İhracatı desteklemeye yönelik kurumlardan biri ihracat sigortalarıdır. Az çok her ülkede raslanır. İhracatçı ithalatçıya kredi açmakta çekiniyorsa sigorta devreye girer. İthalatçının borcunu ödememesi riskini üstlenir.Örneğin bir küçük ve orta işletme makine-teçhizat yatırımları için uzun vadeli krediye ihtiyaç duysun. Üretici-ihracatçı firma ya da banka olayı riskli bulsun. İhracat sigortası geri ödemede sorun çıkması riskini üzerine alır.Fransız ihracat sigortası kurumu Coface tüm dünyada çok aktiftir. Uzun süredir Türkiye ile iş yapıyor. İstanbul’da ofisi var. Verdiği krediler çok sayıda işletmenin büyüyüp gelişmesine önemli katkılar yapmıştır.Toplantının programıCoface her yıl ocak ayında Paris’te bir günlük “Ülke-risk Konferansı” düzenliyor. İzleyiciler büyük ölçüde Fransız iş âlemi oluyor. Sadece sanayi şirketleri değil, başta bankalar, hizmet şirketleri de katılıyor. Bu yıl salonda 1000’e yakın izleyici vardı.Konferansın sabah oturumu seansı ekonomik ve politik bir ufuk turu ile başladı. Ardından büyük ekonomilerin sorunlarına geçildi. Sırası ile ABD, AB ve Japonya için konjonktür tahminleri verildi. İlginçtir ki Çin de bu bölümde incelendi.Seansın sonunda Coface gelişmiş ülkeler için “raiting” adı verilen kredi-risk değerlendirmelerini açıkladı. Daha önemlisi, sektörel bazda risk sıralaması yapıldı. Hangi sektörlerde risklerin arttığı hangilerinde azaldığı anlatıldı.Gelişen ülkeler öğleden sonra oturumuna konu oldu. Yükselen piyasalara yönelik genel analiz ve tahminlere ek olarak her yıl bir ya da iki ülke için özel sunum yapılıyor. Bu yıl Türkiye, Rusya ve Nijerya’yı seçmişler. Ben Türkiye sunumunu yaptım.Petrol ihracatçısı ülkelerin sorunları üzerine ilginç bir sunumdan sonra Coface gelişen ülkeler için kredi-risk değerlendirmelerini açıkladı. Yine sektörel bazda risklerin dağılımı ve sıralaması anlatıldı.Neden Türkiye?Türkiye “Ülke-risk Konferansına” ilk kez konu olmuyor. Ocak 2002’de yapılan toplantıda da yer almıştı. Sunumu yine ben yapmıştım. Nedenini tahmin edebiliyorsunuz. 2001 krizi sonrasında Türkiye’ye güvenin dibe vurduğu döneme denk geliyor.O günden ilginç bir anım var. 2002 tahminlerim Coface’a kıyasla daha olumlu idi. Konuşma sonrasında baş iktisatçıları beni “aşırı iyimser” bulduğunu söyledi. Biraz atıştık. Halbuki 2002 sonuçları benim beklediğimden çok daha iyi oldu.Bu yıl konuşmamda hatırlattım. O da benim haklı çıktığımı kabul etti. Ama altta da kalmadı. “Zamanlamaya dikkat; son kez kriz sonrası çağırmıştık, bu kez kriz öncesi çağırmış olmayalım!” dedi. Şaka gibi duruyordu ama aklıma takılmadı desem yalan olur.
