamı düzmece ve sahte belgelerle yargılandıklarını söyleyen Erenoğlu “Hain olarak tanımlayacağımız bir dijital terör çetesinin kurbanı olduk, ne yazık ki mahkeme gerçeği ortaya çıkarmak için değil adeta gerçeği örtmek için çaba harcadı ve hepimizi birden mahkûm etti” diyor.“Örneğin” diye söze giriyor Erenoğlu, “Tekirdağ Cezaevi’nde yatan bir mahkûm savcılığa bir suç duyurusunda bulunmuştu. Bu kişi bizlerin tutuklanmasına neden olan sözde Balyoz belgelerini uzun beyaz saçlı bir emekli binbaşı ile bir Amerikalı’nın bir AKP milletvekiline getirdiğini öne sürüyordu. Bu milletvekili Ankara’daki ofisinde bir ekiple birlikte bu belgeleri sıralamış; eklemeler ve çıkarmalar yapılmış, bazı sahte belgeler eklenmiş ve ondan sonra bavulla medyaya servis edilmiş. Bu suç duyurusunun dikkate alınmasını ve adı geçen kişinin dinlenmesini talep ettik. Mahkeme bunu reddetti.”İmzasız ihbar mektuplarına bile önem verip operasyon yapanların bu suç duyurusunu hiç dikkate almamaları gerçekten ilginç. Bu konuda birkaç yazı yazmıştım. Sonunda suç duyurusunu yapan Orhan Aykut cezası bittiği için tahliye edildi, ancak yaptığı suç duyurusu reddedildi.Daha sonra Balyoz sanığı bazı subayların aynı konudaki başvurusu da yine mahkeme tarafından reddedildi. Mahkemeler isimsiz imzasız ihbarlara rağbet ediyorlar ama gerçek kişilerin ifadelerine kulak asmıyorlar. Garip. Koramiral Can Erenoğlu “Bir suçumuz varsa cezamızı çekeriz. Ama bize komplo kurulduğu çok ortada. Bizler bu komploları kuranların ortaya çıkarılmasını istiyoruz. Gerçek ortaya çıkmalı. Halk bunu öğrenmeli” diyor.Kendilerini suçlamak için dayanak olarak kabul edilen 11-16 ve 17 nolu CD’lerle 5 nolu hard diskin bilirkişi incelemesinin yaptırılmadığını hatırlatan Erenoğlu “Uluslararası kuruluşlara bunların incelemesini yaptırdık. Sahte oldukları ortaya çıktı. Ancak mahkeme resmi bir bilirkişi raporu istemedi, ortaya çıkan sahtecilik kanıtlarını incelemedi, kararını verirken bunu hiç dikkate almadı” diye konuşuyor. Belge ve kanıt diye ortaya konulan dijital verilerde 2000’e yakın maddi hatanın bulunduğu ve kanıtlandığını da söyleyen Erenoğlu “Mahkeme bunların da hiçbirini dikkate almadığı gibi ilgilenmedi bile” diyor.*****Deniz Kuvvetleri güvenlik soruşturması açmıyorKoramiral Can Erenoğlu ile konuşurken çok ilginç bir bilgi aldım. Erenoğlu “Donanma Komutanlığı’nın döşeme altından bizi suçlayan düzmece belgeler çıktı. Biz bunların kasıtlı olarak oraya yerleştirildiğini düşünüyoruz. Ama diyelim ki hepsi doğru” dedikten sonra beni de çok şaşırtan konuyu anlattı.Erenoğlu “Çıkan ne olursa olsun, sonuçta Donanma Komutanlığı’nda bir güvenlik zafiyeti olduğu da ortaya çıkmıştır. Bu nedenle komutanlığın bir soruşturma açması ve o belgelerin oraya nasıl konulduğunu öğrenmesi gerekir” dedi.“Sonuç ne çıktı peki?” diye sordum. Erenoğlu “İşte garip olan bu. Askeri mahkeme tam üç kez bu soruşturmanın yapılmasına izin vermedi” dedi.“Peki neden?” Erenoğlu gerekçeyi de söyledi “Efendim. Bu konuyla ilgili bir dava sürüyormuş, ikinci bir soruşturma açılamazmış. Bu nasıl mantıktır böyle. Biri darbe davası, diğeri bir komutanlık içindeki güvenlik soruşturması. Ama yapılmadı işte, o komployu kuranların kim olduğu merak edilip araştırılmadı.”Gerçekten çok garip değil mi? Bir kuvvet komutanlığı, kevgire dönmüş bir güvenlik sistemini neden araştırmaz acaba? Erenoğlu “Kimseyi suçlamak istemem, yoksa bizi burada rehin tutanların iftiracı seviyesine düşeriz, ama durum ne yazık ki böyle” demekle yetindi.*****Hedef neden Deniz KuvvetleriPazartesi günü amiral Cem Gürdeniz’in mektubundan bölümler yayınlamıştım. Gürdeniz Deniz Kuvvetleri’nin neden hedef seçildiğini açık biçimde anlatıyordu.Bazı okurlar “Bu açıklamalar demokratik bir ülkede yapılsa yer yerinden oynar” yorumunu yaptılar. Doğru, demokratik ülkelerde öyle olur da Türkiye’de kimse kılını bile kıpırdatmaz işte.Koramiral Erenoğlu’na da sordum aynı soruyu. “Cem amiral çok güzel anlatmış” dedi. Ardından “Bir şey sorayım, şu anda dünyada Karadeniz’den daha güveli ve barış içinde bir deniz var mı? İşte bunu Türk Deniz Kuvvetleri’nin özverili çabaları sağlamıştır” diye ekledi. Koramiral Erenoğlu “Türk Deniz Kuvvetleri Ege’de Yunanistan’a karşı çok üstün durumdaydı. Ama buradan bile bazı adacıklara Yunan bayrağı çekildiğini duyuyoruz. Doğu Akdeniz’de ise varlığımız hiç yok, Rumlar petrol arıyor ve çıkarıyor. Bunlar çok mu tesadüf?” diye sordu.*****Subayların morali yüksekCan Erenoğlu’na “İçerideki durumunuz nasıl?” diye sordum. “Moralimiz yüksek” dedi. “Çünkü” diye devam etti “İftiralarla, sahte belgelerle bizi rehin aldılar. Gerçek nasıl olsa bir gün ortaya çıkacak. Biz sabırlı insanlarız, beklemeyi biliriz.”Erenoğlu daha sonra da “Ben denizaltıcıydım. Aylarca güneş görmeden bir metrekarelik yerde bile kalabilirim. Burada kalmak bizi zora sokmaz. Sadece bunca hizmetten sonra iftiralarla terörist darbeci damgası yemek bize çok acı geliyor” diye konuştu.*****Askeri Cezaevi nasıl bir yer?Silivri’ye gittim ama muvazzaf subayların tutulduğu askeri cezaevine gitmemiştim. İzin verilmeyeceğini düşünüyordum. Avukat bir dostum “Çok zor değil, Hasdal’da randevu merkezi var, orayı ara, kiminle görüşmek istediğini söyle, sonra faks çekiyorsun, pek zorluk çıkarılmıyor” dedi. Bunun üzerine en yüksek rütbeli amiral ile hepsi adına görüşebileceğimi düşündüm ve Can Erenoğlu’nun adını vererek randevu istedim. Gerçekten zorluk çıkarmadılar “Aramazsak gelebilirsiniz, olumsuz karar çıkarsa ararız” dediler.Verilen saatte gittim.Ana kapıdan girdikten sonra kimlik bilgilerinizi alıyorlar, telefon, bilgisayar, kayıt cihazı ya da fotoğraf makinesi varsa onları kapıya bırakıyorsunuz. Sonra uzun bir bahçe yürüyüşünden sonra koridor gibi bir yere giriyorsunuz. Orada bekletiyorlar. Görüşeceğiniz kişi geldiğinde içeri alıyorlar. Yan yana 20 kadar sandalye var. Karşınızda kalın cam. Görüşeceğiniz kişi tam karşınıza geliyor ve mecburen çok yüksek sesle konuşuyorsunuz. İlk başlarda biraz garip geliyor ama konuştukça alışıyorsunuz.Tutuklular ayda bir kere ailelerle açık görüş yapabiliyormuş. Diğer görüşmeler ise cam arkasından yapılıyormuş.Erenoğlu “Bu anlarda en çok torunuma dokunamamak kahrediyor” dedi.Biz de camda ellerimizi karşı karşıya getirerek tokalaşmış gibi yaptık.
