Soner Yalçın’dan mektup var

24 Aralık 2012

Gazeteci Soner Yalçın tam 682 gündür hapiste. Bilgisayarına atılan virüslü bir e-posta yüzünden hapis yatıyor. Tabii bir de bugüne kadar eleştirdiği yandaş isimlerin “beter olsun, oh olsun, biraz daha burnu sürtülsün” arzularının tatmini için özgürlüğünden mahrum.Soner Yalçın ve Odatv’deki arkadaşları perşembe günü yine hâkim karşısında olacak. Bakalım hâkimler bu kez yine bir bahane bularak bu genç ve başarılı isimlerin hayatlarını karartmaya devam edecekler mi?Duruşma öncesi Soner Yalçın’dan bir mektup aldım, sizlerle de paylaşmak istiyorum:“Sevgili Can Ağabey;Türkiye’de gerçekler tehlikelidir. Gerçeği yazana, gerçeği söyleyene mutlaka eziyet edilir. Ya işsiz bırakılır ya hapsedilir ya da kör karanlık kuytularda katledilir. Fakat biz inatla, mesleğimizi yapmaya devam edeceğiz. Türkiye’de soruyu ortadan kaldırmalarına izin vermeyeceğiz. Kimsenin izniyle düşünmeyeceğiz.Bu sebeple, Odatv davasının kişisel bir dava olmadığını bırakın Türkiye’ye dünyaya anlatmaya devam edeceğiz. Sanık sandalyesinde zorla oturtulan gazeteciliktir, düşüncedir çünkü.Sizin de ısrarla bir soruyu sormanızı istiyorum; biz niye tutukluyuz? Neden 2 yıldır hapiste tutuluyoruz?Davanın esasını (savcıya göre) bilgisayardaki virüslü word dosyaları oluşturuyor. TÜBİTAK bile “virüs” diyor; o halde niye hapisteyiz? Mahkemeye gelen resmi bilirkişi Tevfik Koray Peksayar “bilgisayarda virüs varsa tüm üst verileri değiştirebilir” diyor, “bunu 12 yaşında çocuk bile yapar” yorumunu yapıyor. O halde, ısrarla neden hapiste tutuluyorum? Hukukun içinde kalarak buna yanıt bulabilir misiniz?Bu dava bitmiştir. Ve fakat tüm bilirkişi raporlarına rağmen, virüse rağmen 2 yıldır ısrarla hapiste tutuluyorum.Bu gerçeği kim inkâr edebilir.Soner Yalçın- Silivri 1 Nolu Cezaevi”*****Köylünün başına geleceklere bir örnekGeçen hafta salı günü yeni çıkarılan Büyükşehir yasası ile köy tüzel kimlikleri ellerinden alınarak hiçbir tüzel kimliği olmayan mahallelere çevrilen köylerde yaşayanların başlarına geleceği bilmediğini yazmıştım. Yazım üzerine daha önce köy statüsünden çıkarılıp mahalle yapılan bir yerde oturan okurumdan bir mesaj aldım. Okurum Ahmet Gökçe köylülerin başlarına geleni çok çarpıcı biçimde anlatıyor. Birlikte okuyalım:“Sayın Ataklı; Ne yazık ki köylünün dünyadan ve dolayısıyla başına geleceklerden pek haberi olmuyor, öğrendikleri zaman da çok geç oluyor.Ankara’nın Çokören Köyü’nde 7 dönüm arazide kurulu bir çiftlik evim var. Dolayısıyla ile köylülerin durumunu gözlemleyebiliyorum. İktidar köy hizmetlerini kaldırmadan önce köyün yolları her sene onarılırken, bu kaldırılıp Çokören Köyü de belediye mücavir alanına girince ancak seçimlerden seçimlere yollar yapılır oldu.Mücavir alan sınırı dışındakilerin yolları ise hiç yapılmıyor. Asfaltları tamamen bitti ve stabilize yol haline geldi. Tabi Çokören Ankara’nın bir mahallesi olmadan önce köylü suyunu kendi köy heyetinin belirlediği miktardan satın alıyordu, şimdi Ankara’da su ne kadar ise burada da o fiyata, ayrıca atık su bedeli ödüyorlar.6 ayda bir gelen elektrik ise şimdi her ay gelmeye başladı, köylü eskiden bu ödemelerini hasattan sonra yapabiliyordu. Tabii artık inşaat için ruhsat alma zorundalar bu da nereden baksanız köylüye 5-6 bin lira ekstra maliyet demek.Şimdi malum, kuyu sularına da önce su saati takacaklar, belli bir gelir görülünce de özelleştirip köylüyü şirketlere soyduracaklar. Daha bitmedi; köyde şeker şirketinin kantarı vardı, şeker pancarını hasat eden köylü ürünü buraya teslim ederken şimdi 40 km. uzağa götürüp fabrika kapısı önünde günlerce traktör üstünde uyuyarak ürününü teslim etmeyi bekliyor. Tabii köylü de şimdi arazilerini süratle şehirlilere satıyor ve onların kapısında bekçi oluyor.*****İnternete devlet müdahalesini kabul ettikBirleşmiş Milletler’in Uluslararası Telekomünikasyon Birliği (ITU) 3-14 aralık arasında internetin geleceğini de etkileyen Uluslararası Telekomünikasyon Dünya Konferansı (WCIT) düzenledi.Toplantıda devletin gerek duyduğunda internete müdahale etmesini sağlayan bazı maddeler kabul edildi. Ancak bu sonuç bildirgesi üzerine tartışmalar yaşandı.Rusya, İran, Çin, Arap ülkeleri, Asya ve Afrika’nın çoğunluk ülkeleri internete devletin müdahalesini sağlayan metni imza atarak kabul ettiler. ABD, Kanada, Japonya ile Avrupa Birliği üyesi ülkeler ise kararı reddederek imzalamadılar.AB bununla da kalmayıp toplantıyı yok saydığını açıkladı.Şimdi sıkı durun: Türkiye heyeti, devletin internete müdahalesini kabul eden metni “evet” diyerek imzaladı. Peki toplantıda Türkiye’yi kim temsil ediyordu?Türkiye’yi Ulaştırma Bakanlığı’na bağlı Bilgi Bilişim Teknolojileri Kurumundan 4 kişi temsil ederken, heyete delege sıfatıyla TRT’den 6 kişi, Türk Telekom’dan 3 kişi ve üç cep telefonu şirketinden birer kişi katıldı.Yarın öbür gün internet üzerinde “devlet baskısı” artarsa sakın şaşırmayın çünkü iktidar yetkilileri “Uluslararası kararlara imza attık, bir sorumluluğumuz var” diyeceklerdir.*****Yeni yıl zamlarla geliyormuş. E boş yere, “Türk insanı için yılbaşının resmi, şöminenin yanına kurulan çam ağacı değildir, ocağa dikilen incir ağacıdır” demiyoruz! (Gani Yıldız)*****Artık bu utanç bitsinSoner Yalçın cezaevinden mektup gönderirken, aynı davada tutuksuz yargılanan diğer arkadaşları da perşembe günü yapılacak duruşmaya dikkat çeken bir açıklama gönderdiler. Bu açıklamayı da sizlerle paylaşmak isterim:“682 gün oldu.682 gün önce onlarca polisin evine girmesiyle özgürlüğü elinden alındı.Gazetecilik yaşamını; illegal yapılanmaları ve faili meçhul cinayetleri ortaya çıkarmaya adamıştı. Ama ortaya çıkarırken ölüm tehditleri aldığı bu yapılanmaların üyesi olmak suçlamasıyla tutuklandı.Onun adı Soner Yalçın.Gazeteci.Gazeteciliğin yargılandığı Odatv davasının tutuklu sanığı. Yargılandığı mahkeme onun hakkında “Kaçma şüphesi YOK” diyor...Yargılandığı mahkeme onun hakkında “Delilleri karartma şüphesi YOK” diyor... Ama siz bu satırları okurken o hâlâ tutuklu, hâlâ hapiste...Artık zekâmıza hakaret eden bu utanç bitsin istiyoruz. Ve suçun, suçlunun olmadığı; defalarca çökmüş bu davanın duruşmasına sizi davet ediyoruz.Siz bu satırları okumak için 1 dakikanızı ayırdınız.O, tutukluluğunun 682’nci gününde tekrar hâkim karşısında. Suçsuz bir insanın hapiste 682 gününe itiraz etmek ya da neden 682 gündür hapiste olduğuna tanıklık etmek için 1 duruşmaya gelir misiniz? Sizi, gazeteciliğin yargılandığı Odatv davasının duruşması için 27 Aralık Perşembe sabah saat 9’da İstanbul Çağlayan Adliyesi’ne bekliyoruz...”

