Kelimelerle keyifli oynamalar

12 Ocak 2013

Okurlardan Sabahattin Gökkaya gönderdiği mesajda bazı kelimelerin özelliklerini sıralamış. Bir pazar günü hepinize keyif vereceğini düşündüğüm bu kelimeleri sizlerle paylaşmak istiyorum. Tabii başka bir yerde ya da internette yayınlanmış olabilir. Ama fark etmez ilk kez okuyan için çok neşeli olacağını sanıyorum:En uzun kelime: Muvaffakiyetsizleştiricileştiriveremeyebileceklerimizdenmişsinizcesine..TDK’daki en uzun kelime: Kuyruksallayangiller.Art arda çifter çifter en çok harf bulunduran kelime: Maatteessüf..En uzun bir sesli bir sessiz giden kelime: Mücadelecileşiveremeyebileceğimizin..Harf tekrarı içermeyen en uzun ekli kelime: Hüpletiyormuşsanız ve hödükleşmiyorsanız..Harf tekrarı içermeyen en uzun eksiz kelime: Konseptüalizm..Sadece bir harfi farklı olan en uzun eksiz kelime çifti: Mahrumiyet, mahkumiyet..Alfabemizin ilk 14 harfi ile yazılan en uzun kelime: Affedicideki..Alfabemizin son 14 harfi ile yazılan en uzun kelime: Tutuşturtuşumuzunmuş..En uzun kısaltma: İYSSKSİİD (İş Yerinde Sağlık, Sağlık Korunması ve Sigorta İle İlgili Danışma (Komitesi)..En çok anlamı olan kelime: Çıkmak (TDK’da 58 anlamı sayılmış)..Aynı kökene sahip olup en çok farklı şekilde kullanılan kelime: Hakan, han, kaan, kağan..En çok anlamdaş: Tuvalet, ayakyolu, memişhane, apteshane, kenef, hela, yüz numara, kademhane..Atasözleri ve deyimlerEn uzun atasözü: Abdal ata binince bey oldum sanır, şalgam aşa girince yağ oldum sanır.En kısa atasözü: Aç ayı oynamaz. En uzun sıfat-deyim: Huyu huyuna suyu suyuna uygun. En uzun fiil-deyim: Dimyat’a pirince giderken evdeki bulgurdan olmak. En uzun söz-deyim: Geline oyna demişler, yerim dar demiş; yer göstermişler, yenim dar demiş.Özel isimlerEn uzun ad: AbdulmuttalipEn uzun soyad: Kocakethüdaoğullarından En çok kullanılan ad: Hasan, Hüseyin, Kerem, Uğur, Arda En sık rastlanan ad soyad: Mehmet YılmazEn sık rastlanan aynı ad soyad: Yılmaz YılmazEn uzun il adı: AfyonkarahisarEn uzun ilçe adı: ŞereflikoçhisarEn uzun cadde, sokak adı: Profesör Doktor Muammer Aksoy Caddesi*****Haftanın fıkralarıYıldırım Tuna’nın fıkralarıyla hepinize neşeli haftalar..Kötü haberBugün karımın kayboluşunun 1. haftası doldu. Komiser beni karakola davet etti ve elini omzuma koyarak “Kendinizi şimdiden en kötü sonuca göre hazırlayın” dedi. Bunun üzerine ben de karımın geçen hafta Kimsesizler Yurdu’na hibe ettiğim elbiselerini gidip geri istedim!Slikonİlkokul öğretmeni derste öğrencilerine imkânları olsa dünyadaki ‘Kıymetli elementlerden hangisine ve neden sahip olmak istediklerini’ sormuş. Johnny “Altın” demiş “Çünkü çok para eder ve kendime bir Ferrari alırdım!” Susie “Platin” demiş “Çünkü altından çok daha kıymetli. Bende olsa hemen bir Porshe alırdım!” Billy “BenceSilikon” diye atılmış. “Neden yavrum?” diye sormuş öğretmen. “Çünkü öğretmenim” diye başlamış Billy, “Teyze-min yan yana iki torba silikonu var. Evinin önündekiFerrari’leri, Porsche’leri görmelisiniz!”SaatAdam gece yarısı arkadaşlarıyla toplandığı bardan dönmüş. Eve girip yatak odasına sallanarak girince “Sarhoşsun..” demiş karısı. “ Değilim..” diye cevap vermiş adam. “ O zaman hadi saate bakıp da söyle bakalım” demiş karısı. “Bana bak saat..” demiş adam, ellerini beline koyup saate doğru dönerek, “Ben sarhoş falan değilim!”SüpürgeYılbaşına saatler kala evinin temizlenmesi için mağazadan süpürge alan kadın kasadaki uzun kuyruğun yavaş hareket etmesine müthiş sinirlenmiş. Söylenip yapmadığını bırakmamış. Sıra kendisine gelip de kasiyer adam süpürgesinin barkodunu okutunca “Ohh, çok şükür yeni yıl gelmeden eve ulaşabileceğim” demiş. “Merak etmeyin bayan” diye cevap vermiş kasadaki adam, “Süpürgeniz yepyeni, kuyruk tarafınızdan da iyi bir rüzgar yakalarsanız şak diye evinizdesiniz!”Farklı anlamlarZIMBIRTIKadın: Arabanın içinde bulunan her hangi bir parça.Erkek: Sutyenlerin arkasındaki kopça.SAVUNMASIZ KALMAKadın: Birinin diğerine içinden geldiği gibi davranıp açık olması.Erkek: Rakip takıma karşı ceza sahasında 1’e 3 yakalanma.UZAKTAN KUMANDAKadın: TV’yi bir banttan diğerine aktaran alet.Erkek: Her 5 dakikada tam 375 kanal değiştirmeye devam eden aygıt.SORUMLULUKKadın: Bir aile kurabilmenin ilk şartı.Erkek: Sevgilisinin yanısıra eşini asla ihmal etmeme durumu.İLETİŞİMKadın: Karşısındakiyle diyalog kurabilme özelliği.Erkek: Bir yere giderken buzdolabı kapağına yapıştırılan not.EĞLENCEKadın: Sinema, tiyatro, bale, opera.Erkek: Rakı sofrasında konuşulan her şey*****Gani Yıldız’danŞanlıurfa’da bir sınıfta 133 öğrenci eğitim görüyormuş. Anlaşılan 4+4+4’ü düşünenler, oluşacak 4+4+4+4 sınıf mevcutlarını hesaba katmamış!***Sadri Alışık’ın “Turist Ömer Boğa Güreşçisi” filmindeki bir sahnede dekolte mozaiklenmiş. Bu sansür, filmin isminde değişikliğe sebep olur: “Turist Ömer Orta Çağ’da.”***Futbol hakemlerimize eğitim vermeye gelen bir hakem hocası, “Böyle centilmenlik dışı bir lig görmedim” demiş. Haline şükret hoca. Sen görüp gidiyorsun, ya biz ne yapalım? ***Selde yıkılan köprüde vatandaşların ölmesini “Köprülerin güçlendirilmesi açısından hayırlı oldu” şeklinde yorumlayan belediye başkanının varlığı ülke açısından pek hayırlı olmasa gerek!***Bu ülkede işçiler bir sefer de “gözden kaçan” bir detay yüzünden ölse neredeyse sevineceğiz. Arkadaş bütün ölümler mi “göz göre göre” olur?

Devamını Oku

YÖK’te ortaya saçılan tüm pislikler kayda geçmiş olanlar, ya diğerleri?