İktidar iş başına geldiği günden bu yana “milliyetçilik” kavramının içini boşaltmak için elinden geleni yapıyor. Bu konuda en büyük destekçileri de sözde aydın kisvesi altındaki maskeli faşistler.Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti ve değerlerini yerle bir etmek için dolaylı yollardan Türk olmayı bir tür “ayıp” veya “kaçınılacak bir şey” gibi sunmaya çalışıyorlar.Bunun için Kürt milliyetçiliğini “demokrasinin erdemi” gibi sunarak, Türkiye’nin bölünmesini, bu mümkün olmazsa iç huzuru baltalayıp, toplumu kendi değerlerinden uzak, duyarsız ve bilgisiz hâle getirmeyi amaçlıyorlar.AKP tabanının ülkeye karşı duyarlılığını bildiklerinden açıkça yapmak yerine bunu yarattıkları “ulusalcı” veya “laikçi” gibi sulandırılmış kavramlarla yapıp kafa karıştırıyorlar.Şu gerçeği iyi bilmek zorundayız; Bugün AKP’ye oy veren 20 milyon insanın ezici bir çoğunluğunun Atatürk’le, devrimleriyle ve laiklikle ciddi bir sorunu yoktur. Türk halkı bu kavramlarla barışıktır, zaman zaman rahatsız olduğu noktalar olsa bile karşı çıkmayı veya ortadan kaldırmayı aklından bile geçirmez.Ki zaten Cumhuriyet dönemi, halkın bu duygu ve düşünceleri sayesinde ayakta kalmayı başarmış, pek çok badireyi atlatabilmiştir.Bugünkü iktidarın küçük bir kesimi ve Türkiye sevgisizi bir takım yandaşları bu gerçeği bildiklerinden adeta beyinlerini muhallebiye çevirdikleri AKP tabanını rahatsız etmeyecek kavramlarla bu çirkin savaşlarını sürdürmeye çalışıyorlar.AKP tabanı da, her Türk gibi ülkesine bağlı ve milliyetçidir. Ancak dikkat ederseniz, kimi AKP sözcüleri ve yandaşları söylemlerinde asla “milliyetçilik” tanımını kullanmazlar. “Türk milleti” kavramı ise sözlüklerinde hiç yoktur neredeyse. Ama bilirler ki eğer milliyetçilik aleyhine bir söylemleri olursa önce AKP tabanı bundan rahatsız olacak ve karşı çıkacaktır. Bu durumda söylem “ulusalcı” olarak telaffuz edilir ve güya bu kavramı savunduğunu ileri sürdükleri CHP üzerinden “milliyetçilik” tartışmaya açılır.Oyun bu kadar basit işte.Kimi AKP’liler ve yandaşları sürekli olarak “ulusalcılığın” çok kötü olduğunu, bunun ırkçılık anlamına geldiğini, demokrasi değil faşizm olarak tanımlandığını söylüyorlar. Oysa ulusalcılık eşittir milliyetçiliktir. Yani ulusalcılık kötüyse, demek ki milliyetçilik kötüdür.O halde neden dürüst davranıp da “milliyetçi” demek yerine “ulusalcı” diyorlar?Çünkü özellikle güya darbe davalarıyla halkın zihnini kirletenler, ulusalcılığın milliyetçilik değil, darbecilik olduğunu kazıdılar milletin beynine. Böylelikle halkın bir bölümünün gözünde ulusalcı denilen kesimin din düşmanı, darbe zihniyetli, faşist kafalar olduğu yanlışı yerleşti.Dışişleri Bakanı da bir süre önce “çorbada tuzum bulunsun” diyerek “Artık ulusçuluk tartışılmalı” demişti. Yandaşlar bunun üzerine de balıklama atlamışlardı. Oysa ulusçuluk da milliyetçilik demek. İlk anlarda AKP tabanı bunu kavramayadı ama kısa sürede “ne oluyoruz” sesleri yükselince Dışişleri Bakanı’nın bu atağı da akim kaldı.Açıkçası kendimi milliyetçi olarak görmüyorum. Ama vatansever veya yurtsever diye tanımlayabilirim. Milliyetimi seçme şansım yok, tıpkı cinsiyetim gibi. O halde seçemediğim bir niteliğin üstünlüğünü savunmaya kalkmak bana yanlış geliyor.Ama bu ülkede yaşıyorum. Buradaki insanlarla kader birliğim var.O halde bu ülkeyi, bu ülkede yaşayan herkesi sevmek, saymak; herkesin özgürlüğü ve mutluluğu için mücadele etmek de görevimdir. Hiçbir ayrım yapmadan.*****Kadını toplumdan uzaklaştırmanın yolu: Çok çocukBaşbakan her fırsatta “çok çocuk” önerisinde bulunuyor.Önce “3 çocukla” başladı, şimdi çıta yükseldi, “4-5 çocuk” diyor Başbakan.Amaç genç, yani dinamik, yaratıcı, çalışkan nüfusu artırmak.Ancak bunun başka yansıması da var.Çok açık bir gerçek ki, iki çocuktan fazlasına sahip olan bir kadının toplum ve iş hayatında olması pratik olarak çok zor. Evde 5 çocuk beklerken, bir kadının tam gün çalışması mümkün değil.İktidar güya kadına ve özgürlüğüne çok düşkün, ama fiilen kadınların toplum ve iş yaşamından uzaklaşmasına zemin hazırlıyor.Bunu 4+4+4 eğitim sisteminde de görmeye başladık. Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre bu yıl 4’üncü sınıftan sonra okulla ilişiği kesilen kızların sayısı 150 bini bulmuş. Sistemin tam oturmasından sonra sayının çok büyüyeceğini ve özellikle kırsal alanlarda kızlarını ilk 4 yıldan sonra okula göndermeyecek ailelerin çoğalacağını bilmeliyiz.Bir taraftan “tak türbanını git üniversiteye” propagandası var ama özünde kadının eve tıkılması için her şey yapılıyor.Ali Bulaç’ın “İslamiyete göre kadının yeri evidir” teorisi iktidar zihniyetinin aynasıdır sadece.*****Kubilay Anıtıİzmir’deki etkinlikler sırasında eşimle biraz fırsat yaratıp Foça’ya gittik. Güzel bir havada, Foça’nın eşsiz güzelliğini, Ege balıklarıyla şenlendirdik.Dönüşte, benim de hiç ziyaret etmediğim Menemen’deki Kubilay Anıtı’na uğradık.Şaşırdım, çünkü ben Anıtı herkesin rahatlıkla ziyaret edebildiği bir yerde zannediyordum. Meğer garnizonun içindeymiş. Ancak mesai saatleri içinde giriş çıkışta bir sorun yaşanmıyor.Görkemli bir anıt. Bahçesinde Menemenli şehitlerin mezarları da var.Kısa dönem askerlik yapan bir üniversite mezunu er bizi gezdirdi, bilgiler verdi, çok yararlandık.Anıtın giriş kapısında ise bir “Kubilay Müzesi” var.Müze demeye bin şahit gerek. Eskiden kalma birkaç tüfek ve tabanca, üç fotoğraf ve 15-20 gazete kupürü, üstelik hepsi son yıllara ait, sergileniyor.Ne olduğu anlaşılmayan bazı sözde belgeler incecik ciltlerde ve kirden dökülüyor.Oysa Menemen olayları fotoğraf ve belgelerle tanıtılabilir, Türkiye’nin o yıllarda maruz kaldığı tehdit ve tehlikeler görsel olarak anlatılabilir, Türkiye sevgisizlerinin aleyhte propaganda malzemesi olarak kullandıkları her şey çürütülebilir.Belli ki Genelkurmay’ın hiç umurunda değil.Koy oraya birkaç kupür, bir iki çakaralmaz tüfek, al sana müze.Ayıp.