Cuma günü THY’nin öğle uçağı ile bir konuşma yapmak üzere Paris’e hareket ettim. İçim rahattı. Konuşmamı hazırlamış, pazar günü yayınlanacak yazımı önceden yazmıştım. Paris’te iki gün aylak aylak dolaşacak, keyif çatacaktım. Kötü haberi alınca kelimenin tam anlamı ile dondum kaldım. Neye üzüleceğimi, kime kızacağımı, nasıl tepki göstereceğimi bilemedim. İçimden bir şeylerin geri gelmemek üzere kopup gittiğini hissettim. Kaderin garip cilvesi, tam bir yıl önce sevgili Hrant’la Paris’te bir toplantıya katılmıştık. Üç gün boyunca gece gündüz beraber olduk. Çok güzel hatıralar birikti. O arada İstanbul’da daha sık görüşmeye karar verdik. Büyük kentte iş güç gailesi yaşama hükmediyor. Mesafeler insanları savuruyor. Maalesef yollarımızı yeterince kesiştirmeyi beceremedik. Sanki önümüzde çok zaman var gibi gelmişti. Yanılmışız.Hrant’la son kez yılın ilk günü beraberdik. Üç hafta öncesi ediyor. Yılbaşı gecesini evde aile içinde kutlarız. Kalan yemekleri bitirmek bahanesi ile ertesi gece gelen “mutad zevattan” biridir. Tek tesellim bu yıl çok fotoğraf çekmiş olmam. Geride onlar kaldı.Tarihe kayıt düşmekMeslekler sahiplerinin kimliğini de etkiliyor. Örneğin iktisatçılar duygusal konulardaki beceriksizlikleri ile ünlüdür. Kendilerine özgü, kuru ve renksiz bir mantık içinden konuşurlar. Olanla olması gerekeni ayırt etmeye özen gösterirler.İç dünyamın fırtınalarını sözcüklere dönüştürüp başkaları ile paylaşabilme yeteneğim olmadığını da biliyorum. O nedenle lafı fazla uzatmak istemiyorum. Benden çok daha ehil dostları zaten bunu yaptı, yapıyor, yapacak.Daha mütevazı bir amacım var. Ender de olsa bu köşede dar ya da geniş anlamı ile iktisatçılığın dışına çıkıyorum. Önemli gördüğüm siyasi, toplumsal, ideolojik vs. sorunlar karşısında nerede durduğumu yani tavrımı açıklıyorum.Ermeni sorunu modern Türkiye’nin en temel fay hatlarından biridir. Kendisi ve dünya ile barışmasının önemli bir anahtarıdır. Şu ya da bu şekilde herkes bu sorunla yüzleşmek ve tavrını belirlemek zorundadır. Tüm kaçış arayışları beyhudedir.Hrant Dink o uçsuz bucaksız yüreğinin gücü ile tüm yaşamını bu sorunun çözümüne adamıştı. Hayati önemde ilkleri gerçekleştirdi. Türkiye’nin geleceğini karartmak isteyenler tarafından katledilmesinde doğru yolda olduğunun bir kanıtını görüyorum. Kederli ailesine, yakınlarına ve başta Ermeni cemaati olmak üzere tüm Türkiye’ye bu kötü günde tanrıdan sabır diliyorum. Başımız sağolsun. Güle güle sevgili Hrant Dink.
2007’ye yönelik tahmin ve değerlendirmeler bir-iki yazıya sığmadı. Neredeyse Ocak sonuna kadar sürdü. Doğallıkla bu arada yayınlanan çok sayıda veriyi ihmal ettik. Kısa kısa ele almakta yarar görüyoruz.Yılın son günü açıklanan üçüncü çeyrek kamu net borç stoğu ile başlıyoruz. Dikkatinizi çekmiştir. Bir süredir aylık Hazine brüt borç stoğu verilerine bakmıyoruz. Buna karşılık üç ayda bir yayınlanan net borcu mutlaka inceliyoruz.Genel temayı bir kez daha hatırlatalım. Türkiye ekonomisinin 2001 krizi sonrası başarılı performansı özünde kamu maliyesindeki toparlanmadan kaynaklanmaktadır. Net borç stoğu bu bakıma çok önemlidir.Varlık borçtan hızlı artıyor2004 sonunda kamu net borç stoğu 272 milyar YTL iken 2005 sonunda 271 milyar YTL’ye düşmüştü. 