11 Ocak 2013

Redhack adında, kimliği bilinmeyen bir internet grubu var. Kaç kişidirler, örgüt gibi mi çalışıyorlar, birilerinden emir ve talimat alıyorlar mı, maddi olanakları nasıl sağlanıyor, bunların hiçbiri bilinmiyor. Bilinen, bilgisayar dilinde “internet korsanı” anlamına gelen bir “hacker” grubu oldukları. Yani “kırıcılar” demek.Kırıcılıkları şu; bilgisayar dünyası sayısal sisteme dayandığı için olanakları da sonsuz. Bilgisayar sisteminde tuttuğunuz bilgileri ne kadar korumaya çalışırsanız çalışın, şifre üzerine şifre koyun, sayısal sistemin gereği eninde sonunda birileri bu şifreleri çözüp bilgilerinize ulaşabiliyor.Şu ana kadar hiçbir kurum “asla kırılamaz” denilen bir koruma sistemi bulamadı.Kırılması “neredeyse” olanaksız denilen şifre sistemleri kullanan çok gizli devlet kuruluşları var. Örneğin CIA, FBI, NSA, Mossad hatta bizim MİT kendi sistemlerini korumak için olağanüstü harcamalar yaparak şifre zincirleri kuruyorlar. Ama bunların da bir gün kırılmayacağını kimse söyleyemiyor. Sistem sadece çok karmaşık hâle getirilerek “kırılma” zorlaştırılıyor o kadar.İşte Redhack, ki bütün korsanlarının Türk olduğu varsayılıyor, şu ana kadar birçok önemli kurum ve kuruluşun bilgisayar sistemine sızmayı başardı.Bu çocukları (çocuklar diyorum çünkü genç olsalar gerek, bu iş yaşlıların işi değil) kimse yakalayamadı bugüne kadar. Birkaç şüpheli ele geçti ama boş çıktı ya da yakalananlarla ilgili kanıt bulunamadı.Red Hack son olarak YÖK’ün sistemini kırdı ve oradaki tüm bilgelere sızdı. Ele geçen bilgiler arasında çok sayıda yolsuzluk, hırsızlık, usulsüzlük dosyası da var.Şimdi YÖK ayakta. Bunları haber yapan medya kuruluşlarına da protestolar çekerek yayınların durdurulmasını istiyor.Yayınlanan belgelerde gerçekten çok pis yolsuzluklar var. Ancak hepsi bir şekilde soruşturmaya uğramış yani kayda geçmiş. Bir bölümü kayda geçmesine rağmen “müsebbipler iktidardan yana” olduklarından belki örtbas edilmiş. Üniversitelerde bu kadar çok yolsuzluk olmuş ve bunlar kayda geçmişse, varın siz düşünün bir de yakalanmayanları.Benim asıl merakım zaten kayda geçenler değil, kayda geçmemiş, henüz yakalanmamış ya da üzerine gidilmemiş yolsuzluklar.Son yıllarda hep belli kimlikte olanların üniversitelerin başına getirilmesinden sonra yükselen dedikodular o kadar çok ki. Korku belasına çoğu açığa çıkarılamıyor. Ancak özel sohbetlerde fısıltılı seslerle anlatılıyor.Aksi hâlde herkes başına ne geleceğini çok iyi biliyor çünkü.*****Telefonu olmayan hastaneGeçen hafta savcılıktan izin alıp Ergenekon davası nedeniyle 4 yıldır hapiste olan ve ağır bir karaciğer rahatsızlığı nedeniyle tedavi gören Malatya İnönü Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nu ziyarete gitmiştim.Avcılar Murat Kölük Hastanesi’ne gitmeden önce eşine geleceğimi haber vermek istedim.Hastanenin (212) 509 79 79 No’lu telefonunu çevirdim. Çaldı, çaldı açan olmadı. Derken bir bant çıktı ve “Mesaj bırakın” sesini duydum. Kapatıp tekrar tekrar aradım, yine hiç açan olmadı, hep banda geçiyor. Sonunda “Şu mesaj neymiş?” diye düşündüm ve bekledim. “Mesaj bırakın” cümlesinden sonra bir “dıııt” sesi geliyor ve “Mesaj kutusu doludur” uyarısını duyuyorsunuz.İnanılır gibi değil. Acil bir durumunuz olsa yandınız demektir.Ayrıca hastaneye hiç ulaşamıyorsunuz ki o da ayrı facia. Bilinmeyen numaralarda ve internet sayfasında hastanenin başka bir telefonu da yok.*****Ne mutlu, Apo’nun artık televizyonu da varBaşbakan’la Afrika gezisine katılan gazetemizin Ankara Temsilcisi Murat Çelik’in yazısından öğrendiğimize göre İmralı’da kendisiyle resmi görüşmeler yapılan PKK terör örgütü lideri Abdullah Öcalan’ın kaldığı odaya bir de televizyon konulmuş. Odasında bugüne kadar bir radyo varmış, ısrarla televizyon istiyormuş, sonunda arzusuna kavuşmuş.Bunu Başbakan bizzat açıklamış. “Televizyon konulması talimatını ben verdim” demiş. Yine Başbakan’dan öğrendiğimize göre Apo’nun odası 12 metrekareymiş, karyolası falan her şeyi varmış.Anladığım kadarıyla cezaevindeki bir mahkûmun kullanabileceği eşyalar hakkında karar bizzat Başbakan tarafından veriliyor. Oysa biz yasalarla düzenlendiğini sanıyorduk. Ağırlaştırılmış müebbet hapse mahkûm bir teröristin cezaevinde hangi koşullarda tutulacağının, hücresindeki eşyalarının ne olacağının, hangi haklardan yararlanacağının yasalarda olduğunu varsayıyorduk.Anlaşılıyor ki İmralı cezaevindeki yaşam koşulları yasalarla değil Başbakan’ın talimatlarıyla belirleniyormuş. Bu durumda insanın aklına ister istemez kuşku düşüyor. Apo’nun odasına TV Başbakan’ın emriyle konuluyorsa, örneğin Mustafa Balbay’ın iki yıl 8 metrekarelik hücrede tutulması emri de Başbakan’dan gelmiş olamaz mı?Ya da kanser tedavisi gören Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu için “Hastanede çok kalmasın siz onu cezaevinde tutun” talimatı da verilebilir mi?Başbakan bazen kamuoyunda sempati toplayacağını düşündüğü için “ben emir verdim” türü otoriter açıklamalar yapıyor ama o zaman da bu kuşkulara yol açıyor.*****Hani yalanlanmıştı?Medyada yeni yılın ilk bombası başlıklarıyla duyurulan bir haber vardı. Malatya Cumhuriyet Savcılığı Suriye’de düşürülen uçağımızla ilgili MİT Müsteşarı hakkında da soruşturma açmıştı ve ifadeye çağırmak için Başbakan’dan izin bekliyordu.Doğal olarak “ikinci MİT krizi mi?” soruları zihinlerde oluşmuştu. Ancak haberin yayınlandığı gün, akşam saatlerinde “Malatya Cumhuriyet Savcılığı çevrelerinden alınan bilgi” diye sunulan bir haberde “MİT’le ilgili bir soruşturma yok” deniliyordu. Ertesi gün yandaş medyadaki bazı kalemler söz konusu haberi yayınlayan ve bunu yorumlayan köşe yazarlarını topa tuttular, hatta alay ederek “Nasıl da yanıldılar, bunların amacı başka” dediler.Ben de “Bakalım bu kez ne olacak?” diye yazanlardandım. Resmi bir yalanlama olmamasına rağmen medya haberi yalanlanmış kabul etti.Dünkü Hürriyet’te küçücük bir haber vardı iç sayfalarda. “MİT’ten savcılara suç duyurusu” başlığını taşıyordu. Meğer Malatya savcılarının MİT Müsteşarı hakkında soruşturma açtığı ve Başbakan’dan izin istediği doğruymuş.MİT de bunun üzerine “kontratağa” geçmiş ve Müsteşar hakkında soruşturma isteyen savcıların “planlı bir psikolojik harekâtın parçası olarak davrandığı, savaş kışkırtıcılığı yaptığı” iddiasıyla suç duyurusunda bulunmuş. Bu koşullarda Başbakan’ın zaten izin vermeyeceğini tahmin etmek zor değil de, benim merakım o savcılara ne olacak şimdi?

Devamını Oku

Birer birer buruşturulup çöpe atılıyorlar acaba anlıyorlar mı?

