Son bir ayımı çok yoğun çalışarak geçirdim. Bir o kadar daha da çalışacağım.Üstelik bu çalışma hiç de alışık olduğum türden değil.Çünkü bir “tiyatro çalışması” içindeyim.Bir ay sonra, eğer kendimi hazır hissedersem, yönetmenim ve tiyatro eğitmenim Özcan Alpar’ın içine sinerse karşınıza tek kişilik bir oyunla çıkacağım.Bu sanıyorum Türkiye’de bir ilk olacak. Elbette ilk “tek kişilik gösteri” değil ama tamamen anılara, yaşanmış olaylara dayalı, ağırlıklı olarak politik hicivlerle dolu ilk olabilir.Fikir babası, tiyatro sanatçısı ve eğitimci Özcan Alpar. Yaklaşık 3.5 ay önce “Sende potansiyel var” diyerek beni cesaretlendirdi.Geçmişten bu yana anılarımı gözden geçirdim, günümüzle bağlantılarını irdeledim, ortaya bir metin çıkardım.Şu ana kadar 15 sahne provası yaptık. O metindeki akışa uygun ama her seferinde ayrı cümlelerden oluşan bir tek kişilik oyun çıktı ortaya.Konuyu paylaştığım gazeteci olan veya olmayan dostlarımın ilk tepkisi “Hadi canım” şeklinde oluyor. Ama bazıları gelip provaların bir kısmını izledi.Çok şaşırdıklarını ve beğendiklerini söyleyebilirim.Galiba nisanda Maltepe Belediyesi Türkan Saylan Kültür Merkezi’nde galayı yapacağız. Ondan sonra devam edip etmemesi sizlerin beğenisine göre artık.İşte bu haftanın fıkralarıGeçen hafta fıkralara yer verememiştim. Çok kızanlar oldu. Ama bu hafta var tabii. İşte Yıldırım Tuna’dan gelen son fıkralar..Onun annesiGenç sarışın sekreter, arkadaşına bir gece önce muhasebedeki delikanlıyla neler yaşadıklarını anlatıyormuş, “Yemekten sonra evime gelmek istedi ama kabul etmedim.. Böyle bir şey yaparsam annem beni anında reddeder dedim.” Arkadaşı, “Doğru bir cevap vermişsin” demiş ve “ Sonra ne oldu?” diye sormuş. “O ısrara devam etti, ben de reddetmeye.” Arkadaşı araya girmiş, “Vaz geçmedin değil mi?” Sarışın gülerek cevaplamış: “En ufak şekilde bir geri adım atmadım.. Birlikte onun evine gittik. Bıraktım onun annesi çeksin sıkıntıyı!”Buruşuk paraKarım beni kapıda karşılayıp “Hiç iyice buruşturulmuş bir 20 lira gördün mü?” diye sordu. “Hayır” dedim. Çapkınca bir gülüş attı. Yavaşça sutyeninin arasından buruşmuş bir 20 lira çıkarıp gösterdi.. “Pekii” dedi, “Hiç bumburuşuk 50 lira gördün mü?” Ben de “Yoo..” dedim. Yine seksi bir gülüşle jartiyerinin kenarından buruşmaktan top gibi olmuş bir ellilik çıkartıp gösterdi, “Şimdiii” dedi, “ Tamamen buruşup tipini kaybetmiş, top haline getirdiğim 75.000 liranı görmek ister misin?” Doğal olarak “Yok artık??.. N.. Nasıl?” diye cevap verdim şaşkınlıkla karışık bir merakla heyecanlanarak. “Hadi koş o zaman” dedi, “Garajımıza koş bak ve ne yaptım gör..”Yanlış anlamaAdam oteldeki odasından resepsiyonu aramış, “Karımla müthiş münakaşa ediyoruz, kendisini otelinizin penceresinden aşağı atmak istiyor” demiş heyecanla. “O aranızda ve sadece sizi ilgilendiren bir olay, biz ona karışamayız efendim” diye cevap vermiş görevli. “Hayır.. Hayır” demiş adam sinirlenerek, “Pencereniz sıkışmış açılmıyor, beni değil otelinizin bakım onarım birimini ilgilendiren bir olay.”Gani Yıldız’dan seçmelerAtatürk’ün, “Ey kahraman Türk kadını! Sen, omuzlar üzerinde göklere yükselmeye layıksın” sözünü galiba anlamadık ve yanlış uyguluyoruz. Baksanıza kadınlar omuzlar üzerinde göklere yükseliyor ama şiddet mağduru olarak tabutun içinde.***TRT, Meksika’daki mafya hesaplaşmasının görüntülerini, “Suriye’de Esed’in akıttığı kan durmuyor” diyerek vermiş. Valla bizde bu “pompalama” varken o kan hiç durmaz.***90’ıncı yılını kutlayan TIME dergisi son sayısı için seçtiği 90 kapak arasında ilk sıraya Atatürk’ü koymuş. Büyük Atatürk’ü “son sıraya koyanlara” kapak olsun!***Japonya Uluslararası İşbirliği Ajansı, Marmara Denizi’nde birkaç yıl içinde deprem bekliyormuş. Onların beklediğini biz yaşayacağımıza göre umarız bizimkiler “oturup” beklemiyordur.***Okullarda çocuklara okutulan dünya klasikleri dilimize çevrilirken sansüre uğruyormuş. 2013 yılında kitap sansürleyen zihniyetin kitabı yazılsa “Türk klasiği” olarak dünyadaki yerini alır.***Ürdün Kralı 2. Abdullah, Anıtkabir’de Atatürk’e saygı duruşunda bulunurken gözyaşlarını tutamamış. Ne diyelim, hakikaten “kral” adammış.