2006’da düşüş biraz daha belirginleşiyor. Eylül sonunda 267 milyar YTL’ye geriliyor. Bunların nominal sayılar olduklarını özellikle vurgulayalım. Toplam brüt borç aynı dönemde artmaya devam ediyor. 2004, 2005 ve 2006 üçüncü çeyrek için brüt borç, sırası ile, 428 milyar YTL, 439 milyar YTL ve 468 milyar YTL olmuş. 2004 sonuna kıyasla 40 milyar YTL, 2005 sonuna kıyasla 19 milyar YTL artış var.Brüt borç artarken net borç nasıl düşer? Menkul varlıklar borçtan daha hızlı artınca. Kamu menkul varlıkları üç kalemden oluşuyor. 2004’e kıyasla Merkez Bankası net varlıkları 14 milyar YTL, kamu mevduatı 15 milyar YTL, işsizlik sigortası fonu 9 milyar YTL yükseliyor. Toplamı 48 milyar YTL ediyor.2004, 2005 ve üçüncü çeyrek için toplam kamu varlıkları, sırası ile, 60 milyar YTL, 78 milyar YTL ve 98 milyar YTL olmuş. Brüt borçtan varlıkları çıkarak net borç sayılarına ulaşıyoruz.Net borçtaki düşüşün mekanizmasını iyi anlamak gerekiyor. Kamunun brüt borcu artıyor. Ancak varlıkları daha hızlı artıyor. Haklı bir soru var. Kamu neden borçlanarak varlık arttırma yoluna gidiyor? Cevap ilginç ama yeri burası değil.Milli gelire oranı düşüyorEkonomide enflasyon ve büyüme varsa nominal değerler gerçeği saptırır. Bir yöntem enflasyon etkisini temizleyip reel değerlere ulaşmaktır. Diğeri ise milli gelire oranlamaktır. Kamu borcunda ikincisi tercih edilir.Kamu net borcunun milli gelire oranı, 2004, 2005 ve 2006 üçüncü çeyrek için, sırası ile, yüzde 63, yüzde 56 ve yüzde 49 çıkıyor. 21 ayda gerileme 14 puandır. Net dış borcun milli gelire oranı ise, aynı sıra ile, yüzde 18, yüzde 8 ve yüzde 6’dır. Gerileme 12 puandır. Net borçtaki düşüşün esas itibariyle dış borcun azalmasından kaynaklandığı açıktır.Özetle, milli gelirin yüzde 6.5 ve üzerinde bütçe faizdışı fazlaları sayesinde kamu borcu hızla gerilemiştir. Vahim para politikası hatalarına rağmen ekonominin bugünkü gücünün sırrı buradadır.
2007’yi tahmin etmeye yönelik analizlerimizde dünya ekonomisindeki gelişmeler geçmişe kıyasla çok daha önemli rol oynadı. İki neden öne çıkıyor. Biri iç kökenli. Türkiye’nin sermaye akımları karşısında kırılganlığı çok arttı. Diğeri dış kökenli. Dünya ekonomisi yakın geçmişte önemli dengesizlikler üretti. Amerika’da düşen iç tasarruf oranlarının yol açtığı dış açıklar karşılığında verilen dolarlar dünyayı likiditeye boğdu. Enflasyon tekrar başını kaldırdı. Dengesizliklerin düzelmesi sürecinde kısa dönemde mali piyasalarda çalkantılar yaşanması kaçınılmazdır. Dolayısı ile bu düzeltmenin 2007’de başlama ihtimali özel önem kazanıyor.Farklı bakışlarDünya konjonktürünü ya da uluslararası mali piyasaları profesyonel düzeyde izlediğimi söyleyemem. Zaten Türkiye’de oturan bir öğretim üyesinin boyunu çok aştığı da ortadadır. Ne yapıyoruz? Usta kabul ettiğimiz iktisatçıların yazdıkları üzerinden kendimize bir yön çizmeye çalışıyoruz. Ancak, bu noktada akademik iktisatçıları mali piyasalar için analiz yapanlardan ayırt etmekte yarar var. İkinciler, işleri gereği, kısa döneme ve somut göstergelere yönelik analizlerde uzmanlaşıyor. Günlük faaliyetleri arasında büyük ülkeler için kurları, faizleri, enflasyonu vs. tahmin etmek yer alıyor. Tahminleri