Devamını Oku

Yasalar ancak sanık AKP’li olunca akla geliyor

23 Aralık 2012

Sevgili okurlar; geçen hafta çok ilginç bir hukuk olayı ile karşı karşıya kaldık. Anayasa Mahkemesi, Anayasa’da yer alan, hukukla ilgili herkesin bildiği bir kuralı “yeniden” açıkladı ve bir dava ile ilgili kararını buna göre verdi.Kısa bir hatırlatmaOlay şuydu; Yargıtay’da bir daire başkanı, aralarında AKP kurucularından bir iş adamının da olduğu bazı kişilerden rüşvet almakla suçlanıyordu. Yüksek hâkim rüşvet almaktan diğerleri rüşvet vermekten mahkemeye çıkacaklardı.Hâkim büyük oluncaAncak Anayasa gereği yüksek hâkimler normal mahkemede yargılanamayacağı için davaya Yüce Divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi bakmak durumunda. Geçen hafta Anayasa Mahkemesi toplandı ve bu rüşvet davasını ele aldı.Beklenmedik kararAnayasa Mahkemesi hiç kimsenin beklemediği bir karar aldı. Ortada bir suç olduğunu kabul eden Anayasa Mahkemesi “Ancak deliller usulüne göre toplanmamıştır, bu nedenle sanıklar beraat etmişlerdir” açıklaması yaptı.Kurala uyulmamışÇünkü Anayasa Mahkemesi üyeleri anlamışlar ki, polis sanıklar hakkındaki delilleri toplarken, usulüne uygun davranmamış. Delil olmaması gereken telefon dinlemeleri kanıt olarak ortaya konmuş. Bu, anayasaya aykırı bir durum.Doğru bir kararDurum böyle olunca Anayasa Mahkemesi üyeleri de Anayasa’nın 38. Maddesi gereğince “Bu davaya bakılamaz bile” diyerek tüm sanıklarla ilgili beraat kararı aldı. Ancak bu karar başka davalar açısından tartışılır hâle geldi.İçtihat olur mu?Anayasa Mahkemesi’nin beraat kararı ile gözler ister istemez Silivri’de sürdürülen mahkemelere çevrildi. Bazı kesimler “Mahkemenin bu kararı içtihat olursa, Balyoz ve Ergenekon davaları da bundan etkilenir” görüşünü savundu.İçtihat değil ki kanunİçtihat, yasada veya örf ve âdet hukukunda uygulanacak kuralın açıkça ve tereddütsüz olarak bulunmadığı konularda, yargıç veya hukukçunun yorumuyla ortaya çıkan sonuçtur. Benzer durumlarda örnek alınır. Anayasa Mahkemesi’nin kararı içtihat olamaz, çünkü zaten konu madde olarak Anayasa’da açıkça yazılı.Anayasa madde 38Anayasanın defalarca değiştirilen 38 maddesi sanık haklarını belirliyor. Bu maddenin 6. fıkrasına göre kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular delil kabul edilemez (Ek fıkra: 3/10/2001-4709/15 md.). Anayasa Mahkemesi beraat kararını bu maddeye göre verdi.Dinleme kayıtlarıBu davada söz konusu olan “kanuna aykırı toplanmış deliller” telefon kayıtlarından oluşuyor. Telefon kayıtları zaten delil olamadığı gibi bu olayda telefon dinleme prosedürüne de genellikle uyulmadığı saptanmış durumda.Garip bir şey yokYani Anayasa Mahkemesi’nin beraat kararında garip hiçbir şey yok. Mahkeme Anayasa’da belirtilen kurallara uymaktan başka bir şey yapmamış. Ancak konu başka mahkemelerde süren davalarla çok yakından ilgili ve çok önemli.Silivri davalarıRüşvet davasında Anayasa kurallarına uyulurken, Ergenekon, Balyoz gibi yıllardır süren ve pek çok kişiye eziyet çektirilen davalarda benzer durumlar yaşanıyor. Ancak nedense bu mahkemelerde Anayasa sanki yok sayılıyor.Milyonlarca sayfaSilivri’deki mahkemelerde iddianameler milyonlarca sayfadan oluşan delilleri içeriyor. Ancak bu milyonlarca sayfanın yüzde 90’ından fazlası sanıklarla ilgili telefon dinleme tapelerini kapsıyor. Hiçbirinin delil niteliği yok.Mahkeme dinlemiyorSilivri’de avukatlar yıllardır telefon kayıtlarının delil olamayacağını, ayrıca delillerin kanuna aykırı biçimde elde edildiğini vurguluyorlar, buna karşı mahkeme itirazları hiç ciddiye almadığı gibi hukuki bir cevap bile vermiyor.Umut yarattıElbette Anayasa Mahkemesi’nin kararı Silivri davaları için bir umut yarattı. Hukukçular aynı durumun Silivri için de geçerli olacağını belirterek “delillerin durumu yeniden ele alınacaktır” diyor. Ancak bu pek mümkün görünmüyor.Yapılsa yapılırdıEğer Silivri’de hukuka uygun bir yargılama yapılıyor olsaydı, Anayasa’nın 38’inci maddesi gereği kanunsuz elde edilen delillerle, telefon dinlemeleri iddianameden ayıklanırdı. Oysa öyle yapılmadı, yapılacağı da yok.Fark nerede?Peki bu farklılık nereden kaynaklanıyor? Anayasa Mahkemesi aynı maddeye başka türlü, özel yetkili mahkemeler başka türlü bakabilir mi? Normal bir hukuk düzeninde böyle bir şey elbette olmaz, ancak Silivri’de normal bir hukuk durumu yok ki.İş sanıklardaAnayasa Mahkemesi elbette tamamen Anayasa’ya uygun bir karar alıyor almasına da, konuya bir de sanıklar açısından bakmakta yarar var. Rüşvet olayının bir sanığının AKP kurucusu olması herhâlde dikkatten kaçamaz.Silivri’de farklı durumSilivri davalarında yargılananlar arasında bırakın AKP’ye kurucu üye olmayı, iktidara destek veren bir kişi bile yok. Tam tersine, zaten Silivri’nin tamamı muhaliflerden oluşuyor. Acaba hukuk bu nedenle mi farklı uygulanıyor?İlk kez olmuyorAslına bakarsanız bunda çok da şaşılacak bir şey yok. İktidar yanlısı olanlara farklı hukuk uygulanması ilk kez olmuyor. Örneğin biliyorsunuz Deniz Feneri Davası’nda da sanıkların kimliği nedeniyle çok farklı bir yöntem uygulanmıştı.MİT olayı da varYine MİT Müsteşarı hakkında bir soruşturma açılmak istenmişti ama bu, yasa değişikliğiyle Başbakan iznine tabi kılınarak Müsteşar yargının elinden kaçırılmıştı. Özel yetkili mahkemelerin bu izne ihtiyacı olmadığı biliniyordu.Genelkurmay’a ise evetÖzel yetkili mahkemelerin kim olursa olsun hakkında soruşturma yapabileceği, Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’un tutuklanması sırasına ortaya çıkmıştı. Oysa bu, yeni kabul edilen anayasa maddesine aykırıydı, ama kimse dinlemedi.Hani halk kabul etmişti?İlker Başbuğ gözaltına alındığında “12 Eylül’de halk tarafından kabul edilen anayasa maddesine göre, benim Anayasa Mahkemesi’nde yargılanmam gerek, bu mahkeme beni yargılayamaz” dedi. Özel yetkili savcılar gülüp geçti.Başbuğ hapse girdiBaşbuğ ne kadar haklı olursa olsun “özel yetkili mahkemelerin kuralları her şeyin üstündedir” mantığı geçerli oldu ve Başbuğ hapse girdi. Ama sıra MİT Müsteşarı’na gelince akan sular durdu, özel yetki falan ortada kalmadı.Savcılar dağıtıldıÜstelik MİT konusunda kendilerini gerçekten özel yetkili sanan savcılar da darmadağın edildi. Soruşturmayı açan savcı hemen görevden alındı, yerine gelen bu kez Başbakan’dan izin istemeye kalkınca aynı şey onun da başına geldi.Bir gün sorulurTürkiye 2012’yi de hukuksuzlukların egemenliğinde bitiriyor. Ancak hukuk ve demokrasi yavaş işlese de doğruyu mutlaka bulur. Gün gelir bunca hukuksuzluğa göz yumanlar, buna boyun eğenler de hesap verirler.Hepinize iyi haftalar dilerim.