Aylardır dalga dalga sürdürülen 28 Şubat soruşturmasında iki general daha tutuklandı. Toplam tutuklu sayısı 70’i geçti. Tutuksuz yargılanacak bazı komutanlara “yurt dışına çıkma yasağı” konuldu. Uluslararası toplantılara ve tatbikatlara bile gidemiyorlar. Türk ordusunun dolayısıyla Türkiye’nin gururu ayaklar altına alınıyor. Ne gam?Ancak dikkatimi çeken bir başka ve üzücü nokta var.Savcılık ifadelerinden medyaya yansıyan bölümlere baktığımızda, generallerin “suçsuz olduklarını” kanıtlamak için çırpındıklarını görüyoruz.Eski Kara Kuvvetleri Komutanı “Tanklar yürüdüğünde ben izinliydim” diyor.Tankların yürümesi emrini veren general “Bana da bir başka general şifahi emir verdi” diye kendini kurtarmaya çalışıyor.Bu komutanları yaralamamak için başka cümlelerini vermek istemiyorum, ancak göremedikleri bir şey var: İstedikleri kadar suçsuz olduklarını söylesinler, fark etmeyecektir. Çünkü yapılan adil bir yargılama değil, bir dönem mağdur olduklarını söyleyen ama daha sonra egemen olanların hesap sorması.Son iki komutan ve daha önce ifade veren ve tutuklanan bazı komutanlar önemli bir yanlış daha yapıyorlar.“Suçsuz olduklarını” söyleyerek, yapılan işin doğru ve adil olduğunu kabul etmiş oluyorlar.Oysa “Evet, beni itham ettiğiniz her şeyi ben yaptım. Bunların hiçbiri suç değildir, o günün koşullarında, Cumhurbaşkanı’ndan başlayarak, hükümetin, siyasi partilerin ve TBMM’nin ortaklaşa eylemleridir. Siz kimi ne hakla yargılamaya kalkıyorsunuz” diyebilirler.Elbette bu, sonucu değiştirmeyecektir. O komutanların “dik” durarak kendilerine yöneltilen suçlamaları kabul etmeleri ya da etmemeleri hâlinde büyük olasılıkla yine aynı cezayı alacaklarını söylemek kehanet değildir.Yargı yolu kullanılarak koca bir ordu yerle bir edildi. Ama en kötüsü kahramanlık, dürüstlük, namus, gurur abidesi olarak algılanan komutanların düşürüldüğü durumdur.Bu psikolojiyi anlamak elbette mümkün. Herkesin bir ailesi, geleceği, kendi hayatı var. Eften püften suçlamalarla hayatların karartılması ve kurtuluş umudunun olmaması komutanların ruh hâlini de etkiler.Hakkında hiçbir işlem yapılmayan bir eski Kara Kuvvetleri Komutanı’nın “çok korktuğunu” itiraf etmesi ve bu nedenle tutuklanan arkadaşlarını hüzünle izlediğini söylemesi bunun en acı örneklerinden biri.Ama korkunun ecele yararı yok.Keşke dik durulabilse.Bir bu eksikti, şimdi de kızamıkSuriye politikamız her tarafından açık verirken, bir milletvekilinin soru önergesiyle başımıza bir de “kızamık” sorununun açıldığını şaşırarak öğrendim. Kızamık pek çoğumuzun çocukluğunda geçirdiği bir hastalık. Ama yıllar içinde önlemi alınmış ve çocuklar için bile kızamık tarihe karışmıştı. Gelin görün ki, Suriyeliler için açılan kamplarda, büyük bir olasılıkla sığınmacıların vurdumduymazlığı yüzünden bazı salgın hastalıklar baş göstermiş.CHP Gaziantep Milletvekili Mehmet Şeker Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun cevaplaması için bir dizi soru hazırlamış. Okuyun, durumun vahametini sizler de göreceksiniz;1. Şubat 2012’den günümüze kadar kızamık vakası görülen iller ve vaka sayıları nedir?2. Son 1 yılda, kaç Suriyeli sığınmacıda kızamık ve verem görülmüştür? Şimdiye kadar kaç Suriyeli’ye kızamık aşısı yapılmıştır?3. Yine son bir yılda Suriyeli sığınmacılardan kızamık kapan doktor, sağlık çalışanı, polis, asker, vatandaş sayısı nedir?4. Suriyelilerde görülen kızamık, verem gibi bulaşıcı hastalıkları kamuoyundan gizleme konusundaki özel çabasının nedeni nedir?Gördünüz değil mi Bülent Bey?Bülent Arınç Almanya’da bir panelde konuşuyor. Arka sıralarındaki bazı Türkler pankart açarak Arınç’a protesto