daha iyimser kalıyor. Akademisyenliğin de kendine göre sorunları var. Orta-uzun vadeli analizlere daha yatkın oluyorlar. Toplumsal-siyasi çıkarsamalara daha duyarlı oldukları ölçüde normatif değerlendirmeler de yapabiliyorlar. İstisnaları olmakla birlikte düzeltme konusunda tahminleri daha kötümser kalıyor.Nasıl bir düzeltmeBenim gözlemim, her iki kesimde 2007’de dünya ekonomisinde düzeltme bekleyenlerin sayısının arttığı yönündedir. Düzeltme gereğini kabul etmeyenler hâlâ var. Ama sayıları giderek azalıyor. 2007’de düzeltmenin uzman iktisatçılar arasında genel kabul gördüğünü söylemek sanırım abartılı olmaz. Buna karşılık düzeltmenin niteliği konusunda farklılık sürüyor. Akademik takımda daha sert yani mali piyasalarda daha büyük dalgalanmalara yol açacak türden bir düzeltme beklentisi daha yaygın duruyor. Mali piyasa analistleri ise yumuşak bir düzeltme bekliyor. İki görüş arasındaki fark ABD dış açığının seyrinde somutlaşıyor. Mali piyasa bakışında dış açık sabit kalıyor ya da çok az geriliyor. Akademik bakışta ise dış açıkta ciddi azalma gerekiyor. Aksi takdirde düzeltme sözü bile yanlış kaçıyor. Görüldüğü gibi, dünya konjonktürü hakkında da rivayetler muhtelif. Tartışmaların Türkiye’dekilerle benzerliklerine dikkatinizi çekerim.
İki haftadır içten içe kıvranıyorum. Nedeni tahminler. Köşe yazarlığına başladığımdan beri yılbaşında temel makro göstergeler için tahminlerimi yayınlarım. Bu yılın belirsizlikleri gözümü korkuttu. Nokta tahmin yerine genel eğilimleri verdim.“Alışmış kudurmuştan beter” misali, bu olay beni mutsuz etti. Giderek kendime kızmaya başladım. Eski tahmin yanılgılarımı hatırladım. Sonunda dayanamadım. “Korkunun ecele yararı yok” deyip tahminlerimi yayınlamaya karar verdim.Son bir buçuk yılda konjonktür sorunlarına yoğunlaştım. Son bir ay içinde ekonomide beklenen düzeltme üstünde çok durdum. 2007’nin risklerini ayrıntılı ele aldım. Dolayısı ile ekonomiyi nasıl bir analitik çerçeve içinde değerlendirdiğim biliniyor.Normal senaryoTahminci geleneğinde oluşturulan bir merkezi senaryoya “normal” adı verilir. Genellikle gerçekleşme ihtimali diğerlerine kıyasla daha yüksek varsayımlar alınır. Dikkat: Daha yüksek, çok yüksek anlamına gelmeyebilir.Türkiye için iki kritik varsayım senaryoyu normalleştiriyor.Bir: Dünya mali piyasalarında risk iştahı bozulmuyor.İki: Ona rağmen ilk çeyrekten itibaren iç talep hissedilir şekilde yavaşlıyor.Bu durumda tüketim ve yatırım harcamalarında küçük düşüşler yaşanır. İç talep değişimi hafif eksi çıkar. İhracat artarken ithalat sabit kalacağından büyüme dış taleple olur. Yıllık GSYİH ve GSMH için yüzde 3,5 büyüme öngörüyoruz. İlk yarıda büyüme eksi, ikinci yarıda artı oluyor.Türkiye için bu durum bir resesyondur. Enflasyonla mücadeleyi kolaylaştırır. Yıl sonu TÜFE’yi yüzde 6,3 öngörüyoruz. Resesyona rağmen neden hedef tutmuyor? Çünkü döviz sepeti bazında (yıllık ortalama) YTL’nin yüzde 9 değer kaybedeceğini tahmin ediyoruz.Son olarak, resesyon ve kurun olumlu etkisi ile dış ticaret açığının 41 milyar dolara, cari işlemler açığının ise 21 milyar dolara gerileyeceğini düşünüyoruz.Risk iştahı kritiktirEkonominin esas kırılganlığı dünya mali piyasalarında risk