Devamını Oku

İki hafta aradan sonra işte haftanın fıkraları

22 Aralık 2012

İki hafta önce “Kıyamet günü” nedeniyle, geçen hafta da kısa bir izin nedeniyle pazar günlerinin tiryakisi olduğunuz Yıldırım Tuna fıkralarını yayınlayamamıştım. İşte bugün hasret kaldığınız fıkralara devam ediyorum. Keyifli pazarlar dilerim;DevekuşuAdam pastaneye yanında kocaman bir devekuşu ile gelmiş, birlikte oturmuşlar, adam garsona kola ısmarlamış, devekuşuna da sormuş “Ne istersin?” diye, “Aynısından tatlım” diye cevap vermiş devekuşu, birazdan hesabı istemişler, adam pusulaya bakmış elini cebine atmış, çıkarttığı parayı saymadan uzatmış ve kuruşu kuruşuna ödemiş hesabı. Ertesi gün yine birlikte gelmişler, adam pasta istemiş, devekuşu da “Aynısından tatlım” demiş, daha sonra hesap gelmiş, adam yine atmış elini cebine, saymadan hoop, hesap tutarı kadar parayı bırakmış garsonun avucuna.. Bu gelişler ve parayı ödeme şekli her gün aynen devam edince, artık garson dayanamayıp sormuş, “Affedersiniz ama hesap ne kadar tutarsa tutsun, elinizi cebinize atıp çıkan parayı saymadan bana veriyorsunuz ve avucunuzdaki para her seferinde hesapla bire bir tutuyor.. Nasıl oluyor bu?” Adam “Yıllar önce sihirli bir lamba buldum, içinden çıkan cin ondan 2 dilekte bulunmamı istedi..” diye başlamış anlatmaya, “İlk dileğim ne satın alırsam alayım elimi cebime attığımda harcadığım tutar kadar para avucuma gelsin olmuştu..” Garson “Harika, böylece bir ömür boyu sıkıntı çekmeden yaşarsınız..” diye atılmış. “Doğru” diye cevaplamış adam, “Gazete de alsam, Rolls Royce da param cebimde hazır..” Garson “Bir şey daha var efendim..” demiş “Yanınızdaki bu devekuşu da ne?..” Adam “Sorma..” demiş sıkıntıyla başını öne eğerek, “ 2. Dileğimde de ‘Tek kelimeme bile itiraz etmeyen uzun boylu ve upuzun bacaklı bir piliç’ istemiştim..!”BilezikHastaneye ‘yüz gerdirme ameliyatı’ olmak için gelen orta yaşlı kadına ‘tahlil takip numarası’ vermek için “Size şimdi bir bilezik takılacak” demiş doktoru. “Ooooo” demiş kadın doktoruna takılmak için , “Yakut ve pırlantalarla dolu bir şey mi bu?..” Doktor “Yok.. Tabii ki değil, plastik..” demiş kadının yüzünü daha dikkatli inceleyerek, “Ama sanırım o kadar tutar..!”AyrılmışAdam barda oturan kızın yanına gitmiş, “Size bir içki ısmarlayabilir miyim?” diye sormuş. “Tipik bir çapkın davranışı.. Sizin mutlaka bir kız arkadaşınız vardır” demiş kız sinirlenerek. “Yok..” diye cevap vermiş adam, “Bir ay kadar oldu ayrıldık..” Kız “Ooo, üzüldüm..” demiş, “O zaman bir kadeh viskinizi alabilirim.”Ayrılık nedeniBirlikte gece yarısına kadar sohbet etmişler, gece adamın evinde devam etmiş, kız sabaha karşı elbiselerini giyerken “Sorabilir miyim?..” demiş, “Sevgilinizden neden ayrıldınız?..” Adam “Tabii sorabilirsin..” demiş, “Karım cin gibidir.. Vaziyeti anında çakmış, mecburen ayrıldık tabii..!”Pilot anonsu“ Sayın yolcularımız Kaptanınız konuşuyor... Size bir kötü, bir de iyi haberim varÖ Şu anda tam yanımda üzerinde bomba düzeneği olan bir hava korsanı bulunmaktaÖ İyi haber de şu ki adam uçağımızı ‘ Fransız Riviera’sına indirmemi istiyor..!”Fil kaçırıcıYan komşumun her sabah erkenden kalkıp sokağa beyaz bir pudra serpiştirdiğini fark ettim “Günaydın..” dedim, “Nedir bu serpiştirip durduğunuz şey?” Komşum “Bu özel bir fil kaçırıcı aroma” dedi. “Bir tane bile fil girsin bu sokağa bıyıklarımı keserim..!” Ben de “Ama?..” dedim, “Buralarda fil bulunmaz ki?..” Komşum “Gördünüz mü?..” dedi, “ Bal gibi işe yarıyor işte..!”Araba anahtarıDün akşam apartmandaki yan komşumuzun kapısını çaldım, kapıyı adam açtı, “Biraz evvel işten yorgun geldiğinizi biliyorum, ama yardımınıza ihtiyacım var, evime giremiyorum” dedim, “Aceleyle anahtarımı yatağın tam kenarındaki sandalyenin üzerindeki pantolonumun cebinde unutmuşum..” Komşum “Tamam da benim ne yapmamı istiyorsunuz?” diye sordu. “Yukarıdaki yatak odanıza çıkıp anahtarımı alıp getirebilir misiniz?..”Hangisi?Temel vize kuyruğunda. Her zamanki gibi vize vermemekte direnen yabancı ve tipik suratsız elçilik çalışanlarından biri sıra Temel’e gelince “Size bir bilmece soracağım, bilirseniz vizenizi vereceğim” demiş ve sormuş “Bilin bakalım.. Karşıdan karşıya geçerken üzerinize gelen 2 adet far gördünüz, bu nedir?..” Temel “Otomobil” diye sevinerek cevaplamış. “Tamam ama olmadı” demiş vize memuru, “Nasıl bir otomobil?.. Opel?.. Ford?.. Mercedes?.. Hangisi?..” Temel “Durun.. Bana bir şans daha verin..” diye atılmış. “Ama bu son şansınız.. Bilemezseniz sıradakini alırım.. Yine karşıdan karşıya geçiyorsunuz, bu sefer tek bir far gördünüz.. Nedir bu?..” Temel “M..Motosiklet..!” diye cevaplamış. “Bakın yine aynı hatayı yaptınız.. Tabii ki motosiklet.. Ama ne?.. Honda?.. Suzuki?.. Harley?.. Hangisi?.. Özür dilerim, sıradakiiii..” Temel hafif sinirli biçimde “Vizeyi boş verin ama madem meraklısınız izin verirseniz ben de size minik bir bilmece sormak istiyorum..” demiş. “Tamam” demiş vize memuru oturduğu camekanın arkasında heyecanlanarak. “Vakit gece yarısı, kırmızı fenerli bir sokaktasınız, elektrik direğine yaslanmış, file çoraplı, kıpkırmızı rujlu bir kadın gördünüz.. Bu nedir?..” Vize memuru “Hahaha.. Kolay.. Bir Fahişe..!” diye cevaplamış. “Aaaa, olmadı.. Olmadı ama..” demiş Temel, “Tamam da kim?.. Ebeniz mi?.. Anneniz mi?.. Kız Kardeşiniz mi ?.. Hangisi?..”*****Gani Yıldız’danKredi kartlarının hesap kesim tarihleri bu ayın 21’inden sonra olanlar Mayalar’ın haklı çıkmasını ne kadar da çok istemişti!***Meclis’teki bütçe görüşmeleri birçok “bel altı sataşma ve konuşma”ya sahne olmuş. Bu kadar rahat hareket ettiklerine göre, dokunulmaz olmalarının yanı sıra kendilerini “duyulmaz” sanıyorlar herhâlde!***Otoyol özelleştirmesine köprüler de dahilmiş. Konu özelleştirme olunca sosyal devletin yerini ister istemez vahşi kapitalizm alıyor gibi. Örneğin; köprülerden intihar da ücretli olur mu?***Toplumsal olaylarda biber gazı ve tazyikli sudan sonra “geçici körlük” yaratan el feneri kullanılacakmış. Sanırız sert müdahalelere başvurup demokrasinin vazgeçilmezi olan protesto eylemlerini vatandaşa hak görmeyenler “kalıcı körlük” yaşıyor.***Orta Doğu Teknik Üniversitesi, “Başbakan geliyor” haberiyle karışmış. Bu dakikadan sonra, “Başbakanımız Orta Doğu’da çok sevilen bir liderdir” tezi “teknik olarak” çökmüştür!***21 Aralık’ta dünyanın sonunun geleceğini iddia edenler neye dayandı ki?! Sanki hüküm giymeden hapis yatanların dışarı çıkması ya da emniyet şeritlerinin sadece zorunlu hallerde kullanılması ya da kışın kar lastiği takmayanın olmaması gibi işaretler vardı da!***Öğrenci Seçme Sınavı’nda din soruları da olacakmış. Karar hayırlı olabilir; belki de soruları şifreli cevap şıklarıyla çözmeyi umut edenler “çarpılma korkusu”yla vazgeçer!

