Sevgili okurlar; bu haftayı çok yoğun gündemle geçirdik. Apo ile pazarlıklar, ana dilde savunma, CHP’de yaratılan kargaşa ve iktidarın bunu alabildiğine sömürmesi, türbanın yargıya da girmesi gibi önemli konular hafta boyu tartışıldı. Ancak ben bugün sizlere tutuklu bir amiralden gelen değerlendirmeyi paylaşmak istiyorum. Amiral Cem Gürdeniz “Türk Deniz Kuvvetleri’nin neden tasfiye edildiğini” çok açık biçimde anlatıyor.
Yarıdan fazlası
Gürdeniz donanmadaki 50 amiralin yarısının sahte delillerle tasfiye edildiğini belirterek “Yüzde 90’ı kurmay, yurt dışında görev yapmış, yüksek lisans eğitimli, dönemlerinin birincileri, donanmanın en güçlü savaş gemilerinin komutan ya da komodorlarıdır. Sözde amirallere suikast, Ergenekon, Kafes, Casusluk ve fuhuş davaları nedeniyle sahte belgelerle suçlanan kalan subay sayısı 300 civarındadır” diyor.
Rehin alındılar
Tutuklu amiral Cem Gürdeniz “cezaevinde rehin tutulan bahriyelileri seçkin neslin altın vardiyası” olarak niteleyerek şunu söylüyor: “Deniz Kuvvetleri mensubu amiral, subay ve astsubayların tek suçu Deniz Kuvvetleri’ni 90’lı yıllardan sonra tek kelime ile kuantum sıçraması yaptıran üretken ve yaratıcı değerler arasında bulunmalarıdır. Onlar kansız bir baskının rehineleri olarak deniz tarihimizdeki yerlerini aldılar.”
90’lı yıllar önemli
Soğuk Savaş yılları sonrası açık denizlere çıkan Cumhuriyet Donanması’nı ne ekonomik krizlerin ne Gölcük depreminin yok edici enerjisinin durdurabildiğini belirten Gürdeniz’e göre Donanma özellikle 90 yıllardan itibaren tarihinde benzeri görülmemiş biçimde yükselmeye başladı. Ancak Gürdeniz bu yükselmenin göze battığını 2008’den itibaren akla hayale gelmeyecek komploların ve iftiraların hedefi olduğunu söylüyor.
Asıl amaç engelleme
Gürdeniz bütün bunların hükümetin ve parlamentonun gözü önünde yaşandığını kaydederek “Asıl makro hedef Türkiye’nin denizcileşmesi ve bölgesel bir deniz gücü olmasının engellenmek istenmesidir. Sorumluluk mevkiinde olanlar bunu göremediler, görmek istemediler” diyor. Bu davaların yüzyılın en büyük komplosu olduğunu ileri süren Gürdeniz Genelkurmay’ı ve Deniz Kuvvetleri Komutanlığını da suçluyor.
Auschwitz gibi
“Önce yandaş medya oluşturuldu” diyor Gürdeniz ve ardından dış destekli asimetrik psikolojik harekât saldırılarının başladığını, her türlü yalan ve iftirayı yayma cesareti gösteren yandaş medyanın bir terör estirdiğini söyleyerek ekliyor: “11 şubat 2011 gecesi Türk hukuk tarihine Auschwitz tutuklamaları olarak geçti. Savunma hakkı verilmeyen 163 amiral, general dakikalar içinde tutuklandı. Sonrası kanser gibi büyüdü.”
Geleceğe ipotek
Gürdeniz mektubunda bu sahte davalarla sadece seçkin denizcilerin tasfiye edilmediğini, aynı zamanda gelecek 40 yılın ipotek altına alındığını vurgulayarak “Türk Deniz Kuvvetleri’nden rahatsız olan dış mihrakların korkuları o kadar büyüktür ki sahte delil ve iftiralarla ucu açık davaları sürdürmekte ve bunlara yeni davalar ekleyerek bu uğurda hiçbir sınır tanımadıklarını da göstermektedirler” diyor.