CHP İzmir Milletvekili Birgül Ayman Güler “Türk ulusu ile Kürt milliyetini eşit sayamazsınız” deyince cümle AKP yandaşı sevinçle ayağa fırlayarak önce Güler’i sonra da CHP’yi “ırkçı” ilan etti. Oysa Birgül Ayman Güler anayasada da yer alan, ama Kürt milliyetçileri ve onlara destek verenler tarafından sürekli tartışılan bir kavrama işaret etti.Anayasa’da yer alan “Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” ifadesinin “etnik” bir vurgu olmadığı, bu ülkede yaşayanların tümünü, dili, dini, milliyeti ne olursa olsun herkesi tanımlamak için kullanıldığı bir gerçektir.Her ülke gibi Türkiye de sayısal olarak daha fazla olan millete mensup olduğuna inananların adıyla kurulmuştur.Almanya’da çoğunluk kendini Alman kabul edenler olduğu için Almanya denmiş, bütün halk da Alman olarak adlandırılmıştır.Fransa’da yaşayan herkese, kolonilerden gelen siyahlara da Fransız denir. Aynı durum İtalya, İspanya, Japonya, Hindistan, Çin, Pakistan için de geçerlidir. Yani dünyanın hemen hemen tüm devletleri böyledir.Amerika ise belli bir milletin nüfus gücüyle kurulmadığı için, ABD’ye vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes, ister Çin, ister Japon, ister Alman, ister Türk kökenli olsun Amerikalı olarak anılır.Birgül Ayman Güler’in söylediği budur. Bu sözlerden “Türklerle Kürtler eşit değildir” anlamı çıkarmaya çalışmak, ülkede nifak tohumları atıp bundan nemalanma iştahından başka bir şey değildir. Hele bu sözleri “kafatasçılık” olarak tanımlamaya kalkmak ve bunun üzerinden güya siyaset üretmek ise ancak Türkiye’ye olan sevgisizlikle açıklanabilir.Birgül Ayman Güler’in söylediği çok daha önemli ve anlamlı bir cümle var.Güler, “Türküm diyenlere faşist, Kürdüm diyenlere demokrat denilemez” diyor.Bu saptama yalan değildir.Özellikle son yıllarda din ticareti üzerinden ırk ticaretine de soyunan ve kendilerine demokrat etiketi yapıştıranlar, ısrarla ve sürekli olarak “Türk” olmayı aşağılamaya, hakaret etmeye ve en sonunda adeta yok etmeye çalışıyor. TV ekranlarında, gazete safyalarında ve parti toplantılarında, sivil toplum kuruluşlarının etkinliklerinde Kürt’lük adeta kutsanır ve demokratlık erdemi gibi gösterilirken, Türk olmak veya Türk olduğunu öne sürmek faşistlikle tanımlanıyor.Genç nesle “Türklük kan içicilik, katliamcılık, baskıcılık” olarak anlatılıyor, “yüzleşme” adı altında Cumhuriyet dönemi sürekli karalanıyor, demokrasi ve hukuk savunuluyormuş gibi yapılarak Atatürk ve devrimleri yok edilmek isteniyor, buna karşı Osmanlı dönemi yüceltiliyor.Türkiye’nin sağduyulu halkı artık oynanan bu oyunu görmeli ve sesini yükseltmelidir.Irkçılık polemiği açarak CHP’ye sözde eleştiri okları atmanın ise tek nedeni var.Bugünkü iktidar dikensiz bir gül bahçesinde olduğu hâlde yine de CHP’den rahatsız oluyor ve partinin tamamen “etkisiz eleman” hâline gelmesi için elinden geleni yapıyor. Ülkeyi kendisi yönettiği hâlde bir muhalefet lideriymiş gibi sadece CHP’yi konuşuyor ve sürekli eleştiriyor. Bir saatlik konuşmasının yüzde 90’ı CHP üzerine. Kendi icraatlarını anlatmak yerine sadece muhalefeti suçluyor.Bunun etkileri elbette CHP içinde sarsıntıya neden oluyor, çeşitli bahanelerle parti içine sokulan unsurlar bölünmeye yol açacak söylemlerde bulunuyor.CHP’liler bu oyunu görmek, demokrasi, hukuk ve insan hakları kavramları altında ezilmekten kendilerini kurtararak, akla ve mantığa uygun davranmak zorundadır.*****Fatih Hilmioğlu’na özgürlükZiyaretimin üzerinden neredeyse bir ay geçti. Orada anlattım. Ergenekon tutuklusu rektör Fatih Hilmioğlu için adalet hâlâ kılını kıpırdatmıyor. 15 yıl önce başlayan siroz tedavisi sürerken karaciğer kanseri olma riskiyle karşı karşıya kalan, aldığı ilaçlar nedeniyle böbreğini de yitirmek üzere olan Fatih Hilmioğlu ısrarla ya cezaevinde tutuluyor ya da yetersiz hastane odalarında esir kampı hayatı yaşıyor.Bir bilim adamı kolay yetişmiyor. Ama el birliği ile onu ölüme göndermekten çekinmeyen ve hiçbir vicdani sorumluluk duymayan bir adalet sistemi karşımızda dev bir kaya gibi duruyor.Hilmioğlu’nu öldürmeyelim. Düzmece suçlamalarla hapse attığımız bir bilim adamını cezaevinde öldürme gafletine düşmeyelim.*****Mitingin haberi yok eleştirisi varCHP geçen hafta ülke çapında yapacağını söylediği “Adalet mitinglerine” Adana’dan başladı. Ancak medya bu mitingte haber değeri olmadığını düşündü herhalde ki hiç ilgi göstermedi.Birkaç gazete ve TV’de “yasak savma” kabilinden birkaç küçük haber yayınlandı o kadar.Ancak mitingden sonra başka bir tezvirat başlatıldı: Adana mitingine İşçi Partisi de davet edilmiş. Bu partiye yakın olduğu bilinen Türkiye Gençlik Birliği’nin katılması parti içinde huzursuzluk yaratmış.Bunu söyleyen kim?İktidara asla bir eleştiri getiremeyen yandaş medya ve onların sözcüleri. Miting haberi yok ama mitingin CHP’de kargaşa yarattığı var. Amaç belli değil mi? CHP çok uyanık olmak zorunda.*****28 Şubat iddianamesi 28 Şubat’ta mı?Sincan Cezaevi’nde tutuklu olan Albay Alican Türk’ten bir mesaj aldım. Türk, ilginç bir öngörüde bulunuyor. Yazısını birlikte okuyalım:28 Şubat soruşturması kapsamında başta Çevik Bir olmak üzere ilk tutuklular Sincan 1 No’lu F tipi Kapalı Cezaevi’ne atılınca bazı köşe yazarları hemen uygun bağlantıyı kurdular:- Görüyorsunuz işte, dün darbe için Sincan’da tankları yürütenler, şimdi o tankların yürüdüğü yerde yapılan cezaevinde yatıyorlar. Bu Cenab-ı Allah’ın bir hikmeti değil de nedir?Mütedeyyin kesim için çok etkileyici bir propaganda doğrusu...İlk tutuklamalardan beri yaklaşık 10 ay geçti. Kasım ayından beri iddianame için “ha çıktı ha çıkacak” deniyor. Oysa ortalıkta hâlâ söylentiden başka bir şey yok. Lakin bu konuda gelin size bir öngörüde daha bulunayım: Göreceksiniz şimdi de iddianamenin tamamlanması veya mahkemeye sunulması 28 Şubat 2013 tarihine rastlatılacak.Sonra aynı kalemler benzer propagandayı yapacaklar:- İşte Hikmet-i İlahi!Ve mütedeyyin kesim bu çıkarıma yine “Vay be, doğru valla!” diye şaşacak. Ardından aynı gün bir sürü sivil toplum örgütü harekete geçirilip iddianame lehinde gövde gösterisi yapılacak, darbeciler (!) lanetlenecek.Uzun sözün kısası, bunlar gerçekten tam psikolojik harekâtçı... Ellerine kimse su dökemez!..*****Adalet Bakanlığı, Silivri Cezaevi’nde su sıkıntısı olduğuna dair medyada çıkan haberleri yalanlamış. İnanalım mı? Zira, “Silivri’de adalet sıkıntısı yok” da deniliyor... (Gani Yıldız)