9 Ocak 2013

AKP iktidarının olağanüstü yükselişindeki en büyük pay kendine yabancılaşan ve ilkeleri değil çıkarları doğrultusunda davranan sözde aydınlara aitti. Yıllarca bu sözümona aydınların pervasızlığını, aymazlığını yazmaya çalıştım.Ancak bir çete gibi çalışan, iktidarla işbirliği yaparak bu ülkenin gerçek aydınlarını küçük düşüren, sürekli hakaret eden, Türkiye’nin geçmişini güya hesaplaşma adı altında karalayanlar bunu asla görmek istemedi.Anlattık, dedik ki “Bu bir süreçtir, amacı demokrasi olmayan, asıl hedefi Türkiye’deki laik demokratik rejimi devirip Arap tipi bir din devleti olanlar için bir son kullanma tarihiniz var. Bu tarih geldiğinde biliniz ki sizi de buruşturup atacaklardır, işte o zaman arkanızda kimse olmayacak” tınmadılar bile.Sonra bütün antidemokratik yönetimlerde olduğu gibi buruşturup atılma dönemi de geldi çattı. Nice sözde aydın kendilerini en üstte, eller üzerinde taşındıklarını sandığı sırada “pat” diye bırakılıverdi.Son örnek TV ekranlarından Atatürk’e ve Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluş felsefesine saldırmasıyla ünlü bir tarihçi profesör. O kadar rahattı ki konuşurken. “Resmi tarihi” sorguluyordu kendince. Doğruları yok muydu, vardı elbette ama resmi olmayan tarih dinci zihniyetin 100 yıla yakındır yaptığı karalama operasyonlarına çanak tutmaktan başka bir şey de değildi. İşte bu tarih profesörünün de “son kullanma tarihi” gelmiş olmalı ki, hiç beklemediği anda buruşturulup atılıverdi.Şimdi kendisi de şaşkın. Kendini tutamayıp diyor ki “Geçmişte ateist olduğumu söylememe rağmen İslamcılar beni el üstünde tutuyordu. Ben de bunu onların demokratlığına yoruyordum. Hakikaten diyordum, demek çok demokratlar. İnsanları inançlarıyla değil, söyledikleriyle değerlendiriyorlar. Meğerse öyle değilmiş.”Neden ve nasıl anlamış bunu?Çok basit, bu zihniyeti demokrat sandığı için örneğin Necip Fazıl Kısakürek’in söylendiği gibi birisi olmadığını söylemiş. Ya da Kanuni’nin “resmi tarihteki” gibi ömrünün at sırtında geçmediğini anlatmış. Sonuç, “Bu kadına inanmayın” karalaması. Daha da ötesi, bugüne kadar kendi kanallarında sundukları maddi olanakları bir anda kesivermeleri. Yani işten atmaları. Bu kadın tarihçi, buruşturulup atılacak sözde aydınların ne ilki ne de sonuncusu.Son birkaç yıldır, kendini çok önemli sanan ve iktidara payanda olarak hep tepelerde kalacağını sanan ne kadar çok sözde aydının yok olup gittiğini herhalde biliyorsunuz. Ama yine de akıllanmıyorlar. Bilmiyorum belki Türkiye’ye verdikleri zararın muhasebesini yapıyorlardır. Ama ne çare. Onlar için vakit çok geç artık.*****Demirel’e göre Türkiye’nin sıcak karnıEski siyasetçilerden iş adamı İsmail Amasyalı 20 yıl önce yaşadığı bir olayı anlattı. O günlerin atmoferinin de kavranması için sizlerle paylaşmak istiyorum:“1992‘de İstanbul’da NATO toplantısı nedeni ile Başbakan Demirel, Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş, Daily News gazetesi sahibi İlnur Çevik’le Conrad otelde öğle arasında sohbet ediyorduk.İlknur Çevik Demirel’e bir soru sordu. ‘Sayın Başbakan hiç uyuyamadığınız bir gece var mı?’ Demirel; ‘Var İlnur Çevik var’ dedi ve devam etti; ‘Yalnız ben değil Genelkurmay Başkanı Doğan Paşa da uyumamıştır. Şırnak’ta o akşam devlet düşmekte, Şırnak teslim alınmak üzere idi. DYP il başkanı yani benim il başkanımın evinden de asker ve polise silah atılmakta idi. Bak İlnur, şu anda benim en yakın siyaset arkadaşlarımın dava arkadaşlarımın bazıları Kürt kökenlidir. Şimdi onlara ‘çıkın kürsüye ve biz PKK’ya karşıyız deyiniz‘ desem çıkarlar tereddüt etmeden PKK’ya karşı olduklarını söylerler. Ancak desem ki ‘çıkın Meclis kürsüsüne biz Kürt devletinin kurulmasına karşıyız deyiniz’ hiçbiri çıkıp bu sözü söyleyemezler. İşte Türkiye’nin sıcak karnı budur.”*****Bu karlı günlerde, “Artık bambaşka bir Türkiye var; kara kışlar geride kaldı, ak kışlar yaşıyoruz“ diyen yandaş çıkar mı acaba? (Gani Yıldız)*****Taliban’ın merkez üssü TürkiyeBazı gazetelerde ve internet sitelerinde yayınlanmasına rağmen kamuoyunda pek ses getirmeyen bir haber Türkiye’nin nasıl bir tehdit ve tehlike karşısında olduğunu gösteriyor hepimize.Haber Pakistan Today gazetesinde yayınlandı. Habere göre Pakistan’ın serbest bırakacağı bazı Taliban liderleri Türkiye’de yaşayabilecek. Türkiye, Afganistan ile Pakistan arasında süren görüşmelerin Türkiye’de yapılmasını öneriyor. Bunun için Dışişleri’nin bir karar alabileceği belirtiliyor.Aslında konu daha önceden görüşülmüş ama henüz sonuç alınmamış. Buna karşın Pakistan kaynakları Türkiye’nin en azından Taliban’a rahat bir ortam sağlama konusunda hazırlıklar yaptığını iddia ediyor.Bunun yaratacağı faciayı herhalde aklı başında herkes görüyordur. Taliban’ın Türkiye gibi, demokratik, modern bir ülkede konuşlanması hâlinde çok rahat edeceğini ve Türkiye’nin bir süre sonra terör üssü hâline geleceğini anlamak için kâhin olmaya gerek yok.İktidardan bu haberlerin yayınlandığı günden beri herhangi bir yalanlama gelmemesi de bu konudaki şüpheleri artırıyor. Daha önce de 10 bin Taliban militanının Suriye’de savaştığı, büyük bölümünün Türkiye’de barındığı ve eylem için Suriye’ye geçtiği haberleri yayınlanmıştı.Bu habere de henüz bir yalanlama gelmedi.*****Bankacının bile aklı almamışŞu anda emekli olan, bir bankanın genel müdür baş yardımcılığına kadar yükselmiş okurlarımdan Y. I. bir bankacı olarak kendisini de çok şaşırtan bir uygulamayı anlatmış mesajında. Pek çok kişin başına geldiğini sandığım bu uygulamayı sizlerle paylaşmak istiyorum:“Sayın Can Ataklı; yazılarınızı iyi takip eden biri olarak bana çok enteresan gelen bir konuda sizlere bilgi sunmak istedim. Bendeniz, geçmişte belli bir dönem banka genel müdür başyardımcılığı yapmış olup, kamuyu ilgilendiren bir çok konuda hassasiyet gösterdiğinizi bildiğim için, bu mail’i dikkate alacağınızı ümit etmekteyim. Ziraat Bankası’ndan kullanmış olduğum ipotek karşılığı işletme kredisi, yasal süre içerisinde geri ödenerek tarafımca kapatılmıştır.2011 yılında ipotek fek yazısı ücretsiz alınmış ancak tapu kaydı benim ihmalim yüzünden gereği yapılamamıştır. 2013’te tarih gecikmesi nedeniyle tekrar fek yazısının talebim karşılığında 550 TL harç bedeli istenmiştir. Borcunu sağlıklı bir şekilde ödeyenler için bir daha kredi kullanma cezası mıdır, anlamakta güçlük çekmekteyim. Sayın Ataklı bu uygulama yalnızca benim için değil, sıkışıp kredi alıp da zamanında ödeyen bireyler için harç mı yoksa haraç mı?Bu haksız uygulamanın tarafınızca kamuya duyurulmasını özellikle istirham ediyorum. Saygılarımla.