Devamını Oku

Sahipsiz İstanbul yine pes etti

21 Aralık 2012

Doğal afetler dünyanın en gelişmiş ve iyi yönetilen kentlerinde bile hasar yaratır, günlük yaşamı altüst eder, insanların perişan olmasına neden olur.Ancak bir kent İstanbul gibi sahipsiz bırakılırsa en küçük bir doğal afet, bir trajik trafik kazası, beklenmedik bir olay sorun olmaktan çıkıp bir kâbusa dönüşür.Önceki gün İstanbul yine bir kâbus yaşadı.Çünkü İstanbul’un bir sahibi yok.İstanbul’un başında, yetenekli, akıl ve bilimin ışığında çalışan, fedakâr, hizmet ederken siyasetten arınmış yöneticiler yok.Elbette valisinden belediye başkanına, emniyetinden sağlığına, o makamları işgal eden kişiler var. Bu kişiler makamları işgal ediyorlar ama aslında o makamlar boş.O makamlar her şeyin düzgün gittiği zamanlarda ve büyük devlet büyükleri İstanbul’a geldiğinde var.Önceki gün İstanbul yine kaderiyle baş başa bırakılmıştı.Ne bir önlem alındı, ne bir uyarı yapıldı, baraj kapakları açılmış da sular bırakılmış gibi koca megapol bir doğal afet karşısında yapayalnız kalakaldı.Ve tam tahmin ettiğim gibi, kâbusun geçmesinden hemen sonra ilgili makam sahipleri medyanın karşısına geçerek “her şeyin kontrol altında” olduğunu, “gerekli bütün önlemlerin alındığı” açıkladılar.Ve yine hiç çekinmeden, utanmadan “Bugün durum çok normal, trafik akıyor, ekiplerimiz çalışıyor” dediler.Peki bir gün önce?O zaman neredeydi bu önlemler, çalışan bu ekipler? Haklarını yemeyelim, vardılar tabii de, çöldeki bir damla gibi.Bir makamı işgal etmek çok kolaydır. Normal zamanda bu makamların gerektirdiği gibi davranmak, çalışmak hatta fedâkarlıklar yapmak da kolaydır. Başarı, bilgi, yetenek ve fedâkarlık asıl durum normal değilken yapılanlarla ölçülür.Hepimiz biliyoruz ki, önceki gün İstanbul’da hiçbir şey normal değildi.Anormal kar yağdı, inanılmaz bir fırtına ağaçları, direkleri devirdi, çatıları uçurdu. Üstüne bir de kentin tek büyük yolunu 40 dakika kapatan bir trafik kazası yaşandı.İşte bu bahaneler, dünyanın en büyük kentlerinden İstanbul’u yönetmek için ama atanmış ama seçilmiş tüm makam sahiplerinin iflas etmesinin gerekçesi olamaz.*****Hafıza-i beşer nisyan ile maluldürBaşlıktaki cümleyi büyük olasılıkla genç okurlar bilemeyeceklerdir. Bu sözü siyaset literatürümüze DP dönemi Başbakanı Adnan Menderes sokmuştu. Anlamını, (insan belleğinde unutma hastalığı vardır) “Toplumlar unutkandır” şeklinde açıklayabilirim.Menderes’in zamanında eleştirilere karşı söylediği bu ünlü söz aslında pek çok iktidar sahibinin de “altın anahtarı” gibidir.Toplumlar neden unutkandır. Çünkü toplumların tepkisi anlıktır. Sorun giderildiği ya da kendiliğinden bittiği an öfkeler yatışır ve öfkeye neden olanlar kısa sürede hafızalardan silinir.Şimdi hepiniz düşünün lütfen, geçen yıl da, önceki yıl da İstanbul’da kar kâbus gibi çökmüştü. Yine yollar kapandı, insanlar evlerine gidemedi, büyük eziyetler çekildi.Veya bu yıl da önceki yıl da daha önce de aşırı yağmurlar nedeniyle yüz binlerce kişi sel suları nedeniyle perişan oldu.Peki hatırlıyor musunuz? Ya da o günkü öfkenizden, yöneticilere olan eleştirilerinizden eser var mı?Yok tabii. Çünkü unutuyoruz.İşte İstanbul’u güya yönetenler de buna güveniyor.“Kar yağdı, yollar kapandı, insanlar işkence çekti, ama yarın hepsi unutulacak, seçim günü geldiğinde kimsenin aklına bunlar gelmeyecek” diye düşünüyorlar.Eh haksız da değiller.Siz hiç seçim dönemlerinde bu tür olayları hatırlatan ve bunun üzerinden propaganda yapan birini gördünüz mü?*****Metrobüse aşırı talep olmadıBelediye Başkanı sanki çok başarılı bir gün geçirmiş gibi ekranda güleç bir çehreyle konuşuyor; “Metrobüse aşırı talep oldu.”Oysa metrobüse aşırı talep olmadı.Yüz binlerce kişi, metrobüse ulaşmak için kullandığı kaldırımlar ve üst geçitler buz tuttuğu için yürüyemedi, zaten aşırı kalabalık yüzünden normal günde bile zor yürünen yerlerde yaya trafiği iyice ağırlaştı, aşırı tıkanmalar yaşandı. Bir de metrobüs yolları bile temizlenemediği için kayan otobüslerin yaptığı kazalar nedeniyle akış durunca duraklarda fazladan yığılmalar yaşandı. AKOM adında “çok övünülen” bir merkez var. Gerçekten uzay üssü gibi. Ama belli ki hiçbir işe yaramıyor. Görevliler herhalde sadece seyrediyorlar ve rapor yazıyorlar.*****Kar için yatırım yapmak akıllıca değilYıllar önceydi, bir belediye başkanı ile sohbet ediyordum. Dedi ki “İstanbul’a yılda bir ya da iki kere kar yağar, ama kâbus yaşanır, sonra eleştiriler başlar, karla mücadele edilemediğinden yakınılır, biz de mecburen yılda bir iki kere kullanılan araç gereçlere milyonlarca lira yatırırız.”Sonra devam etmişti; “Bu dünyanın en akılsız işlerinden biri. Bu tür doğal afetlere karşı ne kadar önlem alırsanız alın, hangi araç gerece sahip olursanız olun, vakti geldiğinde hiçbir işe yaramaz.” Çok doğru bir saptama. İşte bu nedenle akıllı, bilgili, yetenekli kişilerin yönettiği kentlerde, başka önlemler alınıyor.Örneğin kar ya da aşırı yağış veya büyük fırtına öncesi halk uyarılıyor, sokağa çıkmaması isteniyor. Okullar tatil ediliyor, devlet memurlarından ancak yakında oturanların çalışması isteniyor, özel sektöre (izin yapın) çağrısında bulunuluyor.İstanbul’da böyle bir çare düşünülmüş olsa, önceki gün birkaç milyon kişi ve yüz binlerce araç caddelerden çekilmiş olacak, böylelikle alınan önlemler hem işe yarayacak hem de gözle görünür olacaktı.*****ReddediyoruzTürkiye’nin en tanınmış ve en sevilen sanatçılarının bir araya gelerek kurduğu “Sanatçılar Girişimi” yarın 40 sanatçının sahne alacağı büyük bir buluşma düzenliyor. Bostancı Kültür Merkezi’nde saat 17.00’de başlayacak buluşmanın temel sloganı şöyle; “Ferman Padişahın, reddediyoruz. Diktaya, korkuya, adaletsizliğe, sanat ve sanatçı düşmanlığına karşı büyük buluşma.” Buluşmaya, CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu da katılacak.Katılım ücretsiz. Destek vermek ve sanatçılarla buluşmak isteyenlere öneririm.*****Neler yapılmadı?Kâbus gününde İstanbul’da şunlar yapılmadı:- Valilik halkı uyarmadı.- Okullar bir gün önceden tatil edilmedi. Minicik çocuklar perişan edildi.- Yollar tuzlanmadı. Yetkililer meğer sulu kar bekliyormuş.- Karlı yollar açılamadı.- Kaldırımlar ve otobüs duraklarına giden üst geçitler temizlenmedi.- Otobüs, vapur, metrobüs, motor seferleri artırılmadı.- Şikâyet ve çağrılara hiçbir cevap verilmedi.