Sevgili okurlar; bu haftayı çok yoğun gündemle geçirdik. Apo ile pazarlıklar, ana dilde savunma, CHP’de yaratılan kargaşa ve iktidarın bunu alabildiğine sömürmesi, türbanın yargıya da girmesi gibi önemli konular hafta boyu tartışıldı. Ancak ben bugün sizlere tutuklu bir amiralden gelen değerlendirmeyi paylaşmak istiyorum. Amiral Cem Gürdeniz “Türk Deniz Kuvvetleri’nin neden tasfiye edildiğini” çok açık biçimde anlatıyor.Yarıdan fazlasıGürdeniz donanmadaki 50 amiralin yarısının sahte delillerle tasfiye edildiğini belirterek “Yüzde 90’ı kurmay, yurt dışında görev yapmış, yüksek lisans eğitimli, dönemlerinin birincileri, donanmanın en güçlü savaş gemilerinin komutan ya da komodorlarıdır. Sözde amirallere suikast, Ergenekon, Kafes, Casusluk ve fuhuş davaları nedeniyle sahte belgelerle suçlanan kalan subay sayısı 300 civarındadır” diyor.Rehin alındılarTutuklu amiral Cem Gürdeniz “cezaevinde rehin tutulan bahriyelileri seçkin neslin altın vardiyası” olarak niteleyerek şunu söylüyor: “Deniz Kuvvetleri mensubu amiral, subay ve astsubayların tek suçu Deniz Kuvvetleri’ni 90’lı yıllardan sonra tek kelime ile kuantum sıçraması yaptıran üretken ve yaratıcı değerler arasında bulunmalarıdır. Onlar kansız bir baskının rehineleri olarak deniz tarihimizdeki yerlerini aldılar.”90’lı yıllar önemliSoğuk Savaş yılları sonrası açık denizlere çıkan Cumhuriyet Donanması’nı ne ekonomik krizlerin ne Gölcük depreminin yok edici enerjisinin durdurabildiğini belirten Gürdeniz’e göre Donanma özellikle 90 yıllardan itibaren tarihinde benzeri görülmemiş biçimde yükselmeye başladı. Ancak Gürdeniz bu yükselmenin göze battığını 2008’den itibaren akla hayale gelmeyecek komploların ve iftiraların hedefi olduğunu söylüyor.Asıl amaç engellemeGürdeniz bütün bunların hükümetin ve parlamentonun gözü önünde yaşandığını kaydederek “Asıl makro hedef Türkiye’nin denizcileşmesi ve bölgesel bir deniz gücü olmasının engellenmek istenmesidir. Sorumluluk mevkiinde olanlar bunu göremediler, görmek istemediler” diyor. Bu davaların yüzyılın en büyük komplosu olduğunu ileri süren Gürdeniz Genelkurmay’ı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığını da suçluyor.Auschwitz gibi“Önce yandaş medya oluşturuldu” diyor Gürdeniz ve ardından dış destekli asimetrik psikolojik harekât saldırılarının başladığını, her türlü yalan ve iftirayı yayma cesareti gösteren yandaş medyanın bir terör estirdiğini söyleyerek ekliyor: “11 şubat 2011 gecesi Türk hukuk tarihine Auschwitz tutuklamaları olarak geçti. Savunma hakkı verilmeyen 163 amiral, general dakikalar içinde tutuklandı. Sonrası kanser gibi büyüdü.”Geleceğe ipotekGürdeniz mektubunda bu sahte davalarla sadece seçkin denizcilerin tasfiye edilmediğini, aynı zamanda gelecek 40 yılın ipotek altına alındığını vurgulayarak “Türk Deniz Kuvvetleri’nden rahatsız olan dış mihrakların korkuları o kadar büyüktür ki sahte delil ve iftiralarla ucu açık davaları sürdürmekte ve bunlara yeni davalar ekleyerek bu uğurda hiçbir sınır tanımadıklarını da göstermektedirler” diyor.Hain ellerin cımbızıSözde ikinci casusluk ve fuhuş operasyonu ile tutuklanan denizcilerin içinde Türkiye’nin ilk milli gemisi Milgem’in mühendisleri, doktorları, bilim adamlarının yargılandığını hatırlatan Gürdeniz “Bu tasifye ve cezalandırmanın boyutunu gösteriyor. Bu davaların Stalin dönemindeki ‘grotesque’ mahkemelerden hiçbir farkı yoktur” diyerek bu denizcilerin hain eller tarafından cımbızla seçildiğini ileri sürüyor.Atlantik ittifakıGürdeniz en ilgi çekici söylemi ise üstü kapalı olarak NATO anlayışına vurgu yaptığı cümlelerde saklı. Şöyle diyor Gürdeniz; “Yurtsever subaylar sadece tasfiye ile cezalandırılmamış, ağır hapis cezaları da verilerek ‘Akdeniz’de, Ege’de ve Karadeniz’de ulusal çıkarlarınızı Avrupa Atlantik çıkarlarına üstün tutacak ulusal bir donanma varlığına girişmeyin, sonunuz Balyoz gibi olur’ mesajı da bize iletilmiştir.”Hangi çıkarlar engellendi?Gürdeniz daha sonra somut olarak Türk Deniz Kuvvetleri’nin bazı dış mihrakların hangi oyunlarını bozduğunu ve bunun üzerine hain bir saldırıyla karşı karşıya kaldıklarını anlatıyor. Gürdeniz’e göre Deniz Kuvvetleri’nin Ege ve Akdeniz’de etkinliğini artırma çabaları bu bölgede petrol arayan dış mihrakları çok rahatsız etti. Türk donanmasının etkinliği kırıldı ve Rumlar bölgede diledikleri gibi petrol aramaya başladılar.Ege’de tersine dönen durumAmiral Gürdeniz Kardak olayıyla sağlanan devlet uygulamalarının sulandırıldığını ve Yunanistan’ın cesaretlendirildiğini belirterek şunu söylüyor: “Yunanistan içinde bulunduğu zor ekonomik koşullara rağmen Türk Donanması’na artık meydan okuyabilmektedir. Yunanistan tek Euro bile harcamadan 50 yılda elde edemeyeceği üstünlüğü sağlamıştır. Çünkü Türk Donanması içerden vurulmuştur, tasfiye edilmiştir.”Boğazlar sorunuTürkiye’nin Montrö Sözleşmesi ve Deniz Kuvvetleri’nin öncülüğünde hassas dengeleri koruyarak bir barış denizi hâline getirdiği Karadeniz’de, NATO’nun sürekli operatif varlık göstermesine neden olacak füze savunma sistemine katılmak istemediğini vurgulayarak “Silivri ve Hasdal’da iki yıldır yatan amirallerin çoğunun Karadeniz’in bir istikrar denizi olmasını sağlayan uygulayıcılar ve fikir babaları olmaları tesadüf değildir” diyor.Savaş gemimizi yapıyoruzDeniz Kuvvetleri’nin kendi savaş gemisini yapabilen 14 ülke arasında yer aldığını kaydeden Gürdeniz “Sahte davalar ile artık mühendislerin hedef alınması, Havelsan Genel Müdürü’nün sahte belgelerle tutuklaması da tesadüfle açıklanamaz. Başlarına neler geleceğini gören genç mühendislerin de birer birer Bahriye’den ayrılmaları birilerini çok sevindiriyordur” diyor. Gürdeniz daha sonra çok çarpıcı bir tarihi gerçeği dile getiriyor.Anadolu’yu yenmek için...Tutuklu amiral Cem Gürdeniz, mektubunun sonunda şunu yazıyor; “Sonuç olarak Donanma kan kaybediyor. Türk halkı bunun orta ve uzun vadede neler doğuracağının gerçekleri ile yüzleşmelidir. Unutulmamalıdır ki, Anadolu’yu yenmek için önce donanmayı yok etmek gerekir. Tarih bunu böyle yazıyor.”Hepinize iyi haftalar dilerim.
