Hatay’ın Reyhanlı ilçesindeki Suriye ile sınır kapısı olan Cilvegözü’nde patlayan bomba 14 kişinin hayatını aldı, 40 kişi de yaralandı... O andan itibaren “bombayı kim koydu, Esad’ın işi mi, hangi gizli güçler, Türkiye savaşa mı çekilmek isteniyor?” türü soruların peşine düştük.
Bunlar önemli değil mi? Elbette önemli, ama asıl sorun bu soruların cevabı değil ki!
Türkiye’nin yanlış Suriye politikası sonucu kaçınılmaz hâle gelen bir sonucun ilk belirtileri bunlar.
Siz komşu bir ülkedeki iç çatışmalarda açıkça taraf olur, devlet karşıtı güçlerin başta silahlanma olmak üzere her türlü lojistik ihtiyacını karşılarsanız, bu tür saldırılara da hedef olursunuz.
Ancak şunu da hemen belirteyim ki, bizim iktidarın ve yandaşlarının kıvranarak da olsa “Bu iş El Muhaberat’ın işi” diye göstermek istemesine “şimdilik” katılamıyorum.
Esad bir diktatör olabilir, ülkesinde kan ve zulüm kasırgaları da estirebilir, ama bu onun akılsız olduğu anlamına gelmez. Suriye Devlet başkanı için şu anda yapılacak en akılsızca iş Türkiye’ye yönelik bir eylemdir. Çünkü Türkiye’ye yönelik bir eylem, sadece Türkiye’ye değil, bağlı olduğu NATO’ya da yönelik bir eylem olur.
Amerika ve NATO Suriye’ye müdahale için bahane arıyor, bulamıyor. Oysa Türkiye’ye yönelik saldırılar, müdahaleyi meşru hâle getirir ki, bu herhalde Esad’ın en son isteyeceği şeydir. Rusya ve Çin’in arkasında olması fark etmez. Çünkü bu ülkeler de, sıcak bir çatışma değil kanlı olayları Suriye sınırları içinde tutarak zaman kazanmak ve karşı güçleri caydırmak istiyorlar.
NATO ve Batı ittifakı Rusya ve Çin faktörü nedeniyle Suriye’ye müdahalede çekimser kalabilir ama aynı şekilde Rusya ve Çin de bu tür bir müdahalenin hesaplanamayacak sonuçlarına katlanmayı göze alamazlar.
Bakın, tam tersi bana göre daha mümkün. Esad’ın kışkırtması olmaktan çok, Batı ittifakının, böyle bir olayı sanki Suriye Türkiye’ye yönelik eylem yapıyormuş gibi göstermeye kalkması ve müdahale için ön şartları oluşturmaya kalkışması daha mantıklı. Elbette bunun da doğru olduğunu gösterecek kanıtlar yok elimizde. Ama şunu söylemek istiyorum, Orta Doğu gibi her türlü ahlaksızlığın, düzenbazlığın, vicdansızlığın adeta hak görüldüğü bir ortamda senaryo yazmak o kadar da zor değildir.
Aradan iki gün geçti bu bomba patladı
Cumartesi günü CHP Gaziantep Milletvekili Dr. Mehmet Şeker’in soru önergesini yazmıştım. Şeker Gaziantep ve Hatay’da evde bomba yaparken meydana gelen patlamalar sonunda yaralanan Suriyelilerle ilgili ne yapıldığını soruyordu.
Medyada çok yankı bulmuyor ama güney illerimizde çok sayıda Suriyeli kampların dışında kiraladıkları evlerde oturuyorlar. Bunların bir bölümünün muhalefetin militanları olduğu, evleri silah ve mühimmat deposu hâline getirdikleri biliniyor. Buralarda imal edilen bombaların Suriye’ye götürüldüğü ve patlatıldığı da biliniyor.
Kısacası Suriye sınırımız kevgir gibi. Suriye muhalefeti Türkiye’nin desteği sayesinde dilediği gibi davranabiliyor.