Devamını Oku

Albaydan orgenerale iç sızlatan mektup

8 Ocak 2013

Alican Türk 28 Şubat soruşturması nedeniyle 9 aydır Ankara Sincan Cezaevi’nde hapis yatıyor. Soruşturmanın son operasyonunda gözaltına alınan ve tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakılan o dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı’nın verdiği ifadelerden derin biçimde etkilenmiş ve üzülmüş.Ardından da oturup kendisine bir mektup yazmış. Bana da ulaştırdığı bu mektubu sizlerle paylaşmak istedim.Hiçbir yorum yapmıyorum, herkes kendi değerlendirsin:“Sayın Komutanım; 1997’de karargâhınızda yüzbaşıydım. O yıl sizin imzaladığınız beratla TSK Başarı Madalyası’na layık görüldüm.(...) Size sevgim ve saygım hep sürdü. Ta ki 28 Şubat soruşturmasına kadar.Önce TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonu’nda Batı Çalışma Grubu’ndan (BÇG) haberdar olmadığınızı söylediniz. Hadi yaşı icabı, o an unutmuştur dedik. Ancak aynı yaklaşımı savcılık karşısında da sergilemeniz, dahası alt rütbedekilerin “yasa dışı oluşumlar içinde olabileceği”ni ima etmeniz size olan sevgimi de saygımı da yerle bir etti.Sayın Komutanım;28 Şubat tutuklusu olarak yasadışı kurulduğu ve faaliyet yürüttüğü savcılıkça iddia edilen BÇG’de görev yaptığım suçlamasıyla 9 aydır içerideyim.Oysa bir tek gün BÇG’ye gitmedim, orada görev yapmadım. (Bunu söylemeye utanıyorum. Çünkü bazıları davadan korkup kaçtığım için inkâr ettiğimi sanacaklar.)Yine benim gibi BÇG’ye hiç gitmediği, orada hiç görev yapmadığı halde sırf imzasız bir isim listesinde adı geçtiği için aylardır hapis yatan pek çok personeliniz var burada...Buna mukabil BÇG’de görev yapan herkes BÇG’nin emirle kurulan bir birim olduğunu ve yaptığı işleri hiç saklamadan ifadelerinde belirttiler zaten.Şimdi diyeceğim şu ki, evet BÇG’de çalışmadım ama o dönem BÇG diye bir çalışma grubu olduğunu yüzbaşı rütbemle ben biliyordum da, siz o karargâhın en üstündeki komutan olarak mı bunu bilmiyordunuz? Söylediğiniz size de komik gelmiyor mu?Öte yandan “Evraklarda imzam yok!” ya da “Çevik Bir imzalı o evrakları ilk kez görüyorum” şeklindeki sözlerinize inanıyorum, doğrudur. Tabii o sözleriniz siviller üzerinde etkili olabilir, fakat kusura bakmayın Genelkurmay’daki emir komuta akışını, bir emrin oluşturulma, çıkarılma ve yayımlanması sürecini bilen bir asker olarak o sözler benim için pek bir anlam ifade etmiyor.Sayın Komutanım;Son birkaç yıldır Hilmi Özkök, Aytaç Yalman, Yaşar Büyükanıt Paşalarım başta olmak üzere bazı “büyük komutanlar” TSK personelini büyük hayal kırıklığına uğrattılar. Onlar sayesinde TSK için “kâğıttan kaplan” benzetmeleri yapıldı, bazı siyasilere alay malzemesi olundu. Bu yüzdendir ki şimdi her yerde adı geçen komutanların örneğin orduevlerine gidemedikleri, emir komuta ettikleri astlarının arasına çıkamadıkları; zira onları görenlerin ya arkalarını döndükleri ya da ortamı terk edip dışarı çıktıkları biliniyor.Bir komutan için ne acı bir durum!..İşte asıl ceza bu değil midir? Tarihe böyle anılarak geçmek ne kötü!..Bunları yazmakla sizi üzdüğümü biliyorum. Ve bu yüzden ben sizden daha üzgünüm komutanım! Lakin “Artık Benim Bir Davam Var!” adlı şiirimde şunu belirtmiştim ki;“Artık benim yan çizenlerle davam var!”Arz ederim. 06. 01. 2013Alican TÜRK E. Öğ. Kd. Alb. 1 No’lu F Tipi Kapalı Cezaevi A-2/5 Sincan/ANKARA*****“Silivri’de bir cinayet işlenmesin”Suçunun ne olduğunu bile bilmeden 4 yılı aşkın süredir Silivri Cezaevi’nde tutulan ve ağır karaciğer hastası olan Malatya İnönü Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’na özgürlük sağlanması için kampanya başlatıldı.İstanbul Gerçeği internet sitesi, SODEV, Sosyal Demokrasi Derneği İstanbul Şubesi ve Özgür İnsan’ın öncülüğünde Taxim Hill Otel’de bir araya gelen hukukçu, akademisyen, gazeteci ve aydınlar “Fatih Hilmioğlu’nun ağır hasta olmasına rağmen hasta haklarını bile kullanamadığına” dikkat çekerek “Silivri’de bir cinayet işlenmesinin önüne geçilmelidir, Hilmioğlu tedavisinin yapılabileceği geniş kapsamlı bir sağlık kurumuna nakledilmelidir” dediler.Hilmioğlu 15 yıldır Siroz hastası. Ancak cezaevi koşulları nedeniyle siroz karaciğer kanserine dönüşüyor. Mahkeme Hilmioğlu’nun bir üniversite hastanesinde tedavi görmesine izin vermiyor.Hilmioğlu kısa aralıklarla mahkemenin uygun gördüğü devlet hastanelerine gönderiliyor ve tekrar cezaevine konuluyor. Ancak bu koşullardaki tedavi işe yaramadığı için hastalık her gün ilerliyor. Uzmanlar bir süre sonra organ naklinin de işe yaramayacağını belirtiyor.*****Emeklinin maaşı arttı ama yeni yılda öylesine zamlar geldi ki, “kaşıkla verip kepçeyle almak” deyimindeki “kepçe” mutfaktaki değil, inşaattaki.(Gani Yıldız)*****Balyoz’da şimdi ne olacak?Başlıktaki soruya hemen cevap vereyim. Hiçbir şey olmayacak.Sorunun nedeni şu: Balyoz mahkemesi sanıkların ısrarla sahte olduğunu söylediği dijital kanıtların asıllarının Genelkurmay’da olduğunu ve kendilerine gönderildiğini gerekçeli karara yazmıştı.Ancak dün beklenmedik bir şey oldu ve Genelkurmay bu ifadenin gerçeği yansıtmadığını açıkladı. Mahkemenin dayandığı temel kökünden çökmüş oldu.Ama bir şey fark edecek mi? Hayır, kararı geri alması mümkün değil mahkemenin. İşi zaten Yargıtay’a bırakmıştı.Daha önce Savunma Bakanı mahkeme kararı daha açıklanmadan zaten her şeyin sahte olduğunu açıklamıştı. Şimdi de Genelkurmay kendi üzerinden yapılmak istenen propagandayı önlemeye çalışıyor.Bunların hiçbiri şaşırtıcı değil. “Darbe yapılacaktı” kanaatine varıp yüzlerce subaya 16-20 yıl hapis yağdıran mahkeme darbenin bir orgeneralin rahatsızlığı nedeniyle gerçekleşmediğine inanmış. Böyle bir hukuk ve adalet ortamında yalanlayan ister Genelkurmay olsun ister başkası ne fark edecek ki?*****Bu kez halk önlediİstanbul’daki yoğun kar bu kez büyük kaosa yol açmadı. Hakkını teslim edelim. Belediye bu kez “bilmiyorduk” demedi ve önlemini aldı. Yollar ilaçlandı, kapanan yerler açıldı, seferler artırıldı.Ancak gerçeği de bilelim; kaos yaşanmamasında bu önlemler kadar halkın tedbirli davranması ve araçlarını sokağa çıkarmaması da etkili oldu.Bu arada ilk gün okulları tatil etmeyip milyonlarca çocuğu sokaklara salmak da herhalde basiretsizliğin bir sonucu. Muhtemelen Başbakan yurt dışında olduğu için izin alamadılar ve çocukların perişan olmasına göz yumdular.