Devamını Oku

Kılıçdaroğlu ile alay edenler 1989’daki Dalan’ı unutmasın

19 Aralık 2012

Yandaş medyaya bakıyorum, birkaç gündür CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu ile dalga geçmeye çalışıyor. Kimi yazılarında “rüya görüyor” diyor kimi karikatürler çiziyor, kimileri de ekranda “Vay hayalci” diye konuşuyor.Dalga geçmelerinin nedeni, Kılıçdaroğlu’nun geçen hafta söylediği “İstanbul’u kesin alacağız” sözleri.Kemal Kılıçdaroğlu bu konuşmasında İstanbul’da artık AKP’nin sonunun geldiğini, CHP’nin çıkaracağı adayla İstanbul’u alacağını söyledi.CHP İstanbul’u gerçekten “kesin” alabilir mi?” Bu sorunun cevabını vermek şimdiden kolay değil.AKP’li İstanbul Büyükşehir Belediyesi sorunları çözmeyen ama görsel olarak başarılı gibi görünen pek çok iş yaptı. Gerçekten çok başarılı işleri de yok değil elbette. Sonuçta AKP, 1994’ten bu yana ama Refah ama Fazilet Partisi olarak İstanbul’un yönetiminde. Bunca sürede başarılı işler de olmaması da zaten mümkün değil. Bunlara teşekkür etmek gerekir.Ancak unutulmamalı ki, çağdaş demokrasilerde aynı siyasi görüşün çok uzun iktidarda kalması, beraberinde statükoyu, çıkarcılığı, yolsuzluğu, güç zehirlenmesini de getirir.O nedenle çağdaş demokrasilerde, iktidarlar başarılı olsalar bile mutlaka değiştirilir. Ki yeni bir kan, yeni bir heyecan, yeni bir ruh gelsin ve eskisinden daha iyi işler yapsın diye.Bu nedenle Ankara ve İstanbul’da pek çok kişinin, şu anda bir alternatif göremese bile artık AKP yönetiminden sıkıldığını söylemek yanlış olmaz. Konuştuğum pek çok kişi “Bir şey yapmıyorlar diyemem ama, artık yeter, yeni bir alternatif görmek istiyoruz” diyor.Şahsi kanım, şu anda “imkânsız”mış gibi görünüyorsa da AKP’nin İstanbul’da ve hatta Ankara’da kaybedeceği yönünde.Kemal Kılıçdaroğlu ile “rüya görüyor” diye dalgasını geçenlere geçmişten bir örnek vermek isterim. Yıl 1989. Tüm ülkede “yerel seçimler” yapılıyor. Dönemin iktidarı ANAP’ta ciddi bir kan kaybı var. Ancak İstanbul’da Dalan fırtınası esiyor.Büyükşehir Belediye Başkanı Bedrettin Dalan ANAP’taki düşüşe rağmen bırakın yerini korumayı tam tersine sürekli yükseliyor.Nerede? Anketlerde.Hiç unutmuyorum, o tarihlerde üst üste “bugün seçim olsa” anketleri yapılıyordu. Gazetelerde çarşaf çarşaf yayınlanıyordu. Dalan önce yüzde 40’lardaydı, seçim günü yaklaştıkça anketlere göre oyu yükseldi, yükseldi, yüzde 60’lara kadar çıktı.CHPliler tıpkı bugün gibi “Dalan’a karşı kazanamayız” psikolojisi içindeydi. Öyle ki kimse aday olmak bile istemiyordu, seçim hezimeti kesindi çünkü!Bir doktor, Nurettin Sözen çıktı ortaya, aday oldu. Herkes alay ediyordu Sözen’le. “Yazık, o müthiş tıp kariyerini de yerle bir edecek” diye üzülüyordu kimi yakınları.Sonunda seçim günü geldi çattı. Sonuç CHP’li Sözen yüzde 40’larda oy aldı, Dalan, partisi gibi yüzde 20’lerde kaldı. Oysa Dalan kutlama için Belediye’de pasta yaptırmış, şampanyalar getirtmişti. Seçimden üç gün sonra belediye mührünü Sözen’e verip çıktı gitti o binadan.CHP 1989’da bir mucizeyi gerçekleştirmiş, “yüzde 60’la yeniden seçilecek” denilen Dalan’ı yenmişti. CHP’liler 23 yıl sonra bu olayı hatırlarsa kazanma hırs ve inançları biraz daha artar belki.*****“Şunu demek istedi” ne demek?Bana göre insan ilişkilerindeki en nezaketsiz cümlelerden biri şu: “Anlıyorum, şunu demek istiyorsunuz.” Bu ağzımıza çok yapışmış bir cümle. TV’lerdeki tartışma programlarında da sıkça kullanılıyor. Sunucu görüşünü açıklayan kişiye dönüp “Yani şunu demek istiyorsunuz” deyiveriyor.“Şunu demek istiyorsunuz” demek aslında “Siz iyi anlatamadınız, ben tercüme edeyim” anlamına gelir.Haydi sunucular, bunu bilmedikleri ya da canlı yayın heyecanı içinde söylüyor. Peki bir iktidar partisinin koskoca üstelik anayasa profesörü milletvekiline ne demeli?AKP’li Burhan Kuzu “Şunu demek istedi” diyerek Başbakan’a tercümanlık yapıyor.Başbakan kuvvetler ayrılığından yakındı, ama bu sözleri ve özellikle söyleyiş tarzı eleştirildi ya, Burhan Kuzu da ne yapsın “Başbakan gaf yaptı” diyemeyeceği için herhalde “Şunu demek istedi” diyerek durumu kurtarmaya çalışıyor. Yani Başbakan “meramını anlatacak” kadar iyi konuşamıyor.Her şeyi bir kenara bırakın, böyle nezaketsizlik olur mu?*****GÜNÜN SÖZÜUzaya fırlatılan Göktürk-2 uydusu istihbarat çalışmalarına yardımcı olacakmış. Böylece muhtemel “İstihbaratı kim verdi?” belirsizlikleri için cevap bulunmuş oldu: “Uzaydan geldi!” (Gani Yıldız)*****Kılıçdaroğlu Mustafa Sarıgül’le el sıkışmışYaklaşık 1.5 yıl sonra yapılacak yerel seçimler için CHP şimdiden çalışmaya başladı. Ancak özellikle büyük kentlerde sıkıntılı bir durum var. Çünkü bu kentlerde aday olacak isim bulunmasında sorun yaşanıyor.Bunun iki nedeni var.Birincisi, tıpkı 1989’daki gibi “nasıl olsa kazanamayacağız” duygusu içindeki CHP’liler aday bulamıyor. Gerçi adı adaylık için geçen bazı isimler var ama, kimse onların seçim kazanacağına inanamıyor.İkincisi Gürsel Tekin dışında hiç kimse cesaret edip ortaya çıkamıyor, çünkü seçilebileceğine inanamıyor. Şu anda İstanbul için adı en çok öne çıkan isim Şişli Belediye Başkanı Mustafa Sarıgül.Bütün anketlerde Sarıgül açık ara önde çıkıyormuş. Çok normal. Çünkü psikolojik olarak CHP’den umudunu kesen kesimler, ancak yeni bir adayın rüzgâr estirebileceğine inanıyor. Sarıgül’den başka kimsenin adı geçmediği için de doğal olarak, beğense de beğenmese de birçok CHP’lide “İstanbul’u ancak Sarıgül’le kazanırız” fikri hâkim.Ancak Sarıgül’ün bir handikapı var: CHP’li değil. Üstelik daha önce “ihraç edildiği” için partiye dönüşü bir prosedüre bağlı. Sarıgül’ün bu prosedürü aşmasında sıkıntı var. Kulağıma gelen dedikodulara göre, Sarıgül adaylığa çoktan razı ve hatta hummalı bir çalışma içinde. Sarıgül’ü cesaretlendirenlerin ise bazı medya patronları ile bazı TÜSİAD üyeleri olduğunu duyuyorum.AKP’den rahatsız olan, CHP’nin ise etkisiz kaldığını düşünen bazı sermaye çevreleri ancak Mustafa Sarıgül’ün İstanbul’u kazanacağına düşünüyormuş.Bu nedenle artık düğmeye basılmış.Operasyonu yürüten eski DSP’li bakanlardan Hüsamettin Özkan, Kemal Kılıçdaroğlu ile Mustafa Sarıgül’ü 20 gün kadar önce bir araya getirmiş.Bu toplantıda Sarıgül’ün CHP’den İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan Adayı olması konusunda el sıkışılmış.Kılıçdaroğlu’nun yılbaşından sonra konuyu partinin diğer yetkilileri ile konuşacağı ve Sarıgül’ün CHP’ye dönmesi için gerekli olan yasal prosedürü başlatacağı söyleniyor.