Hayırlıııı olsuuuun. Sonunda “ithal vatanseverlerimiz” de geldi. Patriot’lardan söz ediyorum. İngilizce Patriot’un Türkçesi vatansever demektir. (Bilmeyenlere hizmet...)Güney ve Güneydoğu topraklarımızda Alman, Hollandalı, Amerikalı ve muhtemelen başka ülkelerden askerler var artık.İşgal değilse bile konuşlanıyorlar işte.Peki tezkere çıkarıldı mı bunun için?Hayır.Türkiye bu “vatanseverleri” kiraladı. Onun için tezkereye gerek yok herhalde.Süresi belli değil, belki bir yıl belki daha uzun.Niye? “Suriye’den bir tehdit yani füze gelirse” diye.Çünkü Türkiye’nin kendini savunacak füze savar sistemi yok.Vatanseverler bunun için kiralandı.Açıkçası bizde vatansever kalmadığı için olacak, kiraladık.Eh samanı da getirmiyor muyuz?Vatanseveri niye getirmeyelim?Elin vatansever fazlalığı varsa, biz de ucuz ucuz yararlanacağız, ne var bunda, mana aramayın yani.Gariptir, mana aramıyoruz ama, sormuyoruz da.Suriye bize füze mi atacak?Dünyanın öbür ucundan vatanseverlerin toplanıp cümleten topraklarımıza konuşlandığına göre demek ki Suriye füze atabilir.Suriye füze atarsa ne olur? Vatanseverler havalanır ve o füzeleri havada imha eder.Parantez açayım, deyin ki Suriye füze attı, bizim ordumuzun ruhu bile duymayacak, vatanseverleri dışarıdan kontrol eden Amerika bunu görecek, vatansever timinin başına talimat verecek o da tetiği çekecek, füze imha edilecek.Sonra bize dönecekler, “Verilmiş sadakanız varmış vallahi, yoksa başınızda bir füze patlacaktı” diyecekler.Yani ithal ettiğimiz vatanseverleri bile denetleyecek gücümüz yok, mal da onların, tetik de onlarda, bize ise “dua etmekten” fazla bir şey kalmıyor, ki bu da zaten günümüzün anlam ve önemine çok uygun.Şimdi bundan ders çıkarmalıyız artık.Vatanseverimiz olmadığı için vatansever ithal etmek geçici bir çözümdür.Maazallah ithal vatanseverler gittiğinde bir saldırıya uğrarsak bizi koruyacak vatanseveri nerede bulacağız.O halde aklın yolu bir.Kendi vatanseverimizi kendimiz yapacağız.Eğer kendi vatanseverimizi üretemezsek sonumuz hiç de hoş olmayabilir.Haydi bakalım; ey halkım, uyuma, uyutulmana izin verme.Gün vatansever üretme günüdür.Sonra “demedi” demeyin.*****Bu fıkraları kaçırmayınBu hafta Yıldırım Tuna’dan gelen fıkralar yine harika. İnanın okuyup başlıklarken bile kendimi tutamayıp çok güldüm.Zorunda mıyım?Liseye giden oğlan akşam yemeğinde masada “Erkek arkadaşlarımdan biri bana ‘Sen totoşsun’ diyor” demiş. “Neee? Senden istediğim yarın gidip o ahlaksızın suratının tam ortasına yumruğunu patlatman” demiş babası sinirlenerek. “Zorunda mıyım babiş..” diye cevap vermiş oğlan, “O kadar güzel gözleri, o kadar harika bir yüzü var ki!”İşte buradayımYıllardır her hafta sonu birlikte balık avlamaya giden 4 arkadaştan birinin karısı artık dayanamayıp ağırlığını koymuş ve kocasını göndermemiş. Diğer üçü mecburen birlikte gitmişler. Kamp yerine vardıklarında bir bakmışlar ki dördüncü arkadaşları çadırı kurmuş, çayı demlemiş bekliyor.. Hayli şaşırıp bu işin nasıl olduğunu sormuşlar. “Valla dün gece karım ‘Grinin 50 tonu’ kitabını bitirdikten sonra beni yatak odamıza sürükledi” diye anlatmaya başlamış adam, “Yatağın üzerinde ipler, kelepçeler vardı. ‘Beni yatağa bağla’ dedi. İstediğini yaptım. Daha sonra bana ‘Şimdi ne istersen yapabilirsin..’ dedi. Ben de tabii ki buradayım işte..”Eski aşkEski defterleri karıştırırken yıllar geçse de hatırımdan hiç çıkmayan o müthiş güzel kız arkadaşımı telefonla aradım. Epey konuştuk, birlikte yaşadığımız müthiş geceleri andık. O, “Tekrar buluşup o ateşi canlandırsak mı?” diye sorunca kalbim heyecanla çarpmaya başladı. “Beni son gördüğünden beri hayli yaşlandım ve hiç saçım kalmadı..” dedim. “Hiç önemli değil” diye kıkırdamaya başladı. “Göbeğim de var ama” diye ekledim, güldü, “Saçmalama” dedi, “Göbekli, yaşlı ve kel erkekler çok daha seksi olurlar.. Hem sen de beni 15 yıl önceki gibi tahayyül etme.. Ben de yaşlanıp epey kilo aldım hani..” Anında kendime gelip telefonu “Pat” diye o tipi kaymış yaşlı şiskonun yüzüne kapattım..İntiharKomiser: Tam olarak ne olduğunu bana ayrıntılarıyla anlatır mısınız?Adam: Karımla birlikte yaşadığımız uzun yıllar ikimizi de sıktı ve beraber intihar etmeye karar verdik efendim. Önce o kendini öldürdü. İnanır mısınız o an birden kendimi rahatlamış, ümit dolu hissetmeye başladım ve hemen vazgeçtim efendim.*****Gani Yıldız’danUluslararası ilişkilerdeki hamlelerimizle Amerika’nın dış politikasında “hesaba kattığı ülke” konumuna gelmişiz. Bu kadarla kalsa iyiydi, aynı zamanda “hesabı ödettiği ülke” olduk!***Enerji Bakanı Taner Yıldız, “Evde kazak giyilirse daha ucuza ısınılır” demiş. Anlaşıldı, başımıza çorap örmeyen doğal gaz faturası için kazak öreceğiz.***İnşaat firmalarının gösterişli projelerinde “Venedik teması” çok kullanılıyor. Tamam da bunun için o kadar para harcamaya gerek yok; TOKİ’nin yaptığı evler ilk yağmurda Venedik’i ayağınıza getirir!***Bize miras kalan tarihi binaları koruyamayanlara sesleniyoruz; onlar zaten birer tarih, yanıp tarih olmalarına gerek yok!***“Salı sallanır” lafı ilk nereden çıktı, bilmiyoruz. Ancak siyasi partilerin grup toplantılarında esip gürleyen liderleri dinleyince bu aralar Salı’nın neden “sallandığı” anlaşılıyor..***İşsizliğin haritası çıkarılmış. Sorunun çözümünde iyi bir adım. İş bulmaya giden yolun haritası da çıkarılırsa bu iş tamamdır..