gösterisi yapıyor. Bütün salon başını çevirmiş protestocuları izliyor. Protestocular hiçbir şiddet eylemine başvurmadan sadece seslerini yükselterek konuşuyor. Ne üzerlerine güvenlik görevlileri atlıyor ne de salondan yaka paça çıkarılıyorlar. Protestocular sözlerini bitiriyor ve sessizce dışarı çıkıyor.Aynı olay Türkiye’de olsa polis göstericileri anında dövmeye başlar sonra da karakola götürür. Protestocuların ağzı burnu kırılır. O da yetmez haklarında dava açılır. Nadiren de bir bakan şov amacıyla önce dövülen kişileri yemeğe davet edebilir.Arınç bütün olayı izledi. Bilemem artık demokrasinin böyle bir şey olduğunu anladı mı? Anladığını sanıyorum, çünkü demokrasinin böyle bir şey olduğunu bildikleri için uyguladıkları baskı ve korku rejimini halka “ileri demokrasi” diye sunmaya çalışıyorlar.
İktidar artık neredeyse tamamen yalnız kaldığı Suriye politikasını ısrarla sürdürürken, bu ülkede şiddet ve terör eylemleri yapan çetelerle bağlantılar konusunda dış basında hemen her gün yeni bir haber yayınlanıyor.New York Times, Independent gazeteleri ve Reuters Ajansı’nın haberlerinde MİT’in CIA ile koordineli çalışarak çeteleri koruduğu ve silah yardımı yaptığı yazılıyor.CHP Hatay Milletvekili Mehmet Ali Ediboğlu İçişleri Bakanı Muammer Güler’e bir dizi soru yöneltti. Biraz kısaltarak sunuyorum;1- Son haftalarda yabancı basında yazıldığı biçimde Tuğgeneral Selim İdris komutasında askeri örgüte, son bir ay içerisinde modern silahlar gönderildiği doğru mudur? Omuzdan fırlatılan uçaksavar ve tanksavarların da bulunduğu ağır silahlar, Hatay’ı İdlib’e bağlayan Bab el Heva sınır kapısı kullanılarak Özgür Suriye Ordusu mensuplarına Bakanlığınızın bilgisi dâhilinde mi ulaştırılmıştır?2- 21.02.2013 tarihli Yeni Şafak gazetesinin haberindeki, MİT’in Suriyeli 50 “muhalif” liderin etrafında koruma kalkanı oluşturduğu iddiası doğru mudur?3- Suriye Ordusu’na karşı silahlı mücadele veren gruplardan El-Faruk Tugayı komutanlarının 16 Şubat 2013 tarihinde Hatay’daki bir otelde toplantı yaptığı ve iç örgütlenmesini düzenleyerek yeni komutan seçtiğini El-Faruk Tugayı’nın resmi web sayfası yayımladı. Ülkemizde sıradan toplantıların bile izne tabi olduğu biliniyorken, bu tip bir toplantı Bakanlığınızın bilgisi dâhilinde mi yapılmıştır?4- Hatay bölgesinde ve diğer illerde Suriye’li sığınmacılara vatandaşlık hakkı verilmiş olduğu bilgisi doğru mudur? Kaç kişi müracaatta bulunmuştur? Kaç kişiye Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı verilmiştir?28 Şubat; arkeolojik kazı devam ediyorBaşı sonu bilindiği hâlde her gün sanki yeni bir şey çıkmış gibi tutuklamaların devam ettiği 28 Şubat soruşturmasındaki son kurban dönemin EDOK (Eğitim ve Doktrin Komutanlığı) Komutanı Emekli Korgeneral İzzettin İyigün olmuş. Arkeolojik kazı yapar gibi her gün “yeni bir kanıta ulaşan” savcılar İyigün’ü almışlar.Medyadaki haberlere göre İzzet İyigün, daha önce tutuklanan eski Kara Kuvvetleri Komutanı Erdal Ceylanoğlu’nun Sincan’da tankların yürütülmesi kararını kendisinin değil İyigün’ün verdiğini söylemesi üzerine soruşturmaya dâhil edilmiş. Peki bu durumda Ceylanoğlu neden tutuklanmış oldu ki?Suudi kargo uçaklarının sırrıŞubatın sonunda Ankara Esenboğa Havalimanı’ndan havalanan üç dev Suudi askeri kargo uçağı dikkat ve şüphe çekmişti. Ancak bu uçaklarla ilgili hiçbir açıklama yapılmamıştı. CHP Konya Milletvekili Atilla Kart Başbakan’ın yazılı cevaplaması isteğiyle aşağıdaki soruları sordu:1- Bu uçaklar hangi gerekçelerle Türkiye hava sahasını kullanmaktadırlar? Büyük tonajlı olan bu uçaklar Türkiye’den ne taşımaktadır ya da Türkiye’ye ne getirmektedir? Veyahut Kim’leri taşımaktadır? Bu uçaklar nereye gitmektedir? Yükleme Türkiye’de mi yapılmaktadır?2- Bu uçakların Suriye’deki muhalif gruplara mühimmat ve silah desteği sağladığı yönündeki iddia ve kaygılara karşı açıklamanız nedir?3- Son 1 ay