Türkiye’ye 10 binin üzerinde Taliban ve El Kaide militanı girdiği haberi de resmen yalanlanmadı. Bu durumda biri “O bombalı araç Suriye’ye gönderildi, ancak militanlar patlatmayı başaramadılar, bir gün sonra tekrar gitmek üzere aracı park ettiler, ama bomba patladı” dese “olmaz öyle şey” diyebilecek miyiz?
Çocuklara, “Başbakan’ı seven içsin” diyerek dağıtılan sütler dokunmasın? Zira “yağ oranı” yüksek sanki! (Gani Yıldız)
Barıştan yana mısın?
Geçen hafta cumartesi pazar günlerimi Frankfurt’ta geçirdim. Hessen Eyaleti Atatürkçü Düşünce Derneği’nin davetlisi olarak 300’ü aşkın kişiye yaklaşık 4 saatlik bir konuşma yaptım.
Başkan Mahmut Telli ve eşinin zarif misafirperverlikleri, bir pazar gününü bu toplantıya katılmak için feda eden Almanya’da yaşayan Türkler beni çok mutlu etti. Hele ülkeye bunca uzak olmalarına rağmen, yaşananlara gösterdikleri ilgi ve duyarlılık Türkiye’nin geleceği açısından da beni çok umutlandırdı.
Toplantı sonunda Avrupa’da da yayın yapan bir ulusal kanalımızın muhabiri burnuma mikrofonu uzattı, kamerayı açtı ve sordu; “Barış sürecini destekliyor musunuz?”
Durdum, baktım ve “Böyle soru olur mu?” dedim. “Kim barışa karşı çıkar? Ama barıştan ne kastettiğinizi söylemeniz gerek.”
Doğal olarak muhabir şaşırdı. Belli ki böyle bir cevap beklemiyordu.
Sonra devam ettim: “Terörist liderine İmralı, diğer teröristlere Kandil veya Avrupa diyerek işi yumuşatmak, barış diyerek duygulara hitap etmekle bir yere varılmaz. İktidar ya da konunun muhatapları barıştan ne anladıklarını, karşılıklı olarak ne alınıp verildiğini açıkça söylemedikleri sürece barış lafı havada kalır.”
Yayınladılar mı, bilmiyorum.
Ama bildiğim şu ki Türkiye’de ve dışarıda “barış” sihirli sözcüğü ile “ne olacağı belirsiz” bir yolun açılması amaçlanıyor.
Bunlar da üniversite öğrencisi
Yeni neslin, 12 Eylül’ün izlerinden kurtulamayarak ilgisiz, sorumsuz, duyarsız ve hatta bilgisiz yetiştirildiği konusundaki endişelerimi defalarca yazdım. Elbette bütün gençleri kastetmiyorum ama ne yazık ki büyük bir çoğunluk böyle.
Özellikle üniversite öğrencilerinin ezici çoğunluğunun bu tanıma uyması çok rahatsız edici.
Ama bütün üniversite öğrencileri aynı dalganın etkisi altında değil.
Geçenlerde Galatasaray Rotaract Kulübü üyeleri ziyaretime geldi.
Hepsi değişik üniversitelerden toplanmış 100’ün üzerinde üniversite öğrencisi birbirinden yararlı ve önemli sosyal sorumluluk projelerini hayata geçiriyor. Örneğin bir engelliler kariyer günleri var ki, çok başarılı.
Her yıl iki toplantı yapıyorlar. Engelli ama iş bulamayan vatandaşlarla şirketleri bir araya getiriyorlar. Şirketler engelli vatandaşlarla yüz yüze gelerek iş olanaklarını konuşabiliyorlar. Bu yolla yüzlerce engelli yurttaşa iş sağlanmış.
Okullar açıldığında yoksul öğrencilere kitap ve kırtasiye yardımı için seferber oluyorlar ve yüzlerce öğrencinin ihtiyacını karşılıyorlar.
Doktorları toplayıp yoksul semtlerdeki okullarda sağlık taramaları yapıyorlar.
Genç kardeşlerini AIDS ve diğer ölümcül hastalıklarla ilgili bilgilendirme toplantıları yapıyorlar.
Bunun için beş kuruşluk maddi güçleri de yok üstelik, hepsi amatörce ve fedakârca çalışıyor.
“Sizlerin de haberiniz olsun” dedim.