Hain ellerin cımbızı
Sözde ikinci casusluk ve fuhuş operasyonu ile tutuklanan denizcilerin içinde Türkiye’nin ilk milli gemisi Milgem’in mühendisleri, doktorları, bilim adamlarının yargılandığını hatırlatan Gürdeniz “Bu tasifye ve cezalandırmanın boyutunu gösteriyor. Bu davaların Stalin dönemindeki ‘grotesque’ mahkemelerden hiçbir farkı yoktur” diyerek bu denizcilerin hain eller tarafından cımbızla seçildiğini ileri sürüyor.
Atlantik ittifakı
Gürdeniz en ilgi çekici söylemi ise üstü kapalı olarak NATO anlayışına vurgu yaptığı cümlelerde saklı. Şöyle diyor Gürdeniz; “Yurtsever subaylar sadece tasfiye ile cezalandırılmamış, ağır hapis cezaları da verilerek ‘Akdeniz’de, Ege’de ve Karadeniz’de ulusal çıkarlarınızı Avrupa Atlantik çıkarlarına üstün tutacak ulusal bir donanma varlığına girişmeyin, sonunuz Balyoz gibi olur’ mesajı da bize iletilmiştir.”
Hangi çıkarlar engellendi?
Gürdeniz daha sonra somut olarak Türk Deniz Kuvvetleri’nin bazı dış mihrakların hangi oyunlarını bozduğunu ve bunun üzerine hain bir saldırıyla karşı karşıya kaldıklarını anlatıyor. Gürdeniz’e göre Deniz Kuvvetleri’nin Ege ve Akdeniz’de etkinliğini artırma çabaları bu bölgede petrol arayan dış mihrakları çok rahatsız etti. Türk donanmasının etkinliği kırıldı ve Rumlar bölgede diledikleri gibi petrol aramaya başladılar.
Ege’de tersine dönen durum
Amiral Gürdeniz Kardak olayıyla sağlanan devlet uygulamalarının sulandırıldığını ve Yunanistan’ın cesaretlendirildiğini belirterek şunu söylüyor: “Yunanistan içinde bulunduğu zor ekonomik koşullara rağmen Türk Donanması’na artık meydan okuyabilmektedir. Yunanistan tek Euro bile harcamadan 50 yılda elde edemeyeceği üstünlüğü sağlamıştır. Çünkü Türk Donanması içerden vurulmuştur, tasfiye edilmiştir.”
Boğazlar sorunu
Türkiye’nin Montrö Sözleşmesi ve Deniz Kuvvetleri’nin öncülüğünde hassas dengeleri koruyarak bir barış denizi hâline getirdiği Karadeniz’de, NATO’nun sürekli operatif varlık göstermesine neden olacak füze savunma sistemine katılmak istemediğini vurgulayarak “Silivri ve Hasdal’da iki yıldır yatan amirallerin çoğunun Karadeniz’in bir istikrar denizi olmasını sağlayan uygulayıcılar ve fikir babaları olmaları tesadüf değildir” diyor.
Savaş gemimizi yapıyoruz
Deniz Kuvvetleri’nin kendi savaş gemisini yapabilen 14 ülke arasında yer aldığını kaydeden Gürdeniz “Sahte davalar ile artık mühendislerin hedef alınması, Havelsan Genel Müdürü’nün sahte belgelerle tutuklaması da tesadüfle açıklanamaz. Başlarına neler geleceğini gören genç mühendislerin de birer birer Bahriye’den ayrılmaları birilerini çok sevindiriyordur” diyor. Gürdeniz daha sonra çok çarpıcı bir tarihi gerçeği dile getiriyor.
Anadolu’yu yenmek için...
Tutuklu amiral Cem Gürdeniz, mektubunun sonunda şunu yazıyor; “Sonuç olarak Donanma kan kaybediyor. Türk halkı bunun orta ve uzun vadede neler doğuracağının gerçekleri ile yüzleşmelidir. Unutulmamalıdır ki, Anadolu’yu yenmek için önce donanmayı yok etmek gerekir. Tarih bunu böyle yazıyor.”
Hepinize iyi haftalar dilerim.
Tutuklu amiral gözüyle: Neden deniz kuvvetleri hedefte?
Haberin Devamı