Zamanında Süleyman Demirel çok yapardı. Halkın çok bilmediği bir kelime, tanım ya da deyimi kullanır, ondan sonra gazetelerde bu sözler üzerine haberler yorumlar başlardı.Örneğin “Bu bühtandır” demişti Demirel, günlerce tartışılmıştı. Bühtan kara çalma, iftira atmak demek.Sadece Demirel mi, siyasette pek bilinmeyen kelimelerle gündem yaratmak âdettendir. Erbakan’ın “Kadayıfın altı kızardı” deyimi de unutulmazlardandır.Başbakan Erdoğan ise bu kez farklı bir şey yaptı. Herkesin bildiği bir kelimeyi kullandı, ama farklı bir anlamda.Şöyle dedi: “Şeytan secde etmedi. ‘Beni ateşten, onu çamurdan yarattın’ dedi. İşte ırkçılık budur. Irkçılık asabiyet, asabiyetse şeytandandır. Diğerlerini aşağılamak şeytandandır. Biz başka yerden kaynak aramayacağız. Bize şeytanın başlattığı ırkçılık duygusunu aşılamaya çalışanlardan, ‘Recmedilmiş şeytandan Allah’a sığınırım’ diyerek uzak duracağız.”Neredeyse bütün gazeteler ve TV kanalları haberi “asabiyet şeytandır” başlıklarıyla duyurdu. Manasını kimse belirtmedi.Bir gün sonra bazı gazeteler haberlerinde bazı yazarlar da köşelerinde “asabiyet” kelimesine gönderme yaparak Başbakan’a yönelik “eskiden öfke hitabet sanatıdır diyordu, şimdi asabiyetin, sinirliliğin şeytan olduğunu söylüyor” diye yazdılar.Bu haber ve yazılar üzerine yandaş medyada bir alay furyası başladı. “Vay cahiller, asabiyetin İbni Haldun’un bir nazariyesi olduğunu bile bilmiyorlar, asabiyeti sinirlilik zannediyorlar” demeye başladılar.Ardından Hüseyin Çelik çıktı çok alaycı bir ifadeyle “Asabiyeti hiç duymadı mı bu cahil adamlar? Asabiyet Arapça bir kelimedir. Baba tarafından akrabalara düşkünlük, kabileye düşkünlük, aşiretinize düşkünlük, milliyetinize düşkünlük ve onlar dışındakileri ötekileştirmedir. Başbakan’ın kullandığı asabiyet kelimesi ırkçılıktır. Bunu ayıramayan bir insan gazeteci olabilir hele bir gazete manşet yapabilir mi? Gazetecilik adına cehalet örneğidir” dedi.Bir yazar da konuyu bilimsel olarak anlattı. Dedi ki; “Günümüzün sosyal bilimcileri tarafından ‘ilk sosyolog’ diye selamlanan İbn Haldun 14. yüzyılda kaleme aldığı Mukaddime isimli meşhur eserinde “aynı toplumsal gruba aidiyetin insanlar arasında oluşturduğu bağlılık duygusundan” bahseder. Tunuslu düşünürün “asabiyet” olarak adlandırdığı bu duygu toplumsal dayanışmayı ortaya çıkararak yabancı topluluklara karşı savaşma gücü verir topluma.”Doğru mu? Elbette doğru.Ama elinizi vicdanınıza koyun; asabiyet kelimesini duyduğu anda “Bu sinirlilik değil, İbni Haldun’un nazariyesidir, soya, sopa, aileye aşırı düşkünlüktür” diyecek, diyebilecek kaç kişi bulursunuz?Çok bilinen ve çok kullanılan bir kelimenin farklı anlamı ilk anda kimin aklına gelir?Prof. Kerem Doksat’la konuştum, o konuya başka açıdan yaklaşıyordu. Dedi ki “Evet, asabiyet deyince herkesin aklına ilk olarak sinirlilik gelir. Ama aydın olduğunu, entelektüel olduğunu söyleyenler en azından hemen balıklama atlamamalı. İlk kez Başbakan’ı bir konuda haklı buldum” dedi.Kerem Doksat da haklı.Çok merak eden varsa, asabiyetin soya sopa aşırı bağlılık anlamında kullanıldığını ve bunun İbni Haldun’un bir nazariyesi olduğunu bilmiyordum. Bu sayede bilgi dağarcığıma yeni bir şey eklemiş oldum.Ama şunu da söyleyeyim, asabiyetin diğer anlamını bilmemek de tek başına cahil olmak demek değildir.*****Yeni yasaklarSevgili dostum Kandemir Konduk’un yıllar önce yazdığı Metin Akpınar- Zeki Alasya çiftinin Devekuşu Kabare Tiyatrosu’nda sergilenen “Yasaklar” oyunu fırtınalar estirmişti. O tarihlerde henüz ileri demokrasiye geçmediğimiz için siyasetçiler kendilerini yerden yere vuran bu oyunu keyifle ve kahkahalarla izleyecek medeni davranışı gösterebiliyordu.Derken “ileri” demokrasiye geçtik, mizah önce yavaşladı sonra ölmeye yüz tuttu. Ama mizahın ve mizah sanatçısının damarlarında akan kan durmuyor işte. Onca suskunluktan sonra Kandemir Konduk yine kolları sıvamış ve bu kez “Yeni yasaklar”ı yazmış.Usta oyuncularla yeni yetişen sanatçıları bir güzel harmanlayıp ortaya hem güldüren hem de düşündüren bir eser çıkarmış.Tiyatro binası bulmak zor olduğu için oyun kalıcı bir sahnede sergilenemiyor. Bu nedenle programı vermem çok zor. Ama internetten ya da Biletix’ten programı alabilirsiniz. Sakın kaçırmayın derim.*****AİHM’in yıllık verilerine göre, ifade özgürlüğü ve adil yargılama konusunda en çok mahkûm olan ülkeymişiz. “Demokrasimiz ilerliyor” diyoruz ama anlaşılan parçası olmak istediğimiz Batı’ya doğru değil... (Gani Yıldız)*****Fakıbaba efsanesi bittiŞanlıurfa Belediye Başkanı Ahmet Fakıbaba’yı hiç tanımadım. Ama hangi partiden olursa olsun kendisini tanıyanlardan hep övgü dolu sözler duydum.CHP’lisi de MHP’lisi de Fakıbaba’dan söz ederken “Kimseye benzemez, çok çalışkandır, vicdan ve ahlâk sahibidir” diyordu.Ahmet Fakıbaba Refah çizgisinden gelen bir isim. Kendisini hiç inkâr etmemiş bugüne kadar. Son yerel seçimlerde AKP adayı olacaktı ama kendi partisinden bazı kişilerin engellemesi üzerine isyan etti, bağımsız aday olmaya soyundu.Başbakan Erdoğan’ın öfkesine bile direndi, onun “Bu trenden inen bir daha binemez” sözlerine de aldırmadı.Fakıbaba’yı halk seviyordu, AKP’ye rağmen yine onu seçtiler.Şimdi yerel seçimlere bir yıl kala Fakıbaba partisine döndü. Söylenen bütün lafları yaladı yuttu. “Siyasettir bu, her şey olur” sözü doğrudur da, işte “namuslu, vicdanlı, ahlaklı” olmakla ünlenen bir isme bu yakışmıyor.Fakıbaba’nın bu kez bir kazaya uğramadan görevine devam etmek için taviz vermesi kendisini sarmalayan efsaneyi de bitirdi.Fakıbaba yine başarılı bir belediye başkanı olacaktır belki, ama en azından benim zihnimdeki itibarı artık yoktur.*****Günah keçisi: Elektrik kontağıÜst üste üç üzücü yangında üç tarihi binamız tahrip oldu. Kapalıçarşı, İl Milli Eğitim Müdürlüğü binası ve son olarak Galatasaray Üniversitesi’nin tarihi binası. Her üç yangında da ve pek çoğunda suçlu olarak hep “elektrik kontağı” gösteriliyor. Büyük inşaatlarda elektrik işleri yapan bir arkadaşım aradı, “Bu elektrik kontağı sözü bize göre yanlış” dedi. Sonra anlattı:“Çünkü artık binalarda otomatik sigortalar kullanılıyor. Yüklenme olduğu an sigorta otomatik olarak atar. Bize göre yangınlar elektrik kontağından değil, hatalı elektrik döşemelerinden ve kötü kalite kablolardan oluşuyor.”Tarihi veya eski binaların elektrik tesisatlarının sürekli kontrol edilmesi gerektiğini söyleyen bu arkadaşım “Bakımları iyi yapmıyorlar, kötü malzeme kullanıyorlar, sonra suçu zavallı elektrik sigortasına atıyorlar” diyor.