iştahı karşısındadır. Yılın ilk yarısında, diyelim ki yine Mayıs’ta(!), ünlü “ikinci dalga” gelsin. Dünya piyasalarında ciddi ve kalıcı etkileri olan bir türbülans yaşansın. Yukarıdaki tahminler ne kadar değişir?Kurla başlamak gerekiyor. Yıllık ortalama kuru 6-10 puan yukarı atmasını öngörüyorum. Enflasyona yansıması artı 3-4 puan, büyümeye yansıması eksi 3-4 puan, cari işlemler dengesine yansıması artı 4-8 milyar dolar olur.Kötü senaryo tahminlerini toparlayalım:YTL’de (sepet bazında ortalama) değer kaybı yüzde 17, GSMH’da büyüme eksi yüzde 1, enflasyon yüzde 9,9, cari işlemler açığı 15 milyar dolar. Velhasıl daha ağır bir resesyon ve daha dalgalı mali piyasalar anlamına geliyor.
Belirsizliğin ağır bastığı bir yılı öngörmeye çalışıyoruz. Genel eğilimi “Büyüme düşer, enflasyon geriler, dış açık küçülür ve TL değer kaybeder” şeklinde ifade ettik. Sonra önem sırasına göre temel riskleri saptadık.Tepeye dünyada risk iştahının azalmasını koyduk. Türkiye ekonomisinin sermaye çıkışı karşısında kırılganlığı tecrübe ile sabittir. Altına iç talepteki canlılığın sürmesini yerleştirdik. Sürüden ayrılma senaryosu dedik. En alta seçim yılının iç siyaset gerginliklerini yerleştirdik.Vatandaş haklı olarak bu tür analizleri karmaşık ve teorik buluyor. İktisatçıdan farklı olarak süreçten ziyade sonuç ilgisini çekiyor. Velhasıl kafasındaki esas soruya net bir cevap bekliyor. 2007’de kriz olur mu? Cevaplamayı deneyeceğim.Krizi tanımlıyoruzBir başka soru ile başlamak zorundayız: Krizin tanımı nedir? Hangi göstergelerde ne tür değişim halinde “kriz” sözcüğünü kullanabiliriz? Tepkinizi tahayyül edebiliyorum. “Tanıma ne gerek, biz görünce hemen tanırız” diyorsunuz. Aklınıza hemem 1994 ve 2001 krizleri geliyor.Bu amaçla 1994 ve 2001’e kısaca bakalım. En önemli beş gösterge yeterlidir: Döviz kuru, iç talep, GSMH, ithalat ve enflasyon. Göstergelerin uç değerleri arasındaki değişimi hesaplıyoruz.Döviz sepetine göre TL’nin değer kaybı 1994’te yüzde 144, 2001’de yüzde 135’tir. Yıllık TÜFE’de değişim 1994’te yüzde 81 (69,6’dan 125,9’a), 2001’de yüzde 104 (35.9’dan 73.2’ye) oldu. Yıllık ithalat 1994’te yüzde 22, 2001’de yüzde 27 geriledi...Yıllık bazda iç talep 1994’te yüzde 15,2, 2001’de yüzde 18,5 düştü. Çeyrek bazında iki krizde de yüzde 20’nin üzerinde düşüşler vardır. Yıllık bazda GSMH’de eksi büyüme 1994’te yüzde 6,8, 2001’de yüzde 9,5 oldu. Çeyrek bazında eksi yüzde 10 görüldü.İki krizdeki değişimin ortalamasını kullanarak bugünün değerlerine uygulayalım. Doların 3.50 YTL’ye, yıllık TÜFE’nin yüzde 18’e tırmanması, yıllık ithalatın 102 milyar dolara inmesi, yıllık iç talebin yüzde 17, GSMH’nin yüzde 8 küçülmesi demektir.Kriz olmazYukarıda tanımlanana uzaktan yakından benzeyen bir sürecin 2007’de yaşanması ihtimali yoktur. Bunu kesin garanti ederim. 2007’de en “intizamsız” düzeltme (eski deyişle en sert iniş) bile eskiye kıyasla çok hafif atlatılacaktır. Bu konuda hiç tereddüt olmamalıdır.Nedeni de biliniyor. Vatandaşın büyük fedakârlığı sayesinde kamu maliyesinde inanılmaz bir toparlanma gerçekleşmiştir. Son yedi yılda kamu kesimi faiz dışı fazlaları bugünkü fiyatlarla 300 milyar YTL tutmaktadır. Bugünü dünden ayıran temel özellik budur.
