İktidar iş başına geldiği günden bu yana “milliyetçilik” kavramının içini boşaltmak için elinden geleni yapıyor. Bu konuda en büyük destekçileri de sözde aydın kisvesi altındaki maskeli faşistler.
Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyeti ve değerlerini yerle bir etmek için dolaylı yollardan Türk olmayı bir tür “ayıp” veya “kaçınılacak bir şey” gibi sunmaya çalışıyorlar.
Bunun için Kürt milliyetçiliğini “demokrasinin erdemi” gibi sunarak, Türkiye’nin bölünmesini, bu mümkün olmazsa iç huzuru baltalayıp, toplumu kendi değerlerinden uzak, duyarsız ve bilgisiz hâle getirmeyi amaçlıyorlar.
AKP tabanının ülkeye karşı duyarlılığını bildiklerinden açıkça yapmak yerine bunu yarattıkları “ulusalcı” veya “laikçi” gibi sulandırılmış kavramlarla yapıp kafa karıştırıyorlar.
Şu gerçeği iyi bilmek zorundayız; Bugün AKP’ye oy veren 20 milyon insanın ezici bir çoğunluğunun Atatürk’le, devrimleriyle ve laiklikle ciddi bir sorunu yoktur. Türk halkı bu kavramlarla barışıktır, zaman zaman rahatsız olduğu noktalar olsa bile karşı çıkmayı veya ortadan kaldırmayı aklından bile geçirmez.
Ki zaten Cumhuriyet dönemi, halkın bu duygu ve düşünceleri sayesinde ayakta kalmayı başarmış, pek çok badireyi atlatabilmiştir.
Bugünkü iktidarın küçük bir kesimi ve Türkiye sevgisizi bir takım yandaşları bu gerçeği bildiklerinden adeta beyinlerini muhallebiye çevirdikleri AKP tabanını rahatsız etmeyecek kavramlarla bu çirkin savaşlarını sürdürmeye çalışıyorlar.
AKP tabanı da, her Türk gibi ülkesine bağlı ve milliyetçidir. Ancak dikkat ederseniz, kimi AKP sözcüleri ve yandaşları söylemlerinde asla “milliyetçilik” tanımını kullanmazlar. “Türk milleti” kavramı ise sözlüklerinde hiç yoktur neredeyse. Ama bilirler ki eğer milliyetçilik aleyhine bir söylemleri olursa önce AKP tabanı bundan rahatsız olacak ve karşı çıkacaktır. Bu durumda söylem “ulusalcı” olarak telaffuz edilir ve güya bu kavramı savunduğunu ileri sürdükleri CHP üzerinden “milliyetçilik” tartışmaya açılır.
Oyun bu kadar basit işte.
Kimi AKP’liler ve yandaşları sürekli olarak “ulusalcılığın” çok kötü olduğunu, bunun ırkçılık anlamına geldiğini, demokrasi değil faşizm olarak tanımlandığını söylüyorlar. Oysa ulusalcılık eşittir milliyetçiliktir. Yani ulusalcılık kötüyse, demek ki milliyetçilik kötüdür.
O halde neden dürüst davranıp da “milliyetçi” demek yerine “ulusalcı” diyorlar?
Çünkü özellikle güya darbe davalarıyla halkın zihnini kirletenler, ulusalcılığın milliyetçilik değil, darbecilik olduğunu kazıdılar milletin beynine. Böylelikle halkın bir bölümünün gözünde ulusalcı denilen kesimin din düşmanı, darbe zihniyetli, faşist kafalar olduğu yanlışı yerleşti.
Dışişleri Bakanı da bir süre önce “çorbada tuzum bulunsun” diyerek “Artık ulusçuluk tartışılmalı” demişti. Yandaşlar bunun üzerine de balıklama atlamışlardı. Oysa ulusçuluk da milliyetçilik demek. İlk anlarda AKP tabanı bunu kavramayadı ama kısa sürede “ne oluyoruz” sesleri yükselince Dışişleri Bakanı’nın bu atağı da akim kaldı.