içinde, Esenboğa veya başka havaalanlarından (sivil ya da askeri) yapılan benzeri uçuşlar var mıdır? Varsa sayısı nedir?4- Anayasa’nın 92. maddesinin açık ihlâli anlamına gelen bu iddiaların sıhhati konusunda kamuoyu ve TBMM’ni ivedi olarak bilgilendirecek misiniz?AKP, CHP’yi “gerici” olarak görüyormuş. Haksız sayılmaz. CHP ülkeyi geri götürmenin; kaybettiğimiz cumhuriyet değerlerini tekrar kazanmanın derdinde. (Gani Yıldız)Atatürk’ü görenlerden dinlemekAtatürk’ü kaybedeli 75 yıl oldu. Atatürk’ün öldüğü yıl doğanlar bugün 75 yaşında. En az 80 yaşında olanlar Atatürk’ü hayattayken gördüklerini hatırlayabilir. Atatürk’ü görmek ve hatırlamak elbette çok önemli. Ama bunun kadar önemli olan da, bugünkü neslin Atatürk’ü, gören ve hatırlayanlardan dinlemesi.İşte gazeteci dostum Gürkan Hacır küçük bir çalışma grubuyla buradan yola çıkarak ne mutlu ki hâlâ hayatta olan ve Atatürk’ü gören isimlerle bir dizi röportaja imza atmış. Ortaya “Çoban Ateşi” adını verdiği bir belgesel çıkmış.Bir Devrim Hikâyesi’nin Cumhuriyet’e tanık Yüz’lerle yapılmış belgeseli “Evimiz Beylikdüzü” Derneği’nin düzenlediği gecede izledim.Cumhuriyet’in ilk yıllarına ve Atatürk’e tanık olan yaşayan isimleri izlemek insana hem gurur hem de tatlı bir hüzün veriyor. Gürkan Hacır’a bu belgeselin hazırlanmasında önemli destek veren Barış Yarkadaş ve Barış Doster ortaya bütün gençlerin izlemesi gereken harika bir eser çıkarmışlar.Bence bu belgeselin CD’leri bütün okullara dağıtılmalı, her Cumhuriyet çocuğu Cumhuriyet’e tanık “yüz”lerden Atatürk’ü dinleyerek anlamalı.
Pazartesi günü Deniz Baykal’la konuştum. Telefonda sesi çok diri ve coşkulu geliyordu. “Artık sahalara çıkacağım” dedi öncelikle. İlk önemli toplantısını Kayseri’de yapacakmış bu ay içinde. “Orada bazı görüşlerimi açıklayacağım” dedi.Baykal Başbakan’ın medya üzerindeki baskılarını hayret ve ibretle izlediğini belirterek “Ancak bu gösteriyor ki, artık gerileme, düşüşe geçme dönemi başlamıştır” dedi.Baykal telefon sohbetimizde 3 önemli görüş ve gözlemi olduğunu söyledi:1- ERDOĞAN PANİKTEBDP milletvekilleri ve bazı devlet yetkilileri terör lideriyle toplantıya gitti. Daha sonra bu görüşmelerin zabıtları bir gazetede yayınlandı. Başbakan buna çok öfkelendi, bu gazete üzerinden tüm medyaya çok ağır şeyler söyledi. Oysa henüz kimse o zabıtlar üzerine bir yorum yapmamıştı. Henüz kimse hükümeti ciddi biçimde suçlamamıştı bile. Ama belli ki Erdoğan paniğe kapıldı ve 10 yıldır ilk kez savunmaya geçti. Bu önemli bir gelişmedir. Sonun başlangıcıdır.2- SÜNGÜSÜ DÜŞTÜErdoğan Kürt sorununu çözme konusunda “sonu ne olursa olsun” diyerek “gerekirse baldıran zehiri bile içebileceğini” söyleyerek çıtayı çok yükseltti. Ancak halktaki tepkiyi görünce şimdi geriliyor. “Teröre taviz vermeyiz, silahları bırakacaklar başka çare yok” diyor. Ama bunun gerçekçi olmadığını kendisi de biliyor.3- BDP ÇOK KÜSTAHLAŞTIİktidarın teslimiyetçi politikaları BDP’yi de canlandırdı, parti yöneticileri İmralı görüşmesinden sonra daha da küstahlaşmaya başladı. Türkiye’yi, Türkiye Cumhuriyeti’ni, Türk milleti kavramını açıkça tahkir ediyorlar. İktidar çaresizlik içinde bunlara hiçbir tepki veremiyor.Baykal bu saptamaları yaptıktan sonra “Görünen o ki, Başbakan artık eskisi gibi değil. Giderek irtifa kaybediyor. Bu nedenle öfkesi artıyor, hırçınlaşıyor. Bu da sinirlerini etkiler, sürekli yanlış yapmasına neden olur” dedi. Eski CHP Genel Başkanı “Partimizin bu durumu iyi görmesi ve atağa kalkması gerek. AKP ne yapacağını bilemez hâlde, CHP’nin halka gerçekleri anlatmasının tam zamanıdır” diye konuştu.