Belirsizlik 2007’nin en belirgin özelliğidir. İlk kez yılbaşında nokta tahmin veremedik. Genel eğilimi saptadık. Büyüme düşer, enflasyon geriler, dış açık küçülür ve TL değer kaybeder dedik. Sonra önem sırasına göre riskleri sıralamaya başladık. En üstte uluslarararası likidite koşulları yer alıyor. Dış kökenli türbülans karşısında Türkiye ekonomisinin kırılganlığı geçen yaz başında yaşananlardan iyi biliniyor. Bir alt sırada şişen iç talep balonunun devam etmesi riski var. Sürdürülemez büyüme enflasyon ve dış açığı olumsuz etkileyerek Türkiye’yi sürüden kopartabilir. İç kökenli bir türbülans ihtimali çok yükselir.Böylece üçüncü sıradaki risk unsuruna yani 2007’nin çifte seçimlerine geldik. İki farklı mekanizma düşünebiliriz. Seçim süreçleri mali piyasalarda “güveni” sarsabilir. Ya da makro politikalarda gevşemeye neden olabilir.Risk hiyerarşisi Riskler arasındaki hiyerarşi çok önemlidir. İlk iki riskten birinin gerçekleşmesi halinde iç siyasete zaten sıra gelmez. Daha açık söyleyelim. Dış mali türbülans ya da canlı iç talep durumunda en iyi seçim senaryosu bile sonucu değiştirmez. Yani iç siyasetin konjonktüre etkisi ancak diğer risklerin gerçekleşmediği durumlarda öne çıkar.Bunun tersini savunanlar var. Para politikası hatalarını ve iç talep balonunu kabul etmeyenler iç siyaseti risk hiyerarşisinin tepesine yerleştiriyor. Çıkacak sorunların faturasını siyasetçilere çıkarma çabası olarak görebiliriz.Cumhurbaşkanlığı seçimi ile başlayalım. 2007’nin ilk yarısında dünyada risk iştahının yüksek seyrettiğini ve iç talepte hissedilir bir yavaşlamanın gerçekleştiğini varsayalım. Ama Başbakan Erdoğan Cumhurbaşkanlığı’na aday olsun ve kazansın. Ne olur? Örneğin döviz kuru mayıs-ağustos dönemindeki gibi bir çalkantı yaşar mı? Hatırlatalım. Döviz sepetine göre YTL mayıs başından haziran sonuna yüzde 28 değer kaybetmiş, Haziran sonundan eylül başına ise yüzde 11 değer kazanmıştı.Zor bir soru olduğunu biliyorum. Sanırım benim yaklaşımımı tahmin edebiliyorsunuz. Olmaz demem. Ama ancak o kadar olur, hatta daha yumuşak bile geçebilir derim.Tetikleyici iç siyasetŞimdi talepte yavaşlama varsayımını terk edelim. 2007’nin ilk yarısında iç talebin canlandığını kabul edelim. Yani Türkiye’nin sürüden koptuğu senaryoya (ikinci sıradaki risk) geri dönelim. Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı çok farklı sonuçlar yaratabilir. Mali piyasalar zaten canlı iç talep, düşmeyen enflasyon ve artan dış açıktan çok tedirgindir. Siyasi gerginlik bardağı taşıran damla olur. Ciddi bir mali türbülans ve sert bir reel düzeltme beraberce yaşanır.Nüanslar gene çok önemlidir. Bu süreçte siyaset sadece tetikleyici görevini üstlenmiştir. Esas sorun sürdürülemez büyümenin süregelmesidir. Yangında kibritin düştüğü ortamın özellikleri esastır. Yaş ormanda hemen söner. Kuru ormanda yangın çıkartır.