Devamını Oku

Kürt sorunu boyumuzu aşıyor

7 Ocak 2013

Bir eski siyasetçi dostumla konuştum dün. Her taraf karlıydı, İstanbul eğer içinde değil de sadece tepeden izliyorsanız karda çok güzel.Böyle bir ortamda belki en son konuşulması gereken şey siyasetti ama genlerimize işlemiş bir duygu bu, olmazsa olmuyor işte.Siyasetçi dostum “Kürt sorunu bizim boyumuzu çok aşıyor, bu artık çok belli” dedi.“Nedir boyumuzu aşması?” diye sordum tabii.“Bu iş Türkiye’nin sorunu değil, biz söyleneni yerine getiriyoruz o kadar” diye başladı söze ve devam etti; “Artık bizim konuşmamız bile akla ziyan hâle geldi. Güya umut pompalanıyor ama sonuç hiç de beklediğimiz gibi olmayacak. Bunu hissediyorum. Bana göre her şey çoktan belirlenmiş, kararlar alınmış, sadece halka da anlatmak için zaman kazanılıyor.”Açıkçası ben de öyle düşünüyorum: Bu iş bizim işimiz değil.Taa başından beri, ki defalarca yazdım, ekranlarda söyledim, Kürt açılımı yerli malı değil, uluslararası güçlerin Türkiye’ye dayatması, biz sadece bu planı halkın da kabul edeceği biçimde formüle etmeye çabalıyoruz.İmralı’daki terör lideri ile resmi görüşmelerin başlamasıyla “Bu kez belki çözümde kararlıdırlar” diye ben de umutlanmıştım. Yapılan pazarlıkların muhalefetle paylaşılması ve ortak bir karar alınması hâlinde bu sürecin çok hızlanacağına da inanıyordum. Ancak Başbakan Erdoğan’ın Afrika’ya giderken yaptığı açıklamalar sanıyorum pek çok kişin umudunu yine kırdı.Erdoğan’ın, destek vereceğini açıklayarak kendi seçmeniyle bile ters düşme riskini göze alan Kılıçdaroğlu ile alay etmesi “Bana ne kredisi veriyorsun, sen kendin muhtaçsın” sözleri can sıkıcı. Oysa Başbakan destek almaya niyetli olmasa bile bunu daha nazik bir üslupla belirtebilirdi.İktidar terör lideriyle ne yaptığını muhalefete açıklama gereği duymuyorsa da Türk halkının “Orada ne konuşulduğunu” öğrenme hakkı vardır. “Devlet her şeyi açıklamaz, bazı şeyler gizli kalır” söylemi iktidarı kurtarmaz.Hani şeffaf devlet olacaktı, hani demokrasilerde gizli bir şey olmazdı? İmralı’daki terör lideriyle “görüşme” yapıldığı önce sızmış sonra en yüksek makamlardan resmen açıklanmıştır. O halde artık gizlilik kavramı bu konu için geçerli değildir.İktidar halkın kuşkularını gidermek ve görüşmelerin seyri ile ilgili açıklamalar yapmak zorundadır.Yandaş gazetecilere sızdırma bilgiler vermek zaman kazanmak ve kafa karıştırmak için oynanan bir oyundan ibarettir. Gizlilik bahanesi altında sürdürülen ve kamuoyu ile paylaşılmasında ketum davranılan bu pazarlıklar, hiç unutulmasın ki bir süre sonra iktidarın en önemli açmazlarından biri hâline gelebilir.Terörle pazarlık da, tıpkı ayı ile yatağa girmek gibidir, sonunda kimin nasıl ezileceğini önceden tahmin etmek zor olmaz.*****O çocukları bir de 2023’te düşününEn büyük fotoğrafı Posta Gazetesi’nde gördüm. Bir ilkokul. Aynı sınıfta tam 133 öğrenci üst üste ders yapıyor. Çocukların hepsi ne kadar masum, ne kadar sevimli. Gözleri umutla parlıyor. Ama böyle bir ortamda iyi eğitim almalarını bırakın bir şeyler öğrenmeleri bile mümkün mü?Ancak benim asıl dikkat çekmek istediğim konu gelecekle ilgili. İktidarın bir 2023 hedefi var. Her ne kadar Cumhuriyet’in 100’üncü yılı demeyi pek sevmeseler de, 2023’ü önemsiyorlar.Bugün 2013’teyiz. 2023’e 10 yıl var.İşte o aynı sınıfta üste üste oturan ilkokul öğrencileri 2023’te 17-18 yaşındaki gençler olacak. Bugün hepimize çok sevimli, masum ve umut dolu görünen o çocuklar 10 yıl sonra büyük ihtimalle aynı masumiyeti, aynı sevimliliği ve aynı umudu taşımayacaklar. Büyük çoğunluğu neredeyse hiç eğitim alamadığı ya da 4+4+4 sayesinde okulu bıraktığı için muhtemelen işsiz, geleceksiz, amaçsız olacaklar.Ama olsun. Yetiştiremesek, sokağa mahkûm etsek de, bir çocuk yetmez, ikisi de yetmez, üçü ancak denge sağlar, 4-5-6-7 çocuk doğurmak lazım. Okullar üst üste oturacak öğrencileri, sokaklar işsiz, güçsüz gençleri bekliyor nasıl olsa.*****Meğer Çetin Doğan hastalanmasa...Balyoz davasının gerekçeli kararı açıklandı. Yüzlerce subaya 16 yıldan başlayan ağır hapis cezalarının verildiği Balyoz davasının gerekçeli kararından anladığımız kadarıyla da darbeyi emekli orgeneral Çetin Doğan’ın rahatsızlığı önlemiş. Doğan tam darbe yapacağı sırada sağlık sorunları baş göstermiş bunun üzerine darbe teşebbüs hâlinde kalmış.Yani gerekçeli karara göre eğer Çetin Doğan o sıralarda bir sağlık sorunu ile karşı karşıya kalmasaymış darbe olacakmış. İşte bu kadar. Hani en amiyane tabiriyle, yerseniz. Yargıtay aşamasında ne olur bilemem elbette. Ama bu dava, son zamanların gözde deyimi ile kamu vicdanını iyice sızlatacaktır. Benzer bir olayı biliyorsunuz 27 Nisan 2007’de yaşadık. Dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt geceyarısı Genelkurmay’ın internet sitesinde bir muhtıra yayınlatmıştı.Başbakan bunu eksik darbe teşebbüsü olarak nitelemişti. Ne tuhaftır ki o dönemin paşasının herhangi bir sağlık sorunu da yoktu. Hâlâ da yok.*****“Kar kalınlığı” arttıkça “hemşehri inceliği” görmek istiyoruz; lütfen zorunlu olmadıkça özel otomobillerinizle trafiğe çıkmayın! (Gani Yıldız)*****Terör lideri ile ne konuşuluyor?İktidar terör lideriyle yapılan pazarlıklarla ilgili basit sorulara cevap vermek zorundadır artık. Şu soruların cevabını herhâlde bütün Türk halkı merak ediyor:- Terör lideri ile görüşmeler neden başlamıştır, talep nereden gelmiştir?- Görüşmelerde ilk konuşan taraf kim olmuştur?- Terör liderine ne söylenmiştir?- Terör liderine söylenecekler daha önceden kimler arasında konuşulmuştur?- Görüşme öncesi soru ya da öneriler kayda geçirilmiş midir?- Terör örgütü lideri Türk resmi heyetine ne söylemiştir?- Terörist liderin soru ya da talepleri kimler arasında değerlendirilmiştir?- Hangi aşamaya gelindiğinde iktidar tatmin olacaktır?- Bu görüşmelerin ardından ortak açıklama yapılacak mıdır?- Görüşmelerle ilgili kamuoyuna ne zaman bilgi verilecektir?- Terör lideriyle görüşmeler sürecek midir, sürecekse ne sıklıkta olacaktır?- Herhangi bir anlaşma sağlanmaması hâlinde riskler nelerdir?- İmralı’daki teröristin kabul ettiklerini dağdaki teröristler kabul etmezse ne olacaktır?- İmralı dışındaki teröristlerle de görüşme yapılacak mıdır?- Diğer terör liderleriyle yapılacak görüşmelerde hakem ülke olacak mıdır?- 12 Ocak’ta Hollanda’da bir toplantı yapılacağı doğru mudur?- MİT bir istihbarat örgütü müdür yoksa Türkiye adına pazarlık yapma gücü ve yetkisi var mıdır?