Önce dayak sonra ikram şovBugünkü iktidarın en temel özelliklerinden biri asla bir eleştiri, gösteri, protestoya tahammül edememesi. Hapishaneler muhaliflerle dolu. İktidardan yana açık destek gösterisinde bulunmayan iş adamlarının başı mutlaka derde giriyor. Ya vergiciler basıyor iş yerlerini, ya belediye müfettişleri, ya çevre bakanlığı, artık kim tutturursa. İktidarı uluorta protesto etmek ise gaz, su, cop, panzer dörtlüsüyle karşılaşmak demek.Ama bütün bunların yanı sıra kimi bakanlar durumdan şov çıkarmayı da biliyor.Son örnek Gençlik ve Spor Bakanı. Çukurova Üniversitesi’nde bir öğrenci kendisini protesto etmeye kalkıyor, kalktığı anda başına toplanan polisler öğrenciyi tekme tokat döverek karakola götürüyorlar.Şov bundan sonra başlıyor.Bakan Bey öğrencinin karakolda tutulduğunu öğrenince “serbest bırakın” talimatı veriyor. Yasalarda Bakan talimatıyla serbest bırakılma var mı? Sonra bu öğrenciyi yanına çağırıyor, yemek ikram ediyor, sohbet ediyorlar.Ne güzel değil mi? Ne kadar demokratik, ne kadar insancıl?Peki madem iktidar bu kadar demokrat, bu kadar sevgi dolu, o görevliler neden her protestocuyu eşek sudan gelene kadar dövüyor.Böyle şovlarla gözü kapalı iktidara oy verenler kandırılabilir, ama diyorum ki Sayın Bakan Bey’e “O polislerle ilgili ne yaptırdınız, bu ülkenin bir vatandaşını kameralar önünde öldüresiye döven, bunu da sırf sizin kızmamanız için yapanlarla ilgili soruşturma açtırmaya düşünüyor musunuz?”İçişleri Bakanı, vatandaşı fütursuzca dövmekten adeta zevk alan polislerini görevden alabiliyor mu? Bunlar olmuyorsa o yemek şovdan ben ne anlamışım. Göz boyamaktır o kadar.Sahte demokratların zor günleriGüleyim mi ağlayayım mı bilemiyorum.Son günlerde kendilerine “demokrat, liberal, değişimci” falan gibi sahte isimler takan bir güruhun ağzını bıçak açmıyor. Açacak hâlleri yok. Çünkü korkudan ne yapacaklarını bilemiyorlar. Aşağı tükürseler sakal, yukarı tükürseler bıyık durumu.Demokratlıkları, liberallikleri, değişimcilikleri fos çıktı.Zaten öyleydiler. Ama ortamın uygunluğundan yararlanıp diledikleri gibi konuşabiliyorlardı; her gece ekranlardan Türkiye sevgisizi sözlerini söylüyorlardı.Şimdi de devam ediyorlar bu melanetlerine ama, güya çok savundukları ilkeler konusunda batağa battılar.Gıkları çıkmıyor. Yetmezcilerdi, kimbilir belki yetmiştir artık.Rusya ve İran, Suriye planımıza destek vermemiş. “Komşularla sıfır sorun” dedik, olmadı. İş orada kalsa iyiydi. Şimdi, “komşularla sorunların çözümünde sıfır destek” noktasındayız. (Gani Yıldız)
Size şöyle bir haber başlığı versem inanır mısınız: “Amerika Türkiye’nin Suriye sınırında askeri birlik tutuyor. Amerikan askerleri sık sık Suriye’ye girip çıkıyorlar.”Sanıyorum inanmazsınız. Ben de böyle bir haber okusam inanamam. Genelkurmay’a sorarım. Alacağım cevap “Olur mu öyle şey?”dir büyük ihtimalle. Çünkü en azından yabancı bir ülkenin askerlerinin Türkiye sınırları içinde konuşlanabilmesi için Meclis kararı gerekir.Ancak büyük bir olasılıkla “Suriye sınırında Amerikan askeri var ve zaman zaman Suriye’ya gidip geri dönüyorlar.”Peki acaba ne yapıyorlar? Onu bilemem... Haber tesadüfen elime geçti. Yazılarımı Amerika’da Vatan’ın internet sitesinden izleyen bir okurumdan mesaj aldım. Okurum bir hayvan dostu olduğunu bu nedenle hayvanseverlerle ilgili internet sitelerini de izlediğini anlatıyor. Afganistan’da görev yapan Amerikan askerlerinin kurduğu bir Facebook sitesine rastlamış. Askerler sahipsiz olan ve genellikle eziyet gören hayvanları Afganistan’dan Amerika’ya getiriyor; ya kendileri bakıyor ya da hayvanseverlere veriyorlarmış. Facebook sayfasındaki bloglarına da hayvanlarla ilgili hikâyelerini yazıyorlarmış.Bu bloglardan birinde hayvansever bir asker Afganistan’dan getirdiği köpeğini anlatırken araya kendisiyle ilgili bir bilgi de koymuş. Şöyle diyor: “Köpeğimi Amerika’ya gönderdim ama Afganistan’dan sonra Türkiye’nin güneyindeki bir üsse atandım ve günü birlik Suriye’ye geçişler yapıyoruz.”