Devamını Oku

Demokrasi o kadar kolay değil tabii

18 Aralık 2012

Başbakan Erdoğan demokrasinin temel prensibi olan “kuvvetler ayrılığı” kavramını tartışmaya açtı. Söylediği özetle şu: “Sistem düzgün kurulmamış. Bu nedenle umulmadık yerde bürokratik oligarşi karşınıza dikiliyor, yargı ile karşı karşıya kalıyorsunuz.”Başbakan’ın şikâyeti, yapmak istedikleri bazı icraatların yargıya takılması ve gecikmesi.Kulağa ilk başta hoş gelebilir. Hele düz mantıkla bakarsanız “Başbakan tamamen haklı” bile diyebilirsiniz.Ama demokrasi o kadar kolay bir şey değil ki. Öncelikle şunu söylemek isterim; Başbakan’ın “bürokrasi oligarşisinden” söz etmesi doğru değil. Eğer bir iki yıldır iktidarda olsaydı bu mazur görülebilirdi. Ama AKP tam 10 yıldır iktidarda.Bu sürede bürokrasi içinde özellikle yargıda çok önemli değişiklikler yaptı. Bürokrasiyi tamamen kendi istediği doğrultuda oluşturduğu gibi yargıyı da, üstelik halk oyuyla hükümetin bir organı hâline getirdi. Buna rağmen bir bürokrasi oligarşisinden söz etmekte haklı olamaz.Ama asıl sorun demokratik anlayış ve demokrasiye bakışta.İktidar, arkasındaki halk desteğine güvenerek “Ülkeyi ben yönetiyorsam, benim dediğim olur, yasama ve yargı ayakları ancak buna destek için var olmalıdır” diyor, diyebiliyor.Demokrasi, hukuk, özgürlükler, insan hakları konusunda duyarlı olmayan geniş kitleler bu mantığı kabul edebilirler.Ama demokrasi öyle değil işte. Demokrasi “Ben yaptım oldu” mantığını kabul etmez.AKP demokrasiyi “kendi söylediklerinin kabul edilmesi, bunlara karşı çıkılmaması, asla eleştiri ve sorgulama yapılmaması” olarak anlıyor belli ki.Buna boyun eğerseniz demokrasiye ve hukuka inancınız tamdır. Yok, karşı çıkıyor ve eleştiriyorsanız “demokrasi karşıtı, darbeci, postalcı, askeri vesayet yanlısı, statükocu” ilan edilmeniz işten bile değil.AKP 10 yıldır iktidarda ama özellikle son 5 yılda demokrasi ve hukuk alanlarında Türkiye büyük gerileme içinde.AB Uyum Yasaları adı altında göstermelik düzenlemeler yapılsa da sıra işleyişe geldiğinde tam tersi gerçekleşiyor.On binlerce kişi hapislerde, gencecik çocuklar sırf pankart astıkları için “terörist muamelesi” görüyor, çoğunun hayatı karartılıyor, her türlü eleştiri, karşı çıkma, direnme, gösteri en şiddetli biçimde bastırılıyor, biraz muhalif olanlar bile telefonlarının dinlenmesinden, izlenmelerinden, bir gün internete düşebilecek görüntülerinden endişe ederek seslerini çıkarmaya cesaret edemiyor. Türkiye, son yılların zihniyeti ile demokrasiyi çok kolay zanneden bir toplum hâline geldi. Bu iyi bir şey değil.*****Kamu spotlarında trafik de olmalıDikkatinizi çekiyordur, bütün TV kanallarında “kamu spotu” başlıklı reklam anlayışı ile hazırlanmış filmler yayınlanıyor.Önceki hafta Trafik Müdürü Murat Şengün ile yaptığımız sohbette “Trafik Müdürlüğü bu tür kamu spotları hazırlamayı düşünmüyor mu?” diye sordum.Sonra da önerimi söyledim; “İstanbul’da sürücülere trafik bilinci aşılamak için en fazla iki dakikalık filmler hazırlanabilir. Örneğin emniyet şeridini kullanmanın trafiği nasıl kilitlediği, kavşaklarda üst üste yapılan şeritlerin trafiği nasıl içinden çıkılmaz hâle getirdiği, işaret çizgilerine uymamanın aslında bizzat o sürücüleri nasıl sıkıntıya soktuğu görsel olarak anlatılabilir. Bunun için çok fazla çabaya bile gerek yok. Tepeden görünenecek biçimde çekilecek filmlerle bütün gerçeğin ortaya serilmesi mümkün.”Murat Şengün bu önerimi not ettiğini ve gerekli girişimlerde bulunacağını söyledi.Bence çok yararlı olur. Yolları babalarının çiftliği gibi kullanmayı daha çabuk gitmek olarak algılayan kimi sürücüler yarattıkları ve sonunda kendilerine de zarar veren hataları görür de belki daha düzgün araç kullanmaya başlar.*****Kanuni bitti sıra Harem dizisindeBaşbakan’ın TV dizisi Muhteşem Yüzyıl için “Bu bizim ecdadımız değil” sözleriyle alevlenen “tarih” tartışmaları sürerken, yandaş kesim şimdi de tamamen bir komedi dizisi olan Harem’e kafayı taktı. Harem, Fox TV’de yayınlanan Gani Müjde’nin senaryosunu yazdığı üstü kapalı “Muhteşem Yüzyıl dizisi ile dalgasını geçen” absürt bir komedi dizisi. Karakterleri Muhteşem Yüzyıl’daki gibi gerçek değil. Hangi zamanda geçtiği hiç belli değil. Şimdi yandaşlar Muhteşem Yüzyıl’ı tesettüre sokmanın verdiği hazla olacak oklarını bu diziye çevirdiler. Neymiş, “tarihimizle alay” ediliyormuş. Oysa ortada ne tarihimiz var ne alay var. Üstelik dizide dini de hiçbir şey yok. İzlerken kahramanların hangi dinden olduğunu hatta bir dinleri olup olmadığı bile bilemiyorsunuz. Sadece gülüyorsunuz, o kadar.Ancak ne yazık ki günümüze hâkim olan zihniyet, her şeyin altında bir şey aradığından tahammülsüzlük de had safhada. Umarım ve dilerim Muhteşem Yüzyıl’ın başına gelenler, herkesi kahkahalara boğan Harem’in de başına gelmez.*****Reyhanlı’da durumPazartesi sohbetimde Türkiye üzerinden Suriye’ye geçen 10 bin Taliban militanından söz etmiş ve bunların merkez üssünün de Cilvegözü’ndeki 10 konteynerlik sığınmacı kampı olduğu yolunda iddialardan söz etmiştim. Yine Hatay’ın bir ilçesi olan Reyhanlı’da oturan bir okurum bakın ilçede durumu nasıl özetliyor: “Sevgili Can Ataklı; Ben Reyhanlı’da 5 yıldır çalışıyorum, son dönemde inanılmaz bir ilçe oldu burası; hırsızlık tavan yaptı (emniyetten aldığım bilgi) bazı Suriyeliler iş yeri açıyorlar, diğerleri haftalık 15-30 TL arası çalışıyor. İlçede çok sayıda Suriye plakalı araç var ve bunlar trafik kurallarını bilmediği için cadde ve sokaklarda araba sürmek inanın çile oldu. Zaten yabancı plaka olduğundan polis ceza da kesemiyor. Sokaklarda bir sürü yabancı plakalı (AB ülkesi) çeşit çeşit insan tipleri rahatça dolaşıyor. Özellikle Afgan ve Pakistan Talibanı tipli insanların sayısı o kadar fazla ki gelip görmeniz gerekir. Hastanelerin acil bölümünde doktorlar Suriyelilere bakmaktan bize bakamıyor. Tam bir boşluk mevcut buralarda, kiralık ev bulamıyorsunuz, bulsanız 750-1000 TL. Neyse bazı Türk vatandaşlar bunlara ev vermiyor da bizler kiralayabiliyoruz ama o da yüzde 10 fazlasıyla. İlçedeki bazı kesimler elbette çok tepkili, bakalım nereye kadar. Tam bir üs olmuş bu ilçe yaşanmaz hâle geldi. Yolunuz düşerse beklerim..*****GÜNÜN SÖZÜÖnce teröristlerle “empati” kurulacak. Sonra “sempatik” gelmeye başlayacaklar. En sonunda da şehitler, gaziler ve aileleri “antipatik” olup çıkacak herhâlde!(Gani Yıldız)