2007 tahmincileri zorluyor. Genel eğilimleri nispeten kolay görüyoruz. 2006’ya kıyasla büyüme düşer, enflasyon geriler, cari işlemler açığı azalır ve TL değer kaybeder dedik. Ama geleneği bozup nokta tahmin vermedik.Temel risk dünya mali piyasalarında risk iştahının aniden azalmasıdır. Rüzgârın önündeki yaprak benzetmesini yaptık. Dış mali şok durumunda Türkiye ekonomisi çok kırılgandır. Makroekonomik göstergeler kötü etkilenecektir.Risk sadece dış kökenli mi? Uluslararası mali piyasalarda sükûnetin hakim olması durumunda Türkiye ekonomisi 2007’yi sorunsuz geçirir mi? Yoksa olumlu dış koşullara rağmen mali çalkantı yaşanır mı? Yani Türkiye sürüden ayrılır mı?Sorular bizi içeriden kaynaklanan ekonomik, siyasi vs. risklerin analizine getiriyor.“Saadet zinciri” ve güven2003 sonrasında uygulanan yanlış para politikalarının Türkiye ekonomisini sıkıştırdığı olumsuz konjonktürü “sanayisiz, ihracatsız, istihdamsız ama enflasyonist büyüme” sloganı ile özetledik. Sıradan bir “saadet zincirinin” oluştuğunu söyledik.Tüm saadet zincirleri katılanların “güveni” üstüne inşa edilir. 1980’lerin bankerlerini, 1990’ların İslami holdinglerini, Titan’ları vs. hatırlayın. Ortada sürdürülemez bir mekanizma vardır. Ama yeteri sayıda kişi güven duyup para verdiği sürece sistem çalışır.Şimdi tersten gidelim: Saadet zinciri neden bozulur? Görünürdeki neden “güvenin” kaybolmasıdır. Güven devam etse oyun da sürecektir. Asıl neden ise başkadır. Sistemin sürdürülemezliğidir. Saadet zinciri özünde sürdürülemez olduğu için kopar.Bu hususun iyi kavranmasını hayati görüyorum. Bizzat “güven” sözünün çok kullanılmaya başlaması sürdürülemezliğin daha çok kişi tarafından anlaşıldığı anlamına gelir. Güvensizliğin nedeni temellerdeki bozukluğu saklamanın zorlaşmasıdır. Mızrak çuvala sığmaz.Ya yavaşlamazsa...Bir yıl önce, Aralık 2005’te üçüncü çeyrek milli gelir verileri açıklandığında “Eyvah hızlı büyümüşüz!” (17/12/2005) başlığını atmıştım. İç talepte oluşan balonun ekonomiyi tehlikeli kırılganlık bölgelerine taşıyacağını söylemiştim. Sorun hâlâ aynıdır. 2006 yaz başındaki çalkantı, tüketiciyi ve üreticiyi korkuttu. Tüketim ve yatırım harcamaları (iç talep) düştü. Ama ardından TL tekrar değer kazanmaya başladı. Son çeyrek verileri tüketim ve yatırım harcamalarındaki düşüşün durduğu yönünde geliyor.İç talebin canlılığı reel kesim oyuncularının ekonomiye hâlâ güvendikleri anlamına gelir. İki sonucu vardır: Dış açık artar ve enflasyon düşmez. İlginç olan bu durumun mali piyasa oyuncularında güvensizlik yaratmasıdır. Türkiye’nin sürüden ayrılmasının ayrıntıları bir sonraki yazıya kaldı.