Şimdi belki “Bu asker belki de Patriot’ların başındaki askerlerden biridir” denilebilir ama füze başındaki askerler neden günü birlik görevlerle Suriye’ye geçsin ki?Merak edenler veya Genelkurmay, Savunma Bakanlığı, Dışişleri Bakanlığı yetkilileri şu adrese bakabilirler: www.puppyrescuemission.com*****“Ya mühimmat geçerken patlasaydı”Cilvegözü sınır kapısında 14 kişinin ölümüyle sonuçlanan patlama hâlâ karanlıkta. Ne polis, ne istihbarat, ne asker failleri bulabiliyor. Faillerin eşkali çıkarılamadı.Bu ciddi bir eksiklik.Hafta içinde, zaman zaman verdiği bilgileri sizlerle de paylaştığım eski bir istihbarat uzmanından “dehşetengiz” bir söz duydum. Bu dostum hâlen görevli, eskiden kendi yanında çalışan bir istihbarat elemanı ile sohbet ederken konu Cilvegözü’ndaki patlamaya gelmiş. Eski istihbaratçı dostum “Patlamanın esrarı çözüldü mü?” diye sorunca diğeri “Nesi çözülecek, anlamıyor musunuz” demiş ama sonra şu müthiş cümleyi patlatmış;“Aslına bakarsanız direkten döndük, o patlama ya mühimmat geçerken meydana gelseydi? Maazallah Cilvegözü kalmazdı, Reyhanlı bile hasar görürdü.”*****İki kez “kaş yaparken göz çıkarma”Canım nasıl sıkılmasın, geçen hafta iki yazımda birden akıl almaz iki hata yapmışım. İkisi de tam “kaş yaparken göz çıkarma” olayı gibi.İlki, “Aman Guantanamo demeyin” başlıklı yazıda Amerikan Büyükelçisi’ni eleştiren Bekir Bozdağ’ın “Guantanamo benzetmesi yaptığını” belirterek “Oraya atılanlara işkence uçaklarda yapılıyor, bu uçaklar Türkiye’ye iniyordu, aman dikkat” diye uyarmıştım.Oysa Guantanamo benzetmesini yapan Hüseyin Çelik’ti.Çelik şöyle demişti; “Ricciardone’ye önce şunu hatırlatırım; siz önce Guantanamo’yu izah edin dünyaya. Dinime dahleden bari Müslüman olsa. Önce kendine bak kardeşim.”İkinci hatayı ise “Lufthansa’da Türk yemekleri” başlıklı yazıda yaptım. Yemekleri Feriye Lokantası’nın hazırladığını yazmıştım. Oysa Nuruosmaniye’deki Nar Lokantası yapıyor. Hata şundan kaynaklandı; yemekleri Vedat Başaran‘ın yaptığını öğrendim. Başaran daha önce Feriye’nin sahiplerindendi. Onun adını görünce Feriye Lokantası zannettim. İki hata için de hem sizlerden hem de adı geçenlerden özür dilerim.*****Teknolojiye yenildimTeknolojiyle aram kötü değil ama, bir sorun yaşadığımda ne yapacağımı şaşırıyorum. İşte dün bu başıma geldi, galiba ilk kez yazımı gazeteye ulaştıramadım ve köşem boş kaldı. Birkaç dostla birlikte Ağva’ya gittik. İlk kez gidiyorum, benim eksiğimmiş, bu kadar güzel bir yeri nasıl görmemişim bugüne kadar. Yanımda bilgisayar, yazımı yazmışım, düzeltmeleri yapacağım. Nasıl olsa akşama kadar zaman var. Bekledim, kahvaltı, yürüyüş, sohbet derken yazının son düzeltmelerini yaptım, ama o da ne, internete giremiyorum. Neden? Bilmem. Girmiyor işte. “Flaş belleğe al, başka yere aktar” onu da beceremedim. Sonunda yazı bilgisayarda kaldı, köşe ise yazısız. Şimdi sıkı bir bilgisayar kursu görmem gerek.*****Kürt sorununun çözümünde tercih edilen yol ile şehitlerimiz “ölmüş”, gazilerimiz esas şimdi “yaralanmış” olmayacak mı? (Gani Yıldız)
Fenerbahçe ne çekiyorsa taraftarından çekiyor.Kimbilir kaç maç oynadı seyircisiz.Gerçi lig ve kupa maçlarında kadın seyirciler var artık ve onlar da erkekleri pek aratmıyor ama Avrupa kupalarında seyircisiz oynaması büyük kayıp.Seyircisiz oynanan son maçta ise bu kez “taraftarın!” dışarıdan paraşütle attığı meşale yüzünden Fenerbahçe’nin başı yine derde girdi.Bir Avrupa maçını daha seyircisiz oynayacak.Burada anlamadığım şu; meşale yakmak, sahaya yabancı madde atmak, patlayıcı kullanmak UEFA kurallarına göre ağır cezaları gerektiriyor.Bir olur, iki olur, tamam da Fenerbahçe “taraftarı!” neden ısrarla ceza yiyeceğini bile bile aynı davranışları sürdürür?Heyecan desen olmaz, kendini bilmezlikle de tanımlanamaz bu. Acaba işin içinde başka bir şey mi var? Bazı sözde Fenerbahçeliler ısrarla ve inatla yönetimi zora sokmak için “taraftarları!” kışkırtıyor mu?Bunun başka cevabını bulamıyorum çünkü.Bu nedenle Fenerbahçe seyircisiz maçta sahaya dışarıdan paraşütle meşale gönderen o taraftarları mutlaka bulmalı, dava açmalı ve kulübün uğradığı zararı onlardan tazmin ettirmelidir.