Açıkçası kendimi milliyetçi olarak görmüyorum. Ama vatansever veya yurtsever diye tanımlayabilirim. Milliyetimi seçme şansım yok, tıpkı cinsiyetim gibi. O halde seçemediğim bir niteliğin üstünlüğünü savunmaya kalkmak bana yanlış geliyor.
Ama bu ülkede yaşıyorum. Buradaki insanlarla kader birliğim var.
O halde bu ülkeyi, bu ülkede yaşayan herkesi sevmek, saymak; herkesin özgürlüğü ve mutluluğu için mücadele etmek de görevimdir. Hiçbir ayrım yapmadan.
Kadını toplumdan uzaklaştırmanın yolu: Çok çocuk
Başbakan her fırsatta “çok çocuk” önerisinde bulunuyor.
Önce “3 çocukla” başladı, şimdi çıta yükseldi, “4-5 çocuk” diyor Başbakan.
Amaç genç, yani dinamik, yaratıcı, çalışkan nüfusu artırmak.
Ancak bunun başka yansıması da var.
Çok açık bir gerçek ki, iki çocuktan fazlasına sahip olan bir kadının toplum ve iş hayatında olması pratik olarak çok zor. Evde 5 çocuk beklerken, bir kadının tam gün çalışması mümkün değil.
İktidar güya kadına ve özgürlüğüne çok düşkün, ama fiilen kadınların toplum ve iş yaşamından uzaklaşmasına zemin hazırlıyor.
Bunu 4+4+4 eğitim sisteminde de görmeye başladık. Milli Eğitim Bakanlığı verilerine göre bu yıl 4’üncü sınıftan sonra okulla ilişiği kesilen kızların sayısı 150 bini bulmuş. Sistemin tam oturmasından sonra sayının çok büyüyeceğini ve özellikle kırsal alanlarda kızlarını ilk 4 yıldan sonra okula göndermeyecek ailelerin çoğalacağını bilmeliyiz.
Bir taraftan “tak türbanını git üniversiteye” propagandası var ama özünde kadının eve tıkılması için her şey yapılıyor.
Ali Bulaç’ın “İslamiyete göre kadının yeri evidir” teorisi iktidar zihniyetinin aynasıdır sadece.
Kubilay Anıtı
İzmir’deki etkinlikler sırasında eşimle biraz fırsat yaratıp Foça’ya gittik. Güzel bir havada, Foça’nın eşsiz güzelliğini, Ege balıklarıyla şenlendirdik.
Dönüşte, benim de hiç ziyaret etmediğim Menemen’deki Kubilay Anıtı’na uğradık.
Şaşırdım, çünkü ben Anıtı herkesin rahatlıkla ziyaret edebildiği bir yerde zannediyordum. Meğer garnizonun içindeymiş. Ancak mesai saatleri içinde giriş çıkışta bir sorun yaşanmıyor.
Görkemli bir anıt. Bahçesinde Menemenli şehitlerin mezarları da var.
Kısa dönem askerlik yapan bir üniversite mezunu er bizi gezdirdi, bilgiler verdi, çok yararlandık.
Anıtın giriş kapısında ise bir “Kubilay Müzesi” var.
Müze demeye bin şahit gerek. Eskiden kalma birkaç tüfek ve tabanca, üç fotoğraf ve 15-20 gazete kupürü, üstelik hepsi son yıllara ait, sergileniyor.
Ne olduğu anlaşılmayan bazı sözde belgeler incecik ciltlerde ve kirden dökülüyor.
Oysa Menemen olayları fotoğraf ve belgelerle tanıtılabilir, Türkiye’nin o yıllarda maruz kaldığı tehdit ve tehlikeler görsel olarak anlatılabilir, Türkiye sevgisizlerinin aleyhte propaganda malzemesi olarak kullandıkları her şey çürütülebilir.
Belli ki Genelkurmay’ın hiç umurunda değil.
Koy oraya birkaç kupür, bir iki çakaralmaz tüfek, al sana müze.
Ayıp.