Kamuoyunun kafası iyice karıştı. “İmralı süreci” deniliyor ama bu aslında PKK terör örgütünün hapisteki lideri ile sürdürülen pazarlık. Ne konuşulduğu, iktidar yetkililerinin ne önerdiği, Apo’nun ne istediği bilinmiyor.Bu zaten yeteri kadar kafa karıştırıyor.Üstüne bir de Başbakan’ın son birkaç gündeki özel sözleri eklendi. Başbakan “Kürt sorunu yoktur” diyor örneğin. Silah bırakana kadar operasyonların süreceğini söylüyor. Bir yandan KCK operasyonları aynen devam ederken diğer yandan Kandil Dağı’nın da içinde bulunduğu bazı terör örgütü hedefleri bombalanıyor.Bunlar da çok kafa karıştırıyor.Bütün bunlar olurken, Türk medyasının neredeyse tamamı da “Yaşasın nihayet barış geliyor” türü başlıklarla, özünde yine içi boş yeni bir açılımın müjdesini veriyor. Kafalar karışmasın da ne olsun?Elbette artık Türkiye’de herkes Güneydoğu’daki terör olaylarının bitmesini, asker ve polislerimizin şehit olmamasını, masum insanların terör belasına kurban edilmemesini yürekten istiyor. Ki zaten bu nedenledir ki, halkın önemli bölümü bir terör örgütüyle Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi pazarlıklara başlamasını sineye çekiyor, fazla tepki göstermiyor.Ana muhalefet partisi de bu süreçte “iyi niyetli” bir tutum takınarak “hükümete kredi açtığını” ilan etti, eğer sonuç olumlu olacaksa teröristlerle pazarlığa destek vereceğini bildirdi. Ancak ne gariptir ki, Başbakan bu desteği elinin tersiyle ittiği gibi bir de muhalefetle alay etti.Bu aşamada CHP, madem terörün bitmesi için teröristlerle pazarlığa bile razı geliyor, o halde çıtayı biraz daha yükseğe çıkarmalı.İktidar teröristlerle yapılan pazarlıklar hakkında hiçbir bilgi vermiyor. Tam tersine, yandaşları aracılığı ile “her şey çok iyi gidiyor” propagandası yaparak aslında bilgi kirliliğine neden oluyor.CHP de iktidardan bilgi alamıyor çünkü Başbakan’ın böyle bir niyeti yok. O halde CHP bir heyet kurup İmralı Adası’na göndersin ve Apo ile direkt temas kurarak “ne istediğini” ve “iktidarın ona ne teklif ettiğini” birinci ağızdan öğrensin. Sonra da bunu kamuoyuna açıklasın.Kimileri “CHP teröristle nasıl görüşür?” diye tepki gösterebilir. Oysa buna hiç gerek yok. CHP teröristle neler konuşulduğunu, hangi tavizlerin verildiğini öğrenip açıklayarak, Türkiye’nin ileride başına açacağı dertlerin önüne şimdiden geçebilir.Kısacası CHP gerçeği ortaya çıkarmak zorundadır.*****‘Adalet Sizsiniz’ mutlaka görülmeliRutkay Aziz’i ilk kez 70’li yıllarda Ankara Sanat Tiyatrosu’nda izlemiştim. Dimitrof’un savunmasıyla ilgili bir oyunda canlandırdığı karaktere hayran kalmıştım.Yıllar geçti, Rutkay Aziz nedense tiyatrolarda fazla görünmedi.Şimdi Taner Barlas’la birlikte geri döndü. Üstelik muhteşem bir dönüş yaptı.Tek perdelik “Adalet Sizsiniz” oyunu gerçekten görülmeli.Öykü tarihe mal olmuş ve birbirinden yüzlerce yıl aralıklarla yaşanmış ibretlik üç mahkemeyi anlatıyor.Milattan önce 5. yüzyılda Atina’da, Beş Yüzler Meclisi’nin ölüme mahkûm ettiği düşünür Sokrates, 1633 yılında Roma’da, Engizisyon’un müebbet hapse mahkûm ettiği bilim adamı Galileo ve 1927 yılında Boston’da, bir mahkemenin ölüme mahkûm ettiği iki İtalyan göçmen işçi Sacco ile Vanzetti’nin hikâyeleri anlatılıyorRutkay Aziz ve Taner Barlas mahkemeleri temsil eden kukla dekorları kullanarak ortaya muhteşem bir oyun koyuyorlar.Ümit Denizer’in kaleme aldığı ve tam adı “Adalet, Sizsiniz (Sokrates, Galileo, Sacco, Vanzetti)” olan oyunun; sahne tasarımı ve kostümleri Metin Deniz tarafından hazırlanmış, kukla uygulamaları ise Bülent İşcan’ın eseri.Rutkay Aziz Taner Barlas ikilisine İzmir’de rastladım. İzmir’in meşhur çöp şişini yerken tiyatro üzerine de sohbet ettik.Oyun büyük ilgi görmüş. İzmir’den sonra Aydın ve Çanakkale’ye gidecekler ve bugün de Ankara’da olacaklardı. Uğur Mumcu’nun ölüm yıldönümü nedeniyle iki özel gösteri yapacaklar.Rutkay Aziz “CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na da davetiye gönderdik, umarız o da gelir oyunumuzu izler” dedi.Bana gelince, oyunu çok beğendim. Hiçbir slogana yer vermeden, zoraki bir mesaj kaygısı taşımadan, tarihten bu yana düşünen, üreten, halka hizmet etmeye çalışan insanların egemenler tarafından düzmece mahkemelerle nasıl mahkûm edilmeye çalışıldığını o kadar güzel sergiliyorlar ki.Bütün masum sanıklar elbette yaşadıkları dönemlerde çok eziyet çekmişler. Ama onlar bugün hâlâ anımsanıyor, anılıyor, onları mahkûm eden egemenlerin kim olduğunu ise bilen yok.*****Silivri Devlet Hastanesi’nde Ergenekon sanığına çay yokBilgiyi Silivri Devlet Hastanesi’nde çalışan bir görevliden aldım. Başhekim emir vermiş, Silivri Cezaevi’nden sevkedilen Ergenekon ve benzeri davaların sanığı olan kişilere yakın ilgi ve saygı göstermek, isteseler bile çay vermek yasaklanmış.Son olarak hastaneye giden eski Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ beklerken görevliye “Bir çay içmemiz mümkün olabilir mi?” diye sormuş.Görevli “Bir sormam lazım” cevabını verince, Başbuğ durumu anlayarak “Bırak, hiç sorma durup dururken senin de başın derde girmesin, çay da içmeyiverelim” demiş. Kendini iktidara iyice kaptıran kimi kamu görevlilerinin ahlâk ve vicdan durumunu görüyor musunuz?*****İzmir’de eksik kalanlarDünkü yazımda İzmir’de belediye hizmetlerinin kötü olduğu söyleminin büyük haksızlık olduğunu yazmıştım. Yazım üzerine mesaj gönderen İzmirli okurum Atalay Tuna bakın ne diyor:Sayın Ataklı; Karşıyaka’daki söyleşiye bizde katıldık. İzmir yazınız eksik kalmış.Sahilinde bira içebileceğiniz kaç kent kaldı?Doğal yaşam parkı olan kaç kent var?Metrosunu kendi parası ile yapan kaç kent var. (Tüm engellemelere rağmen.)Kadınların özgürce gece dolaştığı kaç kent var?Esas önemli olan kısım bunlar.Kaleminiz eksik olmasın. Sevgiler.