İbretiâlem için.Yoksa Fener’in başı daha çoook yanar.UEFA’nın kararı yanlıştırFenerbahçe Avrupa Ligi’nde “seyircisiz” oynadığı maçta sahaya paraşütle meşale atılmasının bedelini çok ağır ödüyor.UEFA Fenerbahçe’ye bir maç daha seyircisiz oynama cezası verdi.Ancak bu ceza mantıken de hukuken de yanlıştır. Fenerbahçe’nin ne yapıp edip bu cezayı durdurması gerekir.Çünkü böyle bir ceza başka kulüpleri de bağlar, günün birinde onların da canının yanmasına yol açar.O maç seyircisizdi. Sahaya dışarıdan “kimliği belirsiz” kişiler tarafından paraşütle bir meşale atıldı.Bunu ne Fenerbahçe’nin ne de güvenlik kuvvetlerinin önlemesi mümkün değildir.Oysa UEFA sanki suçlu Fenerbahçe imiş gibi yaparak cezayı bastı.Bu ceza kötü niyetli kişiler için çok özendiricidir.Çünkü bu yöntemle istediğiniz bir takımın ceza almasını sağlayabilirsiniz. Dışarıdan, uzaktan kumandalı cihazlarla stadyumun içine yabancı madde göndermek mümkündür.Eğer takımlar bu nedenle ceza alacaksa, rakipler birbirlerinin sahalarını kapattırmak, rakiplerini ağır para cezalarına çarptırabilmek için bu yöntemi kullanırlar.Aslında bu cezaya sadece Fenerbahçe’nin değil Avrupa’dakiler de dahil bütün takımların karşı çıkması gerekir.Fenerbahçe bu konuda Avrupa takımları arasında da lobi yapmalıdır.Yoksa çok çirkin ve önlenemez bir çığır açılabilir.Dokunulmazlık dosyaları ne oldu?Yeri ve zamanı değil, biliyorum ama merak işte.İktidar terörist liderle pazarlıkları başlatmadan önce Başbakan günlerce ve ısrarla “teröristlerle sarmaş dolaş olan BDP’li bazı milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılacağını” söylemişti.Hatta savcıları da uyarmış “Herhalde fezlekeleri gönderirler” demişti. İşe bakın ki savcılar da tam o sırada fezlekeleri Meclis’e göndermişti.Başbakan böyle söyleyince AKP milletvekilleri ve yandaş yalaka takımı da “Tabii dokunulmazlıkların kalkması en iyisi” dediler.Sonra Başbakan konuyu bir daha ağzına almadı. O almayınca ötekiler de sustular ve dokunulmazlıklar unutuldu.Peki Başbakan niye o kadar öfkeliydi?Ne oldu da teröristlerle sarmaş dolaş olan milletvekillerinin dokunulmazlığı kalkacakken bizzat “devletimiz” terörist liderle sarmaş dolaş oldu?Vallahi pişmiş aşa su katmıyorum, merak sadece.Gani Yıldız’danEkonomi Bakanı Zafer Çağlayan, “IMF’ye 5 milyar dolar cep harçlığı verecek seviyeye geldik” demiş. Ekonomiyi bu duruma getirenlere teşekkürü “borç biliriz” ama cepte yok, sonra ödeyelim.***Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi’ni okuması, bir öğrencinin yurttan atılmasına sebep olmuş. Şükür ki (şimdilik) “yurdunu” terk etmesini istemiyorlar.***Bir siyasetçi adımlarını “koltuğu kaybetme pahasına” attığını söylüyorsa iki kere düşünmeli. Zira aslında “koltuğu kaybetmeme uğruna” hareket ediyor olabilir.***Ergenekon Davası’nda geçen 4.5 yılda sanık ve avukatların ne kadar konuştukları hesaplanmış. Son sözü adalet söylemedikten sonra kimin kaç dakika konuştuğunun ne önemi var.***Avrupa Birliği Bakanı Egemen Bağış, “Bütçede en büyük payı Milli Eğitim Bakanlığı’na ayırıyoruz” demiş. Normaldir; eğitim sistemi her yıl sil baştan yazıldığı için milyarlarca liralık kağıt, kalem ve silgiye ihtiyaç var.***Sağlık hizmetleri son 1 ayda yüzde 57 zamlanmış. Bu aralar hastanıza “geçmiş olsun” demek için acele etmeyin, bir de faturayı görmesini bekleyin.