Devamını Oku

Köylü başına gelecekten habersiz

17 Aralık 2012

Cumartesi günü Maltepe Belediyesi’nin Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde düzenlediği “Türkiye nereye gidiyor” konulu panele dinleyici olarak katıldım. İstanbul Gerçeği internet sitesinin Genel Yayın Yönetmeni İmambakır Üküş’ün moderatörlüğündeki panelin konuşmacıları CHP Milletvekili Birgül Ayman Güler, ve İstanbul Gerçeği yazarı Turgut Ünlü idi.Birgül Ayman Güler Ankara’da katıldığı bir toplantıda konuştuktan sonra uçakla İstanbul’a gelmeyi başardığı hâlde, havaalanından üç saatte Maltepe’ye ulaşabildi.Salon tıklım tıklım dolmuştu, herkes sabırsızlanıyordu, yöneticiler paneli başlattılar ve benden bir konuşma yapmamı istediler. Güzel oldu ama.Böylelikle dinleyici olarak gittiğim panelde, CHP Milletvekili gelinceye kadar “hariçten konuk konuşmacılık” yapmak durumunda kaldım.Panelin adı her ne kadar “Türkiye nereye gidiyor” olsa da, asıl konu Büyükşehir Yasası’ydı. Bu konudaki en uzman isimlerden biri olan Birgül Ayman Güler’i dinlemek istiyordu herkes. Güler gerçekten çok bilgilendirici ve doyurucu bir konuşma yaptı. Yasanın bütün safahatını, iktidarın bu yasayı geçirmek için yaptığı bütün kurnazlıkları ve hukuksuzlukları bir bir anlattı.Sabahlara kadar süren mücadelelerini de izleyicilerle paylaşan Güler “Anayasa Mahkemesi’ne gidiyoruz. Bu yasanın kesinlikle iptal edilmesi gerek. İnanıyorum ki Anayasa Mahkemesi bu hukuksuzluğa dur diyecektir. Zaten demezse bir daha ağzıma Anayasa Mahkemesi’nin adını almam” dedi.Birgül Ayman Güler “Büyükşehir yasası olarak çıkan kanunun aslında Bütün Şehir yasası” olduğunu belirterek “İstanbul gibi neredeyse tamamı kent haline gelmiş bir kentte bu yasayı uygulamakla Konya gibi yüzölçümü birçok Avrupa ülkesinden büyük bir ili aynı yöntemle yönetmek mümkün değildir” dedi.Güler yeni yasa ile 29 ilde 16 bin 82 köyün tüzel kimliğinin kaldırılarak mahalle yapıldığını, 1581 beldenin de belediye hakkının elinden alındığını kaydederek “İktidar güya demokrat olduğunu söylüyor ama, ülke yönetiminin temel taşı olan yerel yönetimle ilgili halka fikrini sormadığı gibi bilgi bile vermiyor” diye konuştu.CHP Milletvekili köy tüzel kimliğinin yok edilmesinin çok önemli olduğunu söyleyerek “Mahallenin, mahalle muhtarının hiçbir tüzel kimliği yoktur, köylerin bütün hakları ve mal varlıkları büyükşehirlerin eline geçecektir, bu da bir rant kapısından başka bir şey değildir” dedi.Köylülere “Şimdi arazinizin değeri artacak” denildiğini kaydeden Güler şöyle konuştu; “Bu bir yalan. Çünkü köylünün arazisinin değeri artmıyor, satış fiyatı belirleniyor. Köylü arazisini belki bugünden daha pahalıya satacak ama sonra ne olacak, muhtemelen kendi arazisini alanların yanında hizmetli olacak. Oysa değer artımı o araziyi ürünüyle birlikte değerlendirmekle gerçekleşir, bunlar satış fiyatının artacak olmasıyla köylüyü kandırıyorlar.”Güler, mahalleye dönen köylerdeki bedava bazı hizmetlerin de artık parayla olacağını, vergi sisteminin değişeceğini, köylülere pek çok ek yükümlülükler geleceğini de örnekler vererek anlattı.Açıkçası gerçek şu ki; iktidar yeni yasa ile köylülerin “yaşayacağı” propagandası yapıyor, ama köylü başına geleceklerden habersiz.*****DP Genel Başkanı Gültekin UysalPazartesi sohbetimde, Türkiye’de 10 bin Taliban militanı olduğunu İran’da yapılan toplantıda öğrendiğini açıklayan Namık Kemal Zeybek için “DP Genel Başkanı” diye yazmışım. Oysa Zeybek DP’nin eski Genel Başkanı. Benim hatam yani. Demokrat Parti’nin Genel Başkanı Gültekin Uysal. Siyasetçi bir aileden gelen genç bir genel başkan.Ben zaten düzeltecektim ama DP Genel Başkan Yardımcısı Cem Karakeçili de arayarak bir düzeltme rica etti. Karakeçili DP’nin yeni kadrosunun çok aktif bir çalışma ve çaba içinde olduğunu da söyleyerek “Partimiz şimdilik küçük gibi görünebilir ama, Türkiye’nin her yerindeyiz. İktidara alternatif olacağımıza inanıyoruz. Genel Başkan ve ekibi gece gündüz tüm ülkeyi gezerek halkla yakın ilişkiler kuruyor, yakında sesimizi daha çok duyacaksınız” dedi.*****Belge getirene 100 bin lira ödülErgenekon davasında yargılanan ve hâlen hapiste olan Em. Deniz Albay Dursun Çiçek’in avukat olan kızı İrem Çiçek, babasının bir iftiraya kurban gittiğini belirterek “Babama kurulan komplo ile ilgili belge getirecek kişiye 100 bin lira ödül vereceğiz” açıklaması yaptı.İrem Çiçek’in açıklaması şöyle; “Haziran 2009 tarihinde Taraf Gazetesi’nde “İrticayla Mücadele Eylem Planı” başlıklı, sahte bir plan yayınlanmıştır. Bahse konu planın bir fotokopisinin 3 Haziran 2009 tarihinde Bestekâr Sok. No 17/2, Kavaklıdere, Çankaya/Ankara adresindeki Avukat Serdar Öztürk’ün bürosunda bulunduğu iddia edilmektedir.İlk başta ortaya çıkan fotokopi belgenin orijinali olduğu iddia edilen “taklit imzalı sahte planın” 30 Eylül 2009 tarihinde Çukurambar/Ankara postahanesinden bir zarf içinde “Sayın Zekeriya Öz, İstanbul Adliyesi, Beşiktaş/İstanbul” adresine posta ile gönderildiği ileri sürülmektedir.Dursun Çiçek’e atılan iftiranın ve hukuk cinayetinin faillerinin ortaya çıkarılmasına yönelik olarak, bu sahte planın hazırlanması, fotokopinin avukatın bürosuna konması ve Beşiktaş adliyesine gönderilmesi hakkında, insanlık ve dürüstlük adına belge ile desteklenen bilgiyi sunan şahıslara 100.000,00- TL ödül verilecektir. Belgeyi veren kişilerin kimliklerinin korunması birincil önceliğimiz olacaktır.Herkes elini vicdanına koymalı. Haksızlık yapmak kadar yapılan haksızlığa göz yummak da insanlık dışıdır.*****Ağır hasta olan Oktay Sinanoğlu avukat arıyorOktay Sinanoğlu Türkiye’nin yetiştirdiği en önemli bilim adamlarından, düşünürlerden biri. Dünya akademik çevreleri tarafından da “dâhi” olarak tanımlanan Sinanoğlu ilerleyen yaşı ve ağır hastalığının yanı sıra hakkında açılan bir takım davalarla da uğraşıyor.Ancak üzüntü ile öğrendim ki, Sinanoğlu avukatlık masraflarını karşılayacak durumda değil. Yakınları, “Gittiğimiz her avukat durumdan faydalanmak istiyor ve mecbur olduğumuzu düşünerek yüksek meblağlar talep ediyor. Davalar birbirinin benzeri basit davalar, haklı olduğumuz konulardır. Fakat davalar çok sayıda ve Oktay Bey hasta olduğu için maddi ve manevi yönden zarar görüyor. Şu sırada Nobel ödülü için yayınlarını göndermemiz gerekirken bu işlerle uğraşmak durumunda kalıyoruz” diyorlar.Belki Sinanoğlu’na saygı duyan ve elinden geleni yapmaya hazır hukukçular ilgilenir diye düşünerek bunu yazıyorum.