Devamını Oku

Kürt sorununu çözmek hiç de zor değil

6 Ocak 2013

Sevgili okurlar, 2013’e çok hızlı girdik. Hükümet terör lideri ile yaptığı “görüşmeleri” resmen açıklarken, İmralı trafiği yoğunlaştı. 28 Şubat soruşturmasında beklenen ama yöntemi yine tartışılan bir gözaltı olayı yaşadık. Eski Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı polis tarafından gözaltına alınıp Ankara’ya götürüldü, savcı tutuklama istedi ama hâkim tutuksuz yargılama kararı aldı.Yine “çok yaklaştık”MİT Müsteşarı’nın Apo’ya gidip konuşması, Kürt ve Kürt destekçisi kesimlerde büyük heyecan yarattı. Daha önce de tanık olduğumuz gibi “Çözüme çok yaklaştık, bunu sakın bozmayalım, provokasyonlara geçit vermeyelim” sesleri yükseldi. Şahsi kanaatim bu görüşmelerden, eğer sağduyulu adımlar atılabilirse bir sonuç çıkabileği doğrultusunda. Madem pek çok kişi çok umutlu, o hâlde bekleyelim.30 yıllık süreçTürkiye 30 yıl öncesinden başlayan bir terör belası içinde. Bu sürecin büyük bölümü Kürt kimliği ve hakları konusunda pek tartışma yapılmadan sadece terör üzerine yoğunlaşmakla geçti. Ancak sonuçta terör bir anlamda başarıya ulaştı ve Kürt kimliği ve hakları terör olayından daha fazla konuşulur hâle geldi. Hatta öyle ki, özellikle Kürt destekçisi kesimler neredeyse terörü görmezden gelmeye bile başladı.Oysa hiç de zor değilSon 5 yılımızı bir türlü sonuç getirmeyen “Kürt sorununu çözelim” tartışmaları içinde geçirdik. Herkesin çözüm önerileri var ama, siyasi irade kesin ve keskin bir tavır almadığı için asla çözüme ulaşılmıyor. Öyle olduğu gibi kamuoyunun zihninde “çözmek çok zor” fikri de giderek yerleşiyor. Oysa bu sorunu çözüme ulaştırmak sanıldığının aksine hiç de o kadar zor değil. Biraz akıl ve irade gerek.Görüşmeler önemlidirŞunu hemen söylemeliyim ki, bugüne kadar akan kanı göz önüne aldığımızda, devletin bir terör lideriyle görüşmeler hatta pazarlıklar yapması milyonlarca insanı üzebilir, rencide edebilir. Ancak eğer sonunda terör tamamen bitecek, evlatlarımız şehit olmayacak, Türkiye’ye huzur gelecekse, Türk halkı bunu da sineye çekmeye hazır olduğunu göstermektedir. Fırsat iyi değerledirilmelidir.Ne konuşuluyor?İmralı’daki terör lideriyle ilk kez görüşülmüyor. AKP iktidarının ikinci kez seçim kazanıp tek başına iktidara gelmesinden sonra önce gizli olarak başlayan görüşmelerin sonra açığa çıktığını biliyoruz. Buna karşı, iktidar bu görüşmelerde ne konuştuğunu bugüne kadar hiç açıklamadı. Gerçi iktidar Kürt açılımı yaptığı hâlde planının ne olduğunu da bugüne kadar hiç açıklamadı, o da ayrı bir sorun.Bu kez değişmeliEğer iktidar gerçekten bu kez her zamankinden daha umutlu ise, yöntem ve stratejisini de değiştirmek ve bu kez daha bilgilendirici bir tavır almak durumundadır. “Amaç silah bıraktırmak” sözü kulağa hoş gelse de hem gerçekçi hem de inandırıcı değildir. Eğer gidip terör lideriyle görüşüyorsanız, ona bir şey söylüyor olmalısınız. Karşılığını da alıyorsunuzdur. Artık kamuoyu bunları da öğrenmek istiyor.Elbette gizlilik olacakBu cümlelerimden “Ne görüşüyorsanız hemen açıklayın” anlamı çıkarmayın. Elbette bu kadar hassas konuda devlet bazı girişimlerini gizlilik içinde yürütmek zorundadır. Ancak bu konu devletin sadece iktidarda olan kesimiyle çözülemeyecek kadar önemlidir. Bu nedenle Başbakan’ın, Meclis’te grubu bulunan siyasi parti genel başkanlarına bilgi vermesi en doğru yoldur. Bu yapılmalıdır.Erdoğan davet edebilirMİT Müsteşarı “Benim bildiklerimi bir bilseniz” dedi büyükelçilere, ama konumu gereği açıklayamadığını ekledi. MİT Müsteşarı’nın bildiklerini Başbakan Erdoğan da biliyordur doğal olarak. Eğer gerçekten bir umut varsa Başbakan Kılıçdaroğlu ve Bahçeli’yi davet edip, hatta Cumhurbaşkanı’nı da katarak 4’lü çok gizli bir bilgilendirme zirvesi yapabilir. Apo ile neler konuşulduğunu onlara açıklayabilir.48 saat sonra yineBaşbakan liderlere bilgi verdikten sonra “48 saat dışarı bilgi sızdırmadan, salim kafa ile düşünelim ve tekrar bir araya gelelim, siz katkılarınızı söyleyin, sonra da durumu hep birlikte çıkıp kamuoyuna açıklayalım. Bu sorun sadece iktidarın sorunu değil, hepimizin ortak tavrı ve kararı olmalı” diyebilir. Üç partinin bu müzakereleri ortak kararla açıklamasının toplumdaki etkisi çok olumlu olacaktır.Hızla çözülürGeldiğimiz nokta önemlidir. Devlet artık açıkça İmralı’ya gidip ne yapmak istediğini söylemektedir. Apo’nun da buna karşı cevapları ve talepleri de devletçe bilinmektedir. Demek ki ortaya makul ölçüde bir çözüm haritası çıkabilecektir. Yeter ki hükümetin bu konuda iradesi olsun, konuyu paylaşmayı ve muhalefetten de destek almayı bilsin. Gerisi çok hızlı olur ve “çözülmez” sanılan sorun bir anda biter.Bazı şüphelerUmudumu korumakla birlikte, iktidarın sorunu çözme yönündeki iradesi ve kararlılığı konusunda şüphelerim var. Çünkü “açılım” yapan ama içini doldurmayan iktidar, sorunu kökünden çözmek mi istemektedir yoksa gözü sadece bölgedeki BDP’ye giden oylarda mıdır? Her şeye rağmen Kürt sorununun sürmesinin iktidara sağladığı avantajlar olduğu da unutulmamalıdır. Açmaz aslında buradadır.Ürkütücü söylemlerAncak olumlu olduğu hararetle savunulan bu yeni sürece rağmen, yine iktidar ve yandaşı kaynaklı “olumsuz” söylemler de gündemde. Bunların en önemlisi “yine çözüme çok yaklaştık, bir provokasyon olur mu?” endişesinin yüksek sesle dile getirilmesidir. Karayılan’ın “Silah bırakma olmaz, biz de Apo ile temas kurabilmeliyiz” sözleri de elbete moral bozucudur. İşte iktidar iradesini burada gösterecektirBu irade var mı?Erdoğan isterse bu iradeyi gösterebilir. Apo ile yapılan görüşmeleri açıklamadan, adım adım gitme planı şu anda sempatik görünse bile kısa bir süre sonra kamuoyunda itirazların yükseleceğini tahmin etmek zor değil. Bu nedenle “yargı paketiydi, anayasa maddesiydi, Apo’nun şartlarının iyileştirilmesiydi” gibi zamana yayılacak adımlar yerine hızlı bir zıplayış çok daha mantıklı olacaktır.Yolu ortaklıktan geçerİşte bu nedenle Erdoğan’ın iki muhalefet liderine bilgi vermesini daha sonra ortak karar açıklanmasını önerebiliyorum. Adım adım gitmek yerine aynı anda tüm çözüm önlemlerini hayata geçirmek, bunun için de arkasına tüm halkın desteğini almak çok daha akılcı bir yöntemdir. Türkiye’nin artık “yeni planlarla” veya “yeni adımlarla” zaman yitirmesinin hiçbir anlamı yoktur. Sadece kararlı olalım ve inanalım.Hepinize iyi haftalar dilerim.