Başlık ne kadar tuhaf oldu değil mi? Ama işin kendisi tuhaf. Devletimiz, TBMM’den üç milletvekilini, yanlarına kendi adamlarını koyup 40 bin kişinin ölümünden sorumlu olarak ömür boyu ağırlaştırılmış hapse mahkûm bir terör liderine gönderiyor.Bu heyet, terörist liderle “barış” pazarlıkları yapıyor. Ertesi gün terörist liderle yapılan pazarlıkların konuşma metinleri, yani tutanaklar bir gazetemizde yayınlanıyor. Pazarlıklarda bu gazetenin bir temsilcisi olmadığına göre demek ki tutanaklar pazarlığa katılanlardan biri tarafından veriliyor.Kimler gitti terörist lidere?3 BDP milletvekili. Bir o kadar da devlet görevlisi. Demek ki ya BDP’li milletvekilleri ya da devlet görevlileri verdi tutanakları.Benim için önemli değil. Ama tutanaklarda adları geçen bazı kişiler öfkeden deliye dönmüş.Çünkü terörist lider pazarlıklar sırasında bu kişiler hakkında ileri geri konuşmuş. Şimdi muhataplar bağırışıyor “Bu tutanakları kim sızdırdı, böyle şey olur mu, nasıl sızdırılır bunlar?” diye.Bal gibi sızdırılır.Bavulla belge nasıl geldiyse öyle gelmiştir belki. Başkalarının telefon konuşmalarını adeta şehevi duygularla çarşaf çarşaf yayınlarken, bu arkadaşların aklına “Yahu biz bunları nasıl aldık?” demek gelmiyordu. Şimdi neden geliyor? Şimdi mi hak hukuk düştü akla?Zamanında sızdırma tetikçiliği yapanların şimdi namlu karşısında olmaları, ne bileyim, belki de ilahi bir takdirdir.Güzel olan, kendilerini aynı duruma düşürenler, bugüne kadar fenalık yaptıkları insanların değil, bizzat onları bu “sızdırmalarla” besleyenler olması.Sızdırmalara sızlanmanın âlemi yok, inandırıcı değil.Aman “Guantanamo” demeyinÜzerinden biraz vakit geçti, zamanında notumu almışım, her nasılsa yazmayı unutmuşum.Ankara’daki ABD Büyükelçiliği’ne yapılan hain saldırıdan sonra Büyükelçi gazetecilerle bir kahvaltılı sohbet yapmıştı. Büyükelçi bu toplantıda Türkiye’deki yargı sistemini eleştirmiş, gazetecilerin, bilim adamlarının, askerlerin elde belge olmadığı halde çok uzun süren tutukluluklar yaşadığını söylemişti.Büyükelçi’nin bu sözleri AKP’de tepki çekmişti. Bekir Bozdağ Büyükelçi’yi haddini aşmakla suçlarken “Siz önce Guantanamo’nun hesabını verin” demişti. Guantanamo, ABD’nin Küba’daki cezaevi. Burada başta El Kaideciler olmak üzere terör sanıkları tutuluyor. Hapishane kötü koşulları ve işkence ile gündemde. Bekir Bozdağ ABD Büyükelçisi’ne bu cezaevini hatırlatırken “iyi bir şey söylediğini” sanıyor ama yanılıyor.Evet Guantanamo kötü bir cezaevi. Ama yakalanan teröristler oraya götürülmeden önce çok ağır bir sorgudan ve hatta işkencelerden geçirildiler.ABD sınırları içinde işkence çok büyük bir suç. Bu nedenle Amerikan istihbarat örgütleri işkenceyle konuşturacakları kişileri ABD sınırları dışına çıkarıyor. Bunun için kullanılan uçaklar var. Bu uçaklara “işkence uçağı” deniyor. Sürekli havada kalan bu uçaklar ancak benzin ikmali için yere iniyor.Ve biliyoruz ki bu uçakların en çok kullandığı havaalanları Türkiye’de. Bozdağ “Guantanamo” diyor ama, o Guantanamo’ya gidenler işkence görsüler diye önce Türkiye’ye getiriliyordu. Yani orada bizim de payımız var.Lufthansa’da Türk yemekleriBir süre önce Frankfurt’ta Hessen Eyaleti Atatürkçü Düşünce Kulübü’nün davetlisi olarak konuşma yapmıştım. Saatler uygun olduğu için Lufthansa ile gidip geldim.Lufthansa Türkiye uçuşlarında yeni bir uygulama başlatmış. Türkiye çıkışlarında menüye Türk yemekleri de konulmuş. Feriye Lokantası ile anlaşmışlar. Şimdilik zeytinyağlı ve soğuklar. Ancak ileride sıcak yemeklerde de Türk menüsünden örnekler olacakmış.Uçakta yemek yemeyi sevmem ama zeytinyağlı fasulye, imambayıldı ve mezeler güzeldi.Cilvegözü patlaması hâlâ sırCilvegözü sınır kapısında 14 kişinin ölümüyle sonuçlanan bomba olayında kamoyu hâlâ bilgi sahibi olamadı. Ne kaçanlar yakalandı, ne olayın failleri ile ilgili bilgi verildi, patlama sır perdesinin arkasında kaldı. Bu da şüpheleri artırıyor. Benzer olayları anında çözen, kimlikleri açıklayabilen istihbarat birimleri bu kez neden başarısız acaba?Yoksa biliyorlar da açıklayamıyorlar mı? Haydi bizimkiler çözmeyi başaramadı. O bölgede cirit atan yabancı istihbarat örgütleri de bilmiyor bombayı kimin yapıp patlattığını. Olayla ilgili çok ilginç bir iddia duydum. Onu da önümüzdeki hafta yazarım.*****Kürt sorununun çözümüne giden yolun haritası çizilmiş. “Gidilecek yolun yol olduğundan” emin miyiz? (Gani Yıldız)