Devamını Oku

Müthiş iddia: Türkiye’de 10 bin Taliban militanı var

17 Aralık 2012

Sevgili okurlar; bir haftalık ayrılıktan sonra tekrar merhaba. Bir haftayı yurt dışında geçirdim. İnanın gündemi birkaç saatte değişen Türkiye’nin yanında diğer ülkeler sınıfta kalır. Türkiye’de her şey baş döndürücü bir hızla gelişiyor, gündemi yakalamanız bile mucize. Oysa başka ülkelerde her şey çok sakin.Küçük bir örnekTürkiye’ye dönmeden önceki gece Paris‘teydim. Kaldığımız oteldeki televizyondan birçok Avrupa ülkesinin haber kanallarını izledim. Gecenin tek konusu vardı o da Amerika’da 18’i çocuk 27 kişiyi öldüren katliamcı. Bütün kanallar saatlerce Amerika’dan canlı yayın yaptı. Altın madeni bulmuş gibiydiler.Türkiye’ye gelinceO gece Türkiye’deki haber kanalları bu haberi ne kadar süreyle verdi bilmiyorum. Gerçi o olay olmasa bile bizdeki gündem maddeleri yeteri kadar fazla olduğu için sıkıntı çekilmemiştir. Silivri duruşmaları, şehit edilen polis, bütçe görüşmeleri, Özal’ın raporu, bitmeyen Kürt tartışmaları yeter de artar..Suriye gündemdeAvrupa ülkelerinde Suriye haberleri önemli yer kaplıyor. Ancak bizdeki gibi kuru sıkı atmalar pek yok. Buna karşı belli ki başta Amerika olmak üzere Batı, Esad’a “bir iyilik” düşünüyor. Rusya ve Çin konusuna bir çare bulsalar çoktan harekete geçecekler de, şimdilik bu bir korku yaratıyor.Türkiye’nin duruşuSuriye olayları başladığı günden bu yana iktidarın dış politikasının yanlış olduğunu yazdım, söyledim. Yanı başımızdaki bir ülkedeki iç savaşta açıkça taraf tutmanın bizi de o savaşın içine sokacağını savundum. Bütün stratejinin “Esad nasıl olsa gidecek” üzerine kurulmasının doğru olmadığını ısrarla savundum.Batı’nın maşası gibiAmerika ve Batı, Rusya ve Çin faktörü yüzünden Suriye’ye müdahale edemiyor, bunu Türkiye üzerinden yapmaya çalışıyor. İktidar ilk başlarda “Esad gitti gidiyor” düşüncesiyle “şahin” bir politika izlemekten kaçınmadı. Ancak bir yılı aşkın süredir Esad gitmiyor, yıpranan ve düşman kazanan Türkiye oluyor.İran’da ilginç toplantıŞimdi sizinle, medyaya pek yansımayan bir iddiayı paylaşmak istiyorum. Kasımda İran’da Suriye’deki muhalif gruplarla Esad’ın temsilcilerinin katıldığı bir toplantı yapılmış. Toplantıya Türkiye’den de katılanlar olmuş. Namık Kemal Zeybek, Mustafa Kamalak, Abdüllatif Şener bu toplantılarda gözlemci olmuşlar.10 bin Taliban bizde mi?Demokrat Parti eski Genel Başkanı Namık Kemal Zeybek, toplantıdan sonra Anayurt Gazetesi’nden Hakkı Kahveci’ye bazı açıklamalarda bulunmuş. Bu açıklamalar gerçekten hem çok ilginç hem de korkutucu. Çünkü Zeybek 10 bin Taliban militanının Suriye’de savaştığını ve Türkiye’yi üs olarak kullandığını açıklamış.Merkez Cilvegözüİran’daki toplantıda aldığı bilgileri aktaran Zeybek’e göre Hatay Cilvegözü’ndeki 10 bin konteynerlik sığınmacı kampı Taliban militanlarının merkez üssü durumunda. Taliban militanları bu kamptan Suriye’ye sızıp eylemler yaptıktan sonra dönüyorlar. Zeybek’in aynı konudaki ikinci iddiası ise daha da vahim.3 bini Türk vatandaşıZeybek 10 bin Taliban militanından 3 bininin Türk vatandaşı olduğunu iddia ediyor. Çoğunun Afganistan, Pakistan gibi ülkelere eğitim için gittiklerinin toplantıda açıklandığını belirten Zeybek bu kişilerin bizzat Amerika tarafından desteklendiğinin ve finanse edildiğinin de ortaya çıktığını anlatıyor.Amerika bunu yapmıştıBu bilgiler doğruysa Türkiye büyük bir tehdit ve tehlike altında demektir. Çünkü Amerika zamanında Afganistan’da Sovyet ordusuna karşı Taliban’ı ve onun uluslararası terör örgütü El Kaide’yi yaratmıştı. Ancak Afganistan olayı bitince El Kaide boşta kalmış ve silah tersine dönerek Amerika’yı vurmuştu.El Kaide’ye yeni işŞimdi sanki Amerika, belalısı El Kaide’ye “Suriye’de iş bularak” tehlikeyi bertaraf etmeye çalışıyor. Ancak bu kez de Türkiye’yi hedefe koyuyor. Çünkü Suriye olayı bir gün öyle ya da böyle bitecek. O zaman tekrar boşlukta kalacak olan El Kaide’nin bu kez hedef olarak Türkiye’yi seçmeyeceğinin garantisi var mı?Türkiye’ye alışıyorlarEl Kaide ve Taliban militanlarının Türkiye’de cirit attıkları aslında çoktandır biliniyor. Ancak sayılarının bu kadar olduğu hiç yazılmamıştı. Bu çaptaki bir terörist grubun Türkiye’de uzun süre kalması, alışkanlığa neden olur. Türkiye’yi öğrenirler, kendilerince ilişkiler kurarlar ve rahat hareket etmeye başlarlar.Terör yayılırEğer müsamaha edilirse, Türkiye’ye alışan bu teröristler rahatlıkla ülkenin her tarafına sızabilir ve nefret ettiklerini her fırsatta belirttikleri “Türkiye’deki yaşam biçimi” karşıtı çok kanlı eylemlere girişebilirler. Bu nedenle iktidar öncelikle Zeybek’in iddialarına bir cevap vermek zorundadır.Bir küçük gözlemEl Kaide ve Taliban militanlarının Türkiye’de cirit attığına kanıt olarak küçük bir gözlemimi anlatmak istiyorum. İki ay kadar önce Kadıköy’de tesadüfen, askeri malzemeler satan bir pasajın içinden geçiyordum. Bir dükkân sahibi çay içmeye davet etti, ben de kıramadım ve girdim, biraz sohbet ettik.Askerle ilgili her şeyO pasajdaki bütün dükkânlarda askeri malzemeler satılıyor. Rütbeden iç çamaşırına, üniformadan talim giysilerine, bıçaktan vücut ısıtıcılarına kadar her şey var. “Kim alır bunları” diye sordum. Askerler alıyormuş. Kaybolan, yırtılan, eskiyen araç gereçler meğer buralardan temin edilirmiş. Ordu hepsini vermezmiş.Burada kalıyorlarDükkân sahibi “Ama şu sıralarda asıl müşterilerimiz Afganlar” dedi. Uzun sakallı, şalvarlı Afgan militanlar Kadıköy’deki otellerde kalıyorlarmış. Çadır, saldırı yeleği, ısıtıcı battaniye, çok amaçlı bıçaklar alıyorlarmış. “Ceplerinde tomarla dolar var” dedi. Malzemelerden 50’şer 100’er adet alıp Antakya’ya gidiyorlarmış.Savaş kapımızdaFarkında mıyız bilmiyorum ama savaş tamtamları çalıyor. Amerikalılar İncirlik’te inceleme yapıyor, Patriot’lar yerleştiriliyor, yandaş medya “Esad’ın sonu geldi” naraları atıyor, Amerikan müdahalesi konuşuluyor. İran “Bir dünya savaşı çıkabilir” açıklamaları yapıyor. Ne diyeyim; Allah sonumuzu hayırlı etsin.Taraf-bertarafSevgili okurlar, bu hafta son olarak Taraf Gazetesi’ne değinmek istiyorum. 5 yıl boyunca gazetecilik adı altında, Cumhuriyet ve devrimlerine, laik demokratik düzene saldıran, iktidarı ayakta tutmak için Türkiye’nin tüm değerlerini yerle bir eden, gençlere Türkiye sevgisizliğini aşılayan Taraf “bertaraf” oldu.Son kullanma tarihiİlk günden beri Taraf ve Taraf gibi davranan liberal maskeli faşizmin temsilcilerine “Güya demokrasi diyerek iktidara destek oluyorsunuz, ama bir gün son kullanma tarihiniz gelecek, o zaman arkanızda kimse olmayacak” dedim. Belli ki son kullanma tarihi geldi. Hesaplarını tarih önünde verirler artık.Hepinize iyi haftalar dilerim.

Devamını Oku