Tarihler 15 Kasım 2012’yi gösterdiğinde İzmir’de şok bir gelişme yaşanmıştı.İzmir’de sürdürülen “eskort kızlarla fuhuş, şantaj ve casusluk” soruşturması nedeniyle Deniz Kuvvetleri’nin üçüncü adamı olarak tanımlanan Deniz Kuvvetleri Komutanlığı Kurmay Başkanı Koramiral Veysel Kösele mahkeme tarafından tutuklanmıştı.Veysel Kösele savcılık tarafından “Gürcistan ile TSK arasında yapılan anlaşmalar, gizli görüşmeler, askeri personele dair fişleme tutanaklarını saklamak ve yabancı güçlere vermekle” suçlanıyordu.Haber kamuoyunda da Silahlı Kuvvetler’de de büyük şaşkınlık yaratmıştı.Çünkü zaten 5 koramirali olan Deniz Kuvvetleri’ndeki üç koramiral tutuklu duruma düşmüştü.Ancak Veysel Kösele’nin tutukluluğu çok sürmedi ve üç gün sonra serbest bırakıldı. Kösele tekrar görevinin başına döndü.İşte bu süreçte çok ilginç gelişmeler yaşanmış.Önce Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Murat Bilgel Genelkurmay Başkanı’nı arayarak “Benim hemen altımdaki komutan tutuklandı, bu durumda benim de istifa etmem gerek, bu görevi sürdürmem olanaksız” demiş.Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel “Hemen istifa etme, dur, ben bakacağım” demiş. Özel Adalet Bakanı Sadullah Ergin’i arayarak “Bu çok fazla oldu. Ayrıca tutuklanan komutan bize çok yakın bir isim, bunda bir hata olmalı” demiş.Sadullah Ergin “Bu konu beni aşar, gideceğiniz kapı ben değilim, Başbakan’la görüşmeniz daha doğru olur” diyerek Orgeneral Necdet Özel’i kibarca reddetmiş. Deniz Kuvvetleri’ndeki kaynaklara göre Özel Paşa daha sonra Başbakan’la görüşmesinde durumu kendisine anlatmış.Üç gün sonra da mahkeme Veysel Kösele’nin “delilleri karartma ve kaçma tehlikesi olmadığı” gerekçesiyle serbest bırakılmasına karar vermiş.Kösele hakkında dava açılıp açılmayacağı henüz belli değil. Ancak Genelkurmay’ın daha önce yaptığı bir açıklamaya göre Kösele casusluktan değil “Devletin güvenliğini veya iç veya dış siyasal yararları bakımından, niteliği itibarıyla, gizli kalması gereken bilgileri elde etmek” suçlamasıyla yargılanacak.Dün açıklanan iddianamede Veysel Kösele de sanık olarak görünüyor. Kösele hakkında örgüt üyeliği ve gizli belgeleri bulundurmak iddiasıyla dava açılmış durumda.Deniz Kuvvetleri’ndeki kaynaklarım “Veysel Paşa’nın tutuklanmasına çok şaşırmıştık. Çünkü Komutan’la çok uyum içinde çalışan, Balyoz, Ergenekon ve casusluk davaları nedeniyle tutuklanan subayların arkasında hiç durmayan, durmadığı gibi bazı bilgi ve belgeleri de savcılığa verdiğinden şüphelendiğimiz bir amiraldi. Nitekim hemen serbest bırakıldı. Sanıyoruz olay aslında bir tür iç hesaplaşma nedeniyle yaşandı. Birileri uyarıda bulundu, ama buna rağmen sanık olması da manidar” dediler.İzmir’de devam eden fuhuş ve casusluk davası çok ilginç bir dava. İddianamesi dün açıklandı. 1900 sayfalık iddianamede 831 mağdur, 196 şikâyetçi ve 357 sanık var.Bu soruşturma da tıpkı diğerlerinde olduğu gibi yine isimsiz bir ihbarla başlatılmıştı.İzmir Emniyeti’ne, 2009 yılında e-posta ile gelen bir ihbar üzerine başlatılan soruşturma sonunda 59’u subay olan 93 kişi tutuklanmıştı. Eğer Veysel Kösele mahkûm olursa Deniz Kuvvetleri 2017’de kuvvet komutanı olacak bir oramiral bulamayacak.Bu garip davada adı geçen subayların yaşadığı dramı Mustafa Mutlu’nun köşesinde pazar günü okumuştunuz.*****Onun adı ‘palindrom’muşPazar günü okurlarımdan Çevik Çakmur’un gönderdiği “tersinden okunduğunda da aynı olan” cümleleri yayınlamıştım.Ben bilmiyordum, yine okurlardan Kenan Alever’in mesajından bunlara “palindrom” dendiğini öğrendim.Bu okurum palindromlara çok meraklı olduğunu ama bu kadar çok sayıda cümle ile karşılaştığına da şaşırdığını belirttikten sonra “hayli uzun” olan bir cümleyi de eklemiş. O da şu; Ana dideme de hazine kredili derken izah edemedi dana.*****Bulgar Türkü değilBu köşede dün yazdığım “Atatürk’ü bırak İslami politika izle” başlıklı yazıda Bulgaristan’da yaşayan Türkler için “Bulgar Türkü” tanımını kullanmıştım.Yazımı okuyan pek çok Bulgaristan göçmeni arayarak “Biz Bulgar Türkü değiliz, biz Bulgaristan’da yaşayan Türklerdik, orada kalanlar da Bulgar Türkü değil Bulgaristan’da yaşayan Türklerdir” diyerek üzüntülerini ve tepkilerini dile getirdiler. Çok haklılar. Bir anlık ihmalim sonucu ne yazık ki bu tanımı kullanmış oldum.Hepsinden özür dilerim.*****İzmir’e büyük haksızlık yapılıyorİzmir’e çok gittim ama hiçbirinde bir günden fazla da kalmadım. O nedenle kentle ilgili gözlem yapma şansım da çok olmadı. Ancak medyada adeta kampanya hâlinde sürdürülen “İzmir Belediyesi çok başarısız, halk memnun değil ama İzmir’i AKP’ye kaptırmamak için mecburen CHP’ye oy veriyor” söylemine ister istemez ben de inandım.Geçen hafta sonu İzmir’deydim biliyorsunuz. İki günde iki ayrı etkinliğe katıldım, ama arada kalan uzun sürelerde sevgili avukat dostum Murat Ergün’ün arabasını kullanarak kent içinde saatler boyu gezme şansı yakaladım.Gözlediğim kadarıyla “İzmir’de CHP’li belediyeler çok başarısız” söylemi tam bir karşı propaganda ve doğru değil. Nüfusu milyonları bulan her kent gibi elbette İzmir’in de ciddi sorunları var, çarpık kentleşme, gecekondulaşma, trafik sıkıntısı burada da kendini gösteriyor ama belediyecilik açısından hiç de başarısız değil.Kentin her tarafı pırıl pırıl, geniş yollar, yüz binlere hitap eden park alanları, gençler için oyun sahaları, kültür ve sanat etkinliklerinin yapılabildiği tesisler var.Metro nedeniyle bazı semtlerde büyük şikâyetler olmuş, ama bittiği için sorun kalmamış. Ayrıca metro sistemi yararlı olduğu gibi görsel olarak da çok modern, istasyonlar güzel.Pek çok İzmirli ile sohbet ettim. Samimi biçimde daha iyi hizmet alabilmek için şikâyet edenler vardı elbette ki bu normal. Ancak çoğunluk İzmir’in temel sorunlarının iktidarın duyarsızlığından kaynaklandığını söylüyor.Nitekim AKP’den muhtemel adayların da sık sık “Biz gelirsek İzmir’i bambaşka yaparız” diyerek aslında konunun iktidarın bir tür intikam amacıyla İzmir’i ihmal etmesi olduğunu itiraf ediyorlar.*****Soru: Başbakan’ın, “Şubatta atama yoksa oy da yok” diyen öğretmene cevabı, “O oy senin olsun”un muhtemel devamı nasıldır? Cevap: “Bize, yıllardır atanmadığı halde oy vermeyecek öğretmen mi yok!” (Gani Yıldız)