Devamını Oku

Geçen yıldan kalan laforizmalar

5 Ocak 2013

Cihan Demirci ne zamandır ortada görünmüyordu. “Ortada” derken bu sayfadan söz ediyorum tabii. Yoksa Cihan Demirci aralıksız çalışıyor, mizah eserleri üretiyor, sadece bizi biraz ihmal etmişti.Geçen yılın sonunda bir dizi “laforizma” göndermişti. Bir türlü yayınlamak kısmet olmamıştı. Bu yıla kalmış demek ki.Sizlere bugün Cihan Demirci’nin 2012’den kalma laforizmalarından bir demet sunuyorum:Türkiye Gazeteciler Sendikası’na göre hapiste bulunan gazeteci sayısı: 71... Gazetecileri Koruma Komitesi raporuna göre: 61... Bülent Arınç’a göre ise: 3... Bunların enflasyon hesabının nasıl yüzde 6’larda dolaştığını şimdi daha iyi anladınız mı?***Yargının tamamen iktidara bağlandığı bir yerde Ombudsman’lar da, iktidardan olmayanlar için sivriltilmiş sağlam bir kazığa bağlanır elbet!***Gene mi “İnsan Hakları Günü” gelmiş... Yaa bu ülkeye yakışıyor mu? Ne günü, ne saati, şunu “İnsan Hakları Saniyesi”ne çevirin gitsin, bir süre sonra salise olur, sonra da hepten kalkar!***Ortalık her türlü “yaşam koçu”ndan geçilmez oldu malumunuz... Ülkede öylesine bir “Kendinden olmayanın yaşamını germe koçu” var ki, gerisi hikâye!***AKP’li vekil, başbakanının yol göstermesiyle “Padişahlara dokunulmazlık yasasını” Meclis’e sundu!.. Başkanlık sisteminin ısınma turları öncesinde bu yasa sayesinde sadece tarihteki padişahlara dokunulmazlık olacağını sanmayın!***Yıllar yıllar önce, ta 90’lı yıllardaki bir laforizmamda şunu demiştim: “Dizi filmlerin gerçek sanıldığı bir ülkede, gerçekler de bir süre sonra dizi film olarak izlenecektir!” Laforizmamız o zaman için erkendi belki ama bugün başbakanın da katkılarıyla tam yerine oturdu.***Kadına şiddet, son 10 yılda yüzde 1400 arttı filan deniyor ya, iş öyle bir hale gelmiş ki AKP’li kadın vekil bile dayak yemiş sonunda... Konu insan hakları olunca hep sınıfta kalan bir partinin bırakın kendinden olmayanını, bu konuda kendine bile hayrı yok gördüğünüz gibi.***Mısır bile diktatörlüğe soyunan lideri Mursi’ye karşı direniyor!.. Mısır kadar olamadık!.. Eee demek ki adamların Mısırı bizimki gibi kadar GDO’lu değilmiş kardeşim...*****Gani Yıldız’dan“Fareler ve İnsanlar” ile “Şeker Portakalı” kitapları için sansür talep edilmiş. Güzel de, bu kitaplar basılmış ve yıllardır okunuyor. Eyvah, basılmamış kitabın toplatılmasıyla zirveye çıkan ileri demokrasimiz inişe geçti!***Yaşlanan nüfusa dikkat çeken Başbakan, “1 çocuk iflas, 2 çocuk iflas, 3 çocuk yerinde saymaktır” demiş. Bu durum nüfus istatistiği açısından doğru olabilir. Ancak birçok aile için de 3 çocuk “iflas” demektir.***AB Bakanı Egemen Bağış, “Avrupa Birliği’nin Türkiye İlerlemeRaporu’nu beğenmedik, alternatifini kendimiz yazdık” demiş. Üyelik yolunda uzun süredir “kendimiz çalıp kendimiz oynuyoruz” durumundaydık. Şimdi buna “kendimiz yazıp kendimiz okuyoruz”u da eklemiş olduk.***Vatandaş diyor ki: “Yeni yıldan en büyük beklentimiz Esad’ın gitmesi. Esad gitsin ki iktidar, kendi vatandaşının sorunları olduğunu da hatırlasın!”***Beğendikleri mizah dergisi kapaklarını sosyal paylaşım sitelerine koyan memurlar hakkında “devlet büyüklerini küçük düşürmekten” soruşturma açılmış. Peki böyle bir soruşturma sebebi, “büyüklerini düşündükleri devleti küçük düşürmek” anlamına gelmiyor mu?***ODTÜ, dünyanın en iyi 500 üniversitesi arasındaymış. Başbakana göre, öğrencilerine molotof kokteyli yapıp atmayı ve lastik yakmayı öğreterek bu başarıyı elde eden üniversite, kendini bilime verdiği zaman kim bilir nerede olacak!*****Haftanın fıkralarıYıldırım Tuna’dan gelen fıkralarla biraz daha gülelim:TamirKarım, “Bugün arabamı tamirciye götürdüm” dedi. “Hay Allah, bana söyleseydin.. Seni dolandırmışlardır..” dedim üzülerek. “Saçmalama.. Bende öyle bir göz var mı?” dedi sinirlenerek, “Sadece sinyal lambasının yağı değişecekmiş, hallettiler işte!”Voleybol maçıTatil köyünde voleybol maçı izlerken tam yanımda oturan iki turist ateşli bir şekilde aşk yapmaya başladılar. Bir gözüm onlarda diğeri maçta, konsantrasyonumu tamamen kaybettim, “Öffff!” dedim sıkılarak, “Yahu maçı mı seyrediyoruz bunları mı.. Anlamadım ki!” Karım, “Onları seyret!” dedi dişlerini sıkarak, “Nasıl olsa az veya çok voleybol nasıl bir şeydir biliyorsun!”ŞarkıKadın: Yahu ne zaman şarkı söylemeye başlasam balkona fırlıyorsun.. Saygısızlık bu..Kocası: Hayatım ne alakası var? Komşular seni dövüyorum sanmasınlar diye uğraşıyorum bir tanem..MuayeneGeçen gün çalıştığım fabrikanın dispanserine gidip viziteye çıktım. Doktorun odasına girince gördüğüm güzellik karşısında resmen nefesim tutuldu. Kumral, incecik, badem gözlü, müthiş bir kadın doktor şaşkınlığımı fark edince, “Sakin olun, ben bu dispanserde bugün işe başladım. Hangi konuda bir sıkıntınız varsa bana rahatlıkla açılabilirsiniz, anında çözerim” dedi. “S.. Sağ olun..” dedim yutkunarak, “Karım ‘öpüşürken dudaklarının tadı çok komik’ dedi, onun için buradayım!”Merak işteAdam bara gidip müthiş güzel bir kızın yanına oturmuş. İlk bakışta gözü kızın giydiği dap daracık üzerinde ne bir fermuar, ne de bir düğme olan deri pantolona takılmış. Bütün cesaretini toplayıp “Affedersiniz.. Bu pantolonu nasıl giyip çıkartıyorsunuz?” diye sormuş. “Öğrenmen kolay” demiş kız gülümseyerek, “İşe önce bana bir içki ısmarlayarak başlayabilirsin!”*****Düzelecek bunlar“Şeker Portakalı” ve “Fareler ve İnsanlar” kitapları ‘Sakıncalı olabilir’ diye incelemeye almışsınız doğru mu?Elbette.. Çocuklarımız bizim geleceğimiz değil mi? Bu kitaplarla onların beynine küçücük yaşlarında soktuğumuz dehşeti görmüyor musunuz?Ormanda 7 tane erkekle yaşayan Pamuk Prenses’e ne demeli?Tayt giyip orasını burasını teşhir eden “Örümcek Adam.”Peki, pantolonunun üzerine donunu giyip ortalıkta gezenSüpermen.Tanrının verdiği nimeti hayasızca yerlere atan Hansel ve Gratel.Gecenin 12’lerine kadar annesine haber vermeden orada burada sürten bir Kül Kedisi?Erkekleri kulesine almak için saç uzatan azgın Rapunzel?Yahu şimdi hangisini sayayım size?Tarihi filmlerde, TV’lerdeki dizilerde şanlı tarihimizle de alay ediliyor. Bizans surlarının üzerinde ha bire Bayırgülü, tekfurlarımızın küçücük kızlarını sıkıştıran bir Malkoçoğlu, haremde dili dışarıda kadın kovalayan padişahlar, hanlarda şarap içip kafayı bulduktan sonra yanındaki sünepe sokak köpeğini kurt zanneden bir Tarkan...Olmuyor işte...Düzelecek bütün bunlar...(Yıldırım Tuna)

Devamını Oku

İki yemek iki müebbet

4 Ocak 2013

Ergenekon’un 4 yıldır hapiste tutulan sanıklarından Malatya İnönü Üniversitesi eski rektörü Prof. Dr. Fatih Hilmioğlu’nu hastanede ziyaret ettim. Hilmioğlu gördüğü tedavi nedeniyle Avcılar Murat Kölük Devlet Hastanesi’nin 7. katında yatıyor. Kaldığı oda 4 jandarma, biri kadın iki infaz koruma memurunun gözetimi altında. Eşi Nuran Hilmioğlu’na ise “refakat” izni verilmiş, o da eşiyle birlikte küçük bir hastane odasında aynı dramı paylaşıyor.Sevgili avukat dostum Mikail Dilbaz ziyaret için gerekli izinlerin alınmasında çok yardımcı oldu. Bakırköy Adliyesi’nde cezaevi ziyaretlerinden sorumlu savcı Sinan Ali Yaşar başvurumu inceledikten sonra görüşme iznini verdi.Hilmioğlu “Ne yazık ki oğlumu kaybettikten ve ciddi bir rahatsızlığa yakalandıktan sonra gündeme geldim, ama ben sağlığım ve vicdani nedenlerle değil, hiçbir belge ve kanıta dayanmayan ve 4 yılı aşan haksız olarak hapiste tutulmam nedeniyle dikkate alınmalıyım” dedi.Hiçbir şey söyleyemedim.Prof. Dr Hilmioğlu “Hakkımda kimi eksik, kimi yanlış pek çok şey yayınlandı. Ama ilk kez bir gazeteciye başımdan geçenleri, uğradığım haksızlık ve hukuksuzluğu ayrıntılarıyla anlatmak istiyorum” diyerek anlatmaya başladı.“Ergenekon iddianamesinde hakkımda elle tutulur sadece iki suçlama var” diye söze girdi. “Benimle ilgili ve nispeten biraz daha elle tutulur olabilecek ilk suçlama 19 Eylül 2003’te Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur’u 6 üniversite rektörü ile ziyaret etmemiz ve ardından da 8 generalle bir yemek yememiz. İddianameye göre basında da yer alan bu ziyaretimiz gizli toplantı olarak değerlendiriliyor ve bu toplantıda darbe yapmak için kaos yaratma planı hazırladığımız iddia ediliyor” dedi.“Oysa” diye devam etti Hilmioğlu ve “Rektörler sadece Jandarma Genel Komutanı’nı ziyaret etmedi. O tarihlerde hükümet yeni bir YÖK tasarısı hazırlamıştı. Bize göre bu tasarı üniversitelerin özerkliğini ve bilimsel niteliğini yok ediyordu. Buna karşı çıkmak için Üniversitelerarası Kurul üyeleri Cumhurbaşkanı, Başbakan, Milli Eğitim Bakanı dâhil pek çok ziyaretler yaptı. Farklı üniversite rektörlerinden oluşturulan heyetler bu ziyaretleri defalarca yaptı. Genelkurmay Başkanı ve kuvvet komutanları da ziyaret edildi” dedi.Bunun üzerine “Peki rektörler olarak askere gitme ihtiyacını neden duydunuz?” diye sordum.“İşte önemli nokta bu” diye söze girdi Hilmioğlu ve devam etti; “Sadece biz değil ki, Hükümet de Genelkurmay’la görüşüyordu. Dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik YÖK yasa tasarısını üniversitelerden bile önce Genelkurmay Başkanı’na götürmüştü, önce onlardan görüş aldılar. Aynı konu iki kere Milli Güvenlik Kurulu’nun gündemine alındı ve görüşüldü.”Hilmioğlu “Ancak yanlış anlaşılmasın, bu görüşmeler (asker ne der) diye değildi. Ordu’nun YÖK denetimi altında tam 27 okulu var. Yani Ordu bu konuda aynı zamanda bir taraf, konu onları direkt ilgilendiriyor” dedi ve ekledi “Nedense sadece benim katıldığım ziyaret sorun yapıldı.”İddianamede YÖK tasarısına karşı yapılan rektör yürüyüşlerinin bu “gizli” toplantıda kararlaştırıldığının ileri sürüldüğünü belirten Hilmioğlu “Oysa o yürüyüşler için karar üç ay önce alınmıştı. Bunu belgeleriyle ortaya koyduğumu hâlde hâkimler dikkate almadı” dedi.Hilmioğlu “Beni en çok şaşırtan da şu” diyerek şöyle konuştu. “Katıldığım toplantıda 6 rektör ve 8 general vardı. Rektörlerden 3’ü, generallerden ise sadece biri sanık. Tek tutuklu ise benim. Peki bu bir gizli örgüt toplantısı ise 14 kişiden neden sadece 4’ü sanık ve sadece ben 4 yıldır tutukluyum?”Hilmioğlu ikinci suçlamanın ise Kent Otel’de İlhan Selçuk ve Mustafa Balbay ile yemek yemeleri olduğunu belirterek “Bunun da gizli bir toplantı olduğu ileri sürülüyor” dedi ve anlattı;“3 Şubat 2004’te Ankara Ticaret Odası’nın düzenlediği bir panel zincirine katılmıştık. Öğle arası verildiğinde birkaç rektör arkadaşımla birlikte yemek yemek üzere Kent Otel’e gittik. Buraya ilk kez gidiyordum. Yemeğe otururken bir başka masada İlhan Selçuk ve Mustafa Balbay’ın oturduğunu söylediler. İlhan Selçuk’u orada ilk kez gördüm. Yemekten sonra masaları birleştirdik, kahve içtik sohbet ettik. Hepsi bu. Ama bu yemek iddianamede gizli darbe toplantısı olarak yer aldı. Kısacası hakkımda iki kez mübbet hapis isteniyor. Yani iki yemek iki müebbet.”*****‘Oğlum Emir’i her fırsatta haber yapmayın lütfen’Fatih Hilmioğlu ile hastane odasında sohbet ederken yanımızda oturan eşi Nuran Hilmioğlu bir ara “Can Bey” dedi “Sizlerden, gazetecilerden bir ricam var.”Şunu söyledi; “Eşimle ilgili yayınlanan haberlerde kaybettiğimiz oğlumuz Emir’den lütfen söz etmeyin, cenaze fotoğraflarını lütfen basmayın, bir anne olarak bu beni kahrediyor, lütfen bizi anlayın.”Bir şey söyleyemedim. Bu kadar acılı bir anneye o sırada ne söylenebilirdi ki. Ancak bu köşe aracılığı ile bütün gazetelere bir anne yüreğinin feryadını iletmek istiyorum. Uyarlar mı uymazlar mı bilemiyorum, ama en azından anlayış göstermelerini (göstermemizi) diliyorum.*****Hilmioğlu’nun sağlık durumu...Hastane sohbetimiz sırasında elbette en dikkat çekici konu olan Hilmioğlu’nun sağlığını da sordum.Anlattı. Bundan 15 yıl önce Londra’da yapılan bir biopsi sonunda siroza yakalandığı anlaşılıyor. O tarihten bu yana kesintisiz karaciğer tedavisi görüyor.Hilmioğlu gerisini şöyle anlattı; “Cezaevinde geçirdiğim yüz felcinden sonra Haseki Hastanesi’nde yapılan tedavide kullanılan ilaçlar nedeniyle karaciğer enzimlerimde 8-10 kat artış görüldü. (Tedavi yanlış değil, ancak ilaçlar bu sonuca yol açıyormuş. CA.) Bunun üzerine Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nde gastroenteroloji bölümünde konsültasyona alındım. Uzmanlar cezaevi koşullarının hayati tehlike yarattığını, derhal klinik tedavisine başlanması gerektiğini raporladılar. Ancak Adli Tıp cezaevinde kalmama ve üniversite hastanesinde değil devlet hastanesinde tedavi edilmeme karar verdi.”Hilmioğlu karaciğer kanseri başlangıcı sayılan displastik nodüller oluştuğunu belirterek “Ciddi bir tedavi yapılamaması hâlinde kanser çok hızlı ilerleyebilir. Ancak bu kez tedavi böbrekleri etkiliyor. Ayrıca yaşadığım stres nedeniyle bir de şeker çıktı. Şu anda tedavi gördüğüm hastane ekibi bana çok iyi bakıyor ama koşullar yetersiz olduğu için kanserin ilerlemesi kaçınılmaz. Üstelik siroz kansere çevirince nakil de bir işe yaramayacak” dedi.SON NOT: Sevenleri için teselli olacaksa; Hilmioğlu çok iyi ve moralli görünüyor. Mücadele azminden hiçbir şey kaybetmemiş. Sadece adalete olan inancını hayli